Bölüm 18 - " Siyah"

Düş

Bölüm 18 – "Siyah"

     Robert, belki de hayatında ilk defa ne yapması gerektiğini bilmiyordu.

     Bahçede karşılaştığı Stuart'tan aldığı haberle birlikte adeta dumura uğramış, ne konuşacağını bilmeden adamı Princeton köşküne geri göndermişti. Bir müddet ağlayarak at süren uşağın arkasından bakakalmıştı. Üzerindeki şoku atlatıp kendine geldiğinde ise gözleri mermer köşke dönmüştü. Alice'in banyo yaptığını biliyordu. Bu andan sonra onu acele ettirmesinin bir faydası olmayacağını düşündü. Ağır adımlarla koruya ilerleyip, dün akşam onunla birlikte oturduğu banka sırtını yaslamıştı. Sisin içinde, nehirin sesini dinleyerek üst üste kaç sigara yaktığını bilmiyordu. Kendi içinde, düşüncelerine öylesine dalmıştı ki, koruya girip yanına yaklaşan Alice'i başucunda seslenene kadar fark etmemişti.

"Robert."

     İrkilen Robert başını kaldırıp kıza dönmüştü. Hala ıslak olan saçlarını sıkı bir topuz yapıp ensesinde toplamıştı. Üzerinden buram buram sabun kokusu geliyordu, yanakları yıkanmaktan kızarmıştı.

"Efendim? Bir şey mi oldu ?"

"Kahvaltı hazır, seni çağırmak için geldim."

     Başını sallayarak yavaşça ayağa kalkmıştı. Alice ile birlikte korunun ince patikasında yürürken kızın gözleri kaçamak bir şekilde onu buluyordu. Bunu fark etse de herhangi bir şey dememişti. Aralarında ikisinin de bozmadığı bir sessizlik vardı. Alice akşamki konuşmasından dolayı hala utanıyordu. Robert'ın sessizliğinin altında ise daha derin bir çaresizlik vardı.

     O sabah, kahvaltı masaları neşe içindeydi. Alice ve Jeremy hastalıklarını atlattıklarından beri evdeki herkes mutluydu. Hep birlikte, gülüşerek yemeklerini yerlerken Alice'in bakışları sık sık Robert'ı bulmuş, adamı da sohbetlerine dâhil etmeye çalışmıştı. Fakat Robert, ne kadar istese de kendini masada konuşulanlara veremiyordu. Kahvaltıları bittiğinde, Logan Jeremy'i alıp müştemilat binasına geçmişti. Alice ise hala masada oturan kocasını süzüyordu. Robert'ın zift kadar siyah olan çayı ile birlikte kendini çalışma odasına kapatmaması Alice'in dikkatini çekmişti.

"Bu sabah sende bir gariplik var."

     Tabağındaki kurutulmuş et ile oynayan Robert, yanı başındaki Alice'e dönmüştü. Artık konuşması gerektiğinin farkındaydı. Bu haberi nasıl vermesi gerektiğini bilmiyordu. O an, karısının mavi gözlerine bakarken dahi sözcükler boğazında düğümlenmişti.

"Hayır, sana öyle geliyor olmalı."

"Robert, eğer dün akşam konuştuklarım seni rahatsız ettiyse özür dilerim. Bana karşı hislerinin eskisi gibi olmadığının farkındayım. Muhtemelen bunları hiç söylememem gerekirdi."

     Robert içini çekerek oturduğu yerde arkasına yaslanmıştı. O an, tek derdinin Alice'in dün akşam söyledikleri olması için her şeyini verebilirdi. Gözlerini kızdan kaçırdı, hala tam olarak ne demesi gerektiğini bilmiyordu.

"Bugün işin var mı Alice? "

"Hayır. Yoksa bir teklifin mi var? "

     Robert, oturduğu yerden kalkarken yavaşça başını sallamıştı. Üzerindeki yeleği düzeltirken hala Alice'in gözlerine bakamıyordu.

"Bugün ailenin yanına gidelim. Onları uzun zamandır görmüyorsun."

"Bugün mü? Şimdi mi? "

     Evet diye mırıldandığında, Alice kıkırdayarak oturduğu yerden kalkıp boynuna sarılmıştı. Kızın sevinci Robert'a kendini daha kötü hissettirmişti. Bir an söylemeyerek hata ettiğini düşündü. Alice her şeyden habersiz gülüp kıkırdayarak babasının cenazesine gidecekti. Bunun doğru ya da yanlış olup olmadığına karar veremiyordu.

     O hata ettiğini düşünürken, Alice omuzlarını kavrayarak geri çekilmişti. Yüz yüze geldiklerinde, Robert daha fazla gözlerini ondan kaçıramayacağının farkındaydı. Alice'in sevinçle gözleri parlarken o yutkunmakta dahi güçlük çekiyordu.

"Robert, yoksa beni bir kedi gibi köşkün kapısına bırakmayı mı planlıyorsun? Annemler daha dört gün önce buradaydı. Tabi ki onları görmeyi çok isterim yanlış anlama, ama bu teklifi senden duymak beni biraz korkutuyor."

     Robert herhangi bir şey dememiş, sadece belli belirsiz gülümsemişti. Elini kaldırıp hala nemli olan saçlarını okşayarak yüzünü kavradı. O gün, Alice'in âşık olduğu buz mavisi gözlerine bakmaya gücü yetmiyordu. Kıza tekrar sarılıp sırtını okşarken mırıldanmıştı.

"Bugün hava soğuk. Üzerine şu kalın olan siyah elbiseni giy, tekrar üşütme."

"Siyah mı? Hiç sevmem. Üşürsem şal takarım."

"Dediğimi yap Alice. Arabayı hazırlatıyorum, giyindiğinde çıkarız."

     Kendini geri çekip adamın kollarından çıkan Alice gözlerini kısarak Robert'a bakmıştı. Ortada bir gariplik olduğunu seziyordu fakat sesini çıkarmamaya karar vermişti. Benjamin'e katlanamadığı için ailesine gidip gelmesine her zaman söylenen kocasının fikrini değiştirmesini istemiyordu.

     Alice, Dorothy ile birlikte yatak odasına çıkıp üzerini değiştirmişti. Tıpkı istediği gibi siyah elbisesini giydiğinde Robert onu bahçede bekliyordu. Birlikte arabaya geçip yol almaya başladıklarında gözleri üzerine dönmüştü. Alice, bir gariplik olduğunu seziyordu fakat bunun ne olduğunu henüz çözememişti. Robert'ın konuştuklarından rahatsız olmuş olabileceğini düşünüyordu.

"Bir şey var. Bana söylemediğin bir şey var, hissediyorum."

     Yanında oturan Robert ona dönmüştü. Alice'in bir şeyleri anlamış olması onu daha da üzüyordu. Fakat bir açıklama yapmamakta karar kılmıştı. Böyle bir durumdan nasıl davranması gerektiğini dahi bilmiyordu.

"Ne gibi ?"

"Bilmiyorum. Garip davranıyorsun. Sabah koruda yürümüyordun, kahvaltıdan sonra çayını da içmedin. Ve beni ailemin yanına kendi ellerinle götürüyorsun. Tüm bunlar senin için çok fazla."

     Robert herhangi bir cevap vermemişti. Sadece omzunu silkmiş, oturduğu yerde küçük cama doğru dönmüştü. Fakat Alice aralarındaki bu sessizliğe razı değildi. Utanarak da olsa içindekileri adama dökmüştü.

"Bana bir tür mesaj mı vermeye çalışıyorsun? "

" Ne mesajı verebilirim ki ?"

"Bilmiyorum. Demek istediğim... Kızma ama Benjamin ile görüşmem seni çıldırtıyordu. Hastalığımdan sonra eve geldiği için bile sürekli söylendin. Şimdi birden bire, özellikle de dün akşamdan sonra beni onun yanına götürmen... Biraz garip geldi."       

     Çaresiz kaldığını hisseden Robert, ceketinin iç cebinden sigarasını çıkarıp bir dal yakmıştı. Alice'e inatla bakmıyordu. Fakat kızın söyledikleri canını daha fazla sıkmaya yetmişti.

"Bu ne demek şimdi Alice? "

"Gerçeği söylememi i-ister misin? "

     Sigaranın dumanıyla gözlerini kısan adam sadece başını sallamıştı. Bu sohbete girmek istemese dahi kaçamayacağını biliyordu.

"Sa-sanki bu şekilde bana umurunda olmadığımı göstermek istiyormuşsun gibi hissediyorum."

     İçini çeken Robert dudağındaki sigarayı parmaklarının arasına geçirmişti. Tüm bu konuların köşke vardıkları an önemini kaybedeceğinin farkındaydı. Düşünceleri ne olursa olsun, ortaya serme niyetinde değildi.

"Bunları daha sonra konuşuruz. Şu an zamanı değil."

     Alice yutkunmuş, dudağını ısırarak gülümsemeye çalışmıştı. Robert'tan beklediği cevap bu değildi. Tavrından korksa dahi, adamın böyle bir şey söylediği için ona çıkışacağını düşünmüştü. Artık beni umursamıyor diye geçirdi içinden, Benjamin ile görüşmem bile umurumda değil.

    Yolculuklarının geri kalanı sessizlik içinde geçmişti. Princeton köşkünün bahçesine vardıklarında, her zamankinin aksine onları kimse karşılamamıştı. Arabadan inip toprak yola adımını atan Alice etrafına bakınmıştı. Stuart'ın önlerine çıkmaması dikkatini çekmişti.

"Sanırım Stuart'ı alışverişe yolladılar."

     Robert herhangi bir cevap vermemiş, seyisleri Nolan'a onu beklemesini söyleyip ilerleyerek Alice'in elini kavramıştı. Parmakları birbirine değdiğinde Alice başını kaldırıp ona dönmüştü. Evlendikleri günden sonra belki de ilk kez el ele yürüyorlardı. Yanılıyor muyum? diye düşündü, Benjamin'e göstermek için mi elimi tutuyor? Cevaptan emin değildi. Fakat Robert'la el ele olmanın artık onu eskisi kadar rahatsız etmediğini hissediyordu.

     Birlikte toprak yolu yürüyüp verandaya çıktıklarında, Alice hıçkırık seslerini işitmişti. Bununla birlikte huzursuzluğa kapıldı. Olduğu yerde bir an duraklayıp Robert'a dönmüştü. Adamın da sesleri duyup duymadığını merak ediyordu. Gözlerini deviren Robert'tan hiçbir tepki alamadığında, elini bırakmadan içeri girmişti. Köşkün dar holünde, ilk karşılaştığı yüz hizmetçileri Bridget'ınki olmuştu. Kadın elinde bir bardak su ile ağlayarak ilerlerken onu gördüğü an duraksamıştı.

"Bridget? Ne oldu, neden ağlıyorsun? "

     Bridget, her şeyden habersiz olan Alice'e herhangi bir cevap verememişti. Islak gözleri Robert'a dönmüştü. Stuart'ın sabahın erken vaktinde Riverwood'a haber götürdüğünü biliyordu. Kızın habersiz olması onu şaşırtmıştı.

"Bayan Princeton salonda mı? "

     Hizmetçi kadın, Robert'ın sorusuna sadece başını sallayarak karşılık vermişti. Gittikçe korkan Alice ortada kötü bir şey olduğunu çözmüştü fakat ölüm aklının ucuna dahi gelmiyordu. Bakışları bu kez hala elini tuttuğu kocasına dönmüştü.

"Robert, ne oluyor burada? "

     Robert Alice'e cevap vermemiş, elini sıkı sıkıya tutarak onu kendisiyle birlikte salona götürmüştü. İçeri girdikleri ilk an, salonda annesi ve ablasını görmüştü Alice. Büyük koltukta oturan annesinin ağlamaktan gözleri şişmişti. Kolunun altına aldığı Evangeline ise hıçkırıklarla ağlıyordu. Sadece bu manzarayı görmek dahi Alice'in korkuyla titremesine yetmişti.

"Ne oldu? Neden herkes ağlıyor ?"

     Alice'in sorusu ile beraber, tıpkı Bridget gibi Catherine 'in gözleri de Robert'ı bulmuştu. Kardeşinin sesini işiten Evangeline annesinin göğsüne yasladığı başını kaldırıp ona dönmüştü. Alice, göz göze geldikleri an kız kardeşinin bakışlarındaki acının içine işlediğini hissetmişti.

"Alice bilmiyor, ona söyleyemedim."

     O ana kadar el ele tutuşuyorlarken, Alice duydukları ile birlikte olduğu yerde silkelenip adamı kendinden uzaklaştırmıştı. Göğsünün sıkıştığı hissediyordu. Adeta inleyerek konuşurken sesi çatlamıştı.

"Neyi söylemedin? Tanrı aşkına, ne oldu ?"

     Hala içini çekerek ağlayan Eva oturduğu yerden kalkıp kapının önünde duran kız kardeşinin yanını bulmuştu. Gözyaşları kızın omzunu ıslatırken, hıçkırıklarının arasında ailelerini yıkıp geçen gerçeği Alice'e söylemişti.

"Babam öldü Alice, babamız öldü."

     Alice, ilk önce duyduklarına inanamamıştı. Gözlerini kırpıştırdı, göğsünün ortasına demir bir yumruk yemiş gibi soluksuz kalmıştı. Ona sarılmış, kendinden geçmiş gibi ağlayan Eva'nın kollarını kavrayıp kendinden bir adım uzaklaştırmıştı. Konuşurken tüm vücudu ile birlikte dudakları da titriyordu.

"Bu-bu ge-gerçek de-de-değil."

"Alice, onu kaybettik."

"Ha-hayır ha-ha-hayır, bi-bir ya-yanlışlık..."

     Nefesi kesilen kız sözünü bitirememişti. Göğsü hızla inip kalkıyordu, boğazından nefes alamadığında hep duyduğu o hırıltı yükselmişti. Yanakları gözünden bir bir düşen damlalarla ıslanırken yüzü acıyla kasılmıştı. Bu hali, oturduğu yerde onları izleyen annesi Catherine'i de korkutmuştu. Yaklaşıp yanına gelen kadın Eva'yı geçerek kızının kollarını kavrayıp kendine çekmeye çalışmıştı. Fakat Alice bunu kabul etmiyordu.

"Ha-hayır, ba-ba-babam ne-nerede? "

"Alice-"

"Ha-hayır! Ha-hayır! Ha-ha- hayır !"

     Hayır diye inleyen Alice, kaçmaya çalıştığı gerçek annesinin ıslak gözlerinden adeta içine işlediğinde dizlerinin üzerine yığılmıştı. Salonun ahşap zeminine çöktüğü an, göğsünden tüm köşkü yırtıp geçen bir çığlık yükselmişti. Bununla birlikte, hâlihazırda zor nefes alıyorken, ciğerleri adeta yırtılıp onu yarı yolda bırakmıştı. Tüm sesler yok olmuş, gözleri yavaşça kapanmış ve Alice yığıldığı yerde kendinden geçmişti.

*  *  *

     Alice kendine geldiğinde gözlerini büyük bir sessizliğe açmıştı. Başı, o güne kadar deneyimlediği en güçlü ağrı ile adeta zonkluyordu. İnleyerek, uzandığı yerde dirseklerinden güç alarak doğrulduğunda, evlenmeden önce ona ait olan odaya getirildiğini fark etmişti. Tekrar uzandığında, yanı başına bir sandalye çekmiş oturan Robert'ı gördü. Kendine gelmesiyle birlikte sandalyeden kalkmış, yatakta yanına geçip elini tutmuştu.

" İyi misin? Kendini kötü hissediyorsan doktor çağıracağım."

     Gözleri dolan Alice, uzandığı yerde başını iki yana doğru sallamıştı. Yutkunduğunda boğazının acıdığını hissetti. Güçlükle de olsa dudaklarını aralayıp konuştuğunda, sesinin kısıldığını hem o hem de Robert ilk kez fark etmişlerdi.

"Ro-robert, tüm bunlar gerçek mi? "

     Robert cevap vermemiş, bunun yerine avucundaki elini daha sıkı kavramıştı. Alice, sadece bir an için tüm bu olanların kâbus olduğunu düşünmek istemişti. Kabul etmek istemediği gerçek ise nefes alırken dahi yüzüne çarpıyordu. Çığlık atarak bağırdığı an, hastalığından beri kötü olan boğazı ve ciğerlerini tahriş etmişti. Nefes aldıkça göğsüne iğne battığını hissediyordu.

"O-ona ne oldu? "

"İspanyadan mal getiren gemide sorun çıkmış, Le Havre'da limana çekmişler. Thomas da bizzat halletmek için Fransa'ya geçmiş. Dönüş yolunda fırtına çıkınca... Gemileri batmış, Worthing kıyısına vurmuşlar."

     Alice'in yüzü acıyla kasılmıştı. Gözyaşları yanaklarından süzülürken boğazından belli belirsiz bir inleme yükseliyordu. Alice, ölümün kıyısından geçmişti. Nasıl soğuk ve karanlık olduğunu biliyordu. Tüm bunları babasının yaşadığını düşünmek onun için katlanması zor bir işkenceydi.

"Çok acı çekmiş olmalı."

"Alice, bunları düşünmemeye çalış."

"Nasıl düşünmem? Yalnız öldü, denizin ortasında yapayalnızdı. Kim bilir nasıl korktu. Son nefesini verirken yanında sevdiği hiç kimse yoktu, evinden uzakta öldü."

     Alice kısık sesiyle adeta hummaya kapılmış gibi hızlı hızlı konuşurken nefesi tekrar kesilmişti. Göğsünden hırıltı yükseldiğinde, tekrar fenalaşmasından korkan Robert yaklaşıp belini kavrayarak doğrulmasını sağlamıştı. Elleriyle ıslak yüzünü siliyor, aynı zamanda sakinleşmesi için telkinde bulunuyordu

"Alice, gözlerime bak. Bana güveniyorsun değil mi? Sana asla yalan söylemem. "

     Hala hırıltıyla nefes alan Alice başını yavaşça sallamıştı. Robert yüzünü bir kez daha özenle silmişti. Saçını okşayarak sokulup kızı kendine çekmiş, başını omzuna yaslamasını sağlamıştı. Elleri, kollarının arasına aldığı kızın sırtında geziyordu.

"Neredeyse tüm ömrüm gemilerde geçti, biliyorsun. Bir keresinde, gece Manş denizini geçerken piyadelerden biri sarhoş olana kadar içmiş, kendini pruvadan suya bırakmıştı. Onu tekrar gemiye çıkardığımızda nefes almıyordu. Göğsünü ovup ters çevirerek ciğerindeki suyu çıkardığımızda güçlükle kendine gelmişti. Herkes ona boğulmanın nasıl hissettirdiğini sorup duruyordu. Merak ettiğim için ben de dinlemiştim."

     Başını adamın omzuna yaslayan Alice, yüzünü ona dönmüştü. Robert başını eğdiğinde göz göze gelmişlerdi. Gözlerinden hala damlalar süzülüyordu. Robert uzanıp parmak uçlarıyla yüzündeki ıslak izi silerken aynı zamanda fısıldamıştı.

"Hiçbir şey hissetmediğini, uykuya dalmak gibi olduğunu söylemişti."

     Robert'ın söyledikleri ile birlikte Alice'in gözyaşları sıklaşsa dahi nefesi sakinleşmişti. Bir müddet daha adamın kolları arasında kalıp ağlayan kız, biraz olsun kendine geldiğinde kocasının desteği ile birlikte yatağından kalkıp odadan çıkabilmişti.

    Köşkün üst katında onlardan başka kimse yoktu. Alt kata indiklerinde, Alice açık köşk kapısı önünde bekleyen Womack'i görmüştü. Soran gözlerle Robert'a baktı.

"Womack ve Dorothy yanında olmak için geldiler."

    Bununla birlikte Alice'in boğazından bir hıçkırık yükselmişti. Bununla birlikte kızı fark eden Womack ilerleyip merdivenlerin sonunda önüne çıkmıştı.

"Hanımefendi, hem ben hem de Dorothy kaybınız için çok üzgünüz, taziyelerimizi kabul edin lütfen."

     Alice herhangi bir şey dememiş, sadece ağlayarak başını sallamıştı. Onun bu hali, Womack'i derinden etkilemişti. Yaklaşıp, prensip edindiği görgü kurallarını yok sayarak kızın omzunu okşamıştı, aynı zamanda ona doğru eğiliyordu.

"Bay Princeton gördüğüm en iyi insanlardan biriydi. Tanrı onu kollarına aldı. Çünkü O, yanına her zaman önce en iyileri alır." 

"Babamı almamalıydı Womack, henüz değil, şimdi değil."

     Alice tekrar hıçkırıklarla ağlamaya başlamışken, Dorothy mutfaktan çıkıp yanlarına gelmişti. Alice, holde gördüğü kadına sıkı sıkıya sarılmıştı. O bayılmış, odasında yatıyorken Robert Nolan'ı Riverwood'a yollayıp yardımcı olmaları için Womack ve Dorothy getirtmiş, sonrasında ise seyisi Nolan'ı, cenaze işlemleri ile uğraşan Stuart ve Benjamin'e yardım etmesi için kiliseye yollamıştı.

     Salona geçtiklerinde, Alice köşke geldiğinde fenalaşmış, odasında yatıyor olan halası Anne ve Jane ile karşılaşmıştı. Birbirlerine sarıldıkları an, üçü de hıçkırıklara boğulmuştu. Tüm Princeton köşkü, belki de daha önce hiç görmediği bir yasa bürünmüştü. Ahşap bina baştan sonra kadar gözyaşı ve hıçkırık sesleri ile uğulduyordu.

      Vakit öğlene geldiğinde, hazırlanan arabalarla birlikte Wembley'deki küçük kiliseye geçmişlerdi. Cenaze yemeğinin tekrar köşkte verilmesinin yas tutan insanlara yorgunluk olacağını düşünen Robert, kilisenin bahçesinde hazırlıkları yaptırıp büyük bir masa kurdurarak yemeğin burada verilmesini sağlamıştı. Kiliseye geldiklerinde, neredeyse tüm hazırlıklar bitmişti.

     Benjamin, şapelin girişinde ellerini önüne bağlamış gelenleri karşılıyordu. Alice, Robert'ın kolunda ilerlerken onu gördüğü an boğazından tekrar bir hıçkırık yükselmişti. Koşarak adamın yanını bulmuş, yüzünü omzuna gömerek hıçkırıklarla ağlamaya başlamıştı. Benjamin'in yeşil gözleri de tıpkı onunkiler gibi ağlamaktan kızarmış ve şişmişti. Şapelin girişinde, insanlar umursamadan birbirlerine sıkı sıkıya sarılmışlardı. Adamın kollarını kavrayıp geri çekilen Alice, kısılmış sesi ile babasını sormuştu.

"O nerede Benjamin ?"

     Benjamin konuşmamış, yüzüne gelen birkaç damlayı silip Alice'i kolunun altına alarak şapele geçmişti. Tahta sıraların önünde, büyük İsa heykelinin hemen altında kalan, mermer yükselti üzerine yerleştirilmiş tabuta doğru birlikte ilerlemişlerdi. Babası, adeta bir uykudaymış gibi, elleri önünde birleştirilmiş, siyah bir takım elbisenin içerisinde boylu boyunca uzanıyordu. Her zaman açık tenli olan adamın yüzüne huzurlu bir ifade yerleşmişti. Her şey o kadar normal duruyordu ki, Alice babasının öldüğüne dahi inanmamıştı. Yaklaşıp basamağı çıkmış, titreyen elini adamın yüzüne sürmüştü. Solgun yanaklarındaki soğuk, parmak uçlarından adeta kalbine işlemişti. Elini hızla çekip göğsüne götürdü. Aynı zamanda boğazından bir hıçkırık yükselmişti.

"Bö-böyle o-ol-olmaması ge-gerekirdi. Baba..."

     Alice, hıçkırıklarının arasında daha fazla konuşamamıştı. Kolunu kavrayan Benjamin onu dikkatlice basamaktan indirip aileleri için ayrılan ön sıraya oturtmuştu. Hala şapelin girişinde olan Robert, etrafından gelip geçen insanlara aldırmadan onları izliyordu. Böyle şeyler düşünmenin yeri ve zamanı olmadığını bilse de kendine söz geçirememişti. Zihnindeki dürtünün önünü alamıyordu. Asla beni sevmeyecek diye düşündü, her fırsatta şimdi olduğu gibi elimi bırakıp ona koşacak.

    Robert yutkunarak ilerleyip, şapelde Alice'in yanındaki yerini almıştı. Kısa zaman içinde tüm aile birleşmiş, mabet Thomas Princeton'ın yakın ve sevenleri ile dolmuştu. Tören boyunca ilahi ve dualara eşlik etmeye çalışan Alice'in ağlamaktan sık sık nefesi kesilmişti. Robert'ın bir eli hep üzerinde olmuş, onu sakinleştirmek adına sırtını, kolunu okşamıştı. Tören bittiğinde, Alice babasının toprağa gömüldüğü anı görmek istemediği için mezarlığa gitmeyi reddetmişti. Bu fikre katlanabileceğini sanmıyordu. Kilisede, hala tabutun içinde uzanan adama yaklaşmış, soğuk yanağını öperek ona son kez veda etmişti.

     Defin işlemlerinden sonra, Princeton ailesi kilisede verilen cenaze yemeği için geri dönmüşlerdi. Aynı zamanda tek tek taziyeleri kabul ediyorlardı. Alice, Logan'ı da bu esnada görebilmişti. Adama sıkı sıkıya sarılmış, tüm gün yaptığı gibi hıçkırıklarının arasında kendini kaybetmişti.

     Cenaze yemeğinden sonra, Stuart, Womack ve Nolan ortalığın toplanmasına yardım ederken Alice ile birlikteydi. Başını göğsüne yaslayarak kuzenine sarılmıştı, gözlerinden hala damlalar yuvarlanıyordu. Robert, böyle bir günde Alice'in aklına aşk ya da sevgi gelmeyeceğini biliyordu. Fakat kız, istediği dışında yaptığı en küçük bir hareketinde dahi Benjamin'e olan aşkını yansıtırken, onları bu halde izlemeye katlanabileceğini sanmıyordu.

     Bahçede ilerleyip yanına vardı. Alice, yaklaştığını fark ettiğinde Benjamin'in kollarından sıyrılıp ona dönmüştü. Annesi, halası, Eva ve kuzenleri ile birlikteydi. Yaklaşması ile hepsi gözleri onun üzerine çevirmişti.

"Burada yapılacak daha fazla bir şey yok. İnsanlar gitti sayılır, artık köşke dönebilirsiniz."

     Robert'ın önerisi hepsi tarafından kabul görmüştü. O güne kadar adama mesafeli olan ve her fırsatta açıkça ondan hoşlanmadığı belli eden Anne hala, tıpkı Alice gibi boğuklaşan sesi ile Robert'a teşekkür etmişti.

"Yüzbaşı, ailem ve kardeşim adına her şey için teşekkür ederim. Thomas her zaman sendeki iyi adamı gördüğünü iddia ederdi, haklıymış."

     Robert ne diyeceğini bilememişti. Anne halanın onu sevmediğini biliyordu ve bu sözleri ondan duyabileceğini asla tahmin etmezdi. Dudaklarını sıkıp yavaşça başını salladığında, Benjamin'in yanındaki Alice ona yaklaşıp kolunu kavramıştı. Birlikte, ailesinden birkaç adım uzaklaştıklarında adama doğru eğilip kısık sesiyle konuşmuştu.

"Robert, ben bu akşam ailemle kalmak istiyorum."

     Bu fikir, daha önce Robert'ın da aklına gelmişti. Fakat o, ne kadar istemese dahi Alice ile birlikte Princeton köşkünde kalmayı planlıyordu, kızı yalnız bırakmak niyetinde değildi. Lakin Alice, konuşurken cümlesinin içine onu katmamıştı. Bunu bilerek mi yoksa dalgınlıkla mı yaptığını bilmiyordu. Acılı kızı bununla yargılamaması gerektiğini düşündü. Alice, Riverwood'a gelip onunla aynı yatağa yatsa bile aklında Benjamin olacaktı, bunu biliyordu. Savaşmanın bir gereği olmadığını düşündü. Böyle bir âna, adama sarılıp kollarının arasında teselli aramasına tanıklık etmeyecekti.

"Ben de öyle düşünmüştüm. Dorothy ve Womack de sana eşlik etsinler. İyi gözükmüyorsun, yalnız kalma."

     Robert tam da bu anda kızın benimle kal demesini beklemişti. Benjamin Avery ile birlikte Princeton köşkünde kalmak istemiyordu. Adam adeta onun sınır çizgisiydi. Fakat Alice, Princeton köşküne gitmeyi seçer ve onu da yanında isterse buna asla hayır demeyeceğinin farkındaydı. Robert, Alice'i sarıp sarmalayan, gözyaşını silen, acısını paylaşan tek erkek olmak istiyordu.

     Ne var ki Alice o an, onun düşüncelerine pek de oralı değildi.

"Gerek yok, sen tek başına yapamazsın. Onlar da seninle birlikte Riverwood'a dönsünler."

"Beni merak etme. Hem yarın ve sonraki gün taziye için misafirleriniz olur, Dorothy ve Womack köşkte işinizi görür."

     Alice ısrar etmemiş, adamın teklifini başını sallayarak kabul etmişti. İkisinin arasında daha fazla konuşma olmamıştı. Alice adama sokulup sarılarak teşekkür etmiş, sonrasında ise yanından ayrılıp ailesinin arasına karışmıştı. Onu kısa bir an uzaktan izleyen Robert, içini çekerek gitmesi gerektiğine bir kez daha karar vermişti. Arkasını dönüp bahçede ilerleyerek, yemek masalarının taşınmasını organize Womack 'in yanını bulmuştu.

"Ben gidiyorum Womack. Sen ve Dorothy Alice ile birlikte Princeton köşküne geçeceksiniz. Onu yalnız bırakmanızı istemiyorum. Eğer hastalanır ya da kötü olursa bana haber verirsin."

"Fakat efendim, siz tek başınıza ne yapacaksınız? En azından birimiz sizinle birlikte Riverwood'a dönebilir."

     Üzerindeki ceketi düzelten Robert bakışlarını devirmişti. Sözleri özgüvenli dursa dahi her zaman gür olan sesi bir anda kısılmıştı. Robert, kalbinde kurulan mahkemede kendini haklı çıkarmak için uğraşıyordu.     

"Endişelenme Womack, Riverwood 'da kalmayı planlamıyorum."

Yazan; İlknur DUMAN

* * *

Selam ! Bölüm benim standartlarıma göre biraz kısa oldu farkındayım ama bu bölümü yazmakta inanılmaz zorlandım, hatta yazmaktan en az zevk aldığım bölüm oldu diyebilirim 😕 Hikayemi okuyan, değer veren herkese çook teşekkür ediyorum 🙏❤️ Küçük de olsa bölüm hakkındaki yorumlarınızı bırakırsanız çook sevinirim 🥳Hepinizi kocaman öptüm, haftaya tekrar görüşene dek kendinize iyi bakıın 😽❤️

Bạn đang đọc truyện trên: AzTruyen.Top