Bölüm 12 - "Misafir"
Not ; Selam, minicik bir açıklama için geldim. Arkadaşlar ben hikayede hep Riverwood diye anlatıp duruyorum ama size hiç açıklamadım,belki de aranıza konuya hakim olmayanlarınız vardır.İngiltere'de - hatta tüm Avrupa'da- soylular ve zenginler evlerine isim verirlermiş.Bu bazen binaya bazen de araziye verilen bir isim olurmuş.Riverwood da Robert'ın evinin bulunduğu arazinin ismi.Herhangi bir semt ismi sanmanızı istemem,kendisi Uxbridge'de yaşıyor biliyorsunuz :-*
Düş
Bölüm 12 – "Misafir"
Bir Hafta Sonra
"Hanımefendi, sabah oldu."
Dorothy, Alice'e başucunda neredeyse beşinci kez seslenmesine rağmen herhangi bir karşılık alamayınca yılgın bir şekilde nefesini dışarı vermişti. Gün doğalı bir hayli olmuştu, yüzbaşı uyanmış ve yürüyüş için koruya geçmişti. Eğer genç hanımını biraz daha uyandıramazsa kahvaltıya geç kalacağını biliyordu.
Seslenmenin işe yaramadığını gören Dorothy, doğrulup yatağın hemen karşısında duran iki pencereye yönelmişti. Kalın perdeleri gürültüyle açıp doğan güneşin odaya dolmasını sağlamıştı. Sadece bu bile, uyuklayan Alice'i söylenerek yatakta yan döndürmüştü. Dorothy ise sözleri ile bunu bir adım öteye taşımıştı.
"Bayan Doyle, sizi uyandırmamı istemiştiniz efendim. Kahvaltı birazdan hazır olacak."
Dorothy Bayan Doyle dediğinde, Alice uykuyla şişmiş yüzünü kadına dönmüştü. Hala uzandığı yatakta dirseklerinin üzerine doğrulmuştu.
"Sana bana bu şekilde hitap etme demedim mi Dorothy? "
"Yanlışlıkla söyledim efendim, lütfen affedin."
Alice, herhangi bir şey söylemek yerine üzerindeki yorganı bir kenara atıp yatağının kenarına oturdu. Dorothy 'den onu uyandırmasını bizzat istemişti. Bir haftalık evlilikleri boyunca Robert ile neredeyse her konuda kavga ediyorlardı. En büyük kavga sebepleri ise Alice'in kahvaltılara geç kalması ve düzensizliğiydi. Robert hayatını hiçbir suretle bozulmayan bir rutinin içinde yaşarken onu da buna dâhil etmekte oldukça ısrar ediyordu. Alice adamın huysuzluğundan ve söylenmesinden öylesine sıkılmıştı ki sonunda Riverwood'un hayat ritmine ayak uydurmaya karar vermişti.
"Saat kaç? "
"06.40 ya da 06.45 olması gerek."
"Yüce İsa, bu adam bir iblis. Kalbime, ruhuma, gözlerime bile işkence ediyor."
Dorothy Alice'in yüzbaşı hakkında söylenmesine artık alışmıştı. Lakin bu kabul ettiği anlamına gelmiyordu. Huysuzluğunu, aksiliğini ve daha birçok kötü yönünü bildiği adam onun elinde büyümüştü. Öksürerek boğazını temizlediğinde Alice omzunun üzerinden ona dönmüştü.
"Çıkabilirsin, kendim giyineceğim."
Kadın nasıl isterseniz efendim diyerek küçük bölmeyi terk etmişti. Onun çıkması ile birlikte yanaklarını ovarak ayağa kalkmıştı Alice. Eskisinin aksine, odada sadece iki tane dolap vardı, yatağın karşısında duran bu dolaplardan kapı tarafındaki Robert'a şömine tarafındaki Alice'e aitti.
Kendi dolabının önüne geçip iki kapağını da sonuna kadar açtı, uzun bir müddet elbiseleri inceledikten sonra siyah, üzerinde altın rengi işlemeleri olanı seçmişti. İnce içliğini giyip, elbisenin göğüs kısmındaki bağları kadife divana oturup bağlamıştı. Saçlarını tararken, gözlerinin kapandığını hissediyordu. Uyku sersemliğiyle kızıl saçlarını örmüş, dolayıp ensesinde gevşek bir topuz yapmıştı. Kapının solunda duran boy aynasında kendini süzdüğünde, yüzünün nasıl da şiş, yanaklarının kırmızı kırmızı olduğunu görebiliyordu. Gözleri uykuya doyamamıştı, adeta mıknatıs gibi kapanmaya çalışıyordu.
"Hayır Alice, uykun yok. Yatağa geri dönmek için can atmıyorsun. Şimdi o kahvaltı masasına inecek ve o aşağılık adama sabahın köründe uyanabilenin bir tek o olmadığını göstereceksin."
Aynadaki adeta uyuklayan aksiyle konuşup kendi bölmesinden çıkmıştı. Çift kanatlı cam kapıyı kapattığında, Robert'ın yatağının toplanmış olduğunu gördü. Adamın neredeyse ondan bir saat önce uyandığını biliyordu. Herhangi bir gürültüsünü duymuş değildi, sadece Robert'ın rutininden artık haberdardı.
Söylenerek alt kata inip salonda bekleyen kahvaltı masasına geçtiğinde, Robert ortalıkta yoktu. Duvardaki büyük saate baktığında, daha on dakikası olduğunu görmüştü. Adamın programının dışına çıkmadığını biliyordu. Bu yüzden, sandalye yerine koltukta oturarak onu beklemeye karar vermişti.
Alice, deri koltuğa ilk oturduğunda, sırtı dikti ve gözleri gayet açıktı. Fakat sadece bir iki dakika sonra olduğu yere yaslanmış, sonrasında ise başını koltuğun deri başlığına bırakarak uykuya teslim olmuştu.
O on dakikalık, kısacık bir uykunun içindeyken Robert korudan dönmüştü. Üzerindeki ceketi çıkarıp kapıdaki Womack'e teslim eden adam salona girdiğinde koltukta uyuklayan karısı ile karşılaşmıştı.
Önce sessizce yanına yaklaşıp, uyurken yüzünü bir müddet izlemişti. Robert, her şeyin önüne geçebileceğini düşünüyordu. Canı yanmıştı, canı gözünü öfkeden kör edecek kadar yanmıştı. Alice'den nefret ettiğini düşündüğü, onu görmeye katlanamadığını anlar olmuştu. Kızı, tıpkı tehdit ettiği gibi eşyalarını bir arabaya yükleyerek babasının evine yollamayı dahi aklından geçirmişti.
Fakat uyuyan Alice'i izlerken hissettikleri nefretten oldukça farklı duygulardı. Parmakları, her uyandığında kırmızı ve şiş olan yüzüne değmek için can atıyordu. O an, tüm bu olanların yaşanmamış olmamasını her şeyden çok istemişti. Ona sarılmayı, kokusunu içine çekmeyi ne kadar özlediğini henüz fark ediyordu.
Bunları düşünürken, ruhunun derinliklerine işleyen kırgınlığı adeta onu silkeleyip kendine getirmişti. Ondan nefret ettiğini haykıran Alice'in sesi adeta zihninde tekrar yankılanmıştı. Bu hisle olduğu yerde bir adım gerilemiş, uyuyan karısından uzaklaşmıştı. Seni sevmedi, hiçbir zaman da sevmeyecek diye düşündü. Sadece kısa bir an önce hayranlıkla uyuyan Alice'i izleyen ifadesi herkesin alışık olduğu donuk halini almıştı. Gürültülü bir şekilde boğazını temizleyerek kahvaltı masasına geçmişti.
Adamın sesi ile sıçrayarak uyanan Alice ise başını kaldırdığında Robert'ı görmüştü. Önce uzun uzun yüzünü ovalamış, sonrasında ise siyah eteğini toplayarak kalkıp kahvaltı masasında kocasının yanındaki yerini almıştı.
"Günaydın."
Robert herhangi bir karşılık vermek yerine sadece başını sallamıştı. Onun aksine, adam kahvaltıda çay içmiyordu. Kahvaltıları ise üç aşağı beş yukarı her sabah aynıydı; haşlanmış ya da çırpılmış yumurta, tereyağı, keçi peyniri, kızartılmış sosis ya da kurutulmuş et. Robert fazla yağlı ve sağlıksız bulduğu için domuz pastırması masaya gelmiyordu. Alice başta bunu yadırgasa da gün geçtikçe eksikliğini hissetmemeye başlamıştı. Hala eksikliğini hissettiği ve belki de en çok özlediği şey ise kalabalık ve neşeli kahvaltı masalarıydı.
"Merak ediyorum, nasıl somurtup sustuğunu izlemem için mi beni her gün sabahın köründe kaldırıyorsun? "
Robert bakışlarını tabağından kaldırmamıştı, hala tüm dikkati ile kızarmış ekmeğine tereyağı sürüyordu. Lakin bu Alice'e cevap vermesine engel değildi.
"Öz saygısı olan herkes sabah erken kalkar."
"Öyle mi? İçimden bir ses tüm bunları bana işkence olsun diye yaptığını söylüyor."
Robert herhangi bir cevap vermemiş, kahvaltısına devam etmişti. Sabahları uyandığında adamın yüzü öylesine asık oluyordu ki Alice itiraf etmese bile ondan çekiniyordu. Bu yüzden ona uymuş, konuşmadan kahvaltısına devam etmişti.
Kısa bir müddet sonra tabağındakileri bitiren Robert, ağzını silip peçetesini bırakarak ayağa kalkmıştı. Dirseğini masaya koymuş, başını eline yaslayan Alice hala yumurtası ile oynuyordu.
"Kahvaltını bitirdiğinde çalışma odama gel, konuşmamız gerek."
Robert kızın herhangi bir şey demesine izin vermeden salondan çıkmıştı. Hala yığılmış bir şekilde kahvaltı masasında oturan Alice önce oturduğu yerde dönüp çıkışmak istemiş, sonrasında ise içine derin bir nefes çekerek susmuştu. Daha fazla bir şey yiyebileceğini sanmasa da, kahvaltı masasında oturup bahçeyi izleyerek aheste aheste çayını içmişti.
Bu şekilde ne kadar oturduğunu bilmiyordu, uyku sersemliğini atmış olsa bile hala açılamamıştı. Salona giren Dorothy'nin sesi oturduğu yerde sıçramasına sebep olmuştu.
"Hanımefendi, devam ediyor musunuz yoksa masayı toplamamı ister misiniz? "
Elindeki fincanı masaya bırakıp yavaşça ayağa kalktı. Dorothy masanın birkaç adım gerisinde onu izliyordu. Kadına eliyle geçebileceğini işaret etti.
"Robert çalışma odasında, değil mi ?"
"Evet efendim, Mason şimdi çayını bıraktı."
Elindeki tepsiye masadakileri yerleştiren Dorothy'e başını sallayarak karşılık vermiş, sonrasında ise ağır adımlarla salondan çıkmıştı. Robert'ın onu odasına çağırmasının altında bir şeyler olduğunu biliyordu. Adam ne zaman herkesin duymasını istemediği bir şey konuşmak istese onu çalışma odasına sürüklemişti. Bu sefer ne olduğunu merak ediyordu.
Soldaki koridorda ilerleyip çalışma odasını bulduğunda kapı açıktı. Robert, masasının arkasındaki koltuğuna oturmuş, çayını içiyordu. Önünde açık bir defter vardı, Alice'in geldiğini fark ettiğinde kapatıp çekmeceye yerleştirmişti.
"Kapıyı kapatır mısın? "
Alice adamın rica ediyor olmasına şaşırmıştı. Dediğine uyup kapıyı kapattıktan sonra masanın önündeki sandalyelerden birine oturmuştu. Robert'ın gözlerinin üzerinde döndüğünün farkındaydı. Tam da bu yüzden bakışlarını ondan kaçırıp siyah eteğiyle oynamayı tercih etmişti.
"Sorun nedir? "
"Herhangi bir sorun yok. Hatta günlerdir ilk kez bir sorun yok. Sonunda zamanında uyanabilmeyi öğrenmiş olmana sevindim."
Alice sakin kalmak adına içine derin bir nefes çekti. Lakin kendini susturmayı başaramamıştı.
"Robert bu ev senin askeri kampın değil ya da ben senin yaverin değilim. Bu sabah erken kalkmamın tek sebebi artık seninle kavga etmekten bıkmış olmam."
Robert herhangi bir cevap vermeden önce çayından büyük bir yudum almıştı. Bunu öylesine iştahla yapıyordu ki çay ile arasında özel bir bağ olduğunu söyleyebilirdi. Her bir yudumla adamın yüzündeki huysuzluk azalıyordu.
"Ben de seni bunu konuşmak için çağırdım. Kiliseye boşanmak için eylülde başvuracağım. O zamana kadar bu evde Alice Doyle olarak yaşayacaksın. Senden buna uygun şekilde davranmanı istiyorum. Kabul etmek istemeyebilirsin ama insanlar artık seni bu evin hanımı olarak görüyor."
Adam Alice Doyle dediğinde, gözlerini kapatmaktan kendini alıkoyamamıştı. Bu isme asla alışamayacağını düşünüyordu.
"Ortada ufak bir sorun var, ben ne Alice Doyle olmayı ne de bu evin hanımı olarak görülmeyi istemedim. Bunların içine beni sen soktun. Şimdi de uygun davranmamı mı bekliyorsun ?"
"Beni kışkırtma Alice, yararına olmaz. İkimiz de bu duruma nasıl geldiğimizin farkındayız."
Alice daha fazla üstelememişti fakat işi bu noktada bırakmayı da kabul etmiyordu. Ortada bir kural varsa bunun çift taraflı olmasından yanaydı.
"Tamam, o zaman konuşup buna karşılıklı olarak karar vereceğiz. Mesela, ben bundan sonra kahvaltıya zamanında ineceğim. Ama karşımda her şeyden nefret eden bir adam görmek istemiyorum. Benim de şartım bu."
Hala çayını içen Robert şaşırmış görünüyordu, kaşlarını kaldırmıştı.
"Bu nereden çıktı şimdi? "
"Karşılıklı isteklerden bahsetmiyor muyduk? "
"Sabahları sesten ve gürültüden nefret ederim. Eğer tepkin buna karşıysa tavrım değişmeyecek."
Alice'in mavi gözleri kısılmıştı. Robert'ın sözlerinin hoşuna gittiği söylenemezdi.
"Sen kibirli bir adamsın. Karşındaki insana günaydın demek çok mu zor? "
"Ben kibirli miyim bilmiyorum ama bu tartıştığımız şey saçmalık."
"Hayır. Madem ben bu eve sıkışıp kaldım ve seninle yaşamak zorundayım, ikimiz de birbirimizin isteklerine uyacağız. Ben tıpkı istediğin gibi evin düzenine ayak uyduracağım, sen de benimle normal insanlar gibi iletişim kuracaksın. Bağırmadan, öfkelenmeden, saygı içinde."
Alice teklifini yapsa dahi Robert tarafından kabul göreceğinden şüpheliydi. Daha biraz önce söyledikleri için saçmalık diye çıkışmışken herhangi bir olumlu cevap beklemiyordu. Yine de umutla gözlerine bakmayı sürdürdü. Kahvaltının aksine, Robert bakışlarındaki vahşilikten arınmıştı. Çayını içip fincanını masaya bıraktıktan sonra elini Alice'e uzatmıştı.
"Anlaştık."
Alice açıkça şaşırmıştı fakat belli etmek istemiyordu. Bir an tereddüt etse de, Robert'ın uzattığı elini kavramıştı. Bu, uzun bir zamandan sonra adama ilk dokunuşuydu. Belli etmek istemese de kendini rahatsız hissetmişti.
"Anlaştık."
Elini ilk çeken Robert olmuştu ve Alice bunun için minnettardı. Ellerini kucağına çekip parmak uçlarını ovuşturmuştu. Çayını bitiren Robert fincanı tabağıyla birlikte ittirirken gözleri üzerindeydi, hissediyordu. Bakışlarını kaldırdığında, adamın o somurtkan halinin soluk bir hayale dönüştüğünü görmüştü.
"Seni buraya başka bir şey için çağırdım. Aileni akşam yemeğine davet etmek istiyorum."
Robert'ın sözleriyle birlikte adeta oturduğu yerde sıçrayarak gülümsemişti. Daha iki gün önce ailesini ziyaret etmek istediğini söylediğinde bu yüzden kavgaya tutuşmuşlardı. Kocasının fikrini neyin değiştirdiğini bilmiyordu fakat bu pek de umurunda değildi.
"Bu muhteşem bir fikir! Haber vermek için bizzat gidebilirim, hatta onlarla birlikte dönerim !"
"Hayır, sen hiçbir yere gitmiyorsun."
"Ama neden? "
"Biraz önce bu evin hanımına yakışır şekilde davranman konusunda anlaştık. Burada kalıp yemek için hazırlıkları kontrol edeceksin. Seyis ailene haber verir."
Alice adamın ona izin vermemesinin altındaki tek sebebin bu olduğuna inanmıyordu. Yine de sesini çıkarmamayı tercih etmişti. Günler sonra ailesini görecek olmak onu yeteri kadar mutlu ediyordu.
"Emredersiniz Yüzbaşı Doyle, yaverinizden başka bir arzunuz var mı? "
Robert kinayesini umursamadan kollarını göğsünde bağlayıp başını sallamıştı.
"Ailen geldiğinde düğün hakkında bir şeyler söylememiz gerekecek. Yalan ve insanları kandırma konusunda benden yetenekli olduğun için sana danışmak istedim."
Bir an için yanaklarının kızardığını hissetmişti, yutkunmak zorunda kaldı. O an Robert ile göz göze olmadıkları için şükrediyordu. Adama kızabilirdi fakat haklı olduğu içten içe bildiği bir gerçekti. Yine de bunu kabul etmek istemiyordu.
"Beni içine soktuğun karmaşadan kurtulma şeklim için senden özür dilemeyeceğim."
"O halde ailene nikâhta neler olduğunu anlatabiliriz. Senin için yeterince utanç verici değilmiş gibi duruyor."
"Tanrının cezası iblis! "
Alice dudaklarından bir inleme ile yükselen isyanını durduramamıştı. Robert'ın yerde olan siyah gözleri bununla birlikte kalkıp yüzünü bulmuştu. Bakışlarındaki ciddiyetten adamın blöf yapmıyor olduğunu çıkarmıştı.
"Onlara hastalandığımı söyleyeceğiz. Evlenip onlardan ayrıldığım için nikâhtan önce nöbet geçirdiğimi, korkup senin yanına geldiğimi, daha fazla yorulmamam için de bir an önce Riverwood'a geçtiğimizi söyleyeceğiz."
"İnanacaklar mı? "
"Daha önce de nöbet geçirdim, inanacaklardır."
Robert usulca başını sallamıştı, teklifini kabul etmiş gözüküyordu.
"Görüyor musun? Bu konuda sana güvenebileceğimi biliyordum."
Alice sadece homurdanmakla yetinmişti. Tıpkı Robert gibi kollarını göğsünde bağlamışken, adam oturduğu yerden kalkmıştı. Masayı geçip karşısına geçtiğinde kendini başını kaldırmak zorunda hissetti, adam onu tepesine geçmiş süzüyordu.
"Dışarı çıkacağım, akşam yemeğinden önce burada olurum. Ne hazırlanmasını istiyorsan Dorothy'e söyleyebilirsin, sana bırakıyorum."
Alice kinayeli sesi ile söylenmişti.
"Teşekkür ederim Yüzbaşı Doyle, bugün oldukça lütufkârsınız."
Robert ona herhangi bir şey söylememiş, gözleri ile baştan aşağı tekrar süzdükten sonra odadan çıkmasını işaret etmişti. Söylenerek ve somurtarak ikisi de odadan çıktıktan sonra aralarında daha fazla konuşma olmamıştı. Robert, tıpkı söylediği gibi arabasını hazırlatıp dışarı çıkmıştı. Alice ise o gün güzel havayı fırsat bilerek bahçedeki banka oturup neredeyse öğlene kadar Robert'ın kütüphanesinden alıp başladığı kitabını okumuştu. Evliliği hakkında şikâyet ettiği birçok nokta vardı. Fakat Riverwood'un manzarası ve Robert'ın kütüphanesi kesinlikle bunlara dahil değildi.
Güneş gözlerini kamaştırmaya başladığında içeri kaçmıştı. Elindeki kitapla birlikte mutfağa geçtiğinde Dorothy ve Womack ortadaki tezgâhın etrafında oturuyorlardı. Dorothy patates soyuyor, Womack ise bir köşeye oturmuş çay içiyordu. Onu gördüklerinde ikisi de toparlanmıştı.
"Bir isteğiniz mi var hanımefendi ?"
"Hayır Dorothy, lütfen oturun. Sadece akşam için ne yapacağını sormaya geldim, ailem gelecek biliyorsun."
"Elbette efendim. Ben menüyü pazar rostosu – asıl adı Sunday Roast, sebzeli soslu bir et yemeği - , fırında fasulye, haşlanmış sebzeler, Cottage Pie – kıyma ve patates püresi ile yapılan geleneksel bir İngiliz yemeği – ve Yorkshire Pudding – puding yazdığına bakmayın bildiğin ekmek tarzı bir hamur işi – olarak düşündüm. Tatlı olarak da limonlu kek yapmayı planlıyorum."
Alice bir an için kadının abarttığını düşündü. Kendi evlerinde hiçbir misafir için bu kadar ayrıntılı bir yemek çıkarmamışlardı. Fakat daha sonra, Riverwood ile mütevazı Princeton köşkünün misafir ağırlama koşullarının oldukça farklı olabileceği aklına gelmişti. Şaşkınlığını gizleyip parmaklarının ucuna yükselerek ellerini çenesinin altında birleştirip gülümsemişti.
"Muhteşem! Teşekkür ederim Dorothy, sen bu söylediklerini hallet, tatlıyı ben yapacağım. Elmamız var mı? "
Dorothy şaşırmıştı, gözleri büyümüştü.
"Elbette efendim, eğer limonlu kek istemiyorsanız başka bir tatlı yapabilirim."
"Ah hayır, ben yapacağım. Ben ne zaman mutlu olsam, elmalı turta yaparım Ve bugün oldukça mutluyum."
Dorothy ve Womack şaşkınlıklarını gizlemeye çalışarak birbirlerine bakmışlardı. Riverwood'un en son hanımı Düşes Margaret, tıpkı Robert gibi sert ve disiplinli bir kadındı. Değil mutfağa girip turta pişirmek, yere düşen herhangi bir eşyasını dahi eğilip almaz, Dorothy'e seslenirdi. İkisi de, bu tavra aşina iken Alice'in hevesle un kovasını kucaklaması onları şaşkına çevirmişti.
Hep birlikte işe koyulmuşlardı. Alice turta için hamuru hazırlarken yardım etmek isteyen Womack elmaları soymuş, Dorothy ise akşam yemeği için patates ve etlerle uğraşmaya devam etmişti. Bir an için mutfağa, mermer köşkte yıllardır eksik olan neşe hâkim olmuştu. Alice hamurunu yoğururken bir ara, babasının izin vermediği meşhur denizci şarkısını söylemişti. Dorothy ve Womack gülmemeye çalışsalar da Alice ifadelerini fark edip kahkaha atmaya başlayınca onlar da kendilerini tutamamışlardı.
"...Ah işte uyandı!
Ah işte uyandı!
Sabahın bu erken saatinde!
İşte sarhoş denizciye bu yapılır!
Sabahın bu erken saatinde!"
"İtiraf et Dorothy, bu şarkı aklına benim uyanmak bilmeyen o hallerimi getirdi değil mi? Onun için gülüyorsun."
Kıkırdayan kadın bununla birlikte duraklamıştı lakin gülmesinin önünü alamıyordu.
"Hayır efendim, ne haddime. Sadece... Komik bir şarkı olduğunu söyleyebilirim."
"Hadi ama saklamana gerek yok, çünkü ben tam olarak buna güldüm. Ne yapabilirim? Bu kadar erken uyanmaya alışık değilim. Biliyor musunuz, eskiden babam bu şarkıyı söylediğim için çok kızardı. Anlarsınız ya, şu kaptanın kızı ve yatağı kısmı için."
Sözleri Dorothy ve Womack'i bir kez daha güldürmüştü. O da kendini kıkırdamaktan alıkoyamadı, aklına piyano çaldığı o gün geldiğinde ise biraz da olsa hüzünlenmişti.
"Belki bir gün size piyano çalarım, birlikte şarkı söyleriz. Benimle çay içersiniz değil mi? Hem size turta da yaparım. Bugün denediğiniz de ne kadar lezzetli olduklarını göreceksiniz."
Alice'in tavrı Dorothy ve Womack 'in kalbine dokunmuştu. Bir haftadan sonra ilk kez bu kadar neşeli olduğunun farkındalardı. Evlendiğini günden beri sürekli tek başına oturan kızın yalnızlıktan mustarip olduğunu ikisi de görebiliyordu. Elmalarını soyup geniş bir tabağa yerleştiren Womack hala hamurla uğraşan kızın önüne bırakırken şefkatle gülümsemişti.
"Elbette hanımefendi, hem Dorothy hem de ben size katılmaktan mutluluk duyarız."
Alice adamın cevabı ile dişlerini göstererek kıkırdamıştı. Hamur ile işi bittiğinde bahçeye çıkan Womack 'in soyduğu elmaları doğrayıp hazır hale getirmişti. Kalabalık olacakları düşünmüş ve dört tane turta yapmıştı. İşi bittiğinde, fırınlanması için tezgâhın üzerine dizip adeta mutfaktaki ahşap sandalyeye yığılmıştı. Eli yüzü un içinde, üzerindeki önlüğü çıkarmadan Dorothy'nin her zaman çaydanlıkta hazır bulundurduğu çaydan dökmüş içiyorken Womack mutfağa gelmişti, Yaşlı adamın yüzünde telaş vardı.
"Efendim, salonda bir misafirimiz var."
"Kim? Tanıdığım birisi mi? "
"Sanmıyorum hanımefendi. Kendileri yüzbaşının kuzeni Logan Dudley. Beyefendiyi görmeyeli o kadar uzun zaman oluyor ki ben bile zor çıkarttım."
Alice usulca başını sallayıp ayağa kalkmıştı. Womack ile birlikte mutfaktan çıkıp salona geçtiğinde, koltukta henüz yirmili yaşlarında olan genç bir adam oturuyordu. Kucağında ise iki ya da üç yaşlarında olan bir erkek çocuğu vardı. Alice'i gördüğünde gülümsemişti. Merhaba demesine izin vermeden konuşmaya başlamıştı.
"Tekrar teşekkür ederim, içecek bir şey istemiyorum. Ama Jeremy için bir bardak süt alabilirim, sanırım acıktı."
Alice'in sorgulayan mavi gözleri Womack'e dönmüştü. Yaşlı adam muzip bir ifade ile ona bakıyordu. Gözleri üzerindeki mutfak önlüğüne döndüğünde, misafirlerinin ne hakkında konuştuğunu anlamıştı. Belindeki kuşağı çözüp önlüğü adamın eline verirken gülmemek için kendini tutmuştu.
"Bay Womack, lütfen küçük misafirimiz için bir bardak süt ve kurabiyelerimizden getirir misiniz? "
Womack Emredersiniz Bayan Doyle dediğinde Alice'in gözleri sanki adam etini sıkmış gibi üzerine dönmüştü. O kızgınlıkla bakarken, Logan şaşkınlık içindeydi. Kucağında Jeremy'i koltuğa bırakıp ayağa kalkmış, önündeki büyük ahşap sehpayı geçerek konsolun önündeki Alice'in yanını bulmuştu.
"Yoksa siz... Siz Robert'ın karısı mısınız? Evlendiğini Womack söyledi fakat... Sizi böyle görünce..."
Duraklayan Logan gülmemeye çalışıyordu. Hem utanmış hem de yaptığı hatadan dolayı eğlenmişti. Alice de adamın yanlış anlamasından alınmış durmuyordu. Mahcup olsa dahi elini alnında gezdirerek undan kurtulmaya çalışırken kendini gülmekten alıkoyamamıştı.
"Önemli değil Bay Dudley, sanırım kendimi aynada görsem ben de hizmetçi sanırdım."
Elini elbisesine silip adama uzatmıştı, undan kurtulmuş olmayı umuyordu.
"Ben Alice."
"Ben de Logan, tanıştığıma memnun oldum Bayan Doyle."
Adam Bayan Doyle dediğinde Alice'in yüzündeki gülümseme gerilmişti. Elini geri çekmiş, koltuğun yanındaki berjere geçerken koluna dokunarak adamı da kendisi ile birlikte koltuğa almıştı.
"Lütfen, Alice demenizi tercih ederim."
"Peki Alice, nasıl istersen. Senin de bana adımla hitap etmeni rica ediyorum o halde."
Karşılıklı otururlarken, Womack elinde bir bardak süt ve kurabiyeler ile çıkagelmişti. Koltukta, Logan'ın yanında oturan Jeremy sütü gördüğü zaman oturduğu yerde zıplayarak kıkırdamıştı.
"Süt! Süt! Severim !"
Çocuğun tiz sesi ve neşesi hem Alice'i hem de Womack'i güldürmüştü. Logan Jeremy'i tekrar kucağına alıp bardaktaki sütü yavaşça içirmeye başlamıştı. Aynı zamanda ufaklığın eline aldığı kurabiyeden bir ısırık almasına izin veriyordu. Bu esnada Alice'e dönmüştü.
"Robert'ın evlendiğini bilmiyordum. Gerçi şaşırmamak gerek, artık pek görüşmüyoruz. Onun adına sevindim doğrusu. Lütfen tebriklerimi kabul et, umarım birlikte mutlu bir ömür geçirirsiniz."
Tanrı beni o işkenceden korusun diye geçirmişti içinden Alice. Fakat bu dileği yüzündeki gülümsemesine yansımamıştı.
"Teşekkür ederim. Duymamış olman normal henüz bir hafta önce nikâhımız kıyıldı. Sanırım Londra'da ikamet etmiyorsun, Robert daha önce senden hiç bahsetmedi."
"Aslında İngiltere'de ikamet etmiyorum. Bir gezgin olduğum söylenebilir."
"Gezgin mi? Ülkeleri mi geziyorsun? Lütfen anlat, bu tarz hikâyelere bayılırım."
Alice'in hevesi Logan'ı güldürmüştü. Kurabiyesi biten Jeremy'e yeni bir tane uzatırken anlatmaya koyulmuştu.
"Bu kadar kısa sürede anlatacak herhangi bir hikâyem yok. Çok genç yaşta buradan ayrılıp Almanya'da hukuk okumaya gittim. Sonra bir süreliğine tekrar Londra'ya döndüm fakat yerimde duramadım ve Fransa'ya gitmeye karar verdim. Sonrası ise karışık, neredeyse tüm Batı Avrupa'yı gezdiğim söylenebilir. İspanyadan Fas'a geçip Afrika'daki sömürgelerde birkaç yıl yaşadım. Asya'ya geçmeyi planlıyordum fakat artık Jeremy ile bu kadar macerayı kaldıramayacağımızı düşündüm. O yüzden baba-oğul Londra'ya kesin dönüş yaptık."
Logan'ın anlattıkları Alice'i şaşkınlığa sürüklemişti. Adamın gezileri onu tek başına mest etmişken kucağındaki çocuk ayrı bir dumur olmuştu onun için. Bir an annesini sormayı düşündüyse de vazgeçti. Böyle bir sorunun uygunsuz olacağını düşünmüştü.
"Logan, sen tüm bu şeyler için çok genç gözüküyorsun."
"Teşekkür ederim, bunu bir iltifat olarak kabul ediyorum. Yakında 29'uma gireceğim."
Ve böylelikle Logan ve Alice koyu bir sohbete koyulmuşlardı. Alice, misafirleri için fırından çıkan turtadan istemişti. Küçük Jeremy sütünü içmiş, koltukta uyumuştu. Alice ve Logan ise çay içip sıcak turtadan yiyerek sohbetlerine devam etmişlerdi. Genç kız, adamın İspanya'da evlendiğini fakat karısını lohusa hummasından kaybettiğini öğrenmişti. İspanya'yı bu şekilde terk edip oğluyla Afrika'yı gezen Logan, Jeremy için yerleşik ve daha iyi bir hayat için Londra'ya dönmüştü. Fakat aile evleri borçlar yüzünden satılmıştı ve o an ne bir işi ne de bir evi vardı. Tüm bunları sıkıntıyla anlatan Logan, Robert'ın ona bir müddet burada kalması için izin vereceğini umuyordu. Alice, oturduğu tekli koltuktan uzanıp adamın kolunu sıkmıştı.
"Elbette burada kalabilirsin Logan. Robert bundan mutluluk duyacaktır. Hemen sen ve küçük Jeremy için birer oda hazırlatacağım."
"Jeremy benimle birlikte kalacak, uyandığında beni görmediği zaman korkuyor. Ayrıca, Robert gelmeden herhangi bir şeye karar vermeyelim derim. Onun durumu senin kadar sıcak karşılayacağını sanmıyorum."
"Saçmalama lütfen. Kabul ediyorum Robert sert mizaçlı bir adam olabilir fakat akrabalarına yardım etmeyecek değil."
Onlar konuşularken, Alice bahçeye giren arabanın sesini işitmişti. Koltukta yükselerek pencereden baktığında, arabadan inen Robert'ı görmüştü.
"İşte geldi, eminim seni gördüğüne çok sevinecek."
Alice ellerini birleştirip gülümseyerek göğsünün üzerine yerleştirmişti. Verandada onu bekleyen Womack' e sesini pek de alçak tutmayarak birkaç şey söyleyen Robert salona girdiğinde karşılaştığı ilk yüz Alice'e aitti. Kız her zamankinin aksine adama doğru gülümsüyordu.
"Robert hoş geldin. Bak, senin için sürpriz bir misafirimiz var."
Alice ne kadar gülümsese de, Robert onunla aynı duyguları paylaşıyor gibi durmuyordu. Şaşırmıştı, bunu çıkarabiliyordu. Fakat bu şaşkınlık hoşnutluktan kaynaklı değildi. Adamın alnı kırışmıştı, gür kaşlarının gölgelediği kara gözleri koltukta uyuyan Jeremy ve Logan arasında gidip geliyordu.
"Logan, senin burada ne işin var? "
Logan, Robert'ın huysuz çıkışı karşısında gülümsemişti. Ayağa kalkıp önündeki sehpayı geçerek girişte duran adama yaklaşıp teklifsizce sarılmıştı.
"Ben de seni gördüğüme sevindim sevgili kuzenim."
Robert'ın yüzünü görebilen Alice, kocasının durumdan hiç de hoşnut olmadığını çıkarabiliyordu. Kuzeni sarılırken, onun kolları iki yanında öylece duruyordu. Elleri yükselip adamın omzunu kavrayarak kendinden öteye itmişti.
"Senin İspanya'da olduğunu sanıyordum."
"Fransa'daydım, İspanya'daydım, birkaç yerde olduğum söylenebilir. Fakat bunların bir önemi yok, artık buradayım."
Robert'ın gözleri koltukta uyuyan Jeremy'e dönmüştü. Sesi öylesine soğuk ve hoşnutsuzdu ki Alice onun adına utanmıştı.
"Bu çocuk senin mi? "
"Ah evet, sana artık amca olduğunu haber vermeyi unuttum, değil mi? Lütfen affet. Fakat sen de bana tatlı Alice ile evlendiğini söylemeyi unutmuşsun. Sanırım mektuplaşmayı bırakmamız gerekirdi."
Logan tatlı Alice dediği an Robert'ın keskin bakışları Jeremy 'nin üzerinden kuzenine dönmüştü.
"Sanırım son yazışmamızdan sonra kendine iyi kazandıran bir iş buldun. Aksi halde mektuplarının sonu gelmezdi."
"Robert."
Alice adamın üstü kapalı yaptığı imayı fark etmişti. Kendini tutamayıp çıkıştığında, hala olduğu yerde dikilen kocasının gözleri bu kez onu bulmuştu. Karşısındaki Logan'ı geçip yanı başındaki diğer berjere oturarak tuttuğu nefesini dışarı vermişti.
"Ailen bu akşam yemeğe gelmiyor."
Duydukları ile birlikte Alice'in alnı kırışmıştı. Bir anlığına o da Logan'ı ve Jeremy'i unutmuştu.
"Ne? Ne demek gelmiyorlar? Onlarla konuştun mu ?"
"Seyis ile haber yolladım. Başka bir planları varmış, gelemeyeceklerini bildirmişler."
Alice'in hayalleri o an adeta bin parçaya ayrılmıştı. Kendini yutkunmak zorunda hissetti, boğazına bir düğümcük oturduğunu daha o an hissediyordu. O, ailesini bir haftadır görmediği için neredeyse kedere boğulmuşken onların bunu yapabildiğine inanamıyordu.
Lakin buna rağmen gülümsemeyi başarabilmişti. Başını kaldırıp hala olduğu yerde dikilen Logan'a dönmüştü. Adama yanı başındaki koltuğu göstermişti.
"Logan, gel lütfen. Ayakta kalmanı istemiyorum."
Logan dediğine uyup ilerleyerek koltukta oğlunun yanına oturmuştu. Ortalarında turta, süt bardağı, kurabiye ve çay fincanları ile çevrelenmiş sehpa vardı. Robert bu karışıklığı izlerken Alice adamın koluna dokunarak dikkatini üzerine çekmişti.
"Logan bir müddet için kendine ve küçük oğluna kalacak yer arıyormuş. Ben de burada kalabileceklerini söyledim. Logan cevabından çekiniyor fakat bence sen de bu fikre bayıldın."
Robert'ın gür kaşları kinaye ile kalkmıştı. Yüzündeki sahte ifadeyi Alice oldukça iyi biliyordu.
"Beni o kadar iyi tanıyorsun ki Alice, bazen şaşkınlığa düşüyorum."
Robert oturduğu yerde ayağa kalkmıştı. Alice, adamın bakışlarının tekinsizleştiğini hissediyordu.
"Çalışma odama geçelim, konuşmamız gerek."
"Misafirimiz varken mi? "
"Logan misafir sayılmaz, anlayışla karşılayacaktır. Öyle değil mi Logan? "
Logan başını sallayarak elbette demişti. Alice, tıpkı sabah olduğu gibi adamı takip etmekten başka şansı olmadığını görüyordu. Çalışma odası seanslarından birini daha kaldırabileceğinden emin değildi. Özellikle de böylesine hayal kırıklığına uğramışken. Fakat Robert'a hesap sorabileceğini düşündüğünde, en az adam kadar hevesli davranmıştı.
Odaya girdiklerinde, önünde olan Robert ona doğru dönmüştü. Her zamankinin aksine yerine oturmak yerine odanın ortasına dikilip gözleri ile kapıyı işaret etmişti. Yılgınca içini çeken Alice, tekrar adama döndüğünde, kocasının hoşnutsuz bakışları üzerinde geziyordu.
"Bu halin ne senin? Yüzün un içinde. "
Alice umursamazca omzunu silkmişti. Elleriyle yüzünü ovup parmaklarına un bulaştığını görünce o da şaşırmıştı.
"Turta yaptım."
"Başıma tekrar fırlatmak için mi? "
Robert'ın neyden bahsettiğini biliyordu. Onunla konuşmak için Riverwood'a geldiğinde kavga etmişlerdi, hazırladığı turtayı adamın üzerine fırlatmıştı. Bundan o an dahi hiçbir pişmanlık duymuyordu.
"Eğer ısrar edersen neden olmasın ?"
Robert söylenerek onu gerisinde bırakıp, bu kez masanın önünde duran ahşap sandalyelerden birine geçmişti. Alice, hışımla yaklaşıp tıpkı onun gibi tepesine dikilmişti.
"Ailem neden yemeğe gelmiyor? "
"Bilmiyorum. Seni başıma sardılar, belki de tekrar üzerlerine bela çekmek istemiyorlardır."
"Robert! "
Neredeyse inleyerek adama çıkıştığında, siyah gözleri üzerine dönmüştü. Daha henüz oturmuşken kararından vazgeçip ayağa kalkmıştı. Alice'den uzundu ve kesinlikle daha iriydi. Gözleri üzerinde gezerken, Alice itiraf edemese de adamdan çekiniyordu.
"Konuşmamız gereken daha önemli bir konu var. Sen kendini kim sanıyorsun da ben yokken kafana göre kararlar alıyorsun? Hem de benim evim hakkında."
"Sen bana bu evin hanımı gibi davranmam gerektiğini söylemedin mi? Ben sadece dediklerini uyguluyorum."
Robert içine öfkeyle derin bir nefes alıp gözlerini devirmişti. Aralarındaki mesafe kısaldıkça Alice kendini geriye çekiyordu.
"O adam burada kalmayacak. Ve sen bu işe karışmayacaksın."
"Nedenmiş o? Tanrı aşkına sen nasıl bir taş kalplisin? Adamın gidecek bir yeri yok."
"Bunu bütün parası harcayıp meteliksiz kalmadan önce düşünmesi gerekti. Maalesef acımasız hayat Gulliver'in Gezileri'ne pek benzemiyor."
"Robert !"
"Ne? "
Alice bir an karşısındaki adamın duyarsızlığına inanamadı. O Logan'ı sadece birkaç saatliğine tanımıştı ve durumuna üzülüyordu. Robert ise adeta hiç oralı değildi.
"Ortada bir çocuk var."
"Ben de tam da bu yüzden bu işe karşıyım. Logan Dudley ailesinden kalan tüm mirası bitirdi, mülklerini satıp onların parasını da bitirdi. Gezileri boyunca mektup yazıp benden de para istedi. Şimdi tüm dünyadan hevesini almış, kucağında gayri meşru bir çocuk ile geri dönüyor. Ne yapmamı bekliyorsun? Sevgiyle kucak açmamı mı ?"
Alice yüzünü kırıştırmıştı. Robert haklı olabilirdi lakin çocuğa laf söylemesine katlanamıyordu.
"Çocuk gayri meşru değil."
"Öyle mi? Annesi nerede o halde? Kim bilir hangi fahişeden peydahladı da üzerine kaldı."
"Robert! Annesini tanımadığın her çocuk için gayri meşru mu diyorsun? Kendinden utan, zavallının annesi lohusa hummasından ölmüş."
Robert tekrar, bu kez yılgınlıkla içini çekmişti. Eliyle alnını ovuyordu.
"Sen de buna inandın mı? Bu adam keyif düşkünü yalancının teki. Tüm servetini tüketti, şimdi de benim üzerime yığılmaya çalışıyor."
Alice aralarında bizzat bıraktığı mesafeyi adımları ile kapattı. Adamın bileğini kavrayıp yüzündeki elini indirmişti. Göz göze gelmelerini sağladı, Robert'ı ikna edebileceğini biliyordu.
"Belki de haklısın. Fakat ne olursa olsun, ortada annesiz bir çocuk var. Bu hissi en iyi senin bilmen gerekir. Ona burada, güzel bir yuva verebiliriz."
Bir an, sadece bir an için Robert'ın gözlerindeki kırgınlığı görmüştü Alice. Mağrur ve kibirli Yüzbaşı Doyle bir an için kimsesiz Robert'a dönüşmüştü. Neden olduğunu bilmediği bir şekilde bu onu da hüzünlendirmişti. Fakat kocası, sadece saniyeler içinde kendini toparlayıp bileğini çekerek kendini ondan uzaklaştırmıştı. Alice, adamın tekrar onu reddedeceğini düşündü. Hiçbir açık kapı bırakmamakta kararlıydı.
"Logan hukuk okumuş, avukatlık yapabilir. Ona bir iş bulursun, durumu düzeldiğinde de başka bir eve çıkabilir."
"Hayır."
"Robert lütfen-"
"Hayır dedim Alice. Jeremy için yardımda bulunurum, zamanı geldiğinde okul masraflarını da üstlenirim."
Robert ona arkasını dönmüş, ceketinin iç cebindeki gümüş sigara tabakasını çıkarıp dudaklarına bir dalı yerleştirmişti. Sigarasını yakıp içine ilk nefesini çekmişken, Alice kolunu kavrayıp sertçe onu kendine çevirmişti. Bu hareketi bile Robert'ı şaşırtmışken, uzanıp adamın dudaklarının arasındaki sigarayı almış, öfkeyle yere fırlatmıştı.
"Logan ve Jeremy burada kalacaklar. Kimse senden para istemiyor. Logan'ın başını sokacak bir yere, o küçük çocuğun da bir aileye ihtiyacı var."
Alice Robert'ın kibrine öylesine öfkelenmişti adeta nefes almadan söylenmişti. Konuşması bittiğinde nefes nefese kaldığını hissediyordu. Fakat hareketleri, karşısındaki Robert'ı da en az kendisi kadar öfkelendirmişti. Adamın siyah gözleri alev almış gibi parlıyordu.
"Sen kendini kim sanıyorsun Alice? Dört ay sonra hiç yaşamamış gibi bu evden çekip gideceksin."
"Tanrıya şükürler olsun ki gideceğim. Fakat tıpkı senin de dediğin gibi, istesem de istemesem de Doyle soy ismini taşıyorum, o güne kadar bu evin hanımıyım. O yüzden, Logan ve oğlu düzenlerini kurana kadar burada kalacaklar. Teferruatını sen istediğin gibi düzenleyebilirsin. Ve merak etme, gerekirse dört ay sonra misafirlerimi yanımda götürmeyi bilirim."
Robert'ın öfkeli nefesini yüzünde hissetmişti. Bir an, adamın ona bağırmasından, tekrar kalbini kırmasından korktu. Kabul etmek istemese de, Robert o tok ve gür sesi onu adeta korkudan titretiyordu.
O olduğu yerde dikilirken, Robert ahşap sandalyeyi geçip masanın arkasındaki deri koltuğuna oturmuştu. Tekinsiz bakışları Alice'in üzerinde dönüyordu. Adamın gözlerindeki ışık öylesine tekinsizdi ki, Alice bir an tıpkı tehdit ettiği gibi onu babasının evine yollamasından korkmuştu.
"Pekâlâ, dediğin gibi olsun Alice Doyle. Logan ve oğlu Riverwood 'da kalabilirler. Fakat onları mermer köşkte istemiyorum. Küçük müştemilat binası kullanılmıyor, orada kalacaklar."
Alice şaşkınlık içerisindeydi. Adamın onu babasının evine yollamasından korkarken durumu kabul etmesini beklemiyordu. İçinden bir zafer coşkusu yükselmişti. Robert'a sözünü dinlettiğine inanamıyordu. Başını sallamış, gülmemek için dudaklarını ısırıyorken, Robert soğuk sesi hevesini kursağında bırakmıştı.
"Madem evin hanımısın, tüm bunlar senin sorumluluğun altında. Düzenlerini sen kuracaksın. Logan'ın uygunsuz bir hareketinde, bu evden hep birlikte gidersiniz."
Yazan ; İlknur DUMAN
* * *
https://youtu.be/qGyPuey-1Jw
Bu Alice'in hikayede sıklıkla söylediği denizci şarkısı, ben çok severim sizinle de paylaşmak istedim ^_^ Çevirisini ben kafiyeye uysun diye biraz yuvarladım, siz de dinlediğinizde ne kadar eğlenceli bir şarkı olduğunu anlayacaksınız :-*
* * *
Geç kaldım, çook özür dilerim :'( Bu bölümü yazmak bana çok zor geldi, neden bilmiyorum. Yazdım sildim yazdım sildim, bilgisayarın başına oturasım gelmedi, üzerine de grip olunca ortaya böyle bir şey çıktı. Hepinizden gecikme için özür diliyorum, bir gün ben de Robert gibi düzen kuracağım, inanıyorum :D Hepinize yorumlarınız için teşekkür ederim, beni çook mutlu ediyorlar ^_^ Gittikçe de kemik bir okuyucu kitlemiz oturuyor, neredeyse üç dört yıl ara verdikten sonra bu benim için çok sevindirici J Hepinizi kocaman öpüyorum, önümüzdeki haftaya kadar kendinize iyi bakın :-*
Bạn đang đọc truyện trên: AzTruyen.Top