BİR



"Se-ni," Hık! "lanet olasıja" Hık! "herif!" Hık! "Bana bunu ya-yapamazsın."

"Beni buna sen mecbur ettin dostum."

Yağmurun ıslattığı soğuk kaldırımda ayaklarının dibindeki adam dolaşan diliyle ağzında bir şeyler daha geveledikten sonra, yerde sessiz bir şekilde yatmaya devam etti.

Max birkaç adım daha yaklaşıp adamın başucunda durdu. Sanırım sızmıştı.

Karanlık sokağın bir ucundan diğerine bıkkınlıkla bir bakış attı. Lağımlardan yükselen beyaz dumanlar sisli Londra havasına karışıyor, sokağın başındaki tek yıldızı bile hak etmeyen dükkânlardan birbirine karışmış ağır yemek kokuları sokağı aynı çöken sis gibi dolduruyordu. Bir kedi çöp bidonlarından birini devirince ses ıssız sokakta gök gürültüsü gibi yankılandı.

Max cebinden sigara paketini çıkarıp bir tanesini dudaklarının arasına aldı. Yakmayacağını biliyordu. Hiçbir zaman yakmazdı. Sigara içmeyi tamı tamına altı ay, üç hafta, beş gün ve on sekiz saat önce bırakmıştı. Saydığından değildi tabii. Sadece dudaklarının arasında olmamasına henüz hazır değildi. Tütünün o baştan çıkarıcı ham kokusu burun deliklerine dolarken adamın aniden öğürerek yerde kıvranmaya başladığını görünce dişlerini sıktı.

Ağzıyla içmeyi bilmeyen insanların sırf cebinde parası var diye bir mekâna girmelerinde ve sarhoş olduktan sonra da sağa sola saldırmalarından bıkmıştı. Öfkelenmemesi gerektiğini biliyordu. İşi güvenliği sağlamaktı ama Tanrı biliyor ya bazen bu geceki gibi sabrını zorlayan oluyordu ve Max bu işe daha ne kadar dayanabileceğini bilmiyordu.

Özel yapım saatine baktığında kronometresi ona eve gidebilmek için iki saati daha kaldığını söylüyordu. Ceketinin yakalarını düzeltirken bir düğmesinin kopmuş ve kol altının sökülmüş olduğunu fark etti. S.ktir!

Bu elindeki en iyi takımlarından biriydi. Dolabında yalnızca iki takımı olduğu aklına gelince, adamı hırpalamaktan daha fazlasını yapmadığı için pişmanlık duydu.

İç geçirirken bundan iki sene evvel hayatının ne kadar düzenli ve iyi gittiğini düşündü. Evliydi ve Birleşik Krallık'ın uluslararası haber alma servislerinden birinde bir işi ve onu seven arkadaşları vardı. Orduya çok genç yaşta yazılmış, zamanla işinde en tepeye kadar ulaşmıştı. Zorlu takipler, akıl almaz suikastler ve İngiltere'nin en önemli adamlarını koruma görevini üstlenmişti. İşinde iyiydi fakat bir koca olarak o kadar da iyi sayılmazdı.

Bir süre sonra karısının istediği şeyin sadece seksten ibaret olmadığını anlaşılmıştı. Evliliğin ilk zamanlarında uzun iş seyahatlerine ve gece mesailerine katlanan Emily sonunda isyan etmişti. Günler, bazen haftalar süren işleri yüzünden evini ihmal ettiğinin farkındaydı. İşini önemsiyordu. Kadının istediği pembe panjurlu bir ev ve dizinin dibinden ayrılmayacak, onu her hafta sonu barbekü davetlerine ya da akşam yemeklerine götürecek bir kocaydı. Max öyle biri değildi ama belki olabilirdi. Şimdi düşününce biraz çabalamanın kimseye zararı olmayacağının farkındaydı.

Belki de onun gibi bir adamın bir kadınla evlilik gibi bir bağ kurması başlı başına bir hataydı. Öyleyse neden evlenmişti? Aşk için mi? Hiç sanmıyordu. Emily güzel ve hoş bir kadındı. Başlarda onunla iyi anlaştığını ve ortak yönlerinin olduğunu sanmıştı. Arkadaşlarından çoğu evliydi ve çocukları, düzenli olmasa da mutlu bir hayatları vardı. Max kendisinin de bu lükse sahip olabileceğini düşünmüştü. Ne yazık ki kadınların işleyişini anlamak onun için silahlardan daha zordu.

Her gün bitmek bilmeyen kavgalara bir yenisi daha ekleniyordu. Max zamanla kendisiyle birlikte evlendiği kadını da mutsuz ettiğini fark etmiş ve işini bırakmasına sebep olan olaydan bir yıl sonra evliliğine son vermişti.

Emily'i değil ama işini özlüyordu. Köpekler gibi hem de. Keşke zamanı geri alabilseydi. Belki o zaman o göreve asla gitmez veya daha farklı bir yol izlerdi. Ölümüne sebep olduğu arkadaşlarıyla cenazedeki aileleri gözünün önüne geldikçe, MI6'dan ayrılarak doğru kararı verdiğine inanıyordu. Artık işe yaramaz herifin tekiydi.

Yerde kımıldamakta olan sızmış adama bakıp kaşlarını çattı. Acaba onu evde bekleyen birileri var mıydı?

"Hey Max?" diye seslendi kapıdan bar sahibi Rom. "O hergelenin bu gece bana verdiği zarar bir yüzlükten fazla. Sakın tahsilatı yapmadan onu bırakayım deme!"

Max sigara izmaritini dudaklarının arasında çevirirken adamın ceplerini yoklamaya başladı.

Gerilen düğmelerinden fırlayacakmış gibi duran göbeğinin altındaki kemer iyice gerilmişti. Adamın eskiden beyaz olan gömleği şimdi kırış kırıştı ve ceketi Tanrı bilir neredeydi. Vücudunu güçlükle çevirdikten sonra arka cebinden cüzdanına ulaştı. İçinde yeterince banknot olmasına sevinmişti. Görünürde pek çulu olan bir herife benzemiyordu ama zaten paranın kimde olduğu insanın yüzüne bakınca da anlaşılmıyordu.

Bir yüzlüğü bar sahibine diğerini ise takımına zarar verdiği için kendisine ayırdıktan sonra cüzdanı yerine koyup adamı tekrar düzeltti.

"İşlem tamam."

"Güzel. Şimdi onu götür buradan."

Max omzunun üzerinden adamı ürkütecek bir bakış fırlattı.

"Oradan bakıldığında bebek bakıcısına filan mı benziyorum?"

"Elbette hayır."

"İyi. Çünkü değilim."

Yaşlı adam yüzünün yarısını kaplayan beyaz sakallarının arasındaki ince dudaklarıyla bir küfür mırıldandı.

"Aslında tam olarak söylemek istediğim şey-"

Tam o esnada yerdeki adam yeniden öğürmeye başlayınca kusmuğu bir adım geriye sıçrayan Max'in ayakkabılarını kıl payı sıyırdı.

"Hay s.keyim! Bu işten nefret ediyorum."

Sarhoşu kusmuğunun içinde bırakıp şaşkın bar sahibinin yanına yürüdü.

"Onu arka sokağımda öylece bırakamazsın."

"O halde evine kadar kendin taşı."

"En azından bir taksi çağıramaz mıydın?"

"Neden sen yapmıyorsun?"

Max ceketinin yakalarını düzelterek koridordan müzik seslerinin geldiği yöne doğru yürürken bar sahibi arkasından söylenmeye devam ediyordu.

"Ha, bu arada biri barda seni soruyordu. Arkadaşınmış. İsmini söylemişti ama unuttum."

Max kim olduğunu biliyordu. Britanya'da onu bu köhne barda bulabilecek tek bir adam tanıyordu. Ve çok geçmeden adamı giydiği pahalı takımının içinde, bar taburelerinden birinde oturmuş ona sırnaşmakta olan bar sineklerinden biriyle sohbet ederken buldu. Ellilerinin sonunda ve hâlâ bir aktör kadar yakışıklı görünen Orlando önündeki gazetenin üzerindeki bardağıyla oynuyor, onunla flört etmeye çalışan kadının her lafına karşılık sessizce gülümsüyordu.

Max çaktırmadan yanındaki tabureye oturup arsızca sırıttı. Barmaide göz kırparak ona 'her zamankinden' işareti çaktı. Kadın titrek bir gülümsemeyle karşılık vererek yarım duble doldurduğu bardağı tezgâhta ona doğru kaydırdı. Max içkisinden ilk yudumu alırken bile adam varlığının farkında değildi.

"Güzel karın şu an yaptığın şeyi görse hakkında ne düşünürdü Orlando?"

Adam irkildi ve başını çevirip Max'e kibirli bir bakış atarken,

"Herhalde yakışıklı bir adam olduğum için çekim alanıma çok fazla kadının girdiğini." diye cevap verdi.

"Dikkat et de o kadınlar pantolonunun içine de girmesin."

Adamın kaşları çatıldı. "Liz ona sadık olduğumu bilir. Ben karımı asla aldatmam."

"Bahse var mısın?" demeden önce kadehinden bir yudum daha aldı Max. "Çünkü şu halini görse Liz'in senin derini yüzeceğine ve kalın derinden kendine yeni bir çift ayakkabı yapacağına karşılık tüm mal varlığımı ortaya koyabilirim."

"Tek mal varlığının avucunda tuttuğun testislerin olduğunu düşünürsek ilgimi çekmediğini bilmeni isterim."

Max başını geriye atıp gür bir kahkaha patlatınca, içki servisi yapan kadınlardan biri iç geçirerek kirpiklerinin üzerinden genç adama baktı. Orlando da gülmeye başlamıştı. Max kadehini onunkine tokuşturup yudumladı.

"Her zaman müthiş bir espri anlayışın olduğunu düşünmüşümdür dostum. Bu seni çekilir bir adam yapıyor."

"Karım da aynısını söylüyor."

Orlando'nun yanındaki kadın konuşulanlardan sonra orada fazlalık olduğunu anlayınca şansını başka masada denemeye karar verdi.

"Liz nasıl? Ya çocuklar?"

"Hepsi iyi. Büyüğü bu hafta sonu bir okul gezisine katıldı. Su canlılarını incelemekle ilgili garip bir araştırma mı ne yapacaklarmış. İki günlük bir kamp gezisi. Ufaklık ablasının yokluğunda bu akşam evde kız kıza pijama partisi yapmak istedi. Bu yüzden Liz'i ve beni evde istemedi. Ben de bu fırsatı değerlendirip karımla baş başa yemeğe çıktım. Biraz dolaştıktan sonra onu yeniden eve bıraktım ve gelip seni bir kontrol edeyim dedim."

"Her şey yolunda o halde."

"Benim açımdan öyle ama senin için," derken çevreyi işaret etti Orlando. "aynısını söylemem mümkün değil."

"Ben iyiyim merak etme." Max omuz silkti. "Hayatım pekâlâ yolunda benim."

İçki bardağını avucunda döndüren Orlando dudak büktü. "Külahıma anlat onu sen."

"Bir daha ki sefere onu da yanında getirirsen anlatırım."

"Yapma Max! Böyle yerlerin adamı olmadığını daha kaç kere anlatmam gerekiyor sana. Şu haline bir bak!"

"Ne varmış halimde?"

"Ucuz fahişelerin çalıştığı bir barda üç kuruşa fedailik yapıyor, bayat içki ve kusmuk kokuyorsun." Orlando onu koklayıp yüzünü buruşturdu. "En son ne zaman banyo yaptın Tanrı aşkına?"

"Sanırım geçen hafta, neden sordun?"

"Yüce Tanrım..."

"Şakaydı. Sadece üç gün oldu."

Adam yeniden homurdanırken Max sırıttı. Onunla uğraşmaktan zevk alıyordu.

"Ne demek istediğimi gayet iyi anladın seni budala ama o kadar kalın kafalısın ki, bir türlü kendine itiraf edemiyorsun."

"Dinle Orlando, yaşamımı idame ettirmek için faturalarımı ödemeye ve lanet karnımı doyurmaya ihtiyacım var. Bunun için de düzenli bir işim olmalı."

"Bende onu söylüyorum işte! Neden burası yerine yeniden benimle çalışmıyorsun?"

"Kalsın. Şirketin gayet iyi sende iyi anlayışlı bir patronsun ama iş tanımın bana pek uymuyor. Beni en son gönderdiğin güvenlik işinde yaşananları hâlâ unutmadım."

Max ünlü bir film yıldızının korumalığını yaptığı zamanları hatırlayınca aniden ürperdi. Kadının lanet bir egosu ve bağırdığında camı çerçeveyi titretecek kadar tiz bir çığlığı vardı. Max kadının güvenliğinden sorumlu olacakken sonunda kadının peşinde ayak işleri için koşturan bir kukla olup çıkmıştı. İstifa etmesine lüzum kalmamıştı çünkü kadın ilk turnesinde Orlando'dan yerine başka birini bulmasını istemişti.

Diğer işlerde de benzer sebeplerle hüsrana uğramıştı. Bir senatörün oğluna şoförlük dersi vermek ya da kayıp bir kız çocuğunu aramak ona göre işler değildi. Kızın oyun evinin bahçesinde bir köpek kulübesinde saklandığını öğrendiğinde, Max insanların onunla çalışmak için mi, yoksa dalga geçmek için mi para ödediklerini sorguluyordu.

Orlando'yla MI6'da dost olacak kadar uzun süre birlikte çalışmışlardı. Adam emeklilik primlerini -Max'in karısına nafaka olarak ödediğinin aksine- iyi bir yatırım olarak kullanmış, özel bir dedektiflik ve güvenlik şirketi kurmuştu.

Max'in başına gelenlerden sonra ona kaç kez yardım etmeyi teklif etmiş, defalarca iş bulmuş, yeri geldiğinde de borç vermişti. Max yaptıkları için arkadaşına ölene dek minnettar kalacaktı. Ne yazık ki hiçbir iş ona göre değildi. Sonunda hayatını düzene sokmakta başarısız olduğunu kabul etmiş ve pes etmişti. Bunda anlaşılmayacak ne vardı?

"Hangi işin sana göre olduğunu bildiğini sanmıyorum. Hepsine ayrı bahaneler uydurdun. Senin derdin ne?"

"Belki de yalnızca rahat bırakılmaya istiyorumdur." Max içkisinin son yudumunu kafasına dikerken masalardan birinde bir hareketlenme gördü. Gözlerini kısarak sigara dumanının havada oluşturduğu sisin arasından karanlık köşeye doğru baktı. İki adam tartışmaya başlıyordu. Kahretsin.

"İşte bunu kafandan silsen iyi edersin. Pis nefesimi daima ensende hissedeceksin. Benden o kadar kolay kurtulamazsın."

Max göz ucuyla adamların tartışmalarının boyutunu tartarken en azından beş dakikası daha olduğunu hesapladı.

"Benim için yaptıklarını takdir ediyorum Orlando ve inan bana sana ne kadar teşekkür etsem azdır. Senden tek istediğim lanet işine bakman ve beni rahat bırakman. Ve eğer nefesinin koktuğunu düşünüyorsan gidip bir naneli şeker çiğne."

Orlando homurdanarak içkisini zorlukla bitirdi. "Bu berbat içkiye ve sana katlandığım için gerçekten aklımı kaçırmış olmalıyım."

Max'in dudaklarının kenarı yukarı kıvrıldı. Sonra gözü önlerinde duran gazetedeki baş sayfa haberine takıldı.

BUZLAR KRALİÇESİ SONUNDA GÖNLÜNÜ ÇALMAYI BAŞARAN ESRARENGİZ BİR ADAMLA DÜNYA EVİNE GİREREK JET SOSYETEYİ ŞAŞIRTTI.

Başlığın altında bir düğün fotoğrafı vardı. Smokin giymiş ve saçları özenle taranmış yakışıklı bir adamın elini tutan, zarif ve uzun bir elbise giyen gelinin fotoğrafı kilise çıkışında uzaktan çekilmişti. Kadının kibar tebessümü yüzünü kaplayan kocaman şapkasının altından hafifçe belli oluyordu. Adamın gülümsemesi ise diş macunu reklamlarındaki gibi ışıl ışıldı. Alkışlayan konuklar ve basın iki tarafta etten bir duvar gibi sıralanmışlardı.

"Ne düşünüyorsun?"

Max gözlerini haber kupüründen ayırmadan eliyle gazeteye vurdu.

"Bazen hayatının yolunda gitmesi için annenin karnında şanslı bir piç olarak doğman gerektiğini düşünüyorum."

Orlando haber başlığını görünce sırıttı. "Herkes o kadar şanslı doğmuyor ne yazık ki. Bazı piçlerin şanslarını kendileri yaratmaları gerekiyor."

"Haklısın." dedi Max ve kavganın şiddetlendiğini fark ederek yavaşça ayağa kalktı. Gitme vaktiydi.

"Nereye?"

Max arkadaşının omzuna vurmak için bir anlığına durdu.

"Eve git dostum. Orada seni bekleyen mükemmel bir karın ve harika çocukların varken onların tadını çıkar. Beni düşünmekten vazgeç. Berbat içkin müesseseden." Barmaide tekrar göz kırptı. Kadın uysalca başını sallayarak mesajı aldığını belirtti.

Max giderken Orlando arkasından seslendi.

"En azından bir dahaki sefere sana bir teklifle geldiğimde bana hayır demeden önce düşüneceğini dair söz ver."

Max, gülümserken başını sağa sola sallıyordu. "Evine git Orlando."

Orlando bir küfür savurdu.

.........

Saçındaki son tokayı da çıkararak birbirine eşit mesafede olacak şekilde masanın üzerine yan yana dizdi. Çözülen iri telli bukleler sırtından aşağıya bir şelale gibi dökülüyordu. Saç fırçasını eline alarak ayna karşısında her gece yaptığı gibi fırçalamaya başladı. Tam elli kez.

Bu alışkanlığı ona annesi öğretmişti. Yatmadan önce elli fırça darbesi saçlarını yumuşatıyor, yan tarafından sarkıttığı tek bir kalın örgü sabaha dek birbirine girmesini engelliyordu. Fakat bu gece saçlarını örmeyecekti.

Yüzündeki makyajın bir kısmını çıkarmış, yalnızca parlatıcı ve biraz allık bırakmıştı. Ne de olsa düğün gecesiydi. Her zamankinden biraz daha özel hissetmeliydi.

Bir gün önce Shawn ile şehrin en eski kiliselerinden birinde dünya evine girmişlerdi. Mihrapta onu bekleyen adam, yakışıklılığı ve gülüşüyle etrafa adeta güç ve enerji saçıyordu. Olivia daha onu tanıdığı ilk gün bu gülümsemeye hayran kaldığını düşünüyordu.

Shawn ile bir iş yemeğinde tanışmış ve yemekten sonra geçtikleri barda geç saatlere kadar sohbete dalmışlardı. Adam başlarda sahibi olduğu lojistik şirketiyle, Olivia'nın yurt dışından getirttiği özel mallarının ulaşımını sağlamak için anlaşma yapmaya çalışıyordu. Daha sonra ise adam onunla ilgilendiğini belli etmişti.

Shawn'ın alanında ne kadar tecrübeli olduğunu bilmiyordu ancak iş kadınları etkilemeye geldiğinde tam bir uzman olduğunu düşünüyordu. Bakımlı ve şıktı. Ağzı iyi laf yapıyordu. Daima nazik ve düşünceliydi.

Olivia çekimser bir kadın değildi. Erkeklerle başarısız deneyimlerinden sonra aşk hayatıyla iş hayatını karıştırmamayı öğrenmişti. Özellikle o berbat uçak kazasında sevdiği iki insanı kaybedip yalnız başına kaldığında insanlara güvenmek daha da zorlaşmıştı.

Pek de yalnız sayılmazdı gerçi. Şirketin başına geçene kadar amcası ve yengesi daima ona destek olmuş, onlar öldükten sonra da kuzeni Linda sağ kolu olmuştu.

Yine de konu erkekler olduğunda temkinli olmaya çalışıyordu. Onların bir kadın üzerindeki olumsuz etkilerini, bir gülüşün ne kadar tehlikeli olabileceğini biliyordu. Çevresindeki erkeklerin çoğu servetinin peşindeydi. Geriye kalanlar ise yalnızca klişe derecesinde romantikti.

Oysa Shawn onlardan çok farklıydı. Daha ilk günden onun ne kadar asil ve gururlu bir yapıya sahip olduğunu anlamıştı. Sıra dışı bir girişimciydi. Üstelik zengindi. Yani Kelly gayrı menkullerine ihtiyacı yoktu. O sadece Olivia'yı sevdiği için onunla evlenmek istiyordu. Bunun doğruluğunu hissetmek sonunda nikâh masasına oturtacak gücü kendisine vermişti. Ve işte, şimdi buradaydı.

Kocası düğünden bir gün sonraki resepsiyon bitince konuklarını uğurlamış ve ertesi günkü balayına çıkmadan önce ülkenin en prestijli otellerinden birinde bir balayı suiti kiralamıştı.

Düğün gecelerini evlerinde de geçirebilirlerdi fakat Shawn baş başa olmakta ısrar etmişti. Bu gece hiç kimsenin onları rahatsız etmesini istemiyordu. Yalnızca o ve yakışıklı kocası.

Fırçalama işi bitince her zaman kullandığı pahalı parfümünden boynuna ve bileklerine bir miktar sıktı. Ayağa kalkıp boy aynasında kendine bakınca yanaklarının hafifçe kızarmaya başladığını fark etti. Genç bir bakire değildi ama uzun zamandır girdikleri seks perhizi bu gece sona erecekti. Olivia bu sürede o kadar kızışmıştı ki fikir ondan çıktığı için şimdi kendisini tokatlamak istiyordu.

Üzerinde fildişi renginde dizlerini örten sade, dantelli bir gecelik vardı. İnce askıları ve zarif işlemeleriyle göğüs oluğunu tamamen ortaya çıkarıyor, arkadan beline kadar oyulan kısmı çıplak sırtını açıkta bırakıyordu. İki yanındaki derin yırtmaçlar baldırlarını seksi bir şekilde gösterirken, kloş etekleri hareketlendikçe biçimli bacaklarını sergiliyordu. Daha önce böyle seksi şeyler giymeyi umursamıyordu. Oysa şimdi...

Geceliğin yumuşacık ipek kumaşında ellerini gezdirdi ve o gece uzun zaman sonra ilk defa Shawn'la karşılaşacağı için tuhaf hissetti. Shawn'ın da resepsiyon boyunca gergin olduğunu fark etmişti. Belki de hissettiklerinde yalnız değildi.

Açık renk döşenmiş yatak odasına ve saten beyaz çarşaflarla kaplı dört direkli karyolaya baktı. Acaba Shawn gelmeden önce kısa bir duş alsa mıydı? Hayır, hayır. Buna hiç gerek yoktu. Daha akşamüzeri hazırlanmadan önce duşunu almıştı. Terlediğini sanmıyordu. Yine de koltuk altlarını bir kez daha kokladı. Sonra da gidip yatağın üstünde yamuk duran bir yastığı düzeltti. Annesinden ona miras kalan bir şey daha...

Düzensizliğe asla tahammülü yoktu. Bu konuda kaç hizmetçi ve çalışanın işine son verdiğini hatırlamıyordu. Bu titiz huyu yüzünden iş dünyasında hiç hoş karşılanmıyor, soğuk duruşu ve mesafeli tavrına saygı gösterseler dahi insanlar onunla arkadaşlık kurmaya pek yanaşmıyordu. Bu yüzden ona bir lakap bile takmışlardı. Buzlar Kraliçesi.

Olivia bu lakabı hiç umursamıyordu. Titizliğinden rahatsızlık duymuyordu. İnsanların kötü kokuya ve dağınıklığa nasıl katlanabildiklerini anlamıyordu. Eğer bir iş kadını değil hizmetçi olsaydı, işverenlerinin memnuniyetini garantileyebilirdi.

Bu konuda onu bir tek asistanı Betty anlıyor ve daha o söylemeden ne istediğini biliyordu. İşindeki titizliği Olivia'nın beklentilerini fazlasıyla karşılıyordu. Olivia bunun için ona tonla para ödüyor olsa bile, Betty'nin onun için çalışmaktan keyif aldığını hissediyordu. Aksi ve çekilmez olduğu zamanlarda bile.

İçki barının olduğu yerde sıcak su dolu bir termos ve yanında kaliteli İngiliz çayıyla dolu fincanları görünce gülümsedi. İşte onu bunun için seviyordu.

Hemen bir fincan çaya süt ekleyip sinirlerinin yatışması için cam kenarındaki şık berjerlerden birine geçti. Yere kadar uzanan camında muhteşem Tower Bridge Köprüsü'nün ışıl ışıl manzarası görünüyordu. Gecenin karanlığında altından akan nehri boyayan ışıklar, çayın etkisiyle birlikte Olivia'yı birkaç dakika içinde yatıştırmıştı. Artık yalnızca Shawn'ın bir an önce gelmesini istiyordu.

Tekrar adamın kollarında olmanın düşüncesiyle vücudunu tatlı bir ürperti kapladı. O sırada kapı çaldı ve Olivia heyecanını tam anlamıyla bastıramadığını anladı. Elleri hâlâ titriyordu.

Hızla üzerine geceliğiyle uyumlu sabahlığını geçirerek kapıyı açtı. Ne yazık ki, gelen kocası değil oda servisiydi.

"M-merhaba Bayan Kelly," dedi genç adam özür dilercesine. "affedersiniz Bayan Bennett. Müdür beyin sizin için küçük bir ikramı. Kabul ederseniz mutluluk duyarız."

Olivia adamın ne demek istediğini ancak arkasında dikildiği tekerlekli masanın üzerindekileri görünce anlayabilmişti. Yere kadar uzanan bembeyaz örtülerin üzerinde buz kovasında soğutulmuş bir şişe Dom Perignon White ve yanında, pırıl pırıl krom kaplı tabaklar ve kristal bir vazoda bir buket kırmızı gül içeriye davet edilmeyi bekliyordu.

Olivia genç adama geçmesi için kenara çekildikten sonra, çantasından bahşiş için bir yüzlük çıkardı.

"Müdürünüze teşekkürlerimi iletin lütfen."

Genç adam gözleri parlayarak başını salladı. "Elbette hanımefendi." Tam başını eğmiş geriye dönüyordu ki Olivia birden sordu.

"Affedersiniz?"

"Bir arzunuz mu vardı?"

"Yalnızca Bay Bennett'i görüp görmediğinizi soracaktım. Gideli neredeyse bir saat oldu. Lobide bir telefon görüşmesi yapacağını söylemişti." kendini gülümsemeye zorlarken dedikodu çıkmaması için doğru kelimeleri bulmaya çalışıyordu.

"Şey, telefonunu evde unutmuş ve benimkinin de şarjı bitti. Eğer Bay Bennett'i görecek olursanız bana ulaşmasını söyler misiniz?"

"Merak etmeyin hanımefendi. Ancak Bay Bennett'i son gördüğümde bizden bir taksi çağırmamızı istemişti. Otelden ayrılalı epey oluyor."

Adamın gizli sorusu "haberiniz yok muydu?" Olivia şaşkınlıktan dilinin tutulduğunu hissetti. Rengi atmış olmalıydı.

"Bayan Bennett, iyi misiniz efendim?"

Adam ona doğru telaşla bir hamle yaparken Olivia onu tek eliyle durdurdu.

"İyiyim." dedi zorlukla gülümserken. "biraz başım döndü o kadar. Sanırım oturmaya ihtiyacım var."

Kendini az önce oturduğu berjere atarak dik durmaya çalıştı. Neden böyle tuhaf hissettiğini bilmiyordu. Shawn'ın ona haber vermeden nereye gitmiş olabileceğini düşünürken aklından bin türlü senaryo geçiyordu. Belki de acil bir işi çıkmıştı? Düğün gecesinde mi? Ona bir sürpriz yapmaya gitmiş de olabilirdi.

"Size bir doktor çağırmamı ister misiniz?"

"Hiç gerek yok. Tansiyonum düşmüş olmalı. Bay Bennett'in nereye gittiğini tahmin edebiliyorum. Vitaminlerimi evde unutmuşum. Bir telefonla halledebileceğini düşünmüştüm." daha kibar bir şekilde tebessüm edince otel görevlisi kulak kıvrımlarına kadar kızardı.

"Galiba benim için onları almaya gitti. Ne kadar da düşünceli." Sesli bir şekilde iç çekti. "Birazdan burada olur. Verdiğiniz bilgi ve yardım teklifiniz için teşekkür ederim."

Adam rahatlamış görünüyordu. Bu da herhangi bir skandal çıkmaması için Olivia'nın doğru şeyi yaptığını gösteriyordu.

Görevli başka bir şey söylemeden bir baş selamıyla odayı terk edince Olivia içinde tuttuğu soluğu vererek hızla çantasından cep telefonunu çıkardı.

Saat gecenin üçüydü. Nereye gitmiş olabilirdi ki? Shawn'ı aradı. Telefonu ikinci çalışta telesekretere düşünce tedirginliği iki katına çıkmıştı. İkinci aramasında asistanın numarasını tuşladı.

"Betty, uyandırdığım için üzgünüm. Hâlâ otelde misin? Pekâlâ. Shawn bu gece eve geldi mi? Elbette benimle birlikteydi. Sadece sana herhangi bir sürprizden ya da önemli bir şeyden bahsetti mi bilmek istiyorum. Anlaşıldı."

Cevapların hepsi olumsuzdu. Betty uykusundan Olivia'nın telefonuyla uyanmış ve onun isteği üzerine tüm malikâneyi aramıştı. Ancak Shawn'dan herhangi bir iz yoktu.

Olivia telaşa kapılmaması gerektiğini biliyordu ama elinde değildi. Düğün gecesinde gelinine hiçbir şey söylemeden bir adam nereye kaybolabilirdi ki?

Yaklaşık bir saat boyunca arayabileceği her yeri aramış, soruşturmaları cevapsız kalmıştı. Evine bakması için birini göndermişlerdi ama adam orada da değildi. Betty hastaneleri ve karakolları fazla bilgi vermeden çaktırmadan araştıracağını söyledi.

Günün sonuna Olivia tüm ümitleri tükenmiş hâlde elinde şampanya kadehiyle cam kenarındaki güneşin ilk ışıklarını yalnız başına karşılıyordu. Kızıl ışıklar odasının içine ve hiç bozulmamış yatağına vurmaya başladığında iç çekti. Şampanya şişesinin boşaldığını o zaman fark edebilmişti. Ve farkında olduğu bir şey daha vardı.

Terk edilmişti.

Hem de daha ilk günden.

Bạn đang đọc truyện trên: AzTruyen.Top