DUVAR

Yıl: 15421

Dünya ölüyordu.

Tatlı su uzun yıllar önce yok olmuş, arıtılmış deniz suları kullanılmaya başlanmıştı. Bırakın ormanları, tek bir ağacın bile ne olduğunu bilmeyen çocuklar vardı. Nefes almak artık düşünmeden yapılan, otomatik bir eylem değildi. Zira o kirli atmosferden ciğerlerinize çektiğiniz her soluk, boğazınızı bir bıçak gibi kesiyordu. Nüfus çok kalabalıktı ve yerküre artık bunu kaldıramıyordu. Zenginler çok zengindi, fakirler ise çok fakir. Kir, pislik, zehir, canlılara zararlı ne varsa, her yerdeydi.

Buna rağmen insan, hiç durmadan üremeye devam ediyordu.

Yıl: 15431

Birileri bir şey yapmalıydı.

Ama insanlar ya bunu umursamayacak kadar iyi yaşıyorlardı ya da hiçbir şey yapamayacak kadar acizlerdi. Hükûmet denen şey neredeyse etkisizdi. Eğitim, sağlık, insan hakları ve yaşamı yaşanır kılan diğer her şey yok olmuştu. Ne doğan bebeğin yaşaması için güvenli bir yer vardı, ne de ölen kişinin gömülmesi için huzurlu bir mezar.

Buna rağmen insan, hiç durmadan üremeye devam ediyordu.

Yıl: 15441

Bir karar alındı.

Yöneticiler buna tamam derken, akıllarına daha iyi bir fikir gelmiyordu. Halk hastalıktan, sefaletten, açlıktan ölüyordu. Ölürken dünyayı da öldürüyorlardı. Onca insan için yaşayacak yer kalmamıştı. Öyleyse artık 'onca insan' olmamalıydı. Dünya daha fazla ceset ya da daha fazla bebek kaldırmazdı.

Buna rağmen insan, hiç durmadan üremeye devam ediyordu.

Yıl: 15451

Karar uygulanmıştı.

Belki çok acımasızcaydı, insanlık dışıydı ancak tek yol buydu. Onca insanı öldürseler daha mı iyiydi yani? Öldürmek yerine, üremeyi engellemişlerdi işte. Yöntemleri kabul edilemez derecede vasat olabilirdi belki ama sonuçta, işe yaramıştı.

Dünyayı ikiye bölmüşlerdi. On yıl süren bir çalışma ile uçsuz bucaksız bir duvar inşa etmişlerdi. İnsanlığı ikiye bölmüşlerdi. Kadın ve erkek, daha fazla kontrolsüz üremeyi engellemek için sonsuza dek ayrılmıştı birbirinden. İnsanlar yurtlarından olmuştu. Aileler dağılmıştı. Çok, çok büyük bir göç yaşanmıştı dünyanın iki ucu arasında. Kadınlar batıya, erkekler doğuya...

Bununla birlikte insan, zamanla unuttu eşinin varlığını. Her zaman unuttuğu gibi başına gelen olayları...

Yıl: 15551

Amida, daha beş yaşında, hayatın en büyük gizemlerini çözmekten henüz çok uzak bir kızdı. Düz, upuzun, kumral saçları, kahverengi gözleri, esmer teni ve şen gülümsemesi ile çok tatlıydı. Annesi ile birlikte, Duvar'a yakın bir mahallede, küçük bir evde, mütevazı bir hayat yaşıyordu.

Amida o gün her zamanki gibi koşup oynamıştı sokakta. Şanlıydı çünkü her mahallede sadece bir tane olan ağaç, onların evinin önünde gölge yapıyordu. Akşam olup güneş batmaya başladığında annesi eve çağırdı onu. Amida her zamanki gibi eve yöneltmişken adımlarını, bir kuş gördü gökyüzünde.

Minicikti, belli ki yavruydu. Tüyleri yeni yeni çıkmıştı. Amida, daha önce fazla kuş görmemişti. Büyülenmiş gibi onun peşinden gitti.

Kuş doğuya doğru uçuyordu. Sanki küçük kızın ona olan ilgisini fark etmiş gibi onun etrafından ayrılmıyordu. Amida, tepesinde dönüp duran bu yaratık gibi uçabilmenin ne kadar hoş olabileceğini düşünürken, yolun sonuna kadar yürümüştü.

Yani Duvar'a kadar.

Amida, tepesini ve sonunu göremediği bu dev duvarın önünde, kendini olduğundan daha da küçük hissederek durdu. Onun orada olduğunu zaten bilmesine rağmen, her gördüğünde büyüklüğüne şaşırmaya devam ediyordu. Minicik aklında onunla ilgili onlarca soru vardı.

Kuş, kızın ayaklarının dibine kondu.

"Merhaba." dedi Amida. Kuş kafasını sallayınca kız, bunu cevap olarak kabul etti. "Seni sevebilir miyim?"

Kuş hareketsizce bekledi. Amida ona bir adım yaklaştı ve yavaşça yere çömeldi. Elini kuşa doğru uzattı.

"Amida!"

Kuş aniden havalandı ve Amida arkasını dönüp sesin sahibine baktı.

"Amida! Sana eve gelmeni söyledim. Duvar'ın yanında ne yapıyorsun? Bu güvenli değil!" dedi annesi, küçük kızı kucağına alırken.

"Bir kuşla arkadaş oldum!" diye karşılık verdi Amida. "Ama sen gelince kaçtı."

"Bir daha Duvar'a bu kadar yaklaşmanı istemiyorum." dedi annesi. Amida onun omzunun üstünden, uzaklaştıkça küçülen ama asla kaybolup gitmeyen Duvar'a bakıyordu.

Kuşun Duvar'ın üstünden diğer tarafa uçtuğunu gördü.

◇◇◇

Ertesi gün, güneşin Duvar'ın arkasından çıkıp odasını aydınlatması ile uyandı Amida. Gözlerini açtığında aklına gelen ilk şey o minik kuştu. Nasıl da özgürce uçup geçmişti Duvar'ın üstünden. Hiç korkmadan, tereddüt etmeden...

Annesi Duvar'ın tehlikeli olduğunu söylemişti. Acaba kuş hâlâ yaşıyor muydu? Güvende miydi?

Amida parmak uçlarına basarak indi yatağından. Beyaz geceliği ile bir melek kadar güzeldi. Ses çıkarmamaya dikkat ederek, minik adımlarıyla geçti annesinin odasını. Dışarı adımını atar atmaz sessiz olma çabasını bıraktı ve koşmaya başladı Duvar'a doğru.

Aslında annesinin sözünden çıkmak istemiyordu ama kuşu da çok merak ediyordu. Onu bir daha görebilir miydi?

Amida Duvar'ın gölgesine basmadan durdu. Onun karanlığı altına girmek istememişti.

"Minik kuş!" diye seslendi ona. Sonra birden ona bir isim vermesi gerektiğine karar verdi. Düşündü. Özgürce uçarak, korkmadan duvarın diğer yanına geçen bu kuşa yakışacak bir isim... "Cesur..." diye mırıldandı Amida. Ardından bu isim içine sindi ve onunla seslendi minik kuşa. "Cesur!"

Zar zor görebildiği en tepeye bakıyordu. Kuşun çıkıp gelmesini bekliyordu. "Orada mısın?"

Birkaç saniye sonra kuş, adeta ona cevap verir gibi göründü duvarın tepesinden. Küçük kızın etrafında bir daire çizdi ve gelip yine dünkü gibi ayaklarının dibine kondu. İşte o zaman Amida, kuşun gagasında bir şey taşıdığını fark etti. Eğildi ve elini ona uzattı. Kuş, kızın avucuna incecik bir dal parçası bıraktı.

"Bunu bana mı getirdin Cesur?" dedi Amida, dalı minik parmakları arasında çevirirken. "Teşekkür ederim. Çok güzel."

Evet, çok güzeldi ve Amida'yı şaşırtan da buydu. Cesur'un oradan dal getirmiş olması demek, orada da ağaç olduğu anlamına gelirdi. Acaba kaç ağaç vardı ki orada? Her mahallede bir tane mi? Yani orada da mahalleler, insanlar mı vardı? Orası da burası gibiyse annesi neden tehlikeli demişti? Yoksa o mahallelerde yaşayanlar canavarlar mıydı?

"Orada ne var?" dedi. Cesur toprağı eşeledi. "Keşke orada ne olduğunu bana anlatabilsen."

Amida tekrar elini uzattı ve işaret parmağının ucuyla Cesur'un gri tüylerini okşadı. Kuş hiç korkmuş gibi görünmüyordu. Amida ise ilk defa bir hayvana dokunuyordu. "Yumuşacıksın." dedi yüzündeki aydınlık gülümseme ile.

Birkaç saniye içinde aklına gelen fikirle ayağa kalktı. Çevresine bakındı ama aradığı gibi bir şey bulamadı. Sonra gözü elbisesine takıldı. Eteklerinden sarkan bir parça beyaz ipi söküp aldı ve kuşa uzattı.

"Al Cesur." dedi. "Bu da benim sana hediyem!"

Cesur ipi gagasıyla kaptığı gibi havalanıp kızın etrafına birkaç tur attı. Ardından yükselip duvarın diğer tarafına geçti ve gözden kayboldu.

Amida ona el sallamış ve eve dönüş yolunu tutmuştu ki, annesi önünde belirdi. Ona onaylamaz bakışlarla bakıyordu.

Amida elindeki dalı gösterdi ve gülümsedi. "Cesur bana hediye getirmiş."

Annesi, kızın gülümsemesi karşısında yumuşadı ve onu kucakladı. "Gel bakalım." dedi. "Bir daha habersiz gitmek yok."

"Orada ne var?" diye sordu Amida. İlk kez. Her küçük kız bunu mutlaka bir gün sorardı büyüklerine. Annesi de sormuştu kendi annesine.

"Uzak durmamız gereken şeyler." diye cevapladı kadın. Daha fazlası ona da söylenmemişti.

Yıl: 15556

On yaşındaki küçük Amida, geçen beş senede neredeyse her gün yaptığı gibi, Duvar'ın dibine oturmuş bekliyordu. Arkadaşı, onu çok bekletmeden gökyüzünde belirdi.

"Günaydın Cesur!" diye seslendi ona Amida. Ayağa kalktı ve elini ona uzattı. Cesur, korkusuzca gelip dostunun parmağına kondu. Ağzında her zamanki gibi ince bir dal vardı. Amida avucunu açınca kuş dalı ona verdi. "Teşekkür ederim dostum."

Amida dalı düzgünce cebine yerleştirdi ve önceden hazırladığı bir parça ipi çıkarttı cebinden. "Bugünkü biraz kısa, özür dilerim. Yine de seni sevdiğimi biliyorsun."

Cesur cikledi ve ipi aldı. "Her gün bu iplerle ne yapıyorsun acaba, o tarafta..." diye mırıldandı Amida. Bakışlarını dev duvara çevirdi belki bininci kez, ardındakileri merak ederek.

Ve sonra, bir kırırdama duydu.

Nereden geldiğini anlamaya çalışırcasına etrafına bakındı. Kimseyi göremiyordu. "Yoksa sen miydin o gülen Cesur?"

Cesur havalandı, yükseldi, yükseldi ve duvarı aştı.

Kıkırdama tekrar duyuldu.

Amida dikkat kesildi. Belki de bu bir kıkırdama değil kahkahaydı. Sadece çok uzaktan geldiği için öyle sanmıştı. Etrafında gerçekten kimse yok gibiydi. Amida sabahın sessizliğinde, nefesini tutup dinledi.

"Hoşgeldin..."

Ama bu ses... Duvar'dan geliyordu.

Hayır, Duvar'dan değil. Duvar'ın ardından. Diğer taraftan.

Amida korktu. Gerçekten, belki de bu duyguyu ilk kez hissediyordu. Daha önce korkması gereken hiçbir şey olmamıştı hayatında. Korktu ve merak etti.

Duvar'a bir adım yaklaştı. Sonra kararsızlıkla geri çekildi. Annesinin sözleri kulaklarında çınlıyordu. Tehlikeli, uzak durmamız gereken şeyler...

Amida arkasını döndü ve koşmaya başladı.

Keşke o da Cesur kadar cesur olsaydı.

◇◇◇

"Peki neye benziyorlar?" diye sordu annesine Amida.

"Bunları neden soruyorsun Amida? Sana tehlikeli olduklarını kaç kez söyledim! Yoksa hâlâ merak mı ediyorsun diğer tarafı?"

Amida gözlerini kaçırdı. Annesine duyduğu sesleri anlatmalı mıydı? Bu ne anlama gelecekti ki? "Ben sadece..."

"Orası hakkında daha fazla konuştuğunu duymak istemiyorum Amida." dedi ve onu odasında yalnız bıraktı annesi.

Amida derin bir nefes alıp verdi. O gülüş, o mutluluk dolu 'hoşgeldin' sesi kafasında dönüp duruyordu. O sesin sahibini aklında canlandırmaya çalıştı. Kendisi gibi çocuk muydu acaba? O da bir kız mıydı, yoksa bir canavar mı? Belki de konuşan bir hayvandı. Amida başka bir canlı türü bilmiyordu.

Ama o gülüş... O gülüş çok içtendi. Amida da en mutlu olduğu anlarda öyle gülerdi. Ve o 'hoşgeldin' diyen ses... Ne kadar masum, ne kadar içten, ne kadar sevinç doluydu! Amida o sesin sahibinin tehlikeli olabileceğine inanamıyordu.

Çocuk kalbi sevgiyle doldu.

Amida kararlı bir şekilde ayağa kalktı. Masasının üzerindeki kalemi aldı ve bir parça kağıt kopardı. Yazdı.

'Merhaba. Sen kimsin?'

◇◇◇

"Bekle Cesur. Çok az kaldı." Amida ertesi sabah, rulo yaptığı kağıt parçasını Cesur'un ayağına bağlıyordu. "Oraya gidemem belki ama bir not gönderebilirim."

Çok heyecanlıydı. Bir yanı kaçıp gitmesini, diğer yanı kalıp cesur olmasını söylüyordu. O ise kararını çoktan vermişti. "Senin gibi cesur olmayı seçtim."

Sonunda işi bitti ve kuşun uçup gitmesine izin verdi. Arkasından bakıp el sallarken iç çekti.

Cevap için ertesi günü beklemeliydi. Eğer bir cevap gelecekse tabii...

◇◇◇

Her zamankinden erken uyanıp gitmişti Duvar'a. İçindeki heyecanı bastıramıyordu. Belki birazdan diğer taraftakilerin kim olduğunu öğrenecekti.

Tehlikede miydi? Bırakıp gitse miydi?

Hayır. Cesur olmaya karar vermişti ve bunu başaracaktı.

Cesur, ayaklarının dibine kondu.

Amida dalgınlıktan onun gelişini fark edememişti bile. Hemen koşup yanına gitti. Cesur gelip eline kondu. Bu sefer ağzında bir dal değil, ayağında bir kağıt vardı. "Hoşgeldin." dedi ona. Tıpkı Duvar'ın arkasındakinin dediği gibi.

Ama bu aynı kağıt mıydı, yoksa bir cevap mı?

Amida hemen ruloyu yerinden söktü. Cesur havalanıp kafasına kondu. Böylece Amida'nın elleri serbest kaldı. Ruloyu açtı ve yazıyı okudu.

"Ben Osren. Sen kimsin? Duvar'ın arkasında mısın?"

Amida'nın kalbi deli gibi çarpıyordu. Ellerindeki not diğer taraftan gelmişti. Osren diye bir kızdan.

O bir kız olmalıydı değil mi? Canavarlar ya da konuşan hayvanlar yazı yazamazdı sonuçta.

Öyleyse tehlikeli olan neydi? Belki de o kötü bir kızdı. Orada cezasını çekiyordu.

Kafasındaki soruları yanıtlamanın tek yolu daha çok yazmak ve daha çok cevap almaktı. Cebinde taşıdığı kağıdı ve kalemi çıkartıp yeni bir not yazdı.

"Ben Amida. Ve Duvar'ın arkasında olan sensin. Neden oradasın? Sen de benim gibi bir kız mısın?"

Notu Cesur'un ayağına bağladı ve onu gönderdi. Acaba ne kadar bekleyecekti? Burada durmalı mıydı yoksa cevap yarın mı gelirdi. Sonsuza kadar bekleyemezdi, annesi uyanmadan, on yaş eğitimi başlamadan dönmeliydi.

Bir mucize oldu ve o bunları düşünürken Cesur geri döndü. "Buradasın!" diye ufak bi çığlık attı Amida. Hemen notu alıp okudu.

"Ben burada yaşıyorum. Ayrıca 'kız' ne demek bilmiyorum. Ben bir erkeğim."

Ve böylece, inanılmaz şeyler keşfeden çocukların heyecanıyla, uzun bir sohbete daldılar.

"Erkek de ne demek? Sen bir canavar mısın?"

"Hayır! Herkes gibi iki kolum, iki bacağım ve tek kafam var. Peki sen bir canavar mısın?"

"Hayır. Senden farklı değilim. Peki o zaman annem neden senin tehlikeli olduğunu söyledi?"

"Annem kim bilmiyorum ama ben tehlikeli falan değilim. Sadece on bir yaşında bir çocuğum."

"Ben de on yaşında bir çocuğum. Peki sen iyi biri misin?"

"Babam bazen bana kızar ama ben elimden geldiğince iyiyim. Benden daha kötüleri de var burada. Aslında... Pek arkadaşım yok. Bu kuş hariç."

"Kuşa Cesur diyorum, cesurca Duvar'dan geçtiği için. Eğer onu sevdiysen kötü biri olamazsın bence. Babam kim bilmiyorum ama senin hakkında yanılıyor olmalı."

"Böyle düşünmene sevindim. Arkadaş olmak ister misin?"

"Tamam ama benim artık gitmem gerek. On yaş eğitimim başlayacak. Yarın tekrar konuşalım mı Osren?"

"Benim de on bir yaş eğitimim başlamak üzere. Yarın konuşabiliriz. Görüşürüz Amida."

İmkansızlıklar içinden doğan bu dostluk, yıllarca sürecekti.

Yıl: 15561

Amida ve Osren, beş yıldır her sabah bir güvercin aracılığı ile konuşan çok iyi iki genç arkadaştı. Yani onlar birbirlerine 'arkadaş' diyorlardı çünkü hissettikleri şeyleri kapsayan başka bir kelime bilmiyorlardı. Yine de bir şekilde, bu kelime ikisine de yetersiz geliyordu.

"Dün bahçede kocaman, çirkin bir böcek gördüm Osren."

"Gerçekten mi? Onlardan birini yakından görmeyi çok isterdim Amida!"

"İnan bana istemezdin. Çok, çok çirkindi ve beni korkuttu."

"Böceklerden korkuyor olamazsın! Hâlâ hayatta kalmayı başaran nadir canlılardan onlar. Bence muhteşemler. Orada olsaydım korkunun üstesinden gelirdik."

"Burada olsaydın zaten korkmazdım..."

Daha önce hiç yan yana olmamışlardı ama her geçen gün, bu istek daha fazla büyüyordu içlerinde. Bazen, beraber olsalar sanki bu dünyadaki hiçbir şey onları korkutamazmış gibi geliyordu Amida'ya. Osren ise sanki eksik yanını bulmuş ama ona dokunamıyormuş gibi hissediyordu.

"Amida, uzun saçlar seni terletmiyor mu?"

"Bazen terletiyor. O zaman onları topluyorum."

"Neden uğraşmak yerine benim gibi kısa kesmiyorsun?"

"Bilmem... Burada herkesin saçı uzun. Olması gereken bu gibi geliyor. Ayrıca hoş duruyor. Sen neden uzatmıyorsun?"

"Aynı sebepler... Gerçi, saçlarının boyunun bir önemi yok. Bence sen her şekilde yakışıklı olursun."

"Yakışıklı da ne demek?"

"Ah, yine mi farklı kelimeler... Yakışıklı, göze hoş görünen erkeklere denir."

"Biz göze hoş görünen kadınlara güzel diyoruz."

"O zaman bence sen çok güzel olmalısın."

Biribirlerini daha önce hiç görmemişlerdi ama bu önemli değildi. Kalplerinin güzelliği yüzlerine, hayallerine yansımıştı. Hem, nasıl göründüklerini uzun uzun konuşmuşlardı. İkisinin de iki gözü, iki kulağı, bir burnu ve ağzı vardı. Aynılardı yani. İkisi de canavar değildi. Canavar olsalar bile, umurlarında olduğu söylenemezdi.

"Neden sana seslenmemem gerekiyor Amida?"

"Sana bunu defalarca açıkladım Osren. Annem burada olduğumu bilmiyor. Bağırırsak bizi duyar ve bir daha Duvar'a gelmemi yasaklar."

"Ama ben senin sesini duymak istiyorum."

"Eğer sesimi duyarsan bir daha yazımı göremezsin."

"Keşke sadece yazını değil, seni de görebilsem."

"Osren, bunları ben de istiyorum ama biliyorsun, imkansız."

"Cesur ikimizi de görüyor. O çok şanslı. Keşke biz de uçabilsek."

İşte tam bu konuşma, Amida'nın aklına parlak bir fikrin tohumlarını ekmişti.

Tamamen şans eseri, o günün on beş yaş dersinin konusu kuşlar ve nasıl uçtuklarıydı. Bu ders; bir kuş ile arkadaş olan, fiziğe özel bir ilgi duyan ve bir duvarın üstünden uçup diğer taraftaki arkadaşına kavuşmak isteyen zeki Amida'ya verildiğinde, aklında bu fikrin oluşmaması imkansız olurdu.

Amida o gece uyumaksızın çalıştı. Planlar çıkardı, eskizler çizdi ve hesaplar yaptı. Ona kavuşmak için bir planı vardı. Osren'e. Dünyada en çok sevdiği, en farklı sevdiği arkadaşına. Onu gülümseten, özel hissettiren, hiç kavuşmamasına rağmen durmadan özlediği o erkeğe.

"Bizi kavuşturacak bir planım var Osren."

"Sen ciddi misin Amida?! Bu aldığım en güzel haber! Ama nasıl?"

"İşe yarayacağından emin değilim ama deneyeceğim. Sakın kimseye bir şey söyleme. Şimdi çalışmak için gidiyorum, tekrar konuşacağız. Umuyorum ki bu defa yüz yüze..."

Amida'nın her şeyi ayarlaması birkaç gününü aldı. Öncelikle, sağlam ve hafif çubuklara ihtiyacı vardı. Aklına tek gelen şey ağaç dallarıydı. Dal kopartmak yasak olduğundan, günlerce mahalle mahalle gezip yere düşen dalları topladı. İkinci olarak, olabildiğince yüksek bir yer gerekiyordu. Bildiği en yüksek yer mahallenin biraz dışındaki tepeydi. Dalları orada biriktirdi. Ve son olarak, büyük kumaşlara ihtiyacı vardı. Amida bu iş için üç elbisesini feda etti.

O tepede her gece, kimseye görünmeden projesini tamamlamak için çalıştı durdu. Ekstra fizik dersleri için öğretmenlerine günlerce yalvardı. Çalışmaktan ve uykusuzluktan yorgun düştü.

Ama sonunda, son ipi sıkıca bağladığı o gece, kendi eseri olan dev kanatlara bakıyordu. Hemen şimdi uçup diğer tarafa gidebilirdi.

Bunun yerine Amida, yere oturdu ve tepeden mahallesine baktı. Evini gördü. Annesini düşündü. 'Tehlikeli' kelimesi yıllardır beyninde dönüp durmuştu. Oysa Osren'in tehlikeli bir tarafı yoktu. Amida onu tanıyordu.

Yoksa tanıdığını mı sanıyordu?

Duvar'a baktı. Sonu görünmeyen, uçsuz bucaksız Duvar'a. Onu oraya diktilerse, bir anlamı olmalıydı. Kimse geçmesin diyeydi.

Ve son olarak, tekrar kanatlarına baktı. Çok uğraşmıştı ama o an, gözüne o kadar da sağlam görünmüyorlardı. İşe yarar mıydı? Buradan oraya kadar uçabilir miydi?

Buna cesareti var mıydı?

Gecenin karanlığı ve kasveti yüreğine korku saldı. Duvar birden gözüne aşılamaz göründü. Bu tepe bile çok yüksekti, korkuyordu.

Amida zekâsı ile kanatlar yaratabilirdi belki ama onlarla uçacak kadar cesur değildi.

◇◇◇

Ayaklarını sürüyerek evine geldiğinde, beklenmedik bir şekilde annesini kapıda beklerken buldu Amida. Kadın, biraz mutsuz ama çokça huzursuz gözlerle ona bakıyordu. "İçeri gir Amida. Seninle konuşmalıyız."

Amida yakalandığını hissederek hemen kendini savunmaya çalıştı. "Anne, sadece biraz yürüyordum. Uyku tutmadı da..."

Annesi onu duymuyor gibi, salona geçip oturdu ve Amida'nın gelmesi için bekledi. Amida çekinerek yanına oturdu.

"Bana Doğuran Kadın olacağım söylendiğinde..." dedi ve gözlerini kaçırıp biraz duraksadı. Derin bir nefes aldı. "...çok korkmuştum. Buna hazır hissetmiyordum. Bir çocuğa bakmak, onu büyütmek çok büyük bir sorumluluktu. Bunu söylemekten utanıyorum ama... hatalı olmanı Duvar'ın ardına gönderilmeni bile istemiştim."

Bu defa gözlerini kaçıran Amida'ydı. Aslında, annesinin korkusunu anlayabiliyordu ama yine de onu istemediğini duymak...

"Sonra sen doğdun. Sağlıklı, minicik ve şirin bir bebektin." Annesi gülen gözlerle onun suratına bakıyordu. "Seni büyütürken bana çok şey öğrettin. Hem, gözümde dünyanın en tatlı kızı sendin. Zamanla sana bağlandım ve sen şimdi, benim sahip olduğum en güzel varlığımsın."

Amida mutlulukla bakıyordu şimdi annesinin yüzüne. Peki ama durup dururken nedendi bu konuşma?

"Duvar'ın arkasından biriyle konuştuğunu ve oraya gitmeye çalıştığını biliyorum." dedi annesi. Amida'nın gözleri şaşkınlıkla büyüdü. Konuşmak için ağzı açtığında annesi onu durdurdu. "Sana kızmıyorum. Aksine, seninle gurur duyuyorum kızım. Evet, ilk başlarda seni korumak için oradan uzak tuttum ama sen, resmen oradan bir arkadaş edindin. Sen Amida, benim sormaya cesaret bile edemediğim sorulara cevaplar buldun."

Amida annesinin gözlerindeki gururu şaşkınlıkla izliyordu. Onun böyle tepki vereceğini düşünememişti. "Yani bana kızmadın mı?"

"Kızdığım şey, bunu benden saklaman. Yaptıkların için sana kızamam. Sen çok cesursun Amida."

Cesur... Bu kelime Amida'nın kendini nitelemek için kullanmayacağı bir sıfattı. Annesi ise ona bu yüce kelimeyi yakıştırmıştı. Amida gülümsedi.

"Sana vermem gereken bir şey var Amida." diyen annesi kalktı ve Amida'nın orada olduğunu yıllar önce unuttuğu, halının altındaki gizli bölmeyi açtı. Buraya değerli eşyalarını koyarlardı ancak Amida daha önce hiç kullanmamıştı. Annesi, burayı biraz karıştırıp bir kitap çıkardı. Amida'ya verdi.

"Bu kitap annemin annesinden kalma. Yıllar önce bu tarz kitapların hepsi yok edilmiş. Anneannem bir tane saklamayı başarmış."

Amida kitabın eski ve sararmış sayfalarını karıştırdı. Kapağında Romeo ve Juliet yazdığını gördü.

"Bu kitabın sana cevaplar bulmanda yardım edeceğine inanıyorum. Git ve ne yapman gerekiyorsa onu yap, yıllardır hiçbir kadının yapmaya cesaret edemediği şeylere sen cesaret et, Amida."

Amida kitabı sıkıca tuttu ve annesine sarıldı.

◇◇◇

Tüm gece hiç uyumamıştı. Kitabın her kelimesini ezberlemişti ve evet, cevapları vardı.

Amida daha altıncı sayfadan; Juliet'in kadın, Romeo'nun ise erkek olduğunu anlamıştı. İkisinin arasındaki ilişkiyi okudukça, onların hissettiklerini anladığını fark ediyordu. Aynı şeyleri o da hissediyordu çünkü.

Amida'nın bulduğu cevap, aşktı.

Öğrendiği bu yeni kelime duygularının adıydı. İnsanın kalbini titreten, içini özlemle dolduran ve sevgiyi iliklerine kadar hissettiren bu duygu... Demek ona aşk deniyordu.

Aşk...

Güneş doğduğunda, bu yeni kelimeyi tekrarlayıp durarak gitti Duvar'a Amida. Sesli söylemek sanki daha gerçek kılıyordu her şeyi. Kelime, sanki o söylesin diye yaratılmış gibi oturuyordu diline.

"Buldum Osren! Bize olan şeyin bir adı varmış! Bu duygu yıllar önceden kalma ama ben o kadar tazecik hissediyorum ki her şeyi..."

"Sahi mi? Nereden buldun? Neymiş adı? Parça parça anlatmasana!"

Amida cevap yazmaya hazırlanırken, aklına gelen şey ile duraksadı. Madem annesi artık yaptıklarını destekliyordu, o halde...

"Sana aşığım Osren!" diye bağırdı Amida. Kalbi yerinden çıkacak gibiydi.

"Amida?! Bu sen misin? Senin sesin mi?"

İşte bu ses, yıllar önce duyduğu o şen kahkaha ve merhabadan farklıydı belki ama aynı masum, kalp titreten duygularla doluydu.

"Evet! Annem bizi öğrendi ama bana kızmadı. Artık sesli konuşabiliriz. Buldum Osren! Buna aşk deniyor, eski bir kitapta yazılı."

"Ben... Sesini duyduğuma inanamıyorum Amida! Kalbim öyle hızlı çarpıyor ki... Benim hissettiklerim de aşk mıymış?"

Amida bu sorunun cevabını veremeyeceğini fark etti. "Bilmem, nasıl hissediyorsun?"

"Çılgınca!" dedi Osren.

"İçinde durdurulamaz bir enerji varmış gibi mi?"

"Evet! Hep daha fazlasını istiyorum. Seni görmek ve dokunmak..."

"Sanki bir kez sarılsak tüm dertlerimiz bitecekmiş gibi mi?"

"Evet! Varlığım varlığına bağlı gibi. Aşk bu mu Amida?"

Amida gülümsedi. "Tam olarak bu."

"Öyleyse bu, ömrümde hissettiğim en güzel şey. Sana aşığım Amida!"

"Öyleyse bu, ömrümde duyduğum en güzel şey. Sana aşığım Osren!"

Osren bir saniye duraklamanın ardından cevap verdi. "Amida, bizi kavuşturacak bir yol bulmuştun hani? Yanımda olmana ne kadar kaldı? Gözlerine bakmama ne kadar var?"

Amida'nın aklına kanatlar gelince korkusu yine doldu yüreğine.

"Kanat yaptım Osren. Yanına uçacaktım tıpkı Cesur gibi ama... Ben onun kadar cesur değilim." Bu sırada Cesur, yerde dolanıp duruyordu. Amida ona gıptayla baktı.

"Sen mi cesur değilsin? Bu tamamen yanlış Amida! Bir kuş ile arkadaşsın, hissettiğimiz şeyin adını buldun, yıllardır Duvar'ın ardındaki biriyle konuşuyorsun ve üstelik ilk adımı da sen attın! On yaşındaki Amida'nın cesareti öylece uçup gitmiş olamaz! O kanatları yaptıysan belli ki gitmemiş de. Sen çok zekisin, çok cesursun. Sadece birazcık desteğe ihtiyacın var."

"Desteğim olur musun, Osren?"

"İstediğin her şey olmaya hazırım, Amida."

Amida onu tanıdığı için ne kadar şanslı olduğunu hissetti. Onun için, onlar için yapmalıydı bunu. "Benim aşkım olur musun?"

"Zaten yıllardır öyleyim!"

Amida kararını vermişti. Cesaretini toplamıştı. Yeni keşfettiği bu sevginin, bu aşkın peşinden gidecekti. Aradaki engel her ne kadar uçsuz bucaksız Duvar da olsa, en azından denemeliydi. Aşkına uçmalıydı. "Yanına geleceğim!"

"Evet! Sana güveniyorum Amida. Yanımda olman fikri öyle güzel ki! Cesur ol ve Cesur gibi uç! Sana sarılmak için burada bekliyor olacağım."

"Geleceğim Osren! Bekle beni!"

Ve Amida, tepeye doğru koşmaya başladı.

◇◇◇

O gün gökyüzünde, yanındaki kuş ile bir melek gibi süzülen kızı gören mahalleli, ağzı açık izledi bu sıradışı görüntüyü. Ona onaylamazlıkla bakıyorlardı. Oysa o kızın hissettiği korkuya baskın gelen aşkı bir kerecik tatmış olsalar, onlar da aynı böyle uçardı.

Kız gökyüzünde yükseldi, yükseldi, yükseldi ve nihayet Duvar'ın ardına geçti.

Tüm mahalleye bir karmaşa hakim olurken, Duvar'ın ardındaki iki genç, dünyanın yıllardır şahit olmadığı bir duyguyu en derin şekilde yaşıyordu.

Aşk, bir kuşun verdiği ilham ve azıcık cesaret ile Duvar'ları bile aşmayı başarmıştı, yine.

Bạn đang đọc truyện trên: AzTruyen.Top