Bölüm 21 - "The Duke of Bristol"
Düş
Bölüm 21 – "The Duke of Bristol"
"Hanımefendi, muhteşem gözüküyorsunuz. Bu elbise size çok yakıştı."
Aynanın karşısına geçmiş, yansımasını izleyen Alice Dorothy 'in sözleri ile birlikte dudaklarını sıkarak gülümsemişti. Tam arkasında duran kadın, bir yandan tıpkı onun gibi aynadaki aksini izliyor, bir yandan da giymesine yardımcı olduğu mavi elbisesinin eteklerini düzeltiyordu. Beyaz, saten astar üzerine dikilmiş mavi tül, beyaz çiçek süslemeleri ile birlikte vücudunu sarmıştı, etekleri yere değiyordu.
Kızıl saçlarını ise tıpkı düğününde olduğu gibi ısılmış demir çubuk ile sardırmıştı. Parlak bukleleri omuzundan aşağı dökülürken, Robert'ın hediyesi olan inci tokası ile üst kısmı tutturmuştu. Misk sürdüğü boynuna ise, yine Robert'ın hediyesi olan elmas bir gerdanlık takmıştı. Alice, o akşam alışılmışın dışında bir kılığın içine girdiğini biliyordu. Fakat bu oldukça hoşuna gitmişti.
"Teşekkür ederim Dorothy. Canım kardeşim Eva'nın sıklıkla dediği gibi kabul edilebilir bir şeye dönüştüm sanırım."
Sözleri Dorothy'i güldürmüştü. Mum ışıkları ile aydınlanan yatak odasından birlikte çıkmışlardı. Henüz merdivenlerden alt kata inerken, salonda onu bekleyen Robert'ın söylendiğini duyabiliyordu. Onu gereğinden fazla bekletmişti. Katılacakları daveti yakın dostu Dük Armitage veriyordu. Geç kalmak kocası için kabul edilemez bir seçenekti.
"Womack! Yukarı çık ve Alice'in hazır olup olmadığını kontrol et !"
Adamın gür sesi hol boyunca yankılanırken, Alice gayet aheste bir şekilde salon kapısının önünde belirmişti. Robert girişteki deri koltukta oturmuş, sigarasını içiyordu. Onu gördüğü ilk an, yüzündeki kızgın ifade yavaşça solarak kaybolmuştu. Dudaklarındaki izmariti önündeki sehpada duran küllüğe bırakıp yavaşça ayağa kalkmıştı. Gözlerini bir an olsun Alice'ten alamıyordu.
"Hazırım, çıkabiliriz."
Robert herhangi bi cevap vermemişti. Birlikte köşkten çıkıp ön bahçeye geçtiklerinde arabaları onları bekliyordu. Normalde, kabine geçerken oturmasına Nolan yardım ederdi. Fakat o akşam Robert bu görevi üstlenmiş, kapının önünde onu bekleyip elini tutmuştu. Karşı karşıya oturmaları ile birlikte arabaları hareket etmişti. Atlarının çakıl yolu dövmesi ile birlikte Riverwood'un bahçesinden çıkmışlardı.
Dük Armitage'ın malikânesi Richmond'daydı. Gidecekleri yol Princeton köşküne nazaran daha uzundu. Elbisesinin eteği ile oynayan Alice, Robert'ın gözlerinin üzerinde dolaştığının farkındaydı. Bir müddet hiçbir şey söylememiş, oralı dahi olmamıştı. Küçük camdan dışarıyı izliyorken, başını kısa bir anlığına çevirdiğinde göz göze gelmişlerdi. O an kendine hâkim olamayıp adama çıkışmıştı.
"Ne bakıyorsun ?"
Söylenmesi ile birlikte Robert bakışlarını devirmişti. Dudaklarının kenarı sırıtışıyla kıvrılıyordu.
"Özür dilerim. Çok güzel gözüküyorsun."
"Sonunda dikkatini çekebilmiş olmam ne hoş."
"Dikkatimi uzun zamandır cezbediyorsun. Bu akşama özgü bir durum değil."
Alice'in aklına, neredeyse bir buçuk sene önce ilk kez tanıştıkları o akşam gelmişti. Grangé'da verilen davette, bahçedeki Robert'ın bakışlarını tıpkı o an olduğu gibi üzerinde hissetmiş ve başını kaldırmıştı. Göz göze geldikleri an, Robert elindeki bardağı birine tutuşturup yanını bulmuştu. Etrafındakilere aldırmadan, uzanıp elini öperek kendini tanıtmıştı. Bu, ikisinin hikâyesi için başlangıç noktası olmuştu.
"O akşam karşılaşmasak, ben davete gitmek istemesem ya da sen erken çıksan, birbirimizi görmemiş olacaktık. Her şeyin bu kadar küçük bir ayrıntıda birleşmesi ne garip. Eğer o akşam karşılaşmasaydık, belki de benim yerime başka biri ile evlenmiş olacaktın."
"Kim bilir. Sanırım sen de hala kuzeninin peşinde olurdun."
Benjamin'in bahsi geçtiğinde, Alice'in kalbinin ortasına ince bir sızı yayılıyordu. Elinde olmadan içini çekti. Kuzeni ile bir geleceği olmayacağını kabul etmesi oldukça uzun bir zaman almıştı. Arkasında bıraktığı bu sızıyı atlatması daha da uzun sürecek gibi duruyordu.
"Benjamin'e âşıktım, evet. İçinde hiçbir kötülük barındırmayan, saf bir histi. Tek başıma yaşamama rağmen gözü kapalı bir şekilde ona sadıktım. Sana karşı içimde en ufak bir his filizlense, kendime yakıştıramayıp yok ediyordum. Çünkü kendimi Benjamin'e âşık olduğuma ikna etmiştim. Ona âşıkken başka bir adamdan hoşlanma fikrine tahammül edemiyordum."
Robert'ın dudaklarında kinayeli bir gülümseme yayılmıştı. Karısının sözleri adeta diken gibi tenine işliyordu.
"Ne onurlu bir davranış."
"Öyle elbette. Karşılık beklemeden birine sadakatle bağlı olmak; bunu senin gibi şehvetin peşinde sürüklenen birinin anlamasını beklemiyorum."
Sözlerine karşılık, Robert ceketinin iç cebine uzanıp tabakasını çıkararak sigarasını yakmıştı. Bacaklarını üst üste atarak arkasına yaslanıp dumanını uzun uzun içine çekti. Kısık gözleri küçük camdan dışarıya bakıyordu.
"Başka bir kadına neden gittiğimi hiç sorguladın mı ?"
Alice ne diyeceğini bilemedi. Böyle bir soruyu beklemiyordu. Kocasının kendine bir metres edinmesini sadece cinsel dürtülerine ket vuramadığı için olduğunu düşünmüştü. O an, sorusuyla birlikte aklına başka ihtimaller belirmişti. Takındığı umursamaz tavır, hınçla çıkan sesiyle birlikte bozulmuştu.
"Ne o? Yoksa ona da mı âşık oldun ?"
Robert'ın yüzüne yayılan kinayeli ifade ile birlikte, Alice söylememesi gereken bir şey söylediğini fark etmişti. Aptal! Aptal! Neden susmazsın ki? Kendi kendine kızarak durumu toparlamaya çalıştı.
"İflah olmaz bir aptalım. Beni ne ilgilendirir ki? Sonuçta ben senin sevgilin ya da karın değilim, öyle değil mi? Sadece bir süreliğine aynı evi paylaşıyoruz."
Robert, Alice'in bu söylediklerini hatırlıyordu. Bir ya da iki ay önce verandada otururlarken kıza bu şekilde çıkışmıştı. Sigarasını parmaklarının arasına alarak içini çekti. Söylemiş olduğu tüm bu keskin sözlerin, aralarına soktuğu bir başka kadının sebebi aynıydı. Robert, uzun bir süre boyunca kızın gülüşünden dahi ümitlenmiş, bir gelecekleri olabileceğine inanmıştı. Fakat Alice'in hastalanıp yataklara düşmesi, onun için her şeyi değiştirmişti. Saplantısının kızı ne hale getirdiğini tüm çıplaklığı ile görmüştü. Alice'in Benjamin'e âşık olduğunu güç de olsa kabullenmiş ve içine girdiği bu üçgende kendini geri çekmişti. Karısının şikâyet ettiği bu durum, Robert'ın onu arkasında bırakma çabasıydı.
Kendi kendine düşüncelere dalmışken, sigarasını dudaklarına götürmüştü. İçine derin bir soluk çekip dumanını dışarı bıraktı. Gözleri Alice'in üzerinde gezerken belli belirsiz gülümsüyordu.
"Çok güzelsin. Bu akşam başka bir şey hakkında konuşmak istemiyorum."
O ana kadar öfkeyle adamı süzen Alice'in gardı, bu basit sözle birlikte düşmüştü; çok güzelsin. Yanaklarına vuran sıcaklığı hissedebiliyordu. Bu basit, iki kelimelik cümle onu heyecana sürüklemeye yetmişti. Yutkunmak zorunda kaldı. Saçmalama Alice diye düşündü, bu kadar kolay olmamalı. Robert başka bir kadınla görüşüyorken, tek bir cümlesinin onu böylesine bir heyecana sürüklemesini kabullenemiyordu.
Sahte bir huysuzlukla oturduğu yerde yana dönüp gözünü küçük pencereye dikmişti. Yolculuk boyunca bir daha hiç konuşmamışlardı. Arabaları, Dük Armitage'a ait mülkün önünde durduğunda Nolan kapılarını onlar için açmıştı. Robert önce davranıp inmiş, tıpkı Riverwood'da olduğu gibi elini tutarak onun da inmesine yardım etmişti.
Kol kola büyük bahçe kapısından girdiklerinde, Alice adeta mest olmuştu. Bahçe, tıpkı Riverwood gibi gür ağaçlarla bezenmişti. Uzun serviler, üç katlı malikânenin çevresini adeta sarmıştı. Her biri, o akşama özel fenerlerle süslenmişti. Kalça hizasındaki yemyeşil çalılar muntazam bir dikdörtgen şeklinde budanmıştı, köşke giden döşeme yol boyunca iki yana dizilmişlerdi. Bahçedeki gür çam ağaçları ise adeta cetvelle çizilmişçesine mükemmel bir piramit şeklinde budanmıştı. Alice, Robert'ın düzen takıntısı olduğunu düşünürken, Dük Armitage'in bu konuda onu geçebileceğini fark etmişti. Gezdiği bahçede bir yaprak dahi kendi iradesiyle düşebilecekmiş gibi durmuyordu.
"Robert, sanırım Dük olmak böyle bir şey, değil mi? Şuraya bak, ağaçlar bile benden soylu duruyor."
Sözleri Robert'ın alnını kırıştırmıştı. Adamın siyah gözleri üzerine dönmüştü.
"Biraz dramatik davranıyor olabilir misin?"
"Hadi ama hayatında daha önce hiç piramit şeklinde çam ağacı gördün mü ?"
Heyecanına karşılık, Robert dudaklarını sıkarak gülmemeye çalışmıştı. Aynı zamanda gözlerini devirmişti. Alice hafifçe adamın koluna vurup söylenmeye başlamıştı.
"Ah tabi, ne kadar aptalım. Bunları büyük büyük büyük babası Bristol Dükü olan, kraliyet hanedanına akraba birine söylüyorum. Özür dilerim, sanırım çevrede tek taşralı benim."
"Saçmalama Alice, tüm bu şeyler bahçıvan elinden çıkma, görmüyor musun? Gerçek olan her zaman daha güzeldir."
Alice, taş döşenmiş yolda kol kola yürürlerken sırıtarak Robert'a sokulmuştu. Başını kaldırdı, bu şekilde göz göze gelmişlerdi.
"Peki sence ben bu akşam Dorothy'nin elinden çıkmamı mıyım yoksa gerçek miyim ?"
"Bilmem, her sabah böyle uyandığın söylenemez."
"Robert !"
Yüzü kırışan Alice, çıkışarak Robert'ın kolunu sıkmıştı. Kıkırdayan adamın dudaklarından kısık bir inleme yükselmişti. Canı yansa dahi eğlenmiş gözüküyordu. Konuşurken sesi hala gülüşünün tınısına sahipti.
"Tamam tamam, sen en güzelsin. Anlaştık mı? Şimdi bana işkence etmeyi bırak."
Birbirleri ile kavga ederek ilerleyip malikâneye geçtiklerinde, Dük Armitage onları holde karşılamıştı. Üzerine, yeni dikildiği oldukça belli olan, kırışıksız siyah bir takım giymişti. Aralarında beyazlar olan gür, kahverengi saçlarını arkaya doğru taramıştı. Yüzünde her zamanki gülümsemesiyle olduğu yerde onlara doğru birkaç adım atmıştı.
"Sevgili Robert, seni ve eşini aramızda görmek ne hoş."
Robert ve dükün arasındaki dostluk, Alice'in uzun zamandır bildiği bir gerçekti. Kocası, kendinden belki de yirmi yaş büyük bu adamla, hiç kimse ile anlaşamadığı kadar iyi anlaşıyordu. O an, ayaküstü sohbet etmişlerdi. Dükün gülen gözleri, kısa bir anlığına kocasının üzerinden ona döndüğünde, uzanıp elini kavrayarak öpmüştü.
"Bayan Doyle, her zamanki gibi göz kamaştırıyorsunuz. Eğer Robert müsaade ederse şu an itibari ile ilk dansınıza talibim."
Gülümseyen Alice'in mahcup gözleri Robert'ı bulmuştu. Herhangi bir kızgınlık ya da somurtma görmediğine emin olduğunda konuşabilmişti.
"Elbette, memnuniyet duyarım lordum."
Alice ve Robert, Dük Armitage ile vedalaşıp davetin verildiği büyük salona ilerlemişlerdi. Erken gelmiş olmalarına rağmen etraf kalabalıktı. Alice, çevresindeki insanların çoğunu ilk kez görüyordu, tanıdık bir yüze denk gelmemişti. Fakat Robert için durum tamamen farklıydı. Karşılaştıkları hemen hemen herkes kocasına selam verip bir iki cümle de olsa sohbet ediyordu. Robert, yüz yüze ilk kez karşılaştığı bu insanlara onu karım Alice diye taktim etmişti. Evliliklerinin ilk zamanlarında Bayan Doyle olarak anılmaktan nefret eden Alice, bu hitaba alışmıştı. Daha ötesi, Robert'ın getirdiği saygınlıktan hoşlanıyordu. Kabul etmek istemese de, Robert Doyle'un karısı olarak anılmak gurur duyduğu bir duruma dönüşmüştü.
Ellerindeki şampanya ile salonda insanlarla sohbet ediyorlarken, ilk vals müziği çalmaya başlamıştı. Kısa bir an sonra, Dük Armitage yanlarını bulmuştu. Önünde hafifçe eğilip elini uzatarak gülümsemişti.
"Bayan Doyle, bu dansı bana lütfeder misiniz ?"
Alice'in gözleri tekrar çekinerek Robert'ı bulmuştu. İzin verdiğini hissettiğinde, elbette diye mırıldanıp gülümseyerek elini düke uzatmıştı. Adam, parmaklarını zarifçe kavramış ve kendisiyle birlikte onu da, birkaç çiftin hâlihazırda dans ettiği ahşap zeminin ortasına çekmişti. Belini kavrayıp onu yavaşça kendine çektiğinde, Alice'in yanakları pembeleşmeye başlamıştı. Dükün bunu fark etmemesi için sessizce dua ediyordu.
"Daha önce karşılaştık fakat sanırım ilk kez sohbet etme fırsatımız oluyor, öyle değil mi ?"
"E-e- evet efendim."
Kekelemesi adamı güldürmüştü. Alice, bununla birlikte daha fazla utanmıştı. Neden utanıp çekindiğini bilmiyordu. Daha önce gittiği davetlerde birçok kez dansa kaldırılmıştı. Fakat ilk kez Dük Armitage gibi soylu birinin karşısında olmak onu germişti. Bunu saklamaya çalışsa dahi beceremiyordu.
"Yanlış anlamayın lütfen. Sizde gençliğin mahcubiyeti var. Bu o kadar kıymetli bir şey ki, umarım eksikliğini hiç hissetmezsiniz."
"Affedin lütfen lordum. İlk kez sizin kadar değerli biriyle sohbet etme şansına erişiyorum, heyecanım bu yüzden."
"O halde bir yanlışım olursa siz de beni affedin, zira her akşam bu kadar güzel bir hanımefendi ile karşılaşmıyorum."
"Teveccüh buyuruyorsunuz efendim."
Bir müddet aralarında sessizlik oluşmuştu. Dük Armitage, onunla dans ederken aynı zamanda etrafındaki insanlara başıyla selam vererek gülümsüyordu. Alice, Dük Armitage'ı tanımadan sokakta görse dahi soylu olduğunu tahmin edeceğini düşündü. Adamın içinde bulunduğu zarafet, takındığı tavır gördüğü birçok erkekten farklıydı. Kocası Robert ne kadar hoyrat ve pervasızsa Dük Armitage o kadar naif ve kibardı. Adamın bu tavrını, belini kavrayışından konuşma biçimine kadar hissedebiliyordu.
"Eşiniz Robert ile konuşma fırsatım oldu. Davası için şahitlik etmişsiniz."
"Evet. Bay Dudley'i tanıyor olmalısınız, Robert'ın kuzeni. Bay Clarence'in benimle olan konuşması Robert'ın lehine kullanılabileceğini ilk o söylemişti. Tabi sevgili kocamı buna ikna etmek biraz zor oldu fakat başarabildik. Beni mahkemeye çıkarabileceklerini düşünmüştüm fakat öncesinde yazılı ifademi almayı uygun gördüler. Açıkçası bu durumdan memnun oldum, bir yargıcın karşısına çıkma fikri beni geriyor."
"İsabet olmuş. Verdiğiniz ifade mahkemede Robert'a yarar sağlayacaktır. Boş vaatlerde bulunmak istemem fakat Robert'ı orduda tutabileceğimize inanıyorum. Bu dava iki askerin sürtüşmesinden öteye gitmeyecektir."
"İnanın tek dileğim bu. Ordudan çıkarılması deyim yerindeyse Robert'ı yıktı. Eğer karar onanırsa bu onun için tamamen yıkım olur."
Alice ve Dük Armitage hararetli bir şekilde yaklaşan mahkeme hakkında konuşurken, Robert yanlarında belirmişti.
"Dük Armitage, izin verirseniz Alice'le dans etmek istiyorum."
"Elbette, sevgili eşinle dans etme şansını bana bahşettiğin için teşekkür ederim."
Dük Armitage uzanıp Alice'in elini öpmüş, teşekkür ederek uzaklaşıp aralarından çıkmıştı. Yanına sokulan Robert, dükün aksine belini sahiplenircesine sıkıca kavrayıp onu kendine çekmişti. Dük Armitage aralarında hatırı sayılır bir mesafe bırakırken, Robert buna izin vermiyordu.
"Şuraya bakın, Yüzbaşı Doyle, siz dans etmeyi bilir miydiniz ?"
"Abartıyorsun."
"Ne? Bana kızamazsın. Daha önce hiç görmediğim için kendimi şaşırmaktan alıkoyamıyorum."
Robert sözlerini umursamamıştı. Gözleri kolaçan etmek istercesine etrafta dönmüş, sonrasında ise tekrar onu bulmuştu.
"Sanıyorum dük ile oldukça iyi anlaştınız."
"Evet. Dük Armitage gerçek bir centilmen. Böylesine zarif biriyle daha önce karşılaşmamıştım."
"Demek öyle. Ne konuştunuz peki? İlgini çekmiş gibi duruyordu."
Alice bir an duraklamak zorunda kalmıştı. Robert'ın bakışlarına yerleşen bu huysuz ifadeyi biliyordu. Elinde olmadan sırıttı. Kocası onu dükten kıskanıyordu.
"Belirli bir konuyu konuşmadık, sadece sohbet ettik. Elbisemi çok beğendiğini söyledi. Ayrıca daha önce bizi tanıştırmadığın için sana çok kızgın."
Robert dudağını bükerek onu süzmüştü. Duydukları hoşuna gitmiş gibi durmuyordu. Alice, tüm bunları adamı çileden çıkarmak için bizzat söylemişti.
"Kalbini kırmamak için mübalağa etmiş olmalı."
"Nedenmiş o? Çocuk muyum ben ?"
"Tavırlarına bakarsak sayılırsın."
Alice, normal bir zamanda adamın bu sözlerine oldukça kızardı. Fakat o an, kocasını huysuz bir adama çeviren hissin salt kıskançlık olduğunu biliyordu. Kollarının arasında, gülümseyip dudağını ısırarak başını yana doğru eğmişti.
"Ben çocuk muyum bilmem ama sen kıskanç bir adamsın."
Sözleri ile birlikte Robert homurdanarak gülmüştü. Alice'in iddiasını kabul etmiyordu.
"Saçmalama, seni elli yaşındaki bir dükten mi kıskanacağım? "
"Bilmem, kıskanmıyor musun ?"
Alice, adamın huysuzlukla ona çıkışmasını, hislerini inkâr etmesini beklemişti. Kocası ile uğraşmaktan, onu sinirlendirmekten muzip bir zevk alıyordu. Fakat Robert, bu kez onu şaşırtmıştı. Gözlerinin içine bakarken, inkâr etmek yerine hislerini olabildiğince samimi bir şekilde itiraf etmişti.
"Söz konusu sen olduğunda bencilleşiyorum. Birinin sana bu kadar yakın olması, başkalarına da böyle içten gülümsemen, insanların sana dokunuyor olması hoşuma gitmiyor. İlkel bir dürtü farkındayım ama önüne geçemiyorum."
Gözlerini devirmek zorunda kaldı. Robert'ın bu sözleri hoşuna mı gitmişti yoksa onu korkutmuş muydu? Kestiremiyordu. Adamın ona karşı derin, hatta saplantılı hisleri olduğunun farkındaydı. Bu durum, neredeyse ilk karşılaştıkları günden beri geçerliydi. Yine de, Robert'ın önüne geçemiyorum dediği dürtülerine gem vurduğunu görebiliyordu. İlişkilerinin ilk zamanlarında, Robert kabullenmediği bu kıskançlık hissiyle canını oldukça yakıp onu hırpalamıştı. Dolaylı yoldan olsa dahi, Benjamin'i öldürme fikri zihnini uzun bir süre meşgul etmişti. Bunu düşündüğünde, Robert'ın öfkeyle titreyen sesi adeta kulağına tekrar çalınmıştı; O adamı öldürmek istiyorum. Ben böyle birisi değilim. Kendimi kontrol edemiyorum, aklımı kaybetmek üzereyim.
Sözler zihninde yankılandığında, içini çekmek zorunda kalmıştı. Tüm bunların altında yatan sebebi biliyordu. Bunu Robert'tan gizlemek niyetinde değildi.
" Önemli olan benim ne hissettiğim değil mi? Bu salonu dolduran her bir erkeğe gülüp ümit versem bile, kalbim sadece birine aitse ne anlamı kalır? Sen bana güvenmiyorsun, kıskançlığın, huysuzluğun bu yüzden."
Yavaşça başını sallayan Robert ona doğru sokulmuştu. Eğilip kulağına fısıldadığında nefesi Alice'i gıdıklamıştı.
"Merak ettim, Bayan Doyle'un kalbine sahip olan bu beyefendi kim ?"
"Bunu öğrenmeyi hak etmeyen biri."
Alice, adamın aralarına bir başka kadın sokmasını kolayca kabullenmeyecekti. Bunu dile getirmekte herhangi bir beis görmüyordu. Robert'ın uzun bir zamandır Yolanda'yı görüşmediğinin farkındaydı. Yine de bu onun gözünde, kendine bir metres edindiği gerçeğini değiştirmiyordu.
Dansları bittiğinde, Robert salonda karşılaştıkları iki adamla derin bir sohbete koyulmuştu. Adamlar, tıpkı kocası gibi rütbeli ordu üyeleriydi. Savaşlar, silahlar ve Robert'ın yaklaşan mahkemesi hakkında konuşuyorlardı. Bir müddet yanlarında kalan Alice, hiçbir şey anlamadığı bu sohbete daha fazla dayanamayacağını hissettiğinde parmak uçlarında yükselip Robert'ın kulağına fısıldamıştı.
"Ben bahçeye çıkmak istiyorum, çok sıkıldım."
"Tamam sen çık, birazdan yanına gelirim."
Bununla birlikte Alice, kocasının arkadaşları ile vedalaşıp, elindeki şampanya bardağıyla kendini bahçeye atmıştı. Malikâneye çıkan taş döşenmiş yol boyunca insanlar birbirleri ile sohbet ediyordu. Dük Armitage'ın daveti oldukça kalabalıktı. Salon insanı bunaltan bir yoğunluğu sahipken bahçe huzurlu bir sakinliğe bürünmüştü. Alice, bahçenin temiz havasını içine çekerek ilerlerken sağ kanattaki salkım söğüdün altında kendine sakin bir köşe bulmuştu. Ağacın altında duran küçük ahşap bank, mehtabın ışığıyla birlikte aydınlanmıştı. Elbisesinin kabarık eteğini kavrayıp yavaşça oturdu. İçeriden gelen müzik sesi bir fısıltı gibi kulağındaydı. İçini çekerek başını kaldırıp gökyüzünü izlemeye koyuldu. Gölgeleyen tek bir bulut olmamasından mütevellit, yıldızlar ve ay tüm ihtişamı ile adeta karşısına dizilmişti. Elindeki şampanyayı içerek, bir müddet manzaranın tadını çıkardı. Sonrasında, kendini kaybettiği huzurlu aura, bariton bir erkek sesi ile bozulmuştu.
"Sanırım size eşlik etmemin bir mahsuru olmaz."
Alice, omzunun üzerinden arkasına döndüğünde, kocasının can düşmanı kabul ettiği Dustin Clarence ile karşılaşmıştı. Bir an nutkunun tutulduğunu hissetti. Konuşamamış, herhangi bir tepki verememiş, sadece kalakalmıştı.
O şaşkınlığın içinde kaybolmuşken, Dustin Clarence teklifsiz bir şekilde yaklaşıp yanına oturmuştu. Bununla birlikte Alice yutkunmak zorunda kalmıştı. Gözlerini adamın üzerinden alamıyordu. Gür, sarı saçlarını, tıpkı Dük Armitage gibi özenle taramıştı. Köşeli yüzü rahat bir ifadeye sahipti, iri mavi gözleri tıpkı onun gibi üzerinde dönüyordu.
"Sanırım beni görmeyi beklemiyordunuz."
Alice, öksürerek boğazını temizlemek dışında herhangi bir tepki verememişti. Ne diyeceğini bilmiyordu. Daha günler önce mahkeme için adamın aleyhine şahitlik etmişti. Dustin Clarence'in, karşılaştıkları bir davette kendine sarf ettiği sözleri çarpıtmamıştı. Adam onu üstü kapalı bir şekilde Robert hakkında tehdit etmişti. Fakat onu korkutup hüngür hüngür ağlatan gerçek bundan oldukça farklıydı. İşte bu yüzden, Alice kendi içinde küçük bir vicdan azabı çekiyordu.
"Ha-haklısınız, sizi görmeyi beklemiyordum."
Akşam yeli, saçlarının arasında dolaşmaya başlamıştı. Fakat buna rağmen, Alice yanaklarına yükselen sıcaklığı hissedebiliyordu. Şaşkınlığı, heyecanı ve gittikçe pembeleşen yanakları, tıpkı dükü olduğu gibi Dustin Clarence'i de güldürmüştü.
"Öyle gözüküyor ki son zamanlarda ikimiz de beklemedik sürprizlerle karşılaşıyoruz."
Alice, böyle bir söze herhangi cevap vermeyi düşünmüyordu. Gergin bakışlarıyla etrafı kolaçan etti. Robert'ın ortaya çıkıp onları bir arada görmesi tam bir felaket olurdu.
"Bi-bir an önce gi-gitmenizi öneririm. Robert her an gelebilir, karşılaşmanız pek iyi olmaz."
"Bayan Doyle, kaçmak kocanıza ait habis bir huy. Kendisine sorarsanız, Çin'de elimin altındayken nasıl kaçıp kollarınıza koştuğunu size anlatır."
"Siz... Siz Robert'ı öldürecektiniz."
"Kocanız muhabere ortasında kafasına buyruk bir karar aldı. Orduda kargaşa yaratıp üstüne karşı gelmenin cezası ölümdür. Anlayacağınız, yansıtmaya çalıştığınızın aksine bu pek de kişisel bir durum değildi."
Dustin, tıpkı Robert gibi elini ceketinin iç cebine götürmüş, gümüş bir tabaka çıkarıp sigarasını dudaklarının arasına yerleştirmişti. Elini siper ederek yakıp içine derin bir nefes çektiğinde, bakışları hala üzerinde dolaşıyordu.
"Söylemeden edemeyeceğim; kendinize yeni seçtiğiniz bu soy ismin size pek yakıştığını düşünmüyorum. Tavsiyem, yol yakınken eskisine dönmeniz, sonrasında her şey için geç olabilir."
Alice çıkışacakken, Dustin Clarence söylediği sözlere kendisi gülmüştü. Bacaklarını üst üste atarak arkasına yaslanmış, dudaklarındaki sigarasını parmaklarının arasına çekip oturduğu yerde ona doğru dönmüştü.
"Ne kadar aptalım. Şimdi, size verdiğim bu dostça tavsiyeyi de tehdit sayıp ağlayabilirsiniz, öyle değil mi ?"
Ellerini kucağında birleştiren Alice, gözlerini devirmek zorunda kalmıştı. Adamın yaptığı imayı görebiliyordu. Dustin Clarence, o akşam ağlama sebebinin kendisi olmadığını en az onun kadar farkındaydı. Üzerine kurulan oyunu görebiliyordu. Bu durum, hâlihazırda heyecanı dorukta olan Alice'i en başından beri hissettiği suçluluk duygusu ile baş başa bırakmıştı.
"Öğütlerinize ihtiyacım yok Bay Clarence, siz ve ben dost değiliz. Asla olamayız."
"Biliyorum. Ve açıkçası, bu beni üzüyor. Yanlış anlamayın lütfen, yaptığınız şey için sizi suçlamıyorum. Evli olduğunuz adamı korumanız oldukça asil bir davranış. Bilakis, sizi cesaretinizden ötürü takdir ediyorum. Yine de, kocanızın tüm bu ilginize layık birisi olduğundan emin değilim."
Dustin'in sözleri ile birlikte, gözlerini dantel süslemeli eteğinden yavaşça kaldırmıştı. Bakışları ilk anda birbirini bulmuştu. Herhangi bir şey söylemedi, sadece adamın iri mavi gözlerine baktı. Yutkunup içini çektiğinde, kocasının can düşmanı durumu onlar için daha açık bir hale getirmişti.
"İkimiz de o akşam ağlama sebebinizin benim sözlerim olmadığını biliyoruz. Bu yalana neden alet olduğunuzu anlasam bile size yakıştıramıyorum. Ben o akşam sizi tehdit etmedim, bilakis gerçekleri söyledim. Çıkarmanızı tavsiye ettiğim yüzüğü hala parmağınızda taşıdığınız için mutlu musunuz?"
Konuşmaları ilerledikçe, Alice'in kasları lime lime geriliyordu. Bakışlarını adamdan kaçırmamak için büyük bir çaba harcamıştı. Birbirine geçirdiği parmaklarını öylesine güçlü sıkıyordu ki, eklem boğumları neredeyse bembeyaz olmuştu.
"Bu sizi ne ilgilendirir ?"
"Haklısınız, özel meselelerinize karışmak istemem. Niyetim sizi incitmek değil, bilakis aramızdaki bu anlamsız husumete bir nokta koymak. Yollarımızın Robert Doyle ile tanışmanızdan sonra kesişmesi büyük şanssızlık."
"Haddinizi bilin Bay Clarence, tüm bu sözler ne anlama geliyor? "
Öfkelenen Alice ince kaşlarını çatarak çıkışmışken, yanı başında oturan Dustin Clarence belli belirsiz gülümsemişti. Kızın sözleri onu etkilemiş gibi durmuyordu. Boşta olan eli, herhangi bir tereddüt duymadan yüzüne uzanıp tokasından kurtulan kızıl perçemi arkasına bırakmıştı.
"Bence ne anlama geldiğini en az benim kadar iyi biliyorsunuz. Evde sessizce oturup, sizi bir başka kadınla aldatan kocanızı bekleyemeyecek kadar toy ve güzelsiniz. Böylesine kör bir sadakat ancak aptallık olur. O başkalarının kollarında hazzı ararken, siz neden bu zevkten mahrum kalasınız ?"
Oturduğu yerde hızla geri çekilen Alice, titremeye başladığını hissediyordu. O an, tüm hisleri bir anda birbirine karışmıştı. Öfkesi, utancı, şaşkınlığı; hepsi yün yumağı gibi birbirine girmişti. Oturduğu yerden ayaklarının üzerine doğruldu. Elinde tuttuğu şampanya bardağını umursamadan, yeni biçilmiş çimlere fırlatmıştı. Konuşurken sesi öfkeyle titriyordu.
"İyiliğiniz için bir daha sakın karşıma çıkmayın Bay Clarence, sakın."
Sözleri adamın üzerinde herhangi bir etki yaratmamıştı. Öfkeden adeta gözleri yanan Alice onu arkasında bırakmış ilerlerken, yüzündeki bıyık altı gülüşünden tek bir kıvrım dahi kaybetmemişti. Oturduğu yerde, sigarasını içmeye devam ediyordu.
Alice, ilerleyip döşeme yola çıktığında malikâneye geri dönmeyi bir dahi düşünmemişti. Öfke ve utançtan eli ayağı birbirine girmiş titriyorken insanların arasına karışabileceğini sanmıyordu. Avuç içlerini sıkıp, herhangi ekstra bir tepki vermekten kaçınarak bahçeden çıkmıştı. Ana yol üzerindeki arabalarının önünde duran Nolan'ı gördüğünde söylenmişti.
"Yerine geç Nolan, geri dönüyoruz."
Onun bu hali seyisi de şaşkınlığa sürüklemişti. Bir an duraksamış, sonrasında kabinin kapısını açmak için hareketlenmişti. Fakat bir an önce olduğu yeri terk etmek isteyen Alice ona bırakmadan kapısını açıp yerine oturmuştu. Öfkeyle biriken damlalarla parlayan mavi gözleri, hala olduğu yerde onu izleyen Nolan'a dönmüştü.
"Ne bakıyorsun Nolan? Gidiyoruz dedim."
"Efendim, haddimi aşmak istemem fakat Yüzbaşı Doyle henüz gelmedi."
"Umurumda değil. Yerine geç ve şu arabayı sür, yoksa seni ellerimle parçalarım."
Alice'in titreyen sesi öylesine ürkütücüydü ki Nolan bir an bile tereddüt etmeden kabinin kapısını kapatıp, tıpkı hanımının tembihlediği gibi yerine geçmişti. Kısa bir an sonra, arabayı çeken atlar toprak yolu dövmeye başlamıştı. Alice, yol boyunca adamın sözlerini adeta tekrar tekrar duymuştu. Söyledikleri, yüzünün aldığı ifade, parmaklarının saçlarına dokunuşu; her bir an durmaksızın gözünün önünde belirmişti. Düşündükçe, tüm olanları kafasında tekrar kurdukça nefes alamadığını hissediyordu, titremesi tüm vücudunu sarmıştı.
Yolculuklarının sonunda Riverwood'a geldiklerinde, arabanın kapısını onun için açan Nolan, kıpkırmızı yüzü ile titreyen Alice'i gördüğünde irkilmişti. Kabinin basamağına bir adım atıp elini kıza uzatmıştı. İnmesine yardım ederken endişeli gözlerini üzerinden alamıyordu.
"Bayan Doyle, iyi misiniz efendim ?"
Alice bir müddet seyisin sorusuna cevap verememişti. Kabinden çıkıp çakıl yola indiğinde, yaprak gibi titrediğini kendisi de hissetmişti. Göğsü daralmıştı, aynı zamanda güçlükle nefes alıyordu. Tüm bu belirtilerin neye işaret ettiğinin farkındaydı. Bu onu elinde olmadan korkuya sürüklemişti.
"No-nolan sakın e-e-elimi bı-bırakma."
Nolan, kızın dediğine uymuştu. Elini sıkı sıkıya kavradığı Alice, onları titreyen adımları ile koruya yönlendirmişti. Nehirin kenarındaki banka geldiklerinde, karanlık neredeyse her yere çökmüştü. Onları davete götüren seyisleri, ağaca sabitlenmiş meşaleleri yakmadığı için etrafı sadece ay ışığı aydınlatıyordu. Nolan, hanımının yüzünü tam anlamıyla seçemese bile, güçlükle aldığı gürültülü nefesini işitmişti. Bu hal onun için tanıdıktı. Daha öncesinde, Alice bir yol kenarında yine böyle bir sinir buhranı geçirdiğinde, Robert yanında olmayı reddetmişti ve kızın elini Nolan tutmuştu.
"Hanımefendi, sizi için yapabileceğim bir şey var mı ?"
Yardımıyla banka oturan Alice yavaşça başını sallamıştı. Nefes almaya çalıştıkça göğsünden hırıltılar yükseliyordu. Kendi kendine sakin kalmasını telkin etse dahi bunu becerememişti. Nolan'ın elini adeta fırlatırcasına kendinden uzaklaştırmıştı. Hâlihazırda güçlükle nefes alıyorken, içinden yükselen dürtüye gem vuramayıp oturduğu bankı kavrayarak avazı çıktığı kadar bağırmıştı. Tiz sesi Riverwood boyunca yankılanıp ona geri dönmüştü. Bununla birlikte iki büklüm olup öksürmeye başlamıştı. Bu hali yanı başında çaresizce bekleyen Nolan'ı korkutmuştu.
"Bayan Doyle, doktor çağırmamı ister misiniz ?"
Alice, uzun bir süre adama cevap verememiş, adeta katılarak öksürmüştü. Sonunda doğrulup rahat bir nefes aldığında Nolan'a dönebilmişti. Uzanıp adamın kolunu kavradı. Kendini biraz daha sakinleşmiş hissediyordu, en azından ciğerleri nefes almasına izin vermişti.
"Ha-hayır, iyiyim. Teşekkür e-ed-ederim, gidebilirsin. Sesimi du-duyan o-olduysa ge-gelmemelerini sö-sö-söyle."
"Beni affedin fakat sizi bu şekilde bırakamam."
"İ-iyiyim dedim Nolan. Sa-sa-sadece bi-biraz temiz ha-hava a-almam gerek."
Alice dişlerini sıkarak, öfkeyle konuşmuştu. Nolan, kızı daha önce de nöbet geçirirken görmüştü fakat bu kadar kızgın olduğu bir ana daha şahit olmamıştı. Emredersiniz efendim diye mırıldandıktan sonra adımlarını geriye çekerek korudan bahçeye doğru ilerleyen ince patikanın yolunu tutmuştu.
Seyisin gitmesi ile birlikte tek başına kalan Alice, normalde mermer köşkün içinde dahi akşam olup karanlık bastıktan sonra yalnız kalmaktan korkardı. Fakat o an, banka oturmuş, önünde akan nehirin gürültülü sesini dinlerken kapıldığı his korkunun herhangi bir türevi değildi. Alice, içinde büyük bir ateşin harla kavrulduğunu hissediyordu. Sakinleşmişti, nefesi düzene girmiş, göğsü açılmıştı. Yine de, benliğine hâkim olan yakıcı öfke peşini bırakmış gibi durmuyordu. Dişleri adeta kapan gibi birbirine kenetlenmişti. Mavi gözleri, karanlığın içinde adeta alev almışçasına parlıyordu.
Nehirin kenarında oturup suyun sesini ne kadar dinlediği hakkında hiçbir fikri yoktu. Oturduğu yerde, ürperdiğini hissettiği an yavaşça yerinden kalkmıştı. Güçlükle de olsa, onu ön bahçeye çıkaracak olan ince patikayı bulmuştu. O akşam mehtap oldukça cömert olsa dahi, korunun ağaçları öylesine gür ve sıktı ki, ay ışığı yeşil yaprakların arasında kendine güçlükle yer edinmişti.
Ağır adımlarla ilerleyip, köşke giden çakıl yola geldiğinde, yaklaşan nal seslerini duymuştu. Gelen kişinin kim olduğunun farkındaydı. Hiç umursamadan devam edip verandaya çıkan merdivenleri buldu. Basamakları, mermer tırabzandan güç alarak çıkıyorken arkasından, içindeki ateşe bir kucak dolusu odun atan o gür sesi işitmişti.
"Alice !"
Dişlerini sıkarak içini çekip, omzunun üzerinden arkasına bakmıştı. Robert, Riverwood'a kadar sürdüğü atının üzerinden inmiş, öfkeyle ona doğru yürüyordu. Alice alev alev yanan gözlerini üzerinde gezdirmiş, sonrasında ise umursamadan önüne dönmüştü. Verandayı geçip hole girdiğinde Robert da koşar adımlarla peşinden geliyordu. Üst kata çıkan merdivenlere ilk adımlarını atmışken, arkasından yaklaşıp kolunu sıkıca kavramıştı.
"Alice dedim! Sen ne yaptığını sanıyorsun ?"
Alice, merdivenin ilk iki basamağını çıkmıştı, Robert'tan daha yüksekte duruyordu. Silkelenip kolunu kendine çektiğinde, sırtı hala kocasına dönüktü. O an zihnini, hücrelerini, tüm vücudunu yöneten tek bir his vardı; yakıp kavurucu bir öfke. Bu dürtü adeta kontrolünü ele geçirmişti. Dustin Clarence'in sesi hala kulaklarında yankılanırken, olduğu yerde kocasına dönmüş ve yüzüne tüm gücüyle sıkı bir tokat patlatmıştı.
Darbesi o kadar ani ve beklenmedik olmuştu ki, Robert bir anda neye uğradığını şaşırmıştı. Dengesini kaybedip geriye doğru sendelemişti, irileşen gözleri adeta donup kalmıştı. Bir anlık refleksle elini kaldırıp yanağına dokunmuş, sonrasında ise yılan kadar tehditkâr bir edayla fısıldamıştı.
" Sen aklını kaybetmişsin."
Alice adamın sözlerini adeta duymamıştı. Vücudu hala öfke ile titriyordu. Olduğu yerde bir basamak inip Robert'a doğru eğilmişti. Konuşurken sesi en azın kocasınınki kadar tehditkârdı.
"Bu tokadı neden yediğini öğrenmek ister misin ?"
Robert herhangi bir cevap vermemişti. Dişlerini sıktığını kasılmış çenesinden görebiliyordu. Siyah gözleri tıpkı onun gibi öfkeyle parlamıştı. Fakat Alice adamı kendi ile aynı kefeye koymaya niyetli değildi. Kocasını delirtecek gerçeği iki dudağının arasında saklıyordu. Serbest bırakmakta ise pek ketum davranmamıştı.
"Birinin bana yakın olmasına katlanamadığını söylemiştin değil mi ?"
"Alice. Sakın beni sınamaya kalkma."
" Öyle mi? Şunu dinle o halde; bu akşam bahçede seni beklerken yanıma bir adam geldi. Evde sessizce oturup beni aldatan kocamı bekleyemeyecek kadar genç ve güzel olduğumu anlattı. Sen başka kollarda hazzı ararken, kendimi neden böylesi bir zevkten mahrum bıraktığımı sordu."
Sözleri, Robert için attığı tokattan daha ağır bir darbe olmuştu. Alice başka bir adam dediği an alnı kırışmıştı. Konuşmasını bitirdiğinde ise tüm yüzü kaskatı kesilmişti. Aralarında kısa bir ölüm sessizliği olmuştu. Robert yutkunarak konuştuğunda, sakinliği kan donduracak kadar ürkütücüydü.
"Kim o adam ?"
Alice cevap vermeye tenezzül etmemişti. Merdivenlerde arkasını Robert'a dönmüş, hızlı adımlarla basamakları çıkmıştı. İkinci katın holüne geldiğinde, onu takip eden kocasının sesini hala işitebiliyordu.
"Sana kim o adam dedim."
Alice tekrar herhangi bir cevap vermemişti. Koridorda ilerleyip yatak odalarına girdiğinde arkasından gelen Robert'ın aynı soruyu aynı sakin tonla tekrarladığını duyabiliyordu. Umursamadan balkon kapısını açıp kendini dışarı atmıştı. Tırabzanlara tutunmuş, temiz havayı içine çekerek sakin kalmaya çalışıyorken, Robert'ın kükremeyi andıran sesi adeta kulaklarının içinde çınlamıştı.
"Kim o adam dedim !"
Hâlihazırda kendini iyi hissetmeyen Alice, Robert'ın gür sesi ile birlikte olduğu yerde sıçramıştı. Gözlerini kapatıp içini çekti. Bununla birlikte damlalar daha fazla yerinde duramayıp yanağından yuvarlanmaya başlamıştı. Hıçkırıkları gözyaşlarına eşlik etmeye başladığında hınçla yüzünü silmişti. Olduğu yerde dönerek odaya girip kapının ilerisindeki konsolun önünde duran kocasının üzerine yürümüştü.
"O adamın kim olduğunun ne önemi var? Bu sözleri işitmemin sebebi sensin! Bana asıl hakaret eden sensin! Beni rezil ettin, aileme, arkadaşlarıma karşı küçük düşürdün! Arkamı döndüğüm an herkes beni nasıl aldattığını konuşuyor !"
"Alice-"
"Bitti! Bitti! Her şey bitti! Duydun mu beni? Bitti! Senden boşanıyorum! "
Ağlayarak kendinden geçmişçesine bağıran Alice, parmağındaki yüzünü çıkarıp dumura uğramışçasına onu izleyen Robert'ın yüzüne fırlatmıştı. Öfke ve hayal kırıklığı Alice'i tamamen ele geçirmişti. Genç kız, kocasının başka bir kadını ona tercih etmesine dair biriktiği hisleri uzun zamandır içinde tutuyordu. O an adeta irin toplamış iltihaplı bir yara gibi patlamıştı.
"Bu yüzüğü o kadının parmağına takarsın, ben artık aranızda değilim! Ortadan kaybolup gece yarısı yollara düşmene gerek kalmadı, sevgilini kendi yatağına alabilirsin! "
Alice hıçkırıklarının arasına bir an nefes alamamıştı. Göğsünden yükselen hırıltıyla birlikte elini boğazını bulmuştu. İçini çekip soluklanmaya çalıştığı an öksürmeye başlamıştı. Bu hali, neye uğradığını şaşırmış bir halde onu izleyen Robert'ı korkutmuştu. Yaklaşıp usulca kolunu kavradı, sokulup ayakta durmasına destek olacakken Alice bir kez daha silkelenip kendini ondan uzağa savurmuştu.
" Dokunma bana! "
Robert ellerini kaldırarak geri çekilmişti. Alice'in sakinleşmesi gerektiğinin farkındaydı. Bu şekilde devam ederse kendinden geçeceğini tahmin edebiliyordu.
"Tamam, tamam Alice bak geri çekiliyorum. Sadece sakinleş, olur mu? "
Hala hıçkırıklarla ağlayan Alice, tekrar öksürmeye başladığında dengesini kaybetmişti. Arkaya doğru sendelediğinde, kendini Robert'a ait yatağın üzerinde bulmuştu. Oturduğu an, titreyen elleriyle kıpkırmızı olmuş yüzünü kavramıştı. Kendinden geçmişçesine ağlıyorken aynı zamanda isyan ediyordu.
"Bitti! Yemin ederim ki bitti! Bu evde bir gün daha kalmam !"
Robert yavaş ve tereddütlü adımlarla ilerleyip karısının yanını bulmuş, onunla aynı hizaya gelmek adına önünde diz çökmüştü. Ne yapacağını bilemeden, olduğu yerde öylece kalakalmıştı. Endişeyle, önünde hıçkırıklar içinde ağlayan Alice'i izlemek dışında bir şey yapamıyordu. Karısı bir müddet ona karşı hiçbir tepki vermemişti. Ellerini yüzünden çekip ona baktığında ise, mavi gözleri kıpkırmızıydı. Ağlamaktan neredeyse tüm yüzü şişmişti.
"Madem beni istemiyorsun, madem başka bir kadına âşık oldun, neden bu şeyi bitirmiyorsun? Amacın benden intikam almak mı? Acı çektirmek mi? Eğer öyleyse istediğine ulaştın, kalbimi paramparça ettin."
Robert tereddüt ederek elini uzatıp Alice'in ıslak yüzüne dokunmuştu. Kızın biraz olsun sakinleştiğini fark ettiğinde, parmaklarıyla dikkatlice yanaklarını silmişti. Alice hala içini çekerek hıçkırıyordu lakin gözyaşları tükenmişti.
"Ben sana nasıl acı çektirebilirim? Senden nasıl intikam alabilirim ?"
Alice hıçkırıklarının arasında bilmiyorum diye inliyordu. Robert olduğu yerde yaklaşıp yüzünü avuçlarının arasına almıştı. Öne eğdiği başını kaldırıp gözlerini gözleriyle buluşturmuştu. Alice'in sıktığı dudakları bir çocukmuşçasına titriyordu.
"Özür dilerim. Yaptıklarım hataydı, kabul ediyorum. Fakat amacım asla canını yakmak, intikam almak değildi. Alice, ben seni unutmak istedim. Beni asla sevmeyeceğini düşündüm ve yolundan çekilip seni arkamda bırakmak istedim. Tüm bunların bizi bu noktaya getireceği aklımın ucundan bile geçmedi."
Sözleri ile birlikte karısının gözlerinden bir damla süzülüp parmaklarını bulmuştu. Robert, Alice'in kızaran yüzünü tekrar özenle silip yanaklarını okşamıştı. Sonrasında ise, kızın kucağında olan ellerini tutup kendine çekmişti. Sımsıcak olan avuç içlerini dudaklarına götürüp uzun uzun öpmüştü.
"Özür dilerim Alice. Tüm benliğimle senden özür dilerim. Her şeyi mahvettim, elime yüzüme bulaştırdım. Başka bir kadının seni unutturabileceğini düşündüm. Ne kadar aptalım? Kim senin yerini doldurabilir ki ?"
Alice burnunu çekerek yerdeki gözlerini kaldırmıştı. Robert, öptüğü ellerini hala sıkı sıkıya tutuyordu. Kendini tutamayıp titreyen dudağını ısırmıştı. Kabul etmek onu kızdırsa dahi, adamın sözlerine inanmak istiyordu. Robert'ın başka bir kadına âşık olma ihtimali onu adeta yiyip bitirmişti. O akşam geçirdiği öfke nöbetinin içinde saklanan gerçek buydu.
"O kadını sevmiyor musun ?"
"Alice, benim sevdiğim tek bir kadın var, o da sensin. Aklımı başımdan alıyorsun, beni deliye çeviriyorsun, farkında değil misin? Karşında tek bir gülüşünle kendinden geçen âciz bir adama dönüşüyorum."
Robert, diz çöktüğü yerde doğrulup karısına yaklaşmıştı. Serbest bıraktığı elleri, ateş kadar kızıl saçlarında gezdikten sonra omuzlarını okşayıp belini bulmuştu. Alnını kızın alnına dayamışken, aynı zamanda derinden gelen sesiyle mırıldanıyordu.
"Doğum günümden beri Yolanda'yı görmüyorum. Bundan sonra da bir daha görmeyeceğim. Sana söz veriyorum, aramızda başka bir kadının adı dahi olmayacak. Ben sana aşığım, sadece seni istiyorum."
Alice, duydukları ile birlikte gözlerini kapatmıştı. O an ne hissetmesi, ne söylemesi gerektiğini bilmiyordu. Zihni ve düşünceleri karmakarışıktı. Robert ona böylesine sokulmuş, şüpheye düştüğü aşkını itiraf ederken öfkesi adeta un ufak olup aralarından çekilmişti. Adamın sıcak nefesini yüzünde hissediyordu. Dudağını ısırarak içini çekti, bununla birlikte kokusu burnuna dolmuştu. Elleri, adeta onun dışında bir güç tarafından yönetiliyormuşçasına yükselip önce göğsünü bulmuş, sonrasında ise omuzlarına yükselmişti. Tüm vücudu hala titriyordu, kalbi delicesine çarpmaya başlamıştı.
"Ben de seni seviyorum."
Robert, ilk anda duyduğuna inanamamıştı. Bu iki kelime için oldukça uzun bir zaman beklemişti. Bazen duymaya yaklaştığını, bazen de imkânsız olduğunu düşünmüştü. O an ise yanlış anlamaktan, bir hayale kapılmaktan korkuyordu. Yüzüne yayılan gülümseme ile birlikte fısıldamıştı.
"Tekrar söylesene."
Hala gözleri kapalı olan Alice tıpkı Robert gibi ısırdığı dudağıyla belli belirsiz gülümsemişti. O an bile birbirlerine oldukça yakınlarken, boynuna sarılarak tekrar dudaklarına doğru mırıldanmıştı.
"Seni seviyorum Robert Doyle."
Robert bununla birlikte sokulup kızın gözyaşları ile ıslanmış tuzlu dudaklarını öpmüştü. Dokunuşu, tavrı şehvetten uzaktı. Dudakları karısının dudakları ile buluşmuş, kokusunu içine çekerek uzunca öptükten sonra geri çekilmişti. Belindeki elleri yükselip yanaklarını kavramıştı. Yanakları kıpkırmızı olmuş Alice, gözlerini araladığında bakışlarından mahcubiyet dökülüyordu. Bu hali adamın hoşuna gitmişti. Dudağının kenarına bir öpücük bırakıp mırıldanmıştı.
"Asla pişman olmayacaksın, söz veriyorum."
Üç Gün Sonra
"Hanımefendi! Geldiler !"
Salonda, kucağındaki Jeremy ile oynayan Alice, Dorothy'nin holden gelen tiz sesini duymasıyla birlikte oturduğu yerde sıçramıştı. Başını yükselip gözlerini kısarak kemerli pencereye dönmüştü. Tıpkı kadının dediği gibi, kocasına ait olan at arabası bahçeye girmişti. Bunu görmesi ile birlikte, kalbi heyecanla kasılmıştı. Tüm beklediği an sonunda gelmişti. Sabahın erken vaktinde, kuzeni ile birlikte mahkemesi için yola çıkan kocası geri dönmüştü. Duruşmalarda kadınlara yer verilmediği için onları evde bekleyen Alice için saatler adeta geçmek bilmemişti. O an ise telaşla ayağa kalkmış, Jeremy'i de kucağına alarak koşar adımlarla salonu geçip bahçeye inmişti.
Dorothy ve Womack, tıpkı onun gibi telaşla köşke çıkan merdivenin önüne dizilmişlerdi. Araba çakıl yolun ortasında durduğunda, kabinden ilk çıkan Logan olmuştu. Kapıyı aralamış, basamağı inip ilerlemek yerine olduğu yerde durup onlara sırtını dönmüştü. Biraz sonra, Robert da kendini göstermişti. İki adam, arabadan inmiş, bahçeye ayak bastıkları gibi koyu bir sohbete koyulmuşlardı. Bu durum, Alice'in asabını bozmuştu. Kucağındaki çocuğu Dorothy'e devredip çakıl yolda ilerlemişti. Yanlarına yaklaştığında, hem kocası hem de kuzeni bir anda sus pus olmuştu.
" Ne oldu? Ne karar çıktı? Tanrı aşkına sabahtan beri meraktan ölüyoruz, siz burada hiç görüşmemişsiniz gibi sohbet ediyorsunuz."
Robert herhangi bir şey söylemeden, onun sıklıkla yaptığı gibi dudaklarını ısırarak gözlerini devirmişti. Bu tavrı Alice'i rahatsız etmişken, Logan bu görevi kuzeninin üzerinden almıştı.
"Bir iyi bir de kötü haberimiz var. Önce hangisini duymak istersin? "
"Eğer lütfederseniz hepsini duymak istiyorum Logan."
"Peki o halde, kötü haber şu; sevgili eşin ordudan atıldı."
Alice elinde olmadan irkilmişti. Ordudan atılmak kocasının başına gelebilecek en kötü senaryoydu. Mahkeme ordudan atılmasına karar vermişken, iyi haberin ne olabileceğini kestiremiyordu. Korkan bakışlarla Robert'ı süzdü, aynı zamanda tereddüt ederek sorusunu mırıldanmıştı.
"İyi haber nedir peki ?"
Logan gülümsemiş, bir adım arkasında kalan Robert'a omzunun üzerinden kaçamak bir bakış atmıştı. Konuşurken sesi adeta kıkırdıyordu.
"Bugünden itibaren Bristol Dükünün karısısın."
Yazan ; İlknur DUMAN
* * *
-Bu Alicesu'nun bu bölüm giydiği elbise ^_^
-Bu beyefendi de Dustin Clarence.
* * *
Çoook ama çook özür dilerim, beklettim biliyorum. Müthiş yoğun bir haftaydı ve ilham perilerim resmen uzuuun bir tatildeydi, abartmıyorum tek bir cümle için yarım saat falan düşündüğüm oldu bu bölüm. Ama bence – bakın bence diyorum lütfen :D – beklediğimize değdi çünkü içime sinen bir bölüm oldu. Ha bu arada değinmeden geçmek istemiyorum, geçen bölüm bi' Benjamin'i seçerdim dedim maşallah sapır sapır döküldünüz ben de ben de ben de diye :D Kız bu Robert size ne etti bir kişi de ben Robert'ı seçerdim dememiş :D Yazıklar olsun hepinize tüüü ! :D Ayy neyse benim çenem yine düştü, hepinizi kocamaan öpüyorum çiçeklerim, kendinize iyi bakın :-*
Bạn đang đọc truyện trên: AzTruyen.Top