Bölüm 4 - "Bir Turta Meselesi"
Düş
Bölüm 4 – " Bir Turta Meselesi"
Ben kötü bir şey yapmadım.
Bahçedeki at arabasını gördüğü an kalbi bir mengeneye girmişçesine kasılan Alice'in zihninde yankılanan tek cümle buydu. Olduğu yerde duraklamışken Benjamin'in desteği ile yürüyebilmişti. Birkaç kez neden bu kadar heyecanlandığını soran kuzenini geçiştirmesi de kolay olmamıştı.
Fakat o an holde iken dahi duyduğu nişanlısının gür sesi asıl zor meselenin onu beklediğinin sinyalini veriyordu. Tekrar duraksadı. İçine derin bir çekti ve tanrıdan kedine güç vermesini diledi. Geride kaldığını gören Benjamin ise, işleri Alice için bir parça daha zorlaştırarak onu koluna takıp kendi ile birlikte adeta salona sürüklemişti.
Benjamin'in kolunda salona ilk adımını attığında başını güçlükle yerden kaldırabilmişti. Kuzeninden kız kardeşine kadar tüm ailesi karşılıklı koltuklarda oturuyordu. Karşılıklı olan bu koltukların arasında kalan iki tekli berjeri ise nişanlısı Robert Doyle ile babası paylaşıyorlardı.
O ana kadar hararet ile Anne halayla konuşan yüzbaşı, genç kızın topuğunun ahşap zeminde yankılanması ile birlikte bakışlarını üzerine çevirmişti. Göz göze geldiler. Alice nişanlısını çok iyi tanıdığını söyleyemezdi. Tanışıklıkları uzun bir sürece yayılmıyordu. Lakin adam ile göz göze geldiklerinde bakışlarındaki hoşnutsuzluğu fark etmişti. Sıkı sıkıya Benjamin'in kolunu kavramış olan elleri adeta kayıp düşerek iki yanını buldu. Daha o andan nefes alamadığını hissediyordu.
"Alice, Benjamin, Tanrı aşkına nerede kaldınız bu saate kadar? "
Annesinin azarlaması karşısında sadece yutkunmakla yetinmişti. Robert gözlerinin içine bakarken söyleyeceği her bir söz adeta ağzının içinde kaybolup gidiyordu. Lakin omzunu kavrayıp kendi ile birlikte ilerlemesini sağlayan Benjamin imdadına koşmuş, onun adına birkaç kelime etmişti.
"Kusura bakmayın lütfen, benim hatam. Görüşmem gereğinden uzun sürdü."
Birlikte koltuklara ilerledikleri süre boyunca Robert, Benjamin karşısına dikilene kadar gözlerini üzerinden ayırmamıştı. Nişanlısı, kuzeni yüzünde kibar gülümsemesi ile elini uzattığında usulca ayağa kalkmış, bununla birlikte onu baştan aşağı süzmüştü.
"Yüzbaşı Doyle, hoş geldiniz. Sonunda karşılaşabilmemize sevindim, hakkınızda o kadar fazla şey duydum ki."
Alice, neden Robert'a değil de Benjamin'e âşık olduğunu o an bile görebiliyordu. Kuzeni ona gülen yüzü, neşeli sesi ile adeta çiçeklerini kokusunu üzerinde taşıyan bahar meltemini andırırken yüzbaşı ifadesiz yüzü, her an emreden tonda olan tok sesi adeta taştan yontulmuş bir heykel gibiydi. İhtişamı ve heybeti hayranlıktan öte korku uyandırıyordu.
"Tanıştığıma memnun oldum Bay Avery. Londra'ya hoş geldiniz, umarım kısa zamanda ayak uydurursunuz."
Alice adamın sözlerindeki imayı almıştı. Kibarlığın altındaki ince kinayeyi görebiliyordu. Ayıplayan gözlerle onu izleyen Eva'nın da tıpkı onun gibi olan biteni çözdüğüne emindi. Lakin nişanlısının mizacından fersah fersah uzak olan Benjamin bundan bihaber duruyordu.
"Ondan hiç şüpheniz olmasın, Londra'nın en yetenekli rehberine sahibim."
Doyle'un gece kadar siyah olan gözleri tekrar Alice'e dönmüştü, göz göze gelmişlerdi. Nişanlısı kuzeni ile konuşmasına rağmen bakışlarını üzerinden ayırmıyordu.
"Ne kadar şanslısınız."
Bir şeyler söylemesi gerektiğini biliyordu Alice. O an olduğu yerde yok olmak adına her şeyi yapabilecek olmasına rağmen ağzından bir şeyler dökülmeliydi. Sakin olmak adına içine derin bir nefes daha çekip öne doğru birkaç adım attı.
"Hoş geldin Robert. Özür dilerim, geleceğinden haberim yoktu."
"Önemli değil. Bay Avery'e eşlik etmen isabet olmuş."
Aralarındaki gerilim adeta bir ip gibi havada asılıydı. Bunu sadece kendisinin fark edip etmediğini merak ediyordu. Oluşan sessizlik içinde büyüyen huzursuzluğu besliyordu adeta. Bunun önüne geçmek adına konuşacakken annesi ayağa kalkıp imdadına yetişmişti.
"Herkes burada olduğuna göre artık yemeğe geçebiliriz değil mi? "
Catherine'nin önerisi herkes tarafından istekli homurtularla kabul edilmişti. Masaya geçtiklerinde, Benjamin geldiğinden beri onunla oturan Alice bu sefer nişanlısı Robert Doyle'un yanında oturmak durumunda kalmıştı. Bridget ve Nora yemek servislerini yaparken masadaki herkes kendi arasında sohbet ediyordu. Dikkatlerin üzerinden çekilmiş olmasına sevinmişti Alice. Umduğunun aksine yemek boyunca sohbet konusu Benjamin'in Old Vic 'teki yeni işi ve oyunculuğu olmuştu. Rütbeli nişanlısının kuzeninin oyuncu olması ile alay edeceğinden, en azından küçümseyeceğinden endişelenmişti fakat Robert onu şaşırtan kibar üslupla sanata duyduğu saygıdan bahsederek tebriklerini sunmuştu.
Akşam yemeği boyunca Robert onunla tek kelime konuşmamıştı. Bakışlarını dahi üzerine çevirmemişti. Alice adamın kızgın olduğunu biliyordu. Son görüşmelerindeki tutumunun ardından buna hakkı olmadığını düşünse dahi kızgın olduğunun farkındaydı. Bu sessiz tepkinin uzun sürmeyeceği de bildiği başka bir gerçekti.
Ki beklediği hareket masadan kalkarken olmuştu. Yemeğin sonunda tekrar koltuklara geçeceklerken Robert masanın altından elini kavramıştı. Korkarak bakışlarını nişanlısına çevirdi. Yüzü tıpkı ilk anda olduğu gibi ifadesizliğini koruyordu.
"Konuşmamız gerek. Bahçeye çıkalım mı? "
"Ta-ta-tabi."
Kekelediği için kendine lanet etti Alice. Elini bırakmayan Robert onu da kendi ile birlikte kalkmaya zorlamıştı. Daha kibar bir şekilde bahçeye çıkmak için babası Thomas'tan izin istedi. Daha önce Robert'ın ailesinin yanında ya da herhangi birinin yanında elini tuttuğunu hatırlamıyordu. Fakat o an, sanki sakladığı tüm gerçekleri biliyormuşçasına, sanki Alice'in Benjamin'in onları böyle görmesini istemediğinin farkındaymışçasına elini sıkı sıkıya kavramıştı. Şansına lanet etmekten başka yapabilecek hiçbir şeyi yoktu.
Birlikte ahşap verandayı geçip bahçeye çıktıkları ilk an kendini adamın parmaklarının esaretinden kurtarmıştı Alice. Nişanlısının bakışları sorgulayan bir eda ile ona dönmüştü. Herhangi bir şey söylemedi. Son buluşmalarından sonra kendini hakarete uğramış olarak görüyordu. Aralarındaki bu sorunu çözecek kişi ona göre Doyle'du.
Birlikte çardağa ilerlerken uşakları Stuart'ın nişanlısına ait olan arabanın kabininden bir sandığı yüklendiğini fark etti. Ay ışığı altında görebildiği kadarı ile güçlükle taşıdığı sandığın gerisinde üç tane daha duruyordu.
"Bu sandıklar nedir Robert? "
"Senin için birkaç hediye getirdim, Stuart onları taşıyor."
Çardağın karşılıklı banklarında yan yana oturmuşlardı. Normal bir anda bu dört sandık dolusu hediye için mahcup olan Alice kırmızı yanakları ile adama teşekkür ederdi. Fakat içindeki öfke sönmüş olsa dahi közlerini taşıyordu. Bu közler ağzından herhangi bir hoşnut ifadenin çıkmasına izin vermiyorlardı.
"Kendini gereksiz zahmete sokmuşsun. Benim hiçbir şeye ihtiyacım yoktu."
"İhtiyacın olduğunu söylemedim. Sadece sana hediye almak istedim ve aldım. Hepsi bu."
Usulca başını salladı Alice. Bir müddet hiçbir şey söylemeden oturdular. Robert'ın gözleri üzerinde geziyordu. Sebepleri farklı olsa dahi ikisinin de birbirine kızgın olduğu açıktı. Ve o akşam ikisi de bunu belli etmekte bir sakınca görmüyordu.
"Sanıyorum tüm gününü Benjamin'e ayırdın."
"Evet, senin için bir mahsuru mu var? "
Alice meydan okurcasına adamın gözlerine bakıyordu. Azarlamasını, bağırıp çağırmasının an meselesi olduğunun farkındaydı. Ay ışığında parıl parıl parlayan kara gözlerinin ardındaki öfke görülmeyecek gibi değildi.
Bir elini önlerinde duran ahşap masaya koyan Doyle ise üzerine doğru eğilmişti. Aralarındaki mesafe hatırı sayılır derecede azalmıştı.
"Ne zaman nerede kiminle olduğunu bildiğim sürece benim için hiçbir mahsuru yok Alice."
Kadifeyi andıran tok sesi ismini her söylediğinde tüyleri diken diken oluyordu. Bu his o an da peşini bırakmamıştı. Hala kıştan emanet soğuk rüzgârı taşıyan Nisan akşamının onu üşütmesi gerekirken, adamın ona bu kadar sokulması teninde bir ateşin ucunu yakmıştı, yanaklarının kızardığını hissediyordu. Lakin inatçılığından hiçbir şey kaybetmemişti.
" Haber verecektim fakat seni tekrar rahatsız etmek istemedim. Bundan hoşlanmadığın malum."
Bunu söylediğinde adamın utanmasını, mahcup olmasını beklemişti Alice. Yaptığı şeyin uygunsuzluğunu anlamasını ummuştu. Fakat göz göze olduğu nişanlısında bu emarelerin hiçbiri yoktu.
"Beni rahatsız etmiyorsun. Bu kendi kafanda oluşturduğun bir kuruntu."
"Öyle mi dersin? Son görüşmemizde evini terk etmemi rica ettin."
"İki kıta ve üç okyanusu kapsayan uzun bir yolculuk yaptım. Takdir edersin ki yorgundum. Sadece biraz kafamı toparlamak niyetindeydim. Olan biten bundan ibaretti."
"Anlamıyorum. Ben senin kapının önünde bir anda belirmedim ki. Beni davet eden sendin."
Alice, Doyle'un üzerinde yarattığı ürkeklik ile isyanını en alçak notadan paylaşmıştı. İçinden bağıra çağıra kavga etmek gelse dahi bu gücü kendinde bulamıyordu. Ki Doyle bunun için herhangi bir açık kapı bırakmak niyetinde değildi.
"İkimiz de hatalarımızın farkındayız. Bu konuyu daha fazla uzatmanın bir manası yok."
"Peki, nasıl istersen. Yaran nasıl oldu diye sormak isterdim fakat sanırım kastettiğin hatam yaranın nasıl olduğunu sormaktı. O yüzden üstelemeyeceğim."
Geri çekilmek yerine inatlaşmaya devam etmesi Robert'ı germişti. Bunu açıkça görebiliyordu. O ana kadar gözlerine bakan adam bakışlarını devirmiş, adeta sakin kalmak adına derin bir nefes almıştı. Sesinin tonundan sınırlarda gezdiğini anlayabiliyordu.
"Benden ne istiyorsun? Özür dilememi mi? Bu saçma tavrı bir özür ile mi bırakacaksın? "
"Robert."
"Şuraya bakın, adımı öğrenmişsin. Ne hoş."
Yutkundu Alice. Kendi kendine utanmaması gerektiğini tembih ediyordu. Haklı olduğuna emindi. Lakin yine gözlerini adamdan kaçırmaktan kendini alıkoyamıyordu. Boğuklaşan sesi de buna tuz biber ekmişti.
"Özür dilerim, tamam mı? Ben özür dilerim, eğer bana karşı olan bu öfken dinecekse, özür dilerim."
"Ben sana karşı öfkeli değilim."
İsteği dışında eğilen başını kaldırdı Alice. Adeta kalbinden taşan bu isyana ket vuramayacağını hissediyordu. Sonunun nereye gideceği umurunda değildi.
"Öyle mi dersin? Peki, ben neden sana bakmaktan dahi korkuyorum?"
"Bu da ne demek şimdi ?"
"Bilmiyorum. Bilmediğim için sana soruyorum. Ben... Ben sanki bana karşı içinde biriktirdiğin bir öfke varmış gibi hissediyorum. İrinlenmiş bir yara gibi. Kabuk bağladığını düşündüğüm her an yeniden patlıyor. Ağzımı her açtığımda bu yarayı örselemekten çekiniyorum."
Alice adeta kalbinin ağzının içinde attığını hissediyordu. İlk defa nişanlısına dair hislerini bu kadar açık bir şekilde dile getirmişti. Ve alacağı karşılık hakkında hiçbir fikri yoktu. Çekindiğini itiraf ettiği öfkesine hazır değildi. O kadar ki bir damla yaş serbest kalmak için göz pınarında bekliyordu.
Lakin beklediği olmamıştı. Doyle aralarındaki kısa mesafeyi yanaklarını avucuna alarak eritmişti. Gözlerinin içine bakarken sıcak nefesini yüzünde hissediyordu. Yutkunmak zorunda kaldı. Yüzbaşına bu kadar yakın olmak ona iyi gelmiyordu.
"Sana karşı içimde yüzlerce duygu var. Bana inan öfke bunlardan biri değil."
"Robert-"
"Seni o kadar özledim ki. Dinlenmem, yataktan kalkmamam gerekliydi. Fakat yapamadım, seni görmek istedim. Aptallıktı, benim hatamdı."
Alice nefes almakta güçlük çekiyordu. Canı yansa dahi, adamın hoyrat hali ile baş etmek onun için daha kolaydı. Aşina olmadığı bu hali onu kollarının arasında dilsiz bir pelteye çeviriyordu. Bakışlarını kaçırmamak için kendisiyle kıyasıya bir mücadele içindeydi.
"Şimdi nasılsın? O gün çok solgun gözüküyordun."
"İyiyim, biraz daha iyi..."
Alnı kırışan Robert sözünü yarıda kesmişti. Aralarındaki mesafe oldukça azken usulca ensesini kavrayıp vücutlarını tamamen birbirine yaklaştırmıştı. Üzerine eğilen adamın onu öpeceğini düşünen Alice bayılacağını düşündü. Ne yapacağını bilemeden Doyle'un kollarında öylece kalakalmıştı. Bu heyecanla nefesini dışarı vermişken, dudaklarına sokulan nişanlısı yüzünü koklamıştı.
"Sen içki mi içtin? "
İşte şimdi bittim diye geçirdi içinden Alice. O andan sonra hiçbir gücün onu Robert'ın elinden kurtarabileceğini sanmıyordu. Titrememek için kendini zor tuttu. Korku bir anda tüm bedenini sarmıştı.
"E-e-ev-vet. Sadece i-ik-ki ka-deh."
Sözler dudağından döküldüğü an Robert kendini geri çekmişti. Sadece dakikalar önce gözlerinin içine bakarak sevgi sözleri söyleyen adamın soluk bir hayalete dönüştüğünü görebiliyordu. Gür kaşları çatılmıştı, kara gözlerini aşina olduğu o hiddet bürümüştü.
"Sen gerçekten beni sınıyorsun. Bunun başka açıklaması yok."
"Robert özür dilerim, kızacağını düşünmedim."
Yatıştırmak için söylediği sözler adamı tamamen çileden çıkarmıştı. Soluğunu dışarı verirken göğsünden adeta bir hırıltı yükseldiğini işitmişti. Hala masada olan eli öfkeli bir ritim tutuyordu.
"Ne idiği belirsiz bir adamla gezip eğlenip içki içiyorsun, sonra da beni öfkeli olmakla suçluyorsun."
"O benim kuzenim."
"Kim olduğu umurumda bile değil. Sen herhangi birisi değilsin. Öylece bir yerlere gidip birileri ile içki içemezsin."
Gözleri alev alev parlayan Robert'ın sesini kısık tutmak için harcadığı çaba oldukça barizdi. Lakin bu tonda dahi Alice'i korku ile titretmeyi başarmıştı. Kucağındaki ellerini birbirine kenetlemişti, başı nişanlısı ile konuşurken sıklıkla olduğu gibi öne düşmüştü. Yutkunarak, güçlükle de olsa konuşmayı başarabilmişti.
"Ö-öz-özür dil-dilerim."
Aralarına tekrar huzursuz bir sessizlik çökmüştü. Gözlerini yerden kaldırmaktan korkuyordu Alice. İçinde bulundukları anı Doyle'un gözlerine bakarak yaşamak onun için oldukça güçtü. Hiçbir şey söylemeden adamın onu tekrar azarlamasını bekledi. Lakin duyduğu tek şey gürültülü bir iç çekiş olmuştu. Bundan cesaret alarak bakışlarını yerden kaldırdı. Doyle'un gözleri üzerinde dönüyordu.
"Özür dilenecek bir şey yok. Sadece bir daha böyle bir şey yapma."
"Nasıl istersen."
Alice bir çocuk edası ile başını sallayarak isteğini kabul ettiğinde Robert tekrar içini çekmişti. Adamın gözlerindeki öfkenin söndüğünü görebiliyordu. Yanına sokulup birbirine kenetlediği ellerine doğru uzanmıştı. Serbest kaldıkları an nasıl titrediklerini gördüğünde tekrar göz göze gelmişlerdi. Alice bakışlarını devirmekten başka bir şey yapamamıştı. Lakin nişanlısını buna razı gelmiyordu. İşaret parmağı çenesini bulup başını yukarı kaldırmıştı.
"Bu akşam ilk defa bana kalbini açtın. İlk defa bana hislerinden bahsettin. Bunu için teşekkür ederim. Daha güzel şeyler duymayı beklerdim fakat sanırım şu an için bunu hak etmiyorum."
"Ha-hayır be-ben öyle de-mek-"
"Lütfen Alice, açıklama yapmak zorunda değilsin. Zamana ihtiyacımız var. Her ikimizin de."
Tekrar başını sallamaktan başka bir şey yapamamıştı Alice. Çenesindeki işaret parmağını yükseltip yanağını okşayan nişanlısı Doyle ayağa kalkıp elini ona uzatmıştı.
"Hadi gel, içeri geçelim. Sizinkilerle vedalaşıp geri dönmem gerek."
Alice itaat ederek adamın ona uzanan elini tutmuştu. Tıpkı çıkarken olduğu gibi salona tekrar el ele girdiler. Robert'ın ailesiyle olan sohbeti oldukça kısa sürmüştü. Vaktin geç olduğunu söyleyerek izin istemiş ve tek tek herkesle vedalaştıktan sonra bahçedeki arabasına geçerek evine dönmüştü. Alice bahçeye kadar ona eşlik eden tek kişiydi.
Robert gittikten sonra yorgun olduğunu söyleyen Alice izin isteyerek odasına çıkmıştı. Ki bu herkesten kaçmak adına uydurduğu bir bahane değildi. Gün boyunca duyguları o kadar birbirine girmişti ki gerginlikten kaslarının dahi sızladığını hissediyordu.
Ağır adımlarla üst kata çıktığında, bahçede Stuart'ın taşıdığı sandıkların odasını süslediğini gördü. Yatağının karşısında kalan küçük masanın önünde yan yana dizilmişlerdi. Kapıyı usulca kapatıp onlara doğru yöneldi. Olduğu yere yığılırcasına oturup en baştakini açtı. Sandık özenle katlanmış, rengârenk kumaşlarla doluydu. İpek, keten, kaşmir ve daha adını bilmediği birçok kumaş vardı. Parmaklarını üzerlerinde gezdirmekten kendini alamıyordu.
Merakla diğer sandığa yönelmişken, odasının kapısı pat diye açılmıştı. Kimin geldiğini anlaması için arkasını dönmesi gerekmiyordu. Yılgınca iç çekmekten kendini alıkoyamadı.
"Eva, bir an geç kalacaksın diye korkmuştum."
"Eva'yı ben baştan çıkardım Alice. Tanrım, sana dört sandık hediye getirmiş, bunları görmeden uyuyamazdık ya !"
Başını arkaya çevirdiğinde, Jane ile Evangeline'in kapının önünde dikildiklerini görmüştü. İkisinin yüzünde de muzip bir sırıtış vardı. Bu yorgunluğuna rağmen ona da bulaşmıştı, gülümsemeden edemedi.
"Uyuyamazdınız elbette, hadi buraya gelin de şu lanet sandıkları açmama yardım edin."
Kızlar kıkırdayarak yanını bulmuşlardı. Her biri açılmamış bir sandığa sahipti ve içinde ne olduğun keşfetmek için can atıyorlardı. Lakin Jane'in dikkatini Alice'in biraz önce açtığı kumaş dolu sandık cezbetmişti.
"Tanrım, şu kumaşların güzelliğine bak Eva, geleceğimden parlaklar."
Eva başını sallayarak kumaşlara şöyle bir göz atmıştı. Lakin onu endişelendiren gerçek zihnini kurcalarken hediyelere odaklanabileceğini sanmıyordu. Alice ile birlikte Yüzbaşı Doyle'un öfkesini fark eden diğer bir kişi oydu.
"Ah evet Jane, bu akşam yüzbaşının gözlerindeki öfke de bu kumaş kadar parlaktı. Öyle değil mi Alice? "
Alice kınayan gözlerle kardeşini süzmüştü. Tam cevap verecekken olan bitenden habersiz Jane şaşkın bir ifade ile araya girmişti.
"Yüzbaşı kızgın mıydı? Ben hiçbir şey anlamadım. Fakat şu söylemem gerekir ki; böyle bir adama burun kıvırdığın için tam bir domuzsun Alice. Tanrım, adamın ne kadar yakışıklı olduğunun farkında mısın? "
Umursamaz bir tavırla omuz silkmişti Alice.
"Değilim. Açıkçası umurumda da değil."
"O senin nişanlın Alice."
"Ah, hatırlattığın için teşekkür ederim Jane. Böyle bir adamla nişanlı olduğum gerçeği bir an için aklımdan çıkmıştı."
Alice, açtığı değerli çiçek yağları, sabun ve miskle dolu sandığı incelerken Eva elbisesinin üzerinde etini çimdiklemişti. İnleyerek zıplayan kızın öfkeli gözleri üzerine dönmüştü.
"Ne? Ne var? Ben bu gerçeği artık Jane 'den saklamayacağım, tamam mı ?"
Eva ile Alice arasında yükselen gerilim Jane'i daha da meraklandırmıştı. O kadar ki önünde duran ayakkabı dolu sandığı önemsemeden kuzenlerine dönmüştü.
"Neyi benden saklamayacaksın? Tanrı aşkına ne çeviriyorsunuz siz ?"
İçini çeken Alice önündeki sandığa elini dayayarak kuzenine dönmüştü. Eva'nın Benjamin'e duyduğu aşkı itiraf etmesinden korktuğunun farkındaydı. Lakin bu gerçeği açığa dökmek için henüz yeterli gücü içinde bulamıyordu. O an tek itiraf edeceği tek şey, nişanlısına karşı beslediği karmaşık duygulardı.
"Jane, ben Doyle'u sevmiyorum. Ona âşık değilim. En başından beri bu böyle."
Evangeline aptal diye mırıldanmaktan kendini alıkoyamamıştı. Jane ise şaşkınlıkla onu süzüyordu.
"Sen ciddisin. Ben sadece evlilik heyecanından ötürü kararsız olduğunu, naz yaptığını düşünmüştüm."
"Onu tanımıyorsun Jane. Doyle naz yapabileceğin biri değil."
Aralarında koca bir sessizlik oluşmuştu. Alice, bu sessizliğin nelere gebe olduğunun farkındaydı. Jane'in bu itirafın dibini eşeleyeceğini biliyordu. Ki kuzeni hemen arkasından sorduğu soru ile onu şaşırtmadan tahminini doğru çıkarmıştı.
"Başka birine mi âşıksın yoksa? "
"Hayır. Ben... Ben sadece onu sevmiyorum, bu başka birisi ile alakalı değil."
"Çabalamadığın için olabilir mi? Adamı gördüğün andan beri bahane bulmaktan başka bir şey yapmıyorsun."
Eva'nın çıkışan üslubu Alice'i sinirlendirmişti. Haklı olduğunu kabul edebilirdi belki lakin kardeşinin sadece onu kusurlu bulmasına katlanamıyordu.
"Ah Eva kusura bakma, bir erkeğin nişanlısını evinden kovması tam da âşık olunası bir hareket. Hepsi benim hatam, öyle değil mi ?"
"Bir kadın nişanlısına inatla yaveriymiş gibi yüzbaşı derse olacağı bu, mankafa."
"Bana nişanlısı gibi değil de yaveri gibi davrandığı için kafam karışmış olabilir."
Alice ile Eva birbirlerine girmişken, olan bitenden habersiz Jane söylenilenlerden hiçbir şey anlamıyordu. Bir hafta önceki kriz tüm ev halkı ile birlikte ondan da gizlenmişti. Kafa karışıklığı ile araya girmek zorunda kaldı.
"Durun bir dakika. Alice, yüzbaşı seni evinden mi kovdu? "
"Hayır Jane, Alice her zamanki gibi abartıyor. Adam sadece gitmesini rica etmiş."
"Sana gerçekten inanamıyorum Eva. İnsanlar küfür etmeden de kabalık edebiliyor, bilmeni isterim. Defol dememiş olması beni kovmadığı anlamına gelmiyor."
"Size durun dedim! Alice, şimdi o gün ne olup ne bittiyse hepsini anlatıyorsun."
Alice ve Evangeline hınçla birbirlerine bakıyorlardı. Aralarındaki bu gerginliğin kesilmeyeceğini anlayan Jane ayağa kalkıp ortalarında olan Alice kapı tarafına Eva'yı ise balkon tarafına itmiş, ortalarına kendi kurulmuştu.
"Seni dinliyorum."
"Bir şey olduğu yok. Evine gittim, ona adı yerine soy ismi ile hitap ettim, o da sinirlenip benden evini terk etmemi rica etti."
Alice rica etti kısmını vurgulayarak söylemiş, Eva ise karşılığında huysuzca homurdanmıştı.
"Hepsi bu kadar mı? Başka bir şey olmadı mı? Konuşmadınız mı ?"
Jane bu soruyu sorduğunda, adamın o ilk andaki sarılışı aklına gelmişti. Bedenini kollarının arasında sıkı sıkıya kavramış, saçlarını öperek kokusunu içine çekmişti. Hali, tavrı, sesindeki tını bile o kadar hoştu ki bir an Alice bile kendinden şüphe etmişti.
"Bi-bilmiyorum Jane. Lanet girsin ki bu adam dengesizin teki ve benim de tüm dengemi bozuyor. O gün eve geldiğimde, karşılaştığımız o ilk anda sanki karşımda başka bir adam vardı. Beni seven, beni gerçekten özleyen bir adam. Her şey öylesine güzeldi ki bir aksilik olduğuna emindim. Bu iyilik hali de ben bir bardak suyu içene kadar sürdü. Gömleğinde kan gördüm, nasıl olduğunu sordum. İyi demesine rağmen ısrar ettiğim için sinirlendi. Gidip bir de adı yerine soy ismi ile hitap edince tamamen çileden çıktı ve benim o görmeye alışık olduğum hoyrat, asabi adama dönüştü."
İçine düştüğü karmaşadan bunalmış olan Alice'e içini dökmek iyi gelmişti. Öfkesini, inadını bırakıp tüm gardlarını indirerek duygularını ortaya döktü.
"Bu akşam hatasının farkına varsın, benden yaptığı şey için özür dilesin istedim. O ise özür dilemek şöyle dursun kuzenim ile ondan habersiz dışarı çıktığım için daha çok öfkelendi. Ben artık öfkesine alıştım, gerçekten alıştım. Çekinsem bile öfkesi ile baş etmek benim için daha kolay. Ama... Bu dengesizlik beni yoruyor. Bir an ellerimi tutup gözlerime bakarak konuşurken bir an sanki nefret ettiği bir yabancıymışım gibi davranmasından yoruldum."
Alice hissettiklerini kendinden beklemediği bir dürüstlükle dile getirmişti. Kısa bir an utanmış olsa dahi sırtından bir yük indirmişçesine rahatladığını hissediyordu. Kendini bildiğinden beri konuşmayı seven biri olarak, gereğinden fazla sustuğunu ancak fark etmişti.
"Ben de bundan bahsediyorum işte. Bu söylediklerin karşısındakine hiçbir şey hissetmeyen biri için fazla içten sözler Alice. "
"Tanrı aşkına Eva, neden Robert Doyle'u Deli Gibi Sevenler Cemiyeti falan kurmuyorsun? Gözündeki değeri İsa Mesih ile yarışıyor olmalı."
"Bunun benimle bir alakalı yok, aptal. Adamı sevmediğini söylüyorsun. Fakat karşımıza geçmiş onun seni sevmemesinden yakınıyorsun. Sence de biraz mantıksız değil mi? "
Evangeline'in sözleri Alice'i duraksatmıştı. Hislerinin ya da söylediklerinin hiç boyutunu düşünmemişti. Adeta yeni bir gerçeği keşfetmiş gibi şaşkın bir halde kız kardeşine bakakalmıştı.
"Bence ikiniz de haklısınız. Demek istediğim, Eva haklı çünkü gerçekten karşındakine bir şey hissetmiyorsan seni sevmemesi zoruna gitmez. Tamam, belki yüzbaşını sevmiyor olabilirsin fakat belli ki ona karşı boş da değilsin. Böyle kararsız hissetmene yol açan da yakındığın bu dengesizlik olabilir. Ve bu da seni, yüzbaşının dengesizliğinin seni dengesizleştirdiği konusunda haklı kılar."
Alice oturduğu yerde adeta büyülenmiş gibi Jane'i dinlemişti. Kuzeninin söyledikleri adeta zihnindeki yap-bozu tamamlamıştı. Baştan sona haklı olduğunu biliyordu. Kabul etmek istemese bile gerçek Jane'in dillendirdiği kadar açıktı. Lakin Benjamin'e sırılsıklam âşıkken Doyle'a karşı bir şeyler hissediyor olduğunu kabul etmek onun için oldukça zordu.
"Hayır hayır, ben Doyle'a karşı bir şey hissetmiyorum."
"Hadi ama. Alice adamı bu akşam bizzat gördüm. Kör olsan dahi ses tonundan hoşlanırsın. Böyle birine karşı tamamen boş olduğuna beni inandıramazsın."
"Ben... Ben ona..."
Alice cümlenin sonunu getirememişti. Ne diyeceğini bilmiyordu. Sohbetleri kendini hazırlamadığı bir yöne çevrilmişti ve şaşkınlığın içinde sürüklenmekten kendini alıkoyamıyordu. Elinde olmadan çardakta Doyle ile otururken adamın üzerine eğildiğini an aklına geldi. Sıcak nefesinin yüzüne nasıl vurduğunu hayal etmek dahi o an karnında bir hareketlenmeye yol açmıştı. Yanaklarının kızarmaması için tanrıya dua ediyordu.
"Bilmiyorum. Her şey o kadar karmakarışık ve aptalca ki. Ve bunun tek sorumlusu Doyle."
"O zaman bunu onunla da konuş Alice. Karşına al ve bize anlattıklarını ona da anlat."
"Jane onu tanımıyorsun. Eminim beni suçlayacaktır. Bu akşam bile özür dilemesini beklediğim için saçmaladığımı söyledi. "
Eva, aralarında oturan kuzenleri Jane'e aldırmadan uzanıp Alice'in kucağındaki elini kavramıştı. Durdurak bilmeyen çekişmelerine rağmen kardeşini en iyi anlayan oydu. İçine düştüğü karmaşayı, onu bekleyen felaketi en iyi o seçebiliyordu.
"Ben yüzbaşını tanıyorum. Haklısın, sert birisi, oldukça da mağrur. Sana karşı zaman zaman gereğinden sert davrandığının da farkındayım. Fakat bildiğim başka bir gerçek daha varsa, o da bu sert ve mağrur adamın sana âşık olduğu Alice. Onu karşına alıp seni neyin üzdüğünü güzelce anlatırsan değişmese bile bunun için çabalayacaktır."
"Eva haklı. Onunla konuşman gerek. Bu dengesizliğin seni ne kadar yorduğunu ona da anlatmalısın."
Alice başını geriye atarak gözlerini kapatmıştı. Direnmeyi, inat etmeyi bıraktığında doğru ve yanlışı ayırt edebiliyordu. Bu noktada olan biteni kabul etmemenin mantığı yoktu.
"Haklısınız. Doyle ile konuşacağım, tıpkı sizle konuştuğum gibi. Fakat sizden bir söz vermenizi istiyorum. Eğer haklı çıkarsam ve Doyle beni suçlarsa, bu aranızda oluşturduğunuz Yüzbaşı Doyle Paktı bozulacak, benim tarafımda olacaksınız, anlaştık mı ?"
Jane ve Evangeline adeta bir zafer kazanmışçasına birbirlerine bakıp sırıtıyorlardı. Jane elini önünde duran sandığa koydu. Eva da onu takip edip açtığını elini kuzeninin elinin üzerine yerleştirmişti. Alice'in elini de aralarında kattıktan sonra neşe ile hep bir ağızdan adeta şakımışlardı.
"An-laş-tık !"
Ve akşamın sonu böylece gelmişti. Kızlar uzun uzun Robert Doyle'un aldığı hediyeleri incelerken planlarını da yapmışlardı. Alice, yarın elleri ile yaptığı meşhur elmalı turtası ile birlikte nişanlısını görmeye gidecek ve tıpkı kızlara olduğu gibi ona da hisleri konusunda tamamen açılacaktı.
Tüm gece boyunca huzursuz bir uykunun içinde kıvranmıştı Alice. Yatağında dönüp durmuş, yastığı ile oynamış, üzerindeki yorganı fırlatıp ay ışığı ile aydınlanan tavanı izleyerek kara kara düşünmüştü. Onu uykusundan eden gerçeği kendine dahi itiraf edemiyordu. Doyle'dan hoşlanıyor olma ihtimali zihninin en ücra köşesinde yankılanırken dahi ona kendini kötü hissettiriyordu. Bir sır olarak yaşıyor olsa bile, Benjamin'e karşı hissettiği aşk kalbinde o kadar yoğundu ki üzerine düşebilecek en küçük gölgeyi dahi kabul edemiyordu.
Tüm bu huzursuz dürtülerin sonucu olarak, günün ilk ışıkları yüzüne değdiği an gözlerini açmıştı. Üzerini giyip mutfağa indiğinde hizmetlileri Bridget, Nora ve Stuart henüz kahvaltı başındaydılar. Her zaman için uyku konusunda iradesiz olan Alice'i bu kadar erken bir saatte aralarında görmek onları şaşırtsa dahi belli etmemişlerdi.
"Herkese günaydın."
"Günaydın küçükhanım. Bir arzunuz mu var? "
"Ah hayır Bridget, lütfen rahatsız olmayın. Turta yapmam gerek, siz kahvaltınıza devam edin lütfen."
Bridget ve Stuart'ın kızları olan Nora olduğu yerde doğrulup Alice'e doğru dönmüştü. Yaşıtı olduğu kızın turta yapmasının altında bir sebep olduğunu biliyordu. Alice Princeton'ın mutfağa girip turta yapması her zaman kutlamaya işaret ederdi.
"Bu sefer neyi kutluyoruz? "
Nora'nın neşeli sesi, giriş kapısının solunda kalan duvar boyu ahşap raflardan un dolu cam şişeyi kaldırmaya çalışan Alice'i duraklatmıştı. Dün akşam Eva'nın ısrarıyla turta yapmaya karar vermişti. Lakin nişanlısının onun elinden çıkmış, sadece sevdikleri için yaptığı turtayı yemeği hak ettiğinden bile emin değildi. Bir an kabul ettiği için kendine kızdı.
"Bu sefer herhangi bir kutlama yok Nora. Yüzbaşı Doyle'u ziyarete gideceğim. Yani en azından gitmeyi planlıyorum. Ama annem izin vermezse ve gidemezsem söz bu turta ile bir kutlama düzenleyebiliriz."
Sözleri Nora'yı kıkırdatmıştı. O da gülümseyerek elindeki cam kavanozu mutfağın ortasındaki tezgâha yerleştirdiğinde, arkasında birinin olduğunu ancak fark etmişti.
"Birileri kutlama mı dedi? "
Arkasını döndüğü an, Benjamin'in gülen yüzü ile karşılaşmıştı. Uykudan yeni kalkmış olduğu belliydi. Hareli gözleri hala mahmurdu, şişliği inmemişti. Her daim neşeli olan sesi henüz açılmamıştı, genizden geliyordu.
"Evet, fakat bu seferki özel bir kutlama olacak. Davet edileceğini sanmıyorum."
"Nedenmiş o ?"
"Kız kıza kutlama yapacağız, öyle değil mi Nora ?"
Nora gülerek başını sallamıştı. Kapının kirişine omzunu yaslamış, onları izleyen Benjamin mutfaktakilere selam vererek ilerlemiş, turta yapma hazırlığı içinde olan kuzeni için duvarda asılı olan demir kabı alarak yanını bulmuştu.
"Demek bugün yüzbaşını göreceksin."
Alice yüzündeki ifadenin değişmemesi için büyük bir çaba harcayarak yumurtalar için arkasında kalan mutfak dolabının alt kısmına ulaşmıştı.
"Evet."
"Ne kadar güzel. Benim de kendime birini bulmam gerek."
Olduğu yerde duraklamak zorunda kaldı. Adamın gerçekten bunları söylemiş olduğuna inanamıyordu.
"Bu da ne demek şimdi? "
"Yalnızım demek. Benim için turta yapacak birini arıyorum demek."
Alice bir an elindeki yumurtaları düşürmekten korktu. Eğildiği raftan usulca doğrulup arkasını döndüğünde Benjamin ile göz göze gelmişlerdi. Adamın gözlerindeki muziplik ışıltısını görebiliyordu. Bedeninin içinde adeta ruhunun eridiğini hissetti Alice. Benjamin Avery'nin hareli gözlerini ömrünün sonuna kadar izleyebilirdi.
"Sana turta yapması için birine ihtiyacın yok, ben varım."
"Ah Tanrım, beni öylesine rahatlattın ki ufaklık."
Benjamin kahkaha atarak yanağını sıkmıştı. Bozulduğunu belli etmemeye çalıştı Alice. Gülümsemesinin solmaması için oldukça uğraştı. Lakin kırılan kalbinin önüne geçmesi mümkünmüş gibi durmuyordu. Adamın elini yüzünden uzaklaştırarak çıkıştı.
"Bu kadar şamata yeter, beni rahat bırak da kahvaltıdan önce işimi bitirebileyim."
Homurdanarak onunla dalga geçmeye devam eden Benjamin dediğine uyup mutfaktan çıkmıştı. Hâlihazırda huzursuz olan Alice asılan yüzü ile kahvaltısını bitiren Nora'nın yardımıyla turtayı hazırlamış, fırına vermeleri için Nora ve Bridget'a emanet etmişti.
Kahvaltıları ise her zamanki gibi neşeli geçmişti. Benjamin'in yanı başını paylaşan Alice masada ona olan kırgınlığını bir anda unutmuştu. Kendi kendine söz vermişti, bekleyecekti. Kuzeninin onu fark edeceği güne kadar sabırla, şikâyet etmeden, yakınmadan bekleyecekti. Başka türlüsü onun için mümkün gözükmüyordu.
Babası Thomas Benjamin ile birlikte iş için evi terk ettikleri an kızlar onu sıkıştırmaya başlamışlardı. Baskılarına daha fazla dayanamayan Alice, kahvaltı sonrasın Anne hala ile salonda çay içen annesinin yanını utana sıkıla bulmuştu. Usul adımlarla salona girmiş, karşılıklı koltuklarda oturan annesinin yanı başına adeta kedi gibi sokulmuştu
"Anne, sohbetinizi bölmüyorum değil mi ?"
"Karın ağrın nedir Alice? "
Kadının her şeyi böyle birden anlaması Alice'i her seferinde şaşkına çeviriyordu. Annesine yalan söylemesi adeta mümkün değildi. Catherine yüzüne baktığında açık bir kitap gibi her şeyi görebiliyordu.
"Madem öyle diyorsun, o zaman uzatmadan söylüyorum. Bugün Yüzbaşı Doyle'u ziyaret edebilir miyim ?"
"Bu da nerden çıktı şimdi? Adam daha dün akşam evimizdeydi."
"Biliyorum biliyorum, be-benim onunla ko-konuşmam gerek."
Söyledikleri Catherine'nin kaşlarını kırıştırmıştı. Ve annesi endişelenme konusunda yalnız değildi. Karşılarında oturan Anne hala da ona katılıyordu.
"Bir sorun mu var Alice ?"
"Hayır Anne hala. Bir sorun yok lakin benim onunla konuşmam gerek."
Annesi Catherine araya girmişti, ses tonu kuşku taşıyordu.
"Özel değilse ne hakkında konuşmak istediğini öğrenebilir miyim ?"
"Maalesef anne, özel."
"Alice, bunun uygun olmadığının farkındasın değil mi ?"
"Biliyorum. Ama önemli bir şey olmasa sen de benim ısrar etmeyeceğimi biliyorsun."
Catherine usulca başını sallamıştı. Tıpkı Alice'in dediği gibi, önemli bir şey olmasa ısrar etmeyeceğini biliyordu. Kızı yüzbaşı ile yaklaşık yedi aydır nişanlıydı ve hiçbir zaman adamı görmek konusunda ısrarcı olmamıştı. Bu sefer için müsamaha gösterecekti.
"Peki. Nişanlını ziyaret edebilirsin. Fakat bu durum bir defaya mahsus. Bu kadar sık aralıkla görüşmeniz hoş değil."
"Annen haklı Alice. Yüzbaşı bile bundan yanlış bir mesaj çıkartabilir."
Keşke çıkarsa diye içinden geçirdi Alice. Adamın ziyareti için sinirlenip söylenmesi onun lehine olacaktı. Hem kendini hem de kızları adamın gerçek yüzü hakkında ancak böyle ikna edebilirdi. Bundan dolayı üzüleceğini sanmıyordu. Robert Doyle'dan hoşlanmak onun için öyle kabul edilemez bir fikirdi ki, adamın onu kendinden uzaklaştırması için içten içe yalvarıyordu.
Annesi ve halasına teşekkür edip odasına çıktığında Jane ve Eva dolabının başına geçmiş hazırlık için uğraşıyorlardı. İçeri girdiği an önlerine siper olan dolap kapısını kapatıp kendilerini göstermişlerdi.
"Somurtuyor, demek ki izin almış."
Haklı bir çıkarımda bulunan Eva'ya dilini çıkararak tepki göstermişti Alice. Onları umursamadan kendini yatağa attı.
"Beni nasıl bir hediye paketine saracağınıza karar verdiniz mi? "
"Evet, her şeyi düşündük. Korse ile birlikte yeşil elbiseni giyeceksin, saçların yeşille daha ön plana çıkıyor."
"Ayrıca saçlarının alt kısmını serbest bırakıp üst taraftan toplayacağız. Yüzbaşının getirdiği misklerden de sürdüğümüzde kabul edilebilir bir şeye dönüşebilirsin."
"Eva, yanlış hatırlamıyorsam dün akşam bu adamın bana âşık olduğunu söylüyordum."
"Evet, sana âşık. Ve öyle kalması için çabalamamız gerek. Tanrı korusun gözlerindeki perde kalkar da gerçek seni görürse Çin'e geri dönmek isteyebilir."
Evangeline'in iğneleyen şakası onu pek güldürmese de Jane'in katılmasına sebep olmuştu. Onaylamayan gözlerle onları izleyen Alice yatağından doğrulup sağ tarafta kalan balkon kapısına yöneldi. Bahar havasına ihtiyaç duyduğunu hissediyordu. Gözlerine kapatıp içine derin bir nefes çekti. Kalbi tekrar onu uykusuz bırakan huzursuz heyecana kapılıyordu. Bu hisle savaşması gerektiğinin farkındaydı. Dudaklarını ısırarak arkasını dönüp kızlara idam hükmünü vermek kadar zor gelen sözlerini söyledi.
"Öyle olsun, hazırlanma vakti."
Bununla birlikte işe koyulmuşlardı. Çoğu anın aksine, bu kez Alice'e pek bir şey düşmemişti. Jane ve Eva büyük bir heves ile onu nişanlısına hazırlamışlardı. Korsesinin iplerini öylesine sıkı düğümlemişlerdi ki Alice nefes alamadığı için adeta isyan ediyordu. Eva saçlarını tam üç kez bozup tekrar toplamıştı. Jane'in Çin'den gelen misklerin arasından en yoğun kokulu olanı seçip boynuna sürmesi ile birlikte artık nefes alamayacağına emin olmuştu Alice. Odanın ortasına çektikleri masa sandalyesinden isyan ederek kalkmıştı.
"Jane o şeyi biraz daha üzerime sürersen yüzbaşı kesinlikle Çin'e geri dönecek."
"Tamam tamam, işte bıraktım. Alice, şuraya bak, muhteşem gözüküyorsun."
Şiddetli bir şekilde öksüren Alice neye dönüştüğünü görmek için kapının solunda, giysi dolabı ile yan yana olan boy aynasının önüne geçmişti. Kabul etmek istemediği bir gerçek daha karşısında duruyordu. Jane haklıydı, çabaları gerçekten sonuç vermişti ve Alice Eva'nın değimiyle kabul edilebilir bir kılığa bürünmüştü. Lakin bunu kabul edecek değildi.
"Abartıyorsun, ben zaten her sabah bu şekilde uyanıyorum."
Kızlarla birlikte gülüşmüşlerdi. Hazır olan Alice, son ziyaretinin aksine bu kez beş çayına kadar beklemeyi planlamıyordu. Vakit öğleni geçmek üzereydi. Uygun bir vakit olduğu konusunda kızlarla karar kıldıktan sonra Stuart 'tan arabayı hazırlamasını istediler. Hep birlikte salona geçip Anne hala ve Catherine'i bilgilendirdikten sonra bahçeye inmişlerdi. Onu bekleyen at arabasının yanına geldiklerinde Jane kıkırdayarak sarılıp geri çekilmişti, ortaya koyduğu eserden memnun bir heykeltıraş edası ile hayran gözlerle onu izliyordu. Elinde fırından yeni çıkmış turta ile dikilen Eva ise önce turtayı arabaya yerleştirmiş, sonrasında ise kardeşine sıkı sıkıya sarılmıştı.
"Aferin sana ufaklık, sanırım artık eskisi kadar aptal değilsin."
"Dua et de intihar etmeden eve geri dönebileyim Eva."
İki kız kardeş, birbirlerinin kulaklarına fısıldadıkları şeyler sanki birer iltifatmış gibi gülümseyerek birbirlerinden ayrılmışlardı. Kenarda bekleyen Stuart, Alice arabanın kabinine yerleştiği an kapıyı örtmüştü. Kısa bir an sonra semerlenmiş iki at bahçenin toprak yolunu dövmüş, Alice küçük camdan el sallarken araba yavaşça bahçeden çıkmıştı.
Normalde Uxbridge'deki eve giden yol Alice'e öylesine uzun gelirdi ki sadece bunun için bile adama kızardı. Lakin o gün, kalbi heyecandan adeta ağzında atıyorken araba sanki kanatlanmış bir kuş gibi ilerliyordu. Adeta göz açıp kapayana kadar şehrin içinden geçip ormana girdiklerini düşünmüştü. Kendini hazır hissetmiyordu. O an bundan daha emindi. Ne konuşacağını bilmiyordu. Elinde bir turta ile hediye paketi gibi adamın kapısının önünde belirecekti fakat ağzından çıkacak herhangi kelime hakkında fikri yoktu.
Tüm bu heyecan ve içsel keşmekeşin içerisinde nişanlısına ait olan mülke varmışlardı. Küçük camdan dışarıya doğru şöyle bir göz gezdirdi Alice. İçinden nehir geçen geniş bahçeyi beyaz, pek yüksek olmasa bile alçak da sayılmayacak taş duvarlar çevreliyordu. Bu duvarların tam ortasında kalan demir kapı arabası yaklaştığı an bir bekçi tarafından gürültü ile açılmıştı. Çakıl yolun ortasında duran arabasından Stuart'ın yardımı ile inip bahçeye ayak bastığında, başka bir arabanın daha yolun üzerinde olduğunu gördü. Oldukça süslü ve ihtişamlıydı. Nişanlısının önemli bir misafiri olduğu belliydi.
Stuart'a onu beklemesini tembihledikten sonra beyaz bir kumaşa sarılı olan turtasını kucağına alıp çakıl yolu takip ederek eve doğru yol almıştı. Mermer merdivenleri tırmanıp verandaya ulaştığında, açık dış kapının önünde Womack belirmişti.
"Bayan Princeton, hoş geldiniz efendim."
"Merhaba Bay Womack, Yüzbaşı Doyle'u ziyaret etmek için gelmiştim ama kendisini sanırım meşgul."
"Şu an bir misafiri var. Maalesef sizi biraz bekletmek zorunda kalacağım."
Giriş holüne geçen Alice, üzerindeki kahverengi pançoyu Womack' in yardımı ile çıkarmıştı. Adam kürklü kumaşı arkasında beliren Dorothy'e verdiğinde gülümseyerek kadına selam verdi. Bu aynı zamanda ona son ziyaretini hatırlatmıştı. Bu holden hiçbir vedalaşma cümlesine tenezzül edilmeden nasıl gönderildiği zihnine dolmuştu. Elinde olmadan, tuttuğu turtaya sıkı sıkı sarıldı.
"Önemli değil, ben beklerim."
Alice Womack 'in yönlendirmesine izin vermeden holün sol tarafında kalan geniş salon kapısına doğru ilerlemişti. Elinde sıkı sıkıya kavradığı turtası, salondan içeri girdiğinde Womack' in kısık sesle hanımefendi diye seslendiğini ancak işitmişti. Nişanlısı Robert Doyle, salonun ortasına konumlandırılmış deri koltuklarda, oldukça iyi giyinimli, ellili yaşlarında bir adamla oturmuş, hararetli bir şekilde tartışıyordu. Konuşmaları Alice'in içeri girmesi ile bölünmüştü. Doyle'un yüzündeki ifade Alice'i gördüğü an şaşkına dönmüştü.
"Alice? "
Alice adamın misafirini salonda kabul etmiş olabileceğini düşünmemişti. Yanaklarının kızardığını hissediyordu. Gözlerini yere devirmemek için büyük bir çaba harcayarak konuştu.
"Merhaba, özür dilerim sohbetinizi bölmek istemezdim. Misafirin olduğunu bilmiyordum."
Doyle'un yüzündeki şaşkın ifadeden kurtulması pek zamanını almamıştı. Yanı başındaki misafirinin ayağa kalkması ile birlikte ona eşlik etti. Orta yaşlı adam, nişanlısının aksine gülümseyerek ilerleyip yanını bulmuştu.
"Yanılmıyorsam nişanlınız Bayan Princeton, öyle değil mi ?"
"Evet. Alice, Dük Armitage ile tanış lütfen."
Alice kimin karşısında olduğunu öğrendiği an elindeki turta ile yarım yamalak reverans yapıp selam vermişti. Bu ismi daha önce birçok kez duymuştu. Karşısında Londra'nın kraliçeden sonraki en güçlü birkaç adamından birisi vardı.
"Bayan Princeton, tanıştığıma memnun oldum."
"O şeref bana ait lordum."
"Herhangi bir şeyi bölmüş değilsiniz, yüzbaşı ile olan görüşmemiz bitmişti. Sizinle daha müsait bir zamanla sohbet etmek isterim."
"E-elbette."
Alice daha fazla konuşamamıştı. Dük Armitage onu gülümseyerek süzdükten sonra iyi günler dileyip Doyle ile birlikte salondan çıkmıştı. Yanından geçip giden nişanlısının onaylamayan bakışları onu olduğu yere adeta mıhlamıştı. Ne yapacağını bilemeden kapının önünde ne kadar dikildiğini bilmiyordu. Dorothy yaklaşıp omzuna dokunduğunda sıçrayarak kendine gelebilmişti.
"Hanımefendi, seslendim ama duymadınız. Ayakta beklemeyin lütfen, buyurun oturun. Yüzbaşı Doyle misafirini yolcu ettikten sonra yanınıza gelecektir. Beklerken herhangi bir şey içmek ister miydiniz? "
"Ha-hayır, teşekkür ederim."
Dorothy nasıl isterseniz diyerek geri çekilip çıkmıştı. Çekingen adımlarla salonun içine girdiğinde oturup bekleyemeyeceğini hissetti Alice. Elindeki turtaya bakıp Eva'ya lanetler okudu. Buraya gelmek kötü bir fikirdi, yüzbaşı ile konuşmak kötü bir fikirdi. Bunu o an iliklerine kadar hissediyordu.
Ağır adımlarla koltukları geçip kemerli pencerenin önünü bulduğunda, Dük Armitage'in arabasının hareket ettiğini gördü. Bu bile huzursuz kalbini hızlandırmaya yetmişti. Telaş içinde olduğu yerde dönüp koltuklara doğru hareketlenmiş oturacakken Doyle salon kapısının önünde belirmişti. Tanrıdan güç diledi Alice, titrememek için tüm vücudunu sıkıyordu. Adamın ne kadar öfkeli olduğunu anlaması için yüzüne bir kez bakması yeterli gelmişti.
"Robert ben gerçekten özür dilerim, misafirin olduğu bilmiyordum."
Doyle herhangi bir cevap vermek yerine hınçla çift kanatlı ahşap salon kapısını kapatmıştı. Bu o kadar gürültülü olmuştu ki menteşelerin dahi oynadığından şüphe etmişti Alice. Gözlerini kapatıp sıçramaktan kendini alıkoyamamıştı.
"Eğer haber vermek zahmetine girseydin biliyor olurdun."
"Be-ben... Be-ben sa-sa-sana..."
Cümlesinin sonunu getirememişti. Nefesinin kesildiğini hissediyordu. Kapının önünde duran adamın bakışları öyle keskindi ki adeta kalbini delip geçiyordu. Titrememek için hala kucağında tuttuğu turtaya daha çok sarılmıştı.
"Sana sürpriz yapmak istedim."
"Öyle mi? Lütfen bir daha yapma o halde."
"Özür dilerim, bu-bu kadar kızacağını düşünmemiştim."
Alice başını utançla önüne eğmişti. Dolan gözleri için kendine lanet ediyordu. Ağlamamak için tüm dişlerini sıkmıştı. Ağlamak hâlihazırda içinde bulunduğu durumu daha kötü hale getirecekti, biliyordu Başını yavaşça kaldırdığında siyah gözleri öfkeyle parlayan nişanlısı ile bakışları birbirine çarpmıştı.
"Özür dilenecek bir şey yok. Benden özür dileyip durma."
"Ne ya-yapmamı i-is-istiyorsun Robert ?"
Robert ona herhangi bir cevap vermek yerine arkasına dönüp kapının sağında kalan duvar dibindeki konsola yönelmişti. Sıra ile dizilmiş olan kuş biblolarından birini eline almış, başını iki yana sallıyordu.
"Benim hatam, benim hatam, tamamen benim hatam."
Bir elindeki turtaya, bir de arkası dönük olan adama baktı Alice. Kendini daha önce hiç o an olduğu kadar küçük düşmüş hissetmemişti. Göz pınarında biriken damlalar ile savaşında mağlup oldu. Utançla kıpkırmızı olmuş yanağından bir damla süzülüp çenesine inerken sesinin titrememesi için tüm gücünü harcıyordu."
"Bu hata ben miyim Robert? "
Hali hazırda sinirli olan adam sözleriyle elini hınçla ahşap konsola vurup ona dönmüştü. Ağladığını görmek onu sakinleştirmek şöyle dursun, öfkesini adeta katmerlendirmişti.
"Ağlıyor musun sen? "
"Sana bir soru sordum."
"Cevaplanmaya değmeyecek kadar aptalca bir soru."
Alice usulca başını sallamıştı. O an Eva'nın burada olup yere göğe sığdıramadığı yüzbaşının nasıl bir adam olduğunu görmesi için her şeyini verirdi. Aşkı tanıyordu. Aşkı daha küçücükken tatmıştı. Bu his ile böylesine haşır neşir iken, karşısındaki adamın davranışlarını aşk ile bağdaştıramıyordu. Ona göre kimse sevdiğinin canını bile bile yakmazdı.
"Sen beni sevmiyorsun."
"Öyle mi? "
Yutkunmak dışında hiçbir karşılık veremedi. Öfkeli Robert ise iri adımları ile yaklaşıp aralarındaki mesafeyi kısaltmıştı, uzun boyu ile üzerine eğiliyordu.
"Aptal şiirler ya da aşk sözleri mi duymak istiyorsun? "
"Robert-"
"Seni sevmiyor olsam, şu an karşımda dikilebileceğini mi sanıyorsun ?"
Yanağından dökülen damlaların sıklaştığını hissediyordu Alice. O an sadece içinde bulunduğu salondan yok olmak ona yeterli gelmeyecekti. Robert Doyle'u hiç tanımamış olmayı diliyordu.
"Beni sevmiyorsun."
"Şu saçmalığı kes Alice! "
"Bana bağırma, lütfen-"
"Beni çileden çıkarıp sakin olmamı bekleyemezsin !"
"Robert-"
"Nişanlım olman istediğin zaman istediğin yerde ortaya çıkma hakkını sana vermiyor! Aptal bir bohçayla görüşmemin ortasında dikiliyorsun, sonra da beni seni sevmemekle suçluyorsun! Çocuk değilsin, biraz büyü artık !"
Alice daha fazla dayanamayacağını iliklerine kadar hissediyordu. İnleyerek elindeki beyaz beze sarılı turtayı adamın göğsüne fırlattı. Yutkunmakta dahi zorlandığı boğazından adeta bir feryat kopmuştu.
"Yeter !"
"Alice-"
"Ben deniyorum, tamam mı ! Ben tüm gücümle deniyorum! Lanet olsun ki deniyorum !"
O ana kadar hep sakin olan Alice'in isyanı Robert'ı duraksatmıştı. Şaşkınlıkla, yeni bir boyut keşfetmişçesine kızın yüzüne bakıyordu. Alice ise orada daha fazla duramayacağına emindi. Önünde dikilen adamın yanından geçip gidecekken Robert kolunu kavramıştı.
"Neyi deniyorsun? "
"Bırak beni! "
Çırpınan Alice, güçlükle de olsa kolunu Robert'tan kurtarmıştı. Kapıyı tıpkı nişanlısı gibi gürültü ile açıp adeta bir fırtına gibi holden geçmişti. Verandaya çıkmışken adamın arkasından bağırdığını duydu, önemsemedi. Hala damlalar yuvarlanan yüzünü elinin tersi ile silip bahçedeki bankta oturan Stuart'a seslendi.
"Stuart, arabaya geç gidiyoruz !"
Durumun garipliği üzerine bulaşan Stuart genç kızın isteğine uyup telaşla arabaya geçmişti. Çakıl yolda ilerleyen Alice arkasından koşan Robert'ın adını tekrar seslendiğini duydu. Sabrı çoktan taşmıştı.
"Alice !"
"Ne var? Benden daha ne-"
Ve o an, Alice'in en son beklediği şey olmuştu. Koşarak yanına gelen Robert, tıpkı salonda olduğu gibi kolunu kavramış, onu tamamen kendine çekmişti. Alice daha ne olduğunu anlamadan, sıkı ve kırıcı bir kavgaya daha gireceklerini umarken ıslak dudaklarına sert ve hiddetli olan ilk öpücüğünü koymuştu. Ne yapacağını, nasıl davranacağını bilemedi Alice. Adeta olduğu yerde donakalmıştı. Robert'ın kollarını kavrayan elleri yükselip açık olan saçlarını bulmuştu. Adamla öpüştüğü gerçeğini, sert sakalları yanağına sürttüğünde ancak kavrayabilmişti. Karnına bir yumruk yemişçesine şaşkına dönmüştü, hareket etmek bir anda kabiliyeti dışına çıkmıştı. O kendinden geçmiş bir halde donakalmışken Robert ellerini saçlarının arasından çıkarıp yanaklarını kavrayarak geri çekilmişti.
"Seni seviyorum, seni seviyorum. Beni duyuyor musun? Alice Princeton, seni seviyorum."
Üzerine eğilen Robert kısık sesi ile dudaklarına sokularak aşkını ilk defa yüzüne karşı itiraf etmişti. Lakin bu yapılabilecek en kötü zamanı bulmuştu. Nişanlısının aksine hala öfke dolu olan Alice öpücüğün şaşkınlığını üzerinden attığı an adamın göğsünü yumruklayarak kendinden uzağa itmişti. Hazır halde bekleyen at arabasının kabinine ilerleyip kapısını açmışken kalbinden geçeni sakınmadan, süslemeden söylemişti. Artık tek üzülenin kendi olmasını istemiyordu.
"Benim seni sevmeme izin vermiyorsun."
Yazan; İlknur DUMAN
- - -
Öncelikle hikayeyi okuyan herkese teşekkür ediyorum ^_^ Daha önce içeriği tamamen farklı olmakla birlikte dört bölümü yayınlamıştım, düzenlenmiş bölümler an itibari ile bitti. Haftaya cuma 5. bölümü yayınlayacağım, bölümler düzenli olarak cuma günleri gelecek ^^ Bu bölüm hikayenin kırılma anlarından biriydi, artık daha cesur bir Alice göreceğiz. Umarım hikaye sizi farklı bir dünyaya çekebilmiştir, hepinize çok teşekkür ediyorum ve kocamaan öpüyorum :-*
İlknur
Bạn đang đọc truyện trên: AzTruyen.Top