Bölüm 4

4. Bölüm

Ölmek için fazla genç ama ölmemek için de çok ruhsuz bir hayat ne kadar katlanılabilir? Bir insan ruhen acı çekerken diğer her şeye gülüp geçebilir? Yalandan bir gülümseme sunabilir? Ölmek isteyen birini ölümle korkutmak neden? Ölmek isteyen birine yaşamayı sevdirmek neden?

Adımları duyduğunda dolabın içinde askıda asılı kıyafetleri önüne getiri. Kokuyordu. Başkalarıyla temas etmekten korkuyordu. İnsanların ona dokunmasından korkuyordu. Buna sebep olan insandan korkuyordu. Onu kurtaran insanlardan korkuyordu. Sadece korkuyordu. Tüm duygularını kaybetmiş ve geriye sadece korku kalmış boş bir beden gibiydi.

Duyduğu ayak sesine sahip kadın yüksek sesle, "Kontes'e haber verin, Leydi yine kaçmış!" bağırdı. Onun yüksek sesli çağrısı kapıda bekleyen diğer hizmetçileri korkutmuştu. Hepsi birbirlerini izlediler. Ne yapacaklardı. Bunu Madamlarına haber verirlerse yine hastalanacaktı. Kızının devamlı olarak kaçması Kontes'i korkutuyordu. Aklına getirmek istemediği birçok düşünceyi kafasında barındırmasına sebep oluyordu.

"Ben Madam'a söylerim, siz de şövalyelere haber verin, onu bulsunlar." sözleri diğer hizmetçileri de harekete geçirdi. Onlar odadan aceleyle çıkıp giderken arkalarından kapanan kapı odayı karanlığa gömüyordu. Karanlığa gömülmek üzere olan odanın kapısı aralık kaldığında, karanlığın az çok aydınlanmasını sağlıyordu.

Yalnızlığı fazlasıyla gösteren odada genç kız dolabın içinde kalmaya devam etti. Elinde tuttuğu bıçağı sıkıca tutuyordu. İnsanlara da başlarda bu kadar sıkı tutunuyordu. Ama onu anlamayan her bir karmaşık gözde tutunmayı bırakıp keskinliğe sarılır oldu. Onu kesecek, zarar verecek olan bir bıçağa sarılır oldu.

Uzun sessizlik dışarıdaki karmaşayı duyurur olduğunda dolabın kapağını açtı. Bunu yaptığında aralıktan sızan ışığın aydınlattığı yüzü gördü. Çıplak ayağı soğuk zeminle temas ederken gözleriyle temas eden yüz ona gülümseyerek bakıyordu. "O bıçak seni kurtarmayacak, kimse seni kurtarmayacak." sözleri genç kızın elindeki kan kaplanan bıçağa bakmasına sebep oldu. "Sana zarar veren şeyin... Seni kurtarmasını bekleyemezsin." dedi. Bu genç kızın sadece yere damlayan taze kana bakmasına sebep oldu.

"Kim kurtaracak peki?" ve hemen sonra dizleri üzerine kendini yavaş bir şekilde bırakan adama baktı.

• • •

Kapı çaldığında dalgınlığımdan kurtularak yerde oturmayı bırakıp yanında durduğum yatağa tutunarak ayağa kalkmaya çabaladım. Onunla kavga ettikten sonra beş gün boyunca ateşim git gide daha da yükseldi bu yüzden hareket etmek beni daha da zorlar hale geldi. Bundan dolayı yatağa bile yatmadan sert ve soğuk zemine oturup bir süre kalkacak kadar dinlenir sonra yatağa oturdum. Ama hiçbir hizmetçinin ve onun odaya girememesi için de elimden geleni yaptım. Kapıyı kilitledim. Kimsenin girmemesi, sadece sessizlik içinde oturmak için kapıyı kimseye açmadım. Bir iki defa açtığımda ise hizmetçilerin bıraktığı yemekler oldu. Ama son iki gündür hiçbir şey yemedim.

O pislik kapıya gelip yüzsüz bir şekilde, eğer kapıyı açmazsam orada açlıktan öleceğimi, söyledi. Bunu başta blöf yapmak için dediğini sandım. Ama onun bu sözlerinden sonra hizmetçiler bir kez bile kapıya uğramadı. Beni öylece unutulmuş gibi bu odada bıraktı. Ama sorun değil. Açlıktan bile ölsem o kapıyı açmayı planlamıyordum. Sadece onun yüzünü bir kez bile olsun görmek istemiyorum.

"Ne var?" sesim zar zor çıktığında yatağa oturdum.

"Madam, Majesteleri buna ne zamana kadar devam edeceğinizi ve... Bu şekilde devam ederseniz..." dile getirmekten korktuğu şeyi susarak belli etti. Ama devam etmesi gerektiğini de biliyordu. Bu yüzden bunu söylerken sesinin azalmasına engel olamadı. "...öleceğinizi, söyledi. Majesteleri pes etmenizi istiyor."

Gülmeme engel olamayarak oturduğum yatakta örtüyü sıktım. Ölsem bile ona boyun eğmeyecektim. Acılı bir yoldu belki yaptığım ya da salakça bir başkaldırı mı? Bu kimin umurunda. Benim. Benim ve kendime olan saygımın. Sadece bu yolla ya da başka bir yolla da olsa onun özür dileyen ya da pes eden taraf olmasını istiyorum.

"Ona..." kuruyan dudağımı yaladım. Suyum biraz önce bittiği için artık tükürüğümle dudaklarımı ıslatabildim. "...Gelip... Dizleri üzerinde benden özür dilediği zaman bunu yapacağımı, söyle." dedim sesim kısılırken. Beni duymuş muydu? Bilmiyorum. Ama bu umurumda değildi. Kafamı yastığa koyup gövdemin geri kalanını da yatağa çıkardım. Elimi karnıma koyarak gözlerimi kapattım. Belki uykumda ölürüm.

"Nasıl isterseniz." dediğini duydum. Ama bunu gerçekten de o mu söylemişti yoksa ben hayal görmeye mi başlamıştım artık bunu ayır etmekte zorlanır hale geldim.

"Nasıl istersem." derken gülmeme engel olamadım. Karnımdaki ağrı iyice arttığında öğürme isteğime engel olamadım. Bu biraz daha fazla olduğunda örtüyü kendime çekerek ısırdım. Ölsem bile asla geri adım atmayacaktım. Beni aşağılayan bu adam gelip dizleri üzerinde özür dilemezse asla geri adım atmayacağım. Sonumun ölüm olması geri çekilmekten iyidir.

Gözlerimi artık açık tutmakta zorlandığım kapıda yine hareketlilik oldu. Bu sefer onun, "Kimberly aç kapıyı, özür dileyeceğim." dediğini duydum. Duyduğumun gerçekliğini düşünemeyeceğim kadar yorgun olduğum için sessiz kalmaya devam ettim. "Kimberly!" kapıya bir kez daha vurdu. Bu sefer kendimi zorlayarak elimden destek almaya çalışarak kalktım. Benden fazlasıyla uzak kapıya bir süre baktım. Açmak istemiyorum, çok uzağımda. Ama onun özür dilediğini görmek istiyorum.

Yataktan çıktığımda ayakta duramayıp önce dizlerimin üzerine düştüm. Biraz daha kapıya sert vurmaya başladığında yatağa tutunarak yine ayağa kalktım. Ve bu sefer elimi yataktan çekmeden ilerledim. Yatağın sabit olmasından kaynaklı adımlarımı atarken sorun yaşamadım. Ama yine de her adım benim için fazla yorucuydu. Kapı daha da hızlı vurulduğunda, bu sefer kapıyı çaldığına tereddüt ettim. Ama umursamadan onun kapıya vurmayı kesmesi için adımlarımı sabit tutmaya özen gösterdim.

En sonunda kapının önüne geldiğimde anahtarı yerinde çevirdim. Bunu yaptığımda kapının arkasındaki sesler kesildi. Kapıyı açmamla, kapıya daha sıkı tutundum. Araladığım kapının arkasında Dük'ü gördüğümde daha fazla ona bakmadan arkamı döndüm. Kapıyı aralık bırakıp tekrar yatağa ilerledim. Arkamda hareketlilik artsa da o tarafa bakmadım. Yatağa biraz önceki seferden daha sağlım adımlarla ilerledim. Kendimi güçsüz göstermek istemedim. Bu yüzden her adımımda yere bakmamaya özen gösterdim. Ama bu sadece bir iki adımdan sonra imkânsız oldu.

Kapanan kapının sesiyle beraber biri koluma girdi. Bunu yapana göz ucuyla bakıp kolumu ondan uzaklaştırmak adına tuttuğu kolumu ondan çekip havaya kaldırdım. Ardından da yürümeye devam ettim. "Yardımına ihtiyacım yok." çatlamış sesimle. Yatağın yakınına gelmemle hiç beklemeden yatağa oturdum. En sonunda ona düzgün bir şekilde baktığımda dikkatle beni izliyordu.

"Neden inat edip duruyorsun?"

"Neden... beni aşağılamaya çalışıp duruyorsun?" dedim duyduğundan şüphe ederek. Kafamı dik tutmaya çalışarak gözlerine odaklandım.

"Sen..."

"Kapıda özür dileyeceğini söylüyordun, bunu söyleyeceksen dinliyorum seni." elimle yeri işaret ettim. Hareketimle anlamıştı beni. Bu sebeple gözleri yerle buluştu. Sessiz kalarak öylece yeri seyretti.

"Bunu yapmayacağım." dediğinde kafamı salladım. Ona cevap vermek yerine yatakta kendimi geri çekip ayaklarımı soğuk zeminden ayırdım. Yatağa uzanıp ona sırtımı döndüm.

"Giderken kapıyı kapat." mırıldandım. Sesimi daha fazla yükseltmedim. Daha fazla onun için bir şeye kalkışmayacaktım. Ona kapıyı açmak için bile çok fazla enerji harcamıştım ve konuşarak da kendimi yormayı planlamıyordum.

"Gerçekten de açlıktan ölmeyi mi planlıyorsun?" ona cevap vermedim. Benden cevap alamadığı için sesi daha da sinirli bir hal alıyordu. "Peki, açlıktan bu kadar acı çekmenin bir başlangıç olduğunu biliyor musun? Daha fazla direnirsen iç organların sana savaş açmaya başlayacak. Ve en sonunda..."

"Kıvranarak ölürüm, evet."

"Ölümü kolay bir şey mi sanıyorsun!"

"Daha önce bir iki defa denediğim için bana normal ve kolay geliyor olmalı." demekten alamadım kendimi. Uzatmak istemiyordum ama o kelimeleri uzattıkça kafam ağrıyor.

"Kes şu oyunu artık." Bu sefer cevap verme isteğim olsa bile sustum. Biraz önceki uzun cümlemden dolayı boğazım biraz daha fazla ağrıyordu. Gözlerim kapanmaya başladığında kendimi uyanık tutmayı bırakmak istedim. Bu sebeple onu duymayı bıraktım. Beynimden gözlerime ve vücuduma doğru ilerleyen uyuşukluk için kendimi daha da yatağa bıraktım. Kafamdaki ağrı artarken onun bana seslendiğini duydum. Ama teki veremeyecek kadar uykum vardı. Yorgundum.

Daha önce de evden kaçtığımda kaybolmuş ve bir süre aç kalmıştım, bu yüzden buna yabancılık çekmiyorum. O zaman da elimde hiçbir şey yoktu. Bu yüzden ilk aşama dinç olmayı yaşadığımda sonumun böyle olacağını anlamıştım. Ondan sonra yavaşça gelen ağrılar. Nedensiz duyulan sesler ve sonra vücudun uzun bir uykusuzluktan sonraki uykuya dalma isteği. Bundan sonra ne oluyor hiç deneyimlememiştim. O sıra biri gelip bana su vermişti. Kimdi? "Ann..." oydu. Bana su verdi. Yakınlarda kaldığı küçük tahtadan iki odalı evine kadar beni sırtında taşıdı. Ondan sonra hayatımı emanet edebileceğim hizmetçim olarak yanımda kalmaya başladı. Onu özledim. Yanımda olmasını istedim. En azından son defa gülen yüzünü görmek isterdim.

• Yazar •

Kimberly yatakta kendini ele geçiren uykuya bıraktığında Edgard onda bir sorun olduğunu fark etmekte zorlanmadı. Ölüyordu. İnadı yüzünden ölüyordu. Bu bariz bir şekilde belli olmaya başladığında, "Su getirin!" bağırdı. Ona karşı ileriye mi gitmişti. Sadece onu biraz zorlarsa saçmalıkları bırakır diye ummuştu ama işler istediği gibi gitmedi. O susuzluktan ve açlıktan ellerinde ölecekti. Bir kadın daha onun yanında ölecekti.

İçeriye giren hizmetçi elindeki su bardağını Edgard'a uzattı. Tereddüt etmeden hizmetçinin elinden suyu alıp Kimberly'nin yanına oturdu. Onu kendine çevirip doğrulmasını sağladı. Uykuda olduğu için iyice ağırlaşmış ama açlıktan dolayı da fazlasıyla zayıf bedeni kaldırdı. Suyu dudaklarına yaslarken hizmetçi kıza dönmeden konuştu. "Hekimi çağır." sesinde ufaktan bir korku seziliyordu. Hizmetçi kız bunu fark eder gibi olsa da oyalanmadan odadan çıktı. Edgard ise suyun çarparak ıslanan dudakları aralamak için kızın burnunu sıktı. Bunu yaptıktan hemen sonra da aralanan dudaklarından içeriye suyu döktü. Yavaş ve dikkatli bir şekilde yaptı bunu. Boğulmaması için dikkat etti. Suratındaki herhangi bir değişiklikte elini çekip nefes almasına müsaade etti. Kız öksürerek gözlerini aralar gibi olduğunda ona bir şey olmadığına kendini inandırmak daha kolay olmuştu Edgard için.

Genç kız kendisine verilen suyla rahatlıyor ve daha fazlasını arzuluyordu. Ama gözlerini açamayacak kadar da uzun süre susuz ve aç kalmıştı. Uyuyarak dinlenmeliydi. Ya da uyanmamak üzere dinlenmeyi planlıyordu.

Hekim odaya girdiğinde Edgard onu su içmeye zorlamayı bırakıp gelen adam için geri çekildi. Onun çekilmesiyle orta yaşlı adam hastasına ilerledi. Onu izlerken, "Ona ne oldu Majesteleri?" sordu. Bu şekilde ona bir teşhis koyabileceğini ya da muayene edeceğini düşündü.

"Uzun bir süre aç kaldı." sözleri genç kıza dokunmak üzere olan elleri durdurdu. Orta yaşlı adam ilerisinde duran adama baktı. Ciddi olup olmadığını anlamak istedi. Ona bakan gözlerin fazlasıyla ciddi olmasından dolayı geri çekilip kadına geri döndü. Baygın olmasından dolayı elini bileğine koyup nabzını dinledi. Bu sayede geç olup olmadığını anlayacaktı.

Nabzın yavaşlığı onu biraz korkutsa da genç kızın nefes alışverişi daha iyi hale geliyordu. Bunun sebebini komidinin üzerinde duran bardaktaki sudan olduğunu kolayca anlamıştı. Uzun süre aç ve susuz da kalsa birkaç yudum aldığı su onun nefes almasını kolaylaştırıyordu. Bunun farkındalığıyla oturduğu yerden kalkıp karşısında suçluluk duyup duymadığı bile belli olmayan Edgard'a baktı.

"Merak etmeyin majesteleri. Şu anlık iyi ancak..."

"Ancak?" devamını getirmesini istedi. Cevap vermekte tereddüt eden adam arkasını dönüp baygın kadına baktı.

"Eğer düzenli bir şekilde beslenmezse en küçük hastalık bile Madamın ölümüne sebep olabilir. Bünyesi git gide zayıflamış bu sebeple onun aldığı besinlerin taze olduğundan ve... İçine bir damla bile zehir karışmadığından emin olun." küçük bir uyarı yaptı. Daha fazla uyarıya gerek olmadığını düşünerek küçük bir reverans yapıp odadan çıktı. Onun çıkmasıyla Edgard baygın kıza baktı. Ölüyordu. Çok az kalmıştı ölmesine, diye düşündü. Ama bu genç kızı korkutmamış ya da ölmek üzereyken bile ona olan sinirini eksiltmemişti.

Ona karşı ağır sözler etmişti. Farkındaydı ama o da onu kışkırtmıştı. Hakkındaki söylentiler de bu kışkırtması için bir karşı saldırı olmuştu. Kavganın bu kadar ileriye gideceğini düşünmemişti. Onun ağır sözler ederken, kendisinin de fazla ileriye gideceğini tahmin etmedi. Ona bakmayı bırakıp odadan çıktı. Bunun için ondan özür mü dilemeliydi? Hayır, diye düşündü. Hak ediyordu. Eğer bu söylentiler onu sinirlenmesine sebep oluyorsa böyle şeyler yapmamalıydı, diye düşündü. Kendini haklı çıkarmak isteyerek.

• Kimberly Rodney •

Susuzluk hissi biraz daha arttığında açmak istemedim gözlerimi. Uykum vardı. Daha fazla uyumak istiyordum. Ama susuzluğun verdiği acı katlanılmaz olduğu için araladım gözlerimi. Karşıya doğru baktığımda odanın sessizlik ve karanlık içinde olduğunu gördüm. Doğrulmak istediğimde hem karşımdaki aynadan yansımayı hem de yanımdaki büyük kütleyi fark ederek soluma döndüm. Onun sırtını yatağın demirine yaslamış bir şekilde uyuyakalmış bedenini gördüm.

Yanımda durmasından dolayı kendimi dik tutarak olanları düşündüm. O nasıl içeriye girmişti? Kapı kilitliydi ve... Benden özür dilemek istediğini söylediği için kapıyı açtım. Ama bu bir işe yaramadı ve ben onunla kısa da olsa yine atıştım. Sonra? Peki ya sonra ne oldu da şu an yanımda duruyor? Yine o egosuyla defolup beni ölüme terk eder sanıyordum.

"Beni izlemeyi bitirdiysen..." demirden ayrıldı. Gözlerini aralayıp bana baktığında başta gözlerimi kaçırmak istedim. Ama sonra vazgeçip ben de onu izledim.

"Neden buradasın?" sorduğumda boğazımdaki ağrı biraz daha arttı. Bu yüzümü buruşturmama sebep olduğunda hemen sola dönüp yanında duran sürahiden bardağa su doldurdu. Suyu bana uzattığında elindeki bardağa şüphe ile baktım. Bakışlarımı fark ettiğinde dudağına ötürüp biraz içti.

"Zehir yok, şimdi iç." tereddütle de olsa elinden aldım. Şu anda onu reddedebilirim ama susuzluğun verdiği o ağrılar hâlâ geçmemiş hatta biraz daha artmıştı. Bu yüzden reddedemedim. Artık karşı çıkmak da istemedim. "Neden bu kadar inat ettin ki? Ölmene az kalmıştı." bardağı dudaklarımdan ayırıp ona uzattım. Elimden alırken bile gözlerini benden ayırmadı. Bakışları rahatsız edici olmaya başladığında arkamı dönüp tekrar uyumak istedim. Kafamı yatağa koysam da onun yüksek iç çekişiyle, "Özür dilerim. Her iki konuda da çok ileriye gittim." ses etmedim. "Sana o şekilde dememeliydim. Ve... Sadece başına buyruk birisi olmanı istemediğim için..."

"Beni aşağılamak istedin." onu tamamladım. Sözlerimi duyduğunda daha fazla konuşmadı. Bu yüzden merakıma yenik düşerek ona doğru döndüm. Kafamı yataktan ayırmadan ona baktım. O da eski haline dönmüş dalgın bir şekilde uzattığı ayaklarını izliyordu.

"Sen de ileriye gittin." bana baktı. Gözleri ne duygu gösterse bilemiyordu. "Beni bir p*çle aynı kefeye koydun."

"Öyle mi yaptım?" sordum. Sorudan çok dalga geçiyordum. "Beni bir hayat kadınıyla aynı kefeye koyan sen mi söylüyorsun?"

"Aynı şey değil."

"Hayır, aynı şey." dedim. Doğrulup ona daha dikkatli baktım. "Değersiz bir et parçası gibi kendini satan bir insanla beni aynı gördün. İğrenç birisiyle seni bir göremem normal değil mi? Üstelik senin beni aşağıladığın kadar ileriye gittiğimi düşünmüyorum."

"Ama o sözlerinin ağırlığı fazlasıyla ileriyi ima ediyor. Ah, doğru... Sen bunu bilmezsin." sözlerinden hemen sonra büyük bir sessizliğin başlangıcı olacak şekilde sustu. Ben de cevap vermedim. Veremedim. O belki de haklıydı. İğrenç birisiyle onu kıyaslamam doğru değildi ama o da bana aynısını yapmamış mıydı? Hatta beni iğrenç birisiyle kıyaslamadı direkt öyle olduğumu söyledi. İkimizin sessizliği ortamı tuhaf bir hale getirdiğinde bu durumdan kurtulmak isteyerek sırtını tekrardan demirden ayırdı. Bana kısa bir bakış atıp, "Acıkmış olmalısın, sana bir şey hazırlamalarını isteyeyim." yataktan kalktı. Onun kalkışını izlerken elimi karnıma koydum. Uzun süre açım ve o bahsedince bunu daha yeni fark ettim.

"Bademli olmasınlar." çıkmak üzereyken. Beni duyduğunda elini kapıya koyup bana baktı. Bakışını gördüğümde üzerimden düşen örtüye tutunup, "Zehirlenmemi istersen koyabilirsin." mırıldandım. Açıkta kalan dizlerimi örterek bacağımı kendime çektim. Onun tam tersi yönüne bakarak kafamı dizlerime yasladım. Bir süre boyunca kapının kapanma sesini bekledim. En sonunda kapı kapandığında bu sefer pozisyonumu bozmadan o tarafa baktım. "Tam bir canavar." söylemekten kendimi alamadım. Söylediği ve yaptığı bir olmayan büyük bir canavar. Ölmemi istediğini söylüyor ama izin vermiyor. Kaba davranıyor hemen sonra düzeliyor. Bu kadar gelgitleri olması pek iyi değil aslında. Ya bana zarar verecek bir gelgit falan yaşarsa.

Dik durup dizlerimi yana doğru kırdım. Yastığımın altına elimi koyup hançerimin hâlâ orada durup durmadığını kontrol ettim. Ona saldırdıktan sonra gizlice alıp almadığını defalarca kez kontrol ettim. Bu hançer benim buradaki şu anlık tek güvencem. Evet, tek! Glenn nedenini bilmediğim bir sebepten dolayı burada değil. Ona, Glenn'in nerede olduğunu sormak istediğimde ya bana kötü bir bakış atıp benimle tek bir kelime konuşmuyordu ya da bunun beni ilgilendirmediğini, onun bir şövalye olarak sorumlulukları olduğunu söylüyordu. Ama bir kez bile olsun onun nerede ne iş yaptığından söz etmedi. Bu yüzden burada Glenn olmadan kendimi sadece bu hançerle savunabilirim.

Hançere daha fazla dokunmayı bırakıp eski halime dönmek istediğimde kap çalma sesini duydum. O tarafa baktığımda onun girmesini bekledim. Ama kapı bir kez daha çaldığında gelenin bir hizmetçi olduğunu anlamak zor olmadı. Uzun sessizlikten sonra konuşmak zor geldiği için boğazımı temizleme amacıyla öksürüp, "Evet?" seslendim.

"Majesteleri size yiyecek bir şeyler gönderdi Madam." dedi. Onu duyduğumda duruşumu biraz daha düzelttim. İyi olduğumdan emin olduğumda girmesini söyledim. Sesini tanımasam da yüzünü tanıdığım o iri hizmetçi odaya girdiğinde dik durarak bana getirdiklerine baktım. Sadece bir kâse ve çok az miktarda ekmek vardı. Tek kaşımı kaldırırken kendimi engelleyemedim.

Tepsiyi komdinin üzerine koyduğunda gözlerimi oradan alamadım. Sadece bir kâse çorba vardı. Bununla doymamı falan mı bekliyordu bu adam. Çorbaya bakmayı bırakıp ona döndüğümde kafasını eğip, "İzninizle ben ayrılıyorum."

"Bekle, Dük nerede?" sorduğumda eğik kafasını kaldırıp bana baktı. Hemen sonra da tekrardan başını eğdi.

"Bilmiyorum, sizin için çorba getirmemizi söyledi ve ondan sonra Majestelerini görmedim."

"Tamam, çıkabilirsin." dediğimde tekrardan kafasını eğmeye devam edip geri adımlar attı. Hemen ardından da kendini düzeltip odadan çıktı. Onun çıkmasıyla çorbaya döndüm. Onu içmek zorunda mıyım? Ben çorba sevmem ki! Çorbayı izlemeyi bırakıp hafiften ağrıyan karnıma dokundum. Ama açım da. Yani yemek zorundayım. Kâseyi elime alıp burnuma yaklaşırdım. Kokusunu bir süre aldıktan sonra mecburen içmek için tepsideki kaşığı da aldım.

İsteksiz olsam da bir iki kaşıktan sonra tadı güzel gelmeye başladı. Beynimin açlıktan bana oynadığı bir oyun olduğunu bilsem de bu tada ve açlığa boyun eğip hepsini yemeye özen gösterdim. Çorbanın sonuna yaklaştığımda daha fazla yiyemeyeceğim için kâseyi tekrardan aynı yerine koydum. Az kalmış çorbayı hizmetçilerin daha sonra alacağını bildiğim için tepsideki peçeteyi aldım. Ağzımı ve elimi silip çorbaya doymuş karınla yatağa uzandım. En azından bir şeyler yedim. Bana bu çorbayı göndermeyebilirdi. İşim var deyip beni görmezden de gelebilirdi. En azından bunu yapmadı demek ki babamın anlaşmasını baya umursuyor. Anlaşma bitip ondan boşanana kadar beni öldürmeye kalkışmayacağı belli ama ona karşı gurur yaparken ölmezsem iyidir.

• • •

İlkbahardan yeni girdiğimiz için havalar daha da ısınmıştı. Mükemmel çiçekler ve onlara bakım yapan çalışanlarla daha da güzel duran bahçeye hayran hayran bakmayı bırakmam gerektiğini Ursula'nın, "Nereye kurmamızı istersiniz?" sorusuyla son verdim. Tam bir aptala benzeyen davranışlarıma son verip etrafıma bakındım. Uygun bir yer aradı gözlerim ve benim odamın biraz ilerisinde camdan bakıldığında görülen koca ağacı hatırladığımda etrafıma bakındım. Evden birkaç metre uzakta olan büyük ağacı görmemle ona döndüm.

"Orası." bakış açımı ağaca odakladım.

"Gerçekten de güzel bir yeri seçtiniz Madam."

"Biliyorum." onu arkamda bırakıp o tarafa ilerledim. Benim ağaca ilerlememle arkamdaki hizmetçiler de peşimden ellerindeki malzemelerle oraya ilerlediler. Ağacın gölgesinde saklanarak etrafıma bakındığım sıra onlar da masayı istediğim yere kalıcı olacak şekilde kurmaya başladılar. Artık odam dışında da takılabileceğim bir yerimin olması harika olacak. Odada nefessiz kalmaktan bıkmıştım.

Ağacın altında beklemeyi bırakıp güneşe çıktım. Gözlerimi kapatıp gökyüzüne doğru kaldırdım yüzümü. Güneş tenimi ısıtmaya başladığında gülümsememe engel olamadım. Burası gördüğüm en iyi bahçe. Birçok soylunun evine davet edildiğim için renkli ve ruhlarını yansıtan bir sürü dekor gördüm. Ama iç ısıtacak kadar güzel gördüğüm sayılı bahçelerdendi burası.

"Bu şekilde kalmaya devam ederseniz yüzünüz yanar." sözleriyle gözlerimi araladım. Bunu söyleyen kadına baktığımda tahtadan yapılmış tekerlekli sandalyedeki kadını gördüm. Dikkatle izliyordu yüzümü. Ben de aynı dikkati ona vererek tanıdık duran kahverengi gözlerine baktım. Çok güzel gözlere sahipti ama yüzündeki keder bu güzelliği çok farklılaştırıyordu.

"Haklısınız ancak... Güneş'in beni ısıtmasını seviyorum." ona daha dikkatli baktım. Üzerinde bir hizmetçi için fazla yeni ve sıradan bir soylu için de pahalı bir kumaştan yapılmış elbise vardı. Eski ama yıpranmaya fazla maruz kalmamış tekerlekli sandalyesi bile onun sıradan olmadığını gösteriyordu.

"Anladım. Yine de bu kadar durmayın. Yeni iyileştikten sonra hastalanmanızı istemem."

"Düşünceniz için teşekkür ederim." kafamı eğdiğimde üzgün ve neredeyse ciddi olacak olan ifadesi sıcak bir gülümsemeyle ortamın yumuşamasını sağladı.

"Rica ederim yeni Düşes." o da kafasını eğdi. Sağ elini kalbinin üzerine koyduğunda, onun reverans yaptığını anladım.

"Düşes pozisyonundan sizi aldıktan sonra lütfen bana öyle demeyin." dedim. Beni duyduğunda kafasını kaldırarak merakla yüzüme baktı. Burada uzun süre hüküm sürmüş bir Düşes'e karşı asla üstünlük bendeymiş gibi davranamam.

"Neden böyle diyorsunuz? Bu pozisyon ben de bunca zaman geçici olarak duruyordu. Abimin evlenip de bu pozisyonu vereceği kişiyi de dört gözle bekliyordum." elini ağzına yaklaştırarak kibar bir şekilde güldü. Ben de ona katıldığımda, "Buraya gediğinizden beri bir hafta geçti ve sizi göremeye gelemedim. Umarım bu eski ev sahibini affedersiniz Madam." bu sefer bana Düşes demedi. Bunu ben söylediğim için mi yoksa bilerek mi demediğini anlayamasam da ifademi bozmadan ben de ona ayak uydurdum.

"Madam demeniz beni çok yaşlı hissettirdi. Lütfen bana Kimberly, deyin Bayan Penelope." kafasını sallayarak karşılık verdi. "Beni görmeye gelememenizin sizin de rahatsızlığınızdan olduğunu duydum. Bu yüzden benim yanınıza gelmememi asıl siz bağışlayın."

"Duymuşsunuz."

"Evet. Bayan Yelena işlerden bana bahsederken sizden de bahsetti."

"Anlıyorum." dedi. Ona gülümseyerek arkamda kurulması daha yeni başlamış masaya baktım. "Çalışanlarınızın işi bitene kadar etrafta dolaşmak ister misiniz?" sorusuyla ona döndüm. Onunla dolaşmak, burada durmaktan daha eğlenceli olabilir. Kafamı sallayarak onay verdim.

"Büyük bir zevkle." aldığı cevapla gülümseyerek yanındaki hizmetçiye işaret verdi. Kafasıyla yaptığı işaretle arkasındaki hizmetçi onu itmeye başladı. Onların ilerlemesiyle ben de onun peşine takıldım. Çalışanlardan uzaklaşarak taş yolun olduğu düz yolda ilerledik. İki yanı da farklı çiçeklerle çevirili yola bakınırken onlara ayak uydurdum.

"Majesteleriyle evlenmeniz beni çok mutlu etti. Ama düğününüzün olmaması da çok kırıcı hissettirdi. Rodney Düşes'ine bir düğüne bile yapmamak..."

"Düğün olmaması bizim için daha iyi olduğunu düşünüyorum." onu kesme cüretine girip cümlenin farklı bir yere kaymasını engelledim. Dük'ün evliliğimize herkesi inandırmak istediğini bildiğimden, "Son zamanlarda pek iyi değildim bu yüzden düğünü kaldıramazdım."

"Ah, rahatsızlığınız buraya gelmeden önce de mi vardı?" sordu. Ne demek istediğini anlayamayarak ona baktım. "Majesteleri sizin ağır bir soğuk algınlığına yakalandığınızı söyledi." sözlerini düşündüm. Ağır soğuk algınlığına mı yakalanmışım? Soğuk algınlığına yakalandı yalanıyla kardeşini benden uzak mı tutmaya çalışmış yani. Bu adam bir manyak. Olmadı kara ölüme yakalandığımı söyleseydi!

"Hayır, sadece biraz halsizdim o kadar." dediğimde gülümsedi.

"Durumunuzun iyi olmasına sevindim." ben de ona karşılık gülümsedim. Bu konuşmadan sonra ortam bir anda sessizleşti. Ortamdaki sessizlikten dolayı ikimizde gülümsemeyi bıraktık ve yürümeye odaklandık. Bundan sonra konuşulacak herhangi bir konunun yanlış bir yere gitmesinden çekiniyorduk. Sessizliğimizle sadece ilerledik. Bir süre sonra bahçedeki ormanlar sıklaşmaya başladığında, "Buradan sonrasına ilerlemesek iyi olur." dediğinde olduğum yerde durarak ona baktım. O durmuş ve ben durduğumda onun önünde durmuştum. Ona bakmayı bırakıp ormana baktığımda, "Buradan sonrası pek tekin sayılmaz. Buradan sonra sakın tek başınıza gelmeyin." uyardı. Büyük ağaçlara bakmayı bırakıp ona döndüğümde hizmetçisine işaret yapmış geri dönüyordu.

"Neden? Burası..."

"Buradan sonrası şövalyelerin antrenman alnına gidiyor ve orası... Dikkatsiz şövalyelerle dolu."

"Ah, anlıyorum." kafamı sallayarak yanına ilerledim. Aynı hizaya geldiğimizde hizmetçi onu itmeye başladı. Yan yana geldiğimiz yöne aynı yoldan ilerledik. Aslında benimle daha fazla konuşmak istiyordu ama benim nasıl karşılayacağımı bilmiyordu. Buranın yeni ev sahibi ben olduğum için yanlış bir şey yapmak onu tehlikeye atardı. Bunun farkındaydı, ben de farkındaydım. Bu yüzden hizmetçilerin dağınık bir şekilde çalıştığı bahçeye yaklaştığımızda, "Evde dinlenme odası olduğunu duydum ama bir türlü gitme şansım olmadı. Bana gösterebilir misiniz?" sorduğumda kafasını çok hafif yukarıya kaldırıp bana baktı.

"Tabii, benim için bir şeref olur." sözlerine ikimizde güldük. Aslında daha önce o odaya gitmiştim. Balkonu olan güzel bir oda gibiydi ama çok ruhsuzdu. Belki biraz bakım ve birkaç çiçekle harika olabilirdi. Ama bu evde tam bir değişiklik yapabilmem için biraz daha otoriteye ihtiyacım olduğunun farkındaydım. Bu sebeple ev içine değil dışına bir yer yapmak istedim.

Evin içine giriş yaptığımızda merdivenlere yakın hizmetçisi durdu. Onlara baktığımda hizmetçi öne geçip kafasını eğdi. "Ben gidip Angel'ı çağırayım Leydim." dedi. Onun ayrılmasıyla kıza bakmayı bırakıp ona baktım. Hizmetçinin ayrılmasını fırsat bilerek ona döndüm.

"Özel hayatınızla ilgili bir soru sorabilir miyim?" dememle hizmetçisinin arkasından bakmayı bırakıp bana baktı. Onun bakışı biraz tuhaf bir hal aldığında aklından neler geçtiğini az çok tahmin ettim.

"Soracağınız şey tam olarak ne?" kafamı eğdim. Tahmin ettiğim ses tonu bile telaşlı. Tıpkı o konuyu Dük'ün yanında açmak istediğimde verdiği tepki gibiydi. Ama biraz daha sakindi. Konuyu bilmediği için açık bir tepki veremiyordu sadece.

"Ben... Nasıl bacağınızın zarar gördüğünü merak ettim anca bu sizi rahatsız ediyorsa cevaplamak zorunda değilsiniz!" elimi kaldırıp gülümsedim. "İnsanların özel hayatına pek burnumu sokmam sadece..."

"Merak ettiniz." sesi rahatlamış çıktı. O konuya girmediğim için rahatlamıştı.

"Evet, o kadar da meraklı bir insan değilimdir normalde."

"Sorun değil." gülümsedi. Geniş gülümsemesi beni de rahatlattığında onu dikkatle izledim. "Bunu nasıl anlatsam bilemiyorum." sustu. Düşündü. Biraz önceki düşüncesindeki sorudansa bu soru daha iyiydi. Ama yine de bu soruda rahatsız edici bir şey gibi yüzünde belli oluyordu. O anı hatırlamak onu rahatsız hissettirmiş olmalıydı.

"Eğer bu konu sizi rahatsız hissediyorsa bahsetmek zorunda değilsiniz. Benim sorum aptal bir meraktan başka bir şey değildi!"

"Hayır, böyle demeyin! Sizin yerinizde olsam ben de merak ederdim." ben de onun zorlanmasından dolayı telaş yapmıştım ve şimdi de o beni sakinleştirmek için telaş yapmıştı. İkimizde ortamı iyice tuhaf bir hale getirdiğimizde sessizliğin ortadan kalkmasını başka bir ses sağladı.

"Penelope, burada tek başına ne yapıyorsun?" sorusuyla ikimizde girişte bize yaklaşan adama baktık. Beni görmezden gelmesine göz devirmeden edemedim. Beni görmezden geliyor pislik! Ona bakmak istemesem de dikkatimi üstündeki kıyafetler çekmişti. Üzerinde eski olmaktan mı yoksa kirlendiği için mi beyazdan farklı bir tona geçmek üzere bir bez parçası ve altında da siyah bir pantolon vardı. Üzenindekinin bez parçası olarak görmemin sebebi terlemiş olduğu için o şeyin altında ne varsa her şeyi açığa çıkartıyor olmasıydı. Kısaca çıplak duruyormuş gibiydi!

"Kimberly ile dışarıda biraz yürüyüş yaptık, şimdi de dinlenme odasına gidecektik." gülümsemesi arasından rahat bir şekilde konuştu. Onun rahatlığına Dük'de rahat bir tavırla karşılık verdi.

"Yine de tek olmamalıydın, hizmetçin nerede?" bunu söylerken beni bir şeyden saymadığını fark etmem zor olmadı. Bu yüzden kollarımı birleştirmekten alamdım kendimi.

"Tek değildi zaten." mırıldandım. Beni duymalarıyla ikisi de bana baktığında, "Majesteleri antrenmandan dönüyor olsa gerek, bize katılmanızı isterdik ama bence gidip yıkanmalısınız." dediğimde kardeşine bakmayı bırakıp bana döndü. Tamamen vücudunu bana döndürdü.

"Sen... O zaman size katılmalıyım." dediğinde şaşkın bir şekilde ona baktım. Ciddi mi? Ben sırf git demek istedim diye bize mi katılacak.

"Buna gerek yok dedik ya!" sesim kısık ama olabildiğince de küstah çıkmasına izin verdim.

"Sana soran mı oldu!" o da bana doğru adım attığında ben de kendimi geri tutmadan ona doğru adım attım. İkimizde birimize saldırmaya hazırdık ama arkadan Penelope'nin öksürme sesiyle o tarafa baktık.

"Sakin mi olsanız." dediğinde geri adım atıp birleşik kollarımı ayırdım.

"Ben sakinim zaten Leydi Penelope." sözlerime karşı bana inanmayan bakışı göz ardı ettim. Penelope'nin ne yapacağını bilemeyen yüzüne baktım.

"Öyle olduğuna eminim... O zaman abi sen gidip üstünü değiştir ve hemen sonra da bizimle dinlenme odasında buluş olur mu?" heyecanla sordu. Kavgayı bitirmek isteyen istek üzerine bana bakmayı bırakıp kardeşine döndü. Ona gülümseyip kafasını salladı.

"Senin isteklerine asla hayır, diyemem biliyorsun." dedi. Onu duyduğuma gülmeme engel olamadım. Tabii, kesin öyledir. "Peki, o zaman. Arthur'un seni taşıması sorun olur mu?" sorduğunda Penelope'ye baktım. Abisine gülümseyerek kafasını salladı. Hemen sonra da arkada duran şövalyeye baktı. Ben de ona baktığımda düz bir ifadeyle duruyordu. Emir verildiği anda harekete geçmek için hazırda bekleyen bir şövalye. Tekrar Penelope'ye baktığımda yüz ifadesi bir tık gergindi.

"Ya da abisi olarak onu sen taşırsın." mırıldandım. Beni üçü de duymuştu ama onlara bakmadan merdivenlere ilerledim. O gergin ifadeye bakmak beni de iyi hissettirmiyor. Bana dokunması için şimdiye kadar izin verdiğim tek yabancı erkek Glenn olsa da bazen onun dokunuşunun bile beni rahatsız ettiği anları hatırlatıyor. Bana karşı kötü düşünceyle dokunmasa da bazen güvenmek istediğin bir insandan bile şüphe etmene sebep oluyordu. Onda da o şüphe vardı. Abisinin güvendiğini biliyordu ama kendisi güvenmekte sorun yaşıyor. Buna rağmen abisi ona şüpheye düşürmeyecek tek kişi. Kardeşine olan tutumundan dolayı aynı şekilde beni de düşürmüyor sadece korkutuyor. Kardeşine olanlardan dolayı o şekilde dokunamıyor bunu her türlü hissettiriyordu ama öldürme güdüsü onun yerine daha fazla hissettiriyor. Onda beni korkutan tek şey öldürme güdüsü!

İlk merdivenleri çıktığımda arkama baktım. Dük onu taşıyordu. Bunu sırf ben söyledim, diye yapmadığına eminim. Sadece o da yüzündeki endişeyi fark etmiş olmalı. Onlara bakmayı bırakıp sağ taraftaki merdivenlere ilerledim. O taraftan yukarıya çıktığımda köşede duran tekerlekli sandalye ilk defa dikkatimi çekti. Ayak altı olmayacak şekilde duvarın köşesine koymuşlardı.

Sandalyeye ilerleyip onların geldiği yöne ilerledim. Onu koyabileceği şekilde sabitlediğimde bana kısa bir bakış atıp sandalyeye oturmasını sağladı. Bunu yaptığında, "Sizi odada bekleriz Majesteleri." diyerek onların konuşmasına fırsat vermeden tekerlekli sandalyeyi ittim. Benim bu hareketim onu sinirlendirse de umursamadım. Hatta arkama kısa bir süre bakıp güldüm. Bunu yaptığımda suratında daha da sinirli bir ifadenin oluşmasına sebep oldu. Yüz ifadesi eğlenceli!

Onu koridorun içine aldığımda odanın olduğu sağ tarafa ilerledim. Sağ taraftan ikinci odaya girerken ona bir kez daha baktım. Bizi izlemeye devam ediyordu. Ona bakmayı bırakıp tamamen odaya girip kapıyı kapattım. Bunu yapmamla yüzümdeki ifadesi sakin bir gülümsemeye çevirdim. Ama onun ifadesi düşünceliydi. Ona bakmayı bırakıp tekrar kanepelerin olduğu tarafa doğru onu ittim. Onu oturacağım tekli koltuğun daha önceden ayarlanmış olan karşı tarafındaki yere bıraktım. Karşısına geçip oturduğumda hâlâ aynı ifadedeydi.

Odanın kapısı çalana kadar ikimiz de sessiz kalmaya devam ettik. Kapı çalıp içeriye hizmetçisi olan kız ve iri yapılı daha önce de gördüğüm kız girdi. Penelope onlara çay ve biraz da tatlı getirmelerini dalgın bir şekilde istedi. Ve bu dalgınlığından ötürü ikisi de hemen odadan ayrıldı. Onların çıkmasıyla öne doğru biraz kendimi çektim.

"Bir sorun mu var? Size karşı yanlış bir harekette mi bulundum?" sorduğumda dalgın halini sonunda bir kenara bırakıp bana baktı. Yüz ifadesini sabit tutmaya çalışarak derin nefes aldı.

"Hayır, sadece biraz önce nasıl yürüyemediğimi anımsadım o kadar." sesi biraz sert çıkmıştı. Bana nedensiz bir cephe kurduğunda ve hizmetçilerinin ikisini birden göndermesinden anlayarak ileriye geldiğim koltukta kendimi geriye çektim.

"Bundan olduğunu sanmıyorum, daha çok abinizin size benim sizin hakkınızda bildiklerimden söz etmesinden dolayı bu kadar dalgın olduğunuzu düşünüyorum." dediğimde biraz önceki dalgın ifadesi korkmuş bir hal aldı. "Abiniz size ne dedi?" sorduğumda kafasını kaldırıp gözlerimin içine dikkatle baktı. Bunu reddedip reddetmemek arasında gidip geliyordu. Onun telaşına anlam vererek sadece gülümsemeye devam ederek onu izledim. Beni belki de şu an yanlış anlıyordu ama ona acıyarak bakmamdan daha iyiydi şu anki bakışım.

"Bu durumu nereden öğrendiniz? Bu yüzden mi bana bacaklarımı sordunuz, bu şekilde mi bana yakın olup aileme zarar vermeye kalkışacaksınız?" dediğinde sözlerine şaşkın bir şekilde baktım. Bu kız kafasında ne uydurmuştu!

"Böyle bir şey aklımdan geçmemişti ama... Sizin aklınıza bu fikirler..."

"Abim sadece bildiğinizi söyledi! Bilmeniz bile bu durumu saklayacağınıza dair edeceğiniz saçma bir yeminle inanılır hale gelmeyecek. Tıpkı o kadınlar gibi!" dediğinde tek kaşımı kaldırdım. Diğer kadınlar gibi? Bakışımı fark ettiğinde güldü. "Abimin diğer iki eşi olan eski Düşesler, benim durumumu öğrendiklerinde beni tehdit ettiler ve bu da onların ölümüne sebep oldu, sizin de olmasını istemiyorsanız sakın beni tehdit etmeyin." dediğinde şaşkınlığımı devam ettirerek onu izledim. Ona inanamıyorum. Yani o kadınlar başkalarına laf taşımak uğruna mı öldü! Evlendiği insanın ailesine bu kadar kolay mı ihanet etmişlerdi!

"Bu biraz korkutucu hissettirdi." dediğimde ciddiyetiyle beni izlemeye devam ediyordu. Gözlerimi ondan kaçırıp etrafıma baktım. Aslında Dük'le kimsenin gerçekten de evlenmek istediği için evlendiğini sanmıyorum. Sonuçta onun konumu ya da tıpkı benim ailem gibi nedeni belli olmayan bir anlaşma uğruna evlenmiş olabilirler. Doğal bir şekilde de evlenmiş bile sayılmadıkları bu adamın durumunu ifşa etmek onlara sorun olmaz.

"Korkun ve sakın benim ve ailemin sırını başkalarına açıkla..." o konuşmayı devam ettiremedi. Benim kahkaham onu engelledi. Bu sözler bana tanıdık gelmişti. Kimdi? Ah, benim dadım. Onun da böyle saçma davranışları olduğunda ben de aynı şeyleri söylemiştim. Nereden tanıdık geldiği belli oldu bu cümlelerin. "Bu komik mi!" bağırdığında yaptığımı fark ettim. Elimi ağzıma koyup öksürdüm. Gülmemi bastırdığımda gözlerine baktım.

"Hayır, sadece aklıma bir şey geldi." bu söylediğim onu daha da kızdırmıştı. "Sizi kızdırmak istemedim üzgünüm. Ve merak etmeyin bu durum beni alakadar etmiyor ki zaten ben de bu durumla inanın ilgilenmek istemiyorum." dedim bir anda ciddileşerek. Ani ciddileşmem onu şaşırsa da sessiz kaldı. Beni anlamaya çalışıyor gibiydi? Güvenip güvenmemek arasında gidip geliyordu. "Bakın Leydi Penelope, sizin dışınızda da ağır sorunlar yaşayan insanlar var ve onların tek derdi sizin bu durumunuzu herkese yaymak değil." sözlerim onu afallatsa da umursamadım. "Dediğim gibi, sizin sorununuz gibi kendi sorunlarım var ve benim de tek derdim şu an o ve onun cinsindeki dertlerim!" sözlerimi bitirmemle ayağa kalktım. Kafamı eğip kısa bir selam verdim.

Kendimi düzeltip yanından geçmek için ilerlediğimde kapı çaldı ve hemen sonra açıldı. Bunu umursamadım. Yanından geçerken olduğum yerde durup ona baktım. "Ve o soruyu sormamın tek amacı bu konuyu bir hekim tanıdığıma anlatmak içindi." son sözlerimi de söyleyip daha fazla durmadım. Kapıda bekleyen ve anlamsız şekilde bakan Dük'ü umursamadan yanından geçtim. Odadan çıktığım gibi kendi odamın olduğu karşı koridora ilerledim. 

Bölüm Sonu

Bạn đang đọc truyện trên: AzTruyen.Top