Bölüm 10 - "Alice Doyle"
Düş
Bölüm 10 – " Alice Doyle"
Düğün Günü / Sabah - Kilise
"Nefes alamıyorum! Lanet olsun Bridget şu şeyi bırak nefes alamıyorum! "
"Fakat küçük hanım henüz korsenizi tam sıkmadım bile."
Nikâhlarının kıyılacağı St. Andrew's kilisesinde, hazırlanması için ona tahsis edilmiş odada avazı çıktığı kadar bağırıyordu Alice. Sesi öylesine gür ve azarlayan bir tondaydı ki gelinliğinin korsesini bağlamaya çalışan Bridget irkilerek elindeki ipleri düşürmüştü. Bir an duraksa dahi, parmakları tekrar sırtını bulduğunda, Alice yüzünü dönerek daha fazla bağırmaya başlamıştı.
"Anlamıyor musun? Uzak dur Bridget! Çık dışarı, seni görmek istemiyorum !"
Bridget, küçüklüğünden beri tanıdığı kızın fevri olduğunu biliyordu, yer yer sesini kontrol etmediği de bir gerçekti. Fakat bu kadar kaba ve sabırsız olduğunu bir başka an daha aklında yoktu. Korkarak ve kırgın bir şekilde geri çekildiğinde, gözleri odadaki koltukta oturan Catherine Princeton'ı bulmuştu. Nora'ya saçlarını yaptıran kadın, Bridget'a gidebileceğini işaret etmişti. Aynı zamanda topuzunun detayları ile uğraşan Nora'yı durdurup, hizmetçilerinin yerini bizzat alarak Alice'in yanını bulmuştu.
"Arkanı dön Alice."
"İstemiyorum! Bu tanrının cezası şeyi belimde istemiyorum! "
Catherine Alice'i bir kez daha uyarmamıştı. Kızın kolunu tutup hışımla sırtını çevirmiş, biraz önce Bridget'ın eline almaya çekindiği korse iplerini tüm gücüyle sıkmıştı. Korsenin deliklerine geçirdiği ipleri her sıkışında Alice'in zayıf vücudu sarsılıp arkaya yaslanıyordu. Bu anların birinde eğilip hınçla kulağına fısıldamıştı.
"Bugün deliliğini çekebileceğim bir gün değil Alice. Ona göre davranmanı tavsiye ederim."
"Öyle mi dersin? İçimden bir ses tam tersini söylüyor. Bugün sevgili ailemi Doyle serveti ile buluşturacağım gün. Gözünüzde İsa Mesih ile eşit değerde olmalıyım."
Sözleri ile birlikte Catherine korsenin ipini öyle bir çekmişti ki neredeyse olduğu yere düşecek kadar sarsılmıştı. İşi bitip düğümünü attığında kolunu kavrayıp tekrar yüzünü kendine çevirmişti. Bakışları öfkesini adeta bir kış ayazıymışçasına keskin bir şekilde gösteriyordu.
"Çeneni kapat Alice, hepimizin iyiliği için."
Catherine daha fazla konuşmamış, Nora'ya saçını son bir kez kontrol ettirdikten sonra misafirleri karşılamak için odayı terk etmişti. Uyandığı andan beri, adeta çevresine öfke kusan Alice, annesi gittikten sonra homurdanmıştı. Gelinliğini Nora'nın yardımı ile giydiğinde, genç yüzünde engel olamadığı bir gülümseme ile geri çekilmişti.
"Alice, tıpkı bir peri kızı gibi gözüküyorsun."
Alice, iltifatlara bayılırdı. Doğru ya da yanlış olduğunu önemsemeden, ona karşı edilen tek bir güzel söz ile adeta bir kedi edasına bürünürdü. Fakat o an, Nora'nın sözleri içinde harıl harıl yanan öfkeye birkaç odun daha fırlatmıştı.
"Saçmalamayı kes Nora. Peri kızları masallarda olur. Ortada bir masal var gibi mi duruyor? Benim bir kâbusun içindeyim."
Kızın çıkışması ile Nora hem bozulmuş hem de şaşırmıştı. Ne diyeceğini kestiremiyordu, öylece kalakalmışken odanın kapısı açılmış ve Jane ile Eva içeri girmişlerdi. İkisi de elbiselerini giymiş, saçlarını yapmışlardı. Onları gördüğünde söylenmeye devam etmişti.
"Şeytanın kız kardeşleri de geldiler işte."
Jane kızın mırıltısında sadece şeytan dediğini işitmişti. Meraklı gözleri ile Eva'ya döndü, ne demek istediğini anlamamıştı. Fakat onun aksine, Eva kız kardeşinin huysuz mırıltısını ve ruh halini biliyordu. Kuzenlerine eliyle umursamamasını işaret ettikten sonra aynanın önünde dikilen Alice'e yaklaşmıştı. Kırık beyaz, üzerinde çiçek işlemeleri olan gelinliğin bağlarını kontrol ettikten sonra Nora'ya dönmüştü.
"Demir çubuğu köze yerleştirdin mi? "
"Evet, çoktan hazırladım. Fakat Alice saçlarını kıvırmamızı istemiyor."
"Alice bugün biraz asabi, onu biz toparlayacağız Nora. Şimdi, çubuğu çıkar lütfen."
Nora Evangeline'in söylediklerine uymuş, şöminedeki közlerin arasına yerleştirdiği demir çubuğu çıkarıp kalın bir bezle dikkatlice silmeye koyulmuştu. Jane odadaki koltuğa yerleşmişken Eva hala aynanın karşısında solgun gözlerle kendini izleyen kardeşinin kollarını kavrayıp arkasından başını uzatarak omzuna yaslanmıştı, kulağına fısıldıyordu.
"Bu şekilde davranarak hiçbir şeyi kolaylaştırmıyorsun."
Alice içini çekmişti, uzun parmakları gelinliğinin üzerindeki çiçeklerle oynuyordu.
"Benim için bundan sonra hiçbir şey kolay olmayacak."
"Böyle söyleme Alice. Ben senin yanındayım. Şu an için her şey umutsuz gözükebilir. Fakat sana söz veriyorum, mutlu olman için elimden ne geliyorsa yapacağım."
Gözlerini açtığı andan beri öfke saçan Alice'in kalbine o aşina olduğu sancı tekrar girmişti. Öfkesini bu histen kaçmak için kullanıyordu. Fakat aynada göz göze geldiği Evangeline bu sıcak duvarı aşmıştı. Birçoğunun aksine içine düştüğü korku ve hüznü kardeşinin görebildiğini biliyordu.
"Çok geç Eva, artık çok geç."
"Hayır, göreceksin her şeyi yoluna koyacağız. Sadece bugünü atlatmamız gerek."
Eva kollarını sıkarak geriye doğru birkaç adım atmıştı. Aynanın önünden çekilmediğini fark ettiğinde ise elini kavrayıp kendisi ile birlikte onu da sürüklemişti. Odada, üzerinde kırmızı güller olan masanın sandalyelerinden birini çıkarıp koltuğun karşısına yerleştirmiş, adeta çocukmuşçasına çekiştirerek oturmasını sağlamıştı.
"Nora, işin bittiyse çubuğu getir lütfen. Alice'in saçlarını ben yapacağım."
Nora, şöminenin önündeki temizlik işi bitmişti. Uzun çubuğu tahta sapından kavramış getiriyorken Alice huysuzca söylenmeye başlamıştı.
"Eva bırak şunu, ben böyle saçmalıklar istemiyorum. Üzerimdekine katlanmak bile yeterince acı verici."
Jane olduğu yerden kalkıp karşısında oturan kuzeninin önünde diz çökmüştü, ellerini kavradı. Alice'in bu hali onu meraklandırmakla beraber üzüyordu.
"Heyecanlı mısın? O yüzden mi böyle davranıyorsun? "
"Bingo, doğru bildin. Sonunda hayallerimin erkeği ile evleneceğim için kalbim deli gibi çarpıyor."
"Alice, eğer neler olduğunu söylersen sana yardımcı olabilirim. Benden istediğin herhangi bir şey var mı? "
Alice herhangi bir şey söylemek yerine homurdanarak gözlerini devirmişti. Masanın üzerinde duran tarağa uzanıp kardeşinin kızıl saçlarını taramaya başlayan Eva onun yerine konuşmuştu.
"Sevgili kuzeninin ne kadar deli olduğunu bilmiyor musun Jane? Tabi ki heyecandan bu halde. Eminim biraz sonra şapelde babamın elinde mihraba yürürken küfür etmemek için dudaklarını ısıracaktır."
Sözleri Jane'i kıkırdatsa da Alice'in yüzünde tek bir mimik dahi oynamamıştı. Eva onun saçlarını yaptığı süre boyunca Nora, Jane ve kız kardeşi sohbet edip gülüşmüşlerdi fakat o sadece olduğu yerde oturup somurtmuştu. Herhangi bir şey sorulduğunda ise çıkışıp öfkeleniyordu. Kızlar, Alice ile konuşmamanın daha iyi bir fikir olduğuna karar vermişlerdi.
Alice'in saçları ile işi bittiğinde, Eva Doyle ailesine ait olan, incecik fakat pırlantalarla süslü tacı yavaşça saçlarının arasına yerleştirmişti. Söylenmelerine ve çıkardığı bin bir huysuzluğa rağmen pes etmeyen gelin takımı, beline kadar inen dantel duvağını da tokalarla saçına sabitlemişlerdi. Jane, kuzeni karşı çıkmasına rağmen boynuna misk sürmüş, yanaklarına da Paris'ten gelen pembe toz ile boyamıştı. Üzerinden geri çekilip etrafını sardıklarında, üçü de eserlerinden gurur duyarcasına gülümsüyordu.
"Alice biliyorum yine kızacaksın; ama çok güzel gözüküyorsun. Belki birazcık, küçücük gülümsemeyi deneyebilirsin."
Alice Jane'in sözlerine aldırmadan ayağa kalkıp kapının çaprazında kalan boy aynasına yönelmişti. Camda kendi aksi ile karşılaştığında alnı kırışmıştı. Parmakları omzundan dökülen kızıl buklelerin birine uzanmışken söyleniyordu.
"Bu kadar süslemeden sonra her mal iyi satar Jane."
Jane Alice'in uygunsuz bulduğu sözü ile şaşkına dönmüştü. Yüzbaşı ile anlaşamadıklarını biliyordu fakat son zamanlarda ondan şikâyet etmeyi bırakmış, bilakis adamla yemek yiyip sarhoş olmuştu. Onun kollarından köşke geldiğini akşam camdan sarmaş dolaş hallerini bizzat izlemişti. Kuzeninin bu tavrını düğün heyecanına vermekle birlikte anlamdıramıyordu.
Onlar odadaki eşyaları toplamaya başlamışken, içeriye Catherine girmişti. Aynanın karşısında asık yüzü ile kendini izleyen Alice'i hazırlandığını görmek onu memnun etmişti. Yaklaşıp, duvağındaki kırışıklıkları açarken mırıldanmıştı.
"Muhteşem bir iş çıkarmışsınız kızlar, öyle değil mi Alice? "
Alice, arkasında duran annesine dönmemişti fakat ayna üzerinden onu bulan bakışları kadını iğneliyordu. Genç kızın, kollarından etek ucuna kadar irili ufaklı çiçek işlemleri olan kırık beyaz gelinliği üzerine tam oturmuştu, kalıbı adeta mükemmeldi. Parlak bukleleri dantel duvağının arkasında kızıl bir nehir gibi omuzundan aşağıya dökülüyordu. Ortasında tıpkı gözleri gibi mavi bir safir olan taşı ise bir hale gibi başını süslüyordu. Alice, tüm çabaların doğrultusunda mükemmel bir gelin olmaya oldukça yakındı. Adeta öfke ve nefret kusan gözleri bu mükemmeliyete gölge düşürüyordu. Alice Princeton, belki mükemmel gelin değildi fakat kilisenin o güne kadar gördüğü en mutsuz gelin olup çıkmıştı.
"Ah, demek süslü paketini beğendin anne, ne hoş."
Catherine Alice'in sözlerine aldırış etmeden odadaki kızlara dönmüştü, yüzündeki gülümsemeyi hala saklıyordu.
"Nora, Bridget şapelde misafirler ile ilgileniyor, ona yardım et. Eva, sen de Jane ile birlikte Anne halana katıl, salonda gereğinden fazla yalnız kaldı. Ben de kardeşinle konuşup geliyorum. Birazdan tören başlayacak."
Kızlar Catherine 'in sözleri uyup odayı terk etmişlerdi. Hala kardeşi için endişelenen Eva, aralarında en yavaş olanıydı. Kuzeni ve hizmetçilerini takip ederken uzanıp kardeşinin elini sıkmış, her şeyin çok güzel olacağını fısıldadıktan sonra kapıyı örterek odayı terk etmişti. İkisi baş başa kaldıkları an, Catherine 'in yüzündeki gülümseme adeta mürekkep damlamış bir kâse su gibi bulanıklaşıp kararmıştı.
"Bu şekilde konuşarak bir şey kazandığını mı sanıyorsun kızım? "
Alice omuzlarını silkmişti, hala annesine dönmeyi planlamıyordu.
"Bilmem, belki de senin zamanında yapamadığını yapıp cesaretli davranıyorumdur."
Catherine kolunu kavramış, bu sefer bir öncekine göre yavaşça kızını kendine çevirmişti. Alice yüzünde ne görmeyi planladığını bilmiyordu. Fakat annesinin ifadesine çöken bu hüznü kabul etmeyi reddediyordu. Kadını suçlamaktan vazgeçmeyecekti.
"Gerçek cesaret, ne hissedersen hisset çeneni kapalı tutmaktır Alice. İnan bana, kalbine, hislerine hükmedip susabilmek bir insanın gösterebileceği en büyük cesaret örneğidir."
"Ailemin borçları için istemediğim bir adamla evleniyorum. Bence iyi örnek ve cesaret hakkında nasihat verecek konumda değilsin anne."
"Bunun böyle olmadığını sen de biliyorsun Alice. Yüzbaşı ile konuşabilirdin, onu istemediğini söyleyebilirdin. Bunu neden yapmadın? Çünkü aileni düşündün, ailenin geleceğini düşündün. Seninle bunun için gurur duyuyorum. Fakat bilmelisin ki, evliliğine karar verdiğimizde, hem babanın hem de benim, ikimizin de tek düşündüğü senin geleceğindi. Bunu şimdi anlamadığını biliyorum, yaşın çok genç. Fakat ileride, zamanı geldiğinde doğru karar verdiğini bileceksin. Ve beni anlayacaksın."
Tekrar öfkelenen Alice silkelenip annesinin kollarını tutan parmaklarından kendini sıyırmıştı. Boğazına oturan yumruyu hissedebiliyordu. Gözleri yanmaya başlamıştı, sesinin boğuk çıkacağını biliyordu.
"Umarım asla seni anlamak zorunda kalmam, bu benim için gerçek bir işkence olur."
"Alice-"
Annesi kaşlarını çatmış, ona çıkışacakken odanın kapısı yavaşça çalınmıştı. Bu bölünme ikisinin de öfkesini bir an da olsa köreltmişti. Adeta anlaşmışçasına geri çekilerek birbirilerinden uzaklaşmışlardı.
"Girin lütfen."
Catherine' in öfkesini saklayan sesi ile birlikte, Benjamin araladığı kapıdan içeri doğru başını uzatmıştı. Bakışları sadece birkaç saniyeliğine gelinliği ile odanın ortasında duran Alice'i bulmuş, sonrasında ise Catherine'e dönmüştü.
"Hanımlar, müsait misiniz? "
"Elbette Benjamin, gel lütfen. Alice çok heyecanlı, onu yatıştırmaya çalışıyorum."
Gülümseyerek başını sallayan Benjamin kapıyı kapatarak içeri girmişti. Alice, o ana kadar gözyaşlarını içinde tutmayı başarabilmişti ve annesinin aksine o bununla gurur duyuyordu. Fakat o an, Benjamin'in karşısında gelinliği ile dikilirken kendini nasıl durdurabileceğini bilmiyordu. Üzerinde oldukça koyu bir laciverte sahip olan takım elbisesi vardı, aynı renk bir yelek ve beyaz bir gömlek giymişti. Boynuna, yine beyaz renk ince kumaştan bir fular bağlamıştı. Açık kahverengi saçları taranmış olsa bile dağınık duruyordu. Yüzünde ise her zaman sahip olduğu, Alice'in kalbini ağrıtan gülümsemesi vardı. Gözlerini ondan almanın mümkün olmadığına inanıyordu.
"Ben de onunla son bir kez konuşmak için gelmiştim."
Benjamin son bir kez dediği an huzursuzlaştığını hissetti Alice. Kalbine giren ilk sancı tam da bu anda oluşmuştu.
"Son kez konuşmak da ne demek? Sanki ölüyormuşum gibi."
"Benjamin, evleniyor olmandan bahsediyor Alice."
"Hatırlattığın için teşekkür ederim anne, ben bir an cenazem için toplandığımızı düşünmüştüm."
Catherine 'in iri kahverengi gözleri sözleri ile kısılmıştı. Benjamin, aralarındaki gerilimi görebiliyordu. Bunun önüne geçmek için Catherine'e gidip kocasına katılarak misafirleri karşılamasını önermişti. Alice ile konuşarak onu yatıştırabileceğini eğilip kulağına fısıldamıştı. Olan bitenden herhangi bir haberi olmayan kadın ise Benjamin'e güveniyordu. Kızını kuzenine emanet ederek odadan çıkıp kilisenin bahçesindeki kocasına katılmıştı.
Kadına kapıya kadar eşlik eden Benjamin, pirinç kaplama kulpu çevirip ona döndüğünde nefesinin kesildiğini hissetmişti Alice. Hala odadaki geniş koltuğun önünde öylece duruyordu. Herhangi bir şey söylemekten acizdi. Ne söyleyeceğini bilemiyordu, bilse dahi sesinin konuşacak kadar güçlü çıkacağını sanmıyordu. Tek yapabildiği âşık olduğu adamı hayranlıkla izlemekken, ona doğru yaklaşan Benjamin'in konuştuğunu işitmişti.
"Gelinlik sana çok yakışmış, çok güzel bir gelin olmuşsun."
Alice'in iki yanındaki elleri uzanıp gelinliğinin eteğini kavramıştı, tüm gücüyle sıkıyordu. Göz pınarında akmayı bekleyen damlalarla baş edebilmenin başka bir yolu yoktu.
"Te-te-teşekkür ede-ederim."
Benjamin sadece gülümsemişti. Aralarında üç dört adımını sığacağı kadar bir mesafe kaldığında olduğu yerde durmuştu. Hareli yeşil gözleri, yüzündeki gülümseme ile üzerinde dönüyordu. Alice, bu bakışlarda aradığı hissi bulmak için gerekirse ömründen onlarca yılı feda edebilirdi. Kuzeninin Robert'ın ona baktığı gibi bakması için yapmayacağı şey yoktu. Hayatı boyunca başka hiçbir şeyi böylesine acı verecek şekilde istememişti. Ne var ki, Benjamin'i gülümseyen yüzündeki bakışları Nora ya da Jane'in bakışlarından ayrılmıyordu. Bunu kabul etmemek için ısrar edebilirdi. Umuduna tutunmak için gördüklerini yok saymaya razıydı. Fakat adamın dudaklarından çıkan sözlerden nasıl kaçacağını bilmiyordu. Benjamin, olduğu yerden uzanıp iki elini de kavramıştı.
"Senin için mutluyum. Başlangıçta şüphelerim vardı ve endişeliydim ama artık hiçbir şeyin önemi yok. Mutlu bir aile kuracağını biliyorum, Alice Princeton'ın olduğu yerde mutluluk her zaman vardır."
Nefes alamadığını hissetti Alice, adeta kalbi sıkışıp kalmıştı. Dili dudaklarının üzerinde gezmişti, bakışları artık Benjamin'in gülen yüzüne bakmaya katlanamıyordu.
"Söylediklerinin gerçek olmasını çok isterdim. İçimden bir ses bugünden sonra asla mutlu olamayacağımı söylüyor. Bilmiyorum, belki de en başından beri sen haklıydın."
Göğsü sıklaşan nefesleri ile hızla inip kalkıyordu. Başını hafifçe önüne eğmişti, yüzüne bakamadığı Benjamin'in parlak ayakkabılarını izliyordu. Kuzeninin yaklaşıp aralarındaki mesafeyi kapattığını fark ettiğinde saklamaya çalıştığı duygular ile parlayan mavi gözlerini kaldırmıştı. Benny hala onu izliyordu, sadece yüzündeki gülümseme küçülmüştü.
"Korktuğunu biliyorum, buna gerek yok Alice. Evlenmiş olman hiçbir şeyi değiştirmez, ben hep senin yanında olacağım. Yüzbaşı seni üzecek en küçük bir şey yaptığında gelip bana söylemeni istiyorum. Seni çok kolay elde etti, kıymetini bilmesi gerek. Gözünden tek bir damla yaş dahi dökülmesine sebep olursa benim yanımı bulacaksın. Kabul etmesen bile sen benim küçük kardeşimsin. Kimsenin seni üzmesine izin vermem."
Benjamin sen benim küçük kardeşimsin dediğinde, Alice gözlerini kapatmıştı. Bununla birlikte uzun zamandır tutmaya çalıştığı birkaç damla yanaklarında yuvarlanıp çenesine inmişti. Göğsünün nefes almasını engelleyecek kadar sıkıştığını hissediyordu. Dişlerini sıkmış, neredeyse inleyerek nefes almaya çalışırken Benny çekinerek omzuna dokunmuştu.
"Alice iyi misin? Beni korkutuyorsun."
Kuzeninin endişeli sesini duyduğunda, başını yavaşça sallamayı başarabilmişti. Islak kirpiklerini istemeyerek de olsa araladı. Benny üzerine eğilmiş, endişeli gözlerle onu izliyordu. Yüzünün ne kadar mükemmel olduğunu düşündü Alice, gözlerine bakarak bir ömür geçirebilirdi. Artık bu adama asla sahip olamayacağını bilmek canını her şeyden çok acıtıyordu. Boğazından bir hıçkırık yükselirken yaklaşıp boynuna sarılmıştı. Yüzünü boynunun girintilerine gömmüşken aynı zamanda fısıldıyordu.
"İyi ki varsın. Sen benim için bu dünyadaki en kıymetli şeysin Benny, bunu sakın unutma."
Benjamin boynuna sarılan kuzenine dokunmakta tereddüt etmişti. Elleri bir an için kalkmış, duvağının altından sırtına değecekken durmuştu. O an, o odada olmasının hata olduğunu henüz fark etmişti. Hala Alice'in zorba olduğunu düşündüğünü yüzbaşı ile evlenmesini istemiyordu. Fakat buna karşı çıkmasının kıza ümit vereceğinin farkındaydı. Bu yüzden istemediği ve Alice'i üzmesinden korktuğu bu evliliği desteklemekten başka çaresi kalmamıştı. Yine de kuzeninin, bir kardeş olarak her zaman yanında olacağını bilmesini istiyordu. Bu sözleri, aynı zamanda umutlarını yıkmak için de kullanmıştı. Lakin Alice için canı yansa dahi hiçbir şeyin değişmediğini görebiliyordu.
Gözlerini tekrar kapatmış, gelinliği ile âşık olduğu adamın boynuna sarılan Alice için ise durum oldukça karmaşık ve hüzünlüydü. Nefes almakta zorlanıyordu, göğsü yara almışçasına sancı içindeydi. Lakin aldığı her bir nefesle, Benjamin'in âşık olduğu kokusu içine doluyordu. Başka koşullar altında, tüm bunlar Alice'i sakinleştirmeye yetebilirdi. Fakat o an, Benjamin'i kokladıkça aklına bir daha asla ona bu kadar yakın olamayacağı geliyordu. Sadece bu bile onun için yeteri kadar hüzünlüydü. Günün sonunda âşık olduğu bu kokunun yerini Robert'ın kokusunun alacağı gerçeği onu adeta kahrediyordu. Adamla bir ömrü paylaşmak şöyle dursun, aynı yatağı paylaşacağı fikri bile onun için katlanılmazdı.
Tüm bu düşünceler zihninde bir zehir gibi dolaşırken adeta inleyerek Benjamin'in omuzlarını kavrayıp uzaklaşmıştı. Yüz yüze geldiklerinde, içinden yükselen inatçı fısıltının güçlendiğini hissediyordu. Bu ses, onu annesi ve Eva ile konuşmaya itmişti. Bu ses onu hem hüzne hem de öfkeye boğuyordu. O an, Benjamin'in yeşil gözlerine bakarken ise hiç olmadığı kadar yükselmişti. O kadar ki, yüreğinden taşıp dudaklarından dökülmüştü.
"Yapamıyorum."
Benjamin şaşırmıştı, gözlerini kısarak ve korku içinde Alice'e bakıyordu.
"Neyi yapamıyorsun? "
Alice herhangi bir cevap vermek yerine parmaklarıyla çok olmasa da ıslanmış yüzünü silmişti. Kızaran yanakları adeta alev almış gibi yanıyordu. Aklından geçirdiği düşüncenin ne kadar tehlikeli olduğunun farkındaydı. Ve bu onu iliklerine kadar korkutuyordu. Titrememek için tanrıdan güç diledi. Aynı zamanda adeta hipnotize olmuş gibi kendi kendine söyleniyordu.
"Ben bunu yapamam, hayır."
"Alice aklından ne geçiriyorsun? "
Hiçbir şey yokmuşçasına omzunu silkti. Gelinliğinin eteğini kavrayıp bir adım geri çekildiğinde, titremeye başladığını hissediyordu. O an dimağına hükmeden tek kelimelik bir cümle vardı; yapamıyorum. Fakat içinde bu cümleye eşlik eden öyle bir büyük bir korku vardı ki, Alice adeta bir uçurumun kenarındaymışçasına nefesinin kesildiğini hissediyordu.
Hiçbir şey o adamın karısı olmaktan daha kötü olamaz.
Kendi içinde düştüğü karmaşadan öfkeyle soluğunu dışarı vererek kurtulmuştu. Benjamin, kızın bir başka histeri krizi geçireceğini düşünüyordu. Davranışlarındaki garipliği fark etmişti. Yaklaşmış omzuna dokunacakken, Alice geri çekilerek onu durdurmuştu. Kapıya doğru ilerlerken adeta dişlerinin arasından mırıldanmıştı.
"Robert ile konuşmam gerek."
* * *
"Ya-yapa-mam, özür di-dilerim be-ben o-onu se-seviyorum, ya-yapama-mam."
Alice, adeta kalbini kemirip tüketen gerçeği gözyaşları içinde titreyen sesi ile itiraf ettiğinde Robert'ın yüzüne bakmayı reddediyordu. Vücudu kontrolünden tamamen çıkmıştı. Adamın oturttuğu koltukta tüm bedeni bir hummaya tutulmuşçasına titriyordu. Hıçkırarak, adeta inliyormuş gibi nefes almaya çalışırken, hala kavradığı bileklerini tutan Robert'ın parmakları sıkılaşmıştı. Bir süre, hayal kırıklığı ve öfkeye bulanmış nefeslerinin sesi aralarındaki sessizliği doldurmuştu. Sonunda, Robert konuştuğunda ise sadece daha çok titremişti.
"Sana sordum."
Herhangi bir şey söylemek yerine daha çok ağlayarak başını iki yana doğru salladı Alice. Hala Robert'ın yüzüne bakmıyordu, başını eğmişti. Adamın boğuk ses tonu ve sakinliği umduğunun ötesinde bir tepkiydi.
Fakat bu sadece fırtınadan önceki kısa sessizliği işaret ediyordu. Robert'ın bileğini tutan parmakları tenini acıtacak kadar sıkmaya başladığında kendini geri çekmeye çalıştı. Fakat bununla birlikte adamın öfkeli homurtusunu işitmişti. Sesi hala sakindi fakat adeta bir yılanın ürkütücü tonunu taşıyordu.
"Bunu neden yaptın? "
Dudaklarını araladı, kısık nefeslerinin arasından konuşabileceğine dahi emin değildi.
"Ö-öz-özür di- diler-im Rob-Robert lü-lüt-"
Adam daha fazla konuşmasına izin vermemiş, kavradığı bileklerini adeta üzerine fırlatarak serbest bırakmıştı. Hâlihazırda tir tir titreyen Alice dengesini kaybedip oturduğu koltukta sırtının üzerine savrulduğunda Robert ile yüz yüze gelmişti.
"Sana sordum! "
Yüzbaşının sesindeki ürpertici sakinlik yerini adeta bir kükremeye bırakmıştı. Adamın gür sesi sadece Alice'i değil adeta odanın pencere camlarını ve ahşap kapısını titretiyordu. Diz çöktüğü yerden ayağa kalkıp Alice'e arkasını dönerek odanın ortasında duran masayı kavramıştı. Alice, adamın göğsünden yükselen hırıltıları duyduğuna dair yemin edebilirdi.
"Öz-özür di-dilerim, ço-çok öz-"
Alice'in cümlesi, Robert'ın yumruğunu önündeki ahşap masaya geçirmesiyle bölünmüştü. Olduğu yerde sıçramıştı, elleri gelinliğinin eteklerini bulup bir kez daha sıkı sıkıya kavramışken, Robert adeta öfkeden alev almış gözleri ile ona dönmüştü.
"Beni aldattın mı? O adamı ben Çin'deyken mi buldun? "
Robert hala ciğerlerindeki tüm nefesi kullanarak bağırıyordu. Alice korku ile oturduğu koltukta gelinliğine aldırmadan dizlerini karnına çekmişti. Gözyaşlarının arasında hala hıçkırıyorken konuşabileceğini sanmıyordu, sadece kafasını hızla iki yana doğru sallamıştı. Fakat Robert bunu kabul edebilecek gibi değildi.
"Cevap ver! "
"Ha-hayır da-da-daha ön-ceden..."
Alice daha fazla konuşamamıştı, kesilen nefesi buna izin vermiyordu. Robert'ın öfkeli sesini işittiğinde sıçrayarak tekrar gözlerini kapatmıştı.
"Sana sordum! Alice sana sordum !"
"Ö-öz-zür dil-erim, ço-çok öz-ür..."
Sözünü bitirememişken, Robert tekrar yumruğunu ahşap masaya geçirerek bağırmıştı. Bu onu tekrar oturduğu yerde sıçramışken, kollarını karnına çektiğini titreyen dizlerine geçirmişti. Bakışları, korku içinde yükselip Robert'ı bulduğunda ise, içinden yükselen hıçkırığa engel olamamıştı. Adamın gözleri adeta alev almış gibi parlıyordu. Ona baktığını anladığında yaklaşıp tıpkı onu oturttuğu ilk anda olduğu gibi tek dizinin üzerine çökmüştü.
"Kim o adam? "
"Ro-ro-robert lü-lütfen-"
"Kim o adam? O beş para etmez aşığın kim ?"
Alice korkudan tir tir titriyordu. Benjamin'in adını nişanlısına asla veremezdi. Adamın öfkeden gözünün döndüğünü biliyordu. Vereceği herhangi bir ismin yüzbaşı tarafından yok edileceğinin farkındaydı. Kafasını tekrar usulca iki yana doğru salladığında, Robert gözlerini kapatıp dişlerini sıkarak soluğunu dışarı vermişti.
"Onu benden mi koruyorsun? "
"Ro-robert lü-lüt-lüfen."
"Bana kim olduğunu söyle, o adamın kim olduğunu söyle."
Nişanlısı önünde diz çökmüş inatla âşık olduğu adamı sorarken cevap vermek yerine tekrar başını iki yana doğru sallamıştı. Yüz yüze olduğu adamın gözlerine bakmaya dahi cesareti yoktu. Islak gözlerini kapattığında, öfkeli sesini bir kez daha işitmişti.
"Kim o adam? Bulamayacağımı mı sanıyorsun? Bulacağım, yemin ederim ki bulacağım."
Robert diz çöktüğü yerden kalkmış, kollarını kavrayıp onu da kendisi ile birlikte kaldırmıştı. Titreyen bacaklarının birer pelteye dönüştüğünü hissediyordu. Adeta inliyormuşçasına nefes almaya çalışırken bir an yığılıp kalmaktan korktu. Yüzbaşı bunların hiçbirini göremeyecek kadar öfkeliydi. Kollarını kavramış, bakışlarını ondan kaçıran nişanlısını kendine doğru çekiyordu.
"Bana o adamın kim olduğunu söyle."
"Ro-robert-"
"Söyle dedim! Bana o adamın kim olduğunu söyle! "
"Bi-bilmiyor, o bi-bil-miyor..."
Daha fazla konuşamamıştı, nefesi kesilmişti. Robert'ın kollarının arasında adeta bir yaprak gibi titriyordu.
"Beni çıldırtmak mı istiyorsun? Kim, neyi bilmiyor ?"
"O-onu se-sevdiğimi bi-bilmi-yor, sö-söy-söylemedim."
Yüzbaşı Doyle'un öfkeden çenesi kasılmıştı, dişlerini tüm gücüyle sıkıyordu. Aralarında oluşan kısa sessizlik, kapının çalınması ile bölünmüştü. Alice dudaklarını araladı fakat hiçbir şey söyleyemedi. Robert da gözlerinin içine öfke ile bakıyor fakat konuşmuyordu. Kapı bir kez daha tıklatıldı. İkisi de cevap vermemişti. Üçüncü kez çalındığında, hala kollarının arasında olduğu Robert öfke ile gelinmesini bağırmıştı. Bununla birlikte açılan kapıda ilk önce Womack gözükmüştü. Adam ağlamaktan gözleri şişmiş titreyen Alice'i fark ettiği an irkilmişti. Adeta ne konuşacağını unutmuşken, Robert'ın kızgınlık dolu sesi onu da tıpkı Alice gibi ürkütmüştü.
"Ne var Womack? "
"Efendim, birazdan tören başlayacak, Bayan Princeton odasına bekleniyor. Kardeşi Bayan Princeton ona eşlik etmek için gelmiş. Müsait olmayabileceğinizi düşünüp ben haber vermek istedim."
Alice, Eva'nın neler oluyor orada dediğini duyuyordu. Kız kardeşi koridordaydı fakat Womack onun geçmesine izin vermemişti. Adam, ayrıntıları bilmese dahi bağrışmaları duymuştu. O an, Alice'in yüzü bu haldeyken kız kardeşinin onu görmesinin iyi bir fikir olmadığını düşünüyordu.
"Alice burada hazırlanacak. Sen de kapıdan ayrılmayacaksın. İçeriye kimsenin girmesini istemiyorum. Alice babası onu almaya gelene kadar buradan çıkmayacak."
Womack emredersiniz efendim diyerek kapıyı arkasından kapatıp çıkmıştı. Onun gitmesi ile birlikte Alice'in dudaklarından başka bir inleme yükselmişti. Planının sarpa sardığını görüyordu. Robert, düşündüğü gibi başka birini sevdiğini öğrendiğinde onu terk etmeyecekti. Bu aksine adamı daha da alevlendirmişti. Hala kollarının arasındayken bir kez daha kendine çekip yüzlerini birbirine yaklaştırmıştı.
"Ağlamayı kes."
"Ya-yapa-yapamam, lü-lütfen."
Robert başını eğip adeta sakin kalmak adına içine derin bir nefes çekmişti. Hala ağlayan nişanlısı ile tekrar göz göze geldiklerinde, kızı kolundan tutup biraz önce kaldırdığı koltuğa tekrar oturtmuştu. Kiliseye gelirken üzerinde olan ceketin cebindeki beyaz mendili çıkarıp tıpkı biraz önce olduğu gibi önünde tek dizinin üzerine çökmüştü. Dişlerini sıkarak çenesine uzanıp eğdiğini başını kaldırdı, kızın ıslanmış yüzünü siliyordu.
"Yapacaksın."
"Ro-robert lü-lütfen-"
"Yapacaksın Alice. Ne hissettiğin umurumda değil. Dışarıdaki insanlara ne dememi bekliyorsun? Kahrolasıca nişanlım başka birine âşık olduğunu için törenin iptal edildiğini mi? Bu asla olmayacak."
Robert beyaz mendilini yüzünde gezdirip yüzünü kuruluyordu. Fakat sözleri Alice'in daha fazla ağlamasına sebep olmuştu. Bir an için sabrı taşan adam, çenesini kavradığı eli ile koltuğa vurup adeta yüzüne kükremişti.
"Sana ağlamayı kes dedim! "
"İs-istemiyorum! Se-seni is-temiyorum !"
"Beni istemediğin aklına bugün mü geldi ha ?! Bugün mü geldi ?!"
Robert bağırarak elini tekrar oturduğu koltuğa çarpmıştı. Korku içinde olan Alice, elleri ile yüzü kapatmıştı, hıçkırıklarının yerini inleme ve bağırışları dolduruyordu. Öfkeli Robert, bir müddet sakinleşmek adına beklemişti. Sonrasında ise, tıpkı en başta olduğu gibi bileklerini kavrayıp ellerini yüzünden uzağa savuşturmuştu. Elinde sıktığı mendille kızın ıslak yüzünü tekrar silmişti. Sonrasında ayağa kalkıp konsoldaki cam sürahiden su doldurup uzatmıştı. Alice içmek istemese dahi, kıza suyu bağırarak içirmişti. Bir müddet sonra, onun öfkesi ateşini yitirmiş, Alice'in gözyaşları biraz olsun dinmişken Alice'in önüne tekrar diz çökmüştü. Kızın yüzünü son kez özenle sildikten sonra sakin fakat adeta buz kadar soğuk sesi ile konuşmuştu.
"Bitti, isteğine ulaştın."
Uyuşmuş olan Alice adamın ne demek istediğini anlamamıştı. Kızarmış ve şişmiş gözleri ile onu izliyordu. Konuşmaya cesareti yoktu.
"Bu nikâh benim için hiçbir şey ifade etmeyecek. Sen asla benim karım olmayacaksın. Şimdi evleneceğiz. En kısa zamanda da senden boşanacağım."
Robert, bununla birlikte dizlerinin üzerinden doğrulmuştu. Üzerini silkeledikten sonra kapıyı açtı. Koridorda bekleyen Womack'i çağırıp Alice'i yalnız bırakmamasını tembih etmişti. Onun ortadan kaybolması ile yaşlı uşak içeri girmişti. Hala koltukta oturan gelinlikli kızın yanına çekinerek yaklaşmıştı.
"Bayan Princeton, sizin için yapabileceğim bir şey var mı? "
Alice yavaşça başını kaldırmış, ağlamaktan şişmiş yüzünü ona çevirmişti. Gözyaşlarının tükendiğini düşündü. Hala titriyordu, korkuyordu ve bilinmezliğin içindeydi. Fakat damlalar daha fazla yanağından aşağı süzülmüyordu.
"Artık bana kimsenin yardım edebileceğini sanmıyorum Bay Womack, teşekkür ederim."
Her şeyden habersiz Womack, genç kızın bu haline oldukça üzülmüştü. Yanına yaklaşıp, tıpkı Robert gibi önünde diz çökmüştü.
"Bayan Princeton, size ne dediğini bilmiyorum. Ama yüzbaşını duyumsamazlıktan gelin, affedin lütfen. Robert Doyle zor bir adamdır, bunu en iyi bilenlerden biriyim. Size bağırdığı için şu an kendisinden nefret dahi ediyordur. O size âşık, hem de ilk gördüğü andan beri. Eğer ondan vazgeçerseniz, bu yüzbaşını tamamen yıkacaktır."
Alice herhangi bir şey söylemedi, sadece usulca başını salladı. Nedenini bilmediği bir şekilde Womack 'in sözleri kalbini incitmişti. Önünde duran adama onun için bir bardak su getirip getiremeyeceğini sordu. Elbette diye mırıldanan Womack, konsola geçip suyunu getirdiğinde, bir öncekinin aksine adeta içi yanıyormuş gibi kana kana içmişti. Bardağı tekrar adama uzattığında ise, odanın kapısı açılmıştı. Gelen Evangeline ve babasıydı.
"Alice? Ne oldu böyle? "
Endişe ile adını seslenen Eva, babasının aksine hızla odaya girmişti. Oturduğu koltuğun karşısına geçmiş, ellerini kavrayarak onu ayağa kaldırmıştı. İri, kahverengi gözleri korku içindeydi. Alice, sadece kardeşinin yüzüne bakarak korkunç gözüktüğünü çıkarabiliyordu.
"Robert ile konuştum. Ona her şeyi anlattım."
Alice'in fısıltısı, Eva'nın yanaklarını tıpkı onunkiler gibi kıpkırmızı yapmaya yetmişti. Her zaman kontrollü olmasıyla bilinen kız kendine hâkim olamamıştı.
"Ne yaptın sen ?"
İki kız kardeş fısıldaşırken, koridordaki babaları yanlarına gelmişti. Alice'in yüzünü gören adam, tıpkı Eva gibi dumura uğramıştı.
"Alice, tanrı aşkına bu ne hal böyle ?"
Alice herhangi bir şey söylemeden içini çekmişti, soluğu titriyordu. Durumun ne kadar karışık olduğunu gören Eva ise onu kollarının arasına alıp sarılmıştı. Tıpkı kardeşi gibi gözleri dolu doluydu.
"Alice artık bizimle olamayacağı için üzülmüş baba. Hepimiz koşturduğumuz için onunla ilgilenemedik. Yüzbaşı onunla ilgilenmek istemiş olmalı."
Thomas, Eva'nın sözleri ile birlikte usulca başını sallamıştı. Yaklaşıp kızlarını ayırmış, sonrasında ise Alice'in kızarmış yanaklarını avuçlarının içine almıştı. İnce yüzünde hüzüne bulanmış bir mutluluk gizliydi. Uzanıp kızının alnını öpmüştü.
"Sakın ağlama güzel kızım, sen hep bizimle olacaksın."
Aralarında daha fazla konuşma olmamıştı. Şapelden yükselen ilahi sesleri artık törenin başladığını gösteriyordu. Alice babasının koluna girmişti. Kilisenin dar ve loş koridorlarından geçip şapele geldiklerinde, içine derin bir nefes çekmişti. Pek büyük sayılmayan mabet adeta hınca hınç doluydu. İçeriye adım attığı an, tüm gözlerin üzerinde döndüğünü hissetmişti. Küçük çocukların söylediği ilahiye rağmen, adeta fısıltıları duyduğunu hissediyordu.
Eğdiği başını kaldırdığında mihrapta, rahibin önünde onu bekleyen Robert'ı görmüştü, arkası dönmüş onu bekliyordu. Şapelin mihraba giden uzun koridorunun sonuna geldiğinde, babası onu basamağa çıkarmıştı. Robert o an yüzünü dönmüştü. Adamın gözlerindeki parlaklığın sönüp gittiğini görebiliyordu.
Mihrapta yan yana geldiklerinde, ilahi söyleyen çocuk korosu susmuştu. Önlerinde durdukları rahip boğazını temizledikten sonra konuşmaya başlamıştı.
"Bugün buraya bu kutsal birlikteliğe şahit olmak adına toplanmış insanlar, Tanrı aydın yüzünü size göstersin ve size lütfetsin; Tanrı yüzünü size çevirsin ve size esenlik versin. Burada bu kişilerin yasal olarak evlilikle birleşmelerine engel olacak haklı bir neden gösterebilecek birisi varsa ya şimdi konuşsunlar ya da sonsuza dek sessiz kalsınlar."
Alice, imkânsızı beklediğini biliyordu. Fakat tam o an, birinin çıkıp itiraz etmesini ummuştu. Eva olabilirdi, annesi ya da babası. Bu itirazın en çok da Benjamin'den gelmesini beklerdi. Kuzeni hiçbir zaman Robert ile olan ilişkisini onaylamamıştı.
Fakat şapelde bir ölüm sessizliği hâkimdi. Bunun üzerine rahip incilden alıntılar yaparak evliliğin önemini anlatmış, birlikteliklerini kutlamak için uzun uzun dua etmişti. Nikâh törenine geldiğinde, ellerini kaldırmalarını istemiş ve Robert'ın elinin üzerine Alice'in elini bırakmıştı. El ele tutuşmalarını sağladıktan sonra tekrar boğazını temizlemiş ve devam etmişti.
"Siz Robert Doyle, şu anda elini tuttuğunuz Alice Princeton'ı karın olarak kabul ediyor ve Tanrı'nın ve bu tanıkların huzurunda, ikiniz de hayatta olduğunuz sürece ona sadık, sevgi dolu ve adanmış bir koca olmaya söz veriyor musunuz?"
Robert herhangi bir tereddüt duymadan, soğuk sesi ile kabul etmişti.
"Veriyorum."
"Siz Alice Princeton, şu anda elini tutmakta olduğunuz Robert Doyle'u yasal ve evli kocanız olarak kabul ediyor ve Tanrı ve tanıkların huzurunda, her ikiniz de hayatta olduğunuz sürece, ona sadık, sevgi dolu ve itaatkâr bir eş olmaya söz veriyor musunuz?"
Alice elinde olmadan yutkunmuştu. Hala şiş olan gözlerinin Robert'ı bulmasına engel olamamıştı. Adamın yüzü adeta kaskatı kesilmişti. Rahibin üzerinde olan gözleri ona dönmüyordu. Bir an, sadece bir an kabul etmemeyi düşündü Alice. Fakat cesareti buna yetmemişti. Boğuk sesi ile artık karısı olduğu Robert'ın söylediğini tekrarlamıştı.
"Evet, veriyorum."
"Ülkemizin yasalarına uygun bir şekilde evlilikte birleşmiş olan bu kişileri ben şimdi Tanrı'nın buyruklarına göre karı koca ilan ediyorum. O halde Tanrı'nın birleştirdiğini, insan ayırmasın."
Bunun üzerine kilisede bir alkış kopmuştu. Rahip dua ederek elinde tuttuğu altın hacı başlarının üzerinde gezdirip evliliklerini kutsamıştı. Tören bittiğinde Alice, babasının elinde Princeton olarak çıktığı mihraptan Robert'ın elinden bir Doyle olarak iniyordu.
Törenin sonunda, Robert ile el ele şapeli terk edip bahçeye çıkmışlardı. Düğünü planlarken herhangi bir kutlama yapılmamasını, bunun yerine büyük bir aile yemeği yenmesini ön görmüşlerdi. O an, anne ve babası şapelde insanların tebriklerini kabul ediyorlardı. Robert ve o da bahçeye ilerledikleri müddetçe karşılaştıkları herkesin tebriğini almışlardı. Fakat eski nişanlısı, yeni haliyle kocası bunun için özel bir zaman ayırmayı planlamıyordu. Kilisenin kapısında bekleyen süslenmiş üzeri açık at arabasına doğru ilerlerken adamı çekiştirip durdurmuştu.
"Ne yapıyorsun? "
Robert'ın gözleri üzerine dönmüştü. Adam, ona bakmaktan rahatsız oluyormuşçasına dişlerini sıkmıştı.
"Gidiyoruz."
"A-ama ye-mek verilecek, ailemle-"
Robert konuşmasına izin vermeden elini kavrayıp onu da kendi ile birlikte yürümeye zorlamıştı. Bahçeden çıkıp toprak yoldaki arabanın önüne geçtiklerinde, adeta kalbinin sıkıştığını hissediyordu. Bu arabaya binip Riverwood'a gittiğinde, olacakları düşünmek bile istemiyordu, hazır değildi.
"Bö-böyle bir şey o-olmaz, gi-gidemem. Aileme ne di-diyeceğim? Onlarla ve-vedalaşmadım bile."
Robert, arabacılarını beklemeden kapılarını açmıştı, konuşurken karısının yüzüne bakmaktan kaçınıyordu.
"Vedalaşmana gerek yok, çok geçmeden aralarına döneceksin."
"Robert-"
Alice'in cümlesi Robert'ın omzunu kavraması ile kesilmişti. Dışarıdan bakıldığında, yeni evli damat karısına arabaya binmesi için yardım ediyormuş gibi gözüküyordu. Fakat Robert, direnen Alice'i omzunu kavrayarak adeta zorla düğün arabalarına bindirmişti.
"Açıklama yapman gereken tek bir kişi var, o da benim. Şimdi çeneni kapa ve şu arabaya bin."
Alice, daha fazla direnmemişti. Yanaklarında birkaç damlanın ıslaklığını hissediyordu. Robert ile birlikte arabaya binmiş, adamın yanına oturmuştu. Başını kaldırıp kilisenin bahçesini izlediğinde, şapelden çıkan Evangeline, Jane ve Benjamin'i görmüştü. Ayrıldığını gördüğünde, iki kız adeta koşarak bahçeyi arşınlamıştı. Benjamin ise kilisenin kalabalık kapısında öylece duruyordu. Gözlerindeki yaşların bununla sıklaştığını hissetti Alice. Elini kaldırıp yanaklarını sildi. Kız kardeşi ve kuzeni arabalarına yaklaşırken, bağlı atlar arabacının kamçısı ile hareketlenip toprağı dövmüşlerdi. Dişlerini sıkan Alice boğazından yükselen hıçkırığı tutmuştu. Arabaları kiliseden ayrılırken arkasını döndü, Evangeline ve Jane oldukları yerde kalmış onu izliyorlardı. Gözyaşlarının arasından belli belirsiz gülümseyip el sallamıştı.
Alice Princeton'ın, yeni haliyle Alice Doyle'un ailesi ve âşık olduğu adamla vedası bu kadar kısa ve buruk olmuştu.
Yazan ; İlknur DUMAN
* * *
Hepinizden beklettiğim için özür diliyorum ♥️ Elimdeki birikmiş bölümler bitti artık el mahkum yazacağız 😸 Sizce bölümler cuma mı gelmeli yoksa cumartesiye alsak mı ? Gerçi pek cuma kuralına riayet etmiyorum ama olsundu siz yine de fikrinizi paylaşabilirsiniz 😸 Geçen bölüm yorumlarınız için çok teşekkür ediyorum,hepsi çok kıymetli 🥰♥️ Haftaya görüşene kadar kendinize iyi bakın, sizi öpüyoruum 😽😽
Bạn đang đọc truyện trên: AzTruyen.Top