Bölüm 15 - "Gül, Bülbül ve Meşe"
Düş
Bölüm 15 - "Gül, Bülbül ve Meşe"
Tamam, sakinim. Sadece onunla konuşacağım.
Yatak odalarındaki kendine ait bölmede olan Alice, aynanın karşısında kendini izlerken içine derin bir nefes çekti. Eğilip solgun yüzüne, gözünün altında oluşan koyu halkalara baktı. Yüzü her sabah uykuyla şişmiş olurdu, mavi gözleri neredeyse öğlene kadar mayalanmış poğaça hamuru gibi kendine gelemezdi. Uyku sersemliğini üzerinden atmak onun için her zaman zor olmuştu.
Son bir haftadır ise tüm yaşantısının tepetaklak olduğunu söylenebilirdi. Robert'ın Benjamin'e olan hislerini öğrenmesi ile birlikte evde herkesi buz kestiren soğuk bir rüzgâr dolaşmaya başlamıştı. İlk olarak birlikte yaptıkları kahvaltı ve akşam yemeklerinin sonu gelmişti. Robert artık onlarla aynı masaya oturmuyordu. Evin içinde pek gözüktüğü dahi söylenemezdi. Sabahları yürüyüşten sonra çalışma odasına geçip kahvaltısını burada yapıyordu. Womack kendi eli ile getirdiği tepsiyi çoğunlukla dokunulmamış bir halde bulmuştu. Adam kavgalarından sonraki günlerini neredeyse hiçbir şey yemeden, sadece zift kadar siyah birkaç fincan çay içerek geçirmişti.
Tüm bu üzüntü Robert'ı yemekten kesmiş, Alice'in ise uykularını almıştı. Uykuya düşkünlüğü ile bilinen kız Robert ile kavga ettikleri günden beri uyuyamıyordu. İçinde adeta ruhunu kemiren büyük bir suçluluk duygusu ve korku vardı. Geceleri başını yastığa koyduğu an içindeki acımasız ses konuşmaya başlıyor, onu ağlatana kadar yakasını bırakmıyordu. Uykuları dinlenmekten çok öteydi. Gün doğmadan önce yatağın içinde kendinden geçmişçesine bir iki saat gözlerini dinlendiriyor, gökyüzü aydınlanmaya başladığında ise tekrar kalkıyordu.
O sabah, aynanın karşısında kendini izlerken günler sonra ilk kez Robert ile konuşacak olduğu için gergindi. Kavgalarından sonra Robert ona karşı tavır almıştı. Adam evdeki herkes ile birkaç kelime de olsa konuşurken onun yüzüne dahi bakmıyordu. Aralarındaki iletişim tamamen bitmişti, artık gözleri dahi birbirini bulmuyordu. Alice, bir noktada bu duruma minnettardı. Robert'ın onu yok sayması canını yaksa dahi, adamın nefret dolu bakışlarını kaldırmanın daha zor olacağını biliyordu.
Üzerindeki açık mavi elbisenin neredeyse beş kere düzelttiği eteği ile tekrar oynadıktan sonra içine derin bir nefes çekip yatak odalarını ayıran kapının önüne geldi. Dudaklarını ısırarak parmağı ile cam süslemesini tıklattı. Ona adeta bir asır kadar uzun gelen bekleyişinden sonra Robert'ın tok sesini duymuştu.
"Gel."
Eli kulpta bir müddet bekledi. Ne diyeceğini, ne konuşacağını uykusuz geçen gece boyunca düşünmüşken o an her şeyin dimağından silindiğini hissediyordu. Kalbi huzursuz bir heyecana kapılmışken kapıyı yavaşça araladı. İçeri ilk adımını atmasıyla yatağının önünde, üzerindeki siyah yeleği düğmelerini ilikleyen Robert'ı görmüştü.
"Gü-günaydın."
Robert herhangi bir cevap vermemişti. Bakışları inatla onu bulmuyordu. Yeleğini iliklemiş, divanın üzerinde duran ceketine uzanırken Alice olduğu yerde birkaç adım atıp ona yaklaşmıştı. Ellerini önünde birleştirmiş, avuç içlerini sıkarak güçlükle konuşuyordu.
"Ba-bana kızgın olduğunu bi-biliyorum. Ama Je-jeremy hasta, sürekli seni so-soruyor. Belki bu sabah bi-bi-bizimle kahvaltı edebilirsin."
Ceketini giyen Robert yatağının baş yanındaki komodinin üzerinde duran gümüş sigara tabakasına el atmıştı. Hala karısına bakmamakta inat ediyordu. Fakat bu kez konuşmaktan kaçmamıştı.
"Doktor çağırın o halde. Çocuk beni görünce iyileşmeyecek."
"Ro-robert bu şekilde sadece beni değil, herkesi cezalandırıyorsun."
Alice bir anda, düşünmeden konuşmuştu. Birbirine kenetlediği parmakları iradesi dışında dudaklarına yükseldi. Kalbi adeta yerinden çıkacakmış gibi hızla atıyordu. Tüm vücudu bir yay gibi gerilmişti.
"Umurumda değil."
"Robert-"
Adını söylediği an Robert hala elinde tuttuğu sigara tabakasını birden yere fırlatmıştı. Hâlihazırda adamdan korkan Alice çıkan gürültü ile birlikte geri çekilip sırtını duvara vermişti. Biraz önce dudaklarında olan elleri o an tüm yüzünü kapatıyordu.
" Benimle konuşma! Sana katlanamıyorum, sesini duymaya, yüzünü görmeye katlanamıyorum! Bunu anlamayacak kadar aptal olamazsın !"
Alice, sesin tüm evde yankılandığından emindi. Robert'ın öfkesini günler sonra ilk kez hissediyordu. Elini yüzüne siper etmişken, vücudunu önüne geçemediği bir titreme almıştı. Nefesini tutmuş, hiçbir şey demeden öylece duruyorken hızla çarpılan kapının sesini işitmişti. Bununla birlikte parmaklarını araladı. Gümüş tabaka ve yere dağılmış sigaralar tam önünde duruyordu. Boğazından bir hıçkırığın yükselmesine engel olamadı. Vücudu hala korku ile titrerken kendini yanı başındaki divana attı. Bir eli karnındayken diğer eliyle divanın başlığını tutuyordu. Kendini kaybetmişçesine hıçkırıklarla ağlarken, odanın kapısı aralanmış ve içeri Dorothy girmişti.
"Hanımefendi? "
Kadının sesi ile başını kaldıran Alice herhangi bir cevap vermedi. Etrafına bakarak ilerleyen Dorothy yerdeki gümüş tabaka ve sigaraları görünce kopan kıyameti daha iyi anlamıştı. Temkinli adımlarla yaklaşıp Alice'in yanını buldu, kızın omzunu dikkatlice kavramıştı.
"Beni affedin, sesi işitince kendimi tutamadım. İyi misiniz? Size bir şey oldu mu ?"
Başını olumsuz anlamda iki yana sallayan Alice oturduğu yerde doğrulup Dorothy'nin beline sarılmıştı. Yüzünü kadının önlüğüne gömmüşken içini çekerek hıçkırıklarla ağlıyordu. Dorothy ise ne yapacağını bilememişti. Bir müddet olduğu yerde kalmış, ona sarılarak ağlayan Alice'i endişeli gözlerle izlemişti. Sonrasında ise tereddütle saçlarını okşayıp kollarını tutarak kızı kendinden uzaklaştırmıştı. Ellerini kavrayıp önünde diz çöktü.
"Hanımefendi, aranızda ne geçtiğini bilmiyorum. Ama eğer Mason ve benim yapabileceğimiz bir şey varsa lütfen söyleyin."
Alice, yanağından damlalar peş peşe düşerken dudağını ısırarak başını tekrar iki yana doğru sallamıştı.
"Çok geç Dorothy, artık ne Robert'a ne de bana kimse yardım edemez."
"Lütfen böyle söylemeyin. İkiniz de gençsiniz, elbette sorunlarınız olacaktır. Yüzbaşı fevri ve öfkesini kontrol edemeyen bir adam. Fakat kendine geldiğinde tüm bu yaptıklarından pişman olacağına eminim."
Alice'in dudaklarından bir hıçkırık daha yükselmişti. Başını önüne eğdi, sesi gittikçe boğuklaşıyordu.
"Benden nefret ediyor. Robert benden nefret ediyor."
"Böyle bir şey mümkün değil. Yüzbaşı Doyle size âşık efendim, bunu herkes biliyor. Size olan sevgisi bu kadar kolay bitmez."
"Bu kez bitti Dorothy, biliyorum. Bana daha önce de bağırıp çağırdı, artık sevmediğini söyledi. Ama ben hep hissettim. Bakışında, sesinde bana karşı duyduğu sevgiyi hep hissettim. Bugün öyle değildi. Artık bana tahammül edemiyor, belki de benden tiksiniyor."
Dorothy Alice'i teselli etmeye çalıştıysa da başarılı olamamıştı. Alice, aralarında herhangi bir sebepten ötürü çıkan bir kavga olsa kadının sözlerine inanabilirdi. Fakat Robert ile içine düştükleri durum bu kez oldukça zordu. Artık aralarındaki tek sorun başka bir adama âşık olması değildi. Robert Benjamin gerçeğini kaldıramıyordu.
Alice sakinleştikten sonra iki kadın birlikte alt kata geçmişlerdi. Kahvaltı masasına geldiklerinde, Robert'ın olmadığını gören Logan'ın gözleri üzüntüyle Alice'e dönmüştü. Adam hem kuzeninin hem de karısının halini görüp üzülüyordu fakat araya girmesi yasaklanmıştı.
"Robbie amca nerede? "
Birkaç gündür ateşi yükselen Jeremy, neredeyse her sabah inatla adamı soruyordu. Birbirlerini ilk gördükleri andan beri aralarının iyi olduğu söylenemezdi. Robert daha çocuğu kucağına dahi almamıştı. Fakat Jeremy sürekli ortalıkta gördüğü adamın birden ortadan kaybolmasını yadırgıyordu.
"Robbie amcan tıpkı senin gibi biraz hastalandı Jerry, odasında uyuyor. Eminim uyandığında seni görecektir."
Jeremy huysuzca omuzlarını silkip babasının göğsüne daha fazla yaslanmıştı. Kahvaltıları, sıklıkla olduğu gibi sessiz geçmişti. Kızın ağlamaktan şişmiş gözleri fark eden Logan Jeremy yanlarındayken üzerine gitmek istemiyordu. Masadan kalktıklarında, çocuğu Dorothy'e emanet etmişti. Alice ile birlikte çaylarını alarak arka bahçeye bakan taraçaya geçtiler. Daha önce Robert ile akşam yemeği yedikleri küçük masaya oturmuşlardı. Alice ağlamaktan şişmiş gözleri ile etrafını izliyorken, Logan dayanamayıp aralarındaki sessizliği bozmuştu.
"Alice, aranızdaki sorun ne bilmiyorum. Robert ile konuşmaya çalıştım ama karışmamı istemedi. Yine de yaşadığınız şey her neyse, bu kadar uzatmanın bir manası olduğunu sanmıyorum."
Alice çayından bir yudum alarak içini çekti. Karşısındaki adama neyi nasıl anlatacağını bilmiyordu. Günlerdir olduğu gibi sıkışıp kalmıştı.
"Logan, bu kez durum biraz karışık. İyi niyetini biliyorum ama dâhil olmaman senin içi daha iyi olur."
"Benim iyiliğim kimin umurunda? Şu halinize bak. Gözlerinin altı simsiyah, yüzün kireç gibi. Robert'ın yarın mahkemesi var, en güçlü olması gereken zaman. Fakat ne yiyor ne içiyor, bir ruh hastası gibi kendini odasına kapattı. Benim yardım etmeme de izin vermiyor, tüm gün tek başına kâğıtların içinde. Yarın o mahkemede kaybeden taraf olursa ne hale geleceğini düşünebiliyor musun ?"
Robert'ın mahkemesi Alice'in aklından tamamen çıkmıştı. Yaklaştığını biliyordu fakat son olanlardan sonra adeta günleri şaşırmıştı. Bu mahkemenin adam için ne kadar önemli olduğunu biliyordu. Robert ordudan dahi atılabilirdi, Logan'ın ima ettiği şey buydu. Tüm bu olanlardan sonra kocasının işinden olması hepsi için felaket sayılırdı.
"Tanrım, mahkeme tamamen aklımdan çıkmış. Logan, lütfen ne dediğine aldırma, onun yanında ol. Robert eğer ordudan atılırsa şu an olduğundan daha beter bir adama dönüşür."
"Denemediğimi mi sanıyorsun? Savunmasını hazırlamak için olanları bana da anlatmasını istedim, kabul etmedi. Bana güvenmiyor, kimseye güvenmiyor. Onu tanıyorsun, istemediği bir şeyi yaptırmak imkânsız."
Elindeki bardağı bırakan Alice dirseklerini masaya yaslayıp stresle üst dudağını ısırmıştı. Bir şeyler yapmak istiyordu fakat aklına hiçbir şey gelmiyordu.
"Eğer benimle konuşsaydı onu ikna edebilirdim. Belki bağırır, çağırırdı ama sonunda beni dinlerdi."
"Git ve konuş o halde. Alice siz karı-kocasınız, alınma lütfen ama birbirine küsüp konuşmamak biraz çocuk işi."
"Tanrı aşkına, hiçbir şey bilmiyorsun Logan."
"Anlat o halde. İkinizin ağzını da bıçak açmıyor."
Arkasına yaslanmış çayını içen Logan iri gözleri ile onu süzerken Alice kendini daha da sıkışmış hissediyordu. Tanıştıkları ilk günden beri arkadaşı gördüğü adama her şeyi anlatmak onu rahatlatabilirdi. Fakat ne diyeceğini bilmiyordu. Pek iyi anlaşamasalar dahi Robert onun kuzeniydi. Logan'a, kuzeni ile evliyken başka bir adama âşık olduğunu anlatamazdı.
"Bilmen gereken tek bir şey var; Robert ve ben çok kötü bir şekilde kavga ettik ve bu kez kuzenin haklı. O yüzden onun yanında olman, ona destek olman en doğrusu olur. Benimle konuşmak istemiyor, bu ne kadar sürer bilmiyorum. Ama isteğine saygı duymak dışında yapabileceğim hiçbir şey yok."
"Robert sana dayanamaz, birkaç güne aranızı düzeltirsiniz. Dua edelim mahkemesi lehine sonuçlansın."
Alice usulca başını sallamıştı. Çevresindeki herkes adamın ona ne kadar âşık olduğunu söyledikçe kendini daha suçlu hissediyordu. Başka birini sevdiği için pişman değildi, bunun elinde olmayan bir güç olduğunu biliyordu. Fakat nişanlılarken kalbinin boş olup olmadığını soran Robert'a karşı dürüst davranmadığı için pişmandı. Adama duyduğu öfke gözüne adeta bir perde indirmişti. Tüm bu olanlarda Robert'ın da en az onun kadar acı çektiğini daha yeni görebiliyordu.
Çaylarını içtiklerinde, Logan hasta olan Jeremy ile ilgilenmek için müştemilata geçmişti. Elince fincanların olduğu tepsi ile mutfağa bırakan Alice ise Womack'e kocasını sormuştu. Öğrendiklerininse onu mutlu ettiğini söylenemezdi. Robert hiçbir şey yemeden üç fincan çay içmiş, sonrasında ise atına atlayıp nereye olduğunu söylemeden ortadan kaybolmuştu.
"Peki, dün akşam bir şey yedi mi? Lütfen bana bu adamın sürekli aç gezdiğini söyleme."
"Yahniden birkaç kaşık almış, hepsi o kadar. Dün sabah da kahvaltı etmeden sadece çay içti. Hasta olup olmadığını sordum, sadece canının bir şey istemediğini söyledi."
"Bu akşam yemeğini götürdüğünde ısrar et o halde. Yarın mahkemesi var, biliyorsun. En azından bu akşam düzgünce yemek yiyip uyuması gerek."
"Beni dinleyeceğini sanmıyorum fakat deneyeceğim efendim."
Mutfağın ortasındaki tezgâhın önünde duran adamın kolunu sıkan Alice teşekkür ederek mutfaktan çıkıp Logan ve Jeremy 'nin kaldığı küçük müştemilat binasına geçmişti. Logan ve Dorothy yatak odasındalardı. Birlikte, çift kişilik yatağın içinde adeta kaybolup gitmiş olan Jeremy'e bakıyorlardı. Küçük çocuğun ateşi çıkmıştı, kendinden geçmiş gibi baygın gözlerle uyuklayarak uzanıyordu. Bu hali Alice'i endişelendirmişti.
"Dorothy, ona bal vereceğini söylüyordun, iyi gelmedi mi? "
"Verdim hanımefendi, tıpkı size söylediğim iki gündür bal ve meyan kökü yediriyorum. Ama ateşi bir an düşüp bir an yükseliyor, boğazının şişliği de geçmedi. Bence artık doktor çağırmalıyız."
Alice, yatağın başına oturmuş, ıslak bezle oğlunun alnını silen Logan'a dönmüştü. Adamın çaresizliği kızın adeta canını yakmıştı. Yaklaşıp yanına oturdu, aynı zamanda eğilerek omzunu kavramıştı.
"Sakın üzülme, bunda korkulacak bir şey yok. Küçük çocukların hepsi ateşlenir. Şimdi Nolan'a bir doktor getirmesini söyleyeceğim. Küçük Jerry'imiz yarına iyileşmiş olacak."
Logan herhangi bir şey söylememiş, sadece başını sallamakla yetinmişti. Alice ortalığa hâkim olan karamsarlığı görüyordu, buna izin vermek niyetinde değildi. Dorothy'i Womack'e yardım etmesi için mutfağa yollamış, Logan'ı ise sigara içmesi, kafasını dağıtması için evden çıkarmıştı. Küçük çocuğun bakımını ise kendisi üstlenmişti. Tıpkı babası gibi yatakta yanı başına oturdu. Islanmış mendili komodinin üzerindeki su dolu kâseye batırıp sıktıktan sonra yüzünde gezdirmişti. Elindeki bez ısındıkça ıslayıp sıkarak aynı şeyi tekrarlıyordu. Bir süre sonra ateşini kontrol etmek için elini alnına yerleştirdiğinde Jeremy gözlerini aralamıştı. Kısa bir an hiçbir tepki vermemiş, sonrasında ise dudaklarını büzerek ağlamaya başlamıştı. Elindeki ıslak mendili kâsenin içine bırakan Alice, çocuğu dikkatlice kavrayıp kucağına çekti. Sırtını yatağın başlığına verip Jeremy'i göğsüne doğru yaslayarak sarılmıştı.
"Şşşt, tamam Jerry. Benim, Alley. Korkma hayatım, yanındayım bak. Hiçbir yere gitmiyorum."
Jeremy kısa bir müddet ağlamış, sonrasında ise sırtını sıvazlayan kızın kucağında sakinleşmişti. Babasından aldığı iri mavi gözleri ile etrafı izliyorken, Alice eğilip yanağını öpmüştü. Çocuğu kendi ile birlikte oturduğu yerde hafifçe sallarken aynı zamanda uyuması için kısık sesle şarkı söylüyordu.
"Sen benim günışığımsın,
Biricik günışığımsın.
Gökyüzü griye döndüğüne
Beni mutlu ediyorsun.
Seni ne kadar sevdiğimi
Asla bilemezsin sevgilim.
Lütfen günışığımı alıp götürme.
Dün gece sevgilim,
Uyurken seni kollarımda hayal ettim.
Uyandığımda ise yanılmıştım.
Ben de başım ellerimin arasına alıp ağladım.
Sen benim günışığımsın,
Biricik günışığımsın.
Gökyüzü griye döndüğüne
Beni mutlu ediyorsun.
Seni ne kadar sevdiğimi
Asla bilemezsin sevgilim.
Lütfen günışığımı alıp götürme."
Alice kendi kendine şarkısını mırıldanırken koridorda ayak sesleri duymuştu. Doktorun gelmiş olabileceğini düşündü. Kucağındaki uyuklayan Jeremy'i yavaşça yatağına bırakıp ayağa kalktığında gördüğü manzara beklediğinden oldukça farklıydı. Logan, yanında kuzeni Benjamin ile birlikte odanın kapısında belirmişti.
"Alice, bir misafirin var. Jeremy 'nin yanında ben kalırım, sen Benjamin ile ilgilen."
Şaşkına dönen Alice bir anlığına ne yapacağını bilemeden öylece kalakalmıştı. Doğrulup yerinden kalkarak kapıya doğru yöneldi. Logan'ın sorgulayan gözleri ikisinin arasında gidip gelse de bunu umursamamıştı. Şaşkınlığı, hüznü ve korkusu adeta birbirine girmişken sağlıklı düşünemiyordu.
"Benjamin, seni görmeyi beklemiyordum."
"Evlendiğinden beri ziyaretine gelemiyorum. Sürpriz yapmak istedim."
Ne sürpriz ama diye düşündü Alice. Eğer Robert gelir ve Benjamin ile onu birlikte görürse neler olacağını kestiremiyordu. Hâlihazırda canı için endişe ederken, kuzeni adeta katilinin ayağına gelmişti. Bu düşünce ile telaşa kapıldı, sokulup Benjamin'in koluna girdi. Adamı nereye götüreceğini bilmiyordu ama bir an önce Riverwood'dan çıkarması gerektiğinin farkındaydı.
"Logan, Benjamin'i köşke götüreceğim, belki sonra bize katılırsın."
"Teşekkür ederim, Jeremy 'nin başından ayrılabileceğimi sanmıyorum. Umarım başka bir zaman telafi ederiz."
Alice adamın onlara katılmamış olmasına minnettardı. Öz kontrolünün en az düzeyde olduğu bu günlerde başkalarında da şüphe uyandırmak istemiyordu. Kolunu kavradığı Benjamin'i adeta peşinden sürükleyerek bahçeye çıkarmıştı. Bir müddet ilerlediklerinde, ne yapacağını bilmediğini fark etmişti. Robert her an Riverwood'a geri dönebilirdi. Ve bu hem onun hem de Benjamin'in sonu olurdu. Âşık olduğu kuzenini nereye saklayacağını bilmiyordu.
"Alice, ne oluyor? "
Etrafına bakınıp çıkış yolu arıyorken Benjamin'in sesi ile irkilmişti. Bakışları geldiğinden beri ilk kez yüzünü bulmuştu. İfadesi aşina olduğu o sıcaklıktan uzaktı. Kızgın duruyordu, biraz da somurtkan. Adamın bu hali onu huzursuz etmişti.
"Özür dilerim, Jerry hasta olduğu için seni apar topar çıkardım. Hastalığı bulaşıcı olabilir."
"Sadece bu kadar olduğuna emin misin? "
"Elbette, başka ne olabilir ki ?"
"Bilmiyorum, bu gün cevapları senden almayı bekliyorum."
Ortada kesinlikle bir sorun olduğunu gören Alice yutkunmuştu. Ne diyeceğini, nasıl bir tepki vermesi gerektiğini bilmiyordu. Başını çevirip tekrar mermer köşke baktı. Riverwood'un içinde Robert'tan saklanabileceğini bir yer olmadığı açık bir gerçekti. Kuzeni ile çalıların arasına girmedikleri müddetçe kocası onları bulacaktı. Bu noktadan sonra yapabileceği bir şey olmadığını görüyordu.
Bu hisle tüm olasılıklara teslim olmuştu. Benjamin'e, köşke giden yolda eşlik etti. Womack'ten ikisi için birer bardak çay istemiş, adamı Logan 'la birlikte oturdukları arka taraçaya götürmüştü. Küçük masaya bu kez Benjamin ile oturmuşlardı. Adamın hareli yeşil gözleri şüpheyle üzerinde dönüyordu.
"Kötü gözüküyorsun. Hasta olduğuna inanmak istiyorum fakat sanırım başka bir sorun var."
Alice beceriksiz bir şekilde gülümsemeye çalıştı, ağzının kuruduğunu hissediyordu.
"Bunu da nereden çıkardın? Sadece bu ara pek iyi uyuyamadım, Jeremy ile ilgileniyorum."
"Seni tanıyorum Alice, bana yalan söylemene gerek yok. "
"Ya-yalan sö-söylemiyorum ki."
İkisi konuşurken, Womack elinde tepsi ile yanlarında belirmişti. Çay servislerini yapan adam başka bir istekleri olup olmadığını sorduğunda Alice oturduğu yerde yavaşça ona dönmüştü.
"Womack, yüzbaşı gelir gelmez bana haber ver, olur mu? "
"Elbette efendim, nasıl isterseniz."
Uşakları taraçadan çıktıktan sonra bakışları tekrar Benjamin'i bulmuştu. Çayını içen adam hala dikkatle onu süzüyordu. Elindeki fincanı bıraktığında, sorusunu herhangi bir kalıbın içine saklamadan dillendirmişti.
"Ne yaptı o adam sana? "
Alice bu soruyu bekliyordu. Fakat Benjamin'in içine büründüğü bu saldırgan havaya alışamamıştı. Bu onu şaşkına çeviriyordu.
"Hiçbir şey. Benjamin sadece uyuyamadım dedim, paranoya yapıyorsun."
"Yalan söylemeyi bırak Alice. Her şeyi biliyorum. O akşam ağladığını sahneden duydum. Yüzünü göremedim, ama sesini tanıdım. O sendin, biliyorum."
Ne diyeceğini bilemedi. Masanın üzerindeki ellerini birleştirip parmakları ile oynamaya başladı, bakışlarını kaçırmaktan kendini alıkoyamıyordu.
"Evet bendim, bu ara asabım bozuk. Kendimi kötü hissettim ve ağladım, Robert'tan da beni götürmesini istedim, hepsi bu."
"Neden kendini kötü hissettin peki? "
Adamın sorusu ile kalbinde aynı sızıyı tekrar hissetmişti. Dişlerini sıkmak zorunda kaldı. İçine derin bir nefes çekip bakışlarını arka bahçenin manzarasından Benjamin'e çevirdiğinde göz göze gelmişlerdi. Onu baktığı her an canının daha fazla yandığını hissediyordu.
"Sadece asabım bozuktu, gerisini bilmene gerek yok."
"Haklısın gerek yok. Çünkü her şeyi zaten biliyorum."
Alice kavradığı parmaklarını öylesine güçlü sıkmıştı ki neredeyse eklemleri beyaza dönmüştü. Nefes alamadığını hissediyordu. Sızlayan kalbi bir anda heyecanla hızlanmıştı. O an gözünü kırpmaya dahi korkuyordu.
"Ne söylediğini anlamıyorum."
"Gül, bülbül ve meşenin hikâyesi. Hatırlıyorsun değil mi? "
Alice gözlerinin dolduğunu hissediyordu. Başını usulca salladı. Kalbi adeta ağzının içinde atıyordu.
"Gül her şeyi öğrendi. Meşe dalında onu bekleyen bir bülbül olduğunu biliyor."
Biliyor diye düşündü, artık onu sevdiğimi biliyor. Bu anı ömrü boyunca hayal etmişti. Kendini bildiğinden beri rüyalarını, düşlerini süsleyen tek an buydu. Benjamin onu sevdiğini öğrendiğinde her şeyin çözüleceğine yıllarca kendini inandırmıştı.
Yaşadıklarının ise hayalleri ile küçük bir benzerliği dahi yoktu. Nefes alamadığını hissediyordu, soluğu tıkanmıştı. Bu kadar kötü bir haldeydi ki göğsü elbisesinin içinde inip kalkıyordu, nefesi gürültü bir hale gelmişti. Yanaklarını ıslatan gözyaşlarından haberi dahi yoktu. Oturduğu yerden kalktı. Bakışlarını Benjamin'den ayıramıyorken oturduğu sandalyeyi geçip geriye doğru birkaç adım atmıştı.
Onun bu halini gören Benjamin ise endişelenmişti. Tıpkı kuzeni gibi oturduğu yerden kalktı. Geri geri ilerleyen kıza doğru yürüdü. Aynı zamanda ellerini ona doğru uzatıyordu.
"Alice, sakin ol lütfen. Derin nefes al, tamam mı? Benim, Benny. Değişen bir şey yok, sadece konuşacağız."
Alice başını iki yana doğru sallamıştı. Hala geri geri yürüyorken, taraçanın sonuna gelip tahta tırabzana çarptığında sendeleyerek durmuştu. O ana kadar yavaş olan Benjamin yaklaşıp kollarını kavramıştı. Titreyen Alice, adeta ayakta zor duruyordu.
"Na-nasıl bi-bi-bilebilirsin? "
"Sarhoş olduğun akşam söyledin. Seni odana ben bırakmıştım."
Titreyen dudaklarını ısırdı, kendini zorlasa dahi o akşama dair hiçbir şey hatırlamıyordu. O akşama dair zihninde kalan en son görüntü Robert'a aitti. Benjamin anılarının hiçbir yerinde yoktu.
O an, adama tüm bunları nasıl söylediğini hatırlamaya çalışırken zihninde başka anılar canlanmıştı. Şiddetle Robert'ı istemeyen Benjamin'in değişen tavrı, ondan kaçması, olaylı nikâhları. Her bir ayrıntı ağzında acı bir tat bırakıyordu. Düşünceleri ile birlikte yanağına düşen damlalar hızlanmıştı.
"Bi-biliyordun. Her şeyi biliyordun ve hi-hiçbir şey ya-yapmadın."
"Alice-"
"O-onu se-sevmemi iste-tedin, seni de-değil onu sevmemi i-istedin."
"Tanrı aşkına Alice, başka ne yapabilirdim? Sen ve ben kuzeniz, ben seni kardeşimden farklı görmüyorum."
O ana kadar sessizce ağlayan Alice'in boğazından bir hıçkırık yükselmişti. Geçen bunca zaman boyunca kabul etmese dahi içten içe adamın ona hep bu gözle baktığını biliyordu. Fakat bunları ondan duymak adeta bir kurşun gibi göğsüne işlemişti. Silkelenip adamın kollarından kurtuldu. Öfkeyle göğsüne vurmaya başlamıştı.
"Ben senin kardeşim değilim! Ben senin kardeşin falan değilim! Değilim! Anlıyor musun, değilim !"
Benjamin, göğsüne art arda yumruk geçiren kızın ellerini kavrayıp kendine doğru çekmişti. Güçlükle de olsa kollarının arasına aldığında Alice hala çırpınıyordu. Hıçkırıkları yükselmiş, gözyaşları sıklaşmıştı. Ona bir şey olmasından korkan Benjamin kıza sarılmışken sırtını okşuyordu. Bir müddet sonra sakinleşen Alice onunla kavga etmeyi bırakmış, kollarına teslim olmuştu. Başını omzuna koymuş mırıldanırken sesi boğuktu.
"O benden daha güzel. Rose, sevgilin. Onu bu yüzden seçtin, öyle değil mi? Ben seni güldüren bi' çocuğum, o ise güzel bi' kadın."
İçini çeken Benjamin ellerini sırtından yavaşça çekmiş ve yüzünü kavramıştı. Alice'in sarıya çalan kahverengi kirpiklerinde hala damlalar titriyordu. Ağlamamak için dudaklarını büzmüştü.
"Alice, sen benim için çok değerlisin. Ama bu şekilde değil. O akşam seni oyuna bilerek çağırmadım, gördüğünde üzüleceğini biliyordum."
"Teşekkür ederim, bu şekilde beni hiç üzmedin."
"Bu hissettiklerinin bir heves, bir hayranlık olduğunun farkında bile değilsin. Gelip geçici bir his için ikimizin hayatını da mahvediyorsun Alice. Lütfen bunu yapma, kendine zaman verdiğinde yanıldığını sen de anlayacaksın."
Alice güçlükle de olsa yutkundu. Benjamin hala yüzünde olan ellerini kavrayıp kendinden uzaklaştırmıştı. Adamın neyi ima ettiğini anlamıyordu.
"Ne demek istiyorsun? "
"Tiyatrodan kovuldum. İki gün önce Jerome beni odasına çağırdı ve Old Vic'te artık bana yer olmadığını söyledi. Yeteneğime güvenip yıllardır tanıdığı oyuncularına değil bana başrol veren adam bir anda beni kapının önüne koydu."
Duydukları ile birlikte Alice adeta karnına bir yumruk yemişçesine kasılmıştı. Eli kontrolü dışında alnını buldu, bir anda Benjamin'e arkasını dönmüştü. Vücudunu saran titreme ile ayakta kalamayacağını biliyordu. Ahşap tırabzanlara tutunmuş sakinleşmeye çalışırken yaklaşan kuzeni ona doğru eğilmişti.
"Robert her şeyi öğrendi, değil mi? Bunun arkasında o var."
Alice herhangi bir şey söyleyememiş, sadece adamın gözlerine bakmıştı. İçine işleyen korku hissedilmeyecek gibi değildi. Bakışları Benjamin'e gerekli cevabı sağlamıştı.
"O yaptı, tahmin etmiştim. Nerede şimdi? Onunla konuşacağım, bir derdi varsa benimle yüz yüze çözecek."
O ana kadar sessiz kalan Alice korkuyla adeta inlemişti. Uzanıp yanı başındaki Benjamin'in elini kavradı. Gözlerinden yaşlar akarken adama yalvarıyordu.
"Sakın, sakın böyle bir şey yapma, yalvarırım. Ona her şeyden habersiz olduğunu söyledim. Eğer bildiğini öğrenirse seni öldürür, elinden kurtulamazsın."
"Merak etme Alice, birini öldürmek o kadar kolay değil. O haydut şansını bir de üzerimde denesin."
"Benjamin! Anlamıyorsun, Robert'ı tanımıyorsun. Başka birine âşık olduğumu evlendiğimiz ilk günden beri biliyor, sadece seni yeni öğrendi. Eğer üzerine gidersen, bildiğini belli edersen seni Çin'deki savaşa gönderecek. Belki kendi elleri ile değil, ama senin ölmeni sağlayacak."
Söyledikleri Benjamin'i şaşkınlığa düşürmüştü. Bir müddet bir şey demedi, sadece gözlerinin içine baktı. Korkmasa dahi içine bir şüphe düşmüştü.
"Bunu sana kendisi mi söyledi? "
"Evet. O adamın kim olduğunu bulduğumda Çin'e göndermek elimden geleni yapacağım demişti. Seni... Seni tiyatrodan attırdı. Benjamin! Tanrı korusun, işsiz kaldın! İstediği buydu! Şimdi ordu seni göreve çağırabilir! "
Benjamin ilk anda olasılıkları ve olanların arkasındaki gerçekleri düşünememişti. Fakat Alice'in sözleri o an onun için de her şeyi açıklıyordu. İşten çıkmış olması planın sadece küçük parçasıydı. Yüzbaşı onu orduya katmak için hazır hale getiriyordu. Bu, o ana kadar hissetmediği korkunun yüreğine salınmasını sağlamıştı.
Robert Doyle blöf yapmıyordu.
"Ne yapacağız şimdi? "
Alice tutunduğu tırabzandan güç alarak doğrulmuştu. Elleri ile bir kez daha ıslak yüzünü sildi. O an aklında herhangi bir kurtuluş yoktu. Fakat anı kurtarmak ikisi için de yapabilecekleri en doğru şeydi.
"Hemen buradan gitmen gerek. Robert sabah erken çıktı, her an eve gelebilir. Seni görürse çileden çıkar."
Benjamin başını sallayarak teklifini kabul etmişti. Adama bahçeye kadar eşlik eden Alice seyisleri atını getirirken yanına sokularak fısıldamıştı.
"Yarın mahkemesi var. Ne olacağına sonrasında karar veririz. Benden haber alana kadar sakın Riverwood'a gelme."
"Ya sana zarar verirse? "
"Benim için endişelenmene gerek yok, sadece kendine dikkat et."
Benjamin başını sallamış, sonrasında ise Nolan'ın getirdiği atına binmişti. Çakıl yolda ilerleyip araziden çıkan adam, artık görünmeyecek kadar uzaklaşana dek arkasına dönüp ona bakmıştı. İkisi de olabileceklerden iliklerine kadar korkuyordu.
Alice tüm bu olanlardan sonra günün geri kalanını yatak odasında geçirmiş, kendine ait olan bölmeden hiç çıkmamıştı. Güneş batmaya hazırlanırken, nasıl olduğunu merak edip yanına gelen Dorothy'e akşam yemeği yemeyeceğini söylemişti. Logan ve Jeremy için müştemilata bir tepsi hazırlatıp yollatmıştı. Kendisi ise üzerindeki elbiseyi çıkarıp geceliklerini giyerek daha gün ışığı odasını aydınlatıyorken yorganın altına girmiş, yatağının içinde kıvrılarak düşüncelere dalmıştı.
Robert'ın eve ne zaman geldiğini, tüm gün nerede olduğunu, ne yaptığını bilmiyordu. Vakit gece yarısını geçerken boğazının kuruduğunu hissetmişti. Yatağın başındaki komodinin üzerinde duran cam şişeden su doldururken, yatak odasının kapısının açıldığını duymuştu. Bu irkilmesini yol açmıştı. Cam bardağa su doldurmuş, usulca içerken aynı zamanda odaya giren Robert'ı dinliyordu. Duyabildiği tek şey ayak sesleri, kumaş hışırtıları ve birkaç gürültülü nefesti. Adamın üzerindekileri çıkardığını tahmin ediyordu.
Suyunu bitirip öksürerek yatağının içine tekrar tekrar girdi. İnce yorganın altında bir kedi gibi kıvrılmıştı. Uzandığı yerde yatağının karşısında kalan pencereden kendini gösteren dolunayı izliyorken, bir kez daha ayak sesleri işitmişti. Bakışları yatak odalarını ayıran cam kapıya döndü. Loş ışığın içinde Robert'ın karanlık siluetini seçebiliyordu. Elini yatağına yaslayarak yavaşça uzandığı yerde doğruldu. Nefesini tutmuş, adamın gölgesini izliyorken kapının kulpu belli belirsiz titremişti. Bunun onu korkutması gerektiğini düşündü. Daha bugün kocasının âşık olduğu adamı bitirme planlarını öğrenmişti. Robert'ın istediğinde ne kadar tehlikeli bir adam olabileceğini anlamıştı. Ondan uzak durması gerektiğini düşünüyordu.
Fakat adamın bu hareketi ona cesaret vermişti. Uzandığı yerden yavaşça kalktı. Üzerindeki geceliği çekiştirerek ilerleyip tıpkı Robert gibi cam kapının önünde durmuştu. Elini kulpa yerleştirip içine hırıltılı olan derin bir nefes çekti. Yavaşça çevirip kapıyı araladığında, Robert karşısında duruyordu.
İkisi de hiçbir şey demeden birbirinin gözlerinin içine bakmıştı. Robert, günler sonra ilk kez varlığını kabul etmişti. Adamın gözleri bir haftadan sonra ilk kez üzerinde geziyordu.
Alice, bugün öğrendiklerinden sonra ondan nefret etmesi gerektiğini düşündü. Ne yapacağını, ne konuşması gerektiğini bilmiyordu. Fakat Robert'a kızgın olması gerektiğinin farkındaydı. Adam onu hayatının aşkından uzaklaştırmak için ince bir planın üzerinde çalışıyordu. Başarılı olursa, Alice Benjamin'i yıllarca göremeyebilirdi. Daha kötü ihtimalleri ise düşünmek bile istemiyordu.
Fakat o an, Robert'ın en az içinde bulundukları gece kadar siyah olan gözlerine bakarken hissettiklerinin hiçbiri nefrete yakın değildi. İçinde derin bir üzüntü vardı ve bu üzüntü Robert'ı da kapsıyordu. Adamın gözlerinde parça parça olmuş bir hayal kırıklığı vardı.
"Yarın mahkemem var. Ve ben senin dışında başka hiçbir şey düşünemiyorum."
Alice yutkundu. Robert'ın yorgun yüzünden adeta binlerce his geçiyordu. Bir adamın sevgi ve nefreti bir arada bu kadar tutkulu yaşayabileceğini hiçbir zaman düşünmemişti.
"Ma-mahkemeden istediğini a-alacaksın, buna in-in-inanıyorum."
Gözlerinin içine bakan Robert içini çekmişti. Tıpkı Alice gibi kapıyı kavradı. Üzerine eğildiğinde aralarındaki mesafe oldukça azalmıştı.
"Bunu gerçekten istiyor musun? İstediğimi almamı? "
"Da-daha fazla ü-üzülmeni istemiyorum."
"Ben üzgün değilim. Nefret doluyum. Kendimden nefret ediyorum. Ve o adamdan. Beni içine düşürdüğün bu şeyden nefret ediyorum."
Alice tekrar yutkunmak zorunda kalmıştı. Sözler dudağının ucuna gelmişti fakat çıkmak nedir bilmiyordu; peki ya ben? Robert'ın ondan nefret edip etmediğini öğrenmek için adeta kıvranıyordu.
Yoğun bir sessizliği paylaşmışlardı. Ne kadar istese de sorusunu seslendirmeye cesaret edemedi. Hala birbirinin gözlerine bakarken Robert doğrulup geri çekilmişti. Arkasını dönmüş, üzerindeki gömleği çıkarırken Alice aralarında daha fazla konuşma olmayacağını biliyordu. Sessizce iyi geceler diye mırıldandı. Robert cevap vermemiş, ona doğru dahi dönmemişti. İçini çekti ve onları ayıran cam kapıyı yavaşça kapattı. Yatağının içine girdiğinde uykusuzluğun ona tüm gece eşlik edeceğini biliyordu.
* * *
"Hanımefendi! Araba geldi! Bay Dudley ve Yüzbaşı Doyle döndüler !"
Salondaki deri koltuğa oturmuş, kucağındaki kediyi seven Alice kapıdan ona seslenen Dorothy'nin sesi ile irkilmişti. Oturduğu yerde doğrulup kemerli salon penceresine doğru baktı. At arabası çakıl yolun ortasında durmuştu. Fakat ne Robert ne de Logan oturduğu yerde gözükmüyordu.
Kucağındaki kediyi yavaşça koltuğa bırakıp ayağa kalktı. Daha o andan kalbi huzursuz bir heyecanla onu zorluyordu. Ne hissetmesi gerektiğinden emin değildi. Sabah Robert ve Logan'ı mahkemeye yollarken de aynı hisleri yaşamıştı. Hayatının hiçbir noktasında böylesine büyük bir karmaşanın içine düştüğünü hatırlamıyordu.
Salondan çıkarak giriş holüne geçti. Açık olan çift kanatlı kapıdan bahçeyi görebiliyordu. Logan ve Womack yan yanalardı. Arkaları dönük olduğu için yüzlerini göremiyordu. Robert'ın nerede olduğunu merak etti. Yavaş adımlarla ilerleyip verandayı geçerek yanlarını bulmuştu.
"Logan? Robert nerede? "
Hem Womack 'in hem de Logan'ın yüzünde adeta kara bulutlar dolaşıyordu. Sonucun ne olduğunu sormasına gerek dahi kalmamıştı. Robert'ın mahkemeyi kaybettiğini görebiliyordu.
"Robert nerede? Gelmedi mi? "
"Koruya geçti efendim. Rahatsız edilmek istemiyor."
Womack 'in cevabı ile hareketlendi. Bahçenin içinde koruya doğru yürümeye başlamışken arkasından gelen Logan kolunu kavramıştı. Bununla birlikte durdu. Kalbinde huzursuz bir his içini kemirirken adam her şeyi onun için açıklamıştı.
"Robert ordudan atıldı Alice. Onu şu an görmek istemezsin."
Yazan ; İlknur DUMAN
* * *
https://youtu.be/rVJnEP5KL30
Bu videoyu sürekli tasvir ettiğim Robert'ı görün diye buraya bırakıyorum, meraklısı izler 🥳Aidan Turner bizim Robert'ımızdan o kadar farklı bir adam ki, sürekli gülüyor arkadaş 😂Bu filminde biraz daha karanlık bir karakteri oynuyor, hali tavrı yine Robert ile pek benzerlik göstermese de bu fragmandaki duruşu biraz daha onu andırdı gibi geldi bana. Ayrıca o kadar güzel,derin bir sesi var ki, bu video tam hakkını veremiyor diyebilirim 🤤
* * *
Selaam ! Yemin ediyorum bu ara canım hiç durmadan Düş yazmak istiyor, kendimi durduramıyorum resmen 😂 Bu işin sonu iyiye çıkmaz size söyleyeyim bir dahaki bölümü üç yıl sonra atarsam şaşırmayın sakın 🙄 Bu bölümü yazarken sürekli Mabel Matiz'in Çukur şarkısını dinledim, bu kadar olamaz, şarkıyı Alice kendisi yazsa onu bu kadar iyi anlatamazdı heralde şaşkınım 🤷♀️ Dinlerseniz ne demek istediğimi anlayacaksınız, inceyi göreceğinizi umuyorum 😸Bu arada geçen bölüm gelen yorumlar, oylar, her şey o kadar güzeldi ki hepinize kocamaan teşekkür ederim 😻 İnanılmaz mutlu oldum, çok sevindim 🌸 Hepinizi kocamaan öpüyorum, tekrar görüşene dek kendinize iyi bakın 😽❤️
Bạn đang đọc truyện trên: AzTruyen.Top