ON



Ter tişörtünün altından sızıyordu. İki kolunda iki büyük kese kâğıdıyla zorlukla yürümeye çalışırken kapının sinekliğine bir tekme savurdu.

"İçeri geç ve hesap ver bakalım."

Bandit hemen arkasından seri adımlarla içeri girdikten sonra bir tekmeyle kapıyı arkalarından kapattı.

"Benimle alışverişe bu yüzden gelmedin demek. Komşunun köpekleriyle fingirdeşmek için." Kucağındakileri sertçe tezgâha bıraktı.

"Sakın bana masum rolü oynama! Sayende Birleşik Krallık'ın son yıllardaki köpek nüfusu yüzde seksen oranında arttı. Katkılarından dolayı hayvan barınaklarının sana madalya takacaklarını sanıyorsan, yanılıyorsun."

Bandit hiç oralı olmadan kuyruğunu sallayarak dinlenme minderine yayıldı.

Max ceketini çıkarıp koltuğun üstünde bir yere fırlattı. Aldıklarını birer birer tezgâhın üzerine çıkarırken bir yandan da söylenmeye devam ediyordu.

"Demek bana tavır yapıyorsun ha?" Fasulye konservesi, sosis, peynir ve domateslerin yanına bir kutu mısır gevreği, süt, bacon (domuz pastırması) tost ekmeği ve reçel çıkardı.

"Stevenslarda kaldığından beri huysuzluğun üzerinde. Aslına bakarsan..." dedi elindeki konserve kutusunu ona doğru sallayarak. "sezgilerim çok daha önce sendeki değişikliklerin farkında." Eline farklı markalarda iki kutu alarak Bandit'in yanına geldi ve onunla aynı hizaya eğildi.

"Şimdi söyle bakalım hangisiydi?"

Bandit Max'e ve üzerinde sevimli köpeklerin resimleri olan renkli kutulara bakarken gözlerini kırpıştırdı. Max sabırsız bir sesle, "Bu mu, yoksa diğeri miydi?" diye sordu. "Aramızın eskisi gibi olması için o kadının sana hangi lanet köpek mamasını yedirdiğini bilmek istiyorum."

Bandit tepki vermeyince Max burnundan soluyarak kutuları önüne bırakıp geri çekildi. "Sorununun bağışıklık sisteminden kaynaklanmadığını bilmeliydim. Veteriner bünyenin bir katırınki kadar sağlam olduğunu söyledi." dedi ve tezgâha dönüp aldıklarını buzdolabına ve dolaplara yerleştirmeye devam etti. "Hasta filan da olmadığına göre derdin ne peki söyler misin? O salon kadınına kaba davrandığım içinse bunu artık aştığımızı sanıyordum."

Yumurtalardan birini yere düşürünce küfretti. "Lanet olsun! Bugün neden tüm evren bana karşı? Bir market alışverişinin bu kadar zor olmaması gerekiyordu."

Öfkeyle bir süpürge almaya gitti. Geri döndüğünde ise köpeğinin aynı kayıtsızlıkla yerinde yattığını görünce daha da sinirlendi.

"Dinle koca adam! Burada seninle iletişim kurmaya çalışıyorum ama artık sabrım taşmak üzere. Mutlu olman için şu kahrolası kutulara kaç para ödediğimden haberin var mı senin?" Yere eğilip yumurta kabuklarını eliyle toplarken eline bulaşan sümüksü sıvı yüzünden yüzünü ekşitti.

"En azından yediklerini etrafa saçmamayı öğrenebilirsin." Süpürgeyle, köşedeki mama kabını işaret etti. "Her gün hem koca karılar gibi surat asmanı izlemek hem de kıçını toplamak zorunda değilim. Aramızdaki problem neyse çözmemiz gerekiyor, anlıyor musun? Şimdi!"

Bandit koca dilini ağzının kenarında gezdirdikten sonra yerinden kalktı ve ağır adımlarla koridorda gözden kayboldu. Max arkasından küfrederken dizlerinin üzerinde döşemeyi temizlemeye çalışıyordu. Çiğ yumurtalardan nefret ediyordu. Kafasını hızla kaldırdığında tezgâha çarptı ve ağrıyan başını tutarak bir küfür daha savurdu.

"Tek istediğim bu sabah kendime lanet bir omlet yapmaktı. Lanet. Olası. Bir. Omlet." Dizleri üzerinde bakışlarını tavana dikti.

Bandit dişlerinin arasına sıkıştırdığı bir temizlik beziyle geri döndüğünde Max ağrıyan başını ovmaya devam ediyordu.

"Sağ ol adamım. Gerçek bir dostsun."

Bandit ağzını açıp bezi yere bırakarak tekrar eski köşesine geri döndü.

Max nemli bezle yeri sildikten sonra bezi çöpe attı. Fırçayı daha sonra yıkamak üzere götürüp banyoya attı. Tişörtüyle kot pantolonunu da hızla çıkarıp kirli sepetine fırlattıktan sonra altında yalnızca iç çamaşırıyla geri döndü. O an farkına vardığı şeyle kırılan yumurta yüzünden kaybolan neşesi birden yerine geldi.

"Sanırım derdinin ne olduğunu buldum... Sorun o beyaz kız, değil mi?" Bandit'in kulakları aniden dikleşti. "Biliyordum, onu düşünüyorsun." Bunu daha önce neden akıl edememişti? Bandit'in davranışları o kadın ve sevimli köpeği evine günden sonra değişmişti. Nedenin kadının cömertçe ikram ettiği pahalı mamalar olduğunu zannetmişti. "Neydi adı? Tatlı'm."

Bandit dişinin ismini duyar duymaz birkaç kez yüksek sesle havladı. Tepkisi bir yabancıyı gördüğündeki kadar sert ve saldırgandı. Max dayanamayıp kahkahalarını serbest bıraktı.

"Vay canına! Demek aşk acısı çekiyorsun dostum?"

Bandit tekrar havladı.

"Aslına bakarsan ondan hoşlandım. Gerçekten. Sahibinden daha sıcakkanlı." Tavayı ocağa koydu ve altını yaktı. "Ve sanırım o da benden hoşlandı."

Max tereyağının erimesini bir tahta kaşıkla karıştırarak beklerken dönüp Bandit'e bir bakış attı. Hayvan artık ona bakmıyordu. Harika. Sonunda onu kızdırmayı başarmıştı.

"Bunun eski bir klişe olduğunu düşünebilirsin belki ama siz ayrı dünyaların hayvanlarısınız." Başını sallayıp buruk bir şekilde iç çekti.

Köpeğinin inler gibi cızırdadığını duyunca Max kendini birden kötü hissetti.

"Haklısın. Zengin kız fakir oğlan hikâyelerinin geçmişte kaldığını ben de biliyorum. Bu konuda kendini kötü hissetmeni istemem dostum. Ama şu da bir gerçek ki, o kızın tenini yumuşacık yapan şampuanları bile dünyanın öbür ucundan gelirken, kendimizi kandırmayalım ha, ne dersin? Tüyleri, tüyleri demek istemiştim." Çırpılmış yumurtaları cızırdayan yağa atarken kendini düzeltti.

Patlayan yumurtalar her yana sıçramaya başlayınca ocağın altını kıstı ve yanan elini sallayıp küfrederek tost makinesine dört ince dilim ekmek koydu. Sonra da çöpleri atmak için daha büyük bir çöp poşeti açarak kapının kenarına bıraktı. Köpek mamalarından birini açtı ve Bandit'in kabını doldurdu.

"Biliyorum. Sana o kocaman gözlerini dikip baktığında kendini onun için her şeyi yapabilecek kadar güçlü hissediyorsun. Bir anda dünyanın efendisi olmayı ve o gözlerdeki hüznü çekip almak istiyorsun. Yalnızca yanında olmak bile seni mutlu etmeye yetiyor. Sesini duymak yorgun kalbini hareketlendirdiği için kimse seni suçlayamaz."

Sonunda kahvaltı tepsisiyle kendisine sehpada bir yer açarak kanepeye yerleştiğinde Bandit başını yana eğmiş ona acıyan bakışlar atıyordu. Yemeğe başlamadan önce portakal suyundan büyük bir yudum aldı.

"Ama bazen aradaki farklılıkları gösteren o görünmez çizgiyi anlaman gerekiyor. Güven bana... bu şekilde daha az acı çekersin."

Sessizlik içinde kahvaltılarını etmeye devam ettiler. Ancak ikisinin de iştahı eskisi gibi değildi. Sonunda Max yarısı yenmemiş tepsiyi bir kenara itip sehpanın üzerindeki dosyalara uzandı.

"Çalışmaya devam etmeliyiz. O kocası olacak piçi bir an önce bulmalıyım. Ona söz verdim ama doğrusunu istersen nereden başlayacağımı ben de bilemiyorum." dün gece not aldığı bir peçeteyi çıkararak, odanın içinde telsiz telefonunu aramaya koyuldu.

"Bak sana ne diyeceğim? Eğer yine eskisi gibi benimle uzlaşırsan, bir dahaki sefere seni o dişinin yaşadığı yere götürebilirim." Hafifçe omuz silkti. "Hem prenseslerin de soytarılara ihtiyaçları vardır değil mi?"

Max bir süre odadaki dağınıklığın içinde dolaşarak telefonunu aradı. "Nerede şu kahrolası telefon? Neden aradığım zaman bulunmaz ki?"

Bacağının arkasına değen sert şeyle irkilince telefonunun Bandit'in dişlerinin arasında ve akıttığı salyalarla kaplanmış olduğunu gördü. Ufak bir teşekkür mırıldandıktan sonra köpeğin tüylerini karıştırdı. Telefonu önlüğüne kuruladı ve tuşlara basıp kulağına götürmeden önce ahizenin ıslak olup olmadığını kontrol etti.

Telefon ikinci çalışta açıldı.

"Stevens güvenlik. Size nasıl yardımcı olabilirim?"

"Selam Cate, Ben Walker. Stevens orada mı?"

"Hemen bağlıyorum Walker."

Max bir süre telefondaki klasik müziği dinledi.

"Yine ne var baş belası?"

"Sana da merhaba dostum, işler nasıl gidiyor?"

"Sen sorana kadar iyiydi."

"Güzel. Arayıp bugün dünyayı kurtarmaya kaç adım yaklaştın bir sorayım dedim."

Orlando homurdanırken Max arkasına yaslanıp sırıttı.

"Senin gibi pislikler yok olduğunda, emin ol dünya daha güvenli ve temiz bir yer olacak."

"Fazla stres yapma yaşlı adam. Yorgun kalbini düşün."

"Zırvalamayı kes de sadede gel Walker. Meşgulüm. Sabahın köründe beni rüyanda mı gördün?"

"Ben de meşgul bir adamım." dedi Max alınmış gibi yaparak. "Sadece yeni edindiğim bir bilgiyi soruşturabilir misin diye aramıştım. Bana her konuda yardımcı olacağına söz vermiştin."

"Ben ve koca çenem."

"Ayrıca rüyamda senden daha az kıllı ve daha kıvrımlı yaratıklar görmeyi tercih ederim."

Orlando öfkeyle tısladı. "Kapa çeneni artık da sadede gel."

"Bu sabah tersinden filan mı kalktın sen? Yoksa Liz ile yorgan altı işlerin iyi gitmiyor mu? Belki de şu mavi haplardan denemenin zamanı gelmiştir ha, ne dersin? Deneyenler iyi sonuç verdiğini söylüyor."

Max bir süre sessizliği dinledi. Orlando büyük ihtimalle sinirden elindeki kalemi filan ısırıyordu.

"Sen o hapları al da..." Max kahkahalara boğuldu

"Tamam, dostum. Bu sabah daha fazla sözlü sataşma yok, söz veriyorum. Şimdi söylediğim ismi not eder misin?"

"Her işi bana yaptıracaksan, sen ne halta yarıyorsun söylesene?"

"Ben işin beyin takımındayım. Sonra saha görevleri, seyahatler, sorgulamalar..."

"Şuna kadınla flört etmekten araştırmaya vaktim olmuyor desene?"

Max güleceği yerde birden ciddileşti. "Öyle bir şey yaptığımı düşünmüyorum. Bayan Kelly ile oldukça seviyeli bir iş ilişkimiz var."

Tamam, kadının hayallerini süslemediğini söyleyemezdi. Özellikle de göğüs... gözleri aklından bir an olsun çıkmıyordu. Ancak bu yalnızca iyi bir kadının inandığı ve güvendiği birileri tarafından dolandırılmış olmasını hazmedemediği ve ona yardım etmek istediği içindi.

Öte yandan Olivia gibi bir kadınla reenkarnasyon sonucunda bile olsa asla bir araya gelemezdi. Her ne kadar kıyafetleri gibi o düzgün topuzunu da bozmak için içinde sürekli artan acayip bir istek duysa da... Bu asla olmayacaktı.

"Zırva. Bana işin en eğlenceli kısmını sen yapıyor muşsun gibi geliyor?" dedi Orlando. Sesi şimdi daha keyifli çıkıyordu. Kahretsin! Onu köşeye sıkıştırdığını hissederse, dilinden asla kurtulamazdı.

"Dün gece Bandit'i almak yerine kadınla yemeğe gitmene ne demeli? Yanlış anlama sakın, Liz ve çocuklar o pire torbasına bayılıyor."

Max'in kaşları çatıldı ve birden keyfinin kaçtığını hissetti. "İnan bana dostum o kadınla çalışmak sandığın kadar eğlenceli değil."

"Eminim öyledir." dedi Orlando güldüğünü belli ederek. "Her neyse. Aradığın iyi oldu. Şu Budgard denen herifle ilgili anlatacaklarım var." Max konunun değişmesine sevinerek dikkat kesildi.

"Aslen Fransız. Adamın iki büyük oteli ve iyi iş yapan kumarhaneleri var. Aldığı birkaç vergi borcu dışında sicili temiz."

"Bundan emin misin?"

"Güven bana. Adamın kayıtlı tek bir trafik cezası bile yok. Aldığı uyarılar da işletmelerindeki gelişmelerle ilgili birkaç önemsiz pürüz, hepsi o kadar. Adamı nasıl azılı bir suçluya benzettiğini anlamakta güçlük çekiyorum."

"Bu çok tuhaf, yanılmadığıma o kadar emindim ki."

"Bence şu sıralar kafanı meşgul eden çok şey var. Ya da dikkatini dağıtan birileri mi demeliyim?"

"Dikkatim filan dağınık değil." diyerek aniden parladı. "Asla da olmadı, tamam mı? Sen araştırmaya devam et, o herifte bir pislik seziyorum ve bilirsin sezgilerimde asla yanılmam."

Bu kez Orlando gür bir kahkaha atınca Max'in kaşlarının arasında iki derin çizgi oluştu.

"Neye gülüyorsun söylesene?

"Sana," dedi Orlando gitgide artan bir keyifle. "Bence şu Bayan Bennett'dan cidden hoşlanıyorsun."

Bu tespit karşısında Max bir küfür savurdu ve telefonu karşı duvara fırlatma dürtüsünü bastırana kadar telefonu sıktı.

"Yanılıyorsun. O kadının nasıl bir... bir takıntılı manyak olduğundan haberin yok senin. Eminim dudaklarını sabunla iyice yıkamadan ve ağzını çamaşır suyuyla çalkalamadan önce kocasını öpmemiştir bile."

Olivia'nın dudakları ve bir adamla öpüşme düşüncesi kendini daha kötü hissetmesine neden olunca içinden lanetler okudu.

"Bu konuyu bir daha açmamak üzere kapatsan iyi olur. Sırf paraya ihtiyacım olduğu için bu işi kabul ettiğimi biliyorsun. İşim bittiğinde o kadını bir daha asla görmek istemiyorum."

"Ve onu öpmeyi de aklından hiç geçirmiyorsun, öyle mi? Belki de bana önerdiğin şu mavi haplara senin ihtiyacın vardır."

"Tanrı aşkına Orlando, o evli bir kadın."

"Ve sonsuza kadar o aptal evliliği sürdürmeyecek kadar akıllı bir kadın. Dahası, kibar ve görgülü. Sanırım senin bu tiplerle takılmayı sevmediğini unutmuşum. Boş ver. Hadi bana şu ismi ver de işime bakayım. Sen de aklını kadının dudaklarından çok kocasını bulmaya versen iyi edersin. Böylelikle aradaki nikâh problemi sandığından çok daha çabuk çözülür."

Max en iyi arkadaşına daha fazla şeyler- ağır şeyler- söylemek istediyse de yapamadı. Öfkeyle soluyarak saydığı isimlerden sonra telefonu kahkahalarla gülen adamın suratına kapattı.

"Bu adam yaşlandıkça giderek daha çekilmez olmaya başlıyor." Bandit'e bakmadan etraftan bazı çöpleri toplamaya ve kâğıt çöpleri sinirle avucunda birinin kafasını ezer gibi sıkıştırmaya başladı.

"Şu dosyalara yeniden göz atmadan önce ortalığı biraz toplasak fena olmaz. Neyin nerede olduğunu bulmak samanlıkta iğne aramaya benziyor. Sonra da seninle Buzlar Kraliçesinin malikânesine çalışanlarını sorgulamaya gideriz, ne dersin?"

Max bunları söylerken ve yerden çoraplarını alırken Bandit'in arkasından çöpleri çöp poşetine taşıdığını görünce gülümsedi. Anlaşılan küçük dostu o eve gideceği için ondan daha heyecanlıydı.

Hayır dedi içinden. Heyecanı yalnızca hedefine odaklandığı içindi. Bunun Buzlar Kraliçesiyle ilgisi yoktu.

......

Olivia çalışma masasında oturmuş dalgınlıkla parmağındaki yüzükle oynuyordu. Evlendiği gün nişan yüzüğüyle yer değiştiren, minik pırlanta taşların zarif zikzaklarla çevresini sardığı pahalı ama sade yüzüğünden dakikalardır gözlerini alamıyordu. Bir çiftin birbirine bağlılık yemini etmesinin en büyük sembolü olan bu yüzük şimdi ona bir prangadan farksız geliyordu.

Hayatı bu hale nasıl gelmişti? Kendini böyle bir çıkmaza nasıl sokmuştu?

Parmağına gittikçe bol geldiğini düşündüğü yüzüğü evirip çevirmeye devam etti. Max'in dün gece Shawn için söylediklerinden sonra içinde bazı şeylerin koptuğunu hissediyordu. Hayır. Aslında ondan çok daha önce, otel odasında bir şişe Don Perignon ile baş başa sabahlamak zorunda kaldığında kalbinden gelen çatırtıları duymuştu.

Kandırılmış, dolandırılmış ve terk edilmişti. Artık gitmeden önce Shawn'ın kasasını soyduğundan tamamen emindi. Gerçi güvenlik şirketinin verdiği bilgilere göre kasa en son davetin olduğu gece açılmıştı ve maalesef oto-fotoda herhangi bir yüz yoktu.

Olivia o gece dostlarıyla evinde küçük çaplı bir kutlama yapıyordu ve kasayı o gece açmadığına emindi. Konukları bir hayli çoktu. Yine de Olivia Max'le listeyi çıkarırken pek fazla zorlanmamıştı. İş ortakları, arkadaş çevresi ve çalışanlarıyla otuz kişilik olan gruptan Shawn haricinde hangisinin bu işi yapabilecek cesarette olduğu sürekli aklını kurcalıyordu.

Shawn'ın o gece yanından hiç ayrılmadığını düşünüyordu. O halde kasayı iş birlikçisi açmıştı? Öyleyse kim? Kimsede en ufak bir tuhaflık sezmemişti. Gerçi o gece çok heyecanlıydı. Yakın dostlarına düğün için belirledikleri tarihi açıkladıklarında Olivia midesine düğüm üstüne düğüm atıldığını hissediyordu.

Şimdi ise hisleri öylesine körelmişti ki, onu kocası gibi bile hissedemiyordu. Shawn Bennett ona tamamen yabancı biriydi artık.

O an aldığı ani bir kararla parmağındaki alyansı çıkararak çekmecelerden birinin içine attı. Çekmecede Shawn'a ait anılardan oluşan fotoğraf yığınını görünce duraksadı. Fotoğraflardan birini eline aldı. Birlikte bir hafta sonu gittikleri seyahatte çekilmiş karede Shawn bir kolunu Olivia'nın beline dolamış gülümsüyordu. İsviçre'de bir kayak merkezindelerdi. Olivia kendi gülüşünün gerçek olduğundan emindi. Ancak yanındaki adamın yüzü ona ahlaksız bir dolandırıcının yüzü gibi görünüyordu.

Resmi hızla çekmeceye fırlattı, sonra da telefona uzanıp birkaç tuşa bastı. "Selam Carter. Nasılsın?"

Karşı taraftan gelen tok sesle omuzlarını daha da dikleştirdi.

"Teşekkür ederim, iyiyim. Yani daha iyi olduğum günler vardı elbette." diyerek acı acı güldü. "Her neyse, benim için bir iyilik yapabilir misin? Shawn Bennett adına bir boşanma davası açmanı istiyorum. Hayır. Beni yanlış duymadın. Boşanmanın yanında yüklü bir de tazminat almamızı sağlayacak evraklarla birlikte seni bu öğleden sonra evimde bekliyorum. Şirket olmaz. Bu bilginin gizli tutulması gerektiğini hatırlatmama gerek yok sanırım. Evet. Anlayışın için teşekkür ederim Carter. Bugün kendime izin verdim. Sekreterin randevu saatini bir an önce asistanıma bildirirse sevinirim. Teşekkürler. Sana da iyi günler."

Telefonu sertçe yerine bıraktıktan sonra ciğerlerindeki havayı sesli şekilde üfledi. Nedense omuzlarındaki ağırlığın bir kısmının hafiflediğini hissediyordu. Üstelik boşanma fikri onu sandığı kadar etkilememişti.

"Kaybedecek neyin kaldı ki?" diye boş odada mırıldandı. Ardından Betty'nin onun için hazırladığı programı gözden geçirdi. Bugünkü toplantılarının birçoğunu Linda'ya paslamıştı ve önemli olanları tele-konferans sayesinde halledecekti.

Yarım saat sonra işlerine ara vermek için odasından çıkmak üzere kapıyı açtığında şoförüyle burun buruna gelince afalladı.

"Andrew? Burada ne işin var?"

"Affedersiniz Bayan Bennett, sizi korkutmak istememiştim."

"Sorun değil. Sadece boşta bulundum. Bir problem mi vardı?"

"Ben, Beatrice'e bakmıştım."

"Aşağıda olduğunu sanıyordum. Mutfakta ya da kütüphanede yok mu?"

"Baktım ama onu göremedim. Belki de hava almak için bahçeye çıkmıştır. Neyse. Sanırım onu dışarıda arasam iyi olacak."

"Bir dakika Andrew. Eğer bir sorun varsa bana da söyleyebilirsin?"

"Hayır. Hiçbir sorun yok, merak etmeyin."

Adamın temkinli gülüşü Olivia'yı ikna etmemişti. Yine de üstünde duracağı bir mevzu olmadığını düşünerek adamın telaşla merdivenlerden koşturuşunu izledi.

O anda aklına gelen bir başka adam Max'di. Adamın şu anda nerede ve ne yapıyor olabileceğini düşünmeye başladı. Saat öğlene geliyordu. Bu saatte uyuyor olamazdı. Belki de erkenden kalkıp yine koşmaya gitmişti. Ve sonra da duş alacak ve... Adamın terli, ıslak ve çıplak vücudunu akan suyun altında hayal ettiğini fark edince birdenbire irkildi. Bu da nereden çıkmıştı şimdi?

İçinden kendini azarlayarak merdivenlerden aşağıya inmeye başladı. Max Walker, yeryüzünde çıplak ve ıslak olarak hayalini kurabileceği son erkekti. Tüm bunları düşünmesinin tek sebebi, adamın dün gece taksisine aniden ve ıslak halde binmesi yüzündendi.

Mutfağa gitmek üzereyken sahanlıkta Tatlı'm onu karşıladı ve havlayarak bacaklarının arasında dolaşmaya başladı.

"Merhaba güzelim. Ne o, canın mı sıkıldı?" Minik köpek daha çok havlayınca gülümsedi. "Belki de çay içmeden önce seninle biraz hava almaya çıkmalıyız, ne dersin?"

Minik köpek tekrar havlayınca, Olivia daha geniş gülümseyerek tüylerini okşamaya başladı. Shawn'ın hayatına kattığı tek güzel şeyin bu sevimli köpek olması ne tuhaftı. Oysa Olivia Tatlı'm hayatına girene kadar köpekleri sevdiğinden bile habersizdi. Bu sevimli tüy yumağı ona en yakınındaki insanların bile yapamadığını yapıyor, hem sakinleştirip hem de eğlendiriyordu.

.....

"...evet, anne biliyorum, haklısın seni daha sık aramalıydım. Çok üzgünüm. Merak etme iyiyim ve her şey yolunda." diyen Max, o sırada baş belası bir somunu sıkmakla meşguldü. Bir elinde kurbağacık anahtarı diğerinde lavabo borusuyla eviyenin altındaki dolaba girmişti.

"Ponny nasıl? Demek yeni bir erkek arkadaşı var. Aslında bu bilgiye ihtiyacım olduğundan pek emin değilim. Hım... demek iyi bir çocuk ve onu mezuniyet balosuna götürecek. Dinle anne şu an gerçekten kapatmam gerekiyor. Bunları daha sonra konuşmaya ne dersin? Hayır hayır. Seni atlatmaya falan çalışmıyorum. Tekrar arayacağıma ve önümüzdeki ay evde olacağıma söz veriyorum tamam mı?" bir boruyu daha sıkıştırırken küfrettiği sırada, anında annesinden bir azar işitti.

"Hayır anne sana küfretmiyordum. Yalnızca lanet bir gider borusuyla başım belada o kadar. Beceriksiz değilim. Kendim halledebilirim. Beni babamla karıştırma lütfen!"

Tam da bulaşıkları yıkayacağı sırada tıkanan lavabo yüzünden Max'in başı beladaydı ama gittikçe kolaylaşıyor gibiydi. Hatta şu son somunu sıktıktan sonra birikintileri ve ıslanmış zemini temizleyerek... Yüzüne su fışkırmaya başlayınca kükreyerek küfretmeye başladı.

"Lanet gider borusuna küfrediyordum. Mutfağımın orta yeri tıpkı bir fosseptik çukuruna dönüşmüşken ancak bu kadar kibar olabiliyorum."

Max annesinin uysal ve sakinleştirici sesine karşılık bir ergen gibi gözlerini devirdi. "Teşekkür ederim, ben de seni seviyorum. Babama onu da sevdiğimi söyle. Ponny'i daha sonra arayıp şu erkek arkadaş konusunda onunla ciddi ciddi konuşacağım."

Annesinin son kelimelerini Bandit'in havlaması üzerine duyamamıştı. Max arkasını dönüp baktığında hayvanın delirmiş gibi kapıyı tırmaladığını gördü.

"Anne üzgünüm ama bu kez gerçekten kapatmam gerek. Sanırım kapıda biri var." Max bunu söyledikten sonra plastik eldivenleriyle bir tuşa basarak telefonu tezgâhın üzerinde bir yere fırlattı.

"Sakin ol bakalım koca adam. Dışarıda neler oluyormuş bir bakalım."

Max havlayıp duran ve bacaklarının arasında hararetle dolaşan köpeğin yanından uzanıp önce tel kapıyı ardından da diğerini açtı. Ve Olivia'yı görünce donup kaldı.

Olivia da onunla aynı tepkiyi vermişti. Max kendine gelemeden Bandit hızla bacaklarının yanından koşarak genç kadının üzerine atıldı. Olivia hayvanın tüylerini nazikçe okşamaya başladı.

"Merhaba Walker. Umarım zamansız ziyaretim yüzünden rahatsız etmiyorumdur."

"Burada ne arıyorsun?"

Olivia dev köpek onu bırakıp arabasına doğru koşarken arkasından bakamadı. Cüssesiyle kapı pervazına yaslanmış olan adamın görüntüsü onu bir şok dalgası gibi çarpmıştı.

Adamın üstü neredeyse çıplaktı. Hatta dizlerinin altında kalan kısımdan göründüğü kadarıyla alt kısmı da öyle. Üzerinde yalnızca sıfır kollu bir atlet, mutfak önlüğü ve plastik eldivenler vardı. Onlar giysi bile sayılmazdı. Adamın terle kaplı pazıları ve ıslanarak alnına yapışmış saçlarını görmek, uygun bir zamanda gelmediğini ona hatırlatıyordu.

Max ona tek kaşını kaldırmış meraklı gözlerle bakarken Olivia konuşabilmek için kelimeleri bulmayı denedi. Ancak adamın Adonis heykeli gibi karşısında dikilmesi durumu gittikçe zorlaştırıyordu. Sonunda yutkunarak boğazını ıslattı.

"Aaa... ben... şey," dedi elindeki gittikçe ısınan telefonu işaret ederek. Bir anda avuç içleri terlemeye ve yanaklarına hızla kan pompalanmaya başlamıştı. "Gelmeden önce seni aramayı denedim, fakat telefonun sürekli meşguldü."

Max kalın kaşlarını havaya kaldırdı ve kollarını geniş göğsünün üzerinde sertçe kavuşturarak iki basamak yukarıda tepesinde bir kule gibi dikilmeye başladı. Olivia adamın çıplak kollarına ve önlüğünün altından belli olan göğüs kaslarına bakmamak için bakışlarını şapkasının altında saklamaya çalıştı. Londra'da yaşayan bir adama göre cildi sörfçülerinki kadar parlak ve bronz görünüyordu.

"Telefonda annemle konuşuyordum. Aradığında eğer beni evde yakalarsa kapatması asırlar sürer."

"Anlıyorum. Ben, uygunsuz bir vakitte geldiğim için gerçekten çok üzgünüm."

"Sorun değil. Eğer sebebini de söylersen üstesinden gelebiliriz."

"Ne?"

Max'in çarpık gülüşü dudaklarına yayıldı. Kadının o karamel rengi gözleriyle ona bakmamak için sarf ettiği çaba adamı eğlendiriyordu. Karşısına bu kılıkta çıkmak istemezdi ama yapacak bir şey yoktu. Ne de olsa misafir umduğunla değil bulduğunla yetinmeliydi.

"Buraya kadar yalnızca merhaba demek için uğramadın, değil mi?"

"Ah! Ben, evet. Yani akşamki yemek için teşekkür etmek istemiştim." Genç kadının özellikle resmi konuşarak araya mesafe koymaya çalıştığını biliyordu.

"Dün akşamın sonunda bunu yapmadığımı fark ettim."

"Neyi?"

"Teşekkür etmeyi."

"Ve?"

"Ve işte buradayım."

Max'in gözleri kuşkuyla kısıldı.

"Kibar bir kadın olduğunu biliyorum Olivia, fakat şehrin ta öteki ucundan buraya sırf kuru bir teşekkür için uğramadığına eminim."

"Aslında sebebi yalnızca bu değil..."

Olivia ayaklarının ucuna bakarak iç geçirdi. Çevreden meraklı komşuların bakışlarını üzerinde hissedebiliyordu. Ve tabii Max'in de. Olivia boynundaki fuları çekiştirmemek için kendisiyle mücadele etti. Bu sıcak havada fular takmak hiç iyi bir fikir değildi.

"Bugün işe gitmeyerek kendime izin verdim. Bu öğleden sonra avukatımla bir randevum vardı, fakat ne yazık ki son anda bir davaya girmesi gerektiği için iki saatlik bir ertelemeye takıldı." Olivia eliyle şapkasının altından kurtulmuş, rüzgârla yüzüne çarpan ince bir saç telini kulağının arkasına sıkıştırırken adamın boyundan aşağısı yerine içleri ışıl ışıl yanan gözlerine bakmaya çalışıyordu. Gözlere odaklan.

"Ben de bu arada belki sizi öğle yemeğine davet edebilirim diye düşündüm? Şimdi düşününce, sanırım başka bir zamana ertelesek daha iyi olacak."

"Durumun kötü göründüğünün farkındayım. Lanet su borular yüzünden."

"Su boruları mı?"

"Daha doğrusu gider boruları. Sizi içeriye davet etmek isterdim fakat içerisi pek müsait değil."

Olivia da istemiyordu. Dahası adamla bu kılıktayken bir odanın içerisinde baş başa kalma fikri bile karnının ağrımasına sebep oluyordu.

"Sorun değil. Bu kötü bir fikirdi. Unutun gitsin."

Olivia gitmek üzere döndüğü sırada bir el koluna yapıştı ve onu hızla çevresinde döndürdü. Max yüzüne aç bir kurt gibi bakarken Olivia kalbinin teklemesine bir anlam veremiyordu.

"Hayır, bence harika bir fikirdi." dedi Max yeşil gözleri ışıltılar saçarak.

"Öyle mi?"

"Çok açım."

"Sahi mi?" Olivia havanın giderek daha sıcak olduğunu düşündü.

"Hı hı. Ve uzun zamandır ev yemeği yemiyorum."

"Bu harika."

Max başıyla onayladı. Gözlerinde haylaz bir çocuğun pırıltıları vardı.

"Anlıyorum." dedi Olivia, aralarında uzun bir sessizlik yaşandı.

"Bandit'in de bizimle gelmesi sorun olur mu?"

"Kimin?"

"Bandit." dedi Max gülümseyerek. "Köpeğim."

"Ah hayır. Hiç sorun değil."

"O halde geliyoruz."

"Arabada bekliyorum."

Max içeri girmek için döndüğü sırada Olivia adamın dar baksırında, tam poposunun üzerine denk gelen yazıyı gördü ve gülmemek için kendini zor tuttu.

Isır Beni!

Adam tel kapının ardında gözden kaybolana kadar bekledi. Sonra da kendini tutamayıp kahkahalarla güldü.

Bạn đang đọc truyện trên: AzTruyen.Top