Bölüm 13 - "Şüphe" - Kısım I




Düş

Bölüm 13 – "Şüphe"

Kısım I

"Da da da da! Baba bak! Da da da da! "

     Alice kahvaltı masasında bir yandan kahvaltısını ediyor, bir yandan da göz ucuyla Robert'ı izliyordu. Bu, Logan ve Jeremy ile birlikte dördüncü sabahlarıydı. Alice, kocasının tehdidinden sonra tıpkı söylediği gibi adam ve oğlunun sorumluluğunu bizzat üstlenmişti. Seyisleri Nolan ve Womack'e küçük müştemilat binasını düzenletmiş ve buraya yerleşmelerini sağlamış, aynı zamanda onları da Robert'ın dakik rutinine kendisi ile birlikte adapte etmişti.

     O an ve neredeyse her sabah diken üzerinde oturmasının sebebi ise Robert'ın sabah huysuzluğuydu. Adam kahvaltıda hiç konuşmuyor ve onun da konuşmamasını istiyorken, Jeremy neredeyse her sabah eline geçirdiği çatal ve bardakları masaya vurarak onlara ayrı bir senfoni dinletiyordu. Dördünün arasında sabah uyandığında en dinç olanı oydu. Logan ve Jeremy sabah altıda kalkmaya Alice'den daha kolay adapte olmuşlardı. Jeremy tıpkı Robert gibi saat altıda kendiliğinden uyanıyordu, Logan'ın da Alice gibi uykulu gözlerle oğluna eşlik etmekten başka çaresi kalmıyordu.

     Birlikte yaptıkları ilk kahvaltı neredeyse bir felaket gibi geçmişti. Jeremy gülerek tüm masayı birbirine katıyor, konuşmayı henüz söktüğü için hevesle sürekli babasına sesleniyordu. Robert, masada sadece beş dakika oturabilmiş, kahvaltısını bitirmeden çalışma odasına kaçmıştı. Sonrasında ise sıklıkla yaptıkları gibi Alice ile birbirine girmişlerdi. Evliliklerinin ikinci haftasında, Alice artık adamla kavga ettiğinde değil, etmediğinde kendini garip hissediyordu.

     O an ise, Jeremy eline geçirdiği çatalı babasının kahvaltı tabağına vururken, Robert etrafına adeta acı çekiyormuş gibi bakıyordu. Tabağından bir lokma alıyor,  sıkıntıyla yüzünü sıvazlıyor, sonra tekrar kahvaltısına devam ediyordu. Alice, adamın patlama noktasına yaklaştığının farkındaydı. Masada doğrulup usulca Jeremy 'nin elindeki çatala uzandı. Gülen çocuk bununla afallamışken, tabaktaki küçük yeşil elmalardan birini eline tutuşturmuştu.

"Al bakalım Jeremy, biraz da elma dene."

     Jeremy avucundaki elmaya bakmış, sonrasında ise tıpkı biraz önce olduğunu gibi gülmeye devam etmişti.

"Elma yiyorum! Baba bak, elma !"

"Evet Jerry, hadi Alice'e bunun için teşekkür et."

     Logan Alice'e göz kırpıp kucağındaki Jeremy'i doğrultmuştu. Jeremy önce küçük dişlerini elmaya saplayıp iştahlı bir ısırık almıştı. Lokmasını ağzından sular akıtarak çiğnerken dişlerini gösterip sırıtıyordu. Alice bir an için her şeyi kontrolü altına aldığı için sevinmişti. Lakin kıkırdayan ufaklık, babasının kucağında zıplarken, elindeki elmayı birden kahvaltı masasına fırlatmıştı. Bununla birlikte ortada duran sosis tabağı yere devrilmişti. Kopan şangırtının ardından hepsi irkilmişken, Jeremy alkışlayarak kıkırdıyordu.

"Teşekkür Alley! " (Ali diye telaffuz ediliyor, -i sesi vurgulu olarak. Jeremy Alis'teki –s sesini çıkaramıyor.)

     Ses ile birlikte eliyle ağzını kapatmış olan Alice, belli belirsiz korku içinde Jeremy'e gülümsemişti. Ürkek gözlerini Robert'a çevirdiğinde, adam oturduğu yerden kalkmıştı. Alice, dişlerini sıktığını seçebiliyordu.

"Size afiyet olsun."

     Robert'ın sesi sert ve toktu. Lakin Alice adamın ilk iki güne göre durumu daha iyi göğüslediğini görebiliyordu. Her sabah olduğu gibi yine kahvaltısını bitirmeden kalkmıştı. Fakat bu kez en azından nezaketen birkaç kelime edebilmişti. Tam bunun için mutlu olmuş, gergin de olsa gülümsüyorken hole geçen adamın kükremeyi andıran sesini duymuştu.

"Womack! Çayımı koruya getir! "

     Jeremy babasının kucağında sıçramıştı. O kadar ki, Alice dahi oturduğu yerde titremişti. Masada bakışları Logan'ınkilerle buluştu. Adam dudaklarını sıkarak başını iki yana doğru sallıyordu.

"Bu gidişle Robert'a epey kilo verdireceğiz."

     Alice belli belirsiz gülümsemişti.

"Aç kalması için hiçbir sebep yok, kimse tabağını elinden almıyor. İnsanlarla birlikte yaşamaya o da alışacak."

"Biliyor musun buraya gelirken Robert'a dair pek bir umudum yoktu fakat şansımı denemek istemiştim. Kalbinde asla kötülük yoktur fakat ne kadar zor bir adam olduğunun tüm Londra farkında. İçimden bir ses onun tüm bunları senin için tolere ettiğini söylüyor. Şu kırmızı saçların ve kedi gözlerinle kuzenimi gerçekten büyülemiş olmalısın."

     Logan'ın sırıtarak söyledikleri Alice'i bir anlığına da olsa duraklatmıştı. Gözlerini adamdan kaçırmamak adına büyük bir çaba gösteriyordu.

"Abartıyorsun. Onun zaten bu işe gönlü vardı, ben sadece itekledim, hepsi bu."

     Logan adeta içinde saklamaya çalıştığı tüm duyguları ve gerçekleri biliyormuşçasına gözlerini devirip bıyık altından gülümsemişti. Adamla ilgili çözemediği birçok nokta vardı. Yirmi dokuz yaşında olmasına rağmen oldukça genç gözüküyordu. Kuzen olmalarına rağmen Robert ile birbirlerine benzediklerini söyleyemezdi. Logan, tıpkı kocası gibi uzun boylu ve yapılı bir adamdı. Fakat paylaştıkları tek ortak özellikleri buydu. Logan, Robert'ın aksine beyaz tenliydi ve iri koyu mavi gözleri vardı. Her sabah tıraş ettiği yüzünde tek bir pürüz dahi yoktu. O an, içinde bulunduğu can sıkıcı duruma rağmen adam oldukça neşeliydi. Tanıştıkları ilk andan itibaren Alice'e oldukça sıcak davranıyordu. Alice, Robert'la nişanlıyken dahi birbirilerine alışmalarının ne kadar uzun sürdüğünü düşününce Logan ile ikisinin akraba olmasına daha çok şaşırıyordu.

     Üçü birlikte sohbet ederek kahvaltılarını bitirdiklerinde, Logan Jeremy'i yıkaması gerektiğini söyleyip izin istemişti. Adamın tek başına bunu halledemeyeceğini düşünen Alice yardım teklif ettiğinde ise Logan gülmüştü.

"Alice, onu üç yıldır ben tek başıma yıkıyorum. Tamam, bu konuda hala bir usta olduğum söylenemez ama Jerry hala boğulmadığına ve bitlenmediğine göre bir şeyleri doğru yapıyorum demektir."

     Logan Jerry dediğinde, kucağında oturan ve yeni elmasını kemiren Jeremy başını kaldırıp adama bakmıştı. Mavi gözleri, iri dudakları ve bembeyaz teni ile adeta Logan'ın küçük bir kopyası gibi duruyordu.

"Peki, sen bilirsin. Ama yıkamama izin vermesen bile bu küçük adamı bahçeye kadar kucaklamama engel olamazsın."

     Alice yerinden kalkıp Jeremy'i Logan'dan almıştı. Küçük çocuk da tıpkı babası gibiydi, oldukça sıcakkanlıydı. Henüz birkaç gündür birlikte olduğu Alice'e alışmıştı ve kızın ona sarılmasına hiç sesini çıkarmıyordu. Kucağındaki Jeremy ile birlikte ilerleyen Alice, bahçeye çıktıklarında çocuğu kucağında zıplatarak sevmeye başlamıştı.

"Seni küçük elma canavarı! Sen benim adımı söylemeyi mi öğrendin? "

     Alice kucağında zıplattıkça Jeremy kıkırdayarak gülüyordu. Alice en sonunda dayanamayıp çocuğun yanaklarını öpmeye başlamıştı. Burnu ile gerdanını dürttüğünde Jeremy adeta katılarak gülüyordu.

"Hadi Jerry, söyle bakalım benim adım ne? "

"Alley! Adın Alley! "

"Hayır hayır hayır, benim adım Alice, söyle bakalım, Alice."

"Alley! Senin adın Alley! "

     Seni küçük maymun diye mırıldanan Alice kucağındaki çocuğu burnu ile daha fazla gıdıklamaya başlamıştı. Jeremy ile birlikte o da gülüyordu, ikisinin kahkahası bahçe boyunca yayılmıştı. Arkalarından gelen Logan, verandadan inip yanlarını bulmuştu. Uzanıp Alice'in kucağındaki Jeremy'i almış, sahte bir ciddiyetle söylenmişti.

"Hey, küçük oğlumu bayıltmak mı istiyorsun sen? Jerry, gel buraya ufaklık."

     Kıkırdayan Jeremy kıpkırmızı olmuş yanaklarını babasının omzuna gömüp küçük elleri ile adama sıkı sıkıya sarılmıştı. Fakat Alice vazgeçmiş değildi, yaklaşıp arkası ona dönük olan Jeremy 'nin sırtını gıdıklamaya başlamıştı. Neredeyse çığlık çığlığa gülen çocuk, başını babasının omzundan kaldırıp ona dönmüştü. Alice ile yüz yüze geldiklerinde, sarkıp kızın serbest bırakarak sadece üst kısmını topladığı kızıl saçlarına uzanmıştı. Çekmesi ile birlikte Alice kendini geri savurmuştu.

"Jerry, işte bu savaş ilanıydı küçük dostum."

     Logan, Alice ve Jeremy birlikte bahçede gülüşüyorlarken, elinde çay tepsisi ile merdivenlerden inen Womack onlara doğru selam vererek gülümsemişti. Alice, Jeremy 'nin kolunu okşayıp koruya doğru ilerleyen uşaklarının yanını bulmuştu.

"Womack? Çayı yüzbaşına mı götürüyorsun? "

     Womack olduğu yerde duraklayıp, geniş söğüt ağacının altında Alice'e doğru dönmüştü.

"Evet efendim. Beyefendi ikinci bardağını istediler."

"O halde tepsiyi bana devredebilirsin."

     Alice ellerini ileri doğru uzatmıştı fakat Womack tereddütlüydü. Adamın rahatsız edilmekten hoşlanacağını sanmıyordu.

"Efendim sizi kırmak istemem lakin Yüzbaşı Doyle'un şu an rahatsız edilmekten hoşlanacağını sanmıyorum."

     İçini çekerek gözlerini devirmişti. Kibarlığın işe yaramadığını gören Alice uzanıp adamın elindeki tepsiyi elinden almıştı. Aynı zamanda o sarkastik gülümsemesini yüzüne yerleştirmişti.

"Onu rahatsız edeceğimi de kim söyledi Womack? Bilirsin, bunu asla yapmam." 

     Alice, tıpkı Logan gibi gözünü kırpıp Womack'i arkasında bırakmıştı. Korudaki ince patikayı takip ederek nehirin kıyısındaki bankta oturan Robert'ı bulmuştu. Arkası dönük adama yaklaşmadan önce durup içine derin bir nefes çekmişti. O yüzüne en şirin ifadesini bürünmeye çalışırken, karısını soluğundan tanıyan Robert söylenmişti.

"Buraya kafamı dinlemek için geldim."

     Alice herhangi bir şey dememişti. İlerleyip adamın önüne geçerek tepsideki çayını uzatmıştı. Aynı zamanda yüzündeki o yumuşak ifadeyi korumaya çalışıyordu.

"Konuşmak için gelmedim, yemin ederim. Sadece bir şey soracağım ama çayını içene kadar beklerim."

     Kızın uzattığı çay fincanını alan Robert'ın siyah gözleri üzerinde dönüyordu. Elindeki boş tepsiye sarılmış Alice'i bir müddet izlemişti. Niyetinin ciddi olduğunu, kurtulamayacağını anladığında ise oturduğu yerde kayarak sol tarafında ona da yer açmıştı.

"Tepemde dikilme. Otur, ne soracaksan sor."

     Alice, adamın sabahki huysuzluğunu attığını fark ediyordu. Bu ona biraz da olsa ümit vermişti. Normal bir anda Robert'ın yanına oturma teklifini asla kabul edeceğini sanmıyordu. Fakat o an, istediğini alabilmek adına adamın dediğine uyup yanına oturmuştu.

"Teşekkür ederim."

"Kıvranma Alice, ne istiyorsan söyle. Zaten izin vermeyeceğim, prosedürü kısa tutalım."

     Alice oturduğu yerde adama doğru dönmüştü, yüzündeki zoraki ifade daha o an kaybolmuştu.

"Daha ne istediğimi bilmiyorsun bile."

"Gülümsemeler, çay getirmeler; kabul etmeyeceğimi sen belli ediyorsun."

     Pes etmeyeceğim diye geçirdi içinden. İçinde yükselen öfkeyi dizginleyip tekrar elinden geldiğince sakin ve sevimli haline bürünmüştü.

"Abartıyorsun, buraya gelirken Womack'i gördüm sadece, zavallı adam uğraşmasın diye ben getirdim. Hem bence hiç de kabul etmeyeceğin bir şey değil."

     Çayından büyük bir yudum alan Robert, belli belirsiz dilini dudaklarında gezdirip tıpkı Alice gibi yönünü ona doğru çevirmişti. Nikâhlarından sonra ilk kez kavga etmeden birbirlerine bu kadar fazla yakınlaşıyorlardı. Aralarında hatırı sayılır bir mesafe olsa dahi vücutları ve yüzleri birbirine dönmüştü.

"Alice, sor lütfen."

"Tamam, peki. Ben diyecektim ki, acaba bugün bizimkileri ziyarete gidebilir miyim? Onları bu akşam için yemeğe çağırmak istiyorum. Eğer gidip bizzat çağırırsam beni kırmazlar."

     Robert hiç tereddüt etmemişti. Çayını içtikten sonra başını usulca olumsuz anlamda iki yana doğru sallamıştı.

"Hayır."

"Neye hayır? Gitmeme mi yoksa onları buraya çağırmama mı? "

"İkisine de. Sen bir yere gitmiyorsun, kimse de buraya gelmiyor."

     Alice o an kendini daha fazla tutamamıştı. Yüzündeki o sahte ifade kaybolmuştu. Neredeyse su kadar açık bir maviye sahip olan gözleri kısılmış, alnı kırışmıştı.

"Gidemiyorum demek. Neden? Tutsak mıyım ben bu evde?"

"Hayır değilsin. Sadece ben sana güvenmiyorum. Bu kapıdan çıktığın an o ısrarla sakladığın aşığına gideceğinden eminim."

     Alice'in bildiği bir gerçek vardı; o da Robert'ın haklı olduğuydu. Benjamin'i görmeden geçirdiği ikinci haftanın içindeydi. Adamla aynı şehri paylaşıp ona bu kadar uzak olma fikri Alice'i adeta çıldırtıyordu. İçinde bulunduğu durumun karmaşasının farkındaydı. Alice artık evliydi ve Benjamin'in bir sevgilisi vardı. Fakat bu hala onun yüzünü görmek, sesini duymak, sarılıp kokusunu içine çekmek için adeta çıldırdığı gerçeğini değiştirmiyordu.

"Peki onları buraya çağırmama neden izin vermiyorsun? Dur tahmin etmeme izin ver, beni tecrit etmek istiyorsun."

     Alice planının suya düşmesi ile öfkelenmiş söyleniyorken, hala çayını içen Robert oldukça sakindi. Koruda esen hafif rüzgâr, gölgesinde oturdukları ağaçlardan birkaç yaprağı Alice'in kızıl saçlarına düşürmüştü. Robert, hala hem sesi hem de tavrı ile mesafesini korusa dahi parmaklarını uzatıp yaprağı saçlarından ayırmıştı.

"Üç gün sonra Riverwood 'da evliliğimizi kutlamak için bir davet vereceğim. Aileni o zaman görürsün. Şu an davet etsen bile geleceklerini sanmıyorum. Nikâhtan dolayı hala kızgın olmalılar."

     Alice, bir an Robert'ın ona eskiden baktığı gibi baktığını hissetmişti. Öfke, kızgınlık, nefret ya da kin olmadan, Alice'in adamın onu sevdiğini hissettiği zamanlardaki gibi bakmıştı gözlerinin içine. İçinden nefreti ile başa çıkmak daha kolay diye geçirmişti. Çünkü Robert bağırıp çağırıp öfkesini kustuğunda kendini adamın haksız olduğuna inandırabiliyordu. Aralarındaki nefret onu suçsuz olduğuna ikna etmeye yetiyordu.

     Robert'ın bakışlarında gördüğü şeyin onu nasıl hissettirdiği konusunda hisleri karmakarışıktı. Adamın hala onu sevdiği düşüncesi kalbine bir ağırlık getiriyordu, bu his suçluluğa yakındı. Alice, kabul etmese bile ona ümit verdiğini biliyordu. Fakat kabul etmek istemediği, düşüncesinde geçtiği için bile kendine kızdığı başka bir his daha vardı; Robert'ın ona bu şekilde bakmasını özlemişti.

     Alice, tüm bu düşüncelerin ona iyi gelmediğini fark ettiğinde bakışlarını Robert'tan kaçırmıştı. Hala bu şekilde düşünebildiği için kendine kızıyordu.

"Dediğin gibi olsun, karşı çıksam da bir şeyin değişeceğini sanmıyorum."

     Alice, adamın yanında otururken yüzü asılmıştı. O gün, uyandığı andan beri aklında sadece Benjamin varken içinde oluşan bu küçücük his kendini kötü hissettirmişti. Robert haklı, ben rezil kadının tekiyim diye düşündü. Benjamin'e âşıkken Robert hakkında böyle şeyler hissedebildiği için kendine kızıyordu.

"Burada oturduğumuz akşamı hatırlıyor musun? "

     Hâlihazırda hisleri için kendine kıza Alice, Robert'ın sorusu ile yutkunmak zorunda kalmıştı. Adam birlikte yemek yedikleri akşamı söylüyordu. Sarhoş olan Alice'in o akşama dair aklındaki en son anı, tıpkı o an olduğu gibi Robert ile bu bankta oturduğuydu. Kucağındaki tepside olan gözleri korkarak kaldırmıştı.

"Hatırlamıyorum, kötü bir şey mi yaptım yoksa? "

     Robert başını usulca iki yana doğru sallamış, gözlerini kaçırarak fincanındaki son yudum çayını içmişti. Alice, tıpkı kendisi gibi onun da umursamaz davranmak için çabaladığını görebiliyordu. Bunun için adama minnettar olabilirdi. Lakin Robert sözleri ile içindeki suçlu duygu arttırmıştı.

"Hayır, sadece gülmüştün. Gerçekti, çok güzeldi."

     Alice yanaklarına hücum eden sıcaklığı hissedebiliyordu. Bir an göğsünün dahi sıkışmasından korkmuştu. Oturduğu yerden kalktı yavaşça. Robert'a gitmesi gerektiğini söylediğinde, adam da ona eşlik etmişti. Tepsi ve fincanı korudaki bankta bırakıp ince patikada yan yana yürümüşlerdi.

     Robert ve Alice, korudaki bankta otururlarken, oğlunu yıkamak için artık kendilerine ait olan müştemilat binasına geçen Logan herhangi bir sabun bulamadığında küçük çocuğu oyuncakları ile bırakıp Dorothy'i bulmuştu. Kadından sabun istemiş, getirmesini beklerken de verandada sigarasını yakmıştı. Jeremy 'den ayrı kaldığı her anı sigara içmek için kullanıyordu. Dorothy sabunu getirdiğinde de acele etmemiş, tütünün keyfini çıkarmıştı.

     O verandada dikilirken, tam karşısında kalan açık, demir bahçe kapısına bir atlı yaklaşmıştı. En başta umursamamıştı fakat iri gözlerini kısıp izlediğinde, atın sırtındakinin bir kadın olduğunu fark etmişti. Riverwood'un büyük kapısını geçip köşke çıkan çakıl yolda ilerledikçe, omzundan dökülen saçlarını daha iyi seçebiliyordu.

     Elindeki sabunu cebine atıp hızlı adımlarla merdivenleri inmişti. Atın sırtındaki kadınla çakıl yolun yarısında buluşmuşlardı. Logan, daha önce birçok ülke gezmiş ve farklı insanlar görmüştü. Fakat ilk defa adeta bir erkek gibi pantolon giyip çizmelerini çekerek at binen bir kadınla karşılaşmıştı. Yardım etmek için hareketlendi lakin o atılana kadar kadın çevik davranıp atından aşağı inmişti.

"Kiminle görüştüğümü sorabilir miyim? "

     Logan cebindeki elini çıkarıp uzatmıştı, aynı zamanda gülümsüyordu.

"Logan, Logan Dudley."

     Karşısında kadının iri kahverengi gözleri soğuk ve mesafeliydi. Yüzüne baktığında, en fazla yirmi üç ya da yirmi dört yaşında olabileceğini düşündü. Buna rağmen, tavrı oldukça mağrurdu. Logan'ın uzattığı elini sadece parmak uçları ile kavramıştı.

"Evangeline Princeton. Tanıştığıma memnun oldum, sanırım burada yenisiniz, sizi ilk kez görüyorum."

"Aslında oldukça eskiyim, belki de bu yüzden tanışamamışızdır."

     Evangeline belli belirsiz gülümseyerek başını sallamıştı. Gözleri omzunun üzerinden mermer köşke dönmüştü.

"Sanıyorum Alice'in arkadaşısınız."

"Hayır, ben onun-"

     Evangeline cümlesinin sonunu getirememişti. Korudan Robert ile birlikte dönen Alice onu gördüğü an çığlık atarak koşmaya başlamıştı.

"Eva! Tanrım! Gelmişsin, buradasın! "

     Korunun girişinden çakıl yola kadar olan mesafeyi koşarak aşan Alice kardeşinin boynuna hınçla sarılmıştı. Eva'yı ne kadar özlediği o an daha iyi anlıyordu. Gözlerinin dolduğunu hissetmişti fakat ağlamak istemiyordu. Kıkırdayarak geri çekilmişti, Eva'nın parmakları saçlarında geziyordu.

"Artık beni unuttuğunu düşünmeye başlamıştım."

"Kusura bakma, gidişin şerefine verdiğimiz kutlamalar ancak bitti."

     Alice normalde kardeşi onu ne zaman iğnelese Eva diye bağırarak çıkışırdı. Fakat o an sadece gülümsemişti.

"Annem evden buraya kadar at sürmene nasıl izin verdi? Hem de bu kılıkta?"

"Üzerimdekileri fark etmedi bile. Evdeki durumun ne kadar karışık olduğunu buradan anlayabilirsin."

     Alice ortada yolunda gitmeyen bir şeyler olduğunu hissediyordu. Eva'nın sözleri de buna tuz biber ekmişti. İçine bir kurt düşmüştü fakat bunu daha sonra konuşmayı tercih etmişti.

"Boş ver şimdi bunu, Logan ile tanıştın mı? Kendisi en yeni ve açık ara en sevdiğim arkadaşım. Bir de Robert'ın kuzeni oluyor tabi."

     Evangeline geri çekilip ellerini Alice'in saçlarından çekerek kolunu kavramıştı. Logan'a doğru döndüğünde hala gülümsüyordu.

"Bay Dudley ile biraz önce tanıştık. Bu arada az kalsın unutuyordum, sana en az onun kadar sevdiğin bir arkadaşını getirdim."

     Alice hiçbir şey anlamamıştı. Alnı kırışmış, sırıtarak Eva'ya bakıyorken kız ilerleyip arkasında duran atının semerine sokulmuştu. Küçük göze iki avucunu da daldırmıştı, çıkardığında parmaklarının arasında küçük kedisi gözüküyordu. Alice bununla olduğu yerde sıçramıştı.

"Eva! İnanamıyorum, yüzbaşını getirmişsin! "

     Adeta sekerek Eva'nın yanını bulan Alice, kedisini kardeşinin elinden alıp göğsüne yatırmıştı. Bir yandan çenesini okşarken bir yandan kıkırdayarak gülüyordu.

"Benim huysuzum, suratsız miniğim, seni çok özledim."

     Alice arkasında duran Robert'ın farkında değildi. Göğsüne yatırdığı kedisini severken yaklaşan adam onu süzerek geçip tıpkı Logan gibi elini uzatmıştı.

"Bayan Princeton, hoş geldiniz."

     Evangeline, biraz önce Logan ile sadece parmak uçları ile tokalaşmıştı. O an, Robert'ın elini ise güçlü bir şekilde kavrıyordu. Yüzündeki gülümseme de kısmen silinmişti. Kızın ciddileştiğini Logan dahi görebiliyordu.

"Merhaba Yüzbaşı Doyle, kusura bakmayın davetsiz geldim. Gezintiye çıkmıştı ve atım yoruldu, burada dinlendirebileceğimi düşündüm. Hem de sizinle biraz konuşmak istedim."

     Evangeline sizinle konuşmak istedim dediğinde Alice elinde olmadan araya girmişti.

"Robert ile mi konuşacaksın?"

"Evet Alice, eğer yüzbaşı da müsaitse onunla konuşmak istiyorum."

     Robert duruma en az Alice kadar şaşırsa da belli etmemişti. Siyah gözleri karısı ile kardeşi arasında gidip geliyordu.

"Müsaidim elbette. Alice size bir fincan çay ikram etsin, dinlenin, ben çalışma odamda olacağım."

"Teşekkür ederim, Alice ile daha sonra çay içebilirim. Sizin zamanınızdan çalmak istemem."

"Peki o halde, buyurun çalışma odama geçelim."

     Logan izin isteyerek müştemilatta yalnız bıraktığı Jeremy 'nin yanına dönmüştü. Robert seyisleri Nolan'a at ile ilgilenmesini söyledikten sonra Alice ve Evangeline de birlikte mermer köşke geçmişti. Robert önde, iki kız kardeş arkasında ilerliyorlarken çalışma odasına geldiklerinde Evangeline Alice'in önüne geçmişti.

"Alice, sen beni salonda bekle."

     Kapının önünde kalan Alice duraklamıştı.

"Be-ben gelemez miyim? "

     İlerleyip koltuğuna geçen Robert ona doğru dönmüştü, oturmamıştı ve Eva'yı bekliyordu.

"Bayan Princeton benimle özel konuşmak istiyor Alice. Sen Dorothy'e misafirimiz için çay ve kurabiye hazırlamasını söyle."

     Alice ne diyeceğini bilememiş, sadece başını sallamıştı. Bir müddet kucağındaki kedi ile olduğu yerde beklemiş, istenmediğini Evangeline'in bakışlarında da görünce peki diye mırıldanıp koridorun içinde kaybolmuştu.

     Alice'in gitmesi ile birlikte Evangeline koltuğuna geçen yüzbaşına dönmüştü. Onu ayakta bekleyen Robert, oturması için masanın önündeki ahşap sandalyeleri işaret etmişti.

"Lütfen oturun."

"Teşekkür ederim."

     Evangeline sandalyeye oturduğunda, Robert da onunla birlikte koltuğuna oturmuştu. Genç kızın iri kahverengi gözleri odanın etrafında gezmişti. Karşısında oturan yüzbaşı ile karşılaştığında ise o mesafeli gülüşünü yüzüne kondurmuştu.

"Gerçekten güzel bir eviniz var."

"Teşekkür ederim. Benim pek katkımın olduğu söylenemez, ailemin yadigârı."

     Evangeline tekrar usulca başını sallamıştı. Aralarında kısa ve huzursuz bir sessizlik olmuştu. Robert, çekmesine uzanıp gümüş sigara tabakasını çıkardığında Evangeline adamı uyarmıştı.

"Kabalık etmek istemem fakat benim yanımda sigara içmezseniz sevinirim. Kokusundan rahatsız oluyorum."

     Robert dudaklarının arasından nasıl isterseniz diye mırıldanmıştı. Pek sohbetleri olmasa dahi Evangeline'in Alice'den daha dişli olduğunu hep hissediyordu. Ziyaret sebebinin hoş bir sohbet olmadığı hissettiği başka bir gerçekti.

"Sizi dinliyorum Bayan Princeton."

     Evangeline tekrar belli belirsiz, insanı rahatlatmakta öte, geren gülümsemesini göstermişti.

"Sizinle açıkça konuşabilir miyim yüzbaşı? Bundan rahatsızlık duyar mısınız ?" 

"Bilakis memnun olurum."

"Teşekkür ederim. Sanırım konuşmak istediğim konunun kız kardeşim ve sizin hakkınızda olduğunu tahmin ediyorsunuzdur."

     Robert herhangi bir cevap vermemiş, sadece başını sallamıştı. Daha o andan gerildiğini hissediyordu.

"Belki biliyorsunuzdur, Alice ile benim yaş aralığım oldukça az. O benim hem kız kardeşim hem de en yakın dostumdur. İkimizin arasında pek sır olduğu söylenemez. Alice hislerini her daim benimle paylaşır. Onu benim kadar iyi tanıyan birini daha bulamazsınız."

"Ne diyebilirim? Alice sizin gibi bir kardeşe sahip olduğu için şanslı."

"Alice'in ne kadar şanslı olduğunu hakkında bir şey söyleyemem. Fakat sizin yaşadığınız şansızlığın farkındayım."

     Evangeline'in sözleri Robert'ı duraksatmıştı. Adam masanın üzerinde duran ellerini çekip oturduğu koltuğu kavrayarak geri çekilmişti.

"Sanıyorum açık konuşmanız konusunda anlaşmıştık."

"Peki öyleyse. Sanırım ikimiz de Alice'in sizinle olan evliliğine rızası olmadığını biliyoruz. Nikâhtaki tavrınız için ailem size oldukça kızgın. Yemek davetinizi de bu yüzden reddettiler. Fakat ben size bu konuda alınganlık edilmemesi gerektiğinin farkındayım. Maalesef oluşan nahoş durumu biliyorum."

     Robert dişlerini sıkarak gözlerini devirmişti. Evangeline'in onu azarlamak için geldiğini düşünmüştü, kızın açtığı konu onun için daha can sıkıcıydı.

"O halde kız kardeşinizin beni aldattığını biliyorsunuz."

     Evangeline oturduğu yerde doğrulmuştu. Tüm olanların iç yüzünü bilmeyen adamın böyle düşünmesi onu şaşırtmasa da ürkütmüştü.

"Sizi temin ederim Yüzbaşı Doyle, kardeşim birçok hata yapmış olabilir. Fakat sizi aldatmadı. Ortaya çıkan bu durum sadece bir karmaşadan ibaret."

"Aydınlatın beni o halde. Mesela işe Alice'in inatla benden sakladığı aşığının kim olduğunu söyleyerek başlayabilirsiniz."

"Böyle bir şeyi size ben söyleyemem. Kızgın olduğunuzu biliyorum ve bunda oldukça haklısınız. Fakat ortada bir aşk ya da âşık yok. Bu tamamen Alice'in kendi içinde kurup inandığı bir hayal, bir düş. Kardeşim henüz sizinle nişanlanmadan önce bu imkânsız hayalin peşindeydi            .Bunun ona zarar vereceğini hep biliyordum. Fakat sizi de kurban edeceğini düşünememiştim."

     İmkânsız diye düşündü Robert. Bu ona adamın kim olduğunu bulmasında bir ipucu olabilirdi. Altını kurcalamadan peşini bırakmayacaktı.

"Belki de yanılıyorsunuzdur. Ona böylesine bir cesaret verdiğine göre Alice'in hayali o kadar da imkânsız olmamalı."

"Eğer kardeşimin düşledikleri gerçek olabilseydi, siz hayatına girmeden önce gerçek olurdu. Alice'in hisleri tek taraflı. Ve sizin sandığınız gibi aşk da değil, belki güçlü bir hayranlık duygusu, fakat kesinlikle aşk değil."

     Evangeline durakladı. Gördüğü tüm gerçekleri Robert'a açıklama niyetindeydi. Hâlihazırda geri dönülmez bir sohbete girmişlerken bundan kaçmaya niyeti yoktu.

"Ben Alice'in asıl size karşı gerçek duyguları olduğuna inanıyorum. O, her gün birinden etkilenen bir kız değildir. Bunu belli etmek istemiyor, dahası kabul de etmek istemiyor fakat onu heyecanlandırıyorsunuz. Alice sizden hoşlanıyor ve bunun için kendisine kızıyor. Kurduğu tek taraflı düşe öylesine kaptırmış ki, sizi sevmemek için çabalıyor."

     Uzun bir zamandan sonra ilk kez Robert'ın kalbi aldığı bir haberle hızlanmıştı. Hissettiği ilk şey mutlulukken, kızın onu sevme ihtimali için mutlu olduğunu fark ettiğinde kendi kendine öfkelenmişti.

"Tüm bunları konuşmak için artık çok geç. Kardeşinizi bilemem ama benim içimde ona dair hiçbir şey kalmadı. Alice dört ay boyunca Riverwood 'da misafirim olarak kalacak. Eylülde ondan boşanacağım."

     Evangeline için duydukları beklenmedik olmuştu. Yüzbaşından sevgi sözleri duymayı umduğu söylenemezdi. Fakat her zaman adamın Alice'e duyduğu aşktan emin olmuştu. Kardeşinden boşanmak isteyebileceğini hiç düşünmemişti.

     Şaşkınlığına rağmen ifadesini bozmamaya çalıştı. Riverwood'a Robert ile bu konuları konuşmak için gelmişti. Fakat bunun dışında bir amacı daha vardı, adama kardeşinin yalnız olmadığını göstermek istiyordu.

"Belki de bu ikiniz için de en iyisi olur. Durum anlattığım gibi de olsa, Alice tüm bu olanlar karşısında oldukça üzülüyor, biliyorum. Kardeşim, ailemiz için oldukça kıymetlidir. Hataları ve yanlışları ne olursa olsun, onun hor görülmesine, kötü davranılmasına asla müsaade etmem. Sizden ricam, onu asla yalnız ve güçsüz bir genç kız olarak görmeyin. Ben her zaman kardeşimin arkasındayım, onu üzülmesine izin vermem."

     Robert dudaklarını sıkarak başını sallamıştı. Söyleyecek birçok şeyi vardı fakat Evangeline'in kişiliğine, kardeşini koruma dürtüsüne saygı duyuyordu. Oturduğu yerde usulca kalkıp çalışma masasını geçerek ilerlemişti.

"Zaman ayırıp konuşmayı tercih ettiğiniz için teşekkür ederim. Sanırım artık Alice'in yanına geçsek daha iyi olur."

     Bununla birlikte çalışma odasından çıkmışlardı. Robert, Evangeline'e salona kadar eşlik etmiş, sonrasında ise ikisini yalnız bırakmıştı. Salonun girişindeki koltuğa oturmuş, merakla bekleyen Alice, kardeşi ile baş başa kaldıkları ilk an kucağındaki yüzbaşını bırakıp yanı başında oturan kıza sokulmuştu.

"Eva, yine ne haltlar karıştırıyorsun? "

     Evangeline omzunu silkip Alice'in sözlerine oralı olmadan önlerindeki sehpada duran çaya uzanmıştı.

"Bir halt karıştırdığım söylenemez."

"Öyle mi? O halde Robert'ı benden daha çok özlemiş olmalısın."

     Alice'in sözleri Eva'yı güldürmüştü. Çayından bir yudum aldıktan sonra arkasına yaslanmış, Alice'e doğru dönmüştü.

"Senin hakkında konuştuk. Her ne kadar çekilmez bir insan olsan da seni üzmesine izin vermeyeceğimi söyledim. Nasıl bir bela olduğumu biliyorsun, sanırım onu korkuttum."

     İki haftadır buruk bir ruh hali içinde olan Alice için kardeşinin varlığı sevinmesi için yeterliydi. Duyduğu bu sözler ise onu gülümsetmekle birlikte gözlerini buğulandırmıştı. Eva'nın elindeki fincanı alıp sehpaya bıraktıktan sonra tıpkı bahçedeki gibi kardeşinin boynuna sarılmıştı.

"Sen benim gördüğüm tatlı belasın, sakın peşimi bırakma yoksa canını okurum."

     Birbirine sarılan iki kız kıkırdamışlardı. Eva, kardeşinin ağlamasına izin vermemişti. Ona uzun uzun yalnız olmadığını anlatmış, Robert ona kötü davranırsa gelip söylemesini tembih etmişti. Geçen iki haftadan sonra ilk kez ailesinden birini, hele de Eva'yı gören Alice ise kendini nasıl yalnız hissettiğini o an daha iyi anlamıştı.

     Alice, Eva'yı Dorothy ve Womack ile tanıştırmış, ona bahçeyi ve koruyu gezdirmişti. İki kız kardeş neredeyse tüm günü beraber geçirmişlerdi. Gün batmaya yaklaşırken, Evangeline Riverwood'dan ayrılmıştı. Bu hem Alice hem de onun için zor olmuştu. Lakin ikisi de ağlamamak için birbirine söz vermişti. Alice, yüzünde buruk bir gülümseme ile kardeşini Riverwood'un bahçesinden el sallayarak uğurlamıştı.

     Womack ve Dorothy akşam yemeği için hazırlanıyorken, Alice köşkün kapısının önünde adeta onu izleyen kedisi yüzbaşını kucağına alıp salona geçmişti.

"İşte buradasın yüzbaşı, benim suratsız küçük dostum."

     Alice salondaki koltuğa oturmuş, kucağındaki kediyi severken kocası olan esas yüzbaşının tıpkı Eva gibi atıyla bahçeye girdiğini görmüştü. Tüm günü öylesine dolu dolu ve neşeli geçmişti Robert'ın ne yaptığına, nereye gittiğine dair en ufak bir fikri yoktu. Hiç istifini bozmamış, koltukta oturuyorken adam salona girmişti.

"Bayan Doyle, umarım kardeşinizle keyifli vakit geçirmişsinizdir."

     Koltuğa yaslanmış, kucağındaki kediyi seven Alice Robert Bayan Doyle dediğinde başını kaldırmıştı. Adamın bunu onu sinirlendirmek için yaptığını biliyordu.

"Şüphen olmasın. Her güzel şeyin bir sonunun olması ne acı."

     Üzerindeki ceketi çıkaran Robert, teklifsizce koltukta yanına oturmuştu. Kucağındaki kediyi fark ettiğinde başıyla hayvanı işaret etmişti.

"Kedinin ismini yüzbaşı mı koydun? "

     Alice hevesle başını sallamış, kediyi kaldırıp yanağı ile aynı hizaya getirmişti.

"Evet. Şuna bir bakar mısın, tıpkı sen; aynı suratsız yüz, aynı siyah gözler."

      Robert cevap vermemişti, Alice'in avucundaki kediyi izliyordu. Alice, adamın hoşnutsuz olduğunu söyleyemezdi fakat kediden hoşlandığını da sanmıyordu.

"Bu şey pireli mi? "

"Ne münasebet, en az senin kadar temiz."

     Kocası başını sallamış, sonrasında ise Alice'in hiç beklemediği bir hamle yaparak kediye uzanıp kendi kucağına almıştı. Parmak uçları ile hayvanın çenesini okşuyordu, adaşı olduğu yüzbaşı bundan o kadar hoşlanmıştı ki gözlerini kapatıp mırıldamaya başlamıştı.

"Sana güzel haberlerim var; kıymetli aşığının kim olduğunu bulmaya bir adım daha yaklaştım."

     Alice, oturduğu koltukta yavaşça doğrulmuştu. Elinde olmadan paniğe kapılmıştı, kalbinin hızlandığını hissediyordu.

"Bu-bu-bu ne-nereden çıktı şimdi ?"    

"Sevgili Evangeline ile olan konuşmamızdan. Belki farkında değildi fakat işime yarar şeyler söyledi. O adamı benden önce tanıdığını biliyorum, aranızda bir ilişki olmasını imkânsız gördüğünü de öğrendim. Çok yakında kim olduğunu da öğrenirim."

     Robert'ın her bir sözü ile Alice'in yanakları gittikçe kızarmıştı. İçinden Evangeline'e küfürler savuruyordu. Kalbinin atışını vücudunun her bir zerresinde hissediyordu. Güçlükle yutkunup Robert'a oturduğu yerde Robert'a doğru eğildi. Kısık sesi ile adama adeta yalvarıyordu.

"Sa-sana bi-bilmi-yor dedim. Onu se-sevdiğimi bi-bi-bilmiyor. Ki-kim o-olduğunu öğrenip ne ya-yap-acaksın ki ?"

     Robert o ana kadar kucağında uzanan kediyi seviyordu. Yakarışı ile bakışlarını kaldırdığında göz göze gelmişlerdi. Alice Robert'ın siyah gözlerinden korkunun ilmek ilmek içine işlediğini hissediyordu. Kocası sözleri ile içine çöken korkunun son düğümünü atmıştı.

"Yakında ordudan atılabilirim. Fakat sana söz veriyorum, eğer o adamın kim olduğunu mahkememden önce öğrenirsem, adını Çin'e giden askerlerin arasına yazdırmak için tüm gücümü kullanacağım."

Yazan; İlknur DUMAN


*  *  *

Selamlaar ! Başlıktan da anladığınız gibi bu 13. Bölümün birinci kısmı, ikinci kısmını da yarın ya da öteki gün yayınlarım diye düşünüyorum. Normalde bölümler 5000 kelime oluyor fakat şu an okuduğunuz birinci kısım başlı başına 4000 kelime, tamamını yazıp yayınlamam sanırım hem uzun sürecekti hem de müthiş uzun bir bölüm olacaktı, o yüzden ben de iki kısıma ayırmaya karar verdim. O yüzden ikinci kısmın bu kadar uzun olacağının garantisini veremiyorum. Hepinizi kocamaan öpüyorum, tekrar görüşene dek kendinize iyi bakın :-*

Bạn đang đọc truyện trên: AzTruyen.Top