ÜÇ


Shawn'ın ortadan kaybolmasının ardından çıkan dedikodular adeta bir çığ gibi büyümeye devam ediyordu. Bir sabah uyandığında kocasını öldürüp arka bahçesine gömdüğünü iddia ederlerse hiç şaşırmayacaktı.

Yıllar öncesine geri dönmüş gibiydi. Kelly şirketlerinin en küçük hissedarı olduğu zamanlarda yaptığı ufacık bir hatanın bedelini günlerce sokağa çıkamayarak ödemişti. Magazinlerde boy boy çıkan yarı çıplak fotoğrafları, ailesini kaybetmenin acısının ardından çok daha ağır bir bedel olmuştu Olivia için. Gazetelerin attığı acımasız başlıkları bugün bile hatırlıyordu.

OLİVİA KELLY BAR ÇIKIŞI KAMERALARA YARI ÇIPLAK YAKALANDI

GENÇ MİRASYEDİ AİLESİNİN SERVETİNİ ÇILGIN SEKS PARTİLERİNDE Mİ YİYOR?

UYUŞTURUCU VE ALKOLLE YAS TUTMAK YENİ KELLY GELENEĞİ Mİ?

KELLY İMPARATORLUĞU ÇÖKÜŞE Mİ GEÇİYOR?

Olivia o zamanlar acılı ve tecrübesiz bir gençti. Hata yapmaya müsait yaşının verdiği toyluğun üzerine bir de yanlış ilişkiler de eklenince kelimenin tam anlamıyla dibe batmıştı. 'Tek bir gece' dedi kendi kendine, tek bir gecede hayatı yüz seksen derece yön değiştirmişti.

Ara sokaklarda daha önce hiç ayak basmadığı bir barda yaşını büyük gösterecek sahte bir kimlikle acısını alkolle boğmaya çalışmıştı. Ne ailesini kaybettiği gerçeği, ne sorumlulukları düşünmek zorunda olmadan yüksek sesli müzik, sigara dumanı ve terden ıslanmış bedenler... O an kendine iyi geleceğini düşündüğü tek şey bunlardı. Karanlık ve pis kokulu bir odada uyanıp tanımadığı bir adamın altında ve elbiselerinin çoğu üzerinden çıkarılmış olarak gördüğünde kâbus başlamıştı.

Karşısında sabırsızlıkla oturan ve onu sorularıyla köşeye sıkıştırmaya hazırlanan kadınlı erkekli topluluğa baktı. Patlayan flaş ışıklarından rahatsızlığını belli etmemek için önündeki suya uzandı. Solunda oturan Joana açılış konuşmasını yaparak sözü Olivia'ya verirken ona güven verircesine gülümsedi.

Artık otuz bir yaşındaydı, on yedi değil. Heyecanlı bir gazeteci ilk sorusunu sorduğunda kendine bunu hatırlattı.

"Bayan Bennett, son zamanlarda eşiniz ile sizi bir arada görüntülemekte zorlanıyoruz. Bay Bennett'in düğünden hemen sonra bir seyahate çıktığı söyleniyor, bu doğru mu? Ayrıldığınız dedikodularına ne cevap vereceksiniz?"

"Düğünümüz ve ertesi gün boyunca bizi yeterince sık görüntülediğinizi düşünecek olursak, ilk sorunuzu manasız buluyorum. Bay Bennett'in bir süreliğine şehir dışına çıktığı doğru. Ancak ayrı çıktığımız her seyahatte bize ayrılık yakıştırması yapmanız ne kadar uygun sizce? Eşimle aramızda herhangi bir problem olmadığını açık yüreklilikle söyleyebilirim."

Başka bir gazeteciden, "Peki neden balayına çıkmaktan vazgeçtiniz? Düğün gecesi aranızın bozuk olduğuna dair söylentiler var? Buna Bay Bennett'in düğüne istenmeyen akrabalarını davet etmesi sebep olabilir mi?" diye başka bir soru gelince, Olivia soruyu soran genç adama baktı. Gözlüklerinin altından zeki ve küçümseyen bakışlarını fark etmemek imkânsızdı.

"Balayından vazgeçtiğimizi de kim söyledi? Şu sıralar ikimizin de işleri de fazlasıyla yoğun olduğu için bir süreliğine erteledik sadece. Ayrıca düğüne eşimin akrabalarının katılmasından daha doğal ne olabilir ki?"

Aynı gazeteci, "Öyleyse Bay Bennett'in balayı süitinize hiç girmediği ve gece yarısına doğru oteli terk ettiği gerçek değil?"

Olivia gerildiğini belli etmemeye çalıştı. Havanın sıcak olması, üzerine bir de yoğun ışıkların baskısıyla sırtından aşağıya bir ter damlasının yavaş hareketlerle süzüldüğünü hissediyordu.

Basınla nasıl konuşması gerektiğini, karşılarına hangi sorularla gelebileceklerini ve cevaplarını Joana ile çok önceden belirlemişlerdi. Yine de bunu eyleme dökmek sanıldığı kadar kolay değildi. Birçok kez iş sebebiyle kalabalık topluluk önünde konuşmalar yapmış, ezeli rakiplerine karşı ateşli tartışmalara katılmıştı. Ancak iş şahsi meselelere gelince kendini akvaryumdaki bir balık kadar ürkek hissediyordu.

Joana'ya kısa bir bakış attıktan ve karşılığında güçlü bir baş onayı aldıktan sonra gazeteciye döndü.

"Bakın Bay... Affedersiniz isminiz neydi?"

"Andy Griffiths."

"Bay Griffiths. Öncelikle size dedikodu kaynaklarınızı değiştirmenizi tavsiye ederim. "İnsanlar düğün gecelerinde bazı küçük sürprizler için odalarından çıkmak isteyebilirler." Adamın şaşkınlıkla açılan gözlerinden güç alan Olivia ipleri eline aldı. "yoksa balayı gecesi odadan çıkmamak bir kural mı?"

"Elbette yok ama..."

"Başka mantıklı sorusu olan? Sanırım yok. Güzel. Çünkü Kelly ailesinin başarılarını, ülkeye olan yatırımlarımızı ve verdiğimiz vergilerin miktarıyla devlete sağladığımız güven ve desteği düşünmeksizin böyle aslı astarı olmayan sorularla spekülasyon yaratmak isteyen insanların, dolayısıyla rakiplerimin ekmeğine yağ sürdüğünüzü düşünmeye başlıyorum. Çalıştığınız gazeteyi daha esaslı haberlerle okumaya alışkın olduğum için, bu tutumunuz beni fazlasıyla hayal kırıklığına uğrattı doğrusu. Hiçbirinizin benimle şahsi bir probleminiz olmadığına emin misiniz?"

Muhabir ona atılan keskin bakışların altında koltuğunda büzüşüp kalmıştı.

"Sizi temin ederim böyle bir şey yok efendim..."

"Bunu bilmek güzel. Herkes bilsin ki, Bay Bennett ile aramızda tatsız bir durum hiç yaşanmadı. Bizi sık görüntüleyememenizin sebebi yeni evli bir çift olmamız ve kendimize biraz vakit ayırmak istememizdir."

Ağzının payını alan son muhabirden sonra diğer gazeteciler sorularını daha dikkatli seçmeye başlamıştı. Gelen soruların hemen hemen hepsi birbirinin aynıydı. Olivia her cevapta dikkatliydi. Ancak son sorusu, "Boşanacak mısınız?" olan bir gazeteciyi terslememek için kendini zor tuttu.

Joana, "Saygıdeğer basın mensupları, toplantımız sona ermiştir. Geldiğiniz için hepinize teşekkür ederiz." diyerek ayağa kalktı.

Olivia yerinde hareketlenince, basın toplantısı boyunca sessizce diğer yanında oturan Betty de onunla birlikte kalkmıştı. Üç kadın dik duruşlarını bozmadan salonu terk ettiler.

Joana kalabalığın arasından Olivia'yı ustalıkla geçirdikten sonra, salondan çıkar çıkmaz hızla asansörlere yöneldi.

Susmak bilmeyen muhabirler, kapılar yüzlerine kapandığı hâlde, birbirlerini ezecek şekilde mikrofonlarını onlara uzatmaya devam ediyorlardı.

"Yüce Tanrım."

Olivia sırtını asansör duvarına yaslayarak elleriyle çelik boruları sıktı. Şakaklarına güçlü bir ağrı saplanmıştı. Bu insanların onunla derdi neydi böyle? Habercilik uğruna insanların hayatlarını böyle zalimce eleştirmekten ne zevk alıyorlardı?

"Çok iyiydin canım." diyen Joana dostça omzunu sıvazladı. "İnan bana oldukça iyi idare ettin. Söylediklerinin hepsi basını uzun bir süre oyalamaya yetecektir."

"Nereye kadar peki? Shawn ortaya çıkmadığında bu kez daha acımasız olacaklardır."

Asansör zemin kata geldiğinde kapılar açıldı ve lüks otelin lobisi göründü. Kırmızı halının üzerinde yürürken ve tüm bakışlar üzerlerindeyken tedirginliğini belli etmemeye çalışıyordu.

"Haklısın. Ama biz de elimiz kolumuz bağlı oturmayacağız. Eğer Shawn ortaya çıkmazsa, biz onu buluruz."

"Bunu nasıl yapacağız söylesene? Londra'da onu aramadığım hiçbir yer kalmadı. Adam buhar olup uçtu sanki. Bazen evliliğimin bir hayalden ibaret olduğunu düşünmeye başlıyorum. Eğer basının hakkımızda yazdığı o saçma sapan hikâyeler ve çekilen fotoğraflar olmasa, rüya gördüğümü sanabilirdim."

"Ne derler bilirsin; eğer bulamadıysan yeterince aramamışsın demektir."

"Bu da o özlü sözlerinden biri mi? Kimin söylediğini de söyle."

"Hatırlamıyorum. Hem ne önemi var ki?"

Arabanın yanında hazır bekleyen Olivia'nın şoförü onları görür görmez hızlı bir baş selamıyla kapıları açtı. Betty ön tarafa geçerken iki kadın bej rengi deri döşemelere yerleşiyordu.

"Peki, tamam. Aklında ne var?"

"Güven bana ve öğleden sonraki tüm programını iptal et. Seni biriyle tanıştırmak istiyorum."

Joana, küçük çantasından cep telefonunu çıkarıp birkaç tuşa basarken, dar kesim eteğinin altından görünen düzgün bacaklarını üst üste atmış, ceketinden ilk iki düğmeyi açmıştı.

Kadının resmi kıyafetle rahat edemediğini bilen Olivia gülümsedi.

"...ona Joana arıyor deyin." derken arkadaşı başparmağını onaylarcasına havaya kaldırdı. "Eminim benimle görüşmek isteyecektir."

Joana yıllar önce kalemiyle ona acımasızca saldıran kurt sürüsünden biriydi. Fakat sanıldığı kadar acımasız değildi. Olivia ile özel bir röportaj yapacak kadar öne geçmeyi başardıktan sonra hikâyesini dinlemiş ve nasıl olduysa dürüstlüğüne inanmıştı. Dahası, Olivia'yı düze çıkaracak harika bir yazı dizisi hazırlamıştı. O günden beri iyi arkadaşlardı.

"Selam Stevens. Ben Who Boss'dan Joana Philips. Senin sesini duymak da güzel. Bana yıllar önce bir borcun olduğunu söylemiştin. İşte, sana borcunu ödemek için fırsat." Joana şuh bir kahkaha attıktan sonra devam etti. "Elbette hayatın boyunca bunu başına kakmaya devam edeceğim. Tamam. Yarım saat içinde vereceğim adreste ol."

Tam yarım saat sonra, St. Jame's Park'ın yakınlarında sahil kıyısındaki bir balık restoranındalardı. İçerisi yeşil ve geniş yapraklı bitkilerle süslenmiş, mavi boyalı duvarlarına irili ufaklı yağlı boya liman resimleri asılmıştı. Çok şık bir yer sayılmazdı ancak birbirinden uzak olan masalar oldukça temizdi. Joana'nın burayı neden seçtiğini daha kapıdan girdiği an anlamıştı. Nezih görünüme rağmen restoran gözlerden uzak ve sakindi. Kimse, özellikle kan emici gazeteciler Olivia'nın buraya geleceğini tahmin edemezdi.

İki kadın karşılıklı oturacak şekilde yapay bir süs havuzunun yanındaki masaya geçtiler. Garson hızla gelip siparişlerini almak istediğinde, somon balığından önce aperitif olarak klasik bir beyaz şarap seçtiler.

"Arkadaşın Stevens nasıl bir adam?"

"Emekli bir ordu generali."

"Ordu generali mi?"

"Evet, ama dediğim gibi emekliye ayrıldıktan sonra kendine özel bir güvenlik şirketi kurdu. Daha önceleri yaptığı işlerden dolayı güçlü bir çevresi ve gizli bağlantıları olduğunu duymuştum."

"Gizli bağlantılar demekle neyi kastediyorsun? Casusluk filan mı?"

"Sayılır. Aslında Stevens devlet için çalışan üst düzey özelliklere sahip küçük bir timin başındaydı." öne doğru eğilerek kimsenin duymaması için sesini bir ton daha alçalttı. "Emrindeki adamların çoğu bir görevde ölünce ekibi dağıldı."

"Sen bunları nereden biliyorsun?"

"Karısı çok yakın arkadaşım."

"Ah."

"Bu tür adamların işlerini nasıl yaptıklarını biliyor musun?" Parmaklarıyla imza atar gibi bir hareket yaptı. "Tereyağından kıl çeker gibi. Eminim Shawn magmaya bile saklanmış olsa, onu bulup çıkaracak tek kişi Stevens'dır. İşte geliyor."

Olivia başını çevirdi ve karşısında ellilerinde çelik gibi bakışlara sahip uzun boylu bir adamla karşılaştı. Adam geniş omuzlarına oturan rahat takımının içinde oldukça profesyonel görünüyordu. Yer yer kırlaşmış saçlarını özenle taramış, ütülü gömleği ve düzgün takılmış kravatıyla Olivia'dan tam puan almıştı. Adam masalarına yaklaşırken gülümsedi. Tebessümünün sert yüz hatlarında çok eğreti durduğunu düşündü Olivia.

"Joana. Harika görünüyorsun!"

"Teşekkür ederim. Her zamanki gibi çok tatlısın."

"Ve böyle tatlı bir adamı kaçırdığın için pişman olmalısın."

"Hem de nasıl. Elizabeth'i kardeşim gibi sevmesem sana çok önceden kancayı takardım."

Adamın gülüşü bu şaka yollu flörtleşmeyle neşeli kahkahaya dönüştü.

"Bunu bir akşam bize yemeğe geldiğinde Liz'e de anlatmalısın. Belki beni çantada keklik olarak görmekten vazgeçer."

"Ah, merak etme söyleyeceğim." dedi Joana ona göz kırparak. "Seni yakın arkadaşım ve de patronum olan Olivia Susan Kelly Bennett ile tanıştırayım. Kendisi Kelly şirketler topluluğu ve gayrimenkullerinin sahibi. Olivia bu da arkadaşım Orlando Stevens."

"Memnun oldum Bayan Bennett." dedi adam ve kibarca dudaklarını elinin üzerine kondurdu. "Emrinizdeyim."

Olivia adamın samimi gülüşü ve içtenliğiyle rahatladığını hissetti. Joana ile şakalaşmaları ve aralarındaki samimiyet, aklındaki sert görev adamı imajını bir anda yerle bir etmişti. Bu adama güvenebileceğini hissediyordu.

Kısa bir sohbetin ardından yemekler geldi ve Joana hızla konuya girdi.

"Dinle Stevens. Olivia'nın bir sıkıntısı var. Ofisine de gelebilirdik fakat Olivia'nın senin şirketine geldiğinin duyulmasını istemiyoruz."

"Gizlilik benim işim Joana. Sorun nedir?"

"Sanırım konuyu sana Olivia'nın açıklaması daha uygun olur."

Olivia sıkıntıyla içkisinden minik bir yudum aldı. Sonra da bardağını, yanlış sıraya konulmuş çatal ve bıçaklarını düzeltmeden önce tabağının yanına bıraktı. Masa düzeninin istediği gibi olduğuna karar verdiğinde derin bir nefes aldı ve "Kocam kayboldu Bay Stevens..." diyerek anlatmaya başladı. "Ve sizden onu bulmanızı istiyorum."

.........

Kulaklığında çalan müziğin ritmi hızlandığında temposunu arttırdı. Gece yağan yağmur asfaltı ve ayakkabılarının içini çamurlu suyla doldurmuştu. Son bloğu da dönerek evinin sokağına yaklaştığında sekiz kilometrelik parkurunu tamamladığı için nefes nefeseydi.

Uzun yıllar yaptığı antrenmanlar ve zor şartlar altında çalıştığı işi, çoğunlukla güç ve enerji gerektirirdi. Ordu disiplini hiçbir şeye benzemezdi. Az uyku ve çok işe alışkın bir adam için sabahın üçüne kadar bar köşelerinde pineklemek ne kadar işten sayılabilirdi ki? Bazen Orlando'ya hak verdiği oluyordu. O silahlara, planlara ve heyecana alışıktı. Hayatının bu boktan düzenine ayak uydurmakta zorlanıyordu.

Bazen sırf değişiklik olsun diye başka bir şehre veya ülkeye taşınmayı düşünüyor, sonra bu fikirden vazgeçiyordu. Köklerine bağlı bir İskoç olsa bile Londra'da yaşamayı seviyordu. Bu güneşi az gören şehrin puslu havası onu evinde hissettiriyordu.

Terden sırılsıklam olmuş tişörtüne baktı ve kulübesini gördüğü an adımlarını yavaşlattı. Kalp atışlarının düzene girmesi için ağır ağır yürüyerek ön bahçeden içeri girdi. Birkaç basamağı çıkarak sundurmaya geldi. Kapı kilitli değildi. Bandit'in işini görmesi için gündüzleri hep açık bırakırdı. Kenar mahallelerde bunun tehlikeli olduğunu biliyordu fakat zaten çalınacak hiçbir şeyi yoktu. Öte yandan aklı olan hiçbir hırsız onun evine girmezdi.

Televizyonu eski, ev telefonu kırıktı. Değerli sayılabilecek tek eşya silahıydı. Onun yerini bulabilmek için ise basit bir hırsızın zekâsından çok daha fazlasına ihtiyaç vardı. Üstelik evde hiçbir işe yaramasa da iki metre boyutlarında dev, hantal bir köpek vardı.

İçeri girdiğinde en sadık dostu kapının yanında yine her zamanki yerinde pinekliyordu.

"Yine sabah şekerlemesi mi? Arada bir bacaklarını çalıştırsan fena olmaz."

Uyuyormuş gibi görünen köpek hiç tepki vermedi. Ne bekliyordu ki?

Hâlâ sık soluklar alıp veriyordu. Mutfak tezgâhının arkasına geçerek yüzyıllar öncesinden kalma gibi görünen ve titreyerek çalışan buzdolabının içinde ne var ne yok diye kontrol etti. Dolapta bir parça kurumuş peynir dilimi, büzüşmeye yüz tutmuş üzümler ve yarım kutu süt vardı. Harika. Çamaşırdan sonra bir de alışverişe çıkması gerekecekti şimdi. Oysa tüm günü televizyonda play-off maçları izleyerek geçirmeyi planlamıştı. Sehpanın üzerindeki dağınıklığa baktı. Uzaktan kumanda yine kayıptı.

"Kumandayı gördün mü?"

Köpeğin yanına yaklaştı ve mama kabındakilerin hepsini silip süpürdüğünü görünce genişçe sırıttı.

"Sessizliğinle beni protesto ettiğini düşünmemi istiyorsun ama iş mideye gelince benden çok yiyorsun."

Köpeğin açılmayan gözlerinin altında siyah burun delikleri genişleyip küçülürken genç adam biraz daha eğilip hayvanın kulağına fısıldadı.

"Dinle dostum. Bu evde ikimiz beraber yaşıyoruz. Ben çalışıyorum ve sen de yiyorsun. Bundan hiçbir şikâyetim yok. Ancak özel eşyalara dokunmamak konusunda seninle anlaşmıştık. Kumanda benim, terlikler senin. Bu düzene uymayı istemiyorsan ödül kemiğini unutabilirsin."

Bandit aniden gözlerini açınca Max genişçe sırıttı. "İşte böyle." Elini cebine atarak kemik şeklindeki bisküvileri gösterdi. Köpek iştahla yalandı.

"Şimdi git ve kumandayı bul. Yoksa bunların hepsi benim olur."

Elbette köpek bisküvisi yemeyecekti. Sadece bir kez denemişti ve o da evde atıştıracak bir şeyler kalmadığı içindi. Gerçi, görevdeyken mecbur kaldığında yediği şeylerle karşılaştıracak olursa, köpek bisküvisi içlerinde en masum olanıydı.

Tehdit işe yaramıştı. Hantal köpek çok sürmeden kargaşanın arasına sakladığı kumandayla birlikte ortaya çıktı.

"Akıllı köpek." Max Bandit'in kalın tüylerini okşayarak onu ödüllendirdi. Sonra da bisküvileri önündeki kaba bıraktı. Isırık izleriyle dolu kumandadan televizyonu biraz kurcaladı, izleyecek bir şey bulamayınca da odasının yolunu tuttu.

"Ben duş almaya gidiyorum. Tabii sıcak su varsa. Bu arada biri gelecek olursa onu sakın içeri alma."

Bandit varlığını çoktan unutmuş, dişleriyle kıtırdatarak bisküvilerin tadını çıkarıyordu. Max başını iki yana salladı. Üçüncü dünya savaşı dahi çıksa Bandit'i yerinden kıpırdatamazlardı.

Banyodaki muslukları açtı ve üzerini çıkarmadan önce sıcak suyun gelmesini bekledi. Borulardan gelen tıngırtıya bakılırsa sular yine kesikti.

"Kahretsin." diyerek bir küfür savurdu. "Birisi bu s.ktiğimin evine neden çuvalla para ödediğimi bana anlatabilir mi?"

Banyoda elleri belinde durmuş kendi kendine söylenirken ön kapının açıldığını duyunca dikkat kesildi.

"Bandit! Sen misin?"

Ses yoktu. Evde yabancı birinin varlığıyla Max'in tüm hücreleri aniden alarma geçmişti. Eline geçirdiği uzun saplı bir fırçayı kaptığı anda elini silkeleyerek küfretti. Fırçanın sapı Bandit'in salyalarıyla kaplıydı. "Hay lanet." Parmak uçlarında sessizce oturma odasına yöneldi.

"Kim var orada?"

Arkası dönük hâlde, takım elbiseli bir adamın köpeğinin yanında çömeldiğini görünce gözleri kısıldı. Tam sopayı adamın kafasına indirmek üzere havaya kaldırmıştı ki, adam arkasını dönüp onu şaşırttı.

"Tanrı aşkına Orlando." diyen Max tuttuğu soluğu sesli bir şekilde bırakırken elindekini indirdi. "Evime sinsice girerken aklından ne geçiyordu?"

"Pek gizli girdiğim söylenemez. Kapı açıktı."

"Elimde silah olmadığına şükretmelisin dostum, yoksa o bilmiş suratında bir delik açardım."

"O sopayla arkamdan yaklaştığını fark etmediğimi mi sanıyorsun? Sence bana bir santim daha fazla yaklaşmana izin verir miydim?"

"Ne istiyorsun?"

"Konuşmak. Ama önce camları açalım istersen. Burası tıpkı domuz ağılı gibi kokuyor."

"Tacizlerine evimde devam edeceksin demek?"

"Her zaman boş konuştuğunu söylerdim hatırlıyor musun?" diyen adam kızgınlıkla arkasını döndü. "Bu konuda hâlâ aynı fikirdeyim. Buraya seni taciz etmeye değil, iş konuşmaya geldim. Gördüğüm kadarıyla bir düzene ihtiyacın var. Eğer kahrolası mesajlarını dinlemiş olsaydın daha rahat iletişim kurabilirdik."

Hafifçe omuz silken Max, "O mesajların hepsini dinliyorum." diyerek telefonun durduğu -eskiden durduğu- yeri işaret etti. "Sadece işime gelenleri yanıtlıyorum diyelim."

"O hâlde habersiz gelişime laf edemezsin. Özel bir iş var. Gizli. Senden başkasına güvenemem."

"Yapma..." diyerek bıkkınlıkla arkasını döndü Max. Mutfak tezgâhının üzerindeki raftan dolu bir şişe su alarak adama fırlattı. "Hiç vazgeçmeyeceksin değil mi?"

Orlando kaptığı şişeye baktı ve ardından onu Max'e hızla geri fırlattı

"Ciddi ol biraz Max. Buraya yalnız gelmedim. Dışarıda tanışmanı istediğim biri var."

Son söyledikleri Max'in ilgisini çekmişti. Su şişesini kafasına dikmeden önce kısık gözlerini adama dikti.

"Buraya yalnız gelmedim de ne demek?"

Tam o anda ayak seslerini işitti. Ve sineklik kapı açılarak içeriye Max'in daha önce görmeye alışkın olmadığı şıklıkta bir kadın girdi. Kadının sivri topukluları ahşap zeminde tıkırdayarak tam aralarında durduğunda Max gözlerini kadından alamamıştı.

Kadın başını kaldırıp geniş kenarlıklı şapkasının altından ona dikkat çekici güzellikteki gözleriyle baktı. İşte Max o an hayatının değişmek üzere olduğunu hissetmişti.

"Max, seni Bayan Bennett ile tanıştırayım. Bayan Bennett, bu adam size bahsettiğim en iyi dostum ve meslektaşım Maximilian Alexander Walker."

Bạn đang đọc truyện trên: AzTruyen.Top