Bölüm 22

22. Bölüm

Odadan çıktığımızda Helen önden ilerliyor bense geriden ilerliyordum. Her an Edgard'ı görürsem kaçmayı planladığım için olabildiğince geride duruyordum. Yemek odasına yaklaştığımızda, "Kimberly." seslenişiyle arkama baktım. Edgard ve beraberinde Arthur'un bize doğru geldiğini gördüm.

"Majesteleri." selam verdi. Bu yüzden Helen'e kısa bir bakış attım. Tekrar ona baktığımda dikkatli bir şekilde beni izliyordu.

"Günaydın Majesteleri." dediğimde kafasını salladı. Benim konuşmamla ortam daha da tuhaf bir hale büründü. Helen ayrılacağını söyleyip önden gittiğinde ona gitmemesi için baktım. Ancak ifadesi ve davranışları onunla yalnız kalmamı açıkça istiyordu. Bu yüzden benim ona nasıl baktığımı umursamadan yanımızdan ayrıldı. Üç kişi kaldığımızda Arthur da Penelope için yanımızdan ayrıldı. Durum bu olunca, "İzninle ben... Unuttuğum bir şeyler vardı." yanından geçip Helen'in odasına ilerledim. Ondan kaçtığımı açık bir şekilde belli etsem de umursamadım. Tek derdim onunla yalnız kalmamaktı.

Odaya girdiğimde kapıyı kapatamadım. O da hemen arkamdan geldi, kapatmak üzere olduğum kapıyı tuttu. Bunu yaptığında, "Edgard, ne yapıyorsun?" sordum. Açıkça ondan kaçtığım için peşimden geldiğini anlamamışım gibi. O da farkındaydı. Bilmezlikten geldiğimin farkındaydı. Ondan kaçtığımı anlamaması aptallık olurdu.

"Kimberly, neden benden kaçıyorsun?" sordu tam da tahmin ettiğim gibi. Gözlerimi onun gözlerinden uzak tutarak çevremi izledim.

"Senden kaçmıyorum, bunu nereden çıkardın?"

"Kimberly!" sesini yükselttiğinde ona baktım. Gözlerimi dikkatli bir şekilde izledi. Sinirli duruyordu haklı olarak. Bu nedenle gözlerimi yine onun gözlerinden uzak tuttum.

"Senden kaçtığım falan yok, dedim ya."

"Öyle mi? Benden kaçmıyorsun?" üzerime doğru bir adım attı. Ama daha sonra durdu. Fazla ilerlerse yanlış bir durum oluşturmaktan korktu. Bunu yüzünde açıkça görebiliyordum. Yanlış bir şey yapmış olduğundan korkuyordu ve tekrar yaparsa, bu onu pek de iyi yapmazdı. "Dört gün boyunca benden kaçtın. Yemek yediğimiz zamanlar dışında bir kere dahi olsun yakınında durmama izin vermedin. Ne oluyor Kimberly ne yaptım da benden uzak duruyorsun?" sordu. Sesindeki o tuhaf tondan ötürü ona baktım. "O gün konuşmama izin bile vermeden gittin. Eğer benimle konuşmama sebebin buysa..."

"Bu değil!"

"O zaman ne! Benden durduk yere kaçmıyorsun, değil mi?"

"Hayır, ben..."

"Kimberly ne yaptım, sana karşı yanlış bir şey mi yaptım?" sözleriyle kafamı iki yana salladım. "O zaman ne? Neden benden uzak kalıyorsun?"

"Benimle alakalı bir şey, bu yüzden uzak kalıyorum!" sesimi yükselttim. Bir anlık dürtüyle yaptım. "Bu konuyu daha fazla tartışmayalım." geri adım attım. Onun çekilmesini bekledim kapıyı kapatmak için. Benim hareketime rağmen çekilmedi. Gözlerimi dikkatli bir şekilde izledi. "Edgard..."

"Bana ne olduğunu söylemediğin müddetçe gitmiyorum!"

"Gerçekten mi?"

"Bunu yapacağımı çok iyi biliyorsun." kafamı eğdim. Ona ne demeliydim ne demeliydim de daha fazlasını sormayacaktı. "Kimberly?"

"Isabella bana..."

"Majesteleri." sesiyle ikimizde aynı anda gelen kişiye baktık. Isabella'yı gördüğümde o da beni görmüş oldu. "Siz de buradasınız Düşes." dedi. Hemen sonra da etrafına baktı. Neden burada olduğumuzu anlamaya çalışıyor gibiydi.

"Leydi Isabella." dedim. Hemen sonra da onun bana soru soramayacağını varsayarak Edgard'ın yanından geçtim. Bunu yaptığımda kolumu tutmak istedi ancak ona müsaade etmeyip, "Kahvaltıya mı?" sorarak o kadına doğru ilerledim. Bu sebeple geride durmak zorunda kaldı.

"Evet, Düşes." tuhaf ortama anlam vermeye çalışarak.

"Size eşlik etmeme izin verin." yanından geçtiğimde o da bir iki saniye süremeden benim peşimden ilerledi. Edgard da arkamızdan geldiğinde ortam sessizlik içindeydi. Yemek odasına gidene kadar da kimse konuşmadı. Ondan kaçınmam doğru değil bunun farkında olsam da ona nasıl bu konudan bahsedeceğimi bilmiyorum.

İçeriye girdiğimizde herkes kendi yerine oturdu. Büyük bir sessizlik içinde yemeğe başlandığında Penelope ve Helen birbirlerine baktılar. Penelope ne olduğunu anlamak için Helen'e bakıyor ancak benimle göz göze geldiğinde de bana soruyu yöneltmeye çalışıyordu. Bu yüzden bakışlarından kaçarak sadece yemeğe odaklandım. Yalandan bir şekilde yiyormuş gibi davrandım.

"Düşes." bana seslenmesiyle Isabella'ya baktım. Benim ona bakmamla tuhaf sessizliği biraz gerilerek bozdu. "Biliyorsunuzdur, bugün ayrılmayı planlıyorum."

"Evet, biliyorum." dediğimde yüzünde sakin bir gülümseme bıraktı.

"Ailemin zaten bir davet gönderdiğine eminim ancak ben de sizi bizzat çağırmak isterim." tek kaşımı kaldırdım. Ne daveti? Az çok bakışlarımdan anlamış olmalıydı ki, "Bir balo, kız kardeşimin debuantes balosu. İmparatorluğun kara gül düellosundan sonra toplu bir balo olacak ve bizden bundan önce yapmayı planlıyoruz. Umarım yarın geceki baloya katılırsınız."

"Davetiniz için teşekkür ederim." onu reddetmek istediğimde Helen'in elimi tutması bir oldu. Bana gülümsediğinde bakışlarından az çok neyi kast ettiğini anladım. "Eğer bir sorun çıkmazsa, tabii."

"Harika, evlendiğiniz andan itibaren kimse Düşes'i görmedi. Bu yüzden herkes sizi görmeyi merak ediyor." sözleriyle kafamı salladım. Kimse beni görmedi. Evlendiğimiz hatta benim Düşes olduğuma dair söylentiler olsa da davetlere katılmadım. Ya da bir çay daveti vermedim. Bu sebeple kimsenin benden haberi yoktu. Büyük bir ihtimalle Isabella'nın bu evliliğin anlaşma üzerine olduğunu bu şekilde anlamış olmalı. Helen beni uyarmasaydı reddedecek ve bunun farkına bile varmayacaktım.

Yine de yarın olacak bir baloya nasıl hemen hazırlanabilirdim. Ayrıca onunla gideceğim gerçeği de vardı! Ben ondan kaçarken bu açıkça ona yakınlaşmam için bir davet gibi bir şey oluyor. Ah, ne yapacağım ben!

"Düşes Rusell." seslenişiyle dalgın halimden kurtuldum. "Ailem birçok kişiye davet gönderdi. Buna siz de dahilsiniz, Umarım Madam Kimberly gibi sizde katılırsınız." isteksiz bir tonla. Rusell soyadı bile onu nefret ettiriyor olmalıydı. Sonuçta o bir numaralı İmparator destekçisi. Hoş benim babam da bir destekçi değil miydi?

"Evet, bundan haberim var. Eşimle de İmparatorluk sarayına gitmeden önce orada buluşmayı planlıyoruz." dedi. Sesindeki nefreti gizlemeden. Düşmanlığa karşı düşmanlıkla cevap veriyordu. Buna haklıydı ancak dün gece bana bundan bahsetmedi. Ona baktığımda dudaklarını oynatarak daha sonra bana bahsedeceğini söyledi. Bu konuşmadan sonra Penelope böyle davetlere katılamadığıyla yakındı.

Yemek faslı bittiğinde uzun bir süre boyunca sessiz olan Edgard ilk ayrıldı. Tek kelime etmeden önden ayrıldığı için hemen sonra Penelope kendisi için gelen hekiminin yanına gideceğinden dolayı ayrıldı. Isabella ise Helen'le oluşturduğu tuhaf ortamdan dolayı hemen sonra da o ayrıldı. Odada ikimiz kaldığımızda hizmetçileri dışarıya gönderdim. Yalnız kaldığımız anda ona döndüm. O da yüzündeki peçeyi çıkartıp rahat bir nefes aldı. Bunu yaptığı anda ne olduğunu az çok anladım.

"Sabah o yüzden mi odada yoktun?" sorduğumda kafasını salladı. "Kötü bir şeyler..."

"Hayır, buraya gönderdiği için olabildiğince kibar bir mektup göndermiş."

"Bunun altında bir şeyler olacağını biliyorsun."

"Anlaması zor değil." derin nefes aldı. Bıkkınlığını yansıtarak. "Sen de katılacaksın değil mi? Beni yalnız bırakma." elimi tuttu. Onu orada yalnız bırakırsam ne olacağını çok iyi biliyorum. Önce insanların içinde yalandan iyi gözüküp daha sonra bulduğu bir köşede ona karşı kaba davranışlarda bulunacak. Eğer ben onunla olursam tüm gözler üzerlerinde olacak ve bu yüzden de kolay kolay yalnız kalamayacaklar.

"Merak etme geleceğim." onu rahatlatmak isteyerek. Elimi tutan elini sıkarak yüzüne gülümsedim. Aklımdan geçenleri tahmin etmemesi için.

"Teşekkür ederim." boynuma sarıldığında bir süreliğine hareket etmedim.

"Teşekkürünü farklı bir şekilde öde. Bana bir şeye cevap vererek!" onu kendimden uzaklaştırırken. Benden uzaklaştığında korkan ya da tedirgin olan ifadesi yoktu onun yerine gözlerinde merak vardı.

"Nasıl?"

"Bana o metresinin adını söyleyerek." dememle ifadesi dondu.

"Kimberly bundan bahsedemem! Eğer onun yanında bunun konusunu açarsan o..."

"Helen! Sakin ol ve bana güven. Merak etme, sana bir şey yapmayacak."

"Ama...

"Beni tanıyorsun öyle değil mi? Sana zarar verecek bir şey yapmam." kafasını eğdi. Tekrar kafasını kaldırdığında ona gülümsedim. "Merak etme, bana sadece adını ver." kafasını salladı. Derin bir iç çekerek dudaklarını ıslattı.

"Melissa, adının bu olduğunu biliyorum. Bir f*hişe olduğu için aile adı yok ancak insanlar ona bazen açan çiçek de diyormuş. Yani Albert onu himayesine alana kadar." kafamı salladım. "Kimberly, o kadından kimsenin haberi yok. Lütfen onun adını Albert'ın yanında söyleme." elini tutup gülümsedim.

"Arkadaşına güvensene! Asla sana sorun olacak bir şey yapmayacağım sadece o kız üzerinden Albert'ın açığını arayacağım o kadar!" benim kesin konuşmam en sonunda onu rahatlattı. Tabii tam olarak değil. İçinde var olan korkuya rağmen bana gülümsedi.

"Sana güveniyorum." dedi. Onun kendinden emin halinden uzak olduğu belli olan bu sözlerine karşı sadece gülümsedim. Konu o adam olunca tamamen korkak birisi oluyor ve ona kızamıyorum bile! Ailen iyi olsa da hayatın kötü, hayatın iyi olsa da ailen kötü olduğu için bir yerden sonra her şey berbat bir hal oluyor bizim için.

• • •

Helen'le beraber dışarıya çıktığımızda yine Edgard'la karşılaşırım diye korktum. Ancak onu görsem de o beni görmezden geldi. Bu sayede kaçmama da gerek kalmamış oldu. Sabah onun kalbini kırmış olmalıyım, bu yüzden ona ne kızabiliyor ne de sinirlenebiliyorum. Sadece hak veriyorum.

Eğer Isabella gelmeseydi ona bahsedecektim ama artık bu saatte sonra bunun konusunu açabileceğimden bile şüpheliyim. Onun benden uzak durması bu açıdan çok iyi oldu. Bu sayede bir daha onun kalbini kıracak sözler etmeyeceğim.

Ağacın altındaki yerimize geçtiğimizde Helen de onun yaptığını fark etmişti. Bu yüzden yalnız kalana kadar bekledi. En sonunda yalnız kaldığımızda, "Ona karşı kaba mı davrandın? Şimdi o senden uzak duruyor gibi." taştan malikaneye baktığında ben de beraberinde baktım. "Onu bu şekilde kendinden uzaklaştırmak yerine durumdan bahsetmelisin."

"Ona ne demeliyim ki?"

"Bilmiyorum ama bir şey demen gerekiyor. Bunun farkındayım!" onun dalgın halini izledim. Sabah yaptığımız konuşmadan sonra iyice sessizleşmişti. Mektup onun canını sıkmış ve ben de bundan bahsederek daha fazlasını yapmıştım.

"Bu konuyu unutalım. Sen yarın için ne giyeceksin?" sorumla bana baktı. Düşündü. Sessiz kaldı. Hemen sonra da ayağa kalktı.

"İnanamıyorum, ben tamamen unuttum. Giyebileceğim uygun bir şey bulmam lazım!" dedi. Onun yüksek sesle kurduğu cümleye iç çektim. Hemen sonra da uzakta duran Ursula'ya baktım.

"Merak etme." ona el işaretiyle gel yaparken. Benden komut aldığı gibi yanımıza ilerledi. Karşımızda durduğunda, "Madam Helen'e eşlik et ve onun için uygun bir elbise ayarlayın. Ve sakın sözünden çıkan bir şeyler getirmeyin." beni duyduğunda kafasını eğip beni onayladı. Bunu sesli bir şekilde dile de getirdiğinde Helen'e baktım.

"Git, sana getirilenleri dene, uygun bir şey bulamazsan da... Onun için uygun modelde bir elbise almaya gidin."

"Bu kadarına gerek..."

"Var. Git de dene, hadi!" dediğimde güldü. Peçesini düzeltip yanımızdan ayrıldığında gözlerimi kapattım. Onun gitmesiyle derin nefesler aldım. Ben de kıyafet bakınmalıydım ancak o kadar da özenmek istemiyorum. Eskiden en sevdiğim şey balolara gitmekken şimdi kafamdaki düşüncelere bak. Alakaları kesinlikle yok!

"Wallace." seslediğimde yanımda ayak sesleri duydum. Gözlerimi aralayarak karşıma geçen adama baktım. "Uzun süre Dük'le beraberdin öyle değil mi?"

"Evet, Majesteleri Düşes."

"Harika, bana ölmesi bizim için sorun olmayacak bir soylu söyle. Hatta adı fazlasıyla sıkıntılı birisi olsun."

"Böyle birini ne yapaksınız Majesteleri Düşes?" gözlerine baktım. Benim bakışımla kafasını eğip düşündü. "Genelde herkes Majestelerine sadıktır ama sorunlu ve bize aykırı birini arıyorsanız. Baron Falton var. Kendisi pek bilinmez ancak. Majestelerinin de son zamanlarda ortadan kaldırmayı planladığı biridir."

"Yani tam da aradığım kişi!" sessiz kaldı. Onun sessizliğini umursamadan mavi gökyüzüne baktım. "O adam ve Melissa adında bir f*hişe için söylenti çıkar."

"Söylenti?"

"Evet, uygun bir iki hizmetçi bul ve bu söylentileri çıkar ama dikkat et. Çok patlak vermesin, uzun zaman olduğu bilinsin bir de!" onu uyardığımda kafasını salladı.

"Majesteleri Düşes nasıl isterse." kafamı salladım. Geri çekilmesini işaret ettiğimde hiç tereddüt etmeden geri adımlar atıp uzaklaştı. Onun ayrılmasıyla derin bir nefes adlım. Eğer arkadaşım zarar görüyorsa o zaman o f*hişe de zarar görmeli. Başlangıç olarak bu ama daha sonra elime tamamen düşmeni sağlayacağım Albert, ardından da İmparatorun tarafında olan herkesin acı çekmesini sağlayacağım!

• • •

Helen üzerindeki kıyafeti son defa kontrol edip bana döndü. "Sen neden bu kadar sade giyindin de bana bu kadar süslü bir şeyler verdin merak ediyorum?" sorusuna güldüm. Oturduğum kanepeden kalkıp hemen yanında durdum. Üzerimde kırmızı renkte uzun bir elbise vardı. Kolları yoktu. Göğsümden yukarısı açıkta kalıyordu ama bu açıklık rahatsız edici boyutta değildi. Onun üzerinde ise yeşil renkte uzun bir elbise vardı. Benimkini aksine uzun kolları ve üzerinde ise süslemeler mevcuttu. Değerli taşlardan oluşan süsler. Bunu daha önce odamda görmüştüm ancak böyle bir şeyi giymeyi hiç düşünmedim.

Helen'i gönderdikten sonra ben de kendi odama geçtiğimde bu kıyafetin ona yakışacağını düşüp gönderdim. Mavi gözlerine yakışan bir renkteydi ve tahmin ettiğim gibi de yakıştı. Şimdi de baloya gideceğimiz için daha da güzel bir haldeydi.

"Eskisi kadar sevmiyorum artık." dediğimde aynadan beni izledi. Bakışlarının verdiği tuhaf hissi umursamadım. "İyi ki de sevmiyormuşum yoksa bu kıyafeti denemen için sana göndermez ve bu güzelliğin ortaya çıkmasını engellerdim." koluna dokunup ondan uzaklaştım. Bunu yaptığımda elini yüzüne koyup güldü.

"Beni şımartıyorsun."

"Bunu hakkediyorsun!" geri adımlar attım. Ardından da önüme döndüm. "Hadi gidelim yoksa çok geç kalacağız." dedim. Beni duyduğunda peçesini son defa düzeltip arkamdan odadan çıktı. Girişe gelene kadar ikimizde birbirimize iltifat edip durduk. Kapının önüne geldiğimiz zaman istemsiz bir şekilde arkama baktım.

Edgard ile konuşmama işini abarttım ve bunun sonucunda balodaki eşim Wallace oldu. Edgard'ın neden gelmediğini Wallace sorduğumda, 'Majesteleri yoğun olduğu için size eşlik edenin ben olmamı istediğini, söyledi.' sözleri beni fazlasıyla pişman etti. Ama buna sebep olan zaten ben olduğum için şimdi şikâyet etmem tam bir aptallık olurdu.

Benimle konuşmak istediğinde onu tersledim ve Isabella'yı bahane olarak kullanıp kaçtım. Yine! Bu davranışlarıma ne kadar katlanabilirdi ki? Ben bile bazen kendime katlanamazken onun bana yeterince katlanması bile bir mucizeydi. Şimdi bu mucizeyi sonuna kadar sınayan bir aptal olarak bu durumda ses edemiyordum.

Arabaya geçtiğimizde, "Sana eşlik etmeyeceği için üzgün müsün?"

"Hayır!" dedim aniden. Ama onun bakışları beni fazlasıyla yakalıyordu. "Evet." dedim elimi açıktaki boynuma koyarak. Mücevher taksaydım daha iyi olacaktı ancak beni sıkan bir şey istemediğim için boynum boştaydı. Saçlarımı bile sırf nefes alabilmek adına topuz yaptım. Ama şimdi bile nefes alamıyor gibiydim.

"Sabrının sonuna kadar zorladın, açıkçası bu kadar dayanması bile bir şey!"

"Bana yardımcı olmuyorsun!"

"Biliyorum ve bu konuda sana nasıl yardımcı olabilirim ki?" dedi. Kafamı eğdiğimde, "Lütfen söyle, pişman olacaksan neden gidip onunla konuşmadın?"

"Helen..."

"Boş ver. Sadece tartışacağız." dedi. Onun konuyu kapatmasından ötürü sırtımı oturduğum yumuşaklığa yasladım. Haklıydı. Pişman olacaksam onunla konuşmalıydım. Bu saatten sonra da olsa onunla konuşursam bir şeyler değişir miydi? Yoksa beni görmezden gelmeye devam mı ederdi? Araba hareket ettiğinde perdeyi açtım. Nefes alma adına. Bunu yaptığımda girişte onu gördüm. Wallace ile bir şeyler konuşuyordu. Araba hareket ettiği için ona bir şeyler söylemeyi bıraktı ve şövalye de ondan izin alıp ilerleyen arabanın arkasından ilerledi. Geride kalan atlardan birine bindiğini gördüm. Onunsa içeriye girdiğini.

"Eğer pişmansan onunla daha sonra konuş ve anlat." dedi. Dikkatimi içeriye giren adamdan alıp ona verdim.

"Daha sonradan yapılan konuşma bir işe yarar mı?"

"Neden yaramasın, sadece dene ve kendini üzme!" onun son dakika destekleyici konuşmasıyla derin nefes aldım.

"Peki!" dediğimde güldü. Ben de ona katıldım. Üzgün olmam doğru olmayacaktı zaten. Tek başıma gidiyor olmam bile dedikoduları arttıracaktı benim surat asıyor olmam daha fazla dedikoduyu da beraberinde getirirdi. Bu nedenle yol boyunca Helen'le neşeleneceğimiz anılardan konuştuk. Genel olarak benim insanları nasıl rezil ettiğim üzerine bir anı konuşmasıydı.

Hava kararmaya başladığında araba durdu. Kapımız açıldığında Wallace'in bana uzattığı elini kırmızı eldivenli elimle tuttu. Dikkatli bir şekilde boşta olan sağ elimle eteğimi tuttum. İndiğim gibi girişe bakmayı bırakıp arkamı döndüm. Helen asla bir yabancının elini tutmazdı bu yüzden elimi uzattım. O da benim elimi tuttuğunda arabadan inmiş oldu. İkimizde birbirimizin koluna girdik. Wallace arkamızdan ilerliyordu.

İçeriye girdiğimiz anda gözler üzerimize çevrildi. Biri adı çıkmış ben ve biri de bulunduğumuz balo sahibinin düşmanı. Bu yüzden tanıtıldığımız andan itibaren gözler üzerimizdeydi. Benim Düşes olarak tanıtılmam daha şaşırtıcıydı.

Bakışların rahatsız ediciliğiyle kalabalığa girdik. İnsanlar çoktan toplanmıştı buna Dük Rusell da dahildi. Mecburi bir şekilde onun yanına ilerlediğimizde ilk yaptığı şey onu benden uzak tutmak oldu. Benden uzak tuttuğunda, "Dük Rusell." dedim. Helen'i dikkatli bir şekilde izledi. Göz ucuyla bana baktı. Mecburi bir şekilde onu bırakıp bana döndü.

"Düşes Rodney." dedi. Helen'in Edgard ile tanıştığı zaman ne hissettiğini şu an daha iyi anlıyordum. Kafasıyla selam verdi ama isteyerek değildi. Sadece insanlar bize bakıyor diyeydi. "Görüşmeyeli nasılsınız Düşes Rodney."

"İyiyim Dük Rusell, asıl siz nasılsınız?" sesimdeki alaycılığı engellemeden. Helen'in ifadesi değiştiğinde az çok tepkisinden korktuğunu anladım. Bu nedenle kendimi tutmam gerektiği konusunda bir kez daha uyardım.

"İyiyim Düşes Rodeny!" dedi. Ortam bizim sayemizde iyice tuhaf bir hal aldığında Helen rahatsız olmaya başlamıştı. Bunu peçesinin altından görebiliyordum. Belli olmasa bile anlayabiliyordum. Birbirimizi o kadar dikkatli izliyorduk ki her an birbirimize saldırabilirdik. Bu durumun Helen'e zarar vereceğini bir kez daha kendime hatırlatıp etrafıma baktım. Gözlerim sakin bir köşe aradı. Bulmuştum da.

"Dük Rusell kısa süreliğine bana eşlik edebilir misiniz? Sizinle konuşmak istediğim bir mesele var." bir anda kurduğum bu cümle onu şaşırtmıştı. Benim onunla ne konuşacağımı merak eden bir ifadeyle izledi. Helen ise korku duyan bir ifadeyle bakıyordu. Onu rahatlatıcı bir şekilde gülümsedim. "Umarım Helen'i sadece bir iki dakikalığına da olsa bırakabilirsiniz."

"Söyleyeceklerinizi merak ediyorum." ona gülümsedim. Midemi bulandırıyor ama idare etmek zorundayım. Önden ilerlediğimde Helen'e orada kalmasına dair bir şeyler söylüyordu. Ben köşeye, bahçeye çıkan kapının yanına geçtiğimde içerideki havasızlık bu sayede daha tahammül edilir hale geldi.

Benim köşeye geçmemle beraber tek başına bana doğru ilerledi. Sarı saçları arasında Helen'in gözleri gibi mavi olan gözleri vardı. Onu dışarıdan gören birisi ne kadar yakışıklı ve iyi biri der ama bu sözlerden ne kadar da uzak bir insan. Belki de Helen buna kanmıştı. Buna kanmış ve hayatını mahvetmişti.

"Sizi dinliyorum Düşes Rodney!" bir kez daha soyadıma baskı yaptı. Bunu yaptığında gülümsedim.

"Sakin olun Dük Rusell. Ben düşmanınız değilim." dedim. Beni duyduğunda yüzünde sinsi bir gülümseme oldu.

"Değil misin? O zaman neden Rodney olarak anılıyorsun, merak içindeyim."

"Büyük bir şey değil. Bilirsiniz babam İmparatorun tarafında."

"Ama kızı düşmanıyla evli."

"Sahte bir evlilik."

"Öyle mi buna nasıl inanabilirim."

"Nasıl mı? Belli değil mi şu an bile benimle değil." sözlerimle etrafına baktı. Gözleri uzakta bizi izleyen şövalyeye takıldı. "Anlaşmalı bir evlilik olsa da önlem alınmalı."

"Ve benimle konuşuyorsun."

"Bazı riskler alınmalı."

"Haklısınız." dedi. Güldüm. Hemen sonra da uzağımızda duran Wallace baktım. Aşırı dikkat kesilmiş bir şekilde Albert'a bakıyordu. Önüme döndüğümde, "O zaman sizi dinliyorum." dedi. Bunu duyduğumda derin bir nefes aldım. Kuracağım sözleri kafamda bir kez daha kurdum.

"Nasıl başlasam." durdum. "Şöyle ki birkaç gün önce Dük'ün çalışma odasında bir mektup buldum. Merak ettim ve okudum. Biraz zarar görmüştü yani yok edilmeye çalışmış ama edilememiş bir mektuptu." sözlerim onu daha da geriyordu. İfadesinden belli oluyordu.

"Mektupta ne yazıyordu peki." artık dayanamayarak. Onun bu haline iç çektim. Hemen sonra da sırtımı Wallace dönüp eldivenimin içine sakladığım sahte yanmış mektubu çıkardım. Ona uzattım.

"Melissa adında bir kadından bahsediyor." sözlerimle elimden aldığı mektubu sıktı. Yüz ifadesi açık ara saldırganlık gösterse de umursamadan devam ettim. "Baron Falton'un bu kadınla bir ilişkisi mi ne varmış. Detayları mektuptan öğrenirsin, sana kısaca şunu söyleyeyim bu kadını senin çevrende gezmesi emri verilmiş. Seni kandırmasına izin verme Dük!"

"Bu... Gerçekliğinden emin misin?"

"Evet! Konu Helen olduğu için de kendimi tutamadım. Açıkçası bu mektup başımı belaya sokabilir o yüzden dikkatli olun ve bu sorunu olabildiğince sessiz halledin." dedim. Hemen sonra da kendimi düzletip ondan uzaklaştım.

"Yardımınız için teşekkür ederim." dalgın bir şekilde konuştu. Bu halinden istifade ederek arkamızda duran Helen'e baktım. Yanlış bir şeyler söylerim kendimi tutamam, diye çok korkuyordu.

"Dük gerçekten de şanslı, o kadına bakmak yerine her konuda size sadık Helen'e sahipsiniz." sözlerimle dalgın halinden kurtuldu. Kafasını kaldırıp ona baktı. Bu adamı kolay bir şekilde öldüremezdim ama Helen'e karşı daha iyi olması için çevresindeki her insandan kurtulabilirim. "Sadakat gerçekten önemli. Ben ne yazık ki bunu verebileceğim birisini bulamadım sadece düşmanımızın İmparatora karşı hamlesi olmasın diye bir yabancıyla evliyim." dedim. Sözlerim onu daha da kışkırtmıştı. Ona verdiğim mektubu o kadar sıkı tutuyordu ki elinde parçalanacaktı.

Benimle konuşmaya hazırlandığında, "Düşes." sesiyle bana seslenene kişiye döndük. Ona baktığımızda tanıdık koyu kahverengi gözleri gördüm. Nereden tanıdık geldiğini bilmediğim gözlere dikkatli bir şekilde baktım.

"Evet?"

"Sizinle görüştüğüme mutlu oldum. Sizi tanımak büyük bir onur! Ben Kont Ferguson." heyecanlı ses tonunu gizlemeden. "Ah, Dük Rusell." eğildi. "Umarım konuşmanızı bölmemişimdir."

"Hayır, izninizle Düşes ben artık eşimin yanına gidiyorum." kısa bir selam verip yanımdan ayrıldı. Onun gitmesiyle o adama baktım.

"Size nasıl yardımcı olabilirim?" sorduğumda güldü. Yüzünde çok farklı bir ifade vardı.

"Bilmem Leydim nasıl yardımcı olabilirsiniz?" sorusuyla tek kaşımı kaldırdım.

"Leydi? Evli olduğumun farkındasınız değil mi? Bana..."

"Benim için siz Leydisiniz." öne eğildi. Elimi tuttuğunda geri çekmek istedim ama bana müsaade etmedi. "Leydi Kimberly." dedi. Elime eğilirken kurduğu bu sözlerin tanıdıklığıyla gözlerini izledim.

"Sen!" diyebildim. Onu tanıdığım için ifadesi memnun olmuş bir hal aldı. Bu adamın burada ne işi var? Burada olmasını geçtim neden şu an karşımda benimle böyle konuşma cesaretine giriyor? Yoksa... Sapık birisi değildir, değil mi? 

Bölüm Sonu

Sizce bu yabancı kim?

Bölüm hakkında ne düşünüyorsunuz?

Bạn đang đọc truyện trên: AzTruyen.Top