Bölüm 20 - "Mahrem"
Düş
Bölüm 20 – "Mahrem"
Mehtap karanlığın içinde siyaha bürünmüş yaprakları gümüş ışığıyla aydınlatırken, Robert atının üzerindeydi. Vakit gece yarısına geliyorken, o Riverwood'a henüz dönmüştü. Açık bahçe kapısından geçmiş, çakıl yolda atından inip etrafına bakınmıştı. Bu vakitte Nolan'ın ve diğerlerinin çoktan yataklarına girdiğini tahmin ediyordu. Başka bir zaman olsa, seyisine onu karşılamadığı için söylenir, adamı öfkeyle uykusundan uyandırırdı. Fakat gecenin bu vaktinde, kimse tarafından karşılanmamak işine geliyordu. Kimseye belli etmemek için çaba gösterse de, Robert kendini içine soktuğu bu durumdan suçluluk duyuyordu.
Atını bahçedeki banka bağladıktan sonra ağır adımlarla ilerleyip mermer köşke çıkmıştı. Kilitli kapının anahtarlarından birini artık üzerinde taşıyordu. Vakit akşamı bulup Dorothy ve Womack müştemilat binasına çekildiğinde, korkan Alice onlara kapıyı kilitlemelerin tembih etmişti. Bir iki kez kilitli kapı ile karşılaşıp köşke giremeyen Robert, Womack'i uyandırıp kilidi açtırmış, sonrasında ise anahtarlardan birini üzerinde taşımaya karar vermişti. Karısının sessiz fakat derin bir protesto içinde olduğunu biliyordu. Korkmanın ötesinde, sadece kapıda kalması için uyuduktan sonra her yeri kilitlettirdiğinin farkındaydı.
İçeri girip üst kata çıktığında, odalarını ikiye bölen cam kapının aralanmış olduğunu gördü. Sessizce yaklaşıp pirinçten kulpu tutarak başını ileriye uzattığında Alice'in boş yatağı ile karşılaşmıştı. Bu görüntü onu huzursuz etmişti. Üzerindeki ceketi çıkarıp kendi yatağının üzerine fırlatarak yatak odalarından çıkmıştı. Alt kata indiğinde, ilk baktığı yer salon olmuştu. Fakat mumları sönmüş, loş bir karanlığın hâkim olduğu salonda hiç kimse yoktu. Bıkkınlıkla içini çekti. Kızın arka taraçaya çıkan odada olabileceğini düşünürken, kırılan cam sesi kulağına çalınmıştı. Arkasını dönüp hole doğru ilerledi. Olduğu yerde bir an durakladığında, Alice'in şarkı söyleyen sesini duymuştu. Söylenerek mutfağa doğru ilerledi. Çift kanatlı ahşap kapıyı geçip içeri girdiğinde, Alice geceliği ile mutfak tezgâhının üzerinde oturuyordu. Kendi kendine şarkı söyleyen kız, onu gördüğünde elindeki bardağı kaldırıp tüm dişlerini göstererek gülümsemişti.
"Şuraya bakın! En sevdiğim kocam gelmiş !"
Kıkırdayan Alice, içkisini bir kerede bitirmiş, sonrasında ise gayet rahat bir tavır ile parmaklarını açıp elindeki bardağı yere bırakmıştı. Mutfak tekrar kırılan cam sesi ile dolduğunda, hala yerinde duran Robert irkilmişti. Eşiği aşıp kıza yaklaşsa dahi, mutfağın ortasındaki küçük tezgâh aralarında duruyordu. Burnunu çekip havayı kokladı, kesif bir alkol kokusu her yeri almış götürüyordu.
"Alice sen ne yapıyorsun böyle ?"
"Hiç. Bu gece canım çok sıkıldı, ben de senin rom şişelerinden birini almaya karar verdim."
Robert herhangi bir cevap vermek yerine ilerleyip duvara bitişik olan mermer tezgâhın üzerindeki karısının yanını bulmuştu. Oturduğu yerin çevresinde zemin adeta cam kırıkları ile kaplanmıştı, adım attıkça çizmesinin altında çıtırtıları duyabiliyordu. Başını kaldırıp kızın arkasında kalan, bardakların yerleştirildiği rafa baktı. Bir sıra tamamen boşalmış, altındakilerden ise birkaç tane eksilmişti. Alice'in kaç bardak kırmış olabileceğine dair herhangi bir tahmini dahi yoktu.
"Saçma olacak fakat bir şey sorabilir miyim? Neden bardakları kırıyorsun? İçi boşaldıktan sonra bu şeyleri tekrar kullanabilirsin, biliyorsun değil mi ?"
Sorusuyla birlikte Alice tekrar kıkırdamıştı. Elini arkasına atıp ahşap raftan bir bardağa daha uzanmış, tezgâhta yanı başında duran rom şişesinden içkisini dökmüştü. Birkaç yudum alıp ağzını elinin tersi ile sildikten sonra buram buram içki kokan nefesi ile adama cevap vermişti.
"Kırıldığında çıkan sesi seviyorum, bana kalbimin sesini hatırlatıyor."
Başını önüne eğmiş olan Robert, çizmesiyle kızın önünde kalan cam kırıklarını öteye itiyordu. Aynı zamanda, Alice'in tezgâhtan sarkan çıplak ayaklarını fark etmişti. Bununla birlikte bakışlarını kaldırıp karısına çıkıştı.
"Ayakların çıplak ve her yer cam içinde. Umarım odana nasıl döneceğini düşünmüşsündür."
Alice umursamaz bir eda ile omzunu silkmişti. Yüzündeki sarhoş sırıtış bir an olsun kaybolmuyordu.
"Biliyor musun sevgili kocacığım, aslında bunu hiç düşünmedim. Ama sorun değil, tezgâhın üzerine kıvırılıp uyurum."
Robert kendi kendine eminim uyursun diye mırıldanmıştı. Yaklaşıp, Alice'in dudaklarına götürdüğü bardağı elinden alıp tezgâha koydu. Belini kavrayıp kucağına alacakken, Alice omzunu tutup onu kendinden uzağa ittirmişti.
"Robert, dur lütfen ne yapıyorsun? "
"Sarhoşsun, seni odaya çıkaracağım."
"Hayır hayır canım kocacığım, onu söylemiyorum. Bana bu kadar yaklaşmamalısın. Ya metresin beni kucağını aldığını duyup sana kızarsa ?"
Yılgın bir şekilde içini çeken Robert cevap vermek yerine tekrar beline sokulmuştu. Fakat Alice olduğu yerde kalmakta ısrarcıydı. Adamı omzunu kavrayıp durdurmuşken aynı zamanda sahte bir huysuzlukla söyleniyordu.
"Bırak beni, canım şimdi yukarı çıkmak istemiyor."
"Bir fıçıya dönmüşsün, leş gibi kokuyorsun. Daha fazla içmek yok, seni yatağına çıkaracağım."
"Ah tabi kocacığım, sen de haklısın. Misk kokulu metresini bırakıp benim gibi bir ayyaşla karşılaşmak istemezdin. Dur, neydi adı? Yolandaydı, değil mi? O benden daha güzel kokuyor olmalı."
Robert pes etmek zorunda kaldı. Gönlü olmadan Alice'i yatak odalarına çıkaramayacağını görüyordu. İçinden, kendi kendine kızın sarhoş olduğunu telkin etti. Bunu sakinleşmek için değil, bilakis utanç duygusunun üstünden gelmek için yapıyordu. Bu geceden sonra Alice belki de söylediklerinin hiçbirini hatırlamayacaktı.
O bir adım geriye çıkmış, ne yapacağını bilmeden ellerini beline dayamış Alice'i izliyorken, karısı yanında duran roma uzanmıştı. Mantar tıpayı çıkarıp, Robert'a aldırmadan şişeyi dudaklarına götürmüş, gözlerini kısıp büyük bir yudum aldıktan sonra içini çekerek ona dönmüştü.
"Robert, buraya gel."
Henüz geri çekilmiş olan Robert gözlerini yılgınlıkla devirip kıza yaklaşmıştı. Alice'in fikrini değiştirdiğini, onu odaya çıkarmasını kabul ettiğini düşünmüştü. Elleri tekrar belini bulduğunda, sokulduğu Alice omzunu kavramıştı. Fakat bu kez parmakları sadece onu durdurmakla kalmamış, yükselip yüzünü bulmuştu. Bununla birlikte bakışlarını kaldırdığında göz göze gelmişlerdi. Alice, dudaklarını kıvırmış, muzip bir ifade ile sırıtıyordu.
"Söylesene hadi, metresin mi daha güzel kokuyor yoksa ben mi? "
"Alice, kes şunu."
"Tamam, şimdi bir sokak ayyaşına dönüşmüş olabilirim. Ama sen de biliyorsun, her zaman böyle kokmuyorum."
Robert cevap vermemişti. Alice'in de bir cevap beklediği yoktu. Kıkırdayarak yanağına dokunduğu adamın boynuna sokulup kokusunu içine çekmişti. Tekrar doğrulduğunda, yüzündeki sırıtış biraz olsun bozulup dökülmüştü.
"Sen eskiden çok güzel kokardın. Nefret ettiğim zamanlarda bile, kokunu çok beğenirdim."
"Benim kokum hala aynı, sen durumu dramatikleştirmeyi seviyorsun."
"Hayır kocacığım hayır, farklı kokuyorsun. Beni aldattığını ilk kokundan anlamıştım. Merak ediyorum, bu gece sana sarılıp uyusam ve sabah metresinin yanına gitsen, o da kokunun değiştiğini anlar mı? Kokunu benim kadar iyi biliyor mu ?"
Alice bir an duraklamış, sonrasında ise içini çekerek gülümsemişti. Parmağı hala adamın yüzündeydi, kısa sakallarını okşuyordu. İçki kokan nefesiyle sorduğu soruyu Robert'a bırakmadan kendi cevaplamıştı.
"Benimki de ne aptallık. Elbette kokunu biliyordur, seni benden daha iyi tanıyordur belki de, öyle değil mi? Sonuçta en mahrem anlarını onunla paylaşıyorsun."
"Alice."
"Ne? Sadece merak ediyorum. Mesela, bana beni sevdiğini söylemiştin. Ona da bunu söyledin mi? Metresini de benim kadar seviyor musun ?"
Robert kızın sorusunu kendi içinde cevaplamıştı; hiç kimseyi seni sevdiğim gibi sevemem. Fakat bu sözler dudağından dökülmemişti. Yutkunmuş, Alice'in mavi gözlerine bakıp kalmıştı. Kollarının arasında, sarhoş nefesini koklayıp parmakları yüzünde hissederken her zaman şikâyet ettiği o acizliğin içine düştüğünü biliyordu. Kalbi heyecanla kasılmıştı, kanın damarlarında dörtnala giden bir at gibi hızla aktığını hissedebiliyordu. Herkesin soğuk ve hoyrat olarak kabul ettiği Robert Doyle, Alice'in karşısında on beş yaşında, heyecanlı ve âşık bir oğlan çocuğuna dönüşüyordu.
"Artık bunları konuşmanın bir önemi yok."
"Peki ya varsa? Bunu nereden bilebilirsin ?"
"Alice lütfen, lütfen benimle daha fazla oynama. On gündür seni terk edip giden kuzenin için ağlıyorsun. Eminim, bu akşam da onun için ağladın, arkasında bıraktığı aşk acısını unutmak için sarhoş oldun. Şimdi ise gelmiş bana kokulardan ve sevgiden bahsediyorsun. Gerçekten buna inanmamı bekleyebilir misin? "
Sözleri karşısında Alice içten bir şekilde gülmüştü. Bu alaycı bir sırıtış ya da sarhoş kıkırtısı değildi. Kendine hiç denk gelmese dahi, gözlerine bakıp yanağını okşayan kızı Benjamin'e bu şekilde gülümserken birçok kez görmüştü. İmrendiği bu gülümseme, kalbine sıcak bir his bırakıp geçmişti.
"Senin sorunun bu, biliyor musun? Her zaman her şeyden fazla eminsin. O kadar eminsin ki sorgulamaya dahi gerek duymuyorsun. Bir şeylerin değişebileceğinin farkında bile değilsin."
"Alice-"
"Benjamin benim ilk aşkımdı. Onu sevdiğimi inkâr etmiyorum. Sen ortaya çıkmadan uzun zaman önce, o benim ilk aşkımdı, kusursuz ve ulaşılamaz ilk aşkım."
Robert gözlerini devirmişti, kelimeler ağzından adeta isyan edercesine dökülüyordu.
"Oysaki ben sıkıcı, kusurları olan sıradan biriyim."
Alice'in yüzündeki parmakları çenesinin altını bulmuş, başını kaldırarak tekrar göz göze gelmelerini sağlamıştı. Robert, bir başka hayal kırıklığını, bu kez ona bu kadar yakın, gözlerine içine bakarken yaşayacağını tahmin ediyordu. Fakat kaçmak niyetinde değildi. Alice'in tüm kırıcı sözlerini söylemesini ve içinde ona ait olan her bir zerreyi yok etmesini arzuluyordu.
"Sen sıradan biri değilsin Robert. Kusurların var, evet. Onlardan uzun bir zaman şikâyet ettim. Kibrimin, ahmaklığımın gözümü kör ettiğini şimdi anlıyorum. Benjamin sadece hayalimde kalacak kusursuz bir ilk aşk. Fakat gerçek olan sensin. Gerçek, samimi ve belki de ebedi."
Alice'in söylediği her bir söz Robert'ın kalbine nakşolmuştu. Gözlerinin içine baktığı bu akşamı, söylediği sözleri, sesinin tonunu, gülümserken dudağının nasıl kıvrıldığını asla unutmayacaktı. Unutmak kabiliyeti elinde olsa, bir an bile düşünmez, unutmayı seçerdi. Kızın ona umut verip yarı yolda bırakacağını düşüyordu. Fakat neredeyse onu ilk gördüğü günden beri, Alice'in söylediği her bir söz, takındığı her bir tavır mıh gibi zihninde ve kalbinde çakılı kalmıştı, söküp atmak istese dahi gücü yetmiyordu.
"Sarhoşsun Alice. Tüm bunları sarhoş olduğun için söylüyorsun. Sabah uyandığında hiçbir şey hatırlamayacaksın."
"Koruda da böyle demiştin. Sabah uyandığımda her şeyi hatırlıyordum. Belki bu kez de hatırlarım."
"Böyle bir şey olacağını sanmıyorum. Sabah uyandığında kaybettiğin ilk aşkının arkasından ağlamaya devam edersin. Hatırlıyor musun, tiyatroya gittiğimizde bir adam sana yedek Juliet demişti. İşte benim de bu hikâyedeki rolüm bu, yedek Romeo'yum. Sadece sarhoş olduğun akşamlar aklına geliyorum."
Robert, Alice'in kollarından çıkıp ellerini yüzünden uzaklaştırmıştı. Onu aptala çeviren bu duyguya gereğinden fazla kapıldığını hissediyordu. Fakat bahsini kendi açmışken, uzun bir zamandır zihnini kurcalayan bir soruyu sormak istemişti. Alacağı karşılıktan korksa dahi bilmek istiyordu.
"Benjamin ile tiyatroya gittiğinde sana Juliet ona da Romeo rolünü verdiler, değil mi ?"
Alice başını sallayarak durumu kabul etmiş, sonrasında ise yanındaki şişeye uzanıp dudaklarına götürmüştü. Romu adeta suymuşçasına kana kana içtikten sonra, parmaklarını ağzında gezdirip ıslaklığını almıştı. Robert, tüm bu süreç boyunca sadece onu izlemekle yetinmişti.
"Ne diye bunu soruyorsun şimdi? "
"O adam seni öptü mü Alice? Rol için bile olsa, seni öptü mü ?"
Sorusu Alice'i güldürmüştü. Dudakları muzip bir ifade ile kıvrılmıştı. Kızın onunla alay ettiğini düşündü, böyle bir şeyi sorduğu için o an pişman olmuştu. Gözlerini devirmiş, kendi kendine aptalın teki olduğunu söylerken, oturduğu tezgâhta öne eğilen Alice yalpalayarak elini uzanıp yeleğini tutarak onu kendine çekmişti. Ne olduğunu anlamayan Robert bakışlarını yerden kaldırdığında Alice ile yüz yüze kalmıştı. Karşısındakinin niyetinden habersiz, öylece bakakalmışken Alice yanında duran şişeye uzanıp içkisinden bir yudum daha almış fakat bu kez dudaklarındaki ıslaklığı silmeye tenezzül etmemişti. Karısının içtiği rom ile birlikte kısılan gözleri dudaklarını süzüyordu. Adamın göğsünde olan ellerinden biri yükselip boynuna sarılmıştı. Birbirlerine o kadar yakınlardı ki Robert içini çektiğinde Alice'in sarhoş nefesi ciğerlerine dolmuştu.
"Beni bugüne kadar sadece Robert Doyle öptü."
Fısıldayan Alice yaklaşmış, rom ile ıslanmış olan dudaklarını Robert'ın dudakları üzerine örtmüştü. Bu tutkulu ya da derin bir öpücük değildi. Alice sadece adamın dudaklarına küçük bir iz bırakmıştı. Geri çekildiğinde, yaptığı yaramazlığın farkında olan küçük bir çocuk gibi sırıtıyordu.
"Hadi söyle, hangimizin dudakları daha tatlı? Benim mi yoksa metresinin mi ?"
Robert herhangi bir cevap verecek durumda değildi. Gözlerini kapatıp içini çektiğinde, biraz önce Alice'in öptüğü dudaklarını ısırmıştı. Kızın bıraktığı rom tadı neredeyse dilinin ucunda hissediyordu. Kendime hâkim olmam gerek diye düşündü. O an tek yapmak istediği kızın ıslak dudaklarını öpmekken gözlerini aralayıp ellerini yüzünden uzaklaştırarak geri çekilmişti. Kapıldığı dürtüyü takip etmek, sarhoş karısını kullanmasına yol açabilirdi.
"Yarın doğum günüm. Eğer sarhoş olmasaydın, bunu güzel bir hediye olarak kabul ederdim."
Robert daha fazla konuşmalarına izin vermemiş, kızın belini kavrayıp kucağına almıştı. Mutfakta her yere sıçramış olan kırık cam parçalarına dikkat ederek eşiği çıkıp hole geçmişti. Alice, adamın kolları arasında bir çocuk gibi üst kata taşınırken kıkırdamak dışında hiçbir ses çıkarmamıştı. Odalarına geldiklerinde Robert onu yatağının üzerine dikkatlice bırakıp geri çekilmişti. Alice uzandığı an kollarını açarak gerinmişti, aynı zamanda esniyordu. Robert, onu bu şekilde bırakırsa olduğu gibi sızacağının farkındaydı. Söylenerek yorganı çekiştirip kolunu kavradığı Alice'i kaldırmıştı.
"Yarın sabah ilk iş Womack'e evde ne kadar içki varsa mahzene kilitlemesini söyleyeceğim. Yoksa başıma taverna serserisi olup çıkacaksın."
Kıkırdayan Alice adamın desteği ile ayağa kalkmıştı. İçki ve uyku mavi gözlerini küçültmüştü, kendini esnemekten alıkoyamıyordu. Kadife yatak örtüsünü aralayan Robert geri çekildiğinde adeta bir çocuğa komut verir gibi eliyle yatağa geçmesini işaret etmişti. Alice'in bundan bir şikâyeti yoktu. Esneyerek kendini yatağın içine bırakmış, kalın örtüyü geceliğinin çıplak bıraktığı omuzlarına çekmişti. Gözlerini kapatmadan önce rom kokan nefesiyle kıkırdayarak fısıldamıştı.
"İyi geceler tatlı kocacığım."
* * *
Robert uykusundan, adeta menteşelerini sökülürcesine çarpılan bir kapı sesi ile uyanmıştı. Sıçrayarak gözlerini açtığında, güneş yatak odasına dolmamıştı bile. Tan sökmeye başlamışsa bile gökyüzü hala gecenin koyuluğunu taşıyordu. Homurdanarak yatağında dirseklerinin üzerinde doğrulmuştu. Yüzü hala uykuyla şiş olan Alice odalarını ayıran cam kapının önündeydi, gözlerini üzerine dikmiş, mavi sabahlığının kuşağına ilmek atıyordu.
"Saatin kaç olduğunun farkında mısın? "
O sabah, en az kocası kadar suratsız olan Alice adamın sözlerini umursamamıştı bile. Kuşağını bağlayıp elini darmadağınık olan kızıl saçlarının arasından geçirmişti. Deneyimlediği en kötü baş ağrılarından birini o sabah yaşıyordu ve Robert'a zerre kadar tahammülü yoktu.
"Günaydın Robert, demek sonunda kendi yatağının yolunu bulabildin."
Alice, herhangi bir karşılık beklemeden ilerleyip yatak odasından çıkmıştı. Hala yatağın içinde yarı doğrulmuş bir şekilde duran Robert bir müddet karısının bıraktığı boşluğu izlemiş, sonrasında ise söylenerek başını tekrar yastığına koymuştu. Duvarda asılı olan saate göre vakit henüz sabahın beş buçuğuydu. Robert normal rutininden yarım saat önce uyanmıştı ve bu onu her zamankinden daha asabi kılmaya yetmişti. Üzerindeki kalın örtüyü savurup yatağın kenarına oturdu. Başını ellerinin arasına almış, huysuz ifadesi ile boşluğu izliyorken Alice tekrar odaya girmişti.
"Kıyafetlerini alıp çık, banyo yapacağım."
Alice'in bu tavrı, hâlihazırda öfkeli olan Robert'ı çileden çıkarmıştı. Oturduğu yerde doğrulup, sol taraftaki küçük ahşap konsolun önünde duran karısının yanına ilerlemişti. Sabahları genizden gelen sesi kulağa her zamankinden daha derin ve tekinsiz geliyordu.
"Sen aklınca beni mi cezalandırıyorsun? Kapı kilitlemeler, kapı çarpmalar. Kendi kendine bunları hak ettiğimi düşünüp vicdanını mı rahatlatıyorsun ?"
"Hayır tabi ki. Eğer sana hak ettiğin şekilde davranıyor olsaydım, suratına tükürürdüm."
"Alice, bil diye söylüyorum, sinir uçlarımla oynuyorsun."
Sözleri ya da öfkesi herhangi bir şekilde Alice'i etkilemiş gibi gözükmüyordu. Kız onu geçip ilerlemiş, divanın üzerinde duran elbiselerini alıp kucağına bırakmıştı. Hali, tavrı en az sabah aksiliğiyle meşhur kocası kadar huysuzdu.
"Kahvaltıya kadar hazırlanmam gerek, çıkar mısın ?"
Robert homurdanıp söylenerek karısının yanından ayrılmış, kucağındaki kıyafetleri ile aynı katta olan başka bir odada üzerini değiştirmişti. Bu esnada ise Womack ve Nolan döküm küveti yatak odalarına taşımışlardı. Sıcak suyu hazırlayıp küvete doldurduklarında, iki adam gitmiş ve yerine elinde banyo lifi ve bir kalıp sabun ile Dorothy gelmişti. Alice o sabah kendini adeta bir çuval gibi yığılmış ve halsiz hissediyordu. Küveti hazırlamalarını tembih ettiğinde kadından yıkanması için ona yardımcı olmasını da istemişti.
"Günaydın efendim."
Alice Dorothy'e cevaben sadece başını sallayarak içini çekmişti. Üzerindeki sabahlığı çıkarıp umursamaz bir tavırla Robert'ın dağınık yatağına fırlattı. Neredeyse üç parmak kalınlığında askıları olan beyaz geceliği ile kaldığında, yaklaşıp kadının elindeki sabunu alarak koklamıştı. Burnuna dolan gül kokusu ile birlikte irkilmişti. Yüzünü ekşiterek Dorothy'e dönüp çıkıştı.
"Dorothy, benimle dalga mı geçiyorsun? Hemen git ve başka bir sabun getir, bu şeyi asla vücuduma sürmem."
"Elbette efendim fakat emin misiniz? Sürekli bu sabun ile yıkanıyorsunuz."
"Şimdi de istemiyorum, midemi bulandırıyor. Bundan sonra bu evde güle dair hiçbir şey istemiyorum. Git ve başka sabun getir lütfen."
Peki efendim diye mırıldanan Dorothy elindeki sabun ile odadan çıkıp alt kata inmişti. Mutfaktan süpürdüğü cam kırıklarını büyük bir kürekle taşıyan Womack ile holde karşılaşmışlardı. Bahçedeki büyük çöpe gidecek olan adam karısını gördüğünde duraksamıştı.
"Neden yukarıda değilsin Dorothy? Bir sorun mu var yoksa ?"
"Ah evet, sanırım artık başımız tamamen dertte. Yüzbaşı karısını da kendine benzetmeyi başarmış."
Dorothy söylenerek kilere doğru ilerlerken, üzerini giyinmiş olan Robert elini ceketinin cebinde attığında sigara tabakasının yanında olmadığını fark etmişti. Dün gece, Alice'i yatağına götürdükten sonra balkonda sigara içmiş, tabakasını d baş yanındaki komodinin üzerine bırakmıştı. Kendi kendine söylenerek odadan çıkıp uzun koridor boyunca yürüdü. Yatak odasına geldiğinde kapıyı tıklatarak aralayıp içerde olduğunu düşündüğü Dorothy'e seslenmişti.
"Dorothy? "
"Dorothy bana yardım edecek, kendine başka birini bul."
Eli kulpta beklerken Alice'in huysuz sesini duyduğunda homurdanarak içini çekmişti. Karısı evde olduğu her an ona adeta işkence çektiriyordu.
"Komodinin üzerinde sigaram var, getirir misin? "
"Getiremem, gel ve kendin al."
"Biliyor musun, bazen hangi-"
Söylenerek araladığı kapıdan içeri giren Robert, kızı üzerinden buhar yükselen küvetin içinde gördüğü an konuşmaya devam edememişti. Kapının bir adım ilerisinde donup kalmıştı. Alice çıplaktı fakat içinde olduğu sıcak su vücudu gizliyordu. Uzandığı küvette kollarını dışarı sarkıtıp başını geriye bırakmıştı. Yukarı kaldırıp döküm küvetin ucuna yasladığı ayaklarından üst üste attığı ıslak bacaklarına damlalar yuvarlanıyordu. Robert'ın içeri girdiğini fark ettiğinde, yavaşça başını kaldırmış ve bacaklarını suyun içine çekmişti. Koltuk altına kadar gelen su vücudunu saklasa dahi Robert çıplak siluetini seçebiliyordu. Ve Alice bunu fark anlamıştı.
"Neye bakıyorsun sen? "
Kızın çıkışması içine düştüğü sersemlikten kurtulmasına yardımcı olmuştu. Güçlükle de olsa gözlerini devirip Alice'e bakmamaya çalışarak odada ilerlemişti. Aynı zamanda sahte bir memnuniyetsizlikle söyleniyordu.
"Madem müsait değilsin ne diye beni içeri çağırıyorsun ?"
"Küvette olduğumu fark ettiğinde gözlerini üzerime dikmek yerine başını eğeceğini düşünmüştüm."
Robert herhangi bir şey söylememiş, sigarasını cebine attıktan sonra hızla odadan çıkmıştı. Bunu unutmam gerek diye düşündü. Kızın öpücüğü bile zihnini allak bullak etmeye yetmişken bu kadarı kaldırabileceğinden öteydi. Alice'i oldukça uzun bir zamandır arzuluyordu ve dürtüleri uzun zamandır kontrolü altındaydı. Fakat onun için karısının bu yaptıkları, kışı aç geçirmiş kurdun önüne yalnız bir kuzuyu atmakla eşdeğerdi. Robert limitinin dolmak üzere olduğunu hissediyordu.
O kendine telkinlerde bulunarak koruya geçmişken, Alice için gül kokmayan başka bir sabun getiren Dorothy küvetteki kızın vücudunu köpürttüğü lifle ovuyordu. Normalde Alice ile sohbet eder konuşurdu. Fakat son günlerde canı oldukça sıkkın olan hanımının o sabah pek konuşkan bir havada olmadığını görebiliyordu. O sessizce lifi vücudunda gezdirirken, aralarındaki sessizliği Alice bozmuştu.
"Dorothy, bugün Robert'ın doğum günü mü ?"
Dorothy duraklamak zorunda kalmıştı. Ayın kaçı olduğunu hatırlamıyordu. Ağustos'un sonuna gelmişlerdi. O gün yüzbaşının doğum günü değilse bile yaklaşmışlardı.
"Ayın 28'inde miyiz? Ah evet, haklısınız. Bugün beyefendinin doğum günü."
"Unutmuş muydun yoksa? "
"Hayır efendim, özür dilerim sadece bu günlerde kafam oldukça bulanık. Hem Yüzbaşı Doyle doğum gününün kutlanmasından hoşlanmaz. Çevresindeki çoğu insan doğum tarihini bilmez bile. Onu çocukluğundan itibaren tanıyor olmasaydık ben ve Mason da bilemezdik."
Alice tam da sana yakışır bir tavır Robert diye geçirmişti içinden. Adamı gülümseyerek insanlara teşekkür edip kremalı doğum günü pastası yerken hayal edemiyordu. Fakat tam da bu noktada konu merakını celp etmişti.
"Nasıl yani? Doğum günlerini kutlamıyor mu ?"
"Kutlamıyor efendim. Bunu henüz on iki on üç yaşlarında, büyük annesi yaşıyorken reddetmişti."
Robert'ın bu tavrı yadırgamasa dahi Alice'i düşündürmüştü. O an karşısında olan adamın doğum günlerini kutlamamak istemesini anlayabilirdi. Robert'ı hiçbir zaman kutlama ve eğlence erbabı olarak tanımamıştı. Bilakis kocası kalabalıktan ve gürültüden nefret ediyordu. Fakat henüz küçük bir çocukken dahi doğum gününü kutlamak istememesi beklemediği bir şeydi. Alice, yirmi yaşında olmasına rağmen doğum gününü hala iple çekiyordu. Özellikle çocukken hediyeler ve pasta uğruna neredeyse bir sene boyunca gün sayarak ekim ayını beklerdi.
"Dorothy, bu akşam Robert'ın doğum gününü kutlayacağız."
"Fakat efendim, söylediğim gibi yüzbaşı doğum gününün kutlanmasından katiyen hoşlanmaz."
"Hoşlanıp hoşlanmadığını akşam göreceğiz, merak etme tüm sorumluluk benim."
Küvetin içindeki Alice, yüzüne gelen köpüğü üfleyerek kendinden uzaklaştırmıştı. Dorothy onu güzelce yıkadıktan sonra kurulanıp giyinmesine yardım etmişti. Alice, kahvaltı hazırlamak için mutfağa inen kadına sıkı sıkıya doğum günü planlarını kimseye söylememesini tembih etmişti. O an için Womack'e güvenmiyordu. Adam kocasına Dorothy'nin olduğundan daha yakındı. Kutlamanın kocasının kulağına gitmesini istemiyordu. Robert'a gerçek manada bir sürpriz yapmak niyetindeydi.
Kendi kendine taradığı saçlarını örüp salona indiğinde, kahvaltı masası hazırlanmıştı. Logan ve Jeremy kapının önünde kalan koltukta oturmuş oyun oynuyorlardı. Dorothy çaylarını dökerken, Alice yaklaşıp küçük çocuğu teklifsizce kucağına almıştı. Yanağına aralıklarla öpücükler bırakırken aynı zamanda kıkırdıyordu.
"Günaydın Jerry, günaydın, günaydın, günaydın! "
Öpücükleri kucağındaki Jeremy'i adeta katılarak güldürmüştü. Onlar birlikte gülüşüyorlarken, yürüyüşünü bitiren Robert içeri girmişti. Diğerlerinin aksine yüzü her sabah olduğu gibi oldukça asıktı. Hala koltukta oturan Logan onu gördüğünde günaydın demişti fakat Alice adamı umursamıyordu. Kucağındaki kahkaha atan Jeremy 'nin yanağına art arda öpücüklerini bırakırken, Robert yanlarına sokulup mırıldanmıştı.
"Bu ara öpücüklerinde oldukça cömertsin."
Robert karısının dün geceyi hatırlamadığını düşünüyordu. Alice'in sarhoş olup ona sokulmasına alışkındı. Kendine geldiği an, ona umut veren her bir anın kızın hafızasından silindiğini biliyordu. Yine de sataşarak Alice'i kontrol etmek istemişti. Dün geceyi, aklını başından alan öpücüğü, en önemlisi onu sevdiğine dair söylediği sözleri unutmak için çabalıyordu. Fakat kendine kızsa dahi umut etmekten hiçbir zaman vazgeçememişti.
"Bunu senin söylüyor olman ne kadar ironik."
"Saçma olacak ama yine de soracağım, dün geceyi hatırlıyor musun ?"
Kendi aralarında fısıldaşıyorlarken, Alice Robert'ın sorusu ile birlikte duraksamıştı. Geceyi elbette hatırlıyordu; adama söyledikleri, onu öpüşü, kucağında üst kata çıkması. Ayrıntılara tam anlamıyla hâkim değilse bile bulanık anılara sahipti. Fakat bunu Robert'a yansıtmayı düşünmüyordu.
"Hayır. Ne o? Tanrı korusun, yoksa seni mi öptüm ?"
Alice'in sahte şaşkınlığı Robert'ı ağına düşürmüştü. Böyle bir şeyi sorduğu için kendi kendine kızıyordu. Hem kendini hem de karısını daha fazla utandırmamak adına olanları inkâr etmişti
"Öpmedin elbette, korkmana gerek yok asla o kadar sarhoş olamazsın."
Fısıldaşmaları son bulmuş, birlikte masaya geçmişlerdi. Her zamanki gibi kahvaltısını ilk bitiren Robert olmuştu. Adam afiyet olsun diyerek aralarından ayrılıp çalışma odasına geçtiğinde Alice de peşinden gidip onu takip etmişti. Koltuğuna yerleşen Robert önündeki dosyayı açarken ona bakmaya dahi tenezzül etmiyordu.
"Ne söyleyeceksen bir an önce söyle, çıkacağım."
Kapının önünde duran Alice kollarını göğsüne bağlayıp omzunu kirişe yaslamıştı. Dün geceyi hatırlamadığını söylediği andan itibaren Robert'ın bir kat daha aksileştiğini görebiliyordu. Sırıtmamak için dudaklarını ısırmak zorunda kalmıştı.
"Bu akşam yemeğe geç kalma. Annem ve diğerlerini davet ettim. İnsanlara neden evde olmadığını açıklamak istemiyorum."
"Bunu bana şimdi mi haber veriyorsun ?"
"Evet, yoksa metresine gitmek gibi daha önemli işlerin mi vardı ?"
Robert içini çekerek önündeki dosyayı sertçe kapatmıştı. Dün geceden ötürü hayal kırıklığına uğramıştı, kızın o sabah değilse bile birkaç gündür Benjamin'in arkasından ağlıyor olmasına da sinirlerini bozan başka bir gerçekti. Böyle bir durumda kendine laf atmasına katlanamıyordu.
"Alice, bunu sen değil başka biri söylüyor olsa gerçekten utanırdım. Gel gör ki, âşık olduğu kuzeni tarafından terk edildiği için ağlayan bir kadının sözleri beni pek ilgilendirmiyor."
Benjamin'in bahsi geçtiği an, Alice yutkunmak zorunda kalmıştı. Olduğu yerde doğruldu, ifadesi adeta buz kesmişti. Bu kez dudaklarını gülmemek için değil öfkeden ısırıyordu.
"Akşam sakın geç kalma."
Alice, cevap verme fırsatı tanımadan eteklerini savurarak odadan çıkmıştı. Kimseye herhangi bir şey söylemeden yatak odasına çekilerek bir müddet beklemişti. Robert, yaklaşık bir saat sonra eyerlettiği atıyla bahçeden çıktığı an o da hızlı adımlarla salonu bulmuştu. Mutfaktaki Dorothy'e seslenip Riverwood'daki herkesi başına toplatmıştı. Küçük Jeremy'den seyis Nolan'a kadar herkes salona geldiğinde o da kafasındaki planı anlatmaya koyulmuştu.
"Bugün Robert'ın doğum günü. Ve biz ona sürpriz bir doğum günü partisi hazırlayacağız. Hepinizin anlayacağı üzere burada önemli nokta sürpriz olması. Robert planımızı öğrenirse böyle bir şeye izin vermez ve sanırım bunu hiçbirimiz istemeyiz."
Söylediklerine ilk tepki veren Womack olmuştu. Adam, tıpkı karısı gibi bu teklife şaşırmıştı. Yüzbaşının doğum günlerine karşı tutumunu en iyi bilenlerden biri oydu.
"Efendim haddimi aşmak istemem fakat Yüzbaşı Doyle doğum gününün kutlanmasından katiyen hoşlanmaz."
"Biliyorum Womack, sevgili eşin beni bu konuda uyardı."
"Fakat siz-"
"Evet, ben kutlanması gerektiği konusunda ısrarcıyım."
Alice'in kararlı tavrı sonrasında salonda kısa bir sessizlik oluşmuştu. Babasının kucağında oturan Jeremy sırıtarak etrafına bakınırken kıkırdayarak zıplamıştı.
"İyi doğdun Robbie Amca! İyi ki doğdun Robbie Amca !"
Kendi kendini alkışlayarak doğum günü melodisini mırıldanan Jeremy herkesi güldürmüştü. Kısa sohbetleri sonrasında Alice doğum günü fikrine herkesi ikna etmişti. Her birinin aklında başka bir plan varken, yaptıkları beyin fırtınası sonucu Alice kemik planı açıklamıştı.
"Tamam, iş bölümümüz şöyle; Dorothy mutfaktan sorumlu. Robert tatlı ve pasta sevmediği için akşama bize gösterişli bir limonlu kek yapacak. Nolan ve Womack arka bahçeyi düzenleyecekler. Büyük bir yemek masasının kurulması gerek, bahçenin her bir dalında fener ışığı görmek istiyorum. Logan, Jeremy ve ben de çarşıya gidip eksikleri tamamlayacağız. Ayrıca bahçedeki işleri bittiğinde, Nolan ve Womack Dorothy'e mutfakta yardım edecekler."
Yapılan iş bölümü herkes tarafından kabul görmüştü. Neyi, nasıl yapmaları gerektiğini kendi aralarında konuşurken, Dorothy'nin aklına başka bir fikir gelmişti.
"Hanımefendi, cesaretimi mazur görün fakat beyefendiye doğum günü için sizin elmalı turtalarınızdan da yapabiliriz. Aileniz geleceği zaman hazırladığınızda tadını çok beğenmişti."
Alice bu fikre kati bir şekilde karşı çıkmıştı. Başını kabul etmediğini gösterircesine sallarken aynı zamanda söyleniyordu.
"Doğum gününü kutluyor olmam onun için mutfağa girip üzerimi una bulayacağım anlamın gelmez. Bunun için daha çok yol kat etmesi gerek."
Dorothy sorduğu sorudan utanarak siz nasıl uygun görürseniz efendim diye mırıldanmıştı. Bu andan sonra salondaki herkes iş bölümüne uygun olarak görevinin başına koyulmuştu. Nolan, hazırladığı at arabası ile Alice, Logan ve Jeremy'i şehir merkezine bırakmıştı. Seyis dönene kadar Womack de mutfakta karısına yardım etmişti.
Arabadan inmiş, geziyorlarken Alice yanındaki Logan ve Jeremy'i bir İrlanda tavernasına götürmüştü. Logan, birkaç hediye ve içki alacakları düşüncesindeyken tavernaya yaklaştıklarında şaşırmadan edememişti.
"Alice kucağımızda bir çocukla tavernada içemeyeceğimizi biliyorsun, değil mi?"
"Merak etme Logan, seni bu işkenceye tutsak etmeyecek kadar seviyorum. Burada başka bir işimiz var. Şimdi görürsün."
Alice, yanındakilerle birlikte tavernaya girdiğinde, duygulanmadan edememişti. Burası, Londra'ya yeni geldiğinde Benjamin ile birlikte geldikleri ilk mekândı. Kuzeni tiyatroda kendine bir yer bulduğunda birlikte içip dans etmiş, adamın sevincini burada kutlamışlardı. Aradan geçen beş ay olsa dahi Alice için her şey asırlar öncesinde yaşanmış gibi geliyordu.
"Hanımefendi, beyefendi; size nasıl yardımcı olabilirim ?"
Alice içli bir şekilde etrafını izliyorken, pek de kibarca sayılmayan iri yarı bir garson yanlarına yaklaşmıştı. Logan, kızın aklında fikirden bihaber olduğu için herhangi bir şey söyleyemiyordu, kucağındaki Jeremy ile belli belirsiz gülümsemişti.
"Merhaba, verdiğim rahatsızlıktan dolayı lütfen bağışlayın. Ben Alice Doyle, Yüzbaşı Robert Doyle'un eşiyim."
Garson Doyle soy ismini duyduğunda duraklamış, karşılarındaki duruşunu düzeltmişti. Adamın kocasını bizzat tanıyıp tanımadığını bilmiyordu fakat bu ismin şehirdeki herkesin kulağına en az bir kez çalındığına emindi.
"Bayan Doyle, hoş geldiniz efendim. Lütfen buyurun, oturun. Size nasıl yardımcı olabilirim ?"
"Teşekkür ederim, uzun kalmayacağız. Ben yaklaşık beş ay önce buraya geldiğimde birkaç müzisyeniniz olduğunu görmüştüm. Kendileri hala sizinle çalışıyorlar mı ?"
"Evet. Fakat şu an burada değiller, müzik akşam vakti başlıyor. Eğer onları dinlemek için geldiyseniz maalesef size yardımcı olamayacağım."
"Belki de bana şu şekilde yardımcı olabilirsiniz; bu akşam kocamın doğum günü. Ve biz ona sürpriz bir kutlama hazırlıyoruz. Eğer müzisyenlerinizi bu akşam için ödünç verebilirseniz beni ziyadesiyle mutlu etmiş olursunuz."
Alice'in teklifi karşısındaki adamı şaşırtmıştı. Böyle bir şey duymayı beklemediğini yüzünün büründüğü ifadeden anlayabiliyordu. Garson, böyle bir anlaşmayı onun yapamayacağını söyleyip onları tavernanın geniş bar kısmına götürüp mekânın sahibi ile tanıştırmıştı. Alice aynı teklifi adama da yinelemişti.
"Bayan Doyle, size yardımcı olmak isterim elbette fakat bu akşam burada müzik olmazsa ben de sıkıntılı bir durumun içine düşerim."
"Sizi anlıyorum elbette. Müzisyenlerinizin bu akşamki yevmiyelerini ödeyeceğim, ayrıca zararınıza karşılık istediğiniz rakamı da kabul etmeye hazırım. Amacım şımarık bir istekle kimseyi mağdur etmek değil."
Para söz konusu olduğunda, taverna sahibi kolayca ikna olmuştu. Alice, adama belli bir miktar parayı orada ödemiş, müzisyenlerin yevmiyesini ise Riverwood'a geldiğinde ödeyeceği konusunda anlaşmıştı. Logan ve Jeremy ile birlikte evdekiler adına Robert'a hediye bakıp buldukları bir araba ile Riverwood'a geri dönerlerken, Logan hala şaşkınlığını üzerinde taşıyordu.
"Sana inanamıyorum. Robert doğum gününde kek yiyip tebrik kabul etmekten bile nefret eden birisi iken sen onun doğum gününü tavernacılarla mı kutlayacaksın? "
Kucağında, onun için aldıkları şekerlemeyi emen Jeremy ile birlikte oturan Alice adamın sorusuna umursamaz bir şekilde omzunu silkmişti. Dudaklarının kenarına oturan alaycı gülüşten kurtulamıyordu.
"Sevgili kocamın hayatı nasıl yaşaması gerektiğini öğrenmesi gerek."
"Belki de haklısın. Fakat açıkçası... Demek istediğim, son zamanlarda olanları görebiliyorum. Evangeline de son konuşmalarımızda bana bazı şeyler anlattı. Tüm bunlardan sonra senin bu heyecanla bir kutlama hazırlaman..."
Logan, kullanması gereken doğru kelimeyi bulamadığı için duraklamıştı. Fakat Alice adamın ne söylemek istediğini görebiliyordu. Çevresindeki neredeyse herkes yavaş yavaş Robert'ın onu aldattığını öğrenmeye başlamıştı.
"Evet Logan, Robert beni aldatıyor ve ben onun doğum gününü kutlamaya hazırlanıyorum. Ne demek istediğinin farkındayım."
"Yanlış anlama lütfen, seni yargılamıyorum. Sadece bu kadar sakin olman beni şaşırttı."
Alice dudaklarını ısırarak başını önüne eğmişti. Bu konu hakkında konuşmaya hiçbir zaman alışamayacaktı. Kucağındaki Jeremy ile oynayarak umursamıyormuş gibi gözükmeye çalışsa dahi yanaklarına yayılan sıcaklıktan kurtulamıyordu.
"Bu hassas bir konu. Ama seni en yakın dostlarımdan biri olarak kabul ettiğim için anlatmakta bir sakınca görmüyorum. Belki fark etmişsindir, bilmiyorum fakat Robert ve ben normal bir evlilik yürütmüyoruz. Bu, bir nevi anlaşma gibi. Sadece aynı evde birlikte yaşıyoruz, en kısa zamanda boşanacağız. Bu onun beni aldatmasını haklı kılmaz tabi ki, yine de bir erkeği iradesine sahip olamadığı için suçlayamıyorum."
Söyledikleri Logan'ı kısa süreliğine dumura uğratmıştı. Mavi, parlak gözleri irileşmişti. Herhangi bir kabalık etmemek adına sözcüklerini seçmeye çalışıyordu.
"Beni yanlış anlama lütfen fakat Robert ve sen; siz neden evlendiniz ?"
"Hikâyenin o kısmı biraz karışık. Robert ve ben yaklaşık bir buçuk sene önce bir davette karşılaştık. Sonrasında o babamı ziyaret edip benimle evlenmek istediğini söyledi. Bana fikrimi dahi sormadan elinde yüzükle birden karşıma çıktı ve nişanlanmış olduk. Ben onunla evlenmeyi en başından beri istemiyordum. Ama yine de bu konuda Robert'a haksızlık etmek istemem, savaştan döndüğünde bana iki kez evliliğe rızam olup olmadığını sordu."
"Peki ona neden evlenmek istemediğini söylemedin? Robert'ın dünyadaki en kibar adam olduğunu iddia edemem fakat zorbanın teki değildir."
"Bazen, hikâyeyi dinlediğinde kulağa çok basit gelir Logan. Fakat yaşarken o kadar kolay olmuyor. Robert bana evlenmek isteyip istemediğimi sorduğunda artık vazgeçmek için çok geçti. Herhangi bir şey söyleyemedim. Sonrasında onu sevmediğimi gördü, benden nefret etti ve bu hale geldik. Robert'a kızdığım birçok nokta var. Ama aynı evin içinde birbirimize mahkûm edilmemizin suçlusu sadece o değil, benim de haksızlık ettiğim birçok durum oldu."
Logan başını sallayarak durumu kabullenmişti, söyleyecek başka hiçbir şey bulamıyordu. Kuzeni ve Alice'in arasındaki ilişkiyi her zaman olağandışı bulsa dahi duruma akıl yoramamıştı. O an ise, perde arkasını daha iyi görebiliyordu.
"Bu arada, sen ve Evangeline arasında sıklaşan bu konuşmaları fark etmiyorum sanma sakın. Yıllarını onun yanında geçirmiş biri olarak söylüyorum, başına gerçek bir bela almak üzeresin."
Logan gözlerini devirerek gülmüştü. Alice'in sözleri onu beklemediği bir şekilde mahcup etmişti.
" O halde üzgünüm, kız kardeşin gördüğüm en çekici belalardan biri."
"Öyledir elbette. Fakat bilmeni isterim ki ailemize özel bu bela konusunda oldukça korumacıyızdır. Yapmayacağından eminim ama olur da onu üzersen, karşında oldukça kızgın bir kadın topluluğu bulursun. Ve bu hiç iyiliğine olmaz."
Logan tekrar, herhangi bir cevap vermek yerine gülümseyerek başını sallamıştı. Yol boyunca gönül meseleleri kapanmış, odak noktaları şekerini yiyen Jeremy olmuştu. Riverwood'a geldiklerinde ise, Nolan ve Womack masa ve süslemeleri arka bahçede hazır etmişlerdi. Dorothy ise mutfakta hala akşam için yemek hazırlıyordu.
Alice, her şeyi tek tek kontrol ettikten sonra mutfağı Womack'e emanet ederek Dorothy'i yanına alıp yatak odasına çıkmıştı. Üzerindekileri çıkarıp Robert'ın hediye ettiği, nakışlarla süslenmiş koyu yeşil elbisesini giymişti. Sabah ördüğü saçlarını açtığında, dalgalar omuzundan aşağı dökülmüştü. Yine Robert'ın ona hediye ettiği iri dişleri olan incili tokası ile saçlarını Dorothy'e yarım toplatıp alt kısmını serbest bırakmıştı. Hazırlanıp aynanın önüne geçtiğinde, camın üzerindeki yansıması onu memnun etmişti. Yanı başındaki Dorothy'nin kolunu sıkarak kıkırdamıştı.
Vakit akşama yaklaştığında, neredeyse tüm hazırlıklar bitmişti. Arka bahçeye mükellef bir masa kurulmuştu. Ağaçların dallarına rengârenk fenerler yerleştirilmişti. Çarşıdan tüm Riverwood ahalisi adına aldıkları hediyeler küçük bir masa üzerinde ayrıca duruyordu. Nolan'ın arabaya gidip getirdiği müzisyenler için sandalyelerle bir köşe hazırlamışlardı. Alice, tüm akşam müzik yapacak olan adamlara yemek ikram edilmesini istemiş ve yevmiyelerini peşinen ödemişti.
Saat yediye gelmek üzereyken, bir çift nal sesi Riverwood boyunca yankılanmıştı. Bununla birlikte Womack hızla ilerleyip ön bahçeyi bulmuştu. Robert'ı kandırarak arka bahçeye çıkarma görevi ona verilmişti.
Çakıl yolun yarısında atından inen Robert etrafını süzüyorken Womack karşısına çıkmıştı. Atın eyerini onun elinden alıp ilerlemişti.
"Hoş geldiniz efendim."
"Nolan nerede Womack? Ona bu atlara bakması için para ödediğimizi sanıyordum."
"Kusura bakmayın efendim. Nolan'ı misafirlerinizle ilgilenmesi için ben alıkoydum, hata benim."
Robert herhangi bir cevap vermeyip ilerlemeye devam etmişti. Eyerini tuttuğu atı bahçedeki bankın yanına bağlayan Womack, peşinden yetiştiğinde, adamı holün ortasında etrafı izlerken bulmuştu.
"Herkes nerede? Misafirlerimizin geldiğini söylemedin mi ?"
"Söyledim efendim. Bayan Doyle havanın güzel olmasından mütevellit masanın arka bahçeye kurulmasını emretti. Sizi orada bekliyorlar."
Bununla birlikte, Robert ileride Womack ise onun bir adım arkasında, holün ikiye ayırdığı koridorlardan sağda olana doğru ilerlemişlerdi. Birlikte, arka taraçaya açılan odaya girdiklerinde, Robert etrafa hâkim olan bu ölüm sessizliğini anlayamamıştı. Küçük odayı geçmiş, taraçaya ilk adımını atmışken başını arkasına çevirmiş, adama neler olduğunu soracakken, bir anda güçlü bir alkış kopmuştu. Ne olduğunu anlayamadan olduğu yerde kaldı. Bahçe ışıklar içindeydi ve bir masa etrafında toplanmış kalabalık gülen yüzlerle ona bakıyordu.
"İyi ki doğdun Robbie Amca! İyi ki doğdun Robbie Amca !"
Jeremy'nin kıkırdayan cılız sesi alkış sesleri ve kahkahalar arasında kendini belli etmişti. Bir müddet şaşkınlığını üzerinden atamadı. Olduğu yerden ağır adımlarla ilerleyip taraçadan indiğinde, Alice masanın etrafındakilerden ayrılıp önüne gelmişti. Gülümseyen yüzü ile uzanıp ellerini kavradı. Robert'ın nasıl bir şaşkınlığa düştüğünü en iyi o görüyordu. Parmak uçlarında yükselerek adamın yanağına bir öpücük bıraktı.
"İyi ki doğdun sevgili kocacığım."
Geri çekildiğinde, Robert'ın yüzünde aynı şaşkın ifade hâkimdi. Siyah gözleri önce onu süzmüş, sonrasında bahçede gezmişti. Her şey açık olduğu halde inanmamak için ısrar ediyordu.
"Ailenin geleceğini söylemiştin."
"Yalan söyledim. Bak, baştan uyarıyorum tüm bunlar benim planımdı. Eğer kızıp köpüreceksen suçlu benim. İnsanların hepsi doğum gününün kutlanmaması konusunda ısrar ettiler. Onları ben baştan çıkardım."
Robert içinden o konuda oldukça başarılısındır diye söylense de bunu dile dökmemişti. Başını sallayarak etrafına bakınmaya devam ediyordu. Alice, adamın ilerlemeyeceğini anladığında kavradığı elinden tutup onu peşinden sürüklemeye başlamıştı. Masaya geldiklerinde, doğum gününü en az onun kadar coşkulu kutlayan ilk isim Jeremy olmuştu. Babasının kucağında ona doğru eğilirken aynı zamanda ellerini açmıştı.
"İyi ki doğdun Robbie Amca !"
Robert'ın o ana kadarki tavrı, masadakileri korkutmuştu. Adamın şaşkınlığını çözemeyip tepkisiz olarak kabul etmişlerdi ve bu onları tedirginliğe düşürmüştü. Fakat Robert, babasının kucağından ona doğru gelmeye çalışan Jeremy'e döndüğünde, yüzüne ender görülen bir gülümseme yayılmıştı. Uzanıp, Riverwood'a yerleşmelerinin ardından ilk kez yeğenini kollarının arasına almıştı.
"Teşekkür ederim ufaklık."
Robert, diğer doğum günü tebriklerini kucağında Jeremy ile kabul etmişti. İnsanların hepsi ile tek tek tokalaştıktan sonra Logan oğlunu alıp ona hepsi adına aldıkları hediyelerini sunmuştu; bir şişe en iyi kalite rom ve el oyması ahşap pipo. Robert hediyeleri teşekkür ederek almış fakat aynı zamanda Alice'e laf atmadan edememişti.
"Çok teşekkürler, romu gerçekten severim. Umarım bu kez sevgili karım izin verir ve bir bardak içebilme fırsatım olur."
Alice'in huysuz homurtusu masanın etrafındaki herkesi güldürmüştü. Birlikte akşam yemeğine koyulmuşlardı. Belki de ilk kez, Riverwood 'da Womack, Dorothy ve Nolan ile birlikte aynı masadaydılar. Robert, bir yandan tabağındaki eti yerken bir yandan insanları izliyordu. Herkes sohbetin içindeydi, masanın üzerinden adeta kıkırtılar yükseliyordu. Yanı başındaki Alice'e döndü. Jeremy'i kucağına almış, dilimlediği limonlu keki yediriyordu. Sesi bir an zihninde tekrar yankılandı; tüm bunlar benim planımdı. Bu duraksamasına neden olmuştu. Oturduğu yerde arkasına yaslanıp etrafını izledi. Alice doğum gününü bilmiyordu. Kıza hiçbir zaman bundan bahsetmemişti.
Dün gece hariç diye düşündü. Sarhoş olan karısı onu öptüğünde doğum günü olduğu mırıldanmıştı. Fakat kızın bunu unutacağına neredeyse adı kadar emindi. Söylediklerini tekrar geçirdi aklından; İnsanların hepsi doğum gününün kutlanmaması konusunda ısrar ettiler. Onları ben baştan çıkardım.
Oturduğu yerde doğruldu. Bakışları karısının üstüne odaklanmıştı. Hatırlıyor mu gerçekten diye düşünmekten kendini alıkoyamıyordu. Bu ihtimal bile, kalbini heyecanlandırmaya yetmişti. Önündeki eti bırakmış, merakla dudaklarını kemiriyorken Alice'in bakışları da ona dönmüştü. Aklındakilerden habersiz olan kız gülümsüyordu.
"Eğer devam etmeyeceksen doğum günü kekine geçebilirsin. Sakın tatlı sevmiyorum deme, bu senin için yapıldı ve yemek zorundasın."
Robert başını sallamıştı. Daha fazla dayanabileceğini sanmıyordu. Oturduğu yerde Alice'e doğru eğilip sesini kısık tutarak fısıldamıştı.
"Sana doğum günüm olduğunu kim söyledi ?"
"Ne o? Azarlayacak mısın yoksa ?"
Beklediği cevabı neredeyse almıştı. Büyük bir ustalıkla hayal kırıklığını saklamayı denedi. Olabildiğince umursamaz ve mutlu gözükmek istiyordu.
"Hayır, sadece tüm bunlar kimin başının altından çıktı merak ediyorum."
"Peki o halde, bana doğum günün olduğunu sen söyledin. Ve tüm bunlar benim başımın altından çıktı."
Hatırlıyor. Alice'in sözleri ile birlikte Robert'ın zihninde yankılanan tek cümle bu olmuştu. Yutkundu, yüzüne yayılan şaşkınlığınla engel olamadı. Ağzını aralamış, kıza hatırlayıp hatırlamadığını soracakken kek diye bağıran Jeremy aralarına girmişti. Bununla birlikte göz kontakları kopmuştu ve kısa sohbetleri sona ermişti.
Yemeklerinin bitmesi ile birlikte, Alice'in tavernadan getirdiği müzisyenler çalmaya başlamıştı. Ritme kendini ilk kaptıran, kutlama konusunda en başından beri en heveslileri olan Jeremy olmuştu. Gaydanın sesi yayıldığı anda çocuk yerinden zıplayıp masanın üzerine çıkmıştı. Kahkaha atarak etrafında dönüyorken katılarak ona gülen Alice, daha fazla oturduğu yerde duramayıp ayağa dikilmişti.
"Hangi talihli benimle dans etmek ister ?"
Masaya kıkırdamalarla birlikte sessizlik hâkim olmuştu. Kimse gönüllü olmuyor, herkes gülen gözlerle birbirini izliyordu. Herhangi birinin ayağa kalkmayacağını gören Alice, kendine bir kurban seçmişti. Sırıtarak sokulup Womack' in kolunu kavrayarak kendine çekmişti.
"Bu akşamki kurbanım sensin Womack. Dorothy, kocanı ödünç alabilir miyim? Benimkinin işkence altında dahi dans edebileceğini sanmıyorum."
"Elbette hanımefendi."
Alice Womack'i oturduğu yerden zorla kaldırıp yanına çekmişti. En başta şikâyet eden adam, nasıl dans etmesi gerektiğini bilmediğinden yakınıyordu. Fakat sonra, o da Alice ile birlikte kendini müziğe kaptırmıştı. Herhangi bir figüre riayet ettikleri söylenemezdi. Müzikle birlikte parmak uçlarında bir sağa bir sola doğru kahkaha atarak zıplıyorlardı. Bir müddet sonra, onlara Dorothy ve Logan da eşlik etmişti. En sonunda ise çift değiştirmişler, müzik susana kadar masanın etrafında zıplayarak tur atmışlardı. Nolan, Jeremy ve Robert ise ritim tutarak onları izlemişlerdi.
Akşamın sonunda, Womack ve Dorothy masayı toplamaya koyulmuşlardı. Nolan, müzisyenler araba ile şehre bırakmak için çıkmış, Logan ise kucağında uyuyan Jeremy ile birlikte müştemilat binasına çekilmişti.
Robert ve Alice ise, oldukça nadir bir şeyi gerçekleştirerek yatak odalarına birlikte ve kol kola çıkmışlardı. İçeri girdikleri an, Alice ilerleyip kendini Robert'a ait olan divana bırakmıştı. Genç kız ayakuçlarının zonkladığını hissediyordu.
"Tanrım, Robert sanırım bir daha asla yürüyemeyeceğim."
Sözleri adamı güldürmüştü. Üzerindeki ceketi çıkarıp yatağının üzerine bıraktı. Alice'in mavi gözleri üzerinde geziyordu. Mutsuz değil diye düşündü. Herkes inatla karşı çıkmasına rağmen Robert doğum gününün kutlanmasından rahatsız olmuş gibi durmuyordu.
"Neden daha öncesinde doğum gününün kutlanmasına izin vermedin ?"
Robert'ın parlak gözleri yerdeki halıyı bulmuştu. Yüzündeki ifadenin soluklaştığını hissetti Alice. Kızgınlık ya da asabiyet değil, hüzüne kapıldığını görebiliyordu.
"Kutlayacak pek fazla kimsem olmadı. Annem ve babamı hatırlamıyorum bile. Doğum günümü kutlamak bana bir ailemin olmadığını hatırlatmaktan başka bir şey ifade etmiyor."
Alice, babasını henüz kaybetmişken, adamın bu sözleri adeta kalbine işlemişti. Bir an bile düşünmeden, yavaşça ayağa kalkıp yatağın kenarındaki Robert'a sarıldı. Kolları sıkı sıkıya adamı çevrelemişti. Konuşmaya gerek dahi duymadı. Sadece onun yanında olduğunu hissettirmek istiyordu.
Yutkunarak Robert'ın göğsüne yaslanmışken, adamın parmaklarını saçlarının arasında gezmişti. Bununla birlikte başını kaldırdığında gözleri birbirini bulmuştu. Adamın saçlarında gezen parmakları yüzünü takip edip yanağını okşamıştı.
"Dün geceyi hatırlıyor musun? "
Dudağını ısıran Alice yavaşça başını sallamıştı. Yanaklarının kızardığını hissediyordu. Hatırladığını kabul etmek, onu utancın içine düşürecek sohbetlerin kapısını aralamıştı.
"Söylediklerini hatırlıyor musun ?"
"Her şeyi hatırlıyorum Robert."
Robert dişlerini sıkarak içini çekmişti, Alice çenesinin nasıl kasıldığını görebiliyordu. Adamı bu hale getiren hissin ne olduğundan emin değildi. Dün gece, ona olan hislerini belki de yapabileceği en samimi şekilde ona itiraf etmişken, karşılık olarak kasılan bir çene almayı ummuyordu.
"O sözler gerçek miydi ?"
Alice durakladı. Gözlerini Robert'tan kaçırmamak için büyük bir çaba sarf ediyordu. Tüm bunları konuşmak onu önünü alamadığı bir heyecan ve utanca sürüklemişti.
"Robert, beni utandırıyorsun."
"Evet ya da hayır; hepsi bu kadar. Utanacağın bir şey yok."
Kendini yutkunmak zorunda hissetti. Sarhoşken kelimeler ağzından kolayca dökülüyordu. Fakat o an, zihni su gibi berrakken, adamın kolları arasında konuşmak her şeyden daha güç gelmişti. Başını eğmek zorunda kaldı. Alnını adamın göğsüne dayamış, dudaklarını ısırıyorken parmaklarını yanaklarının üzerinde hissetmişti. Yüzünü avuçlarının arasına alan Robert ısrarla gözlerinin içine bakıyordu.
"Sana inanmak istiyorum Alice. Sadece söyle, duymama izin ver. Dün gece söylediklerin gerçek hislerin miydi ?"
Alice kararsızlıkla içini çektiğinde, adamın kokusu burnuna dolmuştu. Bununla birlikte gözlerini kapattı. Çoğu akşamın aksine, üzerinde metresinin kokusunu taşımıyordu. Fakat bu dahi, Alice'in aklına kadının varlığını getirmişti. Uzanıp Robert'ın ellerini kavrayarak yüzünden uzaklaştırdı. Geri çekilmemişti, hala olduğu yerde duruyordu. Fakat istediğini alana kadar aralarına koyması gereken mesafenin farkındaydı.
"Yolanda aramızda olduğu sürece bunu öğrenemeyeceksin."
Yazan ; İlknur DUMAN
* * *
İşte yeni bölüm ! Bu bölümü yazarken Selami Şahin dinledim, Ümit Besen dinledim, Alice'in yaşaması gereken aşk acısını ben yaşadım yemin ediyorum :D Hiç açıkça söylemedim ama bu hikayede ben Alice olsam çok net bir şekilde Benny'i seçerdim. Robert'ı da seviyorum tabi – şimdi hepsi çocuğum gibi falan demeyeceğim korkmayın :D – ama ben kendi hayatımda asla ama asla asabi ve suratsız adama tahammül edemiyorum. O yüzden Robert Koç ailesi mensubu olsa bile çekemezdim sanırım. Neyse, yine fazla konuştum, hepinizin küçük de olsa yorumlarını bekliyorum, kocaman öptüüm, kendinize iyi bakın :-*
Bạn đang đọc truyện trên: AzTruyen.Top