Bölüm 3 - "Kuşun Kanatları"

Düş

Bölüm 3 – "Kuşun Kanatları"

"Lanet olsun! "

Bayan Princeton'ı hazırlanan at arabasına henüz bindirmiş olan Mason Womack, iki katlı taş binanın ahşap kapısından girdiği an Robert Doyle'un söylenen gür sesini işitmişti. Bu istemeden olduğu yerde duraklamasına yol açmıştı. Sinirli olması onu şaşırtmasa dahi, çocukluğunu bildiği bu adamın öfkeli sesini her işittiğinde şiddeti içini ürpertiyordu. Efendisi Yüzbaşı Robert Doyle'dan korktuğunu söyleyemezdi. Âdeta bir kaya gibi sert olan mizacını biliyordu. Kaya gibi sert olarak adlandırdığı bu mizacın yıllar içinde nasıl şekil aldığına bizzat şahitlik etmişti. Fakat bu onu, adam öfkelenip adeta gözlerinden alevler çıkardığında ondan çekinmekten alıkoymuyordu.

Tereddütle salona ilerledi. Yüzbaşı Doyle odanın girişinde kalan konsola ellerini dayamış boşluğu izliyordu. Dişlerini sıktığını kasılmış çenesinden seçebilmişti. Boğazını temizleyerek konuşmaya yeltenecekken beyaz gömleğinin nasıl da kanlandığını gördü. Bu onu telaşlandırmıştı. Dün akşam pansumanını bizzat yaptığı dikişlerinin patlamasından korktu.

"Efendim göğsünüz kanıyor! "

Öfkeyle nefesini veren Doyle bakışlarını yerden kaldırıp ona çevirmişti, alay ediyor olsa dahi sesi bir yırtıcının hırıltısını andırıyordu.

"Ah Womack, keskin gözlerinden hiçbir ayrıntı kaçmıyor."

"İzin verirseniz yaranıza-"

"Önce Dorothy'e söyle masayı toplasın, sonrasında yarama tekrar bakman gerekecek."

"Emredersiniz efendim."

Ellerini önünde birleştiren Womack yavaşça salondan çıktıktan sonra mutfağa geçmişti. Karışı Dorothy'nin, yeşil ve koyu kahvenin hâkim olduğu mutfağın ortasında duran geniş ahşap masanın yanında oturmuş çay içtiğini gördüğünde homurdanmıştı. Neredeyse kıyamet kopmuşken onun bu kadar rahat olmasına inanamıyordu.

"Gerçekten mi Dorothy? "

Ellili yaşlarında olan, tombul kadın umursamaz bir şekilde omzunu silkmişti.

"Ne, ne var? "

"Ejderha uyandı ve etrafa ateş püskürüyor. Sence de çay içmek için biraz uygunsuz bir vakit değil mi? "

"Sevgili kocam, çay içmek için ejderhanın dinginleşmesini bekliyorsan söyleyeyim, bu uzun bir bekleyiş olacak."

"Bahçedeki masayı toplaman gerek. Çay içeceğini sanmıyorum, büyük ihtimalle akşam yemeğine geçecektir. Ben de bu arada yarası ile ilgileneceğim, kanamış gibi duruyor."

Yarasından bahsettiği an Dorothy'e elindeki fincanı bırakıp ayağa kalkmıştı. Yüzü endişe ile bulutlanmışken adamın yanını buldu.

"Ne olduğunu biliyor musun? Bayan Princeton'ı da apar topar yolladı. Fenalaştı mı yoksa? "

Ne kadar umursamaz davransa da, karışı için yüzbaşının değerini biliyordu Womack.35 yıllık sevgi dolu evlilikleri bir çocuk ile taçlanmamıştı. İkisinin de kalbini kemiren bu acının çözümü için denemedikleri çare, izlemedikleri yol kalmamışken, Düşes Margaret Doyle bir gün henüz üç yaşında, hiç tarak girmemişçesine gür ve dalgalı simsiyah saçları ve hüzünle perdelenmiş kapkara gözleri olan bir oğlan çocuğu ile çıkıp gelmişti. Anne ve babasını kaybetmiş, henüz üç yaşında yetim kalmış Robert Doyle ile karşılaşmaları bu şekilde olmuştu. Üzücü bir şekilde de olsa, birden hayatlarına giren bu hüzünlü çocuğu ikisi de büyük bir şefkat ile sevmiş, asla sahip olamadıkları oğulları yerine koymuşlardı.

"Korkmana gerek yok, fenalaştığını sanmıyorum. Fakat gerçekten sinirlendiği aşikâr. Hanımefendinin her seferinde onu nasıl bu hale getirdiğine şaşırıyorum doğrusu."

"Tanrı çok yanlış kişiyi aşk ile sınıyor Mason, hem de çok."

Karısının sözü ikisini de gülümsetmişti. Birlikte mutfaktan çıktılar. Çalışma odasına yerleştirdiği pansuman malzemelerini alan Womack salona geçtiğinde yüzbaşı kanepede oturuyordu. Yaslanmış, tavanı izleyen adamın ifadesi biraz önceki hiddetli haline göre yatışmıştı. İçeri girdiğini fark ettiğinde gelmesini işaret edip sırtını dikleştirdi. Yanına oturup elindeki malzemeleri dikkatlice önünde kalan sehpaya yerleştirirken, yüzbaşı da kanlı gömleğini hırıltılarla üzerinden çıkarmıştı.

Göğsünün sol kısmını hem yatay hem de dikey olarak kaplayan sargı bezinin nasıl da kanlandığını görebiliyordu. Buram buram ilaç kokan kumaşı usulca açıp, hala taze olan yarayı görünür kıldığında korktuğu manzara ile karşılaşmamıştı. Köprücük kemiğinin altından başlayıp göğsünün sonuna kadar inen dikişte herhangi bir patlama göremiyordu. Bunun için şükretti. Fakat tam ortada, kabuk bağlamamak için ısrar eden hassas kısım oldukça kan sızdırmıştı, tahriş olduğu açıkça belli oluyordu.

Eline pamuk alıp bolca tentürdiyot döktü. Dikkatlice ve yavaşça tüm dikiş boyunca gezdirirken mırıldanmayı ihmal etmemişti.

"Göğsünüzü fena zedelemişsiniz, daha dikkatli davranmanızı tavsiye ederim."

"Nişanlıma sarılmak istemiştim Womack, öncesinde senden izin almadığım için lütfen beni bağışla."

"Ne haddime efendim, ben sadece-"

Pamuğu bastırması ile canı yanan adam, hırıltısı ile sözünü kesmişti. O an söylense dahi ateşli öfkesinin dindiğini görebiliyordu. Bundan cesaret alan Womack, bakışlarını ilgilendiği yaradan ayırmadan sorusunu sormuştu.

"Cesaretimi mazur görürseniz haddimi aşabilir miyim? "

"Kendi iyiliğin için önce şu lanet yarayı sar Womack."

Hâlihazırda dişlerinin arasından konuşan yüzbaşı, ilaçlı pamuğu kanın sızdığı orta kısma sürdüğü an yaralanmış bir kurt gibi acıyla inlemişti. Böylesi derin bir yaranın yeni olduğunu sanmıyordu Womack. Efendisinin bu yarayı nasıl aldığını, ne kadar süredir acısını çektiğini sadece tanrı bilebilirdi. Hala kanlı ve hassas duran dikişlerin ne kadar canını yaktığını tahmin bile edemiyordu.

Pansumanı yapıp merhemini sürdükten sonra sargısını dikkatle tekrar sarmıştı. Kanlı gömleği götürüp yerine yenisini getirdiğinde, bu sefer adama giymesi için yardım etmişti. Her bir harekette yüzünün nasıl da kasıldığını görebiliyordu.

İşleri bittiğinde, yüzbaşının gözleri masanın üzerinde duran, Alice'e ait bardağa takılmıştı. Uzanıp yavaşça eline alan adam, bardağı avucunda çevirirken Womack 'in aklında muzip bir soru belirmişti.

"Pencereleri açmamı ister misiniz? "

Gözleri avucundaki bardakta olan Doyle'un kaşları kalkmıştı, soruyu beklemiyordu.

"Nereden çıkardın şimdi bunu? "

"Hanımefendi giderken tüm pencereleri açmamı tembih etti."

Hanımefendi dediği an Doyle elindeki bardağı çevirmeyi bırakmıştı. Solgun bakışları Womack 'in üzerine dönmüştü.

"Ne dedi sana? "

"Kendisine at arabasına binmesi için eşlik ederken, tüm pencereleri açmam gerektiğini, sizi gereğinden fazla rahatsız ettiğini söylediler."

Söyledikleri arkasına yaslanmış oturan adamın gözlerinin tekrar öfkeyle parlamasına yol açmıştı. Elindeki bardağı nasıl da sıktığını görebiliyordu Womack. Lakin bu öfkenin sahibinin kim olduğunu kestiremiyordu.

"Beni rahatsız ettiğini mi söyledi? "

"Evet, efendim, muhtemelen yaranızdan dolayı endişelendikleri için böyle söylemişlerdir."

Doyle'un dudaklarından anlamsız bir homurtu yükselmişti.

"Yaralı olduğumu bilmiyor ki. Ona söylemedim."

Şaşıran Womack dudaklarını konuşmak için araladığı an efendisi oturduğu yerden kalkmıştı. Nişanlısının su içtiği bardağı hala elinden bırakmıyordu.

"Ayrıca Womack, Alice'in nehir sesinden hoşlandığımı kimden öğrendiğini de bilmek istiyorum."

"Bunu ben söyledim efendim. Yanınıza teşrif etmeden önce bahçede bana nehrin sesinin sizi rahatsız edip etmediğini sormuşlardı. Ben de bilakis ne zaman insanların gürültüsünden sıkılsanız tüm pencereleri açıp nehri dinlediğinizi söylemiştim."

Olduğu yerde volta adamın dudaklarından hah diye bir ses dökülmüştü. Yüzündeki ifadeden kendi ile nasıl da savaştığını görebiliyordu Womack.

"Daha adımı bile doğru dürüst söyleyemeyen biri için fazla mahrem bir bilgi paylaşmışsın."

Womack herhangi bir yorum yapmaktan kaçınmıştı. Pansuman yaptığı malzemeleri getirdiği küçük deri çantaya yerleştirip kalktığında efendisinden izin istedi.

"Başka bir emriniz var mı Yüzbaşı Doyle? "

Adamın bakışları zemini bulmuştu. Yüzünde anlamsız bir ifade ile kendi kendine Yüzbaşı Doyle diye mırıldandığını duymuştu Womack. Sözlerine herhangi bir anlam yükleyemezken, Doyle başını kaldırıp elini sallayarak gitmesini işaret etmişti.

Womack odadan çıktığında, adamın olduğu yerde dikilip elindeki bardağa baktığını görebiliyordu. Bu görüntü dışarıdan bakan herkes için normal gelebilirdi. Fakat o, efendisinin içinde verdiği savaşı ayırabiliyordu. Robert Doyle ve kalın duvarlarını onun kadar iyi tanıyan çok az insan vardı. Nişanlısını bu kalın, dikenli duvardan içeri davet etmek için nasıl can attığını görebiliyordu. Benliği ile savaşarak aşka ulaşmaya çalışırken, tıpkı o an olduğu gibi hem kendini hem de Alice Princeton'ı kanatacağı açıktı.

* * *

Bir Hafta Sonra

"Biliyorum yeni biriyle birliktesin,

Fakat bu gece bana aitsin.

Ayrılmış olsak bile,

Kalbimde bir yere sahipsin

Ve bu gece bana aitsin.

Nehirin aşağısında,

Gümüş ay ışığının altında,

Sadece bir kez daha hayal et,

Ne kadar tatlı görünebileceğini,

Sevgilim, biliyorum

Gün ışığı çıktığında kaybolup gideceği

Fakat bu gece bana aitsin."

"Şuraya bakın, birileri şarkı söyleyebiliyormuş."

Verandada ayağı ile ritim tutarak şarkısını mırıldanan Alice, duyduğu ses ile olduğu yerde sıçramıştı. Arkasında kimin olduğunu biliyordu. Sesin sahibi aynı zamanda kalbinin ve tüm düşlerinin sahibiydi. Sakin kalmak adına içine derin bir nefes çekerek parmaklarını hızlıca saçlarının arasından geçirip yavaşça arkasına döndü. Benjamin, yüzünde muzip bir ifade ile onu izliyordu.

"Bu şarkıyı biliyor musun? "

"Birkaç kez duymuştum, fakat sesin gibi güzel bir sesten ilk defa dinliyorum."

Benjamin sesine güzel dediğinde yanaklarının nasıl da pembeye döndüğünü hissedebiliyordu. Gözlerini devirmemek, dudaklarını ısırmamak, herhangi saçma bir tepki vermemek için kendiyle savaşırken kuzeni elini ona uzatmıştı. Parmakları onun uzun parmakları ile buluştu. Birlikte verandanın merdivenlerini inip onları bekleyen at arabasına ilerlediler. Alice, ona dik dik bakmak istemiyordu. Yine de bu gözlerinin Benjamin'e kaymasına engel değildi. Bu onun asla bıkmayacağı bir manzaraydı.

"Eğer beni ekip yüzbaşı ile görüşmek istersen sorun olmaz, biliyorsun değil mi? "

Ve Alice için büyü bir anda bozulmuştu. Yüzündeki hoşnut gülümseme usulca solup gitmiş, gözleri Benjamin'den uzaklaşıp yeri bulmuştu. Nişanlısı Yüzbaşı Robert Doyle. Varlığı uzakta olsa bile sadece isminin geçmesi ile genç kızı huzursuz edebiliyordu. Adam dünyadaki en mükemmel insan olsa bile, onu sevebilecek kabiliyeti olduğuna inanmıyordu Alice.

"Benjamin, bunu da nereden çıkardın şimdi? "

"Hadi ama. Tamam, senin kadar tutkulu bir ilişkim olmayabilir ama insana böyle şarkıları ne söyletir bilecek kadar tecrübem var."

Siniri bozulmuştu. Benjamin'in yardımı ile at arabasına binerken katılarak gülmekten geri koyamamıştı kendini. Arabanın içerisinde karşısına geçip oturan kuzeni şaşkınlıkla onu izliyordu. Almayı beklediği tepkinin bu olmadığı aşikârdı.

"Tutkulu bir ilişki ha? Bak bu gerçekten iyiydi."

"İstediğin kadar inkâr et. Jane yüzbaşının sana yazdığı aşk mektuplarının birer şaheser olduğunu söylüyor.

"Mektuplar mı? Tanrım, ortada sadece bir mektup var! Ayrıca söylemem gerek ki-"

Alice hiddetli bir şekilde karşı çıkarken, hareketlenen at arabasında oturduğu yerden kalkıp yanına geçen Benjamin tekrar elini kavramıştı. Ona doğru eğilmişti, sesi yumuşak bir tondaydı, yeşil gözlerinden adeta ona doğru sıcak bir ışık geçiyordu.

"Alice lütfen, utanmana gerek yok. Benimle her şeyi konuşabilirsin. Thomas ve Catherine'nin pek anlayışlı olmadıklarının farkındayım, sık görüşmenize izin vermiyorlar. Aslında, bu kadar genç yaşta nişanlanıp evlenecek olmana karşıyım. Fakat ortada bir aşk varsa, buna her zaman destek olurum. Bana her şeyi anlatabilirsin, sana yardım ederim."

Kendine hâkim olabilmek için büyük bir çaba harcadı Alice. Adamın gözlerindeki anlayış, bakışlarında gizli gülümseme, normal bir anda onu kendinden geçirebilecek olan her şey o an gözüne batıyordu. Öfkelenmemeye dikkat ederek içini çekti, yanağının içini ısırıyordu.

"Ben istediğim her an gidip Doyle'u görebilirim Benjamin. O da beni görmeye gelebilir. İkimizin arasında bir engel yok. Sanırım artık beni küçük bir çocuk olarak farz etmekten vazgeçmen gerek."

Benjamin'e çıkışmış olan Alice, söylediklerinden o an pişman olmuştu. Kuzeninden uzaktayken, yüzünü bir kez görebilmek için kaç kere ağlayarak dua ettiğini hatırlattı kendine. Doyle yüzünden ona kızmaması gerektiğini bilse dahi kendine hâkim olamamıştı.

Lakin Benjamin sözlerinden alınmaktan çok eğlenmişe benziyordu. Yüzüne o bilinen sırıtışı yayılmıştı.

"Bak işte ona alışmam biraz zaman alacak."

Hoşlanmasa dahi oluşan bu durumu lehine kullanabileceğini fark etti Alice. Yüzüne muzip bir ifade yerleştirerek Benjamin'e doğru sokulmuştu. Adamın ağzını arayacaktı.

"Benim aşk hayatımdan konuştuğumuz yeter. Şimdi sen söyle bakalım, yakışıklı Benny'in kalbinde herhangi bir kız var mı?"

"Ah maalesef, kalbim bir bakirenin yatağı gibi bomboş ve soğuk."

Alice aldığı cevap ile kıkırdamıştı. Tüm olumsuzluklar üst üste gelse dahi, en azından âşık olduğu adamın kalbinin boş olduğunu öğrenmek yüreğine su serpmişti.

"Aranızda neden ilk evlenecek olan benim şimdi anlıyorum. Bu mizah anlayışı ile hem sen hem de Eva sonsuza kadar bekâr kalabilirsiniz."

"Öyle mi dersin? Yalnız senin de yüzbaşını muhteşem şakalarınla baştan çıkardığını sanmıyorum."

Baştan çıkarmak ve yüzbaşı kelimeleri aynı cümle içinde geçtiği an Alice'in yüzü kırmızıya dönmüştü. Yutkundu fakat gözlerini kaçırmamaya çalıştı. Utandığı daha fazla belli etmek istemiyordu.

"Ya nasıl baştan çıkarmış olabilirim? "

Sesi titremediği için tanrıya şükretti. Gözlerini kaçırmadan hala Benjamin'e bakıyordu. Adamın yüzündeki gülümseme küçülse dahi kaybolmamıştı. O ana kadar gözlerinde olan bakışları açıkça yüzünü inceliyordu. Alice utanç ile kavrulduğunu hissediyordu adeta.

"Oldukça güzel bir genç hanıma dönüşmüşsün. Yüzbaşının senin büyüne kapılması için fazla uğraşmana gerek kaldığını sanmıyorum. "

Benjamin'in yüzünde gezen bakışları tekrar gözleriyle buluşmuşlardı. Kalbinin duracağını sandı Alice. Lakin hissettiği heyecan ve utanç dudaklarında kıvrılan gülümsemeye engel olmamıştı. Söylediği sözler, artık onu çocuk olarak görmekten vazgeçtiğinin ilk göstergesiydi.

Westminster köprüsünü geçen arabaları Old Vic'in önüne geldiğinde inmişlerdi. Daha önce önünden sıkça geçtiği binanın içine hiç girmemiş olan Alice Benjamin'in kolunda içeriye ilk adımını atmıştı.

Konukların kabul edildiği, duyuru ve bilet satışlarının yapıldığı giriş kısmında etrafına bakınırken afişlerden biri dikkatini çekmişti. Büyük puntolarla yazılmış ismi okuduğunda kendini sevinçle söylenmekten alıkoyamamıştı.

"Kahuna mı? Kahuna şu an burada mı? İnanamıyorum! "

Kızın şaşkın sesi Benjamin'in de irkilmesine yol açmıştı. Kolundan çıkıp afişlerin olduğu panoya doğru ilerleyen Alice'i takip etti. Bir büyücüye ait olan afişe bakıp adeta tüm dişlerini göstererek gülümsüyordu.

"Benny görüyorsun değil mi? Kahuna şu an burada! "

"Ünlü biri mi ?"

Alice adeta ayıp bir şey söylemişçesine onaylamayan bakışlarla onu süzmüştü.

"Kahuna en iyisidir. Bir keresinde adamın tekine kapıdan çıktığında öleceğini söylemiş ve adamcağız gerçekten de kapıdan çıktığında ölmüş."

Benjamin kızın afişi nasıl bir hayranlıkla süzdüğünü görebiliyordu. Ceketindeki saatini çıkarıp baktığında görüşmesi için daha zamanları olduğunu fark etti. Alice ve bir büyücü ile vakit geçirmek umduğundan eğlenceli olabilirdi.

"Neden şu Kahuna'yı görmeye gitmiyoruz o halde? "

Hala afişi inceleyen Alice heyecanla Benjamin'e dönmüştü. Mavi gözleri sevinçle parlıyordu.

"Gerçekten mi? Onu görebilir miyiz? "

Kızın heyecanı ile eğlenen Benjamin bunun iyi bir karar olduğunu daha o an anlamıştı. Omzunu kavradığı kuzenini kendine çekip gülümseyerek fısıldadı.

"Sen ve ben Alice, bugün her şeyi yapabiliriz."

Benjamin'in dudaklarından dökülen sözler kesinlikle romantik bir alt metine sahip değildi. Lakin kalbi ondan farklı bir ritimle atan Alice için söyledikleri karnının gıdıklanmasına yetmişti.

"Yapalım o halde."

Benjamin, Fransa'daki okul arkadaşlarından birinin Old Vic'te çalıştığını söylemişti. Onu bulmaları zor olmamıştı. Tiyatronun yöneticisi Jerome Everton'ın asistanlığını yapan Timothy Burden, sıcak tanışmalarından sonra onları hem Kahuna'nın insanları kabul ettiği küçük odaya götürmüştü. İkisi için sırada bariz bir kayırma yaptığı açıktı.

Doğu işi kumaşlarla süslenmiş, mumlarla aydınlanan tütsülü odaya girdiklerinde Kahuna tam karşılarında duruyordu. Ahşap, üzerinde kırmızı örtü olan bir masanın arkasındaydı. Mısır kökenli kadın siyahi değilse de teni esmerdi ve zıtlık oluşturan buz mavisi gözleri adeta insanı delip geçiyordu. Ürperdiğini hissetti Alice. Benjamin'in kolunu sıkı sıkıya kavramışken, kadının adeta kadifeyi andıran sesi duyuldu.

"Benjamin ve Alice hoş geldiniz, lütfen ileri gelin ve oturun."

Birbirlerine kısa bir süre bakıp kadının dediğine uymuşlardı. Timothy 'in onları tanıtıp tanıtmadığını düşündü Alice. Kadın isimlerini önceden biliyor muydu?

Masanın önündeki sandalyelere yerleştiklerinde Kahuna'nın mavi gözleri Alice'in üzerine sabitlenmişti. Tüylerinin her birinin ayakta olduğuna dair yemin edebilirdi Alice. Bir anlık heyecan ile kadını görmek istediğini sayıklamışsa bile o an aldığı karardan şüphe duyuyordu.

"Sevgili Alice, bir tüy yumağı gibi karmakarışık olduğunu anlamamak için kör ve sağır olmak gerekir."

Kadının sözleri Alice'in yüreğini ağzına getirmişti. Kahuna'yı görmek, bu odaya Benjamin'i sokmak büyük bir hataydı. Bunu henüz görebiliyordu.

"Öyle mi? İnsanlar benim genelde açık bir kitap kadar kolay okunabildiğimi söylerler."

"Gerçekten de öylesin. Lakin seni okumak isteyen dilini bilmiyor, dilini bilen ise okumayı beceremiyor."

Kadının sözlerinden sonra Benjamin merakla homurdanmıştı. Bayılmalıyım diye düşündü Alice, bayılırsam bu odadan çıkmak zorunda kalırız ve tüm bu rezillikleri Benjamin öğrenmiş olmaz.

"Be-belki de ben gerçekte bu kadar kolay o-okunmak iste-temiyorumdur."

Kahuna'nın esmer yüzünde alaycı bir ifade oluşmuştu. Bakışları merakla onları izleyen Benjamin ve onun arasında gidip geliyordu.

"İçimden bir ses okunmak için can attığını söylüyor. Hem de uzun zamandır."

"Bayan..."

"Kahuna. Bana Kahuna diyebilirsin."

"Peki, öyleyse Kahuna. Söyler misin bu hayatta kim okunmak istemez ki? "

Alice'in sorusu Benjamin'i de cezp etmişti. Alnı merakla kırışan adam başını sallayarak konuya dâhil olmuştu.

"Alice haklı, sanırım hepimiz aynı şeyi istiyoruz."

Aralarında kısa süreli bir sessizlik oluştu. Kahuna önünde duran bakır kabın içerisindeki suya odaklanmıştı. Benjamin ve Alice göz göze geldiler. Genç adam o an odadaki varlığından rahatsız olunabileceğini hissetmişti.

"Sanırım görüşleriniz Alice ile alakalı. İkinizin konuşması daha iyi olacaktır."

Kahuna bakışlarını önündeki kâseden kaldırmadan söylenmişti.

"Gerek yok Benjamin, ikinizin kaderi bir noktadan sonra bağlanıyor."

Kahuna'nın sözleri Alice'in kalbine adeta bir mızrak gibi inmişti. Sakin olmak adına büyük bir çaba harcasa dahi, içinde bulundukları odadan eninde sonunda bayılarak çıkacağını hissediyordu.

"Peki, nasıl isterseniz."

Büyücü kadın adeta Benjamin'i duymamıştı. Kâsedeki suya bir müddet daha baktıktan sonra buz mavisi gözlerini Alice'e sabitlemişti.

"Doğu kültürü ile ilgilenir misin Alice? "

"Ma-maalesef, pek bir şey bi-bildiğim söylenemez."

"Ne kadar yazık. Gördüklerim bana gül ile bülbülün hikâyesini anımsattı. Doğu edebiyatında ikisinin aşkı neredeyse her şiirde işlenir."

Kadının söyledikleri Benjamin'in ilgisini çekmişti. Edebiyatı, yabancı kültürleri her zaman seven adam konu hakkında birkaç şey biliyordu.

"Ben sanki bu tarz bir şey duyduğumu hatırlıyorum. Bu hikâye imkânsız bir aşkı anlatmıyor mu? "

"İmkânsız demek yanlış olur. Karşılıksız aşkı anlatıyor. Şöyle ki ..."

Kahuna'nın çatallaşmış, hırıltılı sesi boğazındaki sorunun sinyalini verirken, kısa bir öksürük nöbetine tutulmuştu. Yanı başında duran küçük tabaktaki macundan bir kaşık aldı ve üzerine su içti. Biraz olsun iyi hissettiğinde anlatmaya devam etmişti.

"Efsaneye göre, zamanın birinde güzel sesi ile herkesi kendine hayran bırakan bir bülbül varmış. Kanatlarının rengi öylesine canlı, öylesine göz alıcıymış ki insanları güzelliği ile adeta kör edermiş. Bu bülbül bir gün bu ihtişamlı kanatlarını aşka çırpmış. Uçup giderken bir meşenin gölgesine dikilmiş beyaz bir gonca gül görmüş. Bülbül gülü gördüğü an âşık olmuş. Herkesi kendine hayran eden sesi ile güle şarkılar söylemiş, yapraklarını açıp ona yüzünü göstermesi için yalvarmış. Gül ise hiç oralı olmamış. Bülbül meşenin dalına konmuş, bütün bir kışı sevgilisine açması için şarkı söyleyerek geçirmiş. Lakin inat eden gül bir türlü açılmıyormuş. Beyaz gülün açıldığı anı kaçırmak istemeyen bülbül uyumadan bütün bir kışı geçirmiş. Günlerce, gecelerce uğraşan zavallı bülbül, sonunda dayanamayıp uykuya dalmış. Bir müddet sonra uyandığında ise baharın geldiğini, âşık olduğu gülün yapraklarını açtığını, onu âcize çeviren güzelliğini başka bir âşık ile paylaştığını görmüş. Buna dayanamayan bülbül kendini meşenin dallarından yere bırakmış. Düşerken kanatları sevdiği gülün dikenleri ile kan revan olmuş. Gül ise artık beyaz değilmiş, bülbülün kanı ile kıpkırmızı bir güle dönüşmüş."

Kahuna'nın anlattığı hikâye hem Alice hem de Benjamin'i etkilemişti. Benjamin anlatılanların edebi hazzına kapılmışsa da, Alice yapılan göndermenin farkındaydı. Kahuna ile adeta aralarında bir şifreli iletişim gelişmişti.

"Şimdi Alice, söyle lütfen. Gül ile bülbülün aşkı imkânsız mıydı? "

Öksürerek boğazını temizledi. Gözlerinin Benjamin'e dönmemesi için büyük çaba harcıyordu.

"Hayır değildi. Sadece gül bülbüle karşılık vermedi."

"Bu hikâye beni hep üzmüştür. Bülbülün akıbeti beni hep hüzünlendirmiştir. Gül ona karşılık verse bile, bu nasıl bir aşk olurdu ki? Bülbülün kanatları iki sonda da hep kanamak zorunda kalacaktı."

"Evet, ama birlikte olsalar bülbül bunun için üzülmezdi. Eğer gül onu sevmiş olsa acıya katlanabilirdi."

"Katlanırdı elbet. Fakat hikâyenin en başına gidersek eğer, bülbül gül yerine kendine kucak açan meşe ağacına âşık olsa onun için daha iyi olmaz mıydı? "

Kahuna'nın sözleri Alice'in gözlerini devirmesine sebep olmuştu. İçinden gül dururken kim meşeyi sever ki diye geçirmeden edemedi.

"Ya gülün bülbülün kanadığından haberi yoksa? Meşe de bülbülü iri yarı cüssesi ile sürekli tehdit edip bilerek ağlatıyorsa? Bu nasıl bir aşk olurdu? "

"Bana sorarsan sevgili Alice, bülbül güle açtığı kanatlarını meşeye açsa, tıpkı güle olduğu gibi güzel sesiyle onun için şarkılar söylese o iri meşe bir yaprak gibi titrerdi."

Alice açıkça öfkelenmişti. Mahcubiyetten eser kalmayan bakışlarını artık hiçbir yere kaçırmıyordu, Kahuna ile göz gözelerdi.

"Bülbülün kaderinde gül mü saklı yoksa meşe mi? "

"Bülbülün kaderinde her ikisi de var. Tıpkı hikâyedeki gibi. Lakin kendini meşenin dallarına mı emanet eder yoksa gülün açmasını mı bekler, bu ona kalmış. Benim ona verebileceğim tek tavsiye, cesur olması gerektiği üzerine olur. Eğer uyursa gül yapraklarını başka aşığa açar, meşe bekletildiği için hoyratlaşır."

Alice'in kadından beklediği cevap kesinlikle bu değildi. Öfkesi dinmemiş, bilakis daha da harlanmıştı. Olduğu yerde ayağa kalktı birden. Bu öylesine ani olmuştu ki Benjamin dahi irkilmişti.

"Teşekkür ederim, size iyi günler diliyorum."

Kahuna herhangi bir cevap vermeden sadece başını sallamıştı. Neler olduğunu anlamayan Benjamin ise şaşkınlıkla kadına iyi günler dileyip dışarı çıkan Alice'i takip etmişti. Dar koridoru geçip giriş katına tekrar çıktıklarında kızın kolunu kavrayıp durdurmuştu.

"Hey, dur bakalım. Ne oluyor böyle? "

Derin bir nefes aldı Alice. Durum onun için ne kadar açıksa Benjamin için o kadar karmaşıktı, o an anlayabiliyordu. Sakin kalmak adına kendini telkin etti.

"Tam bir aptalım. Bu kadına verdiğimiz para ile güzel bir turta yiyebilirdik."

Benjamin bir şey demeden yüzünü incelemişti. Bakışlarında şüpheyi gördü Alice. Bu yüreğini ağzına getirse dahi kendini kontrol etmek adına sakin kalmayı seçti. Kalbi göğsünün içinde adeta çırpınıyordu. Yanaklarının kıpkırmızı olduğuna emindi. En başta Kahuna'yı görmek istediği için kendine lanet ediyordu.

Giriş holünde öylece durmuş, birbirlerine bakıyorlarken Benjamin'in yüzünde hep sahip olduğu o alaycı ifade belirmişti. Ona doğru eğilerek konuştu.

"Beni dinle küçük bülbül, benim gidip Bay Turner ile görüşmem gerek. Eğer ben gelene kadar uslu bir kız olursan sana söz veriyorum birlikte turta yiyeceğiz. Anlaştık mı? "

Küçük bülbül diye tekrar etti içinden. Biliyor diye düşündü Alice, sonunda anladı, ona olan aşkımı anladı. Bir an bayılacağını hissetti. Kusacağından dahi korktu. Elleri zangır zangır titriyordu. Başını sallamaktan başka bir şey yapamadı. Gülümseyen Benjamin omzunu okşayıp onu kalabalığın içinde bırakarak merdivenlere ilerlemişti.

Adamın ortadan kaybolmasını izleyen Alice, Old Vic'in holünde onu ne kadar beklediğini bilmiyordu. Omzunu bıraktığı köşede, yüzünde sarhoş bir gülümseme ile ellerini birbirine kavuşturmuş, öylece onu beklemişti. Aralarında oluşabilecek diyalogları yüzlerce kez zihninde canlandırmış, her biri adeta gerçekmişçesine mutlu olmuştu. Kahuna'nın söyledikleri umurunda değildi. Aşkını güle sunacaktı.

Benjamin merdivenlerde tekrar gözüktüğüne olduğu yerde kıpırdandı. Holün ortasında buluştular.

"Görüşmen nasıl geçti? Kabul ettiler mi seni? "

"Alice, maalesef..."

Adamın bakışları yeri bulmuştu. Yüzündeki o ifade bulutlanmıştı. Korktu Alice, yaklaşıp kolunu kavradı.

"Maalesef ne? Kabul etmedilerse eğer bu onların kayıpları olur."

"Alice maalesef beni izlemek için sık sık buraya geleceksin. Çünkü kuzenin artık Old Vic'in oyuncu kadrosunda."

Bir an için şaşkınlığa düşen Alice, olan biteni anladığında sevinçle kıkırdayıp adamın boyuna sarılmıştı. Avucuyla sırtını dövüyordu.

"Tanrım Benny, tam bir domuzsun! Beni gerçekten kandırdın! "

"Bilmem farkında mısın ama beni buraya iyi bir oyuncu olduğum için aldılar."

"Ne mutlu onlara, artık şehirdeki en iyi düzenbaza sahipler."

Sözleri Benjamin'i katılarak güldürmüştü. Old Vic'ten kıkırdamalarla kol kola çıktılar. Onları uzaktan gören mutlu bir çift sanabilirdi. Nişanlısının yanında sus pus, sıkılgan bir kıza dönüşen Alice Benjamin'in yanında tıpkı Kahuna'nın hikâyesinde anlattığı gibi susmadan şarkılar söyleyen bülbüle dönüşüyordu.

"Şimdi söyle bakalım, hala turta yemek istiyor musun? "

"Bu da soru mu? Ben her an turta yemek istiyorum."

"Öyleyse turta yiyoruz."

Onları bırakan arabaları tekrar evlerine dönmüştü. Londra'nın kalabalık sokaklarında kol kola yürüyerek bir İrlanda tavernasına girmişlerdi. Küçük mekânda duvar dibi bir masaya oturdular. Birer dilim elmalı turta sipariş ettikten sonra siparişlerini alan kız içki olarak ne istediklerini sormuştu.

"Teşekkür ederim, ikimiz de içki almayacağız."

"Hey hey hey, eğer bir şey içmeyeceksek kutlamanın anlamı ne? "

"Bilmem. Kutlama yaptığımızdan haberim olmadığı için olabilir mi? "

"Artık var. Biz iki kadeh kırmızı şarap alabilir miyiz? "

Genç kız elbette efendim dedikten sonra uzaklaşmıştı. Benjamin'in imalı bakışları ise onu süzüyordu.

"Sütü bırakıp şaraba geçeli ne kadar zaman oldu? "

"Çok değil, birkaç ay."

Birlikte kahkaha atmışlardı. Çok geçmeden siparişlerini alan kız elinde turta ve şarapların olduğu tepsi ile gelmişti. Birlikte yiyip içtiler. Şansına Benjamin bülbül ve gül bahsini unutmuşa benziyordu. Sohbetleri boyunca Old Vic ve kariyeri hakkında konuşmuşlardı.

Turtalarını bitirmiş, kalkmak için hazırlanırlarken taverna bir dans müziği ile yankılanmıştı. Mekânın orta kısmına enstrümanları ile müzisyenlerin geldiğini gördüler. İkisi de ilgi ile müziği dinlerken, birkaç kişi dans etmek için ortaya çıkmıştı.

Dans edenleri izleyen Alice'in gözleri bir an Benjamin ile kesişmişti. Adamın bakışlarındaki muzipliğin farkına daha o an varmıştı. Yerinden kalkan Benjamin ona doğru yaklaşıp elini kavrayarak ayağa kaldırdığında olacakları biliyordu.

"Madem kutlama yapıyoruz, hakkını vermeliyiz."

"Hayır Ben, bu gerçekten kötü bir fikir."

"Eğer dans etmeyeceksek kutlama yapmanın anlamı ne ?"

Sesini inceltip onu taklit eden Benjamin elini kavrayarak onları dans eden insanların arasına katmıştı. Elini bırakmadan belini kavrayıp onu kendine çekti. Yüzleri birbirlerine oldukça yakındı. O kadar ki adamın nefesinde şarabın kokusunu alabiliyordu. Bu onu telaşlandırmıştı.

"Benny bekle! Ben adımları bilmiyorum !"

"Ben de bilmiyorum. Sadece ayak uydur, düşünmemeye çalış."

"Ben dur lütfen !"

Benjamin onu dinlemek yerine hareketli İrlanda tulum müziğine ayak uydurmuştu. Şaşkınlıkla etrafına bakınan Alice'i ise belini kavrayarak yönlendiriyordu. Bir müddet sonra ikisi de kendini müziğin ritmine kaptırmıştı. Birbirlerine sarılmış bir şekilde parmak uçlarında zıplayarak oradan oraya hareket ediyorlardı. Kahkahaları gürültünün içinde kaybolup gidiyordu. Defalarca Benjamin'in ayağına basmıştı fakat bu ikisinin de umurunda değildi. Adamın her homurtusu adeta kahkaha ile bitiyordu. Alice daha önce bu kadar eğlendiği bir an daha hatırlamıyordu.

Dans etmekte gönülsüz olan Alice, müzik bittiğinde çığlık atarak müzisyenleri alkışlamıştı. Diğer bir şarkı çalmaya başladığında bakışlarını umutla Benjamin'e çevirse de adam onu kolunun altına alıp gürültü içinde kulağına fısıldamıştı.

"Artık eve dönmeliyiz."

"Ah hayır, ben biraz daha dans etmek istiyorum."

"Ben de ayaklarımı önümüzdeki günlerde de kullanmak istiyorum."

Tekrar kahkaha atmışlardı. Benjamin hesabı ödediğinde sokağa çıkıp bir araba çevirdiler. Arabanın küçük kabinindeki koltuğa oturduğunda ne kadar yorulduğu anlamıştı Alice. Sırtını ahşap mahfazaya verip başını yukarı kaldırarak gözlerini kapattı. Yüzünde oluşan gülümsemeden dahi haberdar değildi. Lakin tam karşısında oturan Benjamin olan biteni görebiliyordu.

"Alice? "

"Efendim ?"

"Artık küçük bir kız olmadığının farkındayım."

Mutlu bir yorgunlukla yığılmış olan Alice ilk anda duyduklarını algılayamamıştı. Benjamin'in sesi zihninde iki üç kez yankılandıktan sonra gözlerini aralayabildi. Güneş batmıştı ve içinde bulundukları araba tek bir aplikten yayılan loş bir ışıkla aydınlanıyordu. Adamın yüzündeki ifadeyi çözemeyişini buna yordu. Ana hâkim olsa dahi, duyduklarının bile içtiği bir kadeh şarabın etkisiyle çıkan bir sanrı olabileceğini düşündü.

"Anlamadım ?"

"Artık küçük bir kız olmadığının farkındayım. Âşık olunabileceğinin, âşık olabileceğinin farkındayım. Aşkın içinde kaybolabileceğinin farkındayım."

Karşısında oturan Benjamin yanı başına geçmişti. Kucağındaki elini avucunun içine aldı. Hareli gözleri ile ruhunu okumasından korktu Alice.

"Yüzbaşı senin hayalindeki gül mü Alice? "

Dudaklarını ısırdı. Bu sorunun cevabını biliyordu. Yüzbaşı dalında dinlendiği meşeydi. Hayalindeki gül ise o an ellerini kavramış yanı başında oturuyordu. Her şey bu kadar açıkken, dile dökülmesinin bu kadar zor olması Alice'i adeta çıldırtıyordu.

"Bilmiyorum."

"Anlamıştım. O senin meşe ağacın, değil mi?"

Benjamin'in kendinden emin hali onu telaşlandırmıştı. Ellerini ellerinden çekip saçlarına götürdü. Örgüsünden çıkan birkaç tel ile uğraşırken gözlerini adamdan kaçırmıştı.

"Bu o kadar basit değil."

"İnan bana Alice, bu o kadar basit."

Senin için basit elbette diye geçirdi içinden. Bir an ümit etmiş olsa dahi adamın hala hayalindeki gülün kendisi olduğunu anlamadığından emin olmuştu Alice. Bu ona hayal kırıklığı ile birlikte garip bir rahatlama getirmişti.

"Şu an bunları konuşamayacak kadar mutluyum."

"Peki. Sadece tek bir şey soracağım, hayalindeki gülün kim olduğunu biliyor musun? Onu buldun mu ?"

Soru öyle beklemediği bir anda gelmişti ki yutkunmak zorunda kaldı. Bakışları isteği dışında arabanın tahta zemininden kalkıp gözlerini bulmuştu. Merakla, istekle ondan cevap bekliyordu. Bulduğunu söylerse, hayalindeki gülün kendini bildiği ilk andan beri o olduğunu söylerse neler olabileceğini düşündü. Bu onu adeta titretmişti. Ağzından onun adının çıkmaması için kendisi ile savaşıyordu. Gözlerini kapatıp adeta inleyerek söylendi.

"Bilmiyorum. Tanrı aşkına Ben, kes şunu."

"Alice-"

Benjamin cümlesine devam edecekken at arabası duraklamış, çok geçmeden açılmakta olan bahçe kapısının gürültülü sesi işitilmişti. Bahçeye girmeleri ile birlikte ikisi de oturduğu yerde doğrulmuşlardı. Herhangi birinin kapısını açmasını beklemeden inen Alice, toprağa adımını attığı an şaşkınlığın içine düşmüştü. Bahçede bir at arabası daha vardı.

Ve kime ait olduğunu biliyordu.

"Burada."

Arkasında olan Benjamin yaklaşıp onunla birlikte duraksamıştı.

"Kim burada ?"

Alice yutkundu. Tüm günü mutlulukla, kahkahalarla geçmişti. Finalde ise onu sıkı bir fırtınanın beklediğinden haberi yoktu.

"Doyle. Buraya gelmiş, burada."

Yazan ; İlknur DUMAN

-  -  -

Bölümü okuduğunuz için çok teşekkür ederim,hikayenin bir önceki versiyonunu okuyanlar görecektir ki bu bölüm yayınlanmış önceki bölümlerden farklıydı. Bu noktadan sonra Alice'in karmakarışık aşk hayatı ve serüvenleri sizin için de sürpriz olacak. İyi okumalar diliyorum,herkesi kocaman öpüyorum :-* 

Bạn đang đọc truyện trên: AzTruyen.Top