Bölüm 20

20. Bölüm

Sessiz bir şekilde Isabella ile ilgilenen hizmetçileri izledim. Kız yatakta baygın bir şekilde uyuyordu ve ben bu duruma ne demeliyim bilmiyorum. Bir anda dolduruşa gelip hiç tereddüt etmeden ona atış yaptım. Hatta çok az kalmıştı ki onu öldüreyim. Onun yerine bir hizmetçiyi aradan çıkardım ama şimdi de birçok hizmetçi bana karşı hata yapmamak için daha tedirgin oldu. Sanırım Yelena sözlerimi daha gaddar bir şekilde dile getirdi.

Kendisine gelen kıza baktığımda baygın gözlerle etrafını izliyordu. "Leydi Isabella?" sorarak onun hemen başında durduğumda gözleri beni buldu.

"Düşes..." daha fazlasını getiremeden öksürdü. Sanırım ölümle burun buruna olmak onu baya korkutmuş. Doğru bu durum kimi korkutmaz ki!

"Daha iyi misiniz?" sorduğumda hizmetçilerden birinin ona verdiği suyu içiyordu. Zar zor dik durarak gözlerime baktı. Hemen sonra da kafasını eğdi. Bunu yaptığında bana karşı yanlış bir hareket yapmaktan fazlasıyla çekiniyordu. Sonunun ölüm olmasından daha çok korkuyordu. "Hepiniz çıkın!" sözlerimle beraber hizmetçiler hiç tereddüt etmeden işlerini bırakıp odadan çıktılar. Onlar çıkmasıyla yatağa oturup elinde tutmaya devam ettiği bardağı aldım.

Yatağın hemen yanındaki tepsiye bırakıp, "Yaptığım sizi gerçekten de korkutmuş olmalı." kafasını eğdi. Bunu yaptığı anda elimi çenesine koyup gülümsedim. "Bu kaba davranışımdan ötürü ben başımı eğmeliyim, lütfen böyle yapmayın." dediğimde kafasını kaldırıp gözlerime baktı.

"Hayır, Düşes'i kışkırtan bendim." onu duyduğumda gülümsememi bozmadım. Beni tamamen kışkırtan o değildi ama bunun farkında olması da güzel bir şey. "Size karşı fazla kaba davrandığımda ayrı bir gerçek." tek kaşımı kaldırdım. "Bu konuda beni bağışlayın Düşes. Majestelerinin evlendiği diğer kadınlar gibi aranızda bir şey olmadığını sadece aile anlaşması olduğunu düşünmüştüm. Bu yüzden bu kadar kaba davrandım. Ancak Majestelerinin bugün size karşı ne kadar dikkatli olduğunu gördüğüme göre... Majesteleri sonunda kendi isteğindeki birisiyle evlenmiş."

"Yani diğer eşlerinin bir anlaşma olduğunu biliyordunuz?"

"Tabii ki biliyordum. Ben Uther ailesindenim, biz Majestelerine her konuda sadık olacak şekilde eğitildik. Ve yaptığı şeylerin üstünü örtmek için."

"Yani siz..."

"Evet, ölen kadınların kazara öldüğünü gösteren durumu bizzat ben yaptım. Bu yüzden kabalığımı affedin." kafasını eğdi. Bir kez daha bunu yaptığında onu durdurmadım. Şimdi bana karşı bu kadar üsten bakmamasına şaşırmıyordum. Yine de ölmek üzere olan birine karşı iyi davranılır, diye biliyordum.

"Anladım, ancak durumu fark ettiğinize göre bundan sonra davranışlarınıza daha dikkat edin."

"Merak etmeyin Majesteleri Düşes." kafasını kaldırıp gülümsedi. Bunu yaptığında iç çekerek ayağa kalktım.

"İzninizle, dinlenin." sözlerimi duyduğunda yüzünde hâlâ korkmuş bir gülümseme vardı. Arkamı dönüp odanın çıkışa ilerledim. Ama sadece birkaç adım sürmüşü ki onun sesini duydum."

"Majesteleri Düşes." ona baktım. Benim bakışımla, "Kaba davranışım için canımı bağışladınız, bu yüzden ben de size bir şey söylemek istiyorum." onu duyduğumda kahverengi gözlerini dikkatli bir şekilde izledim. "Bunu canıma karşı canınız hatta Majestelerinin canına karşı olarak görebilirsiniz." sözleriyle merakım daha da arttı. Bununla ne demek istiyordu. Yine cesur sözler mi sarf edecekti? Umarım beni kızdırmazdı, aksi taktirde odada kimse yokken elimde ölebilir!

• • •

Sessiz bir şekilde daha fazla o kızın başına beklememek için odadan çıktım. Kasvetli ortamdan kurtulmak istesem de kurtulamayacağımı hizmetçilerin bana karşı olan tavrı belli ediyordu. Duyduklarım ve yaptıklarım için bana bakan bakışlarla Helen ve Penlope'nin dinlenme odasında olduklarını bildiğim için o tarafa doğru ilerledim. Odanın önüne gelene kadar kendimi tutmam gerektiği konusunda kendi kendime nutuk çekip durdum. Odanın önüne geldiğimde derin bir nefes alarak içeriye girdim. Ani bir şekilde içeriye girmemden ötürü Helen telaşla yanındaki peçeyi aldı. Ama beni gördüğü anda rahatlayarak geri eski yerine bıraktı.

Ona bakmayı bırakıp odanın içine bakındım. Penelope'yi göremediğim için Helen'e tekrar baktım. Benim bakışımı fark etmiş olmalıydı ki iç çekerek, "Onunla ilgilenen hekim gelmiş, bu yüzden ayrılmak zorunda kaldı." sözleriyle kafamı sallayarak onu onayladım. "Sen de pek iyi durmuyorsun, hekime görünmek ister misin?" sorusuyla onu izledim. Hemen sonra da önüme baktım. Hemen karşısındaki tek kişilik kanepeye oturdum. "Sen kesinlikle iyi değilsin?" ayağa kalktı. Onun aceleci bir tavırla kapıya ilerleyişini izledim.

"Ben iyiyim Helen." olduğu yerde durdu. Tereddütte kalmış bir şekilde bir kapıya bir bana bakmaya başladığında, "Hem peçeni takmayı unuttun." elini yüzüne koydu. Kalktığı koltuğa ilerlerken beni izledi.

"Neyin var, hasta değilsin değil mi?"

"Elimde bir arbaletle bir hizmetçi öldürdüm." biraz önceki duyduklarımı unutmaya çalışarak bu sözleri kurdum. O ise duyduğu bu sözlerle kafasını salladı. Normal bir ifadeyle beni izledi. Sözlerimi tam olarak idrak edemediğini bildiğim için bekledim. En sonunda irileşen gözlerle oturduğu yerden tekrar kalktı.

"Ne yaptım, dedin!"

"Bir hizmetçi öldürdüm. Hem Isabella'nın hem de..."

"Hem de ne?" sordu. Hemen sonra da kafasını sallayarak tekrar yerine oturdu. "İnanamıyorum arbalet kullanabildiğin için bile utanan sen Dük'ün yanında birini öldürdün."

"Evet, hem de onun kışkırtmasıyla."

"Onun?"

"Evet, aslında Isabella'yı vururum, diye ummuştu ama bir soylu bir hizmetkarla bir olmuyor." kafamı geriye attım. Bunu yaptığımda dik dik bana baktığını hissettim. Bu yüzden gözlerimi kapattım.

"Vay be, birbirinizi iyi bulmuşsunuz desene."

"Hiç sorma!" onun kıkırdadığını duyduğumda gözlerimi araladım. Ama hemen sonra oluşan utançla gözlerimi geri kapattım.

"Bir şeyler daha yapmışsın." derin nefes alıp doğruldum. Ona olabildiğince masum bakmaya çalıştığımda, "Kesinlikle bir şey daha yapmışsın, ne yaptın?"

"Yaptığım şeyden sonra Isabella bayıldı ve ben de..."

"Sen de?" sustum. Gülümsedim. Bunu söylemek ne kadar da utanç verici. Ben bu adamın yüzüne nasıl bakacağım. "Kız için sakın Dük'ü tersledim deme!"

"Terslemedim ama..." gözlerime dikkatle bakmak için kanepede öne geldi. "Onu bırakıp bir anda kıza yardıma gittim. Sanki onu o hale sokan ben değilmişim gibi. Bir de onun gözü önünde birini öldürmem var. Bu yetmiyormuş gibi bundan zevk almam... Beni manyak bir katil gibi görüyordur, değil mi?" sözlerim bittiği anda kahkaha attı. Onun gülmesiyle ayağa kalktım. "Ben çok aptalım! Bir kadın olarak arbalet kullanmak çok yanlış, deyip o teklifi reddetmeliydim!" arkamı dönüp pencereye ilerledim. Helen'in hareketlendiğini hissetsem de ona dönmedim. "Yüz ifademin ne kadar utanç verici olduğunu düşünemiyorum, ah bir de aptal gibi kıskanç olmam!" ayağımı yer vurdum. Odadan çıkmak istediğini ayak seslerinden anladığımda, bari son soruma cevap versin diye arkamı döndüm. "Yaptığım o kadar mı utanç vericiydi?" sorumla karşımdaki koyu kahverengi gözleri izledim.

"Bence değildi. Kıskançlığın da çok güzeldi bence." sözleriyle bakışlarımı ondan alıp arkasına odakladım. Odadan çıkan Helen'le göz göze geldiğimde peçesinin altından bana gülümsedi. Hemen sonra da el sallayarak odanın kapısını kapattı. Bu adamın sessizlikte iyi olduğunu daha önce söylemiş miydim? Söylemediysem kendisini fark ettirmemede çok iyi!

"Edgard." diyebildim en sonunda. Helen'in çıktığı kapıya bakmayı bırakıp kafamı eğdim. Bu kız arkadaşım mıydı yoksa bir hain mi? Neden geldiğini bana belli etmedi!

"Tek kötü olan yanı aniden benden kaçmaya çalışman." dedi. Yakınıma doğru ilerlediğinde geri adım attım. Biraz önce önünde birini öldürdüm ama şu an ölen kızın yerinde avmışım gibi hissediyorum. "Hele de Isabella'yı bahane edip kaçman, fazla şirindi." kafamı kaldırıp ona baktım. Duvara yaklaşmış olsam da duvarla aramda bir iki adım vardı. Bu yüzden daha fazla geri gitmeyi bıraktım.

"Şirin, gerçekten mi? Şirin olduğumu düşünmüyorum." ona karşılık verme isteğime engel olamayarak. Beni duyduğu anda yüzündeki gülümseme daha da arttı.

"Öyle mi bence çok şirindin."

"Bana şirin demeyi bıraksana!" beni bilerek kızdırıyordu. Ve ben de ona ayak uyduruyordum. Normalde ona bu fırsatı vermezdim ama şirin olduğumu söylemesi beni kızdırıyor.

"Bunu bırakamıyorum, o kadar..."

"Sakın!"

"O zaman ne demeliyim sana?" yüzüme doğru eğildi. Bunu yaptığında dik durdum. Sanki biraz önce ondan uzaklaşan ya da daha önce ondan kaçmamışım gibi. "Ciddi ciddi düşünüyorsun." sözleriyle gözlerine baktım. "Gerçekten de..." sustu. Gözleri büyük bir gülümsemeyle izledi.

"Onun devamında şirin olursa seni de avlarım!"

"Avlasana, eğlenceli olur."

"Bundan zevk almasana!" yanından geçtim. Kanepelere doğru ilerlediğimde o da arkamdan ilerledi.

"Üzgünüm, böyle şeyler beni heyecanlandırıyor."

"Gerçekten mi? Birinin seni avlaması eğlenceli mi?"

"Birinin değil, senin! Başka biri olsaydı ben değil o benim avım olurdu." gözleri aniden öldürme istediğini yansıttı. Bunu yaptığında onu dikkatli bir şekilde izledim

"Peki bu kana susamışlığını tam olarak neyle bastırıyorsun?"

"Önlerde savaşarak ya da biri ailemin canını sıktığında onu ortadan kaldırarak." sakin cevap vermişti. "Peki sen nasıl bastırıyorsun, bunca zaman kimseye zarar vermeden durabildin?"

"Hakkımdaki her şeyi öğrenmeden duramıyorsun değil mi?"

"Evet, bilmediklerimi de sen bana anlatırsın diye umuyordum. "

"Anlatırım, ne bilmek istiyorsun?"

"İlk kimi öldürdün?" sordu. Gözlerindeki heyecanı saklamadan. Bunun için gerçekten de heyecanlanmıştı ama ben o kadar da heyecanlı sayılmazdım. Bu yüzden sessiz kaldım. "Sormamam gereken bir şey miydi?"

"Galiba." sessizlik içinde kanepeye oturdum. O da hemen yanıma oturdu. Gözlerini benim üzerimden ayırmadı. Yanlış bir şey olup olmadığını anlamak için. "İlk öldürdüğüm kişi kendi kişisel şövalyemdi."

"Şövalyen mi?"

"Evet, ne kadar küstahça değil mi? Beni koruyan birini öldürmem."

"Bir nedeni olmalı! Sana karşı bir hatası olmuş olmalı." benim bir anda değişen halimden çıkmam için. Bu yüzden gözlerine doğru baktım. Beni önemsiyor ve bu hoşuma gidiyor.

"Hatası yoktu, tam tersine o beni korurken ben onu öldürdüm." sustuğumda konuşmadı. Buna karşı beni savunacak bir şey söyleyemedi. Söylenecek ne vardı ki? Seni koruyan birini öldürüyorsan bu seni arkadan bıçaklayan hainden başka bir şey yapmaz. "Bir hainden farkım yok değil mi?" sordum. Sessizlik içinde gözlerimi izledi. Bir şey söylememesinin verdiği tuhaflıkla ayağa kalktım. "Gidip Isabella'ya bakacağım, pek iyi görünmüyordu."

"Kimberly..."

"İzninle." daha fazla konuşmamak için. Odadan hızlı ama benim için yine de yavaş olan adımlarla çıktım. Kapıyı kapattığımda onun aynı yerde oturmaya devam ettiğini gördüm. Böyle durumları mahvetmeye bayılıyorum. İnsanların bana yaklaşması ve beni tanıması sinir ediyor. Benim hakkımda bildiklerine rağmen yanımda durması hoşuma gidiyor ama karşılıksız ve benden bir şey beklemiyor olması sinirimi bozuyor.

Dün gece farkında olmadan ona karşı açıldım. Ve pişman değilim. Bir kez açıldığımda benim hakkımda olan biten her şeyi anlatıyorum ve daha fazlasını da anlatmak istiyorum. Bunda sorun yok ancak karşı taraf bana ne kadar katlanabiliyordu ki? Pek katlanamıyorlar. Onların standartlarını karşılayamıyorum. Ve bu durum Edgard için de geçerli. Onun için birçok şeyi karşılıyor olsam da güveni karşılayabilir miyim ki? Benim bir katil olmamı sorun etmiyor çünkü kendisi de katil ancak bir hain olmamı kaldırabilir mi ki? Hele de abisi ailesin ihanet etmişken!

Ya da ona varis vermeyen beni kabullenebilir mi? Bunu umursamadığını söyledi ancak Isabella'yla olan konuşmama bana bu hayatın nasıl işlediğini hatırlattı. Ve benim gibi biriyle beraber kalmaya devam ederse, hele de varisi olmadan hem onun hayatı hem de kendi hayatım katlanılmaz olacak! Belki bize karşı olanları öldürebiliriz ama bu nereye kadar devam edecek? Bu ne zamana kadar sürebilirdi!

• • •

"Majesteleri Düşes." ona baktım. Benim bakışımla, "Kaba davranışım için canımı bağışladınız, bu yüzden ben de size bir şey söylemek istiyorum." onu duyduğumda kahverengi gözlerini dikkatli bir şekilde izledim. "Bunu canıma karşı canınız hatta Majestelerinin canına karşı olarak görebilirsiniz."

"Ne demek istiyorsun?"

"Hemen sinirlenmeyin Majesteleri Düşes ancak bu söyleyeceklerim gerçekten canınızı sıkacak."

"O zaman susup oturmalısın." tekrar kapıya döndüm. Bunu yaptığımda güldüğünü duydum. Bunu umursamak istemedim.

"Yakın zamanda majestelerine varis vermezseniz canınızı almak için burada birçok suikastçı toplanacak." olduğum yerde durdum. Ona bakmadım sadece kapıyı izledim. "Biliyorsunuz ki Majesteleri İmparatorluk için tehlikeli konumda ve bu yüzden müttefikleri olarak bizler Majestelerinin bir varise sahip olması için elimizden geldiğince kadınlara yakın olması için elimizden gelen her şeyi yaptık. Ancak kendisi bunu defalarca kez reddetti. Ve siz de ona varis vermezseniz yeni bir kadınla... Majestelerine gerçekten bir varis verecek biriyle evlenebilmesi için size suikastçı gönderecekler."

"Bunu bu kadar kolay yapabilirler mi?" ona baktım. Sözlerime gülümsedi.

"Bunu yapmaya hevesli birçok kişi var Düşes."

"Öyle mi?"

"Evet, hatta örnek olarak öldürdüğünüz hizmetçi ya da aşırı yakınınızdaki bir hizmetçi. Kim olduğunun önemi yok. Herkes Majestelerinin bir varisi olmasını istiyor."

"Ve bunun için gerekirse beni öldürecekler."

"Evet!" hiç tereddütsüz. "Bunu sizin için söylüyorum Düşes, canımı bağışladığınız için."

"Peki ya başaramazlarsa ne olacak? Benimle evli kalmaya devam edip ben de hayatta kalmaya devam edersem, ne olacak?" sorumla sessiz kaldı. Etrafına baktı. Bunu yaptığında gülümsedim. "O zaman yakınımdakilere dikkat edip hayatta kalmam yetecek!"

"Evet, tabii adınızın çıkmış olması kullanılmazsa." sözleriyle arkamı dönmek üzereydim. Ona baktığımda yüzünde acı bir gülümseme vardı. Kafasını eğdiğinde, "Beni bağışlayın ancak çare tükenmez Düşes. Yeter ki onlara istediklerini vermeyin."

"Adımın çıkması... Bununla ilgili ne yapabilirler?" sesimde korku vardı. Saklayamadım. Hakkımdaki gerçeği açığa çıkartamazlardı, öyle değil mi?

"En basit yoluyla sizi bir..."

"Ne?" sesimi yükselttim. Bunu yaptığımda öksürdü.

"Bunu sözleri söylediğim için beni bağışlayın ancak... Bir f*hişe olduğunuza dair." sözleriyle gözlerimi ondan ayırmadım. Yani çocuğumun olmamasından ötürü hakkımdaki söylentileri böyle mi kullanacaklar? Peki ya oluyorsa ve sorun ben de değilse, yine de ben mi suçlu tutulacağım! "Özür dilerim Düşes ancak bu sadece başlangıç olacaktır. Majestelerinin uygun biriyle beraber olabilmesi için."

"Bu kadar ileriye gidemezler. Ben onların Düşesiyim!"

"Evet, ancak teyzem de babamla evli ve birbirlerini seven soylulardı Düşes. Sadece çocuğu olmadığı için annemle evlenene kadar." sözleriyle kafamı eğdim. "Bizler kadınız Düşes. Bizlerin burada hakları sınırlıdır. Ne kadar üstte olursak o kadar insan muamelesinden uzak tutuluruz. Ve sözlerimiz bir hayvanın haklarından daha aşağıda kalır." sessiz kaldım. Kafamı eğdiğimde, "Bunu dikkatli olmanız için söylüyorum Düşes. Ben de bir kadınım siz de... Ve siz beni hatalarıma rağmen hayatta bıraktınız. Yerinizde başka biri olsaydı belki de o okun beni öldürmesine izin verirdi." sessiz kalmaya devam ettim. Tek kelime edecek durumda değildi.

"Beni uyardığınız için teşekkürler." bu sözleri bile zar zor kurabilmiştim. Zar zor. Hayatta kalmak bir kadın için ne kadar zordu. Bunu bu adamın yanındayken gerçekten de unutmuşum. Annemin neden bana o yüzüğü verdiğini. Bizler insan olarak görülmüyorduk ki? Belki de Dük de kötü bir hayat yaşamasaydı o da bu gaddar insanlar gibi olacaktı.

Belki de evli olduğum adam da o adam kadar iğrenç olacaktı! 

Bölüm Sonu

Hatalar belki de eksikler olabilir. Düzenlemek için zamanım yoktu. Bu yüzden bununla idare edin ve iyi okumalar.

Bölüm hakkında ne düşünüyorsunuz?

Bạn đang đọc truyện trên: AzTruyen.Top