Bölüm 5
5. Bölüm
Akşam yemeği için beraber yemek odasında toplandığımızda bu sefer Leydi Penelope'de bizimleydi. Ben odaya girdiğim gibi sessizleştiklerinde, "İyi akşamlar." dedim sesimi fazla yükseltmeden. Beni duyduklarında ikisi de sessiz kaldı. Ama bunu umursamadım. Uzun masanın ucunda oturan Dük'ün sağında Penelope oturuyordu bu yüzden ben de onun sol tarafına oturdum.
"Dağıtabilirsiniz." sözlerini duydum. Dük'e kısa bir süreliğine baktım. O da bana baktı ama ben onunla fazla göz teması kurmadım. Penelope'ye de bakmadan sadece önümdeki yemekle ilgilendim. İkimizin konuşmasından sonra kendi odama gittim ama orada da fazla durmadan rastgele bir misafir odasına geçtim. Eğer orada kalsaydım Dük'ün bana kardeşime ne yaptın, saçmalığı olan sorularına maruz kalırdım. Ve tahmin ettiğim gibi Ursula beni bulduğunda bunu kolayca anladım. Ondan kaçtığım için mi yoksa akşam yemeğine yaklaştığımız için mi ne yanıma gelmedi. Ben de bu sayede onlardan akşam yemeğine kadar uzak kaldım.
Önüme konulan çorbaya baktım. Sabahta buna benzer bir çorba yemiştim. Ve şimdi de bu çorba, acaba bundan sonra da bana düzgün bir şeyler verecekler mi? Onlara istemsiz baktığımda diğer tabaklar açık bir şekilde benden uzağa ve onlara fazlasıyla yakın tabaklara baktım. Penelope bana ayrı olarak sadece çorba konulmasına anlam vermeye çalışıyor gibiydi ve Dük ise kardeşine yemeğini yemesini söylüyordu. Sanırım beni aç bırakıp hasta ettikten sonra bu yemekleri yemeye mecbur kaldığımı bilmiyordu. Bu nedenle neden onlardan ayrı yemek zorunda olduğum konusunda abisini darlamaya çalışıyordu burada olduğumu unutmuş bir şekilde.
Önümdeki çorbanın tadı bana hâlâ tuhaf gelse de yemeye özen gösterdim. Sonuçta aç kalırsam yine aynı duruma düşebilirdim. Ve artık bu ailede hastalanmak istemiyorum. Aileme yazdığım mektubun cevabı geldiğinde burada daha ne kadar daha kalacağımı anlayacağım. Ondan sonra da bu aileyle bağımı kesecek şekilde uzak kalacağım. Bu sayede burada ölmeden kurtulmuş olacağım.
Önümdeki çorbaya daha fazla katlanamayarak elimdeki kaşığı bıraktım. Bunu yaptığımda bana baktılar onları umursamadan ayağa kalktım. "İzninizle."
"Bitirmedin." dedi. Dük'e baktım.
"Daha fazla yiyemeyeceğim Majesteleri."
"Rahatsız mı oldun?" sorusuyla bu sefer Penelope'ye baktım. Benim bakışımla gözlerini kaçırdığında Dük'e tekrardan döndüm. Sanırım benim üzerine gitmesinden dolayı yemek yemekten vazgeçtiğimi sanıyor.
"Sayılır, karnım ağrıyor. Bu sebeple dinlenmek için ayrılacağım."
"Peki, hizmetçilere söylerim senin için hekimi çağırırlar." dedi. Onu duyduğumda sadece kafamı salladım. Tartışmaya girip çağırmasına gerek yok demeyecektim. Artık karşı koymadan onlarla uyumlu ama onlardan uzak kalacağım. Bu sayede hem hayatta hem de Dük'ün eski karısı olarak daha rahat bir hayat süreceğim. Kimse Dük'ün eski karsına yaklaşmayacak buna cüret edenler de büyük bir olasılıkla Rodney soyadını koruma amacıyla öldürülür. Bundan sonra kimse hayatımda olmadan rahat yaşayacağım. Sadece ailemden gelen mektupla bu özgürlüğe ne zaman erişeceğimi öğreneceğim.
Odadan çıkıp kendi odama ilerlediğimde yanımdan bir hizmetçi elinde tuttuğu tepsideki mektuplarla üst kata onun odasına ilerliyordu. "Bekle!" dediğimde olduğu yerde durup bana döndü.
"Buyurun Düşes." kafamla elindeki tepsiyi işaret ettim.
"Kim için." dediğimde elindekilere baktı.
"Bunlar şey için..." ona doğru ilerledim. Benden uzaklaşmak istediğinde havada mektupları tutan kolunu tutup tepsideki mektuplara baktım. Düzgün bir şekilde yerleştirilmiş mektupları parmak ucumla dağıttım. İsimlere baktığımda köşesinde benim adımı yazdığını gördüğüm bir zarf vardı. Adımın yazılı olanı alıp onu bıraktım.
"Şimdi gidebilirsin."
"Ama Madam..." ona baktığımda sustu. Sessizliğine gülümseyip elimi omzuna vurup yanından geçtim. Karşımdaki odaya ilerlerken sadece elimdeki mektuba odaklandım. Odaya girip kapıyı kapatmak üzereyken onun korkuyla bakan ifadesini gördüm.
"Bu kadar korkma, ona benim aldığımı söyle ya da böyle bir mektubun hiç olmadığını düşünerek o mektupları yerine bırak!" kapıyı kapattım. Hemen sonra da ekimdeki mektuba bakarak yatağıma doğru ilerledim. Mektubu yatağa bırakıp kıyafetlerimi değişmek için dolabıma ilerledim. Yatağın sol çaprazındaki dolaptan en usturuplu geceliğimi alıp üstümü değiştirdim. Üzerimdeki beyaz ipekten olan rahat gecelik hepsi gibi yine diz kapağımın üstünde ama diğerlerine göre daha uzun bir şekilde diz kapağıma yakındı. Göğüs dekoltesi çok yoktu. Sadece çok az miktarda aşağıdaydı ve sırtım en açık olan kısımdı. İplikler yine de sırtımı örtüyordu.
Çıplak ayağımın verdiği serinlikle yatağın üstünden mektubu alıp karşılıklı olan kanepelerden kapıya doğru bakana oturdum. Mektuba zarar verip vermemeyi umursamadan üzerindeki mührü yırtıp açtım. İçindeki kâğıdı çıkartırken elime çarpan sert şeyi de zarfı ters çevirerek elime düşmesini sağladım. Elime düşen yüzüğü gördüğümde heyecanlanarak işaret parmağıma taktım.
Bu annem ait bir yüzüktü. Kırmızı renkte taşıyla çok hoşuma giderdi ve her zaman bana buna bir gün sahip olacağımı söylerdi. Ve şu an bana bu yüzüğü bu mektupla gönderdi. Heyecanımı azaltamadan mektubu açtığımda annemin özenle yazılmış el yazısını görmüş oldum.
'Sevgili Kimberly'm
Merak etme ben ve baban iyiyiz. Kardeşin Norman da iyi. Seni çok özlüyor. Bizim oraya gelmemiz mümkün olamayacağı için umarım Kontluğa yakın bir vakitte gelirisin güzel kızım. Bize mektup yazman gerçekten rahatlamamızı sağladı. Biliyoruz, hâlâ bize kızgın olduğunun farkındayız ancak mektupta da istediğin gibi her şeyi anlatacağız. Umarım bunların senin iyiliğin için olduğunu bu yazacaklarımla anlarsın.
Öncelikle güzel kızım bu evlilik senin iyiliğin için yapıldı. Yaşadıklarından sonra baban seni korumak istedi ama İmparatorun seni metresi olarak istemesinden sonra bunu yapabilmesi çok zor olduğu için evlenmen gerektiğine inandık. Bu yüzden de en iyi seçenekle Dük Rodney bizim için en iyi seçeneğimiz oldu. Seni koruyabilir ve zarar görmeni engelleyebilecek kadar güçlü biriydi. Biliyorum başka şekillerde de koruyabilirdik ancak İmparator çok zorlu birisi. Ondan tamamen kurtulmak için güçlü biriyle evlenmen gerekiyordu. Aksi takdirde seni ne kadar korumaya çalışırsak çalışalım o adam seni metresi olarak almakta kararlıydı. Sahte bir evliliğe bile katlanabilirdin ancak bu saçma istek seni benden alabilirdi. O zamanki yaşadığın şeyler kafandan hiç çıkmadı biliyorum ama bu sefer o adam yüzünden seni kaybedemezdik güzel kızım. O adamın iğrenç isteğinden kurtulmak için seni onunla evlendirmek zorunda kaldık. Umarım bizi anlayışla karşılarsın ve senden habersiz bir anda yaptığımız bu şey için babandan ve benden nefret etmezsin. Biliyorsun babanın ve benim en değerlimiz sensin ve seni kaybetmek nefretinden daha çok canımızı yakardı. Sana daha önce bahsetmediğimiz için bizi bağışla güzel kızım. Ani bir asilikle bunu reddetmenden, seni yaşadıklarına rağmen zorladığımız için iki çıkmaz yol yüzünden kendi canına kıyacağından korkuttuğumuzdan dolayı sakladık. Ve şimdi o adamla berabersin. Sana dokunmayacak bu yüzden bundan ne kadar korkarsan kork kendine dikkat et. Yine ataklardan birini geçirirsen lütfen sana yardım etmelerine izin ver. Yabancı oldukları için onları sakın geri çevirme.
Senden çok özür dilerim kızım. Özrün telafi etmeyeceğini biliyorum güzel kızım bu yüzden zarfın içinde zor durumda kullanabileceğin bir yüzük bıraktım. O yüzük zehirli bir iğneye sahiptir. Bu yüzden o yüzükle ilgilenirken dikkatli olmalısın. Eğer Dük anlaşmayı ihlal ederse kendini korumak için taşı çevir ve altındaki iğneyi derisine batır. Tek bir çizik bile onun ölmesine yeter. Merak etme bunu Lamar ailesi üstlenecek, kendini korumaktan sakın çekinme. Dikkatli ol ve sağlıklı kal kızım.
Lara Lamar'
Okuduğum mektupla kafamı kaldırıp etrafıma bakındım. Yani söylediği gibi her şey benim içindi. Bu evlilik beni korumak için. Habersiz olması reddetmemden korktukları içindi. Anlıyorum ancak bu beni korkutup daha fazla tepki vermemi ve o adama karşı kendimi rezil etmeme sebep olması dışında ne işe yaramıştı, susmaları ne işe yaramıştı?
Mektubu sıkarak kafamı eğdiğimde sol parmağımdaki yüzük gözüme çarptı. Yani bu da kendimi korumam için miydi? Ama bununla Dük'ü öldürmeye kalkarsam ne olurdu? Herkes zarar görebilirdi. Ailem başta olmak üzere birçok insan bundan dolayı zarar görürdü. Ama bunu kullanmama gerek kalacağını sanmıyorum. Zaten bana dokunmayacak. Ama yine de bunu çıkartmamam daha iyi olacak! Nereden zarar göreceğimi bilemiyorum bu yüzden dikkatli olmak zorundayım.
Dikkatimi yüzüğe verdiğimde kapının çalma sesi duyuldu. Kafamı kaldırdığımda ben cevap veremden içeriye o girdi. Önce yatağa doğru baktı hemen sonra da kanepelere doğru baktı. Gözleri beni bulduğunda, "Mektubu almışsın." dedi.
"Evet."
"Bana danışmadan yaptın bunu!"
"Biliyorum, çünkü benim adım yazıyordu üstünde!" mektubu katlarken. "Majesteleri bunu söylemek için mi buraya kadar geldi?" sordum. Beni duyduğunda gülümsedi. Önünde beklediği açık kapıyı kapatıp arkasını döndü. Kapı sesi ve kilitlenme sesini duyduğumda ayağa kalktım. "Majesteleri neden kapıyı kilitliyor?" bana gülümseyerek döndü.
"Bir nedeni yok. Biraz sonra açacağım."
"Öyle mi?" etrafıma bakındım. Nereden kaçsam diye düşünürken o da bana doğru ilerledi.
"O mektubu önce ben kontrol etmeliydim." dediğinde kafamı salladım. Arkamdaki koltuk boşluk hissi verdiğinde artık koltuğun sağ tarafına geçmiştim. O da koltuğun sol tarafındaydı.
"Çok saçma, bana ait olan bir şeyi neden siz kontrol ediyorsunuz?" sorduğumda güldü.
"Basit, ailen bana karşı olan tarafta. Benimle evlilik anlaşması yapsa da sana beni öldürme emri vermiş olabilirler."
"Böyle bir saçmalığı siz mi kafanızdan uydurdunuz?" şaşkın bir şekilde sorarak. O sağ tarafa yaklaşmaya başladığında ben de arka tarafından sol tarafa yaklaştım. "İnanamıyorum böyle çocuksu bir hayal."
"Kimberly bu çocuksu hayalimi kafamda daha da büyütmeden ver o mektubu bana!" sesini yükselttiğinde elimde buruşmuş, katlanmış kâğıda baktım. Dolaylı yoldan annem onu öldürebileceğime dair bana emir verdi. Yani bu mektup en başında onun eline geçseydi... Annem ve ben vatana ihanetten kesinlikle öldürülürüz! Babamın ve kardeşimin de başka bir sonu olacağını sanmıyorum.
"Olmaz!" dediğimde bana doğru ilerledi. Ben de aynı adımlarla ondan kaçtım.
"Ver şunu! Saklayacak bir şeyin yoksa ver." dedi sona doğru sesini yumuşatarak. Ama bu yumuşatmanın altında bile kötülük vardı. Kafamı iki yana salladım. Kanepenin etrafında dönüyor ve bana karşı sinirle bakıyordu. Bu mektuba bu kadar bakmak isteme sebebi kesinlikle diğer kadınlarda olduğu gibi bir ihanet etme durumu olup olmadığını anlamaktı. Buna göre ailesine zarar gelmeden benden kurtulacak!
"Olmaz, dedim ya!" bu sefer tam tersi yöne ilerlediğinde arkamı döndüm. Koşarak yatağın üstüne çıktım. "Neden bir kadının mektubunu okumakta bu kadar ısrar ediyorsun!"
"Bu kadın beni öldürmeye yakın bir potansiyel katil, ondan olabilir mi?" yatağa yaklaştı. Dik durarak, "İn lütfen oradan!" kafamı iki yana salladım.
"Birincisi ben katil olamayacak kadar şefkatli bir insanım, ikincisi inersem sonumun pek iyi olacağını sanmıyorum ve üç, eğer yanlış bir harekette bulunursanız sizi gerçekten öldürebilirim." diğer tarafa yanaştım. Belki iner ve kapıya koşarım, diye. Ama o da aynı şeyi yaptı. Benim hareketlerimi takip ediyordu. "Ya rahat bıraksana beni! Sana ne mektuptan."
"Banan ne? O mektubu bana vermezsen ben alırım ve bu senin için hiç iyi olmaz." uyardı.
"Ne yapacaksın üstüme mi atlayacaksın? Ha, ne yapacak bunu sabaha kadar devam mı ettireceksiniz?" kollarını birleştirdi. Bana gülümsediğinde yatakta geri gidip soğuk demire bacaklarımın çarpmasına izin verdim. "Bunu yapmayacaksın değil mi?" sorduğumda gülmeye devam etti. Bunu aklına ben soktum. İnanamıyorum teori üreteyim derken ona fikir verip duruyorum!
"İn yoksa aklından ne geçiyorsa hepsini yaparım!" mektuba sarıldım. Kafamı iki yana salladığımda iç çekti. "Bu kadar diretiyorsun, demek ki mektupta gerçekten de suikast için emir aldın, öyle değil mi?" sordu. Hemen sonra da kapıya döndü. "Şövalyeler..." dese de devamını getiremeden ben yatağın ucuna gelip elimi ağzına koydum. Bu hareketimle ikimizin de dengesini bozduğumda elini belime koyarak beni tuttu. Bunu yaptığında ikimizde sessiz kaldık.
Onun seslenmesinden ötürü kapı çaldığında ben ya da o, ikimiz de o tarafa bakmadık. Ben onun gözlerine baktım. O da aynı şekilde benim. Bu yüzden mi bilmiyorum rahatsız hissetmedim. Gözlerim dışında hiçbir yeri hedef almıyordu gözleri ya da elleri. Belimi tutuyordu. Tenime sadece sağ eli değiyordu. O da omzunu tuttuğum sol elimi tutuyordu. Başka türlü dokunmadığı kasılan ellerinden ve bedeninden belli oluyordu. İkimizde sessizlik içinde duyulan kapı ya da başka hiçbir şeyi duymuyorduk. Ya da ben duymuyordum.
Kalp atışımın korkudan mı yoksa yakınlıktan mı hızlandığını bilemeyerek biri omuzunda olan ve diğeri göğsünde olan ve kalp atışının hangimize ait olduğunu kestirmekte zorlandığım ellerimi ondan geri çekip yatağın üstünde dizlerimin üzerine oturdum. Bunu yaptığımda o da geri çekildi. Ortamın tuhaflığından ötürü öksürerek, "Sorun yok geri çekilin." dedi. Sessiz olan odada dışarıyı duymuş olacaklardı ki artık tepki gelmiyordu. Ve ben de kafamı dizlerimin üstündeki ellerimden başka bir yere çeviremiyordum. Utançtan ölebilirim. Sürekli bir hata yapıp yanlış bir hâle girmememize sebep oluyorum ve beni korkutmadığı için daha da kokutucu hissettirmeye başladım.
Elimi istemsiz yüzüğe koyduğumda onun yere düşen mektubu aldığını gördüm. Mektubu fark etmemle tekrar harekete geçtim. Ama ben bir şey yapamadan benden uzaklaşıp mektubu açtı. Yataktan çıkıp soğuk zemine basıp ona doğru ilerledim.
"Edgard bu kişisel bir mektup lütfen okuma!" dediğimde kafasını kaldırıp bana baktı. Ona ismiyle hitap ettiğim için bana kızmıştı belki ama umurumda değildi. Orada yazan şey yüzünden annem ölebilir. Ona zarar gelmese bile orada benimle ilgili yazan şeylerden haberdar olmasını istemiyorum. Tıpkı Penelope'nin korktuğu gibi ben de bir kişinin bile bundan haberdar olmasını istemiyorum.
Elini tutuğumda gözlerime baktı. Gözlerinin kahverengisi odayı aydınlatan ateş karşısında çok karanlık duruyordu. Sanki gözleri ateşi yansıtıyor gibiydi. Onu tuttuğum ellerim titremeye başladığında yazanları okuması ve üstüne düşmesine karşı olan korkum daha da arttı. Ya daha çok merak eder ve okursa. Tekrar mektuba baktığında bileğini sıktım. "Lütfen okuma." bu sefer sesim daha kısık çıkmıştı. Şu an belki de acınası durumdaydım ama umurumda olan tek şey o mektubu okumasıydı.
Mektubu tekrar eski haline getirdiğinde, "Peki, okumuyorum." dediğinde rahatlayarak bileğini bıraktım.
"Teşekkür ederim." sesim titredi. Onu bırakıp akan göz yaşlarımı sildiğimde benden uzaklaştı. Masaya yaklaştı. Orada ne yaptığını göremedim. Bu yüzden ona yaklaştığımda elinde katlanmış mektubu ortadaki sehpada olan muma yaklaştırdı. Muma yakınlıktan dolayı kâğıt ateş aldığında bana döndü.
"Şu an okumuyorum." dedi. Kâğıt sisli bir hale büründükçe o sis peşindeki ateşle kayboluyordu. Tamamen kül halini aldığında parmaklarını aralayıp elindeki küle dönmüş parçanın yere düşmesine izin verdi. Bana doğru ilerledi. Yerdeki küle bakmayı bırakıp ona baktığımda yanımdan geçti. Kilitli kapıyı açıp çıkarken şövalyelerle konuştu. Bir şeyler söylerken kapıyı kapattığında tekrardan küle dönmüş kâğıda baktım. İstemsiz dizlerimin üzerine yavaş bir şekilde kendimi bıraktım. Okumamıştı ya da okumuştu. Ona okumamasını söyleyene kadar belki de çoktan okumuştu. Okumuş muydu? Okumuştu belki de. Bana bakmama sebebi buydu belki de. Ya da sadece ağladığım için bana bakmadı.
• • •
Bahçeye kurmalarını istediğim masada sessiz bir şekilde oturdum. Dünkü olaydan sonra tek bir kelimeyi bile dinleyemeyecek ya da konuşamayacak kadar bitkindim. Ruh halim mahvolmuştu. Neden? Kimsenin öğrenmesini istemediğim şeyi az kalsın birisi öğrenmek üzere olduğu içindi. Ursula'nın önüme koyduğu sıcak çayın olduğu fincanı gördüğümde kafamı kaldırıp ona baktım.
"Sıcak çay ruh halinizi düzeltir Madam." dediğine gülümsedim. Ona cevap vermeden sadece önümdeki çayı aldım. "Size atıştırmalık bir şey getirmemi ister misiniz? Kahvaltı yapamadınız ve..." elimi kaldırdım. Susup beklediğinde sadece kafamı iki yana salladım. Hemen sonra da elimle geri çekilmesini işaret ettim. Bunu yaptığımda," İzninizle o zaman Madam." dedi. O yanımdan uzaklaştığında sessizliğin verdiği keyif ve düşünme fırsatıyla gözlerimi kapattım. Dün mektubu okumamış olmalı. Yaktı ama neden bu durumun daha çok üstüne düşecekmiş gibi geliyor. İki elimi de masaya koyup ellerimi birleştirdim.
"Kafanda ne kuruyorsun yine?" sorusuyla yanımda duran adama baktım. Glenn'i gördüğümde heyecanlandım ama yerimden kalkmadım. Kendimi düzeltme gereği duydum sadece.
"Kafam da bir sürü şey kuruyorum ama sen... Sen neredeydin bunca zaman!" ona kızdığımı fazlasıyla belli ederek tekrar önüme döndüm. "Sözde Şövalyemsin ama beni korumuyor ve ortalıkta geziyorsun!"
"Bana kızma lütfen." sesi yumuşaktı. Bu yüzden de ona bakıp yumuşamamak için sessizliği sürdürdüm. "Biliyorsun kısmi olarak Dükkalığın bir şövalyesi sayılırım. Bu yüzden onlar göreve çıktığında ben de çıkmak zoruna kaldım."
"Yani görevde miydin?" ona baktım. Kafasını salladığında güldüm. "Yine de benim kişisel şövalyemsin, neden göreve sen de gidiyorsun?"
"Çünkü sen bir Rodney'sin ama ben değilim. Güven kazanmam gerekiyor."
"Yine de saçma!"
"Sana göre her şey saçma." sesindeki dalga tonunu saklamadı. Onu duyduğumda güldüm. "Ben burada yokken bir sorun yaşamadın, öyle değil mi?" sorduğunda kendimi dik tuttum.
"Hayır..."
"Olmuş, ne oldu?" sorduğunda ona baktım. Kendimi gülmeye zorladım.
"Hayır bir şey olmadı sadece... Annem bana olanlardan bahsetti ve ben... Bu durumdan ne zaman kurtulacağım bunu düşünüp duruyorum."
"Anlıyorum ama merak etmeyin en fazla üç ay bu durumda kalırsınız. Ondan sonra boşandığınızda buradan kurtulmuş olacaksınız." dedi. Onu duyduğumda gülümsedim.
"Umarım öyle olur, artık burada kalmak istemiyorum." dedim. Beni duyduğunda sadece gülümsedi. Ben de aynı şekilde gülümsedim.
• Lucian Edgard Rodney •
Elimdeki mektuba baktım. Yazanlar basit kelimeler gibi duruyordu ama anlamları çok fazlaydı. Gözlerimin içine bakıp okumamamı istediğinde onu reddedemedim ve dediğini yaptım. Okumadım ama bu yine de temkinli olmam gerektiği gerçeğini değiştirmiyordu. Bu yüzden sadece boş bir kâğıdı yakıp bunu saklamak zorunda kaldım. Ne diye saklamıştı o mektubu benden. Ne diye bu kadar diretmişti şimdi anlamıştım. Yazanlar anlamak istemeyen için çok farklıydı ama anlamak isteyen biri için de fazlasıyla anlaşılırdı.
Annesini korumak gibi duruyordu ama durum göründüğünden çok farklıydı. Ve bunu anlamam için tamamen araştırmam gerekiyordu. Bunu yapmam doğru olmayacaktı ancak evlendiğim kadının ve ailesinin benimle neden bu kadar büyük bir anlaşma yaptığını anlamam lazımdı. Maden çıkartmaya yakın olan bir adanın böylesi küçük bir evlilik isteği için ortaya konulduğunu anlamalıydım.
Mektupta İmparatorun metresi olmaması için benimle evlendiğini anladım ama neden sahte bir evlilik için bu kadar direttiklerini anlayamadım. Bu yüzden de mektubu dört defa hatta beşinci defa okudum. Ama anladığım tek şey Kimberly'nin geçmişte sorun yaşamış olması. Aklıma birçok sorun geliyor olmasına rağmen bazılarını düşünmek bile istemiyordum.
Elimdeki mektubu masaya bıraktığımda, "Madam'ın geçmişini neden araştırmak istiyorsunuz Majesteleri?" sorusuyla Arthur'a baktım. Bakışımla kafasını eğip, "Nasıl isterseniz Majesteleri. O zaman izninizle ayrılıyorum." kafasını kaldırmadan odadan çıktı. Onun çıkmasıyla arkama yaslandım. Bir süre aynı pozisyonda dursam da kapı çaldığında kendimi dik tuttum. İçeriye girmesini söylediğimde, genç bir hizmetçi sandalyesinde oturan Penelope girdi.
"Beni görmeye mi geldin?"
"Hem evet hem hayır." tek kaşımı kaldırdım. Sözlerine anlam veremediğimi fark ettiğinde gülerek, "Bütün gün burada dosyalarınlasın, şimdi benim ve Düşes'inle dışarıda zaman geçirelim."
"Buraya seni o mu gönderdi?"
"Hayır! Aslına bakarsan benim nereden olduğumu bile bilmiyor."
"O zaman..."
"Dışarıya çıktığımda onun asık yüzünü gördüm. Mutsuz duruyordu sanki kavga etmişsiniz gibi. Belki bu evliliği kurtarırım, dedim ben de ve seni almaya geldim." dedi. Kendince sevimli olmaya çalışan yüz ifadesine gülümsemeden duramadım. "Bak sen mutlu oldun bile, şimdi sıra Kimberly'de!" heyecanını saklamadan. Onun bu haline sadece kafamı iki yana salladım.
"Beni gördüğünde mutlu olacağından şüpheliyim."
"Neden, sen onun kocasısın." sorgulaması daha da arttı. Bundan kurtulmak isteyerek ayağa kalktım.
"Hadi gidelim." dedim. Gülümsese de yüzünde merak vardı. Anlamaya çalışıyordu. Kimberly ile aramda gerçek bir evlilik mi yoksa yine çıkarcı bir evlilik mi var anlamak istiyordu. Ama bunu sorgulamasını istemediğim için hizmetçinin kenara çekilmesini işaret edip tekerlekli sandalyenin arkasına geçtim. Sahte bir üzüntüyle, "Dün gece kavga ettik bu yüzden benden kaçabilir." dediğimde kafasını kaldırıp bana bakmaya çalıştı. Bu hareketine gülümseyerek elimi yanağına koyup önüne dönmesini sağladım. "Bunu söylüyorum çünkü sorgulama, diye."
"Ama..."
"Ama ne?"
"Kimberly'nin sana devamlı Majesteleri demesi. Karının sana böyle demesi rahatsız edici gelmiyor mu?" sorduğunda onu ittim. Hizmetçinin açtığı kapıdan geçerek düşündüm. Bana devamlı Majesteleri, diyor bu doğru. Gerçekte evli sayılmadığımız için de bana başka bir şekilde hitap etmesi ona tuhaf kaçar.
"Yani kendini nasıl rahat hissederse öyle sesleniyor." diyebildim sadece. Bunu söylediğimde dün geceyi hatırladım. Nasıl rahat hissederse. Dün mektup için benden kaçarken bir anda bana siz hitabını bıraktı. Hatta bir anda Edgard diye seslendi. Bu şekilde seslenmesi açıkçası tuhaf hissettirdi. İlk defa seslendiği için gelen şaşkınlık mıydı yoksa ortamdaki tuhaf havanın verdiği anormal his miydi anlamak zordu. Ama o şekilde seslenmesi o kadar da ürkütücü hissettirmedi.
"Yani sana Majesteleri demek rahat mı? Tuhafmış." mırıldandı. Onu duyduğumda dalgınlığımdan kurtulup yaklaştığımız merdivende olduğum yerde durdum. Onu bırakıp ön tarafa geçip eğildim. Bu hareketim elini boynuma atması için basit bir işaret olmuştu. Boynuma sarıldığında ben de onun bacaklarına ve beline destek vererek kucağıma aldım. Merdivenlere yönelip aşağı kata indim. Merdivenleri bitirdiğimde onu bırakmayıp diğer merdivenler için yürüdüm. "Bu şekilde yorulacaksın."
"Hayır, yorulmam." dediğimde kafasını iki yana salladı. Onun bu sevimli haline gülümseyerek yakınına geldiğimiz merdivenden indim. Onu bir iki defa düzeltsem de sorun olmadan alt kata kadar taşıdım. Hazırda bekleyen sandalyeye oturmasını sağladım. "Ama yine de bu şekilde yemeye devam edersen seni taşımak daha da zor olacak."
"Ya abi!" sinirlense de umursamadan arka tarafına geçtim. Onu tekrardan itmeye başladığımda, "Kilo almadım ki ben, neden yediklerimle dalga geçiyorsun ki!" kızdı. Onun sevimli ses tonun gülerek tek elimi sandalyenin kolundan çekip saçını karıştırdım. Bu hareketime daha da sinirlense de umursamadım. En sonunda evden çıktığımızda Penelope'nin beni yönlendirdiği tarafa doğru ilerledik. Bahçenin arkasına geçtiğimizde önce kahkaha sesi ve hemen sonra da onu gördüm. Yüzündeki ifadelerini kasmadan olması gerektiği gibi dışına vururken ayakta onu bekleyen şövalye ise dikkatle ama gülümseyen bir yüz ifadesiyle onu izliyordu.
"O şövaleye de kim?" sorduğunda o tarafa bakmayı bırakıp Penelope'ye baktım. Hemen sonra da onlara baktım. "Bizim böyle bir şövalyeniz olmadığına eminim." dediğinde sadece kafamı salladım.
"Yok zaten. Lamar Kontluğundan, Kimberly'le beraber geldi."
"Gerçekten mi? Baya mutlu görünüyor. Sanırım dün olanları unutmuş bile." dediğinde kafamı eğip ona baktım. Unutmuş, o ifadesi pek de unutulacak bir ifade değildi. Ama dünkü halinden şimdi eser olmadığı doğru. "Şu an yanlarına gitmemiz rahatsız edici..."
"Olmaz. Hadi gidelim." onu ittim. Onlara yaklaştığımızda bizi fark etmemişti hâlâ. Neden fark etmedi. O kadar mı eğleniyor yani?
"...En çok sen kokmuştun. Hatta çığlık attığını unutmadım."
"Köpeklerden hoşlanmıyorum bunu biliyorsunuz." dedi. Bunu söylediğinde öksürerek dikkatlerini çekmek istedim. Bunu yaptığımda gülen iki ifade de düz bir hale geldi. Sabit bir ifadeyle bize baktılar. Şövalye kafasını eğip sağ elini sol göğsüne koydu. "Majesteleri." dediğinde kafamla geri çekilmesini işaret ettim. Bu hareketimle Kimberly'e döndü. "Ben ayrılıyorum Hanımefendi." deyip geri çekildi. İlk zamanki küstahlığı yine yüzünde belirgindi. Onun gidişini izlediğim sırada Kimberly'nin sesini duydum.
"Majesteleri ve Leydi Penelope sizi buraya getiren nedir?" ona baktım. Bizi dikkatle izliyordu. Burada ne işimi olduğunu ve onca yer varken neden yanına geldiğimizi anlamak istiyordu. Bunu bakışlarına bu kadar yansıtmak zorunda mı?
"Buraya gelmek için sana mı danışmalıyız?" sözlerimle oturduğu yerden kalktı. Dik durarak beni izledi.
"Hayır, bana neden danışasınız!" sözleri daha fazlasını söylemek istediğini gösteriyordu. Ama buradaki yanlış bir davranışın başka şeylere sebep olmasından korkuyordu. "İzninizle." masada duran birkaç kâğıdı alıp yanımızdan geçip ilerledi. Onun gidişine bakmak için ben de arkamı döndüğümde Penelope'nin iç çektiğini duydum. Ona baktığımda arkasına bakmak için çabalıyordu. Bu haline gülümseyerek onun baktığı yönün olduğu tarafa geçtim.
"Ne yaptın da bu kadar kızgın?"
"Bir şey yapmadım!" ani tepkisine karşı. Benden aldığı cevapla memnun olmayarak sandalyeyi kendi gücüyle çeviremeye çalıştı. Bu halini tek kaşımı kaldırarak izledim. Benim bakışımı gördüğünde gözlerini benden alıp sadece Kimberly'nin gittiği yöne hedefledi. "Yeter o tarafa baktın!" bir kez daha önüne geçtim. Başka bir hareket yapmasını engellemek için iki kolunu da desteklemek için olan uzun ve kalın olan parçayı tuttum. "Ben senin abinim, benimle ilgilenmen lazım."
"Suçluyla ilgilenmek pek benlik değil."
"Öyle mi?"
"Evet!"
"İyi o zaman tek başına odana git." önünden çekildim. Bunu yaptığımda bir süre bana baktı. Benim ciddiyetimden emin olduktan sonra tekerleklerini elleriyle destekleyerek yuvarladı. Bu hareketini sessiz kalarak izledim. Kendi başına denemesiyle sonunda ilerlemeye başladığında mutlu oldu. Ta ki arkasını dönüp bana bakmak isteyene kadar. Beni gördüğünde yüz ifadesi bir anda düştü. İki elini de tekerden çekip kollarını birleştirdiğinde onu itmeye devam ettim.
"Sana ihtiyacım yoktu." mırıldandı ama yüksek söylemeye cesaret edemedi. Ona karşı darılmamdan korkuyordu. Ona asla darılmazdım ya da onu asla yalnız bırakmam ama onun bu düşüncelere sahip olmasını bit türlü engelleyemiyordum.
"Evet, bana gerçekten ihtiyacın olmadığında bunu tekrardan konuşalım." ben de onunla aynı tonda konuşarak. Sözlerimi duyduğunda yerinde kıpırdandı ama arkasına bakmadı. Bana bakmak istemedi. Ona karşı üstünlük kurduğumu falan sanıyordu. Oysaki sadece beni dinlemediği için ona kızgınım. Bunu fark edemeyecek kadar küçük olduğu için onun üzerine gitme gereği duymadım. Bu yüzden odasına gidene kadar sessiz kaldım. Odasının önüne geldiğimizde de uyuyacağını söyleyip beni kovdu. Bu sebeple çalışma odasına gitmek için ilerledim. Odama giden merdivene yaklaştığımda Kimberly'nin sesini duydum. Umursamadan geçmek istedim ama sözleri olduğum yerde durup kiminle konuştuğunu merak etmemi sağladı. Kapalı kapıdan içeriyi göremesem de sadece kapıya yakın durup ne konuştuklarını dinledim.
"Dengesiz herif, ama bu şekilde devam ederse..." çığlık attı. Kapıdan istemsiz uzaklaştım. "Gerçekten beni çıldırtıyor! Ailem neden böyle biriyle yaptı ki anlaşma, bari Hinston Markiz'i ile yapsalardı." kapıya bakmayı bırakıp merdivenlere döndüm.
"Şuna bak, benim neyim var?"
"Ama bu herif tam bir ukala!"
"Ne zaman öyle oldum?" kapıya döndüm.
"Her zaman burnu havada...Hayır, tamam. Dük olduğun için egon olabilir ama bu kadar da abartılmaz ya!" nefesimi dışarıya verip güldüm.
"Kafayı yemiş olmalı, ben hiçbir zaman öyle..."
"Bir de böyle olduğunu kabul etmeyen o ses tonu! Gerçekten de burnu hava da aptal bir soyludan başka bir şey değil." sözleri iyice küfür dolu olmaya başladığında kapıyı çalmak için hareketlendim. Buna son vermesini istedim ama bunu yapmamda beni alıkoyan son duyduklarım oldu. "Keşke o gece bir şansım olsaydı da senin yerine o gün tanıştığım o adamla evlenseydim!" bağırdığında elimi indirdim. Kimden bahsediyor? Bu yüzden bu kadar benden uzak durmaya meyilli. Bir aşığı olduğu için olmalı.
"Kadınların hepsi aynı." mırıldanmaktan alamadım kendimi. Daha önceki evliliklerimi de anlaşmalarla yapılmıştım. Ve her ikisinin de benimle evli olmalarına rağmen başka insanlarla ilişikleri vardı. Sırf mertebeleri düşük insanlarla beraber olmalarını engelliyor, diye beni paravan olarak kullanmışlardı.
"Saçmalık! Neden böyle bir şey düşündüm ki." bağırdığında geri adım atmıştım. Hareket etmeyi bırakıp kapıdan uzak ama duyabildiğim iki adım aralıklı mesafede kaldım. "O da bir erkek öyle değil mi? Erkeklerin hepsi aynı halt! Ha Dük ha o adam ne fark eder." kapıdan fazla uzaklaşmasam da sesi net bir hal almaya başladı. "Katranı kaynatsan olur mu şeker, cinsini sevdiğim..." beraberinde kapı açıldı. Kapıyı açtığı anda kurmak üzere olduğu cümleye aniden son verdi. "Majesteleri?" derken ki ifadesi büyük bir şaşkınlığa büründü. "Siz..." derken korkuyla etrafına bakındı.
"Cümlene neden son verdin, sonunu merak etmiştim. Esaslı bir atasözü söylüyor olmalısın." dediğimde utançtan kızaran yüzü ve beni görmemek için çabalayan gözleri etrafa bakınıyordu.
"...Beni duymuşsunuz." sesi biraz önceki haline göre kısık çıkmıştı.
"Duyamadım, biraz önceki sesine göre susuyor gibisin." dediğimde gözleri hızla beni buldu. Yine bağırmak ister gibi bir hali vardı. Ama biraz önceki sözleri yine susmasına sebep oldu. Kafasını eğdi. Utancını saklamak ya da gözlerindeki siniri saklamak içindi. Ama her ne amaçla ise kafasını kaldırdığında bunu yüzünde sakladı. Sakin ifadeyle durmaya çalışarak gözlerime baktı.
"Ne kadarını duydunuz acaba?"
"Ne kadarını duymamalıydım acaba?" ani cevabımla ciddi bir yüz ifadesiyle gözlerini kıstı. Bu bakışın tanıdıklığıyla gözlerimi devirdim. Ciddi ciddi düşünüyor bir de! "Kimberly... Cevap vermeyeceğim bu yüzden düşünme!" bana yakın olan alnını işaret parmağımla ittim. Bu hareketimle ellimi tutup çatık kaşlarıyla beni izledi. Beni tutan ellerinde her zaman taktığı eldiven bu sefer yoktu. Çıplak olmasından rahatsız olduğunu düşündüğüm ellerini rahat bir şekilde ellerimi kavramıştı.
"Majesteleri, sözlerimin ne kadarını duydunuz? Ben ona göre..." ellerine bakmayı bırakıp gözlerine baktım.
"Yeterince duydum." ellerimi onun ellerinden çektim. Ona bakmayı bırakıp merdivenlere döndüğümde bana doğru ilerledi o da.
"Ama ne kadar, yani..." duraksayarak merdivenin başında durdu. Ben de ilerlediğim üçüncü basamakta durup ona baktım. "Duyduklarınızın ne kadarı anlaşmayı bozmanıza sebep olur acaba?" sorduğunda sırıttım. Ona bakmayı bırakıp önüme döndüm. "Majesteleri!" arkamdan bağırdı. Ona bakmadan çıktığım kata sesi uzaklaştı. Ama hemen sonra tekrardan yüksek sesini duydum. "Majesteleri bu şekilde giderseniz ben çok yanlış anlarım, hayır... Bana sadece..." arkamı dönüğümde sustu. Merdivenden uzaklaşmış bana yaklaşıyordu ama benim ona dönmemle olduğu yerde durdu. "Majesteleri?"
"Kimberly, çok inşatçısın." dediğimde bundan gurur duyduğunu göstermek amacıyla tepki bekleyen ifadesi gülümsemeye döndü. "Bu kadar inatçı olma... Duyduklarım daha sonra Lamar ailesinin başını yakabilir!" sözlerimle elini ağzına koyup geri adım attı.
"Siz... Hepsini duydunuz." sesi kısık ama korkulu çıkmıştı.
"Evet, yeterince iyi çıkıyordu sesin. Seni duymamak imkânsız."
"Öyle olduğuna eminim." dediğinde ona doğru ilerledim. Bunu yaptığımda düşünceli duran hali sesindeki gibi korkulu bir hal aldı. "Majesteleri sözlerim için..." dediğinde merdivene yakın durdu. Bir iki adımdan sonra düşme ihtimalinden dolayı uzun bir iki adım atarak onunla aramı kapattım. O da aynı şekilde geri çekilmek istediğinde ona izin vermeyip belini tuttum. Onu kendime çekerek merdivenden uzak durmasını sağladım. Bu hareketim onu korkutmuş olmalıydı ki dehşete düşmüş bir ifade ve kasılmış bedeniyle bana bakıyordu. Ona dokunmamdan rahatsız mı oldu? Gözlerindeki o korku... Ne kadar da tanıdık!
Bölüm Sonu
Bạn đang đọc truyện trên: AzTruyen.Top