Bölüm 27
Arkadaşlar sövmek serbest ancak biraz üstü kapalı olursa sevinirim.
27. Bölüm
Adımları hızlanmıştı ancak yolu şövalyelerle kesilmişti. Gitmek istiyordu. Gördüğü şeyleri unutmak istiyordu ancak karşısında duran şövalyeler ona verilen kötü bir haber gibi karşısında duruyorlardı. "Bizimle gelmelisiniz Leydim." küstah sesi duyduğunda Kimberly korkuyla şövalyesinin arkasına geçti. Eric onun önüne geçerek elini kılıcına koydu.
"Leydim sizinle gelmeyecek." sözleri duyulduğunda şövalyelerden önde olan kılıcını çekti.
"Bizimle gelmek zorunda! Vikontun emri bu yönde ve sevgili leydin bizimle gelecek."
"Hayır." sözleriyle küçük hizmetçi öne atıldı. Leydisini korumak için. Bunu yaptığında arkadaki şövalye öne çıkarak genç kızın saçını tuttu. Bu hareket şiddet kullanabilecekleri üzerine emir aldıklarını, bir soylu için bile olsa şiddet kullanabilecekleri yönünde emir aldıklarını gösteriyordu.
"Sizde geleceksiniz." sözleri duyuldu. Genç kız acıyla saçını tutan adımın ellerini tuttu. Diğer şövalyelerde onunla beraber harekete geçti. Kılıcını çeken şövalyenin boğazına kılıç dayadıklarında genç leydi korkuyla oradan uzaklaşmak istedi. Geri adımlar atsa da bedeni yabancı bir bedene çarptı. Geri çekilip o kişiden uzaklaşmak istediğinde genç şövalye onu saçından tuttu.
"Ne kadar da sinir bozucusunuz." kızı saçından sürüklerken. Kimberly kendisini tutan ellerden kurtulmak için tüm gücüyle karşı koydu. Sesi korku dolu olsa da konuştu.
"Bırak beni! Lamar ailesini karşına almak..."
"Kes sesini!" şövalye onun saçını daha sert çekerek susturdu. Karşı koydukça onu yerde sürüklüyordu. Ona ayak uydurmadıkça canı daha çok yanıyordu. "Efendim." sesiyle beraber kazara girdiği odaya bu sefer zorla girdi. Onun bırakmasıyla Kimberly elini saçına koyarak itilmenin etkisiyle yere diz çöktü. Burada olmamalıydı bunu biliyordu, bu hiç olmamalıydı! Annesini dinlemeli ve onlarla beraber gelmeliydi ancak arkadaşıyla olmayı seçmişti. Şimdi ise arkadaşı veya kimsesi yoktu. Arkasından odaya zorla getirilen iki çalışanı dışında tamamen kendi başınaydı.
"Burada olmamalıydın Kimberly, neden Helen'le değilsin ki!" sinirli sesi duyduğunda bakışlarını yerden alıp içeride kıyafetlerini pervasızca düzelten kıza baktı. Sarı saçlarını geriye atarak vücudunu ön plana çıkarttı. Kıyafetlerinin bedenini sergilemesini umursamadan, "Helen'den ayrı duramayan sen neden... Ne kadar sinir bozucusun." kendisine anlam veremeyerek bakan kızı izlemeye devam etti.
"Ben... Ben özür dilerim Nancy! Bundan kimseye bahsetmem." sesindeki korku artıyordu. Durumun ciddiyetinin odaya girdiği andan itibaren farkındaydı.
"Bahsetmez misin? Buna Helen de dahil mi?"
"Bahsetmem, ona da bahsetmem." kendisine doğru gelen kızı izledi. Nancy yakınında durduğunda onu saçından tutup kendisine çekti. Acıyla kendisini tutan eli sıkıca tuttu.
"Bahsetmeyeceksin demek." yüzüne doğru. Kafasın kaldırıp odanın içindeki adam baktı. "Bahsetmeyeceğine eminim ama bunu kesinleştirmem gerekiyor." adama bakmayı bırakıp ona baktı. "Onunla istediğini yap." saçını tuttuğu kızı yere doğru itti. İtilmenin ve defalarca kez itilip kakılmanın etkisiyle yere tamamen bıraktı kendisini. Acıyla doğrulduğunda korkuyla geri çekilmek istedi. Arkasını dönüp Nancy'e baktı. Ayrılmak üzere olan kadının eteğini tuttu.
"Nancy bahsetmeyeceğim, lütfen." dedi. Ancak tuttuğu kadın onu itti. Küçümseyici bakışlarıyla ona baktı.
"Kimberly hep sinirimi bozuyordun zaten." derin nefes aldı. Buradan çıkmak ve bir soruna sebep olmadan kalabalığa geri dönmek istiyordu. Kafasını kaldırdığında karşısındaki adamın heyecanlı gözlerini gördü. Aklına gelenlerle beraber gülümsedi. "Hem İmparatoriçenin gözdesi sensin. Bırak da sevgili Vikontumuz gözdenin nasıl bir şey olduğunu görsün." sözleri iğrençliğini saklamadı. Arkada duran adamın da izlediği manzara onu eğlendiriyordu.
"Merak etme. Konuşmadığından emin olacağım." sözleri sessiz adamın daha çok dikkat çekmesini sağladı.
"İyi." dedi. "Şunlardan da kurtul, sahibi sussa da köpeği her zaman konuşur." ona bakmayı bırakıp odanın dışına doğru ilerledi. Çıkmadan önce yerde oturan kıza baktı. "İyi eğlenceler." sözleri onun son sözleri oldu. Korkuyla bakan kız artık bakışlarını içerideki şövalyesine çevirdi. Kurtulmak için direniyordu ancak tek yaptığı çabalamaktı. Kızın bakışları diğer kıza çevrildiğinde hizmetçisi korkuyla saçlarını tutan adamın ellerini tutuyordu. Küçük hizmetçi korkusuna rağmen kapıya baktı. Öleceğini biliyordu, bunu biliyordu. Bunu bildiği için kendisine bakan gözlere kapıyı gösterdi. Bu açık bir şekilde gitmesini söyleyen bakışlardı.
Kendisini tutan adamın elini çekip ısırdı. Bu hareketiyle bakışların hedefi olan Kimberly değil, Jane oldu. Cliff ona baktığında şövalyesi de harekete geçti. Onlar odağı aldığında Kimberly oturduğu yerden hiç düşünmeden kalktı. Kapıyı açtığı anda koşmaya başladığında arkasına bıraktığı iki insan için içten içe acı duyuyordu. Ancak ne yaşayacağını biliyordu. Ölmek bundan daha iyi olacaktı. Bencilce bir hareketti belki de ama bu yaşayacağı şeydense bencil olmak daha iyiydi.
Çıktığı uzun koridorda kapıya doğru koştu. Hızlı adımlarla ilerledi ancak bu sadece bir yere kadardı. Adımları bir şövalyeden yavaştı. Eğitimli birinden daha yavaş olduğu için kapıya yaklaştığında saçından tutulması bir oldu. "Hiçbir yere gitmiyorsun!" sözleri ve duyduğu acı kaçamayacağının kanıtı olmuştu.
"Bırak beni!" bağırdı. Kendisini tutan ele tırnaklarını geçirirken çığlık attı. "Biri... Biri yardım etsin!" düşünmeden tüm gücüyle bağırdı. Onu tutan Cliff elini ağzına koyarak onu kendisine yasladı.
"Buradan çıkmana gerçekten de izin vereceğimi mi sanıyorsun." sordu. Sesinde sadece eğlendiğini gösteren bir tını vardı. Bu Kimberly'nin midesini bulandırıyordu. Dayanamıyordu. Dayanamıyordu ve bu yüzden ağlıyordu.
Odaya geri girdiklerinde genç kızı bıraktı. Kendisini bırakılmasıyla içerideki şövalyelerin çıktığını gördü. Onların çıktığını ve yerdeki kan içindeki bedenleri. "Hayır!" sesi hıçkırıkları arasında zor duyuluyordu. Kafasını eğdiğinde yerdeki kan eline bulaşmıştı. Eli kan içinde kalmıştı. Bunun korkusu onu daha da telaşa kaptırıyordu.
"Seninle bir anlaşma yapalım." sözlerini duyduğunda korkuyla arkasındaki adama baktı. "Şövalyen aldığı yaraya rağmen yaşıyor ama... Onu sen öldürürsen, sana dokunmam ve buradan çıkarsın. Bu şekilde susmuş olursun. Sadece al o kılıcı ve onu öldür." sözleri önüne dönmesini sağladı. Tekrar eline baktı. Bunu yapamazdı değil mi? Sırf zarar görmemek için birine bunu yapamazdı. Yapamazdı değil mi?
Yerdeki adama baktığında o adamın haklı olduğunu gördü. Ölmemişti. Yaşıyor ve elleriyle akan kanı durdurmaya çalışıyordu. "Leydi Kimberly..." sesiyle beraber elleri daha çok titremeye başlamıştı.
"Özür dilerim Eric, aynı şeyi yaşamak istemiyorum." göz yaşlarına engel olmaya çalışarak gözlerini kapatarak konuştu. Aynı şeyi, Nancy'nin yaptığını kendisi yapamazdı. O bunu yapamazdı. Tanımadığı bir adamın ona dokunmasına izin veremezdi. Göz yaşları onu daha da boğmaya başladığında elindeki keskin demir parçası sanki onu kesiyordu. Nasıl birini öldürebilirdi? Bir tavşanı bile öldürmemiş bu eller nasıl olurdu da bir insanı öldürebilirdi.
"Bunu yap, yoksa ne olacağını biliyorsun." sesiyle eğik başını kaldırdı. Arkasında duran adama baktı. 'İğrenç gülüşe sahipti. Çok iğrenç!' bunları düşündü. Bunları düşünmekten alamadı kendisini. Önüne dönüğünde yerdeki adam gözlerini kapattı. Ona yaklaşmak için ayağa kalktı. Onun yanında diz çöktüğünde gözlerini zar zor açık tutan adam ona baktı. Yapamazdı! Birini öylece öldüremezdi.
"Boğazını kes." dedi. Bununla ne demek istemişti. Ölmek üzere olan adam bununla ne demek istemişti. Boğazını keserse daha az bir acıyla mı ölecekti. Hayır! Nefessizlik içinde boğularak ölecekti. Bunu kendisi için dememişti. Bunu arkasındaki adama yapması için demişti. Biliyordu. Arkasındaki adamın sırf bu durumdan zevk almak için kendisine yalan söylediğini. Bunu biliyordu çünkü yakalandığı andan itibaren aklından hiç çıkarmadığını gözlerinde görmüştü. Zevk alan gözlerinde. Onun için ön eğlenceydi.
"Sana şunu yap, dedim!" sesiyle beraber ellerinin tutulması bir oldu. "Sana nasıl yapıldığını göstermeme izin ver." dedi. Bununla birlikte ellini tutan kanlı el onu yönlendirdi. Geri çekme girişimine rağmen güçsüz kalmıştı. Önündeki şövalyenin kalbine kılıcı sapladığında dudaklarından çığlık döküldü. Nefesi kesilmişti. Çıldırma noktasına gelmişti. Şövalyesi kendi ellerinde ölmüştü. "Sana söylemiştim yap, diye."
"Bir pisliksin." dudaklarından zor da olsa çıktı. Ağladığı için konuşamıyordu. Konuşamıyordu ancak korkusu onu daha çok harekete geçiriyordu. Korkunun verdiği hareketlilikle tutmaya devam ettiği kılıcı geri çekti. Arkasındaki adamın yüzüne doğru hamle yaptığında bu ona zarar vermişti. Yüzünü kesmişti. Burnunun üstünden sol yanağına doğru. Bu adamın acıyla çekilmesini sağlamıştı. Onun çekilmesini fırsat bilerek şövalyenin dediğini yapmaya çalıştı. Kapıdaki şövalyeler yüzünden çıkamayacağını biliyordu bu yüzden son çare olarak ona saldırdı. Kılıç hiç kullanmamış ve ağırlığını bile kontrol etmemiş biri olarak yaptığı girişim adamın onu tutmasıyla son buldu. Hayatının o andan itibaren mahvolduğunu anlamıştı. Annesini dinlemediği için bir kez daha o pişmanlığı yaşadı. Babasının yanında kalmasını istediği için onu reddettiğinin pişmanlığını iliklerine kadar hissetmişti.
• • •
İçeriye girmekten daha çok korktuğum için bahçedeki büyük ağaca yaslanarak öylece oturuyordum. Titremem hâlâ durmamıştı. Ve hekimde neden kriz geçirdiğimi anlamadığı için sakin olmam gerektiğine dair bir şeyler zırvalayıp gitti. Elime değen soğuk suyla irkildiğimde Edgard'ı gördüm. Eldivenimi çıkarmış ve elime su döküyordu, bir dahakini eline alıp yüzüme dikkatli bir şekilde sürdü. Bir kez daha irkilmiş olsam da ilkinden daha sakin karşıladım.
"Daha iyi misin?" sorduğunda kafamı salladım. "Sakinleştiğin zaman söyle, buradan gidelim." dedi. Elini saçıma geçirip dağılan saçımı düzeltti. Dikkatli bir şekilde geriye doğru ve özenle, canımı yakmadan yaptı.
"Bilerek bizi buraya gönderdi, değil mi?" sordum. Aklımdaki soruyu sonunda dile getirdiğimde gözlerini benden aldı. Kafasını salladığında bakışlarımı yere indirdim. "Kardeşi yerine sana geldim. Bu kadar ağrına gideceğini bilseydim daha önce böyle bir şey yapardım." kafamı geriye doğru yasladım.
"Onu öldürebiliriz." sözleriyle kafamı ağaçtan ayırmadan ona baktım. "Zor olmaz." demesiyle beraber birinin öksürmesi bir oldu. O tarafa baktığımızda Glenn, Wallace ve James'i gördüm. Öksüren Glenn'di ve susmamız için ima ettiği kişide ayakta bekleyen İmparatoriçenin ta kendisiydi. Onu gördüğümde istemsiz bir şekilde dik durdum. Karşılama odasında değildi. Ama buraya gelmişti. Ayağa kalkmak istediğimde sakin bir şekilde elini kaldırdı.
"Dikkatli ol lütfen." her zaman ince olan sesiyle. Edgard'a kısa bir bakış attı ve bana baktı. Bana uzattığı elini tuttuğumda ayağa kalkmama yardım etti. "Sana sürprizini görmüşsün." sakinliğini bozmadan kolumu tuttu.
"Evet, İmparatordan beklendiği gibiydi." gülümsedi. Edgard'a tekrar baktığında ben de ona baktım. Kafasını eğerek onu selamladı. İmparatorun aksine gerçekten de selamlamıştı onu.
"Ekselansları." dedi. Kafasını kaldırıp ona baktı, hemen sonra da bana baktığında gülümsedim. Fiona ablayla bir sorunum olmamıştı. İmparatorla evli olmasına rağmen ona karşı bir hayat yaşadığı için Edgard'ın da onunla bir sorunu olmadığına emindim. Ve bu davranışlarından da belli oluyordu.
"Ekselansları Dük." dedi. Sesi yorgun geliyordu. "Eşiniz Düşesle konuşmak isterim, eğer izin verirseniz." sözleriyle bana baktı. İyi olduğumu göstermek için gülümseyerek kafamı salladım. Benim iyi olduğumu anladığında Fiona ablaya döndü.
"O zaman izninizle Ekselansları." dedi. Geri çekilip şövalyelerinin yanına gittiğinde bile bizi görebileceği görüş alanında kaldı. Ne kadar İmparatoriçe onun tarafına olmasa da tamamen kendisinin tarafında da değildi. Onun gittiği tarafa bakmayı bırakıp Fiona ablaya döndüğümde bana gülümsedi.
"Büyümüşsün." dedi. "Uzun zamandır seni görememiştim." iki elimi de tuttu. Dikkatli bir şekilde yüzümü izledi. "Kendin gibi birini bulmuşsun, buna sevindim." dediğinde kızardığımı hissettim.
"Galiba." diyebildim. Bu halime güldü.
"Galiba değil, tamamen kendin gibi birisi. Tam bir dik başlılık göstergesi gibisiniz." dedi. İma yaptığında bunu gönderdiği İmparatorluk görevlilerine karşı olduğunu anladım. "Bu şekilde kafanı eğme, seni utandırmak için söylemiyorum." elini çeneme koyup yüzüme baktı.
"Yine de sana karşı sorun çıkarmış olmalıyım."
"Bana değil, babana çok sorun çıkardın." dedi. Onun sözleriyle beraber ikimizde güldük. Derin nefes aldığımda, "Geçmişi geride bırakıp birini bulduğuna sevindim. Açıkça selamlamaya senin geleceğini... Bir Düşes olarak geleceğini duyduğumda bunu kaçırdığım için çok üzgünüm."
"Pek bir şey kaçırmadın, her zamanki kendisiydi. Görmüyor musun?" kafamı ileride duran saraya çevirdim. "Burayı kullanmayı bıraktığınızı duymuştum ancak... Sırf benim için burayı açtı mı gerçekten de?"
"Kardeşi konusunda hassas olduğunu biliyorsun. Seni onunla evlendirmek için çabalarını boşa çıkardın. En sonda metres olayı. Bunun için Dükle evlendiğinde çıldırdı."
"Ne kadar da sahiplenici bir kayınbirader." kahkaha attı. Elini ağzına koyup kahkahasını bastırmaya çalıştı. Bunu yaptığında çıplak olan sağ elimle beni tutmaya devam eden eldivenli elini tuttum. Gülmemiz arasında kafasını iki yana sallayarak bizi izleyen adama baktı.
"Sana iyi davranıyor mu?" sordu. Bunu sorduğunda duraksadım. "Baban evlenebileceğin birini sorduğunda aklıma gelen ilk kişiyi söyledim ancak sana..." boşta olan elini boynuma koydu. Yara izine dokunduğunda gözlerime baktı. "Bunu o mu yaptı?" sordu. Ben de onun gibi elimi boynuma yaklaştırdım ancak o elini çektiğinde kendi elimi koyabildim.
"Evet."
"Bu evlilik... Başka birini önermeliydim." dedi. Yüzünde açık bir pişmanlık gördüğümde geri çektiği elini tuttum.
"Sorun değil, aynısı onda da var." benim cevabımla beraber ona baktı. Uzakta olduğu için göremiyor ama sözlerimin gerçekliğine de emin olamıyordu. "Onu önerdiğin için mutluyum. Eğer başka biri olsaydı belki bu evlilik sonum olabilirdi." o tarafa bakmayı bırakıp bana döndü. "O bana iyi davranıyor, hatta sözlerini de biraz önce duydun."
"Yine de..."
"Göstermelik değil, bana değer veriyor." kafasını eğdi.
"Sevindim. Senin için yanlış kişiyi seçtiğim diye çok korktum."
"Korkmana gerek yok abla, o gerçekten de bana iyi davranıyor. Sadece başlangıçta birbirimize alışmamız zor oldu." elimi ondan çekip boynuma koydum. "Ama şimdi bana en küçük zarar geldiğinde hemen telaşlanıyor."
"Anladım, peki o biliyor mu?" kafamı sallayarak karşılık verdim. Benden alığı cevapla derin nefes aldı. "Bu iyi, her şeye rağmen seninle olması, bu güzel." dedi. Kafamı sallayarak onu onayladığımda, "Seni yeni bir yer aldırırım."
"Teşekkür ederim." kafasını salladı. Derin bir nefes alıp, "Bir süreliğine seni sarayımda ağırlamamı ister misin?"
"Edgard'la kalsam daha iyi olur. Biraz sonra annem ve babam da gelir."
"Kont ve Kontes... Çok endişeli görünüyorlardı. Onları görmen gerçekten de iyi olacak." beni onayladı. Daha fazla yanımda duramayacağı için elimi bıraktığında, "Düke söyle, İmparatorun şimdilik hayatta kalması lazım, yoksa öldürmeyi çok istediğiniz o adam tahta geçecek. O zaman benim de ona yardım edecek bir otoritem kalmaz." dedi. Son sözlerine karşı irkilsem de onayladım. Haklıydı. Kardeşi olacak o pislik geçecekti. Eğer bir varis yoksa İmparatoriçenin bir önemi yok. Cliff, onun yerine geçerse... Düşünmesi bile midemi kaldırıyor.
Fiona abla daha fazla duramayacağı için ayrıldığında Edgard yanıma geldi. Hemen yanımda durduğunda üzerime ceketini koydu. Ona baktığımda, "Üşüyorsun." dedi. Onu duyduğumda titrediğimi sonradan fark ettim. Korkudan titrediğim için şimdi üşüdüğümden böyle yaptığımı onun sayesinde fark ettim.
"Konuştuklarımızı merak ediyorsun, değil mi?" yürümeye başladım. O da bana ayak uydurup yanımda ilerledi. Saraydan uzaklaşırken İmparatoriçeyle beraber gelen hizmetçiler eşyalarımızı taşıyorlardı. Başka bir yere geçmemizi sağlayacağını söylemişti.
"Korkmuş duruyordun, sana kötü bir şey demedi..."
"Kötü değil, sadece İmparatoru öldürmemen için uyarmamı söyledi." yüzü düştü. Bununla ilgili bir plan kurmaya başladığını anladığımda güldüm. "Şu anlık hayatta kalması gerekiyor, eğer o ölürse kardeşi yerine geçer. İşte o zaman daha çok sorun yaşarız." dedim. Beni duyduğunda gözlerini kıstı. Ona bakmayı bıraktığımda anlamıştı. Biliyordu zaten ancak onunla ilgili konuşmak bile sesimin titremesine sebebiyet verdi.
"Böyle bir şey olmayacak." dedi. Onu reddetmedim. Haklıydı. Edgard böyle bir şey olmasına izin vermezdi ancak bu içimdeki korkuyu geçirmiyordu. "Seni rahatlatmayacağını biliyorum ancak korkma. O ve onun soyundaki kimsenin hayatta kalmadığından emin olurum."
"Bunu yapacağına eminim." ona gülümsedim. Saraydan olması gerektiği kadar uzaklaştığımızda boştaki iki elimi de birbirine kenetledim. Bunu yaptığımda elimi tuttu.
"Üşüyorsun." dedi. Onun sözlerine karşı olduğum yerde durarak ona döndüm.
"Evet, sanırım yol beni çok yordu."
"Tekrar..."
"Gerek yok, sadece yeni bir yere geçtikten sonra biraz uyumak istiyorum." elimi bıraktı. Elini saçıma geçirip yüzümü açtığında, "Benimle beraber kalırsın değil mi?" sordum. Kafasını sallayarak karşılık verdi, tekrar elimi tutmak istediğinde annemin sesini duydum. Telaşlı sesle arkamı döndüğümde annemi ve babamı gördüm. Babamın bariz bir şekilde sinirli ve telaşlı hali dikkatimi çekti.
"Kimberly, güzel kızım." yanımıza geldiği gibi iki elini de yüzüme koydu. Beni dikkatli bir şekilde kontrol etti. "Nasıl da solgun duruyorsun, hasta mısın yoksa oraya gitmedin değil mi?" ne söylediğini umursamadan telaşla konuşuyordu. Konuşmak istesem de bir anlık ara vermesine rağmen bu sefer Edgard'a baktı. "Onu oraya götürmedin değil? Gitmediniz değil mi oraya? Sen..."
"Anne sakin ol, ben iyiyim."
"Ama şu haline bak."
"Lara sakin ol." sesiyle babama baktım. Annemin yanından geçip elini yanağıma koydu. "Solgun duruyorsun, yol mu seni yordu?" annemin aksine bilerek o konudan uzak kalarak. Kafamı sallayarak karşılık verdiğimde, "Gidelim, burası senin için pek iyi değil." beni Edgard'dan uzak tutarak. Bunu yaptığında arkama kısa bir anlık baktım. Gülümseyerek bana baktığında ben de aynı şekilde ona karşılık verdim. Tekrar önüme dönüğümde annem de koluma girdi.
Uzun bir yürüyüşte o saraydan uzak kaldığımızda babam hareket etmeyi bırakıp, "Annenle beraber git." dedi. Onu duyduğumda anneme baktım. Kolumu sıkıca tutarak kafasıyla ilerlediğimiz yolu gösterdi. Bunu yaptığında birkaç adım attım. Ancak arkada hâlâ bizi takip eden Edgard'dan dolayı o tarafa baktım. Tahmin ettiğim gibi babamın sinirli hali geri dönmüştü. Ona karşı saldırıya açıktı. Bu yüzden hareket etmeyi bırakıp kolumu annemden çektim.
"Kimberly, bekle..." dese de tekrar arkamı döndüm.
"Anlaşmaya uymuyorsun Dük!" sinirli sözlerini duyduğumda kılıcını çektiğini gördüm. Ona saldırmaya hazırlandığında arkadaki şövalyeler harekete geçti. Her iki tarafın şövalyesi de harekete geçtiğinde Edgard'ın önüne geçtim.
"Baba, buraya gelmek isteyen bendim." dediğimde bağırmaya hazırlanan hali kayboldu. Şaşkın bir şekilde beni izlediğinde Edgard'a kısa bir anda olsa baktım. Düz ifadesiyle beni izliyordu. Babama bakma gereği duymuyordu.
"Buraya sen mi gelmek istedin?" annemin sorduğunu duydum. Ona baktığımda şaşkındı. "Seni tehdit mi etti. Bu yüzden mi böyle konuşuyorsun." sordu. Kafamı iki yana sallayarak karşılık verdim. "Tatlım, bu adam seni tehdit ettiği için korkuyorsan buna gerek yok, sana..."
"Anne! Buraya kendi isteğimle geldim, diyorum." sesimi farkında olmadan yükselttim. Zaten biraz önceki durum için çok gergindim şimdi bu durum daha çok geriyordu beni. "Kimse beni zorlamadı, sadece... Kaçmak istemedim." dediğimde ikisi de sessizdi. Bu durumdan kaçınmak için her şeyi yapan ben şimdi buraya kendi isteğimle geldiğimi söyleyip arkamdaki adamı savunuyordum. Zorla evlendirdikleri adamı savunuyordum. Bu daha da beklenmedikti.
Omzumda sıcak el hissettiğimde arkamı döndüm. Omuzumun üzerindeki ceketini düzeltti. "Sakin ol, hızlı nefes almaya başladın." dedi. Bunu söylediğinde nefesimin düzensiz olduğunu fark ettim. Bu daha da düzensiz nefes almama sebep olduğunda iki omuzumdan tutularak geri çekildim.
"Kızıma dokunma!" babama baktım. Tedirgin olduğum için titriyordum ve düzensiz nefes alıyordum, o da bunun sebebini onun bana dokunması olduğunu sanmış olmalı. "Anlaşmaya uyun Ekselansları!" bana bakmayı bıraktı. Ben de Edgard'a baktım. Konuşmuyordu ve konuşmak da istiyor gibi durmuyordu. Sırf onların yanındayım diye yanlarında duruyordu ama fırsatını yakalarsa beni buradan alıp götürmek istiyordu.
"Ben anlaşmaya uyuyorum Kont!"
"Öyle mi?"
"Kızına izni olmadan dokunmamamı söyledin ve ben de ona izni olmadan asla dokunmuyorum." dedi. Artık sabrı kalmamıştı ve bunu sesine yansıtıyordu. Aynı şekilde babamın da sabrı tükeniyordu. Beni koruması için evlendirdiği adamın bana ani bir şekilde dokunması, bu onu daha da sinirlendiriyordu.
"Baba..." ona doğru döndüğümde yorgunluğun etkisinden geriye doğru sendeledim. Böyle olunca babam kolumu tutarak ona sarılmamı sağladı
"Kimberly..."
"Kızım!"
Birbirinden ayrı iki sesi de duyduğumda gözlerimi kapattım. Annem de koluma girdiğinde gözlerimi aralayıp telaşla beni izleyen Edgard'a baktım. Baş ağrıma ve dengesiz hissetmeme rağmen gülümsedim. "İyiyim, sadece uzun süre ayakta durduğum için başım döndü." söylendim. Benim söylenmemle beraber annem ellerimi tuttu. Sıcak elleriyle soğuk ellerimi ısıttı.
"Ellerin buz gibi olmuş." dedi. Babama döndüğünde elini sıkarak bana bakmasını sağladım.
"İyiyim sadece uzun süredir yoldaydım ve dinlenmem gerekiyor."
"O zaman çabuk olalım. Güzel bir uyku uyu." olabildiğince yumuşak olan babama baktım. Ona gülümsediğimde o da bana gülümsedi. Tekrar ilerlediğimiz yola dönmeden önce Edgard'a baktım. Sözlerime rağmen telaşlıydı ancak babam ve annemden ötürü bana yaklaşmaya çekiniyordu. İznimi almadan alanıma, ailemle olan bağımın içine girmek istemiyordu. Onun telaşlı haline karşı sorun olmadığını ona da gülümsememi sunarak gösterdim. Biraz da olsa rahatlamış olsa da peşimizi bırakmadı.
İkisi de sessizlik içinde ilerlediğinde onların kaldığı saraya ilerlediğimizi anladım. Burası İmparator destekçisi olan soylular için özel olarak ayarlanmış bir saraydı. Ve arkamızdan gelen adam için burası pek hoş karşılanacak bir yer değildi! "Baba, buraya gelmem doğru değil." desem de hareketini kesmedi.
"Bir Rodney Düşes'i olsan da benim kanımdansın." bana baktı. Ona gülümsediğimde koluna girdiğim elimi sıkı bir şekilde tuttu. "Zayıflamışsın." dedi. Bunu duyduğumda kafamı eğdim. O kadar da zayıflamış değildim aslında.
"Evet, şu haline bak." anneme baktım. "Uzun yol seni hep hasta eder. Neden buraya geldin ki?" sorduğunda sarayın girişinde durduk. Arkamızdan gelen Edgard'a döndüler. Annem ona bakmayı bırakıp ellerimi sıkı bir şekilde tuttu. "Gidip dinlenelim, biraz da yemek yemelisin." dedi. Onun sözlerine karşı gülümsedim.
"Anne, buna gerek yok. Bizim için yeni bir yer çoktan ayarlanmış olmalıydı."
"Seni öylece..." sustu. Arkada duran Edgard'a baktı. "Burada yalnız bırakmamızı isteyemezsin." yanıma yaklaştı. Elimi tuttu. "Şu haline bak, nasıl bembeyazsın." dedi. Korkusunu kolayca dile getiriyordu. Bir şey olmasını, bir kez daha zarar görmemi istemiyordu. Ve tabii yanımdaki adama güvenmiyordu.
"Anne, sorun değil. Ancak ben ne kadar sizin kızınız olsam da bir Lamar değilim." bakışlarımı saraya çevirdim. Bize bakan insanları gördüğümde, "Şu an bile bir düşman olarak görünüyorum. Burada sizinle biraz daha kalırsam bu sizin başınıza sorun çıkartacak, hem Dük bana karşı yeterince saygılı."
"Saygılı?" sordu. Edgard'a baktı. Hemen sonra da kolumu tutarak bizi oradan uzaklaştırdı. Onların bakışları arasında köşeye çekildiğimizde, "Saygılıysa neden buradasın ya da bu yaraya sahipsin?" elini boynuma koydu. "Şu haline bak, ne kadar da kötü görünüyorsun biliyor musun? O adam sırf İmparatorun tarafındayız diye..."
"Anne!" farkında olmadan sesimi yükselttim. Benim tepkimden dolayı susup gözlerimi izledi. Boynumdaki elini tuttum. "Anne, ben de İmparatora karşı düşmanım ve o da. İkimizin de amacı aynı. Ve yarama gelince de." sustum. Bununla ilgili yalan söylemek istemiyordum ama annemi de telaşlandıramazdım. "Beni tanımadığım bir adamla hiç düşünmeden evlendirdiniz. Açıklama yapmadan." sesimi olabildiğince kısarak. Çevremdeki insanların duymaması için olabildiğince sessiz kaldım. Ve sessizliğim kolayca anlam kazanmıştı.
"Bunu kendine mi yaptın?"
"Bir kaza sonucu." dedim. Bunu o yapmıştı ancak bunu yapması için onu kışkırtan da benim. "Ve merak etme, aileme rağmen bana destek çıkıyor. Asla bana saygısızlık yapmıyor, o yeterince güvenilir birisi." kafasını salladı.
"Anlıyorum. Ona güveniyorsun."
"Evet, hem bana dokunduğu için rahatsız olmuyorum." bunu farkında olmadan söylemiştim. Ve bu sözlerim onun telaşlı halini şaşkın bir hale düşürdü. Elini benden çekti.
"Sana... Kızım..." sesi ağlamaklı çıktı. Hemen sonra da göğsüne koyduğu elleriyle beraber dengesini kaybetti. Bedeni öylece düştüğünde korkuyla ona sarıldım.
"Anne!"
"Lara!" babam da aceleyle yanımıza geldi. Sıkı bir şekilde tuttuğum annemi bu sefer o tuttu. "Kimberly, ne oldu? Annene ne söyledin?" sorduğunda onun daha fazla telaşa kapılacağı aklıma geldi. Hiç düşünmeden Edgard'ı öldürmeye çalışacağına eminim.
"Ben de anlamadım." yalan söylerken hissettiğim tuhaflıkla. Annemi dikkatli bir şekilde tutsa da yaşı gereği onu kucağına alamamıştı. Bu yüzden bakışlarımı Edgard'a çevirdim. Benim bakışımla beraber yanındaki James'e döndü.
"Hekim çağır." dedi. Sakin adımlarla babamın yanında durdu. "Kont?" babamdan tam olmasa da izin istedi. Ona karşı ne kadar dikkatli olsa da konu annemdi. Ve söz konusu biz olduk mu asla gururunu umursamıyordu. Kafasını sallayarak geri çekildiğinde annemi dikkatli bir şekilde tuttu. İnce bedenini kucağına aldığında babama baktı. Yüzündeki telaşı saklamadan saraya doğru ilerledi. Kaldıkları odaya geldiklerinde James'le beraber içeriye bir hekim girdi. Çabuk olmuştu bu yüzden adamın sesini duyana kadar benimle ilgilenen hekim olduğunu anlamamıştım.
"Ne oldu?" sorusuyla babam bana baktı.
"Konuşuyorduk ve sanırım benim için fazla endişelendiği için bayıldı." dedim. Beni duyduğunda çevresindeki soylular yüzünden olabildiğince dikkatli bir şekilde annemle ilgilendi. Edgard geri çekilip yanımda durduğunda babama baktım. Telaşlandığı için bizi tamamen unutmuştu.
"Sana dokunduğumdan bahsettin öyle değil mi?" sorusuyla ona baktım. "Ve bunu yanlış anladı."
"Evet." bekletmeden dedim. "Annem bu kadar tepki verdiyse babam..." sustum. Bana baktı. "Seni öldürmeye çalışabilir."
"O zaman babana karşı koyamam." sözlerine şaşırdım. Hemen sonra ise gülmeme engel olamadım. Ama hemen sonra kendimi toparlayıp kimseye fark ettirmeden surat ifademi eski haline getirdim. Bu adam ciddiyetin farkında değil miydi? Yoksa eğleniyor muydu? "Baban senin için değerli, bu yüzden onu öldüremem." demesiyle kafamdaki soruya cevap vermiş oldu. Ona bakmayı bırakıp kalabalığa baktığımda babamın annemin elini tutuşunu izledim. Evliliğimi bana danışmadan yaptıklarında onlara sinirliydim ve devamlı olarak lanet okudum. Ancak şimdi farklı. Beni korumuşlardı ve bu adamı zor yoldan da olsa tanımamı sağlamışlardı.
"Yine de sana da ihtiyacım var." kahverengi gözlerine baktım. "Değer verdiğim seni de kaybetmeme müsaade edemezsin." elini tuttum. Bunu yaptığımda o da karşılık olarak sıcak elleriyle elimin ısınmasını sağladı. Ondan elimi istemeyerek de olsa çekip gülümsedim. Babamın yanına ilerlediğimde Edgard da geride kaldı. Odadan çıkmak istiyordu ancak beni bırakmak istemiyordu. Bu yüzden ortam ne kadar tuhaf olursa olsun kalıyordu.
Hekim en sonunda annemin sadece yaşadığı bir şoktan bayıldığına dair sözleriyle babam o andan itibaren beni izlemeye başladı. Edgard da bu bakışları daha da yoğunlaştıracak şekilde hekimin gitmeden önce benimle ilgilenmesini istedi. Hekimle beraber Edgard'ı sonunda odadan çıkardığında, "Bu adam..." söze başladı. Nereye gideceğin bildiğim için saygısızca da olsa onu böldüm.
"Yolda birkaç kez rahatsızlandım baba, seninle yaptığı anlaşmadan dolayı da sağlığıma dikkat ediyor." dedim. Bu sözlerim onun daha önceki telaşlı haline bir anlam yüklemesi içindi. "Merak etme. Hem annem de iyi ben de iyiyim. Bu kadar telaşlanma olur mu? Senin de sağlığın zarar görebilir." sözlerimle telaşlı haliyle derin nefes aldı.
"Peki, ancak sen de dinlenmelisin. Rengin hâlâ bembeyaz. Bu beni daha da endişelendiriyor."
"Annem kendine geldiğinde ben de dinlenirim."
"Sen bilirsin." bunu derken onu tuttuğum elimi tutup öptü. "O gün sana bahsetmeyip korkuttuğum için üzgünüm. Bu durumun seni korkutup hasta olmandan çok korktum. İmparatoriçe bu konuda o adama güvenebileceğimi söylediğinde el mahkûm onunla anlaşma yapmak zorunda kaldım."
"Biliyorum baba. Mecburdun, bu durum senin içinde zor bir seçimdi." elimi bırakıp bana sarıldı. Şakağımı nazikçe öptü.
"Bu yaşlı baban artık eskisinden de güçsüz durumda." sessiz kaldım. Bunu geçmişime vurgu yaparak söylemişti. Bu yüzden ses çıkarmadım sadece sarılmasına karşılık verip içimdeki ağlama isteğini bastırmaya çalıştım. Nereden çıkmıştı bu ağlama isteği? Sırf kendimi güçlü göstereceğim diye tuttuğum bu göz yaşlarını artık tutamıyordum. "Şht."
"Baba, seni dinlemediğim için özür dilerim." hıçkırıklarım arasında zor da olsa konuştum.
"Seni koruyamayacak kadar güçsüz olduğum için özür dilerim." kısık sesiyle konuştu. Ağlamak üzereydi. "Elim kolum bağlı hiçbir şey yapamadığım için özür dilerim." son sözleri onunda ağlamasını sağladı. Özürler hiçbir şeyi düzeltmiyordu. Özür dilemek yerine babamın ve annemin sözünü dinleyip İmparatoriçeye tanıtıldıktan sonra onlarla kalmalıydım. Yorgunluğuma rağmen Helen'in yanından ayrılmamalıydım. Ama özür dilediğim için hiçbir şey değişmeyecek. Gördüklerimi ve yaşadıklarımı değiştirmeyecek. Annemin saf ve temiz kızı olmayacağım.
• • •
Annem sonunda kendisine geldiğinde benimle yalnız kalmak istediğini söyledi. Kimse de onu reddetmedi. İki kadının arasında konuşulacaklara saygı duyarak kimse odada kalmadı. Annem yalnız kalmamızdan dolayı uzandığı yatakta dik durdu. Sırtını düzelttiğim yastığa yasladığında dalgındı. Bu dalgınlığından bir türlü kurtulamamıştı. Sadece dalgın duruyordu.
"Buna seni alışmaya zorlamadı değil mi?" sorduğunda yatağa oturmuş onu izliyordum. Ellerimi tutup dikkatli bir şekilde gözlerimi izledi. Yalan söylememi istemiyordu bu yüzden olabildiğince dikkatli izliyordu beni. "Eğer böyle bir şey varsa korkmana gerek yok, baban ve ben sana destek çıkarız. Bir Dük olması hiçbir şeyi..."
"Anne sakin ol." dayanamayarak onu böldüm. Daha fazla kafasında kurmadan beni tuttuğu ellerini sıkıca tuttum. "Beni bir şeye zorlamadı. Ve bana dokunduğu için rahatsız olmuyorum derken sadece el ele tutuşmak ve belki biraz yakınlığı kast ettim. Ve bunlar olurken bile bana izinsiz yaklaşmıyor, hep temkinli."
"Yine de... Güzel kızım sen..." sustu. "Sen babanın dokunmasından bile korkarsın." anlam vermeye çalışıyordu. Bunca zaman kaçındıktan sonra neden bu adama karşı gardımı indirdiğimi. Hele de ona karşı kin beslerken.
"Haklısın ancak korksam da... Bana o manada yaklaşmıyor. Başlarda bu durumdan korktum ama başlarda." dediğimde sağ elini sol yanağıma koydu. Bunu yaptığında ben de sol elimle elini tuttum. "Babamdan sonra beni koruduğunu hissedebildiğim birisi."
"Anlıyorum, böyle hissediyorsan sana güveniyorum." dedi. Sesi yine de tedirgindi. Ve bu tedirginlik hemen sonra belli oldu. "Ancak sana karşı yanlış bir hareketi olursa bize gel. Babanla seni korumak için her şeyi yaparız. Tek başına işlerini halletme anlaşıldı mı?" kafamı sallayarak karşılık verdim. İkimizde bir süre sessiz kaldığımızda kimse gelip gitmedi ancak Edgard'ın ben çıkana kadar gitmeyeceğini bildiğim için anneme gideceğimi söyleyip mecburen yanından ayrıldım.
Odadan çıktığımda babamın hâlâ kızarık gözlerini gördüm. Benim de öyleydi muhtemelen. Edgard bunu sorarsa ne cevap vereceğimi bilmiyorum. Ona yalan söyleme konusunda berbatım ve bu konuda da nasıl yalan söyleyeceğimi bilmiyorum. Odadan çıktığımızda ilk işim babama doğru oldu. Ona doğru adım attığımda Helen'in sesini duydum. "Kimberly?" oldu. O tarafa baktığımda onunla göz göze geldim. Onun mavi gözleriyle ve hemen sonra ise arkasında arsız gibi gülen diğer kadını gördüm.
"Nancy." farkında olmadan onun adını söyledim. Helen arkasında duran kız kardeşini umursamadan bana doğru ilerledi.
"Kimberly, burada ne işin var?" sorduğunda ben onu izliyordum. Arsızlığı hiç eksilmemiş bir şekilde beni izliyordu. Kardeşinin yanıma geliyor olmasından ötürü yanındaki adamla beraber daha fazla bizimle göz teması kurmadan ayrıldılar. Onlar gittiğinde bile aynı yere bakmaktan kendimi alamadım. Bu yüzden önüme geçen Helen'e bakmak zorunda kaldım. "Kimberly." koluma dokunduğuna dalgın halimden kurtuldum.
"Helen." dediğimde dikkatli bir şekilde beni izledi.
"Buraya neden geldin?" sordu. Sesinde korku vardı. Yüzünü yine peçeyle kapatmıştı ama bu seferki diğerlerinden daha koyuydu. Az çok yüzü gözükürken şimdi hiç gözükmüyordu. "Şu haline bak, bembeyazsın. Onu neden buraya getirdiniz Majesteleri?" sorusuyla arkamda duran Edgard'a baktım. Ama o bize bakmıyordu. Biraz önce Nancy ve Markinin girdiği odaya bakıyordu. Anlamıştı bu yüzden odağını oradan alamıyordu. Helen'in onun adını söylemesiyle bize baktı.
"Artık gidelim." telaşlı duran babamın yanından geçerken. Koluma girdi ve kimsenin tepki vermesine izin vermeden beraberinde beni kucağına aldı. Ona sarıldığımda yürüyemeyecek kadar bitkin olduğumu o an anladım. "Düşesim yorgun, onunla görüşmek istiyorsanız başka bir zaman görüşün." cevap almadan yürüdü. Babamın yanından onun ne olduğunu bir türlü anlamamış halini gördüm. Edgard'da kimsenin bir şey anlamasını istiyor gibi değildi. Sadece bana odaklandı. "Titriyorsun, biraz uyu." kafamı sağ omzuna koydum. Haklıydı, titriyordum. Babamın yanında ne kadar ağlasam da o zaman da kendimi tutmuştum. Ve şu an Nancy görmek kendimi tutmak için olan son çabamı yok etti.
• • •
Genç İmparatoriçe titremesine engel olmaya çalışıyordu. İçeride gördüğü manzaraya ne tepki vermesi gerektiğini bilmeden öylece sırıtan adama baktı. Hiç düşünmeden kaldırdığı eliyle onun yüzüne vurdu. "Nasıl yaparsın bunu!" bağırdı. Sesi de titriyordu artık.
"Ne uzattınız ama sadece eğlendim." sözleri artık bardağı taşıran son damla olmuştu. Pişkin bir şekilde gülen adamın boğazını tutarak onu arkasındaki duvara yasladı.
"Daha on dört yaşında! On dört yaşında daha!" bağırdı. "Bunun için ne kadar küçük!" kendi yaşadığı şeyi başka birinin yaşadığını kabullenemeyerek. Erken yaşta evlendirilmenin kurbanı olarak. Bunun içerideki kız üzerinde bıraktığı travmanın farkında olarak onun boğazını sıktı. Pişkince gülen adamın yüzündeki yara temizlense de tekrar kanamaya başlamıştı ve bu kan genç İmparatoriçenin ellerine akıyordu. Bunu umursamamıştı. Kocasının kardeşi olan bu adama artık dayanamıyordu. Ölmesini istiyordu sadece!
Bulundukları kapının önünde bağırtıları duyuluyordu. İçerideki iki kız ve şövalye onları net bir şekilde duyuyordu. Kimberly karşısında duran iki insanın yüzüne bakmıyordu. Yaşadığı şeyin şokunu atlatamamıştı hâlâ. Kendisini korumak için sarıldığı kalın örtüye tutunuyor ve sırtını yasladığı duvarda kendisini gizlemeye çalışıyordu. Korkuyordu ve sadece titriyordu. Düşünemiyordu. Her sese tepki veriyordu.
Onu izleyen genç kız ise ne yapacağını bilmiyordu. Böyle olmaması gerektiğini düşünüyordu. Hepsinin kendisinin suçu olduğunu. Onu bırakmak yerine beraber gelseydi böyle olmayacağını düşünüyordu. Onun için endişe duyuyordu. "Kimberly." ona yaklaşmak istedi. Bunu yaptığında onun kendisine dokunmasına izin vermedi. Geri çekildi. Geri çekildi ve kendisini sakladı. Bu davranış genç kızı geri çekti. Ona uzattığı ellerini yumruk yaptı.
"Giyinmesine yardım etmelisiniz Leydim." sözleri onun dudağından döküldüğünde sessiz şövalyeye baktı. "İzninizle." geri çekildi. Odadan çıktığında iki kız tek başlarına kalmıştı.
"Kimberly..." bir kez daha onun adını söyledi. Ne yapacağını bilmiyordu. Bilmiyor ve korkuyordu.
"Nancy." uzun zaman sonra konuştu. Bu onun ilk kelimesi olmuştu. Sarıldığı örtüye sığınmayı bırakıp arkadaşının mavi gözlerine baktı. "Kimseye söylemeyeceğimi söyledim." sessizliği bu sefer ağlamasıyla bozulmuştu. Cümlelerini zar zor kuruyordu. "Kardeşin yaptı!" ağlaması arasında tekrar konuştu. Burada olmasını istemiyordu. Gitmesini istiyordu. Onu görmek tekrar aynı şeyleri yaşamaktı. Bulunduğu yer tekrar yaşamaktı. Çıkmak istiyordu. Buradan gitmek istiyordu. Gitmek istiyordu. Ama mide bulantısı arasında sadece burada oturuyordu. Kusmak istiyordu. Her şey onun midesini bulandırıyordu.
"Nancy'i bul." sözleri iki kızın dikkatini çekti. O tarafa baktıklarında içeriye ailenin özelliklerinden tamamen farklı İmparatoriçe gelmişti. Kumral saçları arasında ailesinin aksine kahverenginin en açık tonuna sahip gözleri vardı. Diğer iki kardeşten tamamıyla farklıydı. "Git ve Nancy bul." tekrar sözlerini dile getirdi. Bunun üzerine kardeşi ayağa kalkıp odayı terk etti. Yanından geçip gittiğinde Fiona kapıyı kapattı. Titriyordu. Ama sakin olmak zorundaydı. Sakin olmalı ve onun giyinmesine yardım etmeliydi.
"Kardeşin gibi sen de git!" öfkesi en sonunda ortaya çıktığında. Kızarmış kehribar gözler sabit durmakta zorlanıyordu. Bedeni gibi sabit duramıyordu. Ne yapacağını bilmiyordu. Tek bildiği odadaki kokuyu her geçen saniye berbat eden bedenlerden birisi olmak istiyordu.
"Kimberly." ona yaklaştı. Karşısındaki kız gibi o da sakin kalamıyordu. Yanına yaklaştığında, "Seni giydirmeme izin ver. Ailen geldiği zaman..."
"Onları çağırma!" sesini farkına olmadan yükseltti. Kendisine yaklaşan kadını izledi. "Lütfen onlar bilmesin." ağlaması daha da artıyordu. "Kimse bilmesin lütfen." yalvarmalarının bir işe yaramadığını bilmesine rağmen yalvardı.
"Kimberly bunu ailene söylemek zorundayız. Sadece seni bu şekilde görmelerine izin vermeyebilirim." kafasını iki yana salladı. Ona yaklaştığı için yere diz çöken İmparatoriçenin gözlerini izledi. "Özür dilerim ama bilmek zorundalar." dedi. Yumruk yaptığı ellerini tutmak istediğinde Kimberly ondan kaçınarak solundaki dolaba yaslandı. "Biliyorum şu an... Düşünemeyecek kadar korkuyorsun." cümlesine son verdi. Devamını getiremedi. Ne demesi gerektiğini bilmiyordu. Ne derse desin işlerin değişmeyeceğini biliyordu. O eski Kimberly olmayacaktı.
"Biliyorsun?" göz yaşları arasında ona baktı. "Ne biliyorsun? Ne yaşadığımı..."
"Biliyorum!" bağırdı. Kendisine acımasını istemiyordu. Bu yüzden şimdiye kadar hiç kimsenin yanında yapmadığı ağlaması onu ele geçirdi. "Kimberly şu an... Ne yaşadığını biliyorum. Şu an onların yerinde olmak istiyorsun." arkalarında duran kanlı bedenleri gösterdi. "Rızan dışında neler yaşandığını biliyorum." onu rahatlatmayacağını bilmesine rağmen tek olmadığını bilmesi için kurdu cümlelerini. "Evli olduğum adamla yaşadım ben de bunları Kimberly! Ne kadar acı çektiğini ne düşündüğünü her şeyi biliyorum. Ne kadar korktuğunu ve en kötüsü bunları yaşarken kimse bana destek çıkmadı!" sesini farkında olmadan yükseltti. "Ama şu an seninleyim. Ben sana destek çıkacağım." geri çekilmek yerine konuşmayı dinleyen kadının kendisine dokumasına izin verdi. Onu tutan el en sonunda üzerindeki örtüyle bedenini tamamen kapatıp sarıldı. "Merak etme, kimsenin bundan karşılıksız kalmamasını sağlayacağım." dedi. Bunları söyledi. Ve ona destek çıktı. Sadece o an için bunları yapabildi.
Kimberly'nin oradan çıkmasını sağladığında genç kız yürümekte zorlanıyordu. Kendisine destek çıkan İmparatoriçe, hayır. Ona destek çıkan ablasının gölgesinde saklanıyordu. Odadan çıktığında gördüğü tek manzara Nancy'nin arsız gülmesiydi. Arsızlığını saklamadan onu izleyen kıza baktı.
"Eğlencen nasıldı Kimberly?" sorusu odadan yeni çıkan kadının titremelerini ve ağlamasını tetikledi. Onun ilk krizini tetikledi. Onun geçirdiği krize, onda bıraktığı acıya, büyük izlere rağmen pişkinlikle onu izledi. Tıpkı diğer adam gibi. Bu kadar arsız ve kendisinden emin olmasından bu yaptıklarının cezasını almayacağının farkındaydı. Odadan zar zor çıkan genç kız da o an fark etmişti. Almayacaktı. Vikont olarak anılan adam İmparatorun kardeşi ve Kont'un kızı ise ailenin en değerlisiydi. Bu yüzden biliyordu. Hayatını mahveden bu insanlara bir şey olmayacaktı. İmparator ikisini de koruyacaktı. Tek acı yaşayan kendisi olacaktı.
Bölüm Sonu
Bölüm hakkında ne düşünüyorsunuz? Yorum yapmayı unutmayın.
Ne sövülesi bir bölümdü değil mi?
Merak etmeyin diğer bölümlerde acısını çıkartacağız. Eğlenceli olacak, ay ne için rahatladı falan diyeceğiz.
Bạn đang đọc truyện trên: AzTruyen.Top