Bölüm 24 - "Bir Benzeri"




Düş

Bölüm 24 –"Bir Benzeri"

"Alice! Çok teşekkür ederim, bu tarak çok güzel! Kullanmaya kıyabileceğimi sanmıyorum !"

     Alice, her zaman coşkulu olan kuzeni Jane'in bu haline gülmüştü. Evlenmeden önce ona ait olan odada Evangeline ile birlikte oturuyorlardı. Floransa'dan döneli henüz üç gün olmuştu. Doğum gününü Robert ile birlikte orada kutlamışlardı. Fakat Londra'ya geldiğinde, Dorothy, Womack, Logan, Jeremy ve Nolan ellerindeki limonlu pasta ile onları bekliyorlardı. Geldiği gün, doğum gününü büyük bir aile yemeği ile kutlamışlardı.

     O gün ise, ailesi doğum gününü kutlamak için Robert'ı, Logan'ı ve onu evlerine davet etmişlerdi. Uzun bir süredir onları görmeyen Alice sabah kahvaltısını yapmış, hediyelerini arabaya yükletip öğle vakti Princeton köşkünün yolunu tutmuştu. O an, eski odasında oturmuşlarken Jane ve Eva'ya Floransa'dan onlar için getirdiği hediyelerini vermişti.

"Beğenmene çok sevindim, açıkçası biraz tereddütlüydüm. Eva'nın ne kadar narsist olduğunu biliyorum, aynada bütün gün kendine bakmaktan büyük keyif alır. Ama senin tarağı beğenip beğenmeyeceğinden emin değildim."

     Elindeki sedef ayna ile kendine bakan Evangeline, kardeşinin sözleri ile birlikte homurdanıp koluyla karnını dürtmüştü. Yatakta üçü de yan yana oturuyordu, Alice'i aralarına almışlardı.

"Anlat bakalım, Floransa nasıldı ?"

"Muhteşemdi. Hayatımın en güzel bir haftasıydı."

     Aklına, katedralde evlendikleri gün gelmişti. Bununla birlikte oturduğu yerde zıplayarak doğrulup sırıtmaya başlamıştı.

"Biliyor musunuz, Robert ile yeniden evlendik. Çılgıncaydı ama çok güzeldi."

     Söyledikleri hem Eva'yı hem de Jane'i şaşırtmıştı. Gözleri önce birbirini bulmuş, sonrasında ise Alice'e dönmüştü.

"Kim kıydı nikâhınızı? İtalya'da Protestan kilisesi olduğunu sanmıyorum."

"O kısım biraz karışık. Peder Katolik olduğumuzu sanıyordu. Robert konuşup ikna etti. Londra'daki tören gibi parlak ve ihtişamlı olduğu söylenemez. Ama kesinlikle daha samimi ve içtendi. Hiç tanımadığımız insanların arasında tekrar evlendik, sonrasında Robert düğün pastası olarak bana kırmızı bir şeker aldı ve tüm gün yeni evliler olarak el ele şehri dolaştık."

     Eva'nın sorusuna cevap verirken de olsa tüm bunları tekrar hatırlamak Alice'i çok mutlu etmişti. Gülümserken mavi gözlerinin içi parlıyordu. Onun bu halde görmek hem Eva'yı hem de Jane'i sevindirmişti. Robert ile sorunlu evliliği sadece onları değil, ailelerindeki herkesi üzüyordu.

"Alice, seni daha önce hiç bu kadar mutlu görmemiştim."

"Çünkü daha önce hiç bu kadar mutlu olmamıştım Jane. Bugüne kadar hayatım önünü alamadığım bir karmaşanın içindeydi. Şimdi ise yörüngemi bulduğumu hissediyorum. Kabul ediyorum uzun zaman aldı; fakat evlendiğim adamı seviyorum. Önceleri geleceğimi düşündüğümde karşımda koca bir karanlık belirirdi. Şimdiyse Robert ile büyük bir ailemiz olduğunu görebiliyorum; o, ben ve çocuklarımız. Birlikte Riverwood'da sonsuza kadar mutlu yaşayacağız."

     Bu sözleri Alice'den duymak kimseyi Evangeline kadar sevindiremezdi. Kız kardeşinin kuzenine duyduğu aşkın onu ne kadar üzdüğünü biliyordu. Bu platonik durumun kızın hayatını nasıl alt üst ettiğinin en büyük şahidi oydu. Alice yıllarca karşılık bulamadığı bir aşk için gözyaşları dökmüştü. Evangeline'in gözünde mutluluğu en çok o hak ediyordu.

"Demek çocuklarınızı görebiliyorsun. Peki, söyle bakalım sevgili kocan sana nasıl çocuk yapıldığını öğretti mi ?"

"Jane! "

"Biz senin en yakın arkadaşların değil miyiz? Aramızda ilk evlenen sensin, tecrübelerini bizimle paylaşman gerek."

     Alice yanaklarının kızardığını daha o andan hissediyordu. Uzun parmakları yüzünü bulmuşken, hali hem Jane hem de Eva'yı güldürmüştü. Kuzenine göz kırpan Jane, Alice'i rahat bırakacak gibi durmuyordu.

"En azından anlatıldığı kadar can yakıp yakmadığını söyleyebilirsin."

"Neden gidip bunu James'e sormuyorsun? Eminim sana uygulamalı olarak anlatacaktır."

"James'in biraz daha beklemesi gerek. Bu bahar annemle konuşmayı düşünüyor, belki de yaza evlenebiliriz."

     Oturduğu yerde sıçrayan Alice sevinçle Jane'in boynuna sarılmıştı. Kuzeni Londra'ya geldiği ilk günden beri James ile birlikte olmalarını istiyordu. Genç adam onun çocukluk arkadaşıydı. İkisinin birbirleri için doğru insanlar olduğuna inanıyordu. Evlenmeleri Alice'i fazlasıyla mutlu ederdi.

      Fakat Evangeline onun kadar coşkulu bir mutluluk yaşamıyordu. Jane için sevinse dahi, Logan ile akıbetlerinin belirsizliği onu önünü alamadığı bir burukluğa sürüklüyordu. Bu hali Alice'in de dikkatini çekmişti. Sebebini biliyordu, bu yüzden sorma zahmetinde bulunmamıştı. Yanı başındaki kızın elini kavramışken sırıtıyordu.

"Surat asma Eva. Eğer annem Logan ile evlenmene izin vermezse el birliği ile seni Riverwood'a kaçırırız."

     Birlikte kıkırdamışlardı. Jane onlara çay getirmek için odadan çıktığında Alice'in gözleri Evangeline'in üzerine dönmüştü. Aklında, içini kemiren bir soru vardı. Kız kardeşinin kızacağını bilse de söylemeden edememişti.

"Eva, Benjamin'den haber alıyor musunuz ?"

     Eva'nın kaşları kırışmıştı. Alice'in tüm bunları arkasında bıraktığını düşünürken geriye dönmek istemiyordu.

"Alice."

"Hayır hayır, sandığın gibi değil, yemin ederim. Sadece onu merak ediyorum. Aylar oldu Eva, hakkında tek bir şey duymadım. İyi mi kötü mü, orada nasıl merak ediyorum."

"Belki de artık seni ilgilendirmiyordur."

     Alice yaklaşıp Evangeline'in kolunu kavramıştı. Mavi gözleriyle adeta ona yalvarıyordu. Benjamin geçen onca zamandan sonra en azından bir mektup yollamış olmalıydı. Kardeşinin kuzeniyle alakalı en ufak detayı dahi ondan sakladığını biliyordu.

"Eva lütfen, sadece iyi mi bilmek istiyorum. Başka hiçbir şey söylemek zorunda değilsin."

     Evangeline kolunu kendine çekerek Alice'in baskısından kurtarmıştı. Aynı zamanda huysuzca homurdanıyordu.

"Bir mektup yolladı. İşinin başında olduğunu yazmış, gayet mutluymuş."

      Alice mırıldanarak teşekkür etmişti. Bunu duymanın ona nasıl hissettirdiğini kestiremiyordu. Benjamin'in mutlu olmasına sevinmişti. Fakat hala içinde bir parça, onu ve ailesini arkasında bıraktığı için kırgındı.

"Artık onu aklından tamamen çıkarman gerek Alice. Kendini Robert'ın yerine koy. Böyle bir şey sana kendini nasıl hissettirirdi ?"

"Eva lütfen, bu dünyada beni en iyi tanıyan sensin. Robert'ı sevdiğimi göremiyor musun ?"

     Alice'in mavi gözleri buğulanmıştı. Ağlamıyordu, tek bir damla gözyaşı dökmemekte kararlıydı. Yine de, konuştukları ona ağır geliyordu. Bu Evangeline de fark etmişti. Tıpkı biraz önce onun yaptığı gibi uzanıp elini kavramıştı.

"Görüyorum, görüyorum elbette. Tam da bunun için söylüyorum, artık geçmişi arkanda bırakıp mutlu olman gerek."

"Olacağım, söz veriyorum. Her şey geride kalacak. Onu bir günde unutmamam Eva, bunu yapamam biliyorsun. Ama zamanı geldiğinde kalbime bıraktığı bu yükten sonsuza dek kurtulacağım."

     Onlar konuşurken Jane elinde çay tepsisi ile yanlarına gelmişti. Fincanlarını ellerine alıp koyu bir dedikoduya koyulmuşlardı. Aşk maceraları sohbetlerinin değişmeyen tek konusuydu.

     Alice, Princeton köşkünde uzun zamandan sonra oldukça güzel zaman geçirmişti. Kardeşi ve kuzeni ile uzun uzadıya sohbet edip genel havadisleri toplamıştı. Birlikte piyano çalıp şarkı söyleyerek dans etmişlerdi. O kadar ki Anne hala ve annesi de onlara kalmış, elleriyle ritim tutarak gösterilerini izlemişlerdi.

      Fakat vakit akşam yemeğine yaklaştığında, ne Robert ne de Logan ortada yoktu. Adamların ikisi de gelmemişti, daha garibi herhangi bir haber de yollamamışlardı. Son anda gelebileceklerini düşünüp sofrayı kurmuş, doğum günü pastasını dahi hazırlamışlardı. Fakat saat neredeyse sekize gelmesine rağmen iki adamdan hiçbir ses yoktu.

     Salondaki koltukta birlikte oturuyorlarken Alice sıkıntı ile annesine dönmüştü. Ortada bir gariplik olduğunun farkındaydı. Robert'ın kaba bir adam olduğunu biliyordu, eğer bir yere gelmek istemiyorsa, bu kraliçenin daveti olsa dahi ikna edilemezdi. Fakat haber yollayıp gelmeyeceğinin haberini yollardı. Bu sessizliğin iyiye işaret olmadığını hissediyordu.

"Anne, özür dilerim ama ben burada daha fazla kalamayacağım. Kötü bir şey oldu, hissediyorum. Robert gelmeyecek olsa haber yollardı. O gelmese bile Logan gelirdi. İkisinin birden ortadan kaybolması iyiye işaret değil."

     Annesi Catherine sıkıntıyla dudaklarını sıkıp başını sallamıştı. Alice ile aynı endişeyi paylaşsa dahi dillendiremiyordu. Durumun alışılagelmişin dışında olduğunun o da farkındaydı.

"Elbette, gitmek istiyorsan gidebilirsin. Fakat ben bir şey olduğunu sanmıyorum. Robert'ın son zamanlarda ne kadar meşgul olduğunu sen söylüyordun, belki de işi çıkmıştır."

"İşi çıksa birini yollayıp gelemeyeceğini söylerdi anne. Robert'ın tarzı bu değil. Kesin yolunda gitmeyen bir şey var, biliyorum."

     Bununla birlikte Alice ayağa kalkmıştı. Kapıdan hole doğru seslenip Stuart'a arabayı hazırlamasını söylemişti. Geri döndüğünde herkes endişeli gözlerle onu izliyordu. Alice, kutlama akşamını böyle bir şeyin içine sürüklediği için kendini kötü hissetse de öylece olduğu yerde durup bekleyemeyeceğinin farkındaydı.

"Hepinizden çok özür dilerim, bu akşamı en kısa zamanda telafi edeceğiz, söz veriyorum." 

     Stuart arabalarını hazırlarken evdekilerle vedalaşıp kadife pançosunu üzerine giymişti. Princeton köşkünden Riverwood'a giden yol ona her zaman uzun geliyordu. Fakat o akşam adeta bitmek bilmemişti. Büyük bahçe kapısından geçip çakıl yolda durduklarında Alice Stuart'a alelacele teşekkür etmiş ve geri yollamıştı. Mermer köşke çıktığında, ortalıkta kimse yoktu. Womack ve Dorothy'i mutfakta bulabileceğini düşündü. Holde ilerleyip mutfağa giden koridora dönmüşken, sesini işiten Womack ve Dorothy eşikten çıkıp yanını bulmuşlardı.

"Hanımefendi, hoş geldiniz. Sizi bu akşam daha geç bekliyorduk."

"Robert nerede Womack? Bir sorun mu var ?"

     Sorusu hem Womack'i hem de Dorothy'i şaşırtmıştı. İkisi de önce ne olduğunu anlamadan birbirlerine bakmış, sonrasında Alice'e dönmüşlerdi.

"Efendim, beyefendi Bay Dudley ile birlikte evden çıkalı bir hayli oluyor. Biz sizinle birlikte olduklarını sanıyorduk."

"Sana nereye gittiklerini söylemedi mi ?"

"Hayır, sadece akşam yemeği için ailenizle olacağını biliyorum."

     Duydukları Alice'in canını daha fazla sıkmıştı. Ne yapması gerektiğini bilmiyordu. Tüm Londra'yı gezip Robert'ı arayamazdı. Fakat olduğu yerde hiçbir şey yapmadan beklemek içindeki huzursuzluğu körüklemekten başka bir işe yaramıyordu.

"Lütfen endişelenmeyin, belki de beyefendinin işi çıktığı için geç kalmıştır."          

"Dorothy, Robert geç kalmaz, bunu benden daha iyi biliyorsun."

     Robert'ın hiçbir yere geç kalmadığı sadece Dorothy'nin değil, onu tanıyan herkesin bildiği bir gerçekti. Robert Doyle düzeni ve dakikliği ile tanınırdı. Tam bu olarak bu yüzden, haber vermeden katılacağı yere neredeyse iki saat geç kalması o an üçünü de endişelendiriyordu.

     Dorothy ve Womack, Alice'i yalnız bırakmamaları gerektiğinin farkındalardı. Hep birlikte salona geçtiklerinde, genç kız koltuklara oturmak yerine pencerenin önüne dikilip omzunu mermer kemere dayayarak bahçeyi izlemeye koyulmuştu. Dorothy'nin getirdiği suyu içerek teşekkür etmişti, kadın oturmasını teklif etse dahi pencerenin kenarından ayrılamıyordu.

     Kollarını bağlamış, olduğu yerde bahçeyi izleyerek ne kadar beklediğinin farkında değildi. Sonunda, büyük demir kapıdan Nolan'ın kullandığı at arabası içeri girdiğinde adeta olduğu yerde sıçramıştı.

"Dorothy, Womack, Robert geldi !"

     Hizmetçileri olan yaşlı çifte seslense dahi onları beklemeden adeta koşarak salondan çıkmıştı. Üşüdüğü için Dorothy'nin omuzlarına örttüğü şal savrulup holde üzerinden düşmüştü. Bir arkasını döndüyse de umursamadı. Hızlı adımlarla verandaya çıkıp merdivenleri indiğinde, Robert ve Logan arabadan iniyorlardı.

    Ay ışığı ve bahçede yanan meşaleler etrafı aydınlatsa da, Alice uzaktan sadece siluetleri ayırabilmişti. Arabanın yanına vardığında ise Robert'ın yüzünü tamamen seçebiliyordu. Adamın gözünün altı morarmıştı, burnunda kurumuş kanının kalıntıları duruyordu. Kanayan dudağındaki yara ise kapanmamıştı, Alice kesiği net bir şekilde görebiliyordu.

"Tanrı aşkına Robert, ne oldu böyle ?"

     Yüzü yara içinde olan adam öfkeyle adeta burnundan soluyordu. Onu süzen gözlerinin içinde adeta kızgın bir ateş alev almıştı. Alice Robert'ın bu halini belki de herkesten daha iyi tanıyordu. Korku daha o an yüreğine çöreklenmişti.

"Ne olduğunu bana sen anlatacaksın."

     Yutkunmak zorunda kalmıştı. Onu bu kadar kızdıracak ne yapmış olduğunu bilmiyordu. Gözlerini olanları açıklaması umuduyla kocasının bir adım arkasında duran Logan'a çevirmişti. Fakat o da dudaklarını sıkarak başını iki yana sallamanın dışında herhangi bir şey yapmamıştı.

"Bu akşam kimseyi görmek istemiyorum."

     Robert katı ve tok sesiyle emrini vermişti. Adamın bu halinden Riverwood'daki herkes korkuyordu. Herhangi bir şey diyememişlerdi. Parlayan siyah gözleri Alice'in üzerine döndüğünde ise, genç kız titrememek için elbisesinin eteklerini kavramıştı.

"Sen benimle geliyorsun."

     Adamın sesi öylesine korkutucuydu ki, sadece Alice'in değil etrafındaki herkesin tüyleri ürpermişti. Aralarından sıyrılıp ilerlediğinde, ne olduğunu anlamak istercesine birbirlerinin gözlerinin içine bakıyorlardı. Logan olduğu yerde ilerleyip Alice'in yanını bulmuştu. Eğilip kızın kulağına usulca fısıldadı.

"Üzerine gitme, alttan almaya çalış. Öfkesi sana değil, biraz sonra yatışacaktır."

"A-ama ben bir şey yapmadım."

"Alice! "

     Robert köşkün basamaklarını tırmanırken olduğu yerde duraklayıp öfkeyle adını haykırdığında sesi tüm Riverwood'da yankılanmıştı. Alice, vakit kaybetmeden onu takip etmesi gerektiğini biliyordu. İliklerine kadar korksa dahi, dediğine uymamak Robert'ı daha çok öfkelendirecekti.

     Bununla birlikte Logan'ın kolunu sıkıp arkasını dönerek mermer köşke yürümüştü. Robert'ın salona geçtiğini seçebiliyordu. Merdivenleri tırmanıp hole çıktığında, olduğu yerde durup bir müddet bekledi. İçine derin bir nefes çekip kendini biraz olsun topladığında, salona ilk adımını atmıştı.

     Eli yüzü yara bere içinde olan Robert girişteki deri koltukta oturuyordu. İçeri girdiğinde başını kaldırıp ona doğru bakmıştı. Gözlerinde parlayan öfke öyle kuvvetliydi ki Alice adım atmaya dahi çekiniyordu.

"Sana sorduğumda bana neden o adam olduğunu söylemedin ?"

     Hiçbir şey anlamamıştı. Kimden ve neyden bahsettikleri hakkında en ufak bir fikri yoktu.

"Hangi adam? Ne-neyden bahsediyorsun ?"

     Robert cevap vermek yerine içini çekerek ayağa kalkmıştı. Ellerini saçlarının arasında gezdirmiş, sonrasında ise tekrar Alice'e dönmüştü. Sakin kalmak adına tüm gücünü harcıyordu.

"O akşam yanına gelen adamın Dustin Clarence denilen o piç kurusu olduğunu neden söylemedin ?"

     İşte şimdi Alice için her şey açıklığa kavuşmuştu. Adamın yüzündeki yaralar, öfkesi ve asabiyeti anlam kazanmıştı. Fakat korkusu dinmiş değildi, dili damağı hala kupkuruydu.

"Başını belaya sokmandan korktum."

     Sözleri Robert'ı sakinleştirmemiş, bilakis daha fazla kızdırmıştı. Burnundan soluyarak ilerleyip üzerine yürümüştü. İşaret parmağını, elinde olmadan bir adım geri çekilen Alice'e doğru sallıyordu.

"Bu akşamdan itibaren attığın adımdan dahi ilk benim haberim olacak."

"Robert-"

"Daha fazlasını duymak istemiyorum! Madem kendi içinde ne yapman gerektiğine karar veremiyorsun, bundan sonra böyle olacak !"

     Robert'ın sesi öylesine gür ve yüksek çıkmıştı ki, sırtını ahşap kapı kirişine veren Alice olduğu yerde sıçramıştı. Ellerinin titremeye başladığını hissediyordu, korkuyla eteğini kavramıştı.

"Be-ben kötü bir şey ya-yapmadım."

"Ah tabi, hiç kötü bir şey yapmadın! Benim bugün neler duyduğumdan haberin var mı senin?!"

"Robert-"

"O beş para etmez piçin insanların arasında bana neler dediğini biliyor musun?!"

     Alice gözlerinin dolduğunu hissediyordu. Kendini tutmak için dişlerini sıkmak zorunda kaldı. Yaptığı şeyin yanlış olduğuna inanmıyordu. O, en başından böyle bir durumun önüne geçmek istemişti.

"Eğer o a-akşam sana sö-söyleseydim o a-damı öl-öldürürdün."

"Şimdi öldürmeyeceğimi mi sanıyorsun ?!"

"Ro-robert lüt-"

"Öldürmeyeceğimi mi sanıyorsun ?! Öldüreceğim, yemin ederim ki o adamı öldüreceğim !"

     Alice daha fazla kendini tutamamıştı. Titrese bile ağlamıyordu, fakat dudaklarından inleyen bir isyan yükselmişti.

"Ta-tanrı aşkına bağırma! Be-be-beni ko-korkutuyorsun !"

     Robert adeta öfkeyle kendini kaybetmişti. Alice'in titreyen sesi olmasa bağırdığını dahi hissetmiyordu. Elini indirerek geriye doğru bir adım attı. Kısa ve dalgalı olan saçlarını karıştırdıktan sonra tekrar içini çekmişti. Siyah gözleri nefes nefese olan Alice'i bulmuştu. Sıkışmışçasına sırtını kapı kişine yaslamış, eteklerini tutarak onu izleyen karısını ne hale soktuğunu henüz fark etmişti. Mavi gözleri dolmuştu, titrememesi için dudaklarını sıkıyordu. Ellerini kaldırarak yavaşça ona doğru yaklaştı. Bir an öncesinin aksine sesini sakin tutmaya çabalıyordu.

"Tamam, özür dilerim. Korkma, korkacak bir şey yok."

     Robert önce Alice'e yaklaşıp omuzlarına dokunmuş, sonrasında ise yavaşça kendine çekmişti. Kızın yaprak gibi nasıl titrediğini o an kollarının arasındayken daha iyi anlamıştı. Sırtını okşarken Alice başını kaldırıp gözlerini ona çevirmişti. Bir müddet hiçbir şey demeden, baktıkça sanki kendi canı yanıyormuş gibi yüzünü izlemişti. Parmağıyla elmacık kemiğinin üstündeki yaraya dokunduğunda dudaklarından kısık bir inleme çıkmıştı. Korkan Alice elini hızla yüzünden çekmiş, kollarının arasından çıkmıştı.

"Koltuğa otur, yüzünü temizlememiz gerek."

     Alice bununla birlikte salondan çıkmıştı. Yatak odalarından temiz bir mendil almış, mutfaktaki kâselerden birine su doldurmuştu. Salona tekrar girdiğinde, Robert tıpkı söylediği gibi koltuktaydı. Yanına oturduğunda elindeki su dolu kâseyi önlerindeki masanın üzerine bıraktı. Koluna yavaşça dokunduğunda Robert elini uzatarak mendili istemişti.

"Bana ver, kendim temizlerim."

     Bıkkınlıkla içini çeken Alice oturduğu yerde adama sokulup yüzünü kavramıştı. Onun sıklıkla yaptığı gibi çenesine dokunmuş, yüzünü kendine çevirmişti. Elindeki mendili suya sokup tek eliyle sıkmıştı. Yanağının üzerindeki yaradan başlayarak yüzünü temizlemeye koyulmuşken aynı zamanda kendini açıklıyordu.

"O adam sana ne anlattı bilmiyorum. Ama ben seni üzecek, adını lekeleyecek hiçbir şey yapmadım. Ettiği tüm saygısız laflara karşılık karşıma çıkmamasını söyledim, hepsi bu." 

"Sorun söylediği laflar değil Alice, sorun benim tüm bunları bu aşamada öğreniyor olmam. O piç zehir saçan bir yılan gibi, anlattığı her bir kelimenin yalan olduğunun farkındayım. O akşam, orada bana olanları söyleseydin bugün bunlar belki de hiç yaşanmayacaktı."

"Korktum, kendine zarar vermenden, başını belaya bulaştırmandan korktum. Eğer hatam buysa, özür dilerim."

     Elindeki mendil kan olmuştu. Kâseye sokup tekrar sıktığında Robert bakışlarını ondan kaçırıyordu.

"Yakında bu sorunu tamamen çözeceğim."

     Burnuna biriken kanı silen Alice Robert'ın ses tonundan rahatsız olmuştu. Adamın öfkesi ayrı, sakinliği ayrı korkutuyordu.

"Bu ne demek şimdi ?"

"Onu kılıç düellosuna çağıracağım. Bu iş ikimizden biri ölmeden bitmeyecek, en makul yol bu."

     Alice adamın sözlerine şaşırmamıştı. Kocası tam da böyle bir adamdı, biliyordu. Fakat bunu bilmesi öfkesinin önüne geçmemişti. Burnundaki kurumuş kanı sildikten sonra mendili tekrar su dolu kâsede ıslamıştı. Dudağındaki hala kan sızan yarayı silerken canını yakmak için bilerek bastırıyordu.

"Seni uzaktan görenler aklı başında bir adam sanıyor, ne yazık."

"Alice! Bastırma şunu, acıyor! "

"Böyle bir şey yapmayacaksın, duydun mu beni? "

"Bu senin verebileceğin bir karar değil."

     Alice geri çekilmiş, elindeki mendili Robert'ın üzerine fırlatmıştı. Her şeyden sonra Robert'ın bu kadar vurdumduymaz olmasına katlanamıyordu.

"Eğer dediğini yaparsan yemin ederim senden boşanırım."

"Alice, çocuklaşma."

"Ben mi çocuklaşıyorum? Sen evli olduğunun bile farkında değilsin. Bugüne kadar arkanı düşünmeden tek başına yaşamışsın ama artık sorumlulukların var."

"Farkındayım. O yüzden bunu ikimizin de iyiliği için yapacağım."

     Robert üzerine attığı mendili alıp kanayan dudağını silmeye başlamıştı. Bir yandan da göz ucuyla onu izliyordu. İtiraf etmese dahi Alice'in tepkisinden çekinmişti.

"Benim iyiliğimi falan düşündüğün yok. Düşünsen böyle saçmalamazsın."

"Alice."

"Ben babamı kaybettim, öldü. Sana da bir şey olursa ne yapacağım? Hiç aklına geldi mi? "

     Ben babamı kaybettim dediğinde Alice'in sesi titremişti. Bununla birlikte Robert elindeki mendili kâseye bırakıp yanağını kavramıştı, konuşurken üzerine eğiliyordu.

"Alice, bana bir şey olmayacak."

"Nereden biliyorsun? O gemideyken babamın da öleceğini düşündüğünü sanmıyorum. Yine de birbirimizi tekrar göremedik."

     Alice Robert'ın yanağındaki elini kavramıştı. Babasını anmak onu her seferinde kötü etkiliyordu. İçini çekerek kendini tuttu. Kendini biraz daha iyi hissettiğinde gözlerini kaldırabilmişti.

"Bana söz ver, böyle bir şey yapmayacaksın."

"Alice-"

"Söz ver dedim."

     Robert, kız gözlerinin içine böyle bakarken karşı koyamayacağını biliyordu. Bu uzun zamandır alışık olduğu bir histi. Alice'in aurasına kapıldığında, kızın sözleri etrafını saran hoş bir büyüye dönüşüyordu. Dustin 'den kurtulma fikrini aklından tamamen çıkaramazdı, fakat bir müddetliğine erteleyebilirdi. Başını sallarken üzerine doğru eğildi, dudaklarını öpüp fısıldamıştı.

"Söz."

     Alice bununla birlikte gülümsemişti. Islak mendili alıp Robert'ın yüzünü dikkatlice sildikten sonra birlikte yatak odalarına çıkmışlardı. Floransa'dan döndüklerinden beri ikisi aynı yatağı paylaşıyordu. Yakında, Alice'e ait olan bölmeyi tıpkı önceden olduğu gibi sadece kıyafetleri için ayıracaklardı.

     Robert yataklarının ucuna oturmuş, yanına çektiği kül tablası ile sigarasını içiyorken Alice üzerini değiştirmişti. Korsesi olmayan, ön tarafı düğmeli elbisesini kendine ait olan bölmene çıkarmıştı. Geceliği ile odaya girdiğinde, ilerleyip önünde birleştirdiği kollarını aralayarak Robert'ın kucağına oturmuştu.

"Bugün Eva ve Jane' e İtalya'da tekrar evlendiğimizi anlattım."

     Robert gülümsemişti. Elindeki sigarayı kül tablasına bırakıp kollarıyla Alice'i sarmıştı.

"Uzun süre sessiz kaldın, İtalya'dayken her şeyi anlatan bir mektup yollamanı bekliyordum."

"Anlatacağım tabi, o kadar güzeldi ki."

"Sanki biraz abartmıyor musun? Hiç tanımadığımız bir yerde tekrar evlendik, hepsi bu."

     Robert bu sözlerin Alice'i kızdıracağını bilerek söylemişti. Sırıtmamak için dudaklarını sıkıyordu. Karısı dirseği ile karnını dürttüğünde dudaklarından kısık bir inleme çıkmıştı.

"Robert, bu kadar ruhsuz olamazsın."

     Kıkırdayarak kucağındaki kızın dudaklarına sokulup öpmüştü. Robert bu anları kızı ilk gördüğü günden beri hayal ediyordu. Umudunun kırıldığı zamanlar olmuştu; kendine kızdığı, pes etmenin eşiğine geldiği. Fakat o an, Alice'i kollarının arasında tutuyorken hissettikleri hayallerini aşıyordu.

"Merak etme, bir ruhum var. Ona her gün işkence çektiriyorsun; bazen sevginle bazen şiddetinle."

     Alice geri çekildiğinde yüzünde muzip bir ifade vardı. Robert'ın yanağındaki yarasını okşarken aynı zamanda alt dudağını ısırıyordu.

"Bugün kızlarla konuşuyorken, ileride çocuklarımızla birlikte büyük bir ailemiz olacağını söyledim."

"İyi yapmışsın, ama içimden bir ses bunun altından bir şey çıkacağını söylüyor."

"Hayır, kötü bir şey yok. Sadece... Jane bana çocuk yapmayı bilip bilmediğimi sordu."

     Robert Alice'in bu halini biliyordu. Yanakları yavaşça kırmızıya dönmüştü, utanıyordu. Fakat başını hafifçe eğmiş, alttan alta ona bakıyorken dişlerini dudağına geçirmiş, sırıtıyordu; yaptığı yaramazlığın farkında olan küçük bir çocuk gibiydi.

"Peki ya sen ne dedin ?"

"Bildiğimi söyledim. Artık çocuk nasıl yapılır biliyorum."

     Robert bıyık altından belli belirsiz gülümsemişti. Kucağındaki Alice'in belini kavrayıp kaldırmış, sonrasında ise yavaşça yatağa atmıştı. Bununla birlikte kıkırdayan Alice olduğu yerde doğrulmuşken, o üzerindeki gömleği çıkarıyordu.

"Demek çocuk yapmayı biliyorsun."

     Alice yatakta geri geri gidiyorken sırıtarak başını sallamıştı. O bu hali Robert'ı hiç olmadığı kadar baştan çıkarıyordu. Elindeki gömleğini yere savurup yatakta Alice'in bacaklarının arasına sızmıştı. Dudaklarını öpüyorken aynı zamanda mırıldanıyordu.

"O halde senden öğrenmem gereken çok şey var."

*  *  *

     Alice, kulağına çalınan kumaş hışırtıları ile birlikte ürpererek uyanmıştı. Üşüdüğünü hissediyordu. Üzerindeki kalın, pamuklu yatak örtüsü açılmıştı. Çıplak gövdesinin ortada olduğunu fark ettiğinde bacaklarını karnına çekip sarıldığı örtünün içinde adeta kaybolmuştu.

     Robert çoktan uyanmış, üzerini giyiniyordu. Yeleğinin düğmelerini iliklerken Alice ile göz göze gelmişlerdi. Robert, sabahları, özellikle de uyandığı ilk anda suratsız ve huysuz olurdu. O sabah, aynı durum Alice için de geçerliydi.

"Günaydın."

"Ben İtalya'ya geri dönmek istiyorum."

"Neden? " 

     Alice omzunu silkmişti. Eliyle kollarını ovup ısınmaya çalışıyordu.

"Burası soğuk, üşüyorum."

     Robert, akşam divana bıraktığı ceketini giyerken yanına gelmişti. Saçlarını okşamış, parmaklarını yüzünde gezdirmişti. Kızın yanakları tıpkı şikâyet ettiği gibi soğumuştu.

"Womack'e söylerim, şömineleri yakar.

     Alice yatağın içinde yavaşça başını sallamıştı. Komodinin üzerinde bıraktığı sigara tabakasını cebine yerleştiren Robert yatak odasından çıktığında, o hala arkasından bakıyordu. İtiraf etmese dahi, Robert'ın bu haline alınmıştı. Ne beklemesi gerektiğini bilmiyordu. Robert böyle bir adamdı, bu yeni karşılaştığı bir durum değildi. Yataklarının ayrı olduğu zamanlar ona günaydın demeye bile tenezzül etmediği olmuştu.

     Fakat o an, Alice için her şey farklıydı. Tanıştıkları ilk andan beri mesafesinden ve hoyratlığından yakındığı Robert'ın sıcak yüzünü artık biliyordu. Şımarıklık olarak görüleceğini bilse de, daha azıyla yetinmek niyetinde değildi. Robert'ın ilgisini seviyordu; dokunuşunu, kulağına fısıldadığı sözleri, sıcak dudaklarını. O sabah, soğuk yatakta tek başına uyanmak hoşuna gitmemişti.

     Söylenerek yatağından kalkıp hazırlanmıştı. Yanına gelen Dorothy elbisesini giymesine yardım etmiş, saçlarını tarayıp sıkıca örmüştü. Salona inmesinden kısa bir süre sonra, Jeremy ve Logan da ona katılmıştı.

"Dün akşam kötü bir şey olmamıştır umarım."

"Hayır, sadece esip gürledi, Robert'ı tanıyorsun."

     Logan yavaşça başını salladığında, kucağındaki Jeremy'nin gözleri Alice'e dönmüştü. İkisi farkında olmasa dahi küçük çocuk söylenenleri idrak edebiliyordu. Fakat nasıl yorumladığı konusunda karışıklıklar vardı.

"Robbie amca gürlüyor mu? Gök gürültüsü gibi mi ?"

"Ah evet Jeremy, Robbie amcanın keşfedilmeyi bekleyen birçok yeteneği var."

     Birlikte, gülüşerek yemek masasına geçmişlerdi. Robert da korudan döndüğünde aralarına katılmıştı. Adam masaya oturduğu an, Jeremy'nin meraklı gözlerinin odağı olmuştu.

"Robbie amca, gürlesene !"

     Logan kendini tutamayıp gülmüştü, çaylarını döken Dorothy de onlara katılmıştı. Hala adama bozuk atan Alice ise herhangi bir tepki vermemişti.

"Bu nereden çıktı şimdi ?"

"Alley (Alice) senin gürlediğini söyledi! Tıpkı gökyüzü gibi !"

     Robert yanı başına dönerek soran gözlerle ona baktığında, Alice istifini hiç bozmamıştı. Tüm dikkatini önündeki tabağa vermiş, kurutulmuş etini dilimliyorken üzerine eğilen adamın sesi kulağına çalınmıştı.

"Çocuğa ne anlatıyorsun Alice ?"

"Seni. Sadece seni anlatıyorum."

     Bu, kahvaltı masasındaki son konuşmaları olmuştu. Alice'in yüzü asıktı ve tavrı asabiydi. Robert kızı neyin sinirlendirmiş olabileceğini kestiremiyordu. Fakat tavrının ona karşı olduğu anlamıştı. Masadaki herkesle konuşurken ona tek bir kelime dahi etmemişti, dahası bakışları üzerine dahi dönmüyordu.

     Her zaman olduğu gibi, masadan ilk kalkan Robert olmuştu. Herkese afiyet olsun dedikten sonra çalışma odasına çekilmiş, yığılan evraklara göz atmıştı. Saat tam sekize geldiğinde, elinde çay tepsisi ile Womack kapıda gözükmüştü.

"Womack, Alice nerede ?"

"Hanımefendi salondalar efendim. Bay Dudley ve oğlu ise müştemilat binasına geçti."

     Yerinden kalkan Robert eşikte durmuş, girmek için iznini bekleyen Womack'in elindeki tepsiden çay fincanını almıştı. Yalnız bulmuşken Alice ile konuşmak istiyordu, kâğıtlar ve hesaplar bir müddet bekleyebilirdi.

"Teşekkür ederim Womack, mutfağa dönebilirsin."

     Birlikte, çalışma odasının olduğu koridordan çıkmışlardı. Holde, Womack mutfağa doğru ilerlerken Robert çift kanatlı ahşap salon kapısının önünde belirmişti. Alice, tıpkı yaşlı adamın dediği gibi salonda, girişteki koltukta tek başına oturuyordu. Onun gibi elinde bir fincan çay vardı. Geldiğini fark ettiğinde, oturduğu yerde ona sırtını dönüp bakışlarını pencereye yöneltmişti.

     Robert, kızın bu tavrına aldırmadı. Elinde fincanı ile oturduğunda, Alice'in mavi gözleri üzerinde gezmiş, sonrasında tekrar bahçeye dönmüştü. Sesindeki kinaye anlaşılmayacak gibi değildi.

"Senin bu saatte çalışma odanda olman gerekmez mi? Halletmen gereken önemli işlerin olmalı."

"Evet, işlerim var ama bu sabah çayımı karımla birlikte içmek istiyorum."

"Demek öyle, beni rutinini bozacak kadar değerli görmen ne hoş."

     Robert çay fincanını önündeki sehpaya bırakıp oturduğu yerde tamamen Alice'e dönmüştü. Tüm ilgisini üzerine vermiş, onu izliyorken uzanıp kolunu okşamıştı.

"Ne oldu? Bir sorun mu var ?"

     Alice umursamaz bir tavırla omzunu silkip çayını içmişti. Hala inatla Robert yerine bahçeye bakıyordu. Adama olan tavrını devam ettirmekte kararlıydı.

"Hayır yok."

"O zaman neden böylesin ?"

     Elindeki fincanı tıpkı Robert gibi sehpanın üzerine bırakıp ona doğru dönmüştü. Dün akşamdan sonra adamın ondan böyle bir tavır beklemediğinin farkındaydı. Fakat o da kendi içinde Robert'a karşı beklentilere sahipti.

"Anlatsam bile beni çocuklukla suçlayacaksın. O yüzden bugün birbirimizle muhatap olmasak daha iyi, kavga etmek istemiyorum."

"Alice, neden kavga edelim? Ortada kavga edilecek bir şey yok ki."

     Alice oturduğu yerde homurdanarak bakışlarını tekrar bahçeye çevirmişti. Farkında bile değil diye düşündü. Robert için her şey o kadar olağandı ki, ortada herhangi bir sorun göremiyordu.

     Alt dudağını dişlerinin arasına almış, kemiriyorken Robert'ın ellerini yüzünde hissetmişti. Parmakları örgüsünden çıkan perçemlerini düzeltip yanağını okşayarak çenesini bulmuştu. Alt dudağını başparmağı ile çekiştirip dişlerinin arasından çıkarmıştı.

"Seni bu kadar sinirlendirecek ne yaptım ?"

"Bilmem, korudaki ağaçlara sor. Onlarla benden daha çok vakit geçiriyorsun."

     Robert hiçbir şey anlamamıştı. Birçok şey duymayı bekliyordu fakat koru ya da ağaçlar bunlardan biri değildi.

"Koru mu? Bu nereden çıktı şimdi ?" 

"Bu sabah beni öpmedin, sarılmadın da. Cüzamlıymışım gibi benden kaçıp koruya gittin."

     Sözler Alice'in ağzından birden çıkmıştı. Kelimeler yankılanıp kendi kulağını bulduğunda fevri davrandığı için pişman olmuştu. Robert'ın onu şımarıklıkla, çocuk olmakla suçlayacağını düşünüyordu. Tüm bunların dışında, adamdan ilgi dilenmek onun için utanç vericiydi. Fakat yine de bu hissin önüne geçemiyordu.

"Sabah seni öpmediğim için mi tüm bu tavır ?"

"Robert eğer sesine uyanmamış olsaydım hiçbir şey demeden kalkıp koruya gidecektin. Ben o yatakta tek başıma uyanmaktan hoşlanmıyorum. Belki bencillik belki de şımarıklık, istediğini diyebilirsin."

     Şaşkın olan Robert herhangi bir şey diyememiş, sadece bakakalmıştı. Alice'in ne anlatmak istediğini görüyordu. Sabahlarını huzursuzluğa sürükleyen şey uyandığında kıza yeterince ilgi göstermemiş olmasıydı. Buna sevinmesi mi yoksa üzülmesi mi gerek kestiremiyordu.

"Belki de ben çok şey bekliyorum. Sonuçta, her zaman gönlümü yapmak zorunda değilsin."

     Alice gözlerini devirmiş, kucağındaki parmakları ile oynuyordu. Aralarında oluşan bu sessizlik onu rahatsız etmişti. İyi ya da kötü, adamın bir şey demesini bekliyordu. Bununla birlikte gözlerini yavaşça kaldırıp kaçamak bir bakış atmıştı. Robert dudaklarını sıkmış, gülmemek için kendini zor tutuyordu. Bunu görmek onu daha fazla utandırmıştı.

"Robert. Bunda gülecek bir şey yok, ben kendimi yanlış anlattım. Bak, sen sabah öyle davranınca ben kendimi..."

     Hararetle konuşup kendini açıklamaya çalışırken, bir anlığına kendini boşa kürek çekiyormuş gibi hissetmişti. Robert hala alaycı bir ifadeyle onu izliyordu. Söylediklerinin bir önemi olmadığını düşünmüştü.

"Çocukça davrandığımı düşünüyorsun değil mi ?"

     Robert oturduğu yerde ona doğru yaklaşıp kolunu omzuna sarmıştı. Yüzündeki alaycı ifadeyi koruyordu. Aynı zamanda Alice'in örgülü saçını okşamaya başlamıştı.

"Yaptığın hem çocukluk hem de şımarıklık. Gel gör ki, söz konusu sen olunca beni hiçbir şey şaşırtmıyor."

"Hayır, beni anlamıyorsun."

"Anlıyorum Alice. Ama sen de beni tanıyorsun. Tavrım bugüne ait bir şey değil."

     Alice kabul etmek istemediğini gösterircesine omuz silkmişti. Gözlerini devirmiş, Robert'ın yelek düğmesi ile oynuyordu. Adamı değiştiremeyeceğinin farkındaydı fakat en azından isteklerini açıkça belirtebilirdi.

"Beni bugün ilgilendiriyor. Akşam kulağıma beni ne kadar sevdiğini fısıldayıp sabah sanki hiçbir şey olmamış gibi yüzüme bakmadan kaçamazsın."

     Robert belli belirsiz gülümseyerek ona doğru sokulmuştu. Yeleği ile oynayan elini kavrayıp parmaklarını birbirine geçirmişti. Onun iri elinin yanında Alice'in zarif parmakları küçücük kalıyordu.

"Seninle çok işimiz var."

"Öyle mi? Pişmansan boşanırsın olur biter, hiçbir şey için çok geç değil."

     Alice homurdanarak gözlerini devirmişti. Çocuk yerine konmak onu kızdırmıştı, Robert'a olan tavrını devam ettirmeyi düşünüyordu. Eli çenesini bulup başını kaldırdığında göz göze gelmişlerdi. Kocası onu gülümseyerek izliyordu, kendi asabı bozulsa dahi adamı eğlendirdiği açıktı.

"Maalesef, artık birbirimizden kolay kolay kurtulabileceğimizi sanmıyorum."

     Sözleri karısında herhangi bir karşılık bulmamıştı. Birlikte çaylarını içerken sürtüşmeye devam etmişlerdi. Robert, Alice'in naz yaptığını düşünüyordu. Sözleriyle canını okumasına rağmen inatla bir adım geri çekilmemişti. Yüzündeki yaraları okşuyor, gömleğiyle oynuyordu. Aynı zamanda ondan yana şikâyet etmeyi de ihmal etmemişti.

     Çayları bittiğinde Robert çalışma odasına geri dönmüştü. Adam kendini kâğıt işlerine vermişken Alice de Womack ile birlikte bahçeyi dolaşmaya başlamıştı. Dük Armitage'in bahçesine bayılan kız Riverwood için de yetenekli bir bahçıvan tutmayı planlıyordu. Uşağı ile birlikte eksikleri incelerken Robert dışarıda işleri olduğunu söyleyip Nolan'la birlikte evi terk etmişti. Alice bu durumu yadırgamıyordu. Kocası hala ona verilen dük ünvanını resmi olarak alamamıştı. Resmi yükümlülükler ve kâğıt işlerini bitirmesi gerekiyordu.

     Öğleden sonra, saat üç buçuğa varmışken Alice işe giden babasının ona bıraktığı Jeremy ile birlikte kütüphane odasına geçmişti. Kucağına oturttuğu çocukla birlikte piyano çalıyordu. Jeremy'den onunla birlikte şarkı söylemesini istemişti.

Dışarıda, bir rehberi olmadan

Ne çok karanlık yolun içinde kaybolmuştu

Kaybeden elin bedelini bilirim

Tanrının bu kadar merhametli olabileceğini hiç düşünmemiştim

Yeryüzündeki cennetimi buldum

Sen benim sonumdun, ilkim oldun.

Etrafım dostlarımla çevriliyken bile,

Yalnızdım.

Şimdi senin yanımda olduğunu bilerek eve dönüyorum.

Işıklar sönse bile biz varız.

Sen benim yeryüzündeki cennetimsin.

Açlığımsın, susuzluğumsun.

İçimdeki bu sesi hala işitiyorum.

Bazen sen planlar yaparken

Aşk gelip geçer

Birden gelip yüzüne çarptığında anlarsın,

Bu senin kontrolünün dışında

Sevgilim anlamalısın

Sen benim dünyadaki cennetimsin

Başlangıcım ve sonumsun.

Ben içimdeki bu sesi hala işitiyorum.

     Şarkı bittiğinde Jeremy ile birlikte kendilerini alkışlamışlardı. Kucağındaki çocuk büyük bir hevesle piyanonun tuşlarına basıp başka bir şarkı söylemesini istiyordu. Alice bununla birlikte eğilip çocuğun yanağını ardı ardına öpmeye koyulmuşken kapının önünde beliren Womack'i fark etmişti. Yüzündeki ifadeden hoş olmayan bir durum olduğunu anlıyordu.

"Ne oldu Womack? Bir sorun mu var ?"

"Bir misafiriniz var efendim. Kabul etmeyebileceğinizi söyledim fakat sizi görmekte ısrar ediyor."

     Alice şaşırmıştı. Görmek istemeyeceği misafir kim olabilir tahmin edemiyordu.

"Kim peki? " 

"Yolanda Sánchez. Salonda sizi bekliyorlar fakat eğer görüşmek istemezseniz-"

     Alice elini havaya kaldırarak adamı susturmuştu. Kucağındaki Jeremy'i dikkatlice kavrayarak ayağa kalktı. Şaşkındı ve öfkeliydi. Fakat bu durumdan kaçmayı planlamıyordu. Kocasının metresi ayağına kadar gelmeye cüret etmişse, utanması gerekenin kendi olmadığının farkındaydı.

     Hole geldiğinde Dorothy endişe ile onu izliyordu. Alice yaklaşıp Jeremy'i kucağına bırakmıştı. Peşindeki uşak ile birlikte salona girdiğinde, onunkiler gibi uzun ve kızıl olan saçlarını serbest bırakmış, arkası onlara dönük bahçeyi izleyen kadını görmüştü. Yutkunmak zorunda kaldı. Kalbine bir ağırlığın yerleştiğini hissedebiliyordu.

     Bu kadını bana tercih etti.

     Zihnine hücum eden düşüncelerden başını iki yana sallayarak kurtulmaya çalışmıştı. Yavaşça boğazını temizlediğinde, bahçeyi izleyen kadın mavi elbisesinin eteklerini tutarak ona doğru dönmüştü. Yüz yüze geldikleri ilk an, Alice büyük bir şok yaşamıştı. Karşısındaki kadın, Yolanda ile ortak tek özellikleri kızıl saçlı olmaları değildi. Buz mavisi gözleri, dolgun dudakları, ten renkleri; bir insanı diğerlerinden farklı kılan her türlü fiziksel özellikleri birbirine benziyordu.

"Habersiz geldiğim için özür dilerim. Sanırım başka türlüsü mümkün olmazdı."

     Alice kısa bir an ne demesi gerektiğini bilemedi. Şaşkınlık tüm benliğini esir almıştı. Yavaş adımlarla ilerlerken gözlerini karşısındaki kadından alamıyordu. Birbirlerine ikizlermişçesine benzedikleri söylenemezdi. Fakat yine de yan yana geldiklerinde ilk bakışta ikisi de aynı kadın gibi duruyordu.

     Pencerenin önünde ilk kez tamamen yüz yüze geldiklerinde, Yolanda elini ona doğru uzatmıştı. Alice önce kadının eline bakmış, sonrasında ise bakışlarını onu şaşkınlığa sürükleyen yüzüne çevirmişti.

"Yanlış anlama fakat elini sıkmak istemiyorum."

     Tavrı gözlerini deviren Yolanda'yı kinayeli bir şekilde gülümsetmişti. Alice, bakışlarının dahi birbirini anımsattığını düşündü. Bu durum aklını oynatmasına yol açacaktı.

"Peki. Konuşabilir miyiz ?"

     Alice başını sallayarak bir adım geri çekildi, eliyle pencerenin önünde kalan koltukları gösteriyordu. Önden Yolanda ilerlemişti. Aralarına ahşap sehpayı alıp karşılıklı oturduklarında onu takip eden Womack'e doğru dönmüştü.

"Womack, bize iki fincan çay getir."

"Aslında çaya gerek yok, çok fazla kalmayacağım."

     Bakışlarını karşısında oturan kadına çevirmişti. Şaşkınlığı yavaş yavaş yerini dingin bir öfkeye bırakıyordu.

"Lütfen, bunca zaman aynı adamı paylaştık, birer fincan çayı mı paylaşamayacağız ?"

     Sözleri karşısındaki kadını utandırmıştı, görebiliyordu. İşin özünde, Alice ona kızgın bile değildi. Tüm bu olanların sorumlusu olarak Robert'ı görüyordu. En azından adamın bir metresi olduğunu ilk öğrendiğinde hisleri bu yöndeydi. Fakat o an, karşısında oturan kadını izledikçe gerildiğini hissediyordu.

     Bana dokunduğu gibi ona da dokundu.

     Belki onu sevdiğini de söyledi.

     Yutkunmak zorunda kaldı. Düşünceleri zihninde dolaştıkça kadına olan bakışları kinleniyordu.

"Yakında Londra'dan taşınıyorum, öncelikle bunu bilmeni isterim."

"Robert'la olan ilişkinizin beklediğin gibi yürümemesi seni bu karara itmemiştir umarım."

"Hayır, bu fikir aklımda uzun bir süredir vardı. Robert'la karşılaşmamız sadece sürecin yavaşlamasına neden oldu."

     Yavaşça başını salladı. Aynı zamanda hoşnutsuz bir ifade ile karşısındaki Yolanda'yı inceliyordu. Kadının boyu dahi onunla aynıydı, baktığında sadece ondan biraz daha kilolu ve olgun duruyordu. Hatları Alice'e göre dolgun ve kıvrımlıydı. Aralarındaki en belirgin fiziksel fark belki de buydu. 

     Öte yandan, henüz tanışmalarına rağmen kadının üzerindeki vakur havayı fark etmişti. Yüzüne baktığında kaç yaşında olduğunu çıkaramıyordu. En fazla otuz olmalı diye düşündü. Eğer bu şekilde karşılaşmamış olsalar genç yaşta dul kaldığı için üzülebilirdi. O an ise sadece an ve an gerilip kinleniyordu. Robert, daha o sabah çocukluğundan, şımarıklığından dem vurmuşken, karşısındaki kadın oldukça ağır ve sakindi.

     Günün birinde benden sıkılıp ona geri dönebilir. Sonuçta bir kez birlikte oldular.

     Alice içini kemiren düşüncelere hapsolmuşken, Womack telaşla mutfağa girmişti. Dorothy ellerini önünde birleştirmiş, tezgâhın önünde endişeyle onun gelişini bekliyordu.

"Mason, bir terslik var mı? Lütfen kadına saldırmadığını söyle."

     Womack herhangi bir cevap vermeden önce gümüş tepsiyi çıkarıp ocağın yanında duran mutfak masasına yerleştirmişti. Ortam hâlihazırda gerginken gecikip hanımını daha da öfkelendirmek istemiyordu.

"Canını okuduğu kesin, Bayan Doyle'un kesinlikle kendine has bir şiddet yöntemi var."

"Tanrı hepimizi korusun, bu akşam ortalık fena karışacak."

     Womack ocaktan aldığı demlikten süzdüğü çayı fincanlara pay ettikten sonra tepsiyi eline almıştı. Salona girdiğinde, iki kadının arasında ölüm sessizliği hâkimdi. Havadaki gerginlik bir ip gibi asılı duruyordu. Çaylarını ahşap sehpanın üzerine bıraktıktan sonra geri çekilmişti.

"Başka bir arzunuz var mı Bayan Doyle ?"

"Teşekkür ederim Womack, çıkabilirsin."

     Nasıl isterseniz diyen Womack salondan çıktığında, Alice'in gözleri tekrar Yolanda'nın üzerine dönmüştü. Geçen her an, kadına katlanmasının zorlaştığını fark ediyordu. Çayından bir yudum alarak söze girdi.

"Buraya bana taşındığını haber vermek için mi geldin? Eğer öyleyse boşuna zahmet etmişsin. Varlığın hiçbir zaman ilgi alanıma girmedi."

"Çünkü varlığım hiçbir zaman senin için tehlike arz etmedi, endişelenmemen gayet normal. Buraya gelme sebebime gelirsek, dediğim gibi taşınıyorum. Gitmeden önce hem Robert'a hem de sana bir iyilik yapmak istedim. Ortada bir yanlış anlaşılma olduğunu düşünüyorum, bunu ancak konuşarak çözebiliriz." 

     Yolanda'nın sözleri Alice'i hem öfkelendirmiş hem de şaşırtmıştı. Kadının buraya neden geldiğini bilmiyordu, ilk aklından geçen onu huzursuz etmek istemiş olabileceğiydi. Kocası ile ilişkisi neredeyse herkesin dilindeyken ortaya nasıl bir yanlış anlaşılmanın çıktığına akıl erdiremiyordu.

"Sevgili Yolanda, ben Robert'ın nikâhlı karısıyım, sen ise metresisin. Yanlış anlama, bu durum için seni suçlamıyorum. Fakat durum bu kadar basitken, neyi yanlış anlamış olabileceğimi bilemiyorum."

"İşte tam da burada hata ediyorsun. Ben Robert'ın metresi değilim, emin olabilirsin. İkimizin arasındaki şeyin adını koyamam, ama böyle bir ismi hak etmediği kesin."

     Alice elindeki çay fincanını sıkmaya başlamıştı. Sıcaklığı ya da kırılabileceği umurunda değildi.

"Ne o? Yoksa kocam sana mı âşık? Aranızda büyük bir aşk hikâyesi mi var ?"

"Hayır, maalesef. Robert bir kadına âşık evet, fakat bu ben değilim."

"Öyle mi? Kimmiş peki? Aramıza bir üçüncü mü katıldı ?"

      Alice'in sözleri kadını güldürmüştü. Benim gibi dişlerini göstermiyor diye düşündü, sadece tebessüm ediyor.

"Robert sana âşık Alice. Yalan söylememe gerek yok, bunun böyle olmamasını isterdim. İçinde bulunduğumuz duruma gelme sebebimiz Robert'tan etkileniyor olmam. O güçlü bir adam, biliyorsun. Tanıştığımız ilk andan itibaren ilgisini üzerime çekmek istedim. Belli bir noktada başarılı da oldum. Mahkemesinin olduğu dönemdi. Ne kadar mutsuz oluğunu çok iyi hatırlıyorum."

     İçini çeken Alice o günleri kısa bir an anımsamıştı. Söylediklerinin haklılık payı vardı, mahkemesi devam ettiği süre boyunca Robert gergin ve mutsuzdu. Aralarındaki kavgalar, anlaşamamaları, güvensizlikleri de eklenince ortaya tıpkı kadının tarif ettiği gibi bir manzara çıkıyordu.

"Anılarınızı anlatacaksan kısa kes. Başardın, Robert beni aldattı. Bunun için bir mükâfat istiyorsan sana yardımcı olamayacağım."

"Benim de söylemek istediğim bu; kocan seni aldatmadı. Yalan söylemeyeceğim, bu konuda istekliydi. İlgisini çekmeye çalışan bendim fakat bir ilişkimiz olsun isteyen oydu. Kabul ettim ve görüşmeye başladık. Konuştuk, sohbet ettik, birbirimize vakit tanıdık. Robert seni aldatmaya kararlıydı, bunu istiyordu. Yine de, bir adım öteye gitmekte tereddüdü vardı.  Gecelerce sohbet edip aynı yatakta uyuduk. Bana sarıldı, öptü. Ama hep orada kaldı, sanki bir şey onu tutuyor gibiydi."

     Duyduklarından sonra ne hissetmesi gerektiğine karar verememişti. Yolanda, Robert'ın onu aldatmadığını söylüyordu. Bunun için çabalamış olsa dahi becerememişti. Böyle bir habere sevinmeli yoksa üzülmeli mi bilemiyordu. Adamın karşısındaki kadına sarıldığını düşünmek dahi canını yakmaya yetmişti.

"Anılarınızı dinlemek istemediğimi söylemiştim."

"Ortada anlatılacak bir anı yok Alice. Aranızda ne oldu bilmiyorum, fakat Robert senin boşluğuna beni koymak istedi. Kalıpların birbirine uyacağını düşündü fakat başaramadı. En başta, onu etkilediğimi, zamanla seni unutacağını düşünüyordum. Fakat bir davette seni uzaktan görünce, ne olup bittiğinin farkına vardım. Zaten kısa bir süre sonra da Robert özür dileyerek benimle görüşmeyi kesti."

     Alice tekrar yutkunmak zorunda kalmıştı. Tüm bunları bir anda sindirmek onun için zordu. Kısa bir an için kendini suçlu hissetmişti. Robert'ı buna onun ittiğini düşünmüştü. Adamın sözleri zihninde yankılanmıştı; Yolundan çekilip seni arkamda bırakmak istedim. Başka bir kadının seni unutturabileceğini düşündüm.

"Artık Londra'da kalmak için herhangi bir sebebim yok. Madrid'e, ailemi yanına döneceğim. Halledilmesi gereken birkaç bürokrasi meselesi var. Robert'tan yardım istedim, elinden geleni yapacağını söyledi. Fakat kulağına gelmesinden çekindiğini biliyorum, bu yüzden her şeyi bir sır gibi yürütüyor. Yine de bu şehirde hiçbir şey uzun süre gizli kalmıyor. Ben, gitmeden önce hem her şeyi açıklığa kavuşturmak istedim. Şanslı bir kadınsın Alice, lütfen kıymetini bil. Bunu zengin ve güçlü bir kocan olduğu için söylemiyorum. Sana geri dönülemez halde âşık olmuş bir adamla evlisin. Bu, dünyada çok az kadının sahip olabildiği bir ayrıcalık."

     Belli belirsiz başını sallayan Alice gözlerini devirmekten kendini alıkoyamamıştı. Ne söylemesi gerektiğini bilmiyordu. Hisleri bir yün yumağı gibi birbirine girmişti. Kendine itiraf etmese bile, Robert'ın onu bir başka kadınla aldatmış olması canını her zaman yakmıştı. Nefretini haykırırken dahi adamın ona olan aşkından eminken, aralarında başka bir kadın olduğunu öğrendiğinde kendini boşluğa düşmüş gibi hissetmişti. Aldatılmak, onun kendine ve Robert'a olan güvenini kırmıştı.

     Aralarında oluşan kısa sessizlikte, Yolanda oturduğu yerde ayağa kalkmıştı. Daha fazla kalamayacağını, ziyaretinden Robert'ın haberi olmadığını söylüyordu. Alice güçlükle de olsa ona teşekkür etmişti. Onu kadına karşı hırçınlaştıran his koyu bir kıskançlıktı. Robert'ın ona dokunduğunu düşünmek karnına kramplar girmesine sebep oluyordu. Fakat aralarında herhangi bir şey olmadığını öğrenmek, onu biraz olsun rahatlatmıştı. Womack kadına bahçedeki arabasına kadar eşlik ederken, o da pencereden gidişini izlemişti.

     Alice, günün geri kalanını yatak odasında tek başına oturarak geçirmişti. Womack'in onun için yaktığı şöminenin sıcaklığında, yatağında uzanmış tavanı izliyordu. Kalbini, olanları, suçluluk duygusunu, Robert'a olan hislerini enine boyuna düşünmüştü. Fakat düşünmek, ona yardım etmek yerine zihninde yeni karmaşalara yol açıyordu. Böyle bir oyunun içinde kimin suçlu olduğuna karar vermek Alice için imkânsızdı.

     Vakit akşam yemeğine yaklaştığında, yatak odasının kapısı çalınmış ve Robert içeri girmişti. Üzerindeki uzun paltoyu çıkarırken ona doğru gülümsüyordu. Elindekini divana bırakıp yanına oturduğunda bacağını okşamıştı.

"Merhaba."

     Alice herhangi bir şey söylememişti, uzandığı yerde öylece bakıyordu. Bir anlığına, adamın yanında Yolanda'yı hayal etmişti; ona böyle sokulup selam verdiğini düşünmüştü. İstemeden de olsa yüzü asılmıştı. Yolanda ona geçmiş anıları getirmişti. Artık Robert'ın onu aldatmadığını biliyordu. Fakat unuttuğu varlığını tekrar aralarına sokmuştu.

"Hala bana kızgın mısın yoksa ?"

     Robert'ın sesiyle birlikte düşüncelerinden sıyrılmıştı. Başını iki yana doğru sallarken aynı zamanda uzandığı yerde doğruluyordu.

"Hayır, değilim."

"Bu halin ne öyleyse? " 

     Alice hiçbir şeyi saklama ya da uzatma niyetinde değildi. Lafları nasıl süsleyeceğini dahi bilmiyordu. O an aklına gelen en iyi fikir her şeyi olduğu gibi anlatmaktı.

"Yolanda bugün buraya geldi."

      Robert'ın böyle bir şey duymayı beklemediği oldukça açıktı. Yüzündeki gülümseme yavaşça silinip gitmişti, şaşkınlığı ifadesinden belli oluyordu. Alice, dikkatlice baktığında adamın utandığını dahi söyleyebilirdi. Her zaman ilgili ve parlak olan siyah gözlerini üzerinden çekerek ondan kaçırmıştı.

"Özür dilerim. Böyle bir durumun içine girmeni istemezdim, bir daha tekrarlanmayacağından emin olabilirsin."

"Bu kadar emin konuştuğuna göre üzerine düşeni yapmışsın sanırım. Yolanda Madrid'e gitmeye hazır mı yoksa ?"

     Robert kısa bir an başını kaldırmış, onunla göz göze gelmişti. Artık emin olmuştu, Robert bulundukları durumdan hoşnut değildi ve utanıyordu. Konuşurken her zaman gür ve kendinden emin olan sesi tonu dahi o an değişmişti.

"Sadece konsolosluktaki evrakları için yardım ettim. Üzüleceğini düşündüğüm için sana anlatmadım, ortada değişen bir durum yok, ben Yolanda ile görüşmüyorum."

     Alice'in konuşmak istediği kadınının taşınması ya da Robert'ın yardım etmesi değildi. Elini uzatıp Robert'ın kolunu kavramıştı, sakinliğini korumak istese de dokunuşu küllenen öfkesinin izlerini taşıyordu.

"Robert, ben o kadını bugün ilk kez gördüm. Sence de açıklaman gereken başka şeyler yok mu ?"

"Her şeyi zaten biliyorsun. Bunun için pişman olduğumu söyledim, özür diledim. Daha fazla neyi açıklayabilirim ?"

" Her şeyi, bana her şeyi baştan açıklayabilirsin. Robert, bugün karşımdaki kadın benim otuz yaşındaki halimdi. Bunun bir tesadüf olduğunu söyleyemezsin."

     Robert usulca iç geçirmişti. Bakışları hala ona karşı çekingenliğini koruyordu. Birlikte oturdukları yatakta batan güneşin son ışıkları üzerlerine yansımıştı. Sessizliğin içini şömineden yükselen ateşin çıtırtıları dolduruyordu. Tüm bu olaylar olmasa, huzurlu bir akşamüstü yaşadıkları söylenebilirdi.

"Anlatılacak pek bir şey yok. Seni unutmak istediğim bir anda karşıma çıktı. Ben de bir gün gittiğinde yokluğunu doldurabileceğini düşündüm, hepsi bu. Yanıldım, hata ettim, özür dilerim. Yolanda ile sadece yüzleriniz birbirine benziyor, ruhlarınız oldukça farklı."

     Alice oturduğu yerde Robert'a yaklaşmıştı. Adamın hala yaralı olan yüzüne dokunduğunda, siyah gözlerinin içine bakıyordu. Pişmanlığı sadece sözlerinde kalmış değildi, bunu hissediyordu. Ellerini dağınık saçlarının arasından geçirip okşadı, parmakları ensesinde geziyordu.

"Bunu neden daha önce söylemedin ?"

"Neyi ?"

"Yolanda her şeyi anlattı Robert, sen beni hiç aldatmamışsın." 

     Robert yüzünde dolaşan ellerine uzanıp önünde birleştirmişti. Gözlerini devirmişken başparmağı ile elinin üzerini okşuyordu. Alice onun bu haline alışık değildi.

"Bu doğru değil Alice, ben seni aldattım. Böyle olmamasını dilerdim fakat oldu. Bundan sonra tek yapabileceğim geleceğimize leke sürmemek."

"A-ama Yolanda bana... Bana hiç birlikte olmadığınızı söyledi. Ona..."

     Yutkunmak zorunda kalmıştı. Kadının söylediklerini hatırladıkça içinde bir şeylerin düğümlendiğini hissediyordu. Bunları konuşmak onun için hiç kolay değildi.

"Ona dokunmamışsın."

"Alice ben o kadınla aynı yatağa girdim. Kollarımın arasına aldım, sarıldım, öptüm. Tıpkı senin gibi, aklımı başımdan almasını istedim. Bana seni unutturmasını istedim. Kalbimi ona açmaya hazırdım. Ama olmadı. Onu her öptüğümde seni hayal ettim. Bana her dokunduğunda senin sıcaklığını aradım. O kadınla sevişmemiş olmam, seni aldatmadığım anlamına gelmez. Keşke böyle olsaydı, kendimi biraz daha iyi hissederdim."

     Alice tüm gün olduğu gibi tekrar yavaşça başını sallamıştı. Duydukları sadece kulaklarından gelip geçmiyordu. Üzüntüsü kelimelerin ötesindeydi. Hala Robert'ın onu aldatmadığı kanısındaydı, adam bir başkasına dokunurken dahi aklında o varken, bunu aldatma olarak görmüyordu. Fakat zihni adeta ona işkence çektirmek için kurulmuştu. Robert ile Yolanda'nın yan yana olan hayali gözünün önüne belirmişti ve gitmek bilmiyordu.

"Tek bir şey soracağım. Sonrasında bu konu tamamen kapanacak."

     Hala elini okşayan Robert gözlerini yavaşça kaldırıp ona çevirmişti. Alice'in mavi gözleri biriken damlalarla parlıyordu. Tek bir damlanın dahi düşmemesi için dudaklarını sıkmıştı. Onun bu hali Robert'a kendini daha kötü hissettiriyordu. Konuşurken, kızın ince sesi titremişti.

"Yolanda'ya da onu sevdiğini söyledin mi ?"

     Robert, sorusu ile birlikte yaklaşıp onu kollarının arasına alarak sıkı sıkıya sarılmıştı. Bir müddet hiçbir şey söylememişti. Alice'in sıcak gözyaşlarının gömleğine değdiğini hissediyordu. Elleriyle sırtını okşayıp yüzünü avuçlarının içine aldı. Eğilip ıslak dudakların öptüğünde, alınlarını birleştirmişti. Birbirlerinin gözlerinin içine bakıyorken, peşini bırakmayan gerçeği boğuk sesiyle kızın dudaklarına fısıldamıştı.

"Ben sadece seni seviyorum, bu hiçbir zaman değişmedi, asla değişmeyecek."

Yazan ; İlknur DUMAN

*  *  *

Yolanda Hanımefendi 🔪

* * *

https://youtu.be/jr1T71yczI0

Biliyorsunuz Alice 19.yüzyılda yaşasa dahi çağının ötesinde şarkılar söylüyor 💁‍♀️Bu bölüm de Beyoncé'den bu şarkıyı tercih etti kendileri 🤷‍♀️ Ben çevirirken tabi ki kırptım biçtim ama şarkının orjinali budur, aslında bir ilahi, çaktırmayın 😸👀

* * *

Selam ! Bu kez fazla uzun konuşmayacağım 👀İşte bölüm, işte olanlar 🤷‍♀️ Gerisini size bırakıyorum, dilediğiniz gibi yorumlayıp taşlayabilirsiniz 😸Tahminime göre finale iki bölüm kaldı, yani 26. bölüm finalimiz olabilir. Olabilir diyorum çünkü bölüm uzunluğundan emin değilim, bu sadece kafamdaki plan. Şimdilik kaçıyorum, tekrar görüşene dek kendinize iyi bakın, kocamaan öptüüm 😽♥️

Bạn đang đọc truyện trên: AzTruyen.Top