Bölüm 28
Baştan ricada bulunuyorum, lütfen yorum yapın. Yoksa size bir daha gelmemek bu kadar güzel bölüm.
28. Bölüm
Yorgunluğum çok fazla olsa da mecburen İmparatoriçenin davet ettiği çay davetine geldim. Bu davete katılmak zorundaydım. Ve Edgard ise kadınların olacağı bir yere gelemeyeceği için Lordlarla beraberdi. Beni bırakamayacağı için peşime dört tane hizmetçi taktı. Bunlardan ikisi Yelena ve Ursula'ydı. Ve diğer ikisi ise böyle durumlar için eğitilmiş kadınlardı. Beni her durumda korumak için cidden önlem almıştı. O baloda olanlardan sonra böyle bir önlem almak zorunda hissetmiş olmalı.
Önümdeki bitmiş olduğu için boş olan fincana baktım. Sohbetleri o kadar derindi ki kimse bunun farkında değildi. Yelena bir iki kez yeltense de ona izin vermedim. İçtiğim için midemi bulandırıyordu. Burada kalmak bile başlı başına mide bulandırıcıydı ancak sırf Fiona abla için buradaydım. Ve benim gibi o da sohbetle ilgiliymiş gibi davransa da benden daha sessiz durumdaydı. Gözle görülür bir şekilde hasta gibiydi. Bu yüzden kimse onun sessizliğini bölmesini istemiyordu.
Bende de durum farklı değildi. Soyadım Rodney olduğu için benden çekiniyorlar ve konuşmaya dahil etmek için çabalamıyorlardı bile. Benim aksime Helen'le yeterince ilgileniyor ve onu dahil etme çabalarına karşı o da yalandan bir nezaketle katılıyordu. Sözleri onlarla olsa da gözleri benim üzerimdeydi. Karşı karşıya oturmuştuk Fiona ablanın yanında. O uçta herkesi görebileceği yerde ben sol tarafında ve Helen de sağ tarafındaydı. Helen'in yanında ise Nancy oturuyordu ve arsız gibi bana gülümseyerek sohbetini ediyordu. Ben ise onu hedef almış sessizlik içinde izliyordum. Umursamazlığı midemi kaldıran asıl şeydi.
Onun her gülümsemesini gördükçe kafamda öldürme planları kuruyordum. Nasıl öldürebilirim? Benim yaşadığımdan daha kötü nasıl acı çekebilirdi? Nasıl? İşkence, onun gibi birine dokunmak yeterince tiksinçken bunu yapamazdım. Benimle aynı şeyi yaşaması, bu onun hoşuna bile giderdi. Sonuçta evli olmasına rağmen hâlâ aynı haltları yiyordu. Yasak ilişki kurmakta gerçekten de başarılıydı ve kimse onun açığını yakalayamıyordu. Tek bilinen bu haltları yemesi ve kocasının her şeyden bir haber olması.
"Düşes Rodney?" sesiyle yanımdaki kadına baktım. Benim ona bakmamla biraz gerildi ancak kendisini sakin tutarak, "Saygısızlığımı bağışlayın ancak..." sustu. Tepkimi anlama çalıştı. Ben ise gözlerimi ondan alıp beni izleyen diğer gözlere odaklandım. Nancy o iğrenç gülüşüyle bana bakıyordu. Bunu midemi bulandırdığını hissettiğimde gözlerim hemen sonra annemi buldu. Biraz endişeyle beni izliyordu. Buraya geldiğimden beri sadece hasta gibiydim ve bu yüzden endişesi dalgalı haldeydi. Rahatsız olup olmadığımı anlayamıyordu.
"Seni dinliyorum." konuşmaya artık devam etmesi için ona baktım. Benim bakışımla yeşil gözlerin benden kaçırdı.
"Şey... Bizler İmparatoriçeden sonra sizin halkınızız." bunun nereye varacağını hissederek kafamı salladım. "Düşes ne zaman bir varis vermeyi planlıyor?" tahmin ettiğim soruyu sordu. Gözlerimi ondan alıp karşımda duran Helen'le göz göze geldim. Mavi gözlerini bana dikmiş endişeyle beni izliyordu.
"Bizi bağışlayın sizin halkınız olarak bu konuyu merak ediyoruz." bir başkası konuştu. Ona baktığımda o da kafasını eğdi.
"Evet, Düşes Rodney o işi ne zaman yapacaksınız?" arsız soruyla bu seferde Nancy'e baktım. Sözlerindeki anlamını biliyordum. Ve hiç utanmadan bunu söyledi. Bir Markiz olduğu için mi yoksa kocası İmparatorun en büyük destekçisi olduğu için mi? Helen de bu soruya şaşırarak kardeşine döndü. Hareketlerinden onu masanın altından uyardığını anlamam zor olmadı.
"Bu soruyu en son sizin sormanız gerekmez miydi Markiz? Sekiz yıllık evliliğinize rağmen Marki Anderson'ından hâlâ bir varise sahip değilsiniz." sözlerimle gülen ifadesi son buldu. Tüm bakışlar onun üzerinde yoğunlaştığında sinirden kızardığını gördüm. Konu ben olduğumda üstüme rahatça geliyor ancak şu an unutuyor ki ben Düşes'im hem de İmparatorun karşısında olan Rodney'im!
"Düşes, çok alıngan. Oysaki geçmişte..."
"Markiz Nancy!" uyarma sesiyle Fiona ablaya baktım. En sonunda konuşma gereği duymuştu. Bu konuların açılması onu da bıktırmış olmalıydı.
"Majesteleri, bırakın ne söyleyecekse söylesin. Merak ediyorum, geçmişte derken neyi kast ettiğini?" ona baktım. Onun soluk mavi gözlerini izledim. O da ablasına bakmayı bırakıp bana baktı. Konuyu açarsa belki o anlık bir kriz geçiririm ancak bunu yaparsa o da kendisini zora sokar. Hele de o saf kocası ne haltlar yediğini öğrenirse onu öldürmekten beter ederdi. O adamın sadık olmakla ilgili bir takıntısı olduğuna dair söylentiler var. Olmasa bile karısının hakkında çıkanlar onu yeterince kışkırtırdı. "Dinliyorum sizi Markiz Nancy?"
"Bir şey yok. Saçmalıyordum Düşes Rodney." gülümsememi saklamadım. Eski ben olsaydım belki bu blöflerini yerdim ancak büyüdükçe bazı şeylerin daha çok farkına varıyordum.
"Fark etmeniz güzel." sakinliğimi korumaya devam ederek. Diğerlerinin ortamdaki tuhaf havayla birbirlerini bakışını fark ettiğimde hakkımda dedikodu çıkarmaya hazır olduklarını anladım. Konudan kaçınmıştım. Bu da geçmişimi kullanacaklarını gösteriyordu. "Ve siz hanımların sözlerine gelince de." dikkatlerini çektim. Bunu yaptığımda yorgun duran annemle göz göze geldim. Telaşlıydı. Onunla karşılaşmam bile onu yeterince telaşa sürmüştü bu konuşmalar onu benden daha çok zorluyordu. "Dük'le yatak odamda geçen şeylerle bu kadar ilgiliyseniz, kendi yatak odalarınıza daha çok odaklanın. Evli çiftlerin orayı başka amaçla kullandıklarını sanmıyorum." sözlerim daha bekar olan birçok kızın anlamsız bakışlarını annelerine yönlendirdi. Ya da çoktan deneyimlemiş kızların beni anladıkları için anneleri gibi kızaran yüzleri dikkat çekti. Kadınlar birbirlerine baktıklarında bakışlarımı yine düz tutarak Nancy'i hedefledim. Benden daha çok rahatsız olmasını istiyorum.
Bakışlarım onu rahatsız etmiş olmalıydı ki sözlerimden sonra artık bana gülümseyen o iğrenç yüzünü göstermeyi bırakmış bakışlarını benden alıyordu. Ama benim devamlı olarak onu izlemem daha da rahatsız olmasını sağlıyordu. Anlaşılan ne kadar kendini beğenmiş bir s*trük olsa da Düşes olmamdan dolayı o kadar kolay konuşamıyor. Ya da Edgard'ın sarayda çok önceden birilerini öldürmüş olması da etki ediyor olmalıydı. Bu bir daha birini rahatlıkla öldürebileceği için insanları korkutuyor. Bu konudan bana iyi ki bahsetti. Bu sayede bana olan bakışlara anlam verebiliyor ve bana karşı rahat olmalarını engelliyordum.
Nancy'e bakmayı bırakıp konuşan insanları umursamadan Fiona ablaya baktım. "Ekselansları müsaade ederse kendisiyle bir yürüyüşe çıkmak isterim." sözlerimle dalgın halinden kurtulup bana baktı. Derin bir nefes alıp kalabalığa baktı.
"Düşes Rodney'in bu kibar teklifini reddedemem." sözlerine gülümsedim. Göz ucuyla Helen'e baktığımda beni dikkatli bir şekilde izlediğini fark ettim. Onunla konuşamadım ve şu anda da onu çağıramam. Bunu ben yaparsam gereksiz konuşmalar çok daha fazla olur. "Bu davete siz de katılmak ister misiniz Düşes Rusell?" kendi adını duymasıyla bana bakmayı bırakıp ablasına baktı. Kafasını sallayarak saygıyla kabul etti. Onunla beraber ayağa kalktığımızda, "Siz saygıdeğer hanımlar isterseniz bize eşlik edebilirsiniz." yalandan bir nezaketle konuştu. Artık bundan bıkmıştı ve sesini ne kadar sabit tutmaya çalışsa da belli oluyordu.
İmparatoriçeden gelen teklife kimse hayır diyemeyeceği için kadınların tamamı bu isteği kabul ettiler. Masadan uzaklaştığımızda kalabalık halinde yürüyüşe çıkmış olduk. Pek istekli değildim bu kalabalığa ancak nezaket gereği bu teklif yapılmalıydı. Ancak bu teklif benimle konuşmayan kadınların benimle iletişim halinde olmasını sağladı. Dük'ü nereden tanıdığımı, onunla nasıl evlenmeyi kabul ettiğimi, Düşes olmama rağmen neden bir balo ya da davet vermediğim tarzda sınırı aşsa dahi sormaya devam ettiler. En sonunda Fiona abla özel konuşacaklarımız olduğunu bildirerek hepsini geride bırakıp önden ilerlememizi sağladı.
Ne kadar kadınlardan uzaklaşsak da uygun bir mesafe olmadığı için konuşmadan yapılan bir yürüyüş oldu. Bu sebeple sadece kadınların kendilerini rahat bulup dağılmalarını bekleyene kadardı. Artık grup halinde olan bir yürüyüş olmaya başladığında Helen de bize katılarak hizmetçilerin arkamızda kalmasını sağladı. Bu sayede uygun bir şekilde konuşabileceğimiz bir ortam oldu.
Helen dikkatli bir şekilde bana baktı. Yürümeye başladığımız andan itibaren hatta beni burada ilk gördüğü andan itibaren sormak için çabalıyordu ancak ne tepki veririm bilmiyordu. Hele de Nancy gördüğüm zamanlar fakrında olmadan ondan kaçıyor olmamda çekingenliğine bir anlam veriyordu. "Buraya kendi isteğimle geldim." bir anda konuştuğumda ikisi de bana baktı. Fiona abla bunu Helen'e söylediğini anlamıştı bu yüzden ses etmiyordu.
"Buraya gelmek istemediğini sanıyordum." sesi kısık çıkmıştı. Bu nedenle iç çektim.
"Gelmek istemiyordum zaten." ona baktım. Gülümseyerek, "Ancak bu sefer yalnız değilim." önüme baktım. "Hem Nancy'nin suratını görmek o kadar da kötü değildi." tekrar onlara baktığımda ikisi de sessiz kaldı. Birbirlerine baktılar ve hemen ardından da arkamızdaki hizmetçileri hatta diğer kadınları, çevremizdeki kimseyi umursamadan kahkaha attılar. Ben sadece gülümseyerek karşılık verdim.
"Kesinlikle olgun bir kız olmuşsun." Fiona ablaya baktım. Kahkahasını geri tutmuş ancak masadakinin aksine gülümsüyordu. "Onların konuşmasına izin vermeyip verdiğin o cevap." güldü. Sözlerimi anımsayarak kızardığımı hissettim. "Kendi yatak odalarına bakmalarını söylemen... Benim bile aklıma gelmezdi."
"Ah, evet! Annen Kones'in yüzünü gördün mü?" Helen sorduğunda önüme baktım. Benim sözlerimden sonra o da baya şaşırmıştı. Hatta aklından türlü türlü düşünce geçmiş olmalıydı. "Tekrar rahatsızlanmadığı için şanslısın." sözlerine karşı iç çektim.
"Evet, o an rahatsızlansaydı ne yapardım bilmiyorum."
"Ancak bu anneni mutlu etmiş gibiydi."
"Mutlu mu?" anlam vermeyerek Fiona ablaya baktım. "Daha çok tekrar rahatsızlanacak gibiydi." kafasını iki yana salladı.
"Hayır, senin rahatsız olduğunu düşündüğü için öyle duruyordu ancak... Gözlerinde bir şeyler deniyor olmanın mutluluğu vardı. Sanırım bunca zaman kendini geri çekmen onu çok korkutuyordu." sözlerine karşı bir şey diyemedim. Haklıydı. Çocuk gibi davranıp adımı çıkardığım zamanlar çok rahatsızlanıyordu. Bazen bana bunu yaptığım için ileride pişman olacağımı söylerdi ancak bu pişmanlığın evliliğimde olacağını eklemezdi. Kriz geçirmemden korktuğu için.
"Evet, o çocuksu davranışlarım." utandığımı hissettim. Kesinlikle utanç verici. "Şu an hepsinden çok pişmanım."
"Neden öyle diyorsun ki?" Helen'e baktım. İkisi de gülüyordu.
"Bu komik değil!"
"Üzgünüm Kimberly ancak gerçekte de eğlenceli zamanlardı." Fiona ablaya baktım. "Hatırlıyor musun Helen, Sör Isaac'la olanları!" ikisi birbirlerine baktıklarında isimi hatırlamaya çalıştım.
"Dört yıl önceki Kontluğu ziyarete gittiğimiz zamanki mi?" sorduğunda gözlerimi kıstım.
"Hayır, bu diğeri... Sör Isaac..." düşündü. Ben de duraksayarak sözlerine anlam vermeye çalışıyordum.
"Sör Isaac Thomas!" araya girdiğinde Helen'e baktım. "İki yıl önceki yeni şövalyen mi?" birbirlerine baktılar. Hemen sonra da kahkaha atmaya başladılar. Gözlerimi kısık o adamı hatırlamaya çalıştım. "Arbaletle kovaladığın şu tavşan!" sözleriyle gözlerim kocaman oldu.
"O iğrenç sapık!" dememle kahkaha attılar. "Yaptığımı hak etmişti!" kollarımı birleştirmek istedim. Ancak bunu yapmamın doğru olmayacağı için olduğum yerde durduğumda onlar da bir iki adım ilerimde oldukları yerde durdular.
"Evet, hak etmişti." birbirlerine bakıp güldüler. "Biraz fazlaydı ama hak etmişti."
"Fazla falan değildi! Ona daha fazlasını yapmalıydım."
"Adamın onurunu yerle bir ettin Kim!" Helen'e baktım. Gülmesi arasında beni uyarmıştı. "Kontlukta çıplak bir şekilde koşturmak fazla cesaret gerektirir." yaptırdığım şeyi hatırlattı. Sırıtmama engel olamadım. Kesinlikle hak etmişti.
"Ne yapmıştı da bu kadar ileriye gitmiştin?" hatırlamak istercesine sordu. Gözlerimi kısıp o anı anımsamaya çalıştım.
"Tam hatırlamıyorum ama..." duraksadım. "Ah, evet! Hizmetçilerimden birini ayartıp beni geneleve götürmeye çalışmıştı. Ben de onun tuzağını kendisine karşı kullanıp sevgili Orionumla gitmiştim. Ve o aptalın koşuşması! İyi ki tamamen çıplak değildi aksi takdirde hayata küsebilirdim." sözlerimle beraber kahkaha attık. Kahkahaları aninden kaybolduğunda arkamda hareketlilik hissettim. Arkama baktığımda kalabalık arasında Edgard'ı gördüm. Bana bakıyordu. Ancak aralarında İmparator Herbert'i gördüğümde kafamı çok hafif bir şekilde eğerek geri adımlarla Fiona ablanın arkasına geçtim.
Kafam eğik olsa da o tarafa bakmak istediğimde babamı ve yanında duran Albert'ı gördüm. Ve hemen sonra ise onunda orada olduğunu gördüm. Bu yüzden tamamen kafamı eğip farkında olamadan Fiona ablanın arkasına tamamen geçtim. Sakin olmam gerek, kalabalıktayız. Sorun yok! Sorun yok, Edgard da burada.
"Kalkabilirsiniz." sesi üzerine doğrulduğumuzda diğer kadınlara baktım. Daha çok gözlerim Nancy aramıştı. Bir şey yapar diye nedensiz bir korku dolmuştu içimi. Ya bir şey yaparsa! Ya masada susturmama rağmen kendisini işin içine katmadan o pislikle hallederse. Burada tek sorun yaşayacak olan ben olacağım için o da bunu umursamaz. O zaman ben...
"Kimberly." elimin tutulmasıyla dalgın halimden kurtuldum. İrkilerek elimi ondan çekmek istediğimde bana karşı çıkmadı. Fiona ablayı gördüğümde bana baktıklarını fark ettim. "Ekselansları, iznini rica edeceğim. Sanırım Düşes rahatsızlanmış gibi duruyor." hedefimi o olmayacak şekilde Herbert'e çevirdim.
"Bağışlayın beni Majesteleri ne yazık ki dünkü yol yorgunluğumu üzerimden atamadım." zayıf çıkmıştı sesim. Tekrar kafamı eğmek istediğimde Edgard'ın gözlerini gördüm. Birini arıyordu gözleri. Bulunduğu kalabalık içinden birisini. Ve bulmuş olmalıydı ki bakışları bir yere sabitlendi. Ve ben o tarafa bakamadım.
"Düşes'in bünyesi gerçekten de zayıf." sözleri üzerine bakışlarımı yere indirdim. Kardeşine benzeyen iğrenç suratına bakmak istemedim. "Dük Rodney, böylesine zayıf bir eşle zorlanıyor olmalı." sözlerini duyduğumda farkında olmadan Edgard'a baktım. Benim akime o bakışlarını sabitlediği adamdan alıp Herbert'e verdi.
"Uzun yol şövalyelerimi de zorladı Ekselansları, bu onların da mı zayıf olduğunu gösteriyor?" kısa yoldan susmasını söylüyordu. Gözleri beni bulduğunda, "Ayrıca karımın yeterince güçlü bir bünyesi var." saldırmaya hazırdı. Ve bunu hiç de saklamıyordu.
"Dük haklı, Düşes'in yeterince güçlü bir bünyesi var." duymak istemediğim o sesle dişlerimi sıktım. Sakin olmak zorundayım. Sakin olmalıyım.
"Sınırınızı aşarak konuşuyorsunuz Vikont!" söylemiyle dişlerimi sıkmayı bırakıp Helen'e döndüm. "Bence bu konulara burnunuzu sokacağınıza nişanlınızın bünyesiyle ilgilenmelisiniz. Buraya geldiğinizden beri kendisini göremiyorum. Hasta mı yoksa sizinle görülmek mi istemiyor?"
"Ne demek istiyorsunuz?"
"Bilmiyorum sadece söyledim." konuyu kapattı. "Düşes Rodney sorun etmezseniz size eşlik etmek isterim. Aynı şekilde yol beni de yordu."
"Lütfen Düşes Rusell." gülümsememe engel olamadım. O sözlerle konunun benden çekilmesini kolayca sağladı. Ne kadar Düşes olsam da İmparatorun kardeşi benden daha önemli, değil mi?
"O zaman izninizle Ekselansları."
"Çekilebilirsiniz." dedi. Benim yanıma gelip koluma girdiğinde ben de onun kolunu tuttum. Onun çok hafifte olsa titrediğini fark ettiğimde kendini kastığını yüzünden anladım. Ne kadar peçesi onu kapatsa da çok azda olsa gözüken boynundan kendini kastığını anlayabiliyordum.
"Teşekkür ederim." sesim kısık çıkmıştı. Elimi sıkıca tutarak bana baktı. "Ve üzgünüm."
"Sorun yok, hem Albert son zamanlarda bana daha iyi."
"Emin misin?" sorduğumda bana baktı. Arkamızdaki kalabalığa baktığımda Edgard'ın birine işaret yaptığını gördüm. Şu an benimle kesinlikle ilgilenmiyordu. Başka bir şeye odaklanıyordu. Ve bu odak umarım bize sorun çıkarmazdı.
"Benim için endişelenme Albert ile aram düzeliyor sadece biraz daha zamana ihtiyacımız var. Sen şu an kendi Dük'ünle ilgilenmelisin. Sanırım birini öldürmeyi planlıyor." dedi. Ben ona karşı çıkamadım. Sadece onay verebildim. Öyleydi. Birini öldürmeyi planlıyordu ve bu birini tahmin edebiliyordum. Bundan mutlu olurdum ancak bu durum Edgard'a sorun yaratırsa hepsi benim suçum olmuş olur. Benim yüzümden onun başına bir şey gelsin istemiyorum.
• • •
Bulunduğum dinlenme odasını izledim. İki bölmeden oluşuyordu. İki tarafta da koltuklar vardı. Ben bahçenin olduğu kapıya yakın olan koltukta oturuyordum Ve tabii giriş de bulunduğum koltuğun karşısındaydı. Oraya bakmamak için çabalasam da o tarafa doğru baktım. Bunu yaptığımda kapıda bekleyen Edgard'a bakmış oldum. Hemen sonra da önüme döndüm. Bunu yaptığımda yanıma doğru ilerledi. Oturduğum kanepeye yaklaştı. Hemen arkama otururken saçımı geriye doğru aldı. "Bana kızgınsın."
"Sana kızgın değilim." bekletmeden cevapladım. Karşımda duran tabloyu izledim. At çizilmişti. Özgür bir atı çizmişlerdi. "Sadece o an çok savunmasız hissettim." ona baktım. Elini saçıma geçirdi. "Herkesin bana nasıl baktığını gördüm, onlar..."
"Kimse senin hakkında konuşmuyor. Kimse bunu yapamaz." sol elini yanağıma koydu. "Üzgünüm orada sana destek çıkmalıydım."
"Ama yapmadın."
"Evet." iç çekti. "Bu yüzden kendimi affettirmek istiyorum." kahverengi gözlerine odağımı verdim. "Şu an sana bununla ilgili bir şey söyleyemem ancak..." sustu. Gözlerini gözlerimden aldı. Ayağa kalktığında onu izledim. Karşıma geçip önümde diz çöktü. "Beni kesinlikle affetmeni istiyorum." elimi tuttu. Nazik bir şekilde öptü. "Kesinlikle beni affedeceğin bir hediyeyi sana vereceğim." gülümsedi. Ellerimi ondan çekmedim ancak bakışlarımı ondan aldım. Tekrar o tabloya odakladım. Şöminenin üstündeki at resmine. "Kimberly..."
"Neyle yapacaksın bunu?" ona baktım. "O an hiçbir şey yapmadın ama şimdi yapacağını söylüyorsun. Ve ne olduğunu da söylemiyorsun." sesim sakindi. Sakinden çok ruhsuz gibiydi. Ben bile kendimi ruhsuz hissediyordum. O sesimden anlıyor muydu beni? Oradan Helen'le ayrıldığımda ne kadar kötü olduğumu fark etmiş miydi? Buraya geldiğimde defalarca kez kusup durduğumu Yelena ona söylemiş miydi?
"Özür dilerim." alnını bacağıma yasladı. "O an ne yapacağımı bilemedim."
"Beni korumalı ya da savunmalıydın." elimi saçına geçirdim. Kızgınım, değil mi? Ya da alışmış mıydım? Sırf İmparatorun kardeşi, diye her şeyi yapma özgürlüğü olduğunu defalarca kez gördüğüm için miydi? Belki Edgard onu o an susturur, diye düşünmüştüm. Belki, belki o an içimdeki bu korku kaybolur ve güçlenirim, diye düşünmüştüm.
"Sana karşı sözlerini duyduğumda konuşamadım." sesi kısık çıkmıştı. "Kendime hâkim olamayıp sana sorun olacağımdan korktum." daha fazla bir şey söylemedi. Sustu. Sessiz kaldı. Ben de konuşmadım. O anki sözlerine karşı bir şey söyleyebilir miydi? Bilmiyorum. O an beni savunmak için bir şey söyleseydi hakkımızda daha fazla mı konuşurlardı? Neden konuşulan biz oluyorduk? Ben bıktım. Buradan gitmek istiyorum. Devam etmek istemiyorum. Onların yüzünü gördükçe midem bulanıyor. Sadece kusmak istiyorum.
"Majesteleri Düşes?" kapı sesiyle benden ayrılmadı. Onun aksine açık olan kapıya baktım. Kafası eğik duran Wallace'i gördüm.
"Evet." dediğimde kafamı eğip Edgard'ın saçıyla oynamaya devam ettim. Kaldırmadı kafasını, burada olan adamı sanki yokmuş gibi önümde diz çökmeye devam etti. Bana her zaman itaat edeceğini herkese göstermek istiyor gibiydi. Ya da sadece af dileniyordu.
"Dük Rusell geldi. Sizinle özel bir konu konuşmak istediğini söyledi." bakışları yerde olan adama baktım. Edgard'ın da hareketlenmesiyle elimi saçında tutmaya devam ederek kafasını kaldırmasına izin vermedim. Bunu yaptığımda bana karşı koymadı. Pozisyonunu bozmadı.
"Ne konuşacakmış benimle?" sesim kısık çıkmıştı. Kusup durduğum için boğazım acıyordu ve sesimi yüksek çıkartamıyordum.
"Ne olduğunu söylemedi Majesteleri Düşes."
"O zaman kendisiyle görüşmeyeceğimi bildir." tekrar Edgard'a baktım. Vücudunun az çok rahatladığını hissettim. Onunla görüşmemi istemiyordu ve bunu dile getiremeyecek kadar suçlu olduğu için susuyordu.
"İsteğini reddederseniz size bunu vermemi emretti." gözlerimi şövalyeye yönlendirdiğimde elimi Edgard'dan çektim. Kafasını kaldırarak o da arkasında duran şövalyeye baktı. Ve elinde uzattığı şeye. Ne olduğunu anlamamıştım. Bu yüzden Edgard ayağa kalkıp geri çekildiğinde ben de ayağa kalktım. Daha rahat bir şekilde elinde tuttuğu kanlı armayı gördüm. Bunu gördüğümde farkında olmadan Edgard'a baktım. O da bana bakıyordu. Ve ne olduğunu anlamaya çalışıyordu. Daha fazla ona bakmayı bırakıp şövalyeye yaklaşıp elindeki armayı aldım. Onunla göz teması kurmadan tekrar koltukların yanına doğru yürüdüm.
"Kimberly?"
"Çağır onu." dedim. Beni duyduğunda şövalye geri çekildi. Nefesimin hızlandığını hissettiğimde elimi göğsümün üzerine koydum. Elimin tutulmasıyla Edgard'ın telaşlı gözlerini gördüm. O sormadan önce, "Eric'in araması." dedim. Beni duyduğunda gözlerinde anlamadığını belli eden ifade durmaya devam ediyordu. "Benim..."
"Şövalyesi." sesiyle kapıdaki adama baktım. Yanında Wallace'le beraberdi. "Merhaba Dük Rodney." Edgard'a baktı. Bakışlarını bana gösterip, "Düşes." kafasını eğdiğinde elimdeki armayı sıkarak ona döndüm.
"Bunu bana getirme sebebiniz ne?" sordum. "Uzun zaman önce yok edilmesi gereken..."
"Ne olduğunu bilmediğim iyiliğimin karşılığı olarak bunu saklamıştım. Ve şimdi de seninle görüşmek için ortaya çıkardım."
"Derdiniz ne?" Edgard önüme geçti. Sabah yapamadığını şimdi yapmaya çalışıyordu. O an yapmadığı şeyi şimdi yapıyordu. Ve şu an savunulmaya ihtiyacım var mıydı? Kesinlikle vardı! Bu adamın burada olması savunmasız bir duruma bir kez daha düşeceğimi hissettiriyor. Ve ben bir savunmasız durumu daha kaldıramam.
"Derdim Düşes'le aynı, Dük Lucian." ona bilerek adıyla hitap etti. Onun sözleriyle beraber şövalye harekete geçmek için elini kılıcına koydu. Bunu yaptığında Edgard elini kaldırarak onu durdurdu. Geri çekilmesini işaret ettiğinde şövalye tereddütte kaldı ancak efendisinin emrine uyup geri çekildi. Onun ayrılmasıyla beraber ben öne çıktım.
"Ne demek istiyorsun? Benle aynı olan derdin neymiş?" sesimin kısıklığına rağmen sesimdeki alaya engel olamadım. Beni duyduğunda sırıttı. Bunu hiç gizleme gereği duymadı.
"Geçen seferki yardımından sonra ben de sana yardım etmek istiyorum."
"Geçen seferki yardımım?"
"Evet, beni aldatan kadın hakkındaki yardımın." güldü. Sesinde alay vardı. Bu durum üzerinden dalga mı geçiyordu benimle? Ne yapmaya çalışıyordu?
"Yardımımın karşılığı olan şey de bu mu?"
"Hayır, ortak düşmanımızı ortadan kaldırmak." Edgard'a baktı. Onun burada olmasını istemediği belli oluyordu. Edgard için de bu geçerliydi. O da onun burada olmasını istemiyordu. "Teklifimi dinleyecek misin?" sözleriyle umursamaz bir şekilde koltuklara doğru ilerledi. Bizden izin alma gereği duymadan oturdu. "Ne diyorsun?"
"Ortak düşmanımız kim? Seninle benim ortak düşmanım kim, beni aydınlat lütfen?" oturduğu tek koltukta yayıldı. Bana ve Edgard'a karşı biraz önce oturduğumuz üç kişilik koltuğu gösterdi. Arkama kısa bir bakış attığımda derin nefes aldı.
"Markiz Nancy Anderson." koltuğa bakmayı bırakıp ona baktım. "Küçük balık da büyük balık kadar dikkat çekici değil mi?" sorduğunda sessiz kaldım. "Sonuçta bu duruma seni itenlerden birisi de o!" sesindeki tehditkârı tonu saklamadı. Bununla beraber arkamda duran Edgard'a baktım. Elini çoktan kılıcına koymuştu. Bu yüzden onu reddetmeden geri adım atarak onun önünü açtım. Bu hareketim onun için bir emir gibiydi. Tereddüt etmeden kılıcını çekti. Ona doğru ilerlediğinde, "Nancy'den kurtulmak istemiyor muydun?" sorduğunda o adamın boğazını kesmeye yakındı.
"Ed." dedim sadece. Hareket etmeyi bıraksa da kılıcını geri çekmedi. Bana baktığında o adamın önüne doğru ilerledim. "Neden bunun için bana geldin, ondan sen de kurtulabilirsin." boğazındaki keskinliği izliyordu. Kafasını kaldırıp bana baktı.
"İmparatorun tarafındaki birini ben öldüremem. Ama sen ve kocan onun tarafında değilsin. Ayrıca ona garezin olduğu için böyle bir şey yaparsan İmparator tek kelime edemez." uzatma gereği duymadan açıkladı. Bu nedenle Edgard'a baktım. Göz ucuyla bana baktı. Ne demem gerektiğini bilmiyordum bu yüzden sessiz kalarak onun gözlerinde cevap aradım.
"İmparatorun adamı olarak, onun adamlarından birine neden zarar vermek istiyorsun?" sorusuyla Edgard'a bakmayı bırakıp tekrar o adama baktım. Ne cevap vereceğini merak ederek izledim. Beni izleyen bakışları Edgard'a yoğunlaştı.
"Kişisel bir sebep?"
"Bu kişisel sebep ne?" karşılık verdiğim anda boğazına baskı yaptı. Bunu yaptığında rahat oturmayı bıraktı. Yerinde kıpırdanmaya başladığında Edgard'a baktım. Kafamla işaret yaptığım anda biraz daha baskı yaptı. Bu sefer boğazından kan aktı.
"Lanet!" sesini yükseltti.
"Düzgünce cevap ver!" bunu söylerken baskıyı arttırarak bilerek boğazında iz bıraktı. Geri çekildiğinde o inledi. "Konuş!" tekrardan.
"Tamam... Sevgili kocan da baya itaatkarmış!" rahatlarken. "Beni, hatta önemsiz bir soyluyu bile öldürürse, buradan..." devamını getiremedi. Boğazına baskı yaptı. Bunu yaptığında ifadesi fazla ciddiydi.
"Sorulana cevap ver!" dedi. Onun ses tonu bir şeyler saklamak istediğini gösteriyordu. Bir şeyler saklıyordu da! Ama burada bunu soramam ve daha sonra bana cevap vermeyebilir.
"Sevgili karımla aralarında bir sorun yaşadılar." kendisini geri çekip kılıçtan uzaklaştı.
"Helen mi?"
"Evet." kılıcı izlemeyi bırakıp bana baktı. "Kardeş olmalarına rağmen o..." sustu. "Seninle aynı şeyi yaşamasını sağlayabileceğini söyledi." sözleri bir anlık nefes almamı engelledi. "Karıma ben bile izinsiz dokunmazken bir başkasının ona dokunmasını sağlayabileceğini rahatça söyleyen birsini hayatta bırakmak istemiyorum." sözleriyle sessiz kaldım. Edgard'da geri çekilerek beni izledi. Kriz geçirip geçirmediğimi anlamaya çalışıyordu. Ama ben onu umursamadan kafamı eğdim. Nancy, bana karşı her zaman kötüydü. Bunu o zamanda daha sonra da hep bildim ancak kız kardeşine karşı nasıl böyle bir şey yapabileceğini nasıl söyler. Ve bu adam, doğruyu mu söylüyor yoksa benim durumumu kullanıp bizi zora mı sokmaya çalışıyor?
"Benim durumumla ne saçmalıyorsun?" sesimdeki korkuyu saklamaya çalışarak. Beni duyduğunda elini boğazına koydu.
"Lütfen Kimberly." eline baktı. "Helen'le çıkışınızdan önce evlenmek istediğimi Jones ailesine bildirim ancak teklifim reddedildi." kafasını kaldırıp bana baktı. "Ve bir baktım ki çıkışınızdan birkaç ay sonra teklifimi kabul etmeleri karşılığında burada olan bir olayı saklamamı istediler." yüzündeki ifade ciddi bir hal aldı. "Bu konuda o kadar titizlerdi ki ben de merak ettim ve o durumu araştırdım. Sevgili Helen'imin benimle kolayca evlenmesini sağlayan bu olayı merak ettim." sözleri benim nefesimi daraltıyordu. O da biliyordu. Neden bu konuyu bilen insan sayısı artıyor? Dokuz yıl geçmedi mi üzerinden neden herkes bildiğini söylüyor?
"Oradaki..."
"Sendin. Lamar ailesinin simgesini tanıyamayacak kadar dar görüşlü değilim." elime baktı. "Ah, tabii birkaç şövalyenin durumdan bahsetmesi de var. Bu durumu Helen'in yaşamasından korktuğum için detaylı bir soruşturma yaptım." daha fazlasını söyleme gereği duymadı. "Merak etme ne yaşadığın umurumda değil. Bu senin kocanın sorunu." Edgard'a baktı. "Şimdi teklifime ne diyorsun?"
"Sözlerinin doğruluğuna nasıl güvenebilirim! Senin Helen'e düşkün olmanmış, hadi oradan!" sesimi yükselttim. "Ona defalarca kez vuran sen mi onu düşünüyorsun?" üzerine doğru yürüdüm. "Bir de aldatmış olman apayrı bir konu." sesimdeki dalgayı saklamadım. "Ve şu an elimizde olduğunu da unutma!" güldü. Ama bu gülme bir eğlenme ya da dalga geçme için değildi. Sinirli olduğu içindi!
"Karımla yatak odamda geçenler seni alakadar etmez. Ve sevgili karım bunu sorun etmiyor."
"Sorun etmiyor?" ona yaklaştığımda Edgard beni tuttu. Ona yaklaşmama izin vermedi.
"Sakin ol Düşes!" ayağa kalktı. Onun kalkmasıyla Edgard beni bıraktı. Bununla birlikte o da kılıcını çekti. Birbirlerine karşı hızlı hareketle engel oldular. "Kocana uslu olmasını söyle." bana baktı. "Düşes Kimberly'nin komutlarını almadan başka bir şey yapamıyorsun, değil mi?" onu bilerek daha da kışkırttı. Onu geriye doğru itti. Öldürme isteğiyle açık bir şekilde saldırdı. Bu nedenle geri çekilme gereği duydum.
"Ed..."
"Karımın adını ağzına alma!" kılıcını savurdu. Bu nedenle geriye doğru giden Albert koltuğun üzerine çıkıp diğer tarafına atladı. Bu nedenle kılıç koltuğa saplandı. Sakin nefesler almıyordu.
"Neden karının adı çok mu özel? Oysaki..." sorduğunda kılıcı yerinden çıkardığında koltuğa tekme atarak onun dengesini bozdu. Albert geri çekilse de ayağı kaydığı için dengesini sağlamak için daha fazla geri adımlar attı.
"Onunla ilgili konuşabilecek birisi değilsin." kendisini düzleten adamı yakasından tutup yaklaştıkları kapının yanındaki duvara yasladı. Boğazına kılıcı dayadığı anda kesmek için hareketlendi. Ancak onun ani bir şekilde kolunu kaldırarak oluşan boşlukla karnına vurdu. Onun geri çekilmesiyle beraber kılıcını kaldırdı. Ancak Edgard buna hazırlıklıymış gibi hızlı toparlayarak geri adımlarla o kılıç darbesinden kaçtı. Dik durduğunda tekrar kılıçlarını buluşturdular.
"Wallace!" bağırdım. Edgard onu kesinlikle öldürmek istiyor ve bu adam arkadaşımın kocası. Onun ölümü Helen'i zora sokar. "Edagrd, dur." sesim kısık çıkmıştı. Yüksek sesle konuşmaya korkmuştum. O yine de beni duymuştu. Onu geriye doğru itip bana baktı. Nefes nefeseydi. Geri çekilse de onun saldırma ihtimalinden ötürü ona baktı. "Kesin şunu, Dük Rusell!" bağırdım. Elindeki kılıcı indirirken nefes nefeseydi. Elini boğazına koyup kendisini sakinleştirmeye çalıştı. "Daha fazla soruna sebep olmadan buradan gidin." dik durdu. Gözlerimi izlemeye başladığında Edgard önümü kapattı.
"O zaman anlaşmamı reddettiğinizi varsayıyorum Düşes." fazla bir şey deme gereği duymadan iç çekti.
"Anlaşmanızın bize karşı... Rodney soyadına zarar vermeyeceğini temin ettiğiniz zaman anlaşmanızı kabul ederim." Edgard bana baktı. Biraz önce ani tepkiler verirken neden şimdi kabul ettiğimi anlamak istiyordu.
"Şövalyelik şerefim üzerine yemin ederim." dediğinde Edgard'ı izledim. O ise gözlerini kapatarak kafasını salladı.
"O zaman sizi dinliyorum." cevabımla içeriye şövalyeler girdi. Onları gördüğümde iç çektim. "Çıkın!" sesimdeki sinire engel olamadım. Biraz önce onları durdurmasaydım biri ölecekti. Belki Edgard olmayacaktı ancak onun da zarar göreceği gerçeğini değiştirmeyecekti. İçeriye giren şövalyeler geri çekildiğinde Edgard'a yaklaştım. Elini tuttuğumda kafasını eğip elimize baktı. Onu koltuğa ilerlettiğimde beni takip etti. Albert ise devrilen koltuğa iğrenerek bakıp aynısı olan diğer koltuğa geçti.
"O zaman Düşes, Nancy'nin size karşı hata işlemesini sağlayacağım bu sayede siz kimsenin ses etmesine izin vermeden o kadından kurtulmanızı sağlayacağım." dedi. Onun sözlerine karşı tek kaşımı kaldırdım.
"Nasıl olacak o?"
"Nancy kibirli bir kadın ve onun kibrini besleyip size karşı daha da cesur olmasını sağlayacağız. Bu sayede o saatten sonra onu öldürmek size kalacak."
"Tek bana mı?"
"Düşes izin verirse ben de el atmak isterim." elini bir kez daha boğazına koydu. Rahatsız olduğu çok barizdi. Kafamı sallayarak onu onayladım.
"Ailemi zora sokmadan bunu yap, istediğin fırsatı veririm."
"İyi o zaman." ayağa kalktı. "Burada kan kaybından ölmek istemiyorum, izninizle Düşes." bunları söylerken Edagrd'ı izliyordu. Kesinlikle birbirlerinden nefret ediyorlar ama konu çıkarlar olunca sessiz de kalabiliyorlar. Arkasını dönüp çıkmak için hareketlendiğinde duraksayıp bana baktı. "Bu arada Düşes. Benim sevgi anlayışım biraz farklı da olsa da beni o adamla aynı kefeye koyduğunu görebiliyorum. Bu nedenle sizi uyarıyorum. Beni o adamla aynı kefeye koymayın. Karıma karşı sert olsam da beni Dük Lucian gibi düşün." Edagrd'a baktı. "Karım söz konusu oldu mu her şeyi yaparım. Buna sizin çıkarlarınızı korumak da olsa!" sesi çok hafif de olsa kibirli çıktı. Daha fazla oyalanmadan çıktığında Edgard'a baktım. Gözlerinde bariz bir sinir vardı.
"Onu öldürmeye yakındım." tereddüt etmeden söyledi. "Seni hakkında konuşuyordu ve bildikleri..." duraksadı. "Onu öldürmeme neden izin vermedin?"
"Yapamazdın!"
"Neden?" sinirliydi. "O p*çten önce bu adamdan kurtulmam sorun olmazdı!" öfkesine yenilip bağırdı.
"Kimden söz ediyorsun... Sen birini mi öldürecektin?" sorumla yanımdan kalktı. "Ed?"
"Bir şey değil." kısa cevap verip odanın dışına ilerledi. Ben de peşinden ilerledim. Kapının önüne geldiğinde dayanamayarak bağırdım.
"Edagrd!" bana bakmadı. "Kimi öldürecektin?" sordum. Sesimi olabildiğince sakin çıkarmaya çalışarak. "Kim?"
"En başından beri hayatta olmaması gereken birisi!" bana baktı.
"Başını belaya sokacaksın."
"Önemli değil."
"Nasıl değil?" ona doğru ilerledim. O ise bana bakmamak adına tekrar kapıya dönmek istedi. "Edgard, burada bir daha sebepsiz yere birinin ölümüne sebep olman demek... Senin kesin ölümün demek!" koluna dokunmak istedim ancak bana izin vermedi.
"Bunun bir önemi yok."
"Ne demek yok?" bu seferde benden elini çekmesine izin vermedim. "Ne demek ölmenin bir önemi yok?" sorduğumda elime baktı. Gözlerime bakmadı. "Ed?"
"En başında bir şey yapmayarak yeterince seni kötü bir duruma soktum." kafasını kaldırdı. Elini benden çekip, "Bu yüzden yaşaması gerekeni elimden geldiğince daha acılı hale getirip özrümü yerine getireceğim." dedi. Geldiğinde af dilemekten kastı buydu. Kendi ölümü uğruna o adamdan kurtulmaktı.
"Ed..." benimle konuşmadı. Benden uzaklaşıp ilerlediğinde peşinden ilerlemek istedim ancak geldiğim andan itibaren kesilmeyen ve durduğu için rahatladığım mide bulantım tekrar kendisini belli etti. Ne kadar peşinden gitmek istesem de bunu yapamadım. Rahatlamak için olduğum yerde kaldım.
"Düşes?" Yelena koluma girdi. Ona baktığımda telaşlı bir yüzle beni izliyordu. Berbat bir durumdayım ve o aptal beni burada bırakıp gidiyor. Bunu yapmasını engellemem gerekiyor ama beni dinlemeyecek. Ona kızgın olduğumu söylemem ve Albert'ı öldürmek istediğinde onu durdurduğum için bana kızgın olmalı. Ona bir şey diyemiyordum ancak bunu yapmasına izin de veremezdim. Helen'i zor durumda bırakamazdım. Bu konuda bencil olamazdım.
• • •
"Majesteleri Düşes?" sesiyle arkama baktım. Ancak sese verdiğim tepkiye karşı sakin bir şekilde önüme dönüm. "İyi misiniz?" sorulduğunda o tarafa bakmadım. Glenn yanımda durarak beni izledi ancak ona bakmadım. "Majesteleri?" bir kez daha sordu. Yine tepki vermedim. Bunun yerine davet edildiğim Fiona ablanın sarayındaki soyluları izledim. Hepsi eğleniyor ve dedikodu yapıyordu. Yürüyor ve kızlarının evleneceği kişiler hakkında konuşuyorlardı. Hatta kızlar evlenecekleri adamları göz ucuyla süzüyor ve seçimlerini çoktan belirliyorlardı.
İmparatoriçeye tanıtıldıktan sonra düzenlenecek olan baloda kızlarının dikkat etmelerini ve burada olan aileler arasında onların erkek çocuklarıyla görüşmeleri ve dans tekliflerini kabul etmeleri söyleniyordu. Balodan sonra olacak olan düello sayesinde evlerine gelen genç Lordların izdivaç tekliflerini kabul edeceklerdi. Gözlerim en sonunda Edgard'ın üzerinde durduğunda Vikont Uther ile görüştüğünü gördüm. Bu tarafa bakmıyordu sadece onunla konuşuyordu. Beni görmezden geliyor. O olaydan sonra iki gün boyunca beni görmezden gelmeye devam etti. Yapacağı şey için ona minnettar olmalıydım ancak benim mutluluğum onun ölmesiyle gelemezdim. Sırf ona kızgın olduğumu dile getirdim diye dikkat etmeden planını uygulayacaktı.
"Ne düşünüyorsun?" sorusuyla yanımda duran kadına baktım. Annemdi. Kalkmak istediğimde önüme geçip kafasını iki yana salladı. Babam da yanında duruyordu. Çevremizdeki insanları gördüğümde tekrar onlara baktım.
"Bize katılmak ister misin?" bana elini uzatan babama baktım. O pisliğin yanındaydı ancak benim yalnız olmama dayanamamış olmalıydı. Bu yüzden şu an karşımda bana elini uzatıyordu. Ona gülümseyerek eldivenimi düzeltip onun elini tuttum.
"Büyük bir zevkle." elini tuttuğumda kalkmamı sağladı. Solunda annem varken beni de sağına aldı. İkimizin de koluna girmesini sağlayıp yürüdü.
"Hasta görünüyorsun." sesi sakin çıkmıştı ancak altındaki telaşı saklayamıyordu. Bu nedenle ona gülümseyerek sağ koluna girdiğim elini tuttum.
"Burada olmak, beni yorgun hissettiriyor."
"Sen..."
"Baba lütfen yapma." ona baktım. O ise Edgard'a baktı. "Baba, beni zorla getirmediğini söyledim."
"Yine de onda hoşuma gitmeyen şeyler var." bana baktı. "Sana devamlı olarak dokunması, bu seni rahatsız etmiyor mu?" sorduğunda ona bakmayı bırakıp Edgard'a baktım. Sonunda bize bakmaya başlamıştı. Bu sefer de ben ona bakmayı bıraktım. Babama baktığımda, "Seni bir şeye zorluyorsa lütfen bana bunu söyle. Senin için her şeyi yapacağımı biliyorsun." sözlerine gülümseyerek elini daha sıkı tuttum.
"Evet, tatlım. Onun seni zorladığı için iyi davranıyorsan lütfen bunu bize söyle." babamın aksine annem tedirginliğini saklamadan konuştu. Onlara gülümseyerek Edgard'ın olduğu yerlerin aksine bir yere bakmaya odaklandım. Ancak görmek istemediğim yüzleri de gördüğüm için gözlerim Fiona ablayı ya da Helen'i aradı.
"Hayır, zorlamıyor." Helen'i bulmuştum. "Sadece anlaşmanın varlığı beni güvende hissettiriyor." onlara baktım. "Sözler bir soylunun şerefidir." babamın daha önce benim için kurduğu bu sözleri kurdum. Beni duyduğunda kafasını sallayarak beni onayladı.
"Evet, sözler bir soylunun şerefidir." kafasını salladı. Onun onayıyla Helen'e baktım. Gözlerimiz buluştuğunda konuştuğu kadınları es geçip ayağa kalktı. Onlara bir şeyler söyledi ve hemen sonra da bize doğru ilerledi. "Yine de tedbiri elden bırakma ve Glenn'i yanından ayırma." uyarısına güldüm.
"Baba, sorun yok. Eğer olursa bunu sizden saklamayacağımı biliyorsunuz." onlara baktım. "Şimdi izninizle." geri çekildim. "Uzun süre sizinle kalırsam başınızı ağrıtacağım."
"Hayır, ancak senin arkadaşınla konuşacakların var gibi." ikisi de kafasını eğdi. Ben de aynı şekilde karşılık verdim.
"Dikkatli ol güzel kızım." annem gülümsedi. Arkamda birkaç adım geride duran Helen'e baktı. Tekrar bana baktığında, "Sadece söylemekten çekinme, senin hep yanındayız."
"Biliyorum anne ve ben de sizin yanınızdayım." ikisi de gülümsedi. "İzninizle." geri adım attım. Hemen sonra da Helen'in yanına ilerledim. Yanından geçip ilerlediğimde o da benimle beraber yürüdü. "Farklı renkler, sen mavi sevmezsin." ona baktım. Güldü.
"Mavi denemek istedim. Yakışmamış mı?"
"Hayır, yakışmış ve gözlerini ortaya çıkarmış." dediğimde beyaz renkte olan ve mavi işlemeli peçesini düzeltti. "Tarzını sevdim."
"Teşekkür ederim." koluma girdi. Bunu yaptığında elini tuttum. İkimizde sessizliğe büründüğümüzde ileride duran Albert'ı gördüm. Bize bakmıyormuş gibi davransa da bu tarafa bakıyordu. "Benim yanımdayken ona bu şekilde bakmamalısın." ona baktım. "Kocama böyle bakman ne yazık ki hakkımda söylenti çıkartıyor."
"Bu adam yüzünden senin hakkında mı? Ne diyorlar?" sorduğumda güldü. Cevap vermek üzereyken, "Vazgeçtim, bu adam hakkında hiçbir şey bilmek istemiyorum." kafasını iki yana salladı.
"Sen bilirsin." dedi sadece. Sessiz kalarak yürüdük. Etrafta bize bakarak hakkımızda konuşuyorlardı ancak ikimizde sessiz kalarak yürümeye devam ettik. Kalabalığı izlediğimde aralarında Fiona ablayı gördüm. Yüzü biraz daha solgun duruyordu. Ona olan bakışlarım üzerine bana baktığında gülümsedim. Karşılık verdi. Ancak başındaki kalabalıktan dolayı o tarafa ilerlemedik. Ağaçlardan birinin yanında durarak yürüyüş yapan soyluları izledik.
"Fiona abla iyi mi? Geçen iki gün içinde daha da hasta duruyor."
"Evet." ablasına baktı. Tekrar bana baktığında onu izliyordum. Mavi gözleri gözlerimle buluştuğunda sesini kıstı. "O hamile." kimsenin duymaması için sessiz kalmıştı. Ben bile bir an duyamayacak gibi olmuştum. Ancak duyduğum sözlerin şaşkınlığıyla ona baktım. Belki de yanlış duymuştum. Bunu düşünsem de Helen'in bakışları doğru duyduğumu gösteriyordu. "Kimseye söylemedi. İmparatordan gizli tutuyor, bu yüzden kimseye söylemedi." Fiona ablaya baktım. Karnına indi gözlerim ancak karnı normaldi. Belki biraz kilolu ancak belli olmayacak şekildeydi. "Bana bile söylemedi. Sarayına gittiğim vakit gördüm." ona baktım. "Korseyle karnını saklıyor bu yüzden de devamlı olarak o rahatsız ifadesiyle dolaşıyor."
"Bu..." etrafıma baktım. Kimsenin olmadığından emin olmak istedim. "Bu bebeğe zarar vermez mi?" kafasını iki yana salladı.
"Verir."
"O zaman?"
"Korkuyor, bir saldırı olursa hiçbir şey yapamayacağından. Ve hem... Herbert'in ona daha fazla yaklaşmasını istemiyor." kafamı sallayarak karşılık verebildim. Hamileliğini saklamak için korse kullanmak, bu doğru değil ancak hamileliği bilinirse ona saldırmak için her şeyi yaparlardı. Hamile bir kadın gücü elinde tutmak isteyen bir kadından daha tehlikeli ve savunmasızdır. O bebek sayesinde İmparator devrilebilir ve yine bebek sayesinde İmparatorun soyu yok edilebilir. Ne kadar da iğrenç bir durum. Bir bebek sahibi olabilmek bile bir kadın için ne kadar zor bir istek. Her şey o kadına karşı oluyor. Kocasını bile onun karşısına geçirebilir. "Kimberly?" Helen'e baktım. "Böyle bir şey olursa saklamak zorunda mıyız?" sorduğunda sessiz kaldım. Düşündüm.
"İnan bilmiyorum." Edgard'a baktım. O da bana baktı. Bakışlarımı bu sefer ondan çekmedim. Böyle bir durum olsaydı beni korumak için ne kadar çaba sarf ederdi. Benim için ölümü göze alıyor ancak böyle bir şansımız olursa bebeğimiz için yaşamayı göze alamaz mıydı?
"Kimberly." ona baktım. "Ben çok korkuyorum." elini tuttum. "Böyle bir şey... Doğumda ölebileceğimizi de duydum ve ben... Kimberly bundan çok korkuyorum." sesi titredi. Böyle bir şeye ne cevap verebilirdim. Eğer hamilelik kötü geçerse ölebilirdik. Eğer hamile kalırsak ve doğum sırasında yaşanacak herhangi bir aksilikte seçim hakkımız bile olmadan evli olduğumuz adamın sözleriyle hareket edecektik. Ve bu durum, korkunç bir ölüm gibi.
"Galiba ben de korkuyorum." mavi gözlerini izledim. Başka ne diyebilirdim, bilmiyorum. Böyle bir şey yaşasaydık Edgard kimi seçerdi. Beni mi yoksa ondan olan çocuğunu mu? Kimi? Helen de bunun cevabından korkuyor olmalıydı. O adam bir pislik de olsa uzun zaman onunla yaşadı. Onu seviyor mu bilmiyorum ancak beraber yaşadığı adama öleceğini bilse bile güvenmek isteyeceğini biliyorum.
"Düşesler." sesiyle arkamı döndüm. Nancy ile göz göze geldiğimizde tekrar önüme döndüm. "Şuna bak, Kimberly büyümüşte bana karşı istediği gibi mi davranıyor?" koluma girmek istedi. Bunu yaptığında ben ondan önce davranıp kolunu tuttum. Kolunu sıktığımda acıyla gözlerini kapattı.
"Evet." kulağına eğildim. "Unutma bir Düşesim, tek bir saygısızlığında kelleni alabilirim." onu ittim. Bunu yaptığımda kolunu tuttu. Ama gözlerinde korku yoktu. Hatta gözleri kıpkırmızıydı. Kan çanağına dönmüştü. Uykusuz muydu yoksa bir şey onu çok mu sinir etmişti. Bir Soylunun böyle dolaşması büyük bir dedikodu demekti ve o cesurca buraya bu şekilde gelmişti.
"Sanırım üzerinden uzun zaman geçtiği için bildiklerimi dile getiremeyeceğimi sanıyorsun."
"Hayır." ona karşı gelmekten çekinmeyerek. Ona tamamen dönüp dik durdum. "Benim sorunum senin sorunun ve unutma ki... Kocasını aldatıp devamlı erkeklerin altında gezen sen bana karşı tek kelime edemez."
"Dükle evlenene kadar erkeklerle gezen sen mi söylüyorsun?" sözlerine güldüm. "Dükle evlendiğin için o korkak Kimberly'i öldürdün mü yoksa?" sesindeki eğlenmeyi saklamadı. "Bekle yoksa Dük sana unutturdu mu?" sorduğunda ona tokat atmak istedim. Ancak biri bileğimi tutarak bunu gerçekleştirmeme engel oldu. Eldivenimin altından hissettiğim elin sahibine baktım.
"Kes sesini Nancy!" Helen'i izledim. Bileğimi dikkatli bir şekilde tutuyordu. Ne çok sıkı ne de beni bırakacak gibi. "Unutma, yediğin haltların kanıtlarına sahibim." sözlerine rağmen arsızca güldü.
"Senin gibi korkak, kocasının arkasından çıkmayan kız mı beni zora sokacak. Unuttun sanırım, sen sadece kocanın yatağındaki süs bebeğisin." sözleri bu sefer beni tutan elin kasılmasını sağladı. Bu sözleri sarf ettiğinde ondan iğrenç bir koku aldım. İçmişti. Bu yüzden bu kadar vurdum duymaz bir şekilde konuşuyordu. Ya da bu kadar dikkatsiz olmuştu. Ancak içmiş olsa da bu kadar rahat olması... Yoksa Albert'ın bahsettiği durum bu muydu? Onun kibrini ortaya çıkarmak, bu şekilde karşıma çıkartıp onun ölümünü sağlayacaktı. Bu şekilde davranmaya devam ederse onu öldürmeme kimse engel olamazdı.
"Nancy..."
"Kes sesini!" bağırdı. Onun bağırmasıyla gözler bizim üzerimizde yoğunlaşmaya başladı. "Senden o kadar nefret ediyorum ama sen kalkıp bir Düşes oldun." bana doğru ilerledi. Bunu yaptığında birisi kolumu tutarak geri çekilmemi sağladı. Bu sefer Helen değildi. Çünkü başka biri de onu geriye çekmişti. Albert ve Helen'e bakmayı bırakıp beni tutan Edgard'a baktım.
"Marki Anderson, karınızla ilgilenin." uyardı. Bu uyarı bir dahaki sözlerinde karısının öleceğine dair bir bildiriydi. Ve bunu Marki de anlamıştı. Ona doğru ilerleyerek karısını geri çekmeye çalıştı.
"Nancy, kendinde değilsin. Gidelim buradan." dese de kocasını itti. Onu umursamadan dağılan adımlarıyla bize doğru hareket etti.
"Benden uzak dur!" bağırdı. Bize bakarak, "O kadar iğrençsin ki!" güldü. "Başka insanların yatağından çıkmamana rağmen bir melekmişsin gibi geçmiş burada Düşes rolü kesiyorsun!" sesini bilerek arttırıyordu. Duymaları için daha da yükselerek, "Dük biliyor mu ne halt olduğunu, senin nasıl iğrenç... Ve bundan zevk alan bir şey olduğunu." dengesi yine şaştığında kocası onu tuttu. Elini onun ağzına koyup bize baktı.
"Bağışlayın onu Düşes, kendisinde değil. O..." sözler sarf etse de umursamadım sadece Nancy'e baktım. Sinirli gözlerle beni izliyordu ve ben de titriyordum. Çok fazla titriyordum. Sinirden mi yoksa bu sözleri sanki bir şey değilmiş gibi sarf etmesinden mi? Ve kimse onu durdurmuyordu. Sözlerini merak ediyorlardı ve ne tür bir kaos olacağını. Onun saygısızlığına bilerek göz yumuluyordu.
"Git başımdan seni kılıbık!" bağırdı. Kocasını itmesiyle yere düştü. Yerden kalkmaya çalışırken kahkaha atmaya başladı. "O kadar tiksiniyorum ki sizden!" nefes almak için sustu. O kadar bağırmıştı ki şimdi nefessiz kalmıştı. "Benim yaptıklarımdan ötürü bu adamla evlenip sefil bir hayat sürerken sen nasıl olurda bir Dük'le evlenirsin." bana doğru ilerledi. İşte o zaman geride duran Glenn tereddüt etmeden o kadının önüne geçti. "Bak burada kim var..." ağzını yayarak konuştu. "S*rtüğün bir numaralı koruması!" kahkahası arasında bana karşı kaba olmayı da eksik etmedi. En sonunda konuşmasına devam etmek istese de kocası onun boynuna bir yere vurarak bayılmasını sağladı. Düşmek üzere olan kadını tutup bize baktı.
"Bağışlayın bizi Ekselansları." kafasını eğdi. Yerde uzanan kadının kafasını yere koyup dizleri üzerinde durdu. "Karım içtiğinde sapıtıyor ve ne yaptığını..."
"Onu kontrol etmeliydin o zaman." Edgard'ın soğuk sesini duydum. Duygu barındırmadan, "Karnının yaptığı küçük bir yoldan çıkma değil, bizzat Düşesime iftira ve hakaret."
"Lütfen Ekselansları..."
"Bana karşı yapılan hakaretleri görmezden gelmemizi istiyorsun." en sonunda kendime gelerek. Titrememi Edgard'a sarılarak bastırmaya çalışırken, "Böylesine yoksunluğu affetmemi mi bekliyorsun Marki, o zaman siz karınızın yerine geçmelisiniz." bu sefer kafasını tamamen eğdi. Bir süre sessiz kaldı anca bu sessizlik bir iç çekişle son buldu.
"Düşes kabalığımı affetsin. Bu kadın artık benim karım değil." ayağa kalktı. Geri çekilirken yerdeki kadına hüzünle baktı. "O sadece bir vatan haini."
"Onu eşlikten ret mi ediyorsun?" sorusuyla Herbert'in sesini duydum.
"Evet, Majesteleri." sözleriyle bize baktı. Burada ne olduğunu anlamaya çalışıyordu. Nancy'nin nasıl bu şekilde çıldırıp geldiğini anlamak için bize bakıyordu.
"O zaman kararınızı Marki'den ayrı vermelisiniz Dük Rodney." dedi. "Umarım kararınız doğru olur."
"Yeterince doğru olacağından emin olabilirsiniz." sesinde açıkça saygı yoktu. Edgard'a bakmayı bırakıp Herbert'in ifadesine bakmak istediğimde arkada sırıtan adamı gördüm. Yüzünde bariz bir eğlenme ifadesi vardı. Bu nedenle titremem daha da arttı. Edgard'a daha sıkı sarıldığımda bana döndü. "İzninizi isteyeceğim, bugünkü saygısızlık Düşesimi etkiledi."
"Anlıyorum, lütfen geri çekilebilirsiniz." dedi. Ondan izin aldığı yoktu sadece öylesine kurduğu cümleye cevap vermişti. Edgard çevredeki insanları umursamadan bana sarıldı. Direkt olarak kucağına almadı. Bunu yaparsa daha çok hakkımızda konuşulacağını biliyordu. Bu nedenle elini belime koyup dikkatli bir şekilde beni tuttu. Ben de aynı şekilde ona tutundum. Bunu yaptığımda ileride duran anne ve babamı gördüm. Gözlerinde bariz bir korku vardı. O kadının konuşmaları benim gibi annemi de etkilemişti. Babama tutunarak ayakta kalıyordu. O tarafa bakmayı bırakıp kafamı Edgard'ın omzundan ayırmadım. Kokusunu içime çekerek sakin olmaya çalıştım. Onunla olduğumu kendime hatırlatıp durdum. Ve o da bana sarılarak ilerledi. İlerlemeden önce Nancy'i bir yere götürmelerini söyledi ama nereye anlamadım. Sadece duymayı bırakıp sarıldığım adamın yanımda olduğunu kendime hatırlatıp durdum.
• • •
Hakkımızdaki söylentiler Nancy'nin sözlerinden sonra ertesi güne kadar daha da artmıştı. Dışarıya çıkmamıştım ancak Yelena'nın dışarıda konuşulanları bana iletmesini istediğimde bunu üstü kapalı da olsa bahsetti. Ne kadar üstü kapalı da olsa ben anlayacağımı anlamıştım. Benim gerçekten de bir hayat kadını olduğumu söylemeye başlamışlardı. Nancy'le olan düşmanlığımın da onun bu yaptıklarımı görmüş olmasıyla ilgili olduğuydu. Ve bunlar hakkımda olan en iyi söylentilerdi. Çünkü Yelena olabildiğince altı kapalı olarak tek bu söylenenlerden bahsetti. Bana bahsetmese bile biliyordum. Bahsedeceklerini biliyordum.
Hakkımdaki söylentinin bu kadar iğrenç olması için bir şey yapmama da gerek yoktu. Zaten Edgard gibi iki kadının ölümüne sebep olmuş bir adamın yanında hayatta kalmam bile söylentilerin fazlasıyla çirkinleşmesini sağlıyordu. Onlar için Edgard'ı ayarttığımı söylüyorlardı. Hatta diğer iki kadını da öldürmesini benim söylediğimi, söyleyenler olmuştu. Sadece adımı çıkarmak için ellerinden geleni yapıyorlardı.
Uzun zaman önce keşke annemi dinleseydim ve kendi adımı çıkartmak yerine sessiz bir hayat yaşayıp amcamın yanına gitmeliydim. Belki onunla kalsaydım bu saçmalıkları hiç yaşamamış olurdum. Ve kırsalda ilgilendiği çiftçileri yönetirken ona yardım etmeliydim. Ben en başından hiç bu saçmalıklara kalkışmamalıydım. Belki Edgard yanımda olmayacaktı ancak bu kadar iğrençliğe de maruz kalmayacaktım.
"Düşes?" sesiyle dalgınlığımdan kurtuldum. Bana uzatılan bardağı aldım. Ve karşımda duran Nancy'e baktım. Onu öldürmek istedim ancak ölümünün de kolay olmasını istemediğim için sadece acı çekmesine izin verdim. Gece boyunca yaşaması gereken tüm acıları deneyimlemesini sağladım. Ve şimdi karanlık çökerken söz verdiğim gibi Albert'ın gelmesini bekliyordum. Edgard'ın iç çektiğini duyduğumda ona baktım.
"Ona istediğin kadar acı çektirmeye devam edebilir ya da acıyla ölmesini sağlayabilirdik." bana baktı. "Neden o adamın gelmesine gerek var ki?" sorduğunda gülümsedim. Oturduğum sandalyede sağımda ayakta duruyordu. Elimdeki bardağı Yelena'ya uzattığımda beni bekletmeden elimden aldı.
"Söz verdik çünkü."
"Ama..."
"Biliyorum, sen değil ben verdim."
"Senin sözün benim sözüm." önüne döndü. Bana hâlâ kızgındı ancak beni onunla yalnız bırakamayacağı için ne kadar kızgın olsa da gidemiyordu. Onunla bir kez daha o pisliği burada öldüremeyeceği üzerine kavga ettiğimizde sinirini karşımda acıyla nefes alan kadının üzerinde çıkarmıştı.
"Geç kaldım sanırım." sesiyle içeriye giren adama baktım. Üzerinde kırmızı bir takım vardı. Ve tamamen resmi giyinmişti. Tıpkı yanımdaki adamın da lacivert resmi bir takım giymesi gibi. İkisinin de böyle giyinmesinin sebebi çoktan ayarlanmış olan akşam yemeği içindi. Bu durum ne kadar kötü olsa da çoktan ayarlanmış planı bozmamak için yemek iptal edilmedi. Ve o ikisi de hazırdı. Ben de hazırdım. Onların aksine tamamen açık bir renkte elbise giyinmiştim. Beyaz bir elbise giymiştim. Boynumu ve omuzlarımı açıkta bırakan bir elbise giyinmiştim. Pek rahat değildi. Korse o kadar sıkıydı ki nefes almamı daha da engelliyordu ve bir diğer nefret ettiğim şeyse göğsümü fazlasıyla ortaya çıkarıyordu. Bunu da üzerime aldığım şalla kapatıyordum. Uzun beyaz eldivenim de ellerimi ve kollarımı kapatıyordu.
"Helen nerede?" sorduğumda yanımda durdu. Yerde dizleri üzerinde kanlar içinde duran kadına baktı.
"Helen böyle şeylere hassastır." bana baktı. "Sizin aksinize kanlı şeyler onun midesini kolay bulandırır."
"Bunu biliyor olman ne güzel." geriye doğru yaslandım. "Her neyse işini uzatma, hızlı bitir." yerdeki kadına baktım. Acısına rağmen yüzünde gülümseme vardı. Bana karşı asla boyun eğmediğini göstermek için gülümsüyordu. Onun acıyla yüzünü ekşittiği her anda bir anlık yaptığıma pişman oluyordum. Bu kadar ileriye gitmeme gerek var mıydı? Ancak yüzüne o pis gülümsemesini yerleştirdiği anda beni o duruma soktuğu anı hatta sarhoşken bile kendisini umursamadan beni zora sokmak için kullandığı o iğrenç sözleri anımsıyorum. Bu nedenle fark ettiğim bir şey varsa gereksiz bir vicdana sahiptim.
"Merak etme, işim çok uzun sürmeyecek." etrafına bakındı. Bulunduğumuz ve boş odada bir şeyler aradı. Ve aradığı şeyi Yelena'nın elinde buldu. Onun elinden bardağı alıp içindekileri bir köşeye fırlatırcasına döktü. Bana bakıp, "Mendilin var mı?"
"Ne yapacaksın?" benden önce Edgard'ın sesini duydum. Bu yüzden Albert'ı izlemekle yetindim.
"Sorgulamayı bıraksanıza!" sesindeki siniri saklamadı. Bunu yaptığında kafamı iki yana salladım. Ona mendilimi vermeyecektim ancak yapacağı şeyi merak ettiğim için Yelena'ya baktım. Benim bakışımla yanında taşıdığı mendili ona uzattı. Aldığı mendile Nancy'e doğru ilerledi.
"Sen... Ne yapacaksın?" sorusuyla onun sırtını izlemeyi bırakıp Nancy'e baktım. "Süs... Süs bebeğine söylediklerim..." devamını getirmedi. Onun bardağı sardığı mendili yere koyması ve üzerine bastığında çıkardığı ses susmasını sağlamıştı. Gözlerini ondan almadan yerdeki mendilin üzerine birkaç defa daha basıp bardağın küçük parçalara ayrılmasını sağladı.
"Ne yapacaksın?" sormaktan alamadım kendimi. Omzu üzerinden bana kısa bir an baktı. O andaki sırıtmasıyla beraber içimde büyük bir ürperti hissetim. Ve hemen sonra da önüne dönüğü anca sonun çenesini tutup mendili ağzına bastı.
"Yanlış şeyler konuşan ağzı susturuyorum." dedi. Mendil kan içinde kaldığında gözlerimin kapanması bir oldu. "Konuştuklarını yutmak nasıl bir şey?" Nancy'e sorduğunda Edgard'ın elini tuttum. Çekmedim. Gördüğüm şey midemi bulandırmıştı. Ona cam parçaları yedirmişti ve bu görüntü normal bir ölümün aksine mide bulandırıcıydı. Midem kalkmaya başladığında onun öğürmelerini duydum.
"Gidelim buradan!" Edgard önüme geçerek elini benden çekti. Beraberinde elini kulaklarıma koydu. Anlamıştı midemin bulandığını ve ben de saklamamıştım. Oturduğum sandalyeden kalktığımda beni yönlendirdi. Bir yeri görmemi ve duymama izin vermeden bulunduğumuz odadan çıkardı beni. Çıkmamıza rağmen gözlerim kapanmadan önceki gördüğüm sahne midemi yeterince kaldırmıştı ve kendimi tutuyordum. Arkamızdan çıkan Yelena'nın elinde boş vazo gördüğümde bunu kusmam için getirdiğini anladım. Ve hiç düşünmeden elinden aldığım vazoya kustum. Edgard dağılan saçımı arkaya alarak vazoyu tuttu. Ben de ona ve elindeki vazoya tutunarak kendimi rahat bıraktım. O da odadan çıktığında ifadesi eğlendiğini gizlemiyordu.
"Sözünüzde durduğunuz için teşekkür ederim Düşes." kafasını eğdiğinde Edgard'a yaslandım. Halimi umursamadan ve cevabımı dinlemeden ilerlemeye başladığında Edgard'a baktım. İfadesi sakindi. Bu durum onu etkilememiş ancak benim etkilenmiş olmam onu endişelendirmişti.
"Daha iyi misin?" sorduğunda derin bir nefes aldım.
"Hava almam lazım." diyebildim. Buna karşı kafasını sallayarak karşılık verdi. Bana destek olarak Albert'ın ilerlediği taraftan ilerledik. Sola döndüğümüz gibi çıkışa ilerledik. Nefes almalarımı sakin tutmaya çalışsam da yapamıyordum. Bu şekilde birinin ölmesi, sanırım kötü düşüncelerimden daha da kötü düşünceler vardı. Belki de bundan daha kötü olanlar da vardı. Bu durum midemi bulandırsa da acaba o adamın da böyle ölmesini sağlayabilir miyim, diye düşündüm.
"Kimberly..."
"Gitmemiz gerekiyor, geç kalmasak iyi olacak." beni geri göndermek için konuşmadan önce. Bana sinirli veya kızgın da olsa oraya tek başıma sadece bir hizmetçiyle gidecek olmam onu endişelendiriyor. Hele de hakkımda gereğinden fazla söylentiler çıkarken onun endişelenmesine anlam verebiliyordum. Ancak bundan kaçınmam sadece daha fazla söylenti getirirdi. Sanki tüm İmparatorluk bir olmuş da bizim hakkımızda söylenti çıkaracak şey arıyorlar.
Durduğumuz sarayın önünde onu bırakıp ilerledim. O da mecbur kalıp peşimden ilerledi. İmparator ve İmparatoriçenin misafirler için ortak kullandığı saraya geçecektik. Balo veya diğer herhangi bir kutlama için burası kullanılıyordu. Ve bu yemek için de burası kullanılacaktı. Kadınlar ve erkekler ayrı oturacak şekilde iki odaya ayrılacaktı. Ve bu yüzden Edgard daha da endişeleniyordu. Yanımda olamayacağı için kızgınlığına rağmen telaş yapıp duruyordu. Ve bunu kesinlikle saklayamıyordu.
Girdiğimiz sarayda bize eşlik eden hizmetçilerden dolayı Edgard'la ayrıldık. O girişte sağdaki odaya ben de soldaki odaya girmiş oldum. İlk odalara girdiğimizde ondan ayrıldığım yolu izledim. Uzun koridorda tekrar ilerledik. Ve iki odadan soldaki olana girdik. İçeriye adımı attığım anda omzumdan şalım alındı. Bu sayede dik durmaya devam ederek kapının karşısındaki ve tüm davetlileri gören uçta oturan Fiona ablaya selamımı verdim.
"Majesteleri."
"Düşes Rodney, lütfen kalkın." sözleri üzerine kafamı kaldırıp gülümsedim. Ve hemen sonra da bana ayrıldığı bariz olan ve kuzgun simgesi olan sandalyeye ilerledim. Her sandalye de soyluların temsil ettikleri bayraklar vardı. Fiona ablanın soluna oturduğumda sırtımı simgeye yaslayarak kapattım. "Düşes Rodney de geldiğine göre, başlayabilirsiniz hanımlar." sözleriyle önümdeki yemeğe baktım. Ve hemen sonra da Nancy'nin olması gereken yere baktım. Boştu. Ve önümdeki yemekte bana o anı hatırlatıyordu.
Onun ölmesi kimsenin umurunda değildi. Ve dedikodularını eksiltmeden iştahla yemeklerini yemelerini sağlıyorlardı. Birbirlerine sadık iki dost bile böyle bir anda sana sırtını dönüp bu akbabalarla aynı sofrada arkadaşını çekiştirmeni sağlıyordu. Çıkar düşük bir soylu için her şeydi. Ve ben bunu burada bir kez daha görmüş oldum. Helen'le göz göze geldiğimde onun da pek iştahı yoktu. Yemeği ucundan yiyordu. Ve sadece konuşulanlara katılıyormuş gibi yapıyordu. Oysaki yaptığı şeyler tek kelimelik sözler kurmak.
Yemeğin ortalarına gelmeye başladığımızda bir kadının sesini duydum. "Düşes Rodney, rahatsızlığınız hâlâ devam mı ediyor?" sorduğunda onu aradı gözlerim karşımda Nancy'nin oturması gereken yerin bir sandalye yanındaydı. Benim üç çaprazımdaydı.
"Hayır, gayet iyiyim."
"Sevindim, yemeğinize dokunmayınca kendinizi hâlâ rahatsız hissediyorsunuz sandım."
"Gayet iyiyim, sadece iştahım yok." gülümseyerek kafasını salladı. Onun benimle konuşması üzerine diğerleri de cesaret alarak konuşmaya başladılar. Sağlığımla ilgili ya da Nancy'nin beni sinir etmesi hakkındaki boşboğazlıklarını olabildiğince sakin kalmaya çalışarak dinledim. Sözleri artık son derece iğrençleşecek kadar Edgard'a da yaklaştığında en son bombayı atan kadına bakmaya başladım.
"Düşes, Dük'ün kendisini kaybetmesine rağmen onunla evlenmesi ne kadar da güzel oldu."
"Ne demek istiyorsunuz?" sordum. Soruma karşı kadın duraksadı. Bu kadar cesur sözlerden sonra artık geri dönemeyeceği için İmparatoriçenin... Hayır, İmparatorun ona vereceği desteğe güvenerek gülümsedi.
"Beni yanlış anlamayın Düşes ancak, Dük'ün iki eşinden sonra başka bir genç kızı... Kendi kızımı kaybetmek istemiyordum. Onunla evlenerek, onun kana susamışlığını bastırdınız." dedi. Onun cesur sözleri üzerine bir başkası da ona katıldı.
"Evet, böylesine vahşi bir adamı sizin tutmanız. Gerçekten de kayda değer bir şey." hemen sonra kahkahalarla gülmeye başladılar. Bunu yaptıklarında kafamı eğerek sakin kalmaya çalıştım. Edagrd'a sorun çıkardığı için kızarken şimdi benim çıkarmam doğru olmayacaktı. Sakin olmalı ve gereken cevabı vermeliydim. Sadece sakin olmalı...
"Umarım Kontes Lamar da Düşes gibi alınmıyordur. Sonuçta katile layık bir eş oldu. Sanırım kızınızın ona itaat etmesi yetecek." sözleriyle önümdeki bıçağı sıkıca tutarak ayağa kalktım. Bunu yaptığımda anda Fiona ablanın yüzünde telaş vardı.
"Bir daha tekrarlayın... Madam!" ona baktım. "Sözlerinizi anlayamadım." masadan uzaklaşırken. "Telaş yapmayın, oturmak beni boğmaya başladı." Elimdeki bıçağa bakışını gördüğüm için masaya doğru fırlatarak. "Lütfen devam edin, sizi dinliyorum. Dük'ün ne kadar vahşi olduğunu anlatıyordunuz." gülümsedim. Ona gülümsememle beraber annemle göz göze geldim. Gözlerinde korku vardı. Sorun çıkarmamı istemiyordu ve başıma dert açacak bir şey yapmamın korkusu da cabasıydı. Fiona abla beni durdurmayacağı için iç çektiğini duydum. Helen'inse gözlerinde yapmamamı söylenen bir ifade vardı. Diğer kadınlar da gerilmeye başlamışlardı. Ne yapacağımı anlamaya çalışıyorlardı. "Madam?" tekrar ona seslendim. Bunu yaptığımda kadın gerilse de etrafına rahat olmaya çalışarak baktı. "Dük'ün ne kadar vahşi olduğunu biliyor gibi konuşuyordunuz, lütfen devam edin. Ben de merak ediyorum."
Fiona ablanın arkasından geçip o kadına doğru yavaş adımlarla ilerledim. "Ben şey..." sustu. Nancy'nin yerine geldiğimde sandalyeyi sol elimle tuttum. Kafamı kaldırıp kadınları izlerken sağ elimi onun omzuna koydum.
"Devam etmeni söyledim."
"Majesteleri..." Fiona ablaya baktığı anda sol elimi sandalyeden çekip masadaki bıçağı aldım. Bıçağın yanında duran elinin üzerine hiç düşünmeden saplarken öne eğildim.
"Benimle konuşuyorsun." dedim. Acıyla çığlık attığında gülümsedim. Beni izleyenlere tek tek baktığımda Fiona ablanın elini yüzüne koyduğunu gördüm. Hamile olduğu için bu sahne onu rahatsız etmişti. Helen de böyle şeylere hassas olduğu için bakamıyordu. Onun yüzüne eğildiğimde acıyla gözlerini kapatmıştı.
"Düşes..." acıyla bana seslendi. Onu aksine ben gülümsedim.
"Kocamın katil hatta onun vahşi olduğunu söylemiştin, değil mi?" sorduğumda bıçağı elinde döndürdüm. Bunu yaptığımda bir kez daha çığlık attı. "Ve neden hâlâ hayatta olduğumu sormuştunuz değil mi?" sorarken bıçağı geri çektim. Bunu yaptığımda kadının kafasını tutarak önündeki tabağa doğru bastırdım. Acıyla attığı çığlığı umursamadan saçını sıkı bir şekilde tuttum. "Çünkü ben onun ruhunun yarısıyım." elimi geri çektiğimde kadın hareket etmeyi bırakmıştı ancak ölmemişti. Hâlâ nefes alıyordu. Geri adım atıp ondan uzaklaştım. Kalabalığın korkuyla beni izlemesini umursamadım. Yüzümdeki gülümsemeyi de saklamadım. Ben onun ruh eşi değildim, onun ruhunun yarısıydım. İkimizde birbirimizi tamamlıyorduk. O ve ben de bunun yeterince farkındaydık.
"Majesteleri..." kısık bir sesle Fiona ablaya seslenildiğinde onun iç çektiğini duydum. Bu nedenle dik dururken elimdeki eldiveni çıkartıp masaya attım. Annemle göz göze geldiğimde benden korktuğunu gördüm. Gözlerinde bunu görmek bir an beni üzse de bunu yapmak zorunda olduğumu biliyordum. Kimse Edgard'ın sırf zevk için insan öldürdüğünü söyleyemezdi. Yaşadıkları gereği mecburdu. Söylenecekse bile bu bana denmeliydi.
"Sanırım önden ayrılmam gerekiyor, Majesteleri." Fiona ablaya baktım. Kafasını sallayarak gitmemi işaret ettiğinde reverans yaptım. Ve hemen sonra da kapıya doğru ilerledim. Arkamdan söylenmeye devam ettiklerini duysam da umursamadım. Sadece Fiona ablanın şurayı temizleyin dediğini duydum. Odadan ayrıldığımda derin bir nefes aldım. Ben kesinlikle uslanmaz bir aptaldım. Edagrd'a bunları yapmaması gerektiğini söyleyip benim ortalığı karıştırmam tam bir aptallıktı! Ve ben de damarına basıldı mı aptala dönen bir kadındım.
• Yazar •
Edgard ve Kimberly ayrıldıktan sonra girdikleri ortamda herkes onlardan çekiniyordu. Son yaşanılanlar ve onlar hakkında kurulan dedikodular her an başlarına patlayabilirdi. Ancak ikisi de sakindi. Sanki fırtına öncesi sessizlik gibiydi. Ve bu durum Kimberly de patlak vermişti bile. Ortalığı karıştırmıştı. Bu yaptığı onun hakkındaki iğrenç iftiraları kapatsa da Dük gibi bir katil dolduğu yönünde yeni iftiraları getirmişti. Ve bu da her şeyden habersiz çift için yeterince umursanmaz bir durum olacaktı.
Kimberly de olanlar patlak verirken Edgard'da sakin bulunduğu ortamda konuşulması gereken konulara girerek sakinliğini sürdürüyordu. Kafasında sadece Kimberly'nin o rahatsız olduğu ifadesi vardı. Onun için endişeleniyordu. Yemek yiyemeyeceğini biliyordu ve bu onun için ekstradan bir endişe kaynağıydı.
"Majesteleri Dük'ün evliliğini tebrik edemememiz ne kadar da kötü." sözleri dalgın adamı kendine getirdi. Bakışlar kendisine ve sözleri kuran yaşlı Lorda yöneldiğinde, "Uzun zamandan sonra size karşı hayatta kalan bir kadınla beraber olmanız ne kadar da harika." sesindeki sevinci saklamadı. Bu yaşlı adam Dük'ün tarafındaydı ve bunu dışına vururken de çekinmiyordu. Oysaki bu sözleri kuran adamın aksine bazı soylular bu evliliğe karşıydı. Evli olduğu kişinin bir Lamar olması da onları daha da sinirlendiriyordu.
"Adı çıkmış bir kadınla evlenmesinin neresi harika!" bir başka yaşlı da sözlerini esirgemeden kurdu. Gözler onu bulduğunda diğer odadaki eşi gibi o da bulunduğu odadaki İmparatora güveniyordu.
"Ne demeye getiriyorsunuz?" sorusu Kont Lamardan gelmişti. Kızı hakkında konuşuluyordu ve sakin olamıyordu.
"Alınmayın Kont Lamar ancak kızınızın durumu ortada." etrafına baktı. Yüzündeki gülümsemeyi ve eğlenmeyi saklamadan, "Kiminle ne yaptığı belli olmayan bir kadının Dük'ten çocuğu olduğunda..." sustu. Yüzüne ciddi bir ifade takıp karşısındaki adama baktı. "Çocuğun sizden olup olmadığından nasıl emin olacaksınız?" sorusuyla Edagrd onun gözlerinin derinini izledi. Sakin olmalıydı. Sadece cevap vermeliydi. Kimberly bir sorun daha çıkartırsa onunla konuşmayı keserdi ve Edgard, Kimberly'nin sesini duymaktan hoşlanıyordu. Karısının onunla konuşmamasını kaldıramazdı. Bu yüzden sakin olmalıydı.
"Haddinizi aşmayın Baron George!" sesini yükselttiğinde Edgard'da dahil olmak üzere herkes Kont Lamara baktı. Edgard'ın aksine Kont'un kızına bir sözü yoktu. Sakin kalmasını engelleyecek bir şey yoktu. Ölümü bile olsa kızını her durumda koruyacaktı. Bu yüzden ihanet ettiği varsayılsa bile kızını bir Rodney'le evlendirmişti.
"Hadi ama Kont, gerçekleri konuşuyoruz." Baron arsızlığını saklamadan. Bu Edgard'ın artık sakinliğini yok etmişti. Kimberly'nin bu anı öğrenmesini engellese yeter, diye düşündü. "Kızınız bir Düşes de olsa namusu için ne diyebilirsiniz ki." demesiyle beraber gülmesi yarıda kesildi. Ve hemen sonra eli boğazına gitti. Boğazını sıkı bir şekilde tutarak nefes alamaya çabaladı kendisini.
"Dük Rodney..."
"Düşes'imi kötüleyecek tek bir söz daha duyarsam..." İmparatora baktı. "Kim olduğunuzu umursamadan soyunuzun ellerimde son bulmasını sağlarım." bakışlarını masada kan içinde kalan adam çevirdi. Kontla konuşurken artık dayanamamıştı ve o adam gevezeliği arasında fark edemeden boğazını kesmişti. Üstü ve elleri kan içinde kalmıştı. Ancak Kıyafetlerinin renginden bu belli olmuyordu.
"Dük Rodney, fazla ileriye gittin."
"Öyle mi?" İmparatora baktı. Birbirlerini izlediler. "Bu yapılan saygısızlığı görmezden mi gelmeliydim?" sordu. Sesi soğuktu. Yine birini öldürebilecek kadar sakindi. "Bu son uyarımdı. Bir daha Düşes'ime karşı dilinizi tutamazsanız ben bunu yapmanızı sağlarım." son uyarıyı verdi. Odanın dışına ilerlediğinde başını belaya soktuğu için Kimberly'nin ona kızacağını düşündü. Ondan bu durumu nasıl saklayacağını da kafasında yormaya çalıştı.
Bu yaptığı İmparatorun kışkırtmaktı. Önce Markiz sonra da Baronlarından birisi. İki olmuştu. Bu artık İmparatorun savaşa aldığı bir davet gibiydi. Ve buna karşılık vermeliydi. Direkt olarak kendisine saldıramayacaktı ancak bu onun üzerine gideceğini gösteriyordu. İleride bir şekilde ölmesi için üzerine bir suç atacağını ya da uygun anını yakalayıp suikast yoluyla öldürecekti.
İki Rodeny de bulundukları odadan sinirle çıktılar. Aynı anda karşı karşıya geldiklerinde birbirlerini izlediler. Ve hemen sonra bakışları aşağıya doğru kaymış oldu. Kimberly'nin kıyafetine kan sıçramıştı. Ve Edagrd'ın kıyafetindeki karalıkların dışında eli kan izleriyle doluydu.
"İyi misin?"
"Yaralandın mı?"
İkisi de aynı anda birbirlerine doğru ilerleyerek konuştular. İkisinin de gözlerinde bariz bir telaş vardı. Ve bu telaşlarıyla sordukları sorular ikisinin de çekingen bir hale soktu. İkisi de yapmamaları gereken bir şeyi yapmışlardı. Edgard, Kimberly'nin onu azarlamasından endişe duyuyordu ve Kimberly de bu yaptığı şeyin utanç verici bir hareket olduğundan Edgard'ın bunu öğrenmesinden korkuyordu.
"Yaralanmış gibi durmuyorsun?" önceliği Kimberly aldı. Ondan çekinmesine rağmen yaklaştı. Elini tuttu ve vücudunu kontrol etti. "Yoksa içten bir yara mı?" sordu. İçeride kötü bir şey yapmış olabileceği de geliyordu aklına ancak bu aklına gelen değil de kötü bir şekilde yaralanmış olacağı onu daha da korkutuyordu.
"Ben iyiyim. Önemli bir şey değil."
"Saçmalama lütfen! Kan içindesin." dedi. Elini tutarak onu bulundukları sarayın dinlenme odasına doğru sürükledi. "Çabuk olun ve bir hekim çağırın." yanından geçtiği hizmetçiye emir verirken. Arkasından sürüklediği adamın artık yüzünde endişe yoktu. Tam tersine onun ilgisi hoşuna gitmeye başlamıştı.
"Kimberly?" ona seslediğinde odaya girmişlerdi. "Benim bir şeyim yok." dese de Kimberly onu umursamadı. Üzerindeki kanın yoğunluğu içindeki şüpheyi dindirmesi gerektiğiyle ilgili onu zorluyordu. "Kimberly." sözlerine rağmen girdikleri odanın kapısının kapanmasıyla Kimberly onun kapıya yaslanmasını sağladı. Elini ceketine koydu. Ve hiç düşünmeden çıkardı.
"Emin olduktan sonra sözlerine inanacağım." dediğinde Edgard artık ona ayak uyduruyordu. Çıkardığı yeleği hiç düşünmeden yere atıp gömleği saçtı. Elini kıyafetine koyup dikkatli bir şekilde onu izledi. Vücudunda izler vardı ancak üzerindeki beyaz gömleğin kan olmasını sağlayacak türde değildi. "Şükürler olsun." rahatlarken kafasını kaldırdı. Bunu yaptığında Edgard'ın sakin olmak için çabalayan ve kendisine bakmak için savaş verdiğini gördü.
"Sana iyi olduğumu söylemiştim." sesi kısık çıkmıştı. Kafasını olabildiğince yukarıda tutuyordu. Onun bakışlarını kaçırmasından dolayı Kimberly artık ne yaptığını fark etmişti. Onu zorluyordu. Ellerinin durduğu karnı fazlasıyla kasılıyordu. Bakışlarını onda tutamıyor olma sebebi ise giydiği kıyafetin korseden dolayı göğüslerini belli ettiği içindi. Ellerini ondan çekmesi gerekiyordu. Onu zora soktuğunun farkındaydı ancak yapmak istemedi. İçeride onu korurken korkmamıştı. Burada olsa bile her zaman yanında olduğunu biliyordu. Ne durumda olursa olsun onu koruduğunu da biliyordu.
"Neden kan içindeydin?" sordu. Onun cevabı ellerini üzerinden çekmesini sağlayacaktı. Ona yapmamasını söylemesine rağmen içeride kendisiyle onu kışkırttıklarını anlamıştı. Ve bu yüzden sözlerini dinleyecekti. Onu korumak için bu kadar ileriye giden adam o zamanki gibi mi olacaktı? Bu anı mahvedip kavga mı edeceklerdi? "Edgard?"
"Üzgünüm, kendimi tutamadım." ondan istediği sözleri almıştı. "Sözlerini dinlemediğim için üzgünüm." en sonunda gözlerini onun gözlerine odakladı. Karanlık odada iki farklı göz rengi aynı renkte duruyordu. Ancak içindeki parıldamalar birbirlerini ele geçiriyordu. Edgard her geçen saniye yutkunmakta zorlanıyordu. Kimberly'nin ona olan bakışları kendisini zorluyordu. "Kimberly, ben..." elini tuttuğunda parmakları üzerinde doğrulan kadın onu öptü. Onun susması için yeterli olmuştu.
Bunu yapamazlardı. Bir an böyle düşünmüşlerdi ancak Kimberly düşünmeyi bırakması gerektiğini o düşünceyle anladı. Düşünmeye devam ederse sadece kendilerine engel olacağını biliyordu. Karşısındaki, dokunduğu bu adamın başkası değil her zaman kendisine itaat edeceği bir koca olacağını biliyordu. O kimse değildi. Dokunduğu için asla pişmanlık yaşamasına izin vermeyeceği adamdı.
"Kimberly..." onun korkmasından korkarak konuştu. Ondan nefret etmesinden korkarak konuştu. Kendisinden nefret etmesini, tiksinmesini istemediği için korkuyordu. Bu kadının, yapacağı herhangi bir hatada bir daha ona yaklaşmayacağını bilincindeyken konuştu.
"İstiyorum." dedi. İçeride kadınlara onun ruhunun yarısı olduğunu söylerken ki sözlerini anımsadı. Öyleydi. İkisi de aynı yaralı bir hayvan gibiydiler. Aynı ortak noktalara sahiplerdi. İkisi de güvenden korkuyor ve güvendiklerinde vahşi doğalarını ortaya çıkarıyorlardı.
"Sen..." sustu. "Bundan emin misin?" zorla kurdu cümlesini. İçmiş miydi yine? Bunu düşünmeden edemedi. Eğer öyleyse ona dokunamazdı. Bu kadına kendi iradesiyle verilen izni olmadan dokunamazdı.
"Eminim." onu onaylarken bedeninin sıcakladığını hissetti. Oysaki giydiği kıyafet onu üşütmeliydi. "Sana hep yakın olmak istiyorum." kısılan sesiyle zor da olsa konuştu. Birbirlerini aldıkları her nefeste kışkırtıyorlardı. Ve cezbediyorlardı. Bu bir daha yakın olmaları için davet ediyordu. Onlar da buna karşı koymadılar. Birbirlerini öptüklerinde birbirlerine sıkıca tutundular. Odaya vuran ay ışığı onlar daha da tutkulu bir hale getiriyorlardı.
"Kimberly..." geri çekildiğinde onun bu davetkârlığına karşı koyamıyordu. "Bunu istediğine emin misin?" sordu. Bu soru genç kadını güldürdü.
"Evet." ona yakın durdu. Dudaklarına yakın durarak, "Wallace her an gelebilir." daha önceki yakınlaşmalarına atıfta bulunarak. Bu sözler Genç Dük'ü de güldürdü. Kendisine yakın olan dudakları arzuyla öptü. Bunu yaptığında Kimberly bir elini ondan aldı. Elini kapıya koyarak anahtarın olduğu yeri aradı. Başı dönüyordu. Kendisini kaybediyordu ancak kapıyı kilitlemesi gerekiyordu. Biliyordu. Onların yakınlaşması bu kapı kilitlenmezse bozulacaktı. Ve bozulsun istemiyordu. Kafasında hiçbir düşünce yoktu. Sadece bu anı düşünüyordu. Kendi varlığını bile bu adamın dudaklarında hatırlıyordu.
En sonunda kapıyı kilitlemeyi başardığında ikisi de kapıdan ayrıldı. Tekrar kapıyla buluşan Kimberly'di. Ona dokunan adam dikkatliydi. Dikkatli olduğu kadar da kontrolünü kaybediyordu. Kapıya yaslanan kadının bellindeki elleri aşağıya indiğinde nefes almak için ikisi de birbirinden ayrıldı. Edgard ne kadar kendini kaybetmek istese de kendisini tutuyordu. Ve genç kadında bunun farkındaydı. Belindeki ellerini aşağı indirmesi için ona yol gösterdi.
"Kimberly." onun adını sadece kısa bir an söyleyebildi. Onu öperek bu ortamın bozmasını engelleyecek herhangi bir konuşmadan kaçındı. Bu yaptığı kendini tutmak için çabalayan adamın artık kendisini bırakmasını sağladı. Kalçasındaki ellerle onu kucağına aldı. Kapıya yaslanan kadın bacaklarını onun bedenine sardı. Sol elini onun siyah saçlarına, sağ elini çıplak olan göğsüne koydu. İkisi de düşünmeyi her yeni bir öpüşmede geride bırakıyordu.
İki beden yatağa yaklaştığında Kimberly'nin kıyafet bağının açıldığını hissetti. Bu yüzden dudaklarını ondan ayırarak gözlerini kapatıp alnını omzuna koydu. Bu onun daha rahat çıkarması içindi. Ve istediğini de almıştı. Boynuna bırakılan her öpücükte kıyafetinin kendisini sıkmadığını hissetti. Yatağa uzandığında gözlerini araladı. Kehribar gözleri ay ışında aydınlanırken onun koyu kahverengi gözleri onun gözlerini yansıtıyordu. Kimberly dik durarak kıyafetinin düşmesine izin verdi. Bunu yaparken de farkında olmadan korsesini tutmuştu. Bunu yaptığında ikisi de kapı sesini duydu. Ve beraberinde birilerinin onlara seslendiğini de duydular. Ancak ikisi de o tarafa bakmadılar. Kızarmış görüntülerine gülmeye başladılar. Onların gülmesi devam etse de sesler kesilmişti. Onları rahatsız etmemeleri gerektiklerini anlamışlardı.
Gülmeleri son bulsa da tebessümleri arasında birbirlerine tekrardan yaklaştılar. Ve işte o zaman aralarındaki son şeyi, korsesini bıraktı. Bu karşısındaki adamın ileriye gitmesi için küçük bir yönlendirici olmuştu. Ve bu artık iki gencinde kendisini tutmaması için son adım olmuştu.
Bölüm Sonu
Bölüm hakkında ne düşünüyorsunuz?
Bölümü bu kadar uzun tutma sebebim ne yazık ki finallerimin gelmesinden ötürü. Yine sınavlar mı demeyin, diye ben de sizlere, böyle güzel bir son bırakayım, dedim. Umarım yorum yapmışsınızdır canlarım. Sizleri seviyorum.
Bạn đang đọc truyện trên: AzTruyen.Top