Bölüm 25

25. Bölüm

Kont, şu anda bizden aşağıda bir yerde olmasına rağmen nasıl oluyor da bize karşı bu kadar saygısız olabiliyor? Eskiden Dük olması onu şimdi bir Dük yapmıyor ya da benim onunla aynı olduğumu düşünmesi! Bu kadar rahat olması ne kadar iğrenç. Eğer Edgard'ın abisi olmasaydı, onu kesinlikle öldürmüş oldum.

"Kimberly?" seslenişiyle kapıya doğru baktım. Konuşmalar kafamı ağrıtmaya hatta midemi bulandırmaya başladığında odaya kaçtım. Ancak Edgard da hemen arkamdan geldi. Kapıyı kilitlediğim için içeriye giremiyor sadece bana sesleniyordu. Ben ise sadece sessiz kalıyordum. Onun bu durumda olmamla bir ilgisi olmadığını biliyorum ancak söylenenlerin ağırlığı birine karşı bağırma isteğimi ortaya çıkarıyor. Ve bu kişinin kesinlikle Edgard olmasını istemiyorum. Bu nedenle sadece kapalı kapıya bakıp sessizliğimi sürdürüyorum. "Bu şekilde kalmaya devam edip benimle konuşmayı reddedip duracak mısın?" sorduğunda iç çektim.

"Sinirli hissediyorum." dedim. Beni duyup duymadığını umursamadım sadece bu cümleyi kurdum. Belki de duymamıştı beni. Ancak oda o kadar sessizdi ki mırıldanmadığım için beni kesinlikle duymuş olmalıydı.

"Biliyorum, bu konuları açmayı istemiyorsun ve bir daha da açılmayacak!"

"Senin bu konudan uzak kalacağını biliyorum ama..."

"Kimberly başkalarının sözleriyle yaşamıyoruz."

"Ama bu senin itibarını mahvedecek!" sesimi farkında olmadan yükseltim. "İnsanlar senin hakkında benim yüzümden kötü konuşup duracaklar."

"Konuşsunlar"

"Senin hakkında konuşmalarını istemiyorum."

"Kimberly, benim ya da senin fark etmez illa konuşacak bir şey bulacaklar. Bu gitmememiz değil, istedikleri müddetçe yapacaklar." onu duyduğumda bakışlarımı kapıdan çektim. Balkona çevirip güneşin vurmasını sağladığı camı izledim. Haklı, biliyorum ama benim yüzümden olmasını istemiyorum. "Hem merak etme, hazır elimizdeyken bir Kont'un ölümü hakkımızdaki söylentileri bastırır." kendimi kapıya bakmaktan alamadım. Abisi olduğunu unutuyor mu bu adam? Ayağa kalkıp kapıya yaklaştım. Kapıyı aralık bir şekilde açarak onu izledim.

"O senin abin."

"Eski abim."

"Kanından birisi."

"Kanımdan olan birçok ölü akrabam var." o kadar umursamazdı ki gülmeme engel olamadım. Ciddi miydi? Sırf kapıyı açmam için mi söylemişti bunları?

"Edgard..."

"Aileme uzun zaman önce ihanet etti, böyle birini ailemden olarak gördüğümü düşünmüyorsun değil mi?" sorusuna karşı kafamı iki yana sallayabildim. Haklıydı! "Sırf Penelope hayatta kalmasını istediği için hâlâ hayatta bir de... Şu an onun da olsa adına sahip olmamdan dolayı. Ama bu uzun zaman önceydi."

"Yine de abin."

"Sen de benim karımsın."

"Daha mı değerliyim."

"Her şeyden!"

"Her şey değildir."

"Her şeye..."

"Kardeşini katarım işin içine sakın!" onu susturdum. Onun bu haline iç çekerek aralık kapıda kafamı pervaza yasladım. "Değerlerini ve önceliklerini bilecek kadar seni tanıdığımı düşünüyorum, o yüzden sakın bana her şeyini katarak sözler sarf etme."

"Haklı olabilirsin ancak Penelope de artık burada kalmayı bırakacak, geriye sadece sen kalıyorsun. Bu da seni her şeyim için değerli yapmaz mı?" doğruldum. Kapıyı tutmayı bıraktığımda geriye doğru kendiliğinden ilerledi.

"Penelope nereye gidiyor?"

"Derek, varisi olarak yanına almayı planlıyor."

"O zaman öldürme planları yapmamayız, sonra Penelope'yi kim korur!" sözlerimle kahkaha atmaya başladı. "Orada iyi olacak mı?" geri çekilip onun içeriye girmesini bekledim. Benim çekilmemle içeriye girmesini açıkça istediğimi fark ederek bana doğru adım attı. Ben tamamen çekilince de içeriye geçti. "Onun için tehlikeli olabilir. Sonuçta yeni bir yer ve..."

"Merak etme ona hizmet eden çalışanlarıyla gidecek. Tek olmayacak."

"Ama gideceği yere yabancı olacak."

"Daha önce defalarca kez gitmişti."

"Yine de..."

"Kardeşimi benden daha çok sevdin sanırım." açık kalan kapıyı kapattım. Sırtım ona dönük durarak ne desem diye düşündüm. "Penelope'yi düşündüğünü biliyorum ama merak etme orada sadece kendi çalışanlarıyla beraber olacak, diğer herkes gerekmedikçe yaklaşmayacaklar."

"Öyle mi?" onda döndüm. Sırtımı kapıya yasladım. Emin olamıyorum, yabancı bir yere o kadar kolay uyum sağlamak onun için zor olacak. Tamam daha öncede gitse de ne kadar uyumlu olabilir ki? Kalıcı olacağı için bu onu daha da korkutacak!

"Kimberly, burası onun için çok daha güvensiz ve hedef halinde." karşımda durdu. Bunu yaptığında bakışlarımı ondan kaçırdım. "Seni korurken onu koruyamam." ona baktım. "Bir insanda iki zayıflık olmaması gerektiğini uzun zaman önce öğrendim. Ve Penelope yakınımdayken seni önceliğe koymakta zorlanacağımı ikimizde biliyoruz."

"Biliyorum."

"O orada, Derek'in güvencesindeyken ben sadece seni korumakla... Sadece seni önceliğim yapabilirim." elini yanağıma koydu. Gözlerine bakmamı sağladı.

"Öncelik sıranda ilki alacağım yani?"

"Evet." demesiyle kahkaha atmaktan kendimi alamadım. "Komik olduğu için mi gülüyorsun hoşuna gittiği için mi?"

"İkisi de!" yanağımdaki elini tuttum. O da gülümsemeye başladığında kızardım. "En azından önceliğini almama izin veriyorsun." dalga tonuma engel olamayarak. Beni duyduğunda gülmesini saklamadan kahkaha attı.

"Benimle dalga geçiyorsun ama... Bence geçmemelisin."

"Neden?"

"Bana yapılanın karşılığını vermeyi severim."

"Karşılığım ne olacakmış?" sorarak elimi ondan çekip kapıdan ve ondan uzaklaştım. Yatağa doğru ilerlediğimde o da arkamdan ilerledi. Ona dönerek geri adımlarla ilerledim. "Neyle dalga geçeceksin?" sordum. Hassas olduğumu biliyor bu nedenle her şeyle kolay kolay dalga geçemez. Bu da onu sıkıştırdığım anlamına geliyor.

"Bilmem, neyle dalga geçsem acaba?" yatağa oturduğumda önümde durdu. Dikkatli bir şekilde gözlerimi izledi. Ardından da üzerime doğru eğilip kulağıma doğru yaklaştı. "Dünden bahsedebiliriz." sözleriyle ona döndüm. Bunu yaptığımda daha yakın olmuş olduk. Sıcakladığımı hissederek bakışlarımı ondan aldım. "Sanırım utandın." sesi o kadar kısıktı ki dün geceki durumu daha çok hatırlatıyordu.

"Hayır, nereden çıkardın?" dedim. Hatırladığımı bilmiyor. Çığlık atsam da ona atmamış sadece bir şeyden korkup da bunu yapmış olabilirim sonuçta, değil mi? Evet, bilmiyor bu yüzden belli etmemeliyim.

"Sanki saç tonunla aynı oldun." elini saçıma geçirip öne getirdi. "Kesinlikle aynı oldun." dediğinde kendimi geri çekip ayaklarımı yatağa çektim. Bu sayede kendimi daha rahat geri çekip yatağa çıktım.

"Hayır, oda aydınlık değil. Ondan öyle gelmiştir." kesinlikle berbat bir yalan. Odanın içi tamamen aydınlık!

"Ama seni seçebiliyorum." bana ayak uydurdu. Gözlerime gülümseyerek arkasını dönüp yatağa oturdu. Sırtını dikkatli bir şekilde izledim. "Karanlık bile olsa seni her zaman karanlıkta her şeyden ve her yerden ayırt edebilirim."

"O nasıl olacak?" sağ yanına geçtim. Bacaklarımı sağa kırıp ona baktım. "Karanlıkta beni nasıl ayırt etmeyi planlıyorsun?" bana döndü. "Tahmin edeyim mi?" tek kaşını kaldırdı. Kafasıyla işaret verdiğinde, "Kızıl saçların yıldız gibi, karanlıkta bana yol gösterecek bir işaret." elimi göğsüme koyup daha önce benim için kurulmuş bu cümleyi kurdum. "Doğru mu bildim?"

"Galiba." kapıya baktı. Sonra bana baktı. "Nasıl bildin?"

"Bilmek istediğine emin misin?"

"Evet." emin cevabına güldüm. Ona dönüp gözlerini dikkatli bir şekilde izledim. İçeriye ışık vuruyordu ancak birbirimize baktığımız için sadece yüzümüzün yarısı güneşle ısınıyordu.

"Dört sene önce evlenme teklifi etmek isteyen baronlardan birisi söylemişti."

"Baron?"

"Evet, ismini hatırlamıyorum. O kadar çok evlenme teklifi alıyordum ki..."

"Onları bulup öldürmemi ister misin?" sorduğunda güldüm.

"İstiyorum dersem İmparatorlukta soylu kalmayabilir."

"Yani İmparatorluğun çoğu sana evlenme teklifi mi etti?" kafamı salladım. Benden aldığı cevapla yüzündeki ifadeyi sabit tuttu. "İyi, kara gül düellosuna katılacak olanlar arasında hangileri varsa bana söyle." dedi. Onu dikkatli bir şekilde izledim. Başta şaka yaptığını düşündüm ancak yüz ifadesinden böyle bir şey yapmayı gerçekten de planladığını fark ettiğimde şaşkın bir şekilde sonu izledim.

"Edgard, birilerini öldürmeyi aklından geçirmiyorsun... Değil mi?"

"Düellolarda yaralanmalar olabilir."

"Edgard!" elini tuttum. "Yaralanmalar olsa da sen böyle bir şey yapamazsın."

"Neden?"

"Neden? Çünkü bir soyluyu bu kadar kolay şekilde zarar verirsen herkes sana düşman olur."

"Sorun değil, İmparator sayesinde yanımda olmak zorunda olan insanlar var."

"Bu kadar rahat olamazsın!"

"Neden ama?"

"Önemsiz insanlar için böyle şeyler yapamazsın. Sadece kendi açından soruna sebep olursun."

"Sorunlar her zaman olur. Sebebi sen olursan güzel olmaz mı?"

"Hm, hayır!" ona yakın durup dudağını öptüm. "Aklından geçirme bile."

"Eğlenceli olurdu ama."

"Eğlence anlayışımız kesinlikle..."

"Aynı." beni bölüp başka bir şey dememe izin vermedi. Ben de reddetmeyip sadece güldüm. Ondan uzaklaşıp kendimi sırt üstü yatağa bıraktım. Bir süre beni izledi. Sonra da o da önüne dönüp kendisini geriye doğru bıraktı. Sırt üstü uzanıp beni izlemeye devam etti. "İmparatorluğa gitmek istemiyorsun değil mi?"

"İmparatorluğa gitmek istemiyorum." sözlerini tekrar ederek onu onayladım. "Ama merak ediyorum da." ona baktım. "Her zaman kara gül düellosunu merak ettim." dediğimde gözlerimi dikkatli bir şekilde izledi. Yalan mı söylüyorum, sırf o adamın sözleri için mi bunu söylediğimi anlamaya çalıştı. Bu yüzden ona bakmayı bırakıp gözlerimi kapattım. "Gitmeyi bir iki defa denedim. Benim için düello yapmak isteyenler olduğunda tekliflerini kabul etmek istedim ama... Her gitme girişimimde hastalandığıma dair yalanlar söyleyip, kendimi kandırıp gitmeyi reddettim." ona baktım. Gözlerime büyük bir dikkatle baktı.

"Eğer istiyorsan gidebiliriz. Orada kalmamıza gerek yok. Başkentte ev tutabiliriz."

"Bu zahmetli olur."

"Sen yorulmadığın müddetçe zahmet olmayacak." ben de onun gibi gözlerini dikkatli izledim. Koyu kahverengi olsa da güneş vurduğunda alacakaranlıktaki bir ormanı anımsatıyor. Doğrulup ona doğru kendimi çektim. Kafamı göğsüne koyduğumda elini saçıma geçirdi. Bir diğer elini de kafasının altına koydu, bana bakabilmek için. Saçlarımın arasına buse bırakıp kısık sesle fısıldadı. "İstediğin her şeyi yapmaya hazırım. Sadece bana emir ver yeter." dedi. Yeni eğitim almaya başlamış bir şövalye gibiydi. Kafamı göğsünden ayırmadan ona baktım. Beni izliyordu. Onu daha önce tanısaydım. Belki hayatım daha iyi olabilirdi. Boş ve işe yaramaz bir hayatım olmazdı.

• • •

Karanlıkta saklanan arabaya kısa bir bakış atıp yanımdaki Penelope'ye baktım. O ise gecenin ışığında aydınlanana yüzüyle bana gülümseyerek baktı. Elimi tuttuğunda, "Gitmeyebilirdin." dediğimde elimi daha sıktı tuttu. "Hâlâ gitmemek için bir şansın var."

"Kalmak isterdim ama Teyzem, Derek evlenene kadar beni varis olarak seçmesini ve bana bakmasını vasiyetine yazmış. Onun son isteğini reddedemem." dedi. Onun sözleriyle iç çektim. "Hem bir Kontes olacağım." sesindeki mutluluğu saklamadan. "Bu yüzden senden her zaman yardım isterim." dedi. Onu duyduğumda kahkahama engel olamadım.

"Ne zaman istersen yardım ederim sana. Sonuçta kardeşim doğana kadar bir Kont olarak büyütüldüm." o da benim gibi kahkaha attı.

"Bir kadın mı Kont olarak büyütüldü?" sözleriyle dışarıya çıkan iki kardeşe baktım. Penelope de bakmak istediğinde ikisi de önümüze geçti. Edgard sessiz kaldı, cevap vereceğimi çok iyi bildiği için kafasını iki yana sallamakla yetindi.

"Evet, bir Kont. Bunda bir sorun mu var Lord Derek." ismini kullandım. Onun bana karşı yaptığı saygısızlık gibi. Benim sözlerimle sadece yüzünü ekşitti.

"Kadınların bir Lord unvanı aldığı nerede görülmüştür Düşes?" sorduğunda çevremizdeki insanlardan ve yanındaki adamın ona açıkça dikkatli olmasını belli eden bakışlarından dolayı sözlerini dikkatli kullandı.

"Nereden mi?" sordum. Yüzümdeki gülümsemeyi saklamadan önümde duran Penelope'nin sandalyesini sıkıca tuttum. "Sevgili eşimin teyzesi ve sizin annenizin..." sustum. Çevremizdeki insanlara kısa bir bakış attım. Tekrar ona bakıp, "Dul kaldıktan sonra kendisinin bir Kont olduğunu söylediği zaman gördüm."

"Böyle..."

"Lord Ferguson, annenizin bunu yaptığını inkâr etmeyeceksiniz, değil mi?" sordum. Kızardı ama konuşmadı. Ne demesi gerektiğini bilemedi. "Annenizle bizzat tanıştığım zaman bir kadının da Kont olabileceğini ve bir erkeğe ihtiyacı olmadığını söylemişti. Onun gibi tarafsız ve iyi bir soylunun sözlerini hiç unutmam."

"Annemle bizzat tanıştınız demek."

"Evet, çok güçlü bir kadındı. Sizden tamamen farklı bir insandı." dediğimde gülümsedi. Gülümsedi ancak bu gülümseme bir şey yapamamanın ve sadece eli boş bir teslim oluşun gülümsemesiydi. Eğer bana karşılık verirse eli kılıcında duran iki yanındaki adam onu öldürebilirdi. Edgard bunu tereddüt etmeden yapardı ve Wallace de bana karşı ses tonunda tehdit yakalamıştı. Tabii ona karşı aşırı tepki vermemeliydi ancak efendisinde de aynı hareketi görmüştü. Ve bu adamla konuşmadan anlaşabiliyorlardı.

"Düşes annemi çok sevmiş ne kadar da güzel." dedi. Sesi kısıktı ama duyulmayacak kadar değildi. "Penelope hadi gidelim." diyerek daha fazla bizimle ilgilenmek istemeyerek kardeşine baktı. Onun sözlerinden ötürü ben de ona bakmayı bırakıp Penlelope'ye baktım.

"Dikkatli ol, bir şey olursa yaz."

"Yazarım ve lütfen beni görmeye gel. Ben ne yazık ki gelemeyebilirim." bacağını kast ederek. Bu nedenle gülümseyerek kafamı salladım.

"Kesinlikle seni görmeye geleceğim." dedim. Son bir vedadan sonra Edgard onun arabaya binmesinde yardım etti. Geri çekilmeden öncede ona bir şey verdi. Tam olarak ne verdiğini görmesem de mendile sarılı gibi duruyordu. Edgard geri çekildikten sonra Kont Fergusun arabaya bindi. Onların binmesiyle beraber araba ve eşlikçiler harekete geçti. Penelope perdenin arkasından bana el salladığında ben de ona el salladım. Tamamen gözden kaybolduklarında ise Edgard'a döndüm. "O adamla gitmese daha iyi olurdu." demekten alamadım kendimi. Beni duyduğunda sırıttı.

"Merak etme, kendisini beğenmiş olsa da Penelope'ye düşkündür. Ona bir şey olmasına izin vermez."

"Emin misin? Daha çok kendisine düşkün gibi." beni duyduğu anda kafasını eğip kahkahasını tuttu.

"Sadece bir günde onu tanımış gibisin."

"Tanımamak için kör olmak lazım, başlı başına bir yürüyen bencil." elini belime koydu.

"Öyle olsun ya da olmasın Penelope'nin yanında uslu duruyor."

"Fark ettim. Çok uslu, aynı köy köpeği gibi." en sonunda dayanamayarak kahkaha attı. Hemen sonra da içeriye girmemiz için belimdeki eliyle beni yönlendirdi. "Nasıl aynı kandan olabiliyorsunuz, sen ve o tamamen farklısınız."

"Farklı?"

"Evet, farklı." ona baktım. O da bana kısa bir anlığına baktı. Yürüdüğümüz ve beni yönlendirdiği için tekrar önüne döndü. "Senin ve onun olaylara bakış şekliniz..." ona baktım. O ise tek kaşını kaldırdı. Merak ederek bana baktı. "Sen ciddisin, soğukkanlı davranıyorsun ama o olayları ciddiyetten yoksun ve sanki bir oyunmuş gibi davranıyor. Ah, bir de yüzsüz gibi!" son eklediğimi ona söylerken sesimdeki tiksinmeyi saklamadım. "Kesinlikle aynı değilsiniz."

"Aslında o da ciddi olabilir."

"Evet, ciddi olduğu anları gördük. O zaman da tam bir pisliğe dönüyor." çıktığımız merdiveni izleyerek. "Sen olan Edgard'la evlendiğim için çok mutluyum." ona baktım. Sözlerime karşı bana baktı. "Bakma bana öyle, böyle bir karaktersiz olmasaydı senin yerine onunla evlenmek zorunda kalabilirdim."

"Buna izin vermezdim."

"Nasıl olacakmış o, beni tanımıyor olacaktın." ona baktım. O yüzünde açık bir ciddiyetle beni izliyordu. "Bekle tanıyor muydun? Söylentilerimden mi?" kafasını iki yana salladı. Bunu yaptığında merak içinde onu izledim. "Hayır, söylentiler de değil." merdivende bir iki adım öne geçip ilerlemesini engelledim. "Ne olduğunu söylemeye mecbursun!"

"Kimberly seni daha önce tanımama gerek yok. Seni gördüğüm andan, varlığını hissettiğim andan itibaren kalbimi hızlandırıyordun."

"Öyle mi?" ona doğru eğildim. Bunu yaptığımda elini belime koydu. Beni dikkatli bir şekilde tuttu, bu sayede bir merdiven boşluğu da inerek doldurdum.

"Dikkat et, düşeceksin." iki elimi de omzuna koydum. "Evet."

"Peki, o zaman neden kalbini hızlandıran bana, ilk başta iyi davranmadın?" sorduğumda gözlerini benden aldı. "Boğazımı neden kestin peki? Benimle konuşmayı da tercih edebilirdin."

"Kim..."

"Ed, seni seviyorum ama gerçekleri inkâr edemeyiz değil mi?" sağ omzundaki elimi yanağına koydum. "Kalbini ne kadar hızlandırırsam hızlandırayım, eğer öyle bir duruma düşmüş olsaydık benim kim olduğumu umursamayacaktın, sadece bir tehdit olarak görecektin."

"Hayır."

"Evet." onun reddetmesine izin vermedim. "Eğer senin durumunda olsaydım ve yabancı... Düşmanım olan biri aileme girseydi onu asla kabullenmezdim. Bu yüzden seni yadırgamıyor ve kızmıyorum." kafasını eğdi. Bunu yaptığında elimi geri çekmeden alnımı onun alnına koydum.

"Hayatını mahvediyorum, değil mi?" kafasını kaldırdı. Hemen sonra da belimdeki sağ elini boynuma koydu. "Sana zarar veriyorum."

"Ben de sana." elimi yanağından boynuna indirdim. "Ben de aynı şeyi yaptım."

"Senin canını yaktığım kadar değil." sözlerine gülümsedim.

"İnsanlar birbirlerinin canını yakarak, yaktıkça da tanıyarak birbirlerini severler."

"Bu alışkanlık değil mi?" kafasını kaldırıp kahverengi gözleriyle gözlerimi dikkatli bir şekilde izledi.

"Sevgi de bir alışkanlık değil mi?" ben de karşılığında ona sordum. Soruma karşı kafasını boynuma koydu. Bunu yaptığında diğer elini de belime koydu.

"Bu sevgiyi sevmedim."

"Peki beni?" sorduğumda kafasını kaldırıp bana baktı.

"Seni ve her şeyini seviyorum." tekrar kafasını boynuma koydu. Derin bir nefes alıp, "Seninle alakalı olan her şeyi seviyorum." dedi. Gülümsemem yüzümde büyürken bir anda son buldu. Merdivenin sonunda insan yığını ve onların bize bakmamak için eğdikleri bakışları, bu kesinlikle utanç verici!

"Ed..." mırıldanarak karşılık verdi. "Beni bırakmalısın."

"Neden?"

"Hizmetçilerin ve şövalyelerin yanındayız." sözlerimle kafasını kaldırıp arkasına baktı.

"Onları kovabiliriz."

"Ya da odamıza da gidebiliriz." bana baktı. Bunu yaptığında tek kaşımı kaldırdım. Bu hareketimle yüzündeki gülümseme arttı ve hemen sonra belindeki eli bacaklarıma indi, beraberinde de beni kucağına aldı. Bu yüzden boynuna sarılarak korkumdan dolayı bağırdım. "Edgard, bizi izliyorlar!"

"Düşeslerinin ne kadar güzel olduğunu mu?" soğuk şakasına yüzümü asmaktan kendimi alamadım.

"Bu yaptığımız doğru değil."

"Seni soyluların yanında da böyle taşıdım."

"Lütfen hatırlatma!" gülümsemesi fazlasıyla eğlendiğini gösteriyordu. Elimi yanağına koydum. Bunu yaptığımda dünde aynı şeyi yaptığımı hatırladım ve farkında olmadan elimi dudağına koydum. Bana baktığında, "Hatırlamak istediğim o değil." dedim. Hemen sonra da ona sarılarak kafamı boynuna koydum. Bana bakmaması için bunu yaptım ancak ben daha çok ona bakmak istiyordum.

"Neyi hatırlatmamı istiyorsun?" sorduğunda cevap vermedim. Sessiz kalmayı tercih ederek ona sarıldım. Bu yüzden güldüğünü sadece çok azda olsa sarsılan bedeninden anladım. Buna rağmen konuşmadım sadece aynı şekilde kalmaya devam ettim. Odaya girip beni bırakana kadar da kendimi karanlığa gömdüm. Beni bıraktığında, "Yarın İmparatorluk için bizde yola çıkmalıyız." dediğinde onu izledim. Zamanı gelmişti yani. "Gitmek istemiyorsan, gitmeyebiliriz. Zorunda..."

"Yanımdan ayrılmayacaksın değil mi?" sorduğumda gözlerimi izledi. Bakışları sadece gözlerimde kaldı. Hemen sonra da karnımın üzerinde duran ellerimi tuttu.

"Asla!"

"Ya mecbur kalırsan?" sözlerimle sağ eliyle elimi tutmaya devam etti. Sol elini saçıma geçirdi. Bunu yaptığında beni reddetmek üzere olduğunu anladım. Bu yüzden ben de onun elini tuttum. "Ya olursa?" tekrarladım. Bakışlarını benden kaçırmaması için doğrulup onu izledim.

"O zaman Wallace, Yelena... Sen kimi istersen onlar yanından ayrılmayacak."

"Yaptığı yüzünden tutuklu sayıldığını biliyorum ama..." sustum. Dikkatli bir şekilde gözlerimi izledi, "Glenn de gelebilir mi?" gözlerini benden aldı. Bana hayır diyeceği, bu yüzden gitmekten vazgeçecek şeyler arıyordum. Gitmek istesem de içten içe yüzleşmekten korkuyordum. Ama ne zamana kadar kaçacaktım gerçeklerden? Ne zamana kadar?

"Eğer onu çok istiyorsan." tekrar gözlerime bakarken. "Seni asla reddetmem." dedi. İkimizde sessizlik içinde birbirimizi izledik. Benden aldığı tek şey sessiz bir onay oldu. Bu yüzden konuşma burada kesilmiş oldu. Elini yüzümden çekmeden gözlerimi izledi. Ben de ondan farklı değildim. Kapı sesini duyduğumuzda, dünkü gibi yine Wallace'in sesi geldi.

"Majesteleri, bakmanız gerekiyor." sözleriyle bakışlarımı ondan almak istemesem de kapıya doğru baktım. Bu adamın bizim odamızda bir saygısı yok muydu?

"Gitmem gerekiyor, sen de dinlen." Geri çekilmeden önce alnımı öptü. Benden uzaklaşıp odadan çıktığında iç çekerek kendimi geriye doğru bıraktım. Gitmek istemiyorum, diyemedim. Diyemedim çünkü geride durmaktan bıktım. Dokuz yıl, dokuz yıl boyunca kaçmaktan yoruldum. Sadece bitmesini istiyorum. Bitmesini ve hatırlamamayı istiyorum!

Bölüm Sonu

Bölüm hakkında ne düşünüyorsunuz? Ve lütfen yorum yapmayı unutmayın.

Bạn đang đọc truyện trên: AzTruyen.Top