Bölüm 6

6. Bölüm | Kimberly Rodney

Yatağa kendimi bırakıp karşımda duran kapıyı izledim. Hemen sonra da yanımda duran yastığı alıp yatağa yüz üstü bıraktım kendimi. Yastığı yüzüme basıp çığlığımı tutmayı bıraktım. İnanamıyorum! Ben... Ölümden döndüm biraz önce. Biraz önce koskoca Dük'e ağır hakaretler ettim ve yetmedi... Buna nasıl cesaret ederim ben! Elimi kesmez, öyle değil mi?

• • •

Belimi tuttuğunda onun yakınlığının verdiği rahatsızlıktan dolayı kendimi kasmaktan alıkoyamadım. Neden birdenbire belime sarıldı? Elimi göğsüne koyup onu benden uzak tutmak istedim o zaman da elimde eldivenim olmadığını o zaman fark ettim. Biraz önce direkt benimle temas etmişti! Bu süre zarfında benimle temas içindeydi. Neden hâlâ beni tutuyor.

Korkunun verdiği heyecanla elimi kaldırdım. Elimin çıplaklığını umursamadan ona tokat atmak istedim. Nedensiz, daha çok içgüdüsel bir şekilde onu kendimden uzak tutmak için yapmıştım bu hareketi. Ama o kaldırdığım sağ elimi sol eliyle tuttu. Bileğimi sıkarken yüzüne sinirli ifadesini yerleştirdi. "Bırak beni!" dediğimde bileğimi daha fazla sıkmadan bıraktı. Belimi bırakmadan önce de geriye bir iki adım attı. Ben de farkında olmadan ona ayak uydurdum. Beni tamamen bıraktığında kontrolsüz olan nefesimi düzene sokmaya çalıştım. "Siz..." söze başlamak istedim ancak o konuşmaya başlayınca susmak zorunda kaldım.

"Ukala ve egolu olduğumu söylüyorsun ama senin kadar nankör birinin yanında bu özellikler hiçbir şey olmalı." dediğinde onu anlamadım. O da anlaşılmak istemeyerek arkasını döndü. "Bencil olmak kadınların ortak özelliği olmalı." mırıldandığında onu anlamadım. Bulunduğumuz kattaki koridorun sonundaki odaya doğru ilerledi. Ben ise ne olduğunu anlamayarak arkamı döndüm. Ben mi nankörüm? Bencil miyim ben?

Arkamı dönmemle sadece bir iki adım uzağımda duran merdiveni gördüm. Hemen sonra da onun beni bırakmadan önce geri çekilmesini anımsadım. Aklıma gelen düşünceyle arkamı dönüğümde o çoktan odaya girdi. Tekrar merdivene dönüp aralanan ağzımı sol elimle örttüm. Ben biraz önce bana yardım etmesine rağmen ona tokat atmaya çalıştım. Az kalsın düşüyordum ve o beni kurtardı ama ben aptal gibi ona bağırdım ve vurmaya çalıştım.

• • •

Yastığı bırakıp sırt üstü durdum. Odaya girdiğim andan itibaren yastığı ısırmaktan ağzımda oluşan tuhaf hisle doğruldum. Köşede ne olduğunu anlamamış ama beni bekleyen Ursula'ya baktım. Yüzümdeki acı verici ifadeyi gördükçe korkuyordu. Onun korkuyla bakan ifadesi biraz önceki halimi anımsattığında tekrar yastığı alıp yüzüme bastım. Çığlık attığım da Ursula'nın sesini duydum.

"Madam böyle yapmayın, kendinize zarar vereceksiniz." düşünceli ses tonuyla yastığı daha fazla yüzüme bastım. Ama bu sadece üç saniye sürdü. Nefessizlikle yüzümden yastığı çekip yatağın ucunda duran Ursula'ya baktım. Daha önce de tenimle temas etmişti neden bu kadar aptallık yaptım ki ben! Sadece... O an neden aniden bana dokundu ki! Tamam mecburdu ama neden beni uyarmadı. Ona vurmaya kalkışmazdım. O aniden bana dokununca korktum. Orada kimse yoktu bu yüzden kendimi korumak istedim.

"Ursula, biri sana yardım ederken sen onu yanlış anlayıp ona zarar vermeye kalkışsaydın ve sonra da o sana kızgın sözler sarf edip gitse ama hemen sonra da sen hatalı olduğunu fark etsen... Böyle bir durunda ne yapardın?" sorumla beni anlamaya çalışan gözleri boş boş bakmaya başladı. Uzun cümlemi anlamadığını anlayarak kendimi geriye bıraktım.

"Yanlış anladığım kişi arkadaşımsa ondan özür dilerdim." birden bu cümleyi duyduğumda doğruldum.

"Yani ona kıracak şekilde davranmana rağmen bu davranışı telafi etmek için özür yeter mi?"

"Eğer arkadaşımsa onun sevdiği bir şeyi yapar ve ona verirdim ve sonra da özür dilerdim." dediğinde gözlerimi kıstım. "Majesteleriyle kavga mı ettiniz yoksa Madam?" sorusuyla gözlerine doğru baktım. Böyle bir şey sorarsam tabii beni anlar!

"Hayır, sadece bir roman okuyordum... Acaba onun yerinde olsam ne yapardım diye düşündüm." sözlerimle ciddi bir şekilde beni izleyen gözleri parıldamaya başladı.

"Ah, o zaman bu romandaki kahramanlar sevgili olmalılar." dediğinde sadece kafamı salladım. Böyle anlaması daha iyi. Gidip de bu konu hakkında dedikodu çıkartamaz. "O zaman onlar sevgililerse, onun için bir mendil ve biraz kurabiye yapıp hediye ederse belki bu durumu düzeltebilir." dediğinde dalgınlığımdan kurtulup ona baktım. Sevgili değiliz, gerçek mana da olmasa da karı kocayız.

"Sevgili olup olmadıkları belli değil, çıkar ilişkisi gibi bir şeydi onların ilişkisi. Yani bu tuhaf kaçmaz mı?" sorumla kafasını kaldırıp tavanı bir süre izledi. Düşündü.

"Kaçabilir ancak bunu yapmazsa ya da buna benzer bir şeyler yapmazsa ondan nasıl af dileyecek? Sonuçta kimse bir özürle affedilmez." dediğinde ona ciddi bir suratla baktım. Bakışımı fark etmesiyle kafasını eğdi. "Çok ileriye gittim Madam, bağışlayın beni." dediğinde sadece kafamı iki yana salladım. Haklı kuru bir özrü kim kabul eder? Ben etmem! Ve o da etmez.

"Kuru bir özürle kimse affedilmez, doğru. Neden kuru bir özür diliyorsun o zaman?" sorumla kafasını kaldırıp çekinerek gözlerime baktı.

"Ne yapmamı istersiniz Madam?"

"Bilmiyorum, daha sonra senden bir şeyler isterim." dediğimde sadece kafasını sallayarak karşılık verdi. "Şimdi çıkabilirsin." onay verip odadan çıktı. Onun çıkmasıyla kendimi tekrardan yatağa bıraktım. "Aslında özür falan dilememe gerek yok, sonuçta biz evli sayılmayız." kollarımı iki yana açarak gözlerimi kapattım. Ona karşı tavrımı hatırlayarak doğruldum, "Ben bencil falan değilim!" elimi saçım geçirdim. "Ann, keşke burada olsaydın. Ne yapmam konusunda bana yardım ederdin." iç çekip etrafı izledim. Neden Ann'i buraya getirmeme izin vermiyor anlamıyorum. Glenn'e izin verdiği gibi ona da izin verebilirdi.

• • •

Akşam yemeği için yemek odasına girdiğimde orada sadece Penelope vardı. Benim girmemle bana gülümseyerek baktı. Samimi olmaya çalışıyordu. Daha önceki gibi olmamak için daha samimiydi. Sonuçta hoş olmayacak bir ithamda bulundu. Ve şimdi de uzun süre göreceği bu yüze karşı iyi olmaya çalışıyor. Ne kadar Dük'ün kız kardeşi de olsa ben Düşes'im. Hiyerarşide üste sayılıyorum.

"İyi akşamlar." dediğinde sessiz bir şekilde kafamı salladım. Odaya istemsiz bakınarak onu aradım. Bu odaya her girdiğimde bu adamı göremeye alışığım şimdi olmaması tuhaf. Benden kaçtığını sanmıyorum, eğer isterse odamdan çıkmamamı bile sağlardı. Acaba mühim bir durum mu var? "O dalgın bakışlarından abimi aradığını düşünüyorum." sözleriyle odaya bakınmayı bırakıp ona döndüm. Hemen sonra da masa da konulu iki tabaktan boş olana doğru ilerledim.

"Hayır, sadece onu göremediğim için şaşırdım." dediğimde kafasını sallayarak hemen köşedeki tek sandalyeye dokundu. Masanın ucundaki ve Edgard'ın oturduğu yeri gösterdi.

"Yeni evli olduğunuz için bu sana karşı şaşırtıcı olmuş olmalı ama buna alışmalısın." dediğinde onun gösterdiği yere oturdum. Bunu yaptığımda hizmetçiler hazırda beklediklerini belli edercesine hareketlendiler. Onlara kısa bir bakış atıp ona dönüm.

"Neye alışmalıyım?"

"Abimin bir anda yemeğe katılmamasına." gözlerim ondan ayırmadım. O zaman durumun kesinlikle benimle ilgisi yok ama neden ki? Neden yemek yemek için gelmedi? Odasına istetmiş olmalı. "Komşu imparatorlukla, bizim imparatorluk arasında sorun çıkmaya ve savaşın olma ihtimali yüksek olduğu durumlarda yemek için dahi olsa odasından çıkmaz. Dosyalara gömülür ve yarınki işlerinin çoğunu akşamdan bitirir ve yarına oluşturduğu boşlukta ise seçkin Rodney şövalyeleriyle düello yapar. Tabii, bu genelde Arthur olur."

"Çok yoğun yani."

"Evet." dediğinde ona bakmayı bırakıp tabağa baktım. Acaba şu an yemek yiyor mu? O yoğunlukta ne kadar yemek tüketebilir ki? Ah, şu an kesinlikle aç karnına çalışıyor olmalı! "Ne düşünüyorsun?"

"Hiçbir şey!" aniden çıkıştığımda şaşkın bir suratla bana baktı. Onun bakışının verdiği utançla gözlerimi ondan aldım. Hemen sonra da hazırda bekleyen hizmetçilere baktım. Bekliyorlar? Ah, doğru ya! Edgard solmadığı için şu an benden emir alıyorlar. "Yemekleri dağıtın." biraz önceki yaptığımı yapmamış gibi sayarak. Benim emrimle harekete geçtiklerinde ona göz ucuyla baktım. Beni dikkatli bir şekilde izliyordu. Bu sebeple gözlerimi ondan alıp karşıya doğru baktım. Bunu yaptığımda iki şövalyeyi gördüm. Birisi Glenn'di ve diğeri ise... O Edgard'ın yanında gezdirdiği şövalyeydi. Sanırım Penelope'nin bahsettiği Sör Arthur. Bu adam burada olduğuna göre kardeşi için burada bekliyor olmalı, sonuçta buradaki en güvenilir adamı o olmalı yoksa Penelope'yi yakın olacak başka bir adamı burada bırakmazdı. Glenn ise benim şövalyem ve ona dokunamaz zaten.

• • •

Yemek sonlandığında belki o da gelir umudum tamamen yok oldu. Penelope'nin sözlerinin doğru olduğunun farkında olsam da yine de belki gelir diye arada bir kapıyı kontrol edip durdum. Hatta bir ara o kadar çok oldu ki Penelope sorular sorup durdu. Ben de sorulardan kaçmaya çalışarak kısa cevaplar verdim.

Yemek sonrası Penelope'nin sorularından kaçmak için onunla vedalaşıp oradan hızlı bir şekilde ayrıldım. Odadan ayrıldıktan sonra peşimde Ursula ve Glenn'le beraber odama doğru ilerledik. Odaya yaklaştığımızda kapının önünde durup ikiliye döndüm. Glenn'in bunu tuhaf karşılayacağını umursamadan Ursula'ya döndüm.

"Majestelerinin odasına yemek götürüldü mü?" sorduğumda Glenn kaşlarını kaldırarak merakla beni izledi. Bakışını umursamamaya çalışarak Ursula'ya odaklandım.

"Ah, bildiğim kadarıyla Majesteleri kimsenin kendisini rahatsız etmemesini istemiş." dedi. Bunu duyduğumda onun kesinlikle aç bir şekilde çalıştığının farkına varmış oldum. İsteyeceğim şeyin tuhaflığıyla alt dudağımı ısırdım.

"Tamam, o zaman Dük için akşam yemeği hazırla ve getir."

"Ama Madam!"

"Sorun yok getir, ben götüreceğim." dediğimde tereddütle bir süre gözlerime baktı. Ama bu uzun sürmedi. Sadece birkaç saniye öyle kaldı. Benim götüreceğimin verdiği güvenle beni onaylayıp arkasını döndü ve koridorun sonundaki merdivenlere doğru ilerledi. Onun gidişiyle beni dikkatle izleyen adama baktım.

"Ne oluyor?" sorusuyla biraz önceki gibi alt dudağımı ısırdım. Ama bu sefer diğerinden sert olduğu için canım yandı. Acıyı umursamamaya çalışarak derin nefes aldım.

"Bugün ona karşı biraz kaba davrandım, bu yüzden ona iyilik yapmak istiyorum." sözlerimle güldü.

"Sen? Bir erkeğe kaba davrandın diye gidip akşam yemeği götüreceksin, sen yapacaksın?"

"Sen beni mi sorguluyorsun? Nasıl bir şövalye sahibini sorgular!" sesimi çok hafif yükselttim. Ama onun sözlerimle ciddileşen suratından dolayı kendimi toparladım. "Bana yardımcı olduğu sırada bu hatayı yaptım! Bu hatamı telafi etmek istiyorum çünkü ailemin kellesi ve benim kellemin yerinde olması lazım." dediğimde ciddi bir yüzle beni izledi. Hemen sonra da güldü.

"Haklısın, bu seferki adam bir Dük, kolay kolay ona zarar verecek bir davranışta bulunmamalısın yoksa..."

"Kellem ve kellelerimiz gider. Biliyorum!" dediğimde sadece kafasını iki yana salladı.

"Bir an bir erkeğe merhamet gösteriyorsun falan sandım. Ölmeden bunu da gördüm, diye şükür edecektim."

"Ne yani şu anki halim kötü mü?"

"Hayır, sadece... Erkekler konu oldu mu..." derin nefes alıp cümlesinin sonunu düşündü. "...Sadece bu konuda biraz fazla merhametsiz oluyorsun!" uyardı. Onu duyduğumda iç çektim. Haklı. Konu bir erkekse haklı veya haksız benim için haksız sayılır. Ve bu durumda ben hata yapıp bir erkekten özür dileyeceğim? Asla böyle bir hata yapmam! Ben sadece aileme zarar gelmesin diye Edgard'ın gönlünü alacağım. Sadece ailem için bunu yapacağım yoksa benim bu adama kalkıp da hizmet edecek halim yok!

Kapıda nedensiz bir şekilde uzun bekleyişimden sonra Ursula geldiğinde ondan tepsiyi alıp başımda bekleyen Glenn'den kurtulmak için hızlı adımlarla üst kata çıktım. Kimse rahatsız etmesin, demiş ancak şu an ondan özür dilemezsem rahat bir şekilde uyuyamam.

Üst kata çıktığımda şövalyelerden biri karşıma geçti. Beni durdurmak istediğini açık hareketlerinden anlayarak elini kaldırıp hareket etmesini engelledim. "Beni durdurmayı aklının ucundan geçirme, çekil şimdi."

"Ama Madam?"

"Aması falan yok, Düşesini bir hiç olarak mı görüyorsun yoksa?"

"Hayır Madam, ben..." sustu. Ne diyeceğini düşündü ama söyleyecek bir şey bulamıyordu. Bana karşı gelmeye cesaret edemiyordu sadece." Buyurun Madam."

"Aferin!" dediğimde kafasını eğdi. "Bu şekilde durma, sanan zorluk çıkartıp geldiğimi söylerim." dediğimde kafasını kaldırıp bana baktı. Bana baktığında ben de ona bakmayı bırakıp koridorun sonuna ilerledim. En sondaki odanın önündeki kalabalıktan sonun orada olduğunu tahmin etmek zor değildi. Kapıya yaklaştığımda şövalye bir süre tereddütte dursa da fazla oyalanmadan kapıyı benim için açıp geri çekildi. Onun çıkmasıyla içeriye adım attım. Ve hemen sonra sinirli bir iç çekiş duydum.

"Kimseyi odaya almayın lafını nerenizden dinliyorsunuz!" sesini yükseltti. Ama hemen sonra gözleri şaşkın bir hal aldı. Beni beklemediği bakışlarında fazlasıyla belli oluyordu. Bu bakış sadece üç saniye sürdü. Üç saniye sonra kendisini eski haline getirdi. Gözlerindeki şaşkınlık soğuk bakışlarla perdelendi. Neden buradasın, der gibi bakmaya başladı. Bundan kaçınmak istesem de gözlerimi ondan çekmeyip odaya tamamen girdim.

"Kimseyi almak istemediğini söylediler, ben onları zorladım." dediğimde kapanan kapıya baktı. Orada birine bakındı ama kapı kapandığı için bir şey göremedi. Bu yüzden gözleri tekrar beni buldu. Bana baktığında, "Yemeğe gelmedin, bu yüzden aç olacağını düşündüm."

"Aç değildim, yemiştim." dediğinde etrafıma bakındım. Herhangi bir yemek yenildiğine dair işaret aradım. Ancak bunun yerine sadece dosyalar ve kitaplarla dolu bir odayla karşılaştım.

"Tabii, kitaplar ne zamandan beri yiyecek yerine geçiyor?" dalga tonuma engel olamadım. Ona baktığımda gözlerinde şakamı fazla ciddiye aldığını gördüm. Boğazımı temizlemek maksadıyla kısa bir öksürük bıraktım ortaya. "Sadece bir şakaydı... Ah, boş ver." deyip ona doğru ilerledim. Kalabalık masaya iç çekip etrafıma bakındım. Biraz önceki gördüğüm koltuk takımını aradı gözlerim. Sol tarafta kitaplığın önüne durulmuş takımı gördüğümde o tarafa ilerledim. Boş bırakılmış bir masanın verdiği ferahlıkla masaya tepsiyi bıraktım.

"Sana aç olmadığımı söyledim, al onu ve odayı terk et!" sesi yüksek değildi ama sinirliydi.

"Ben de saçmalamamanı söylüyorum! Yemek yemeden nasıl çalışacaksın?"

"İhtiyacım yok, dedim. Aç değilim lafından ne anlıyorsun sen?"

"Aslında aç olduğunu. Hadi kalk!" dediğimde gözlerini kapattı.

"Beni oyalıyorsun!"

"Hayır, bugünkü yaptığım aptallık adına özür dilemeye ve seni beslemeye geldim." sözlerimi duyduğu anda gözlerini açıp bana baktı.

"Beslemek? Hayvan mıyım ben?"

"Sana öylesin, diyen mi oldu?" sorduğumda sessiz bir şekilde beni izledi.

"Ne kadar uzatacaksın?"

"Sen gelip yemek yiyene kadar. Ah, bir de özrümü kabul edene kadar." dediğimde kafasını iki yana salladı.

"Sabaha kadar burada kalacaksın yani?" sordu.

"Gerekirse evet!"

"İyi o zaman." tekrar önündeki kağıtlara döndü. Bunu yaptığında kendimi kanepeye bıraktım. Etrafıma kısa bir bakış atıp ona baktım. Gözlerimi ondan ayırmadan bana bakmasını bekledim. Bana baktığı anda buraya gelip yemek yemesini isteyecektim ancak bana bakmadan sadece eline aldığı kâğıt ve almaya devam ettiği diğer kâğıt parçalarıyla ilgilendi. Bu durum biraz sıkıcı olmaya başladığında kafamı kitaplığa çevirdim. Belki okunacak bir şeyler vardır diye ama sadece bilgi içerikli kitaplar vardı. Bu kitapları okursam daha çok sıkılırım. Ama odada da başka yapacak bir iş yok. Acaba kitaplara dokunmama izin verir mi?

Ona döndüğümde kafasını kaldırmadan aynı pozisyonda durmaya devam ediyordu. Ama bu sefer önündeki kâğıt yığını bir taraftan başka bir tarafa oluşturuluyordu. Onun sağındaki yığın hâlâ bakmadıkları ve solundaki ise baktıklarıydı. Sağı az olsa da gece boyunca bitmeyeceği barizdi. Ve o da işleri bitmeden kesinlikle bana bakmayacaktı. Hâlâ bana kızgın olduğu için mi yoksa artık benden bıktığı için mi bana bakmasa da benden rahatsız oluyordu. Ya da belki işlerin yoğunluğu onu rahatsız ediyordu.

"Majesteleri?" seslendiğimde bana bakmadı. Ancak küçük bir mırıltı çıkartarak beni dinlediğini belirtti. "Sanırım gideceğimi söylerim diye konuşmamı istedi. "Kitaplığınıza bakabilir miyim?" sorumla bana bakmadı ama kafasını kaldırdı. Bakmak istiyor gibiydi ama kendine engel olup kafasını tekrardan kâğıt parçalarına çevirdi. "Majesteleri?" seslendim. Beni duyduğunda susmamı istiyor gibiydi.

"Bu susmanı sağlayacaksa, bakabilirsin." dedi. Pek istemiyordu aslında ama konuşmam bile onu rahatsız ettiği için kitaplarına bakmama izin verdi sadece.

"Teşekkürler Majesteleri." dediğimde sadece kafasını salladı. Onun sessizliği artık sinir bozucu geldiği için ayağa kalktım. Karşımda duran kocaman kitaplığa ilerledim. Kitapların üzerine yazılmış isimleri okudum. Sıkıcı birkaç isim vardı. Hep tarih ve savaş üzerineydi. Ve tabii bilimle ilgili kitaplarda vardı. Ama hepsi benim ilgi alanımın dışında duruyordu. Buraya bakmak ona bakmaktan daha iyi olduğundan korkutucu isimlerle katlanarak bir kitap aradım. Belki düzgün bir şeyler bulurum diye. Ve biraz sonra kitaplar arasında küçük bir şifa kitabı olduğunu fark ettim. Elimi ona koyup geri çektim. Kalın deriden kitap çok dikkat çekici bir yeşile sahipti. O kitapla beraber tekrar kalktığım yere ilerledim.

Kitapta sadece bitki adları değil o bitkilerle ne yapılırsa ne sonuç elde edileceği yazıyordu. Fazla dikkat çekici ve güzel çizimlere de sahipti. Çiçekler kullanılırken karışıklık olmasın diye detaylı çizimlere sahipti. Bu yüzden sayfaları çevirirken çizimleri dikkatli bir şekilde izledim. Bitkilerden çoğunun zehir yapımını anlatıyor olması dikkatlimi dağıttığı için hızlı bir şeklide sayfaları geçip durdum. En sonunda dikkatimi çeken bir bitkiyle karşılaştığımda sayfayı çevirmeyi bıraktım.

Edgard'a döndüğümde hâlâ işiyle ilgileniyordu. BU yüzden onu daha fazla rahatsız edersem beni kovacağını düşünerek dik durdum. Etrafıma bakınsam da bir şey bulamadığım için yine alt dudağımı kemirmeye başladım. Bu fazla alışkanlık verdiği için ne yapacağımı bilemediğim anda yaptığım bir hareket oluverdi. Şimdi ise ağzıma kan tadı gelmeye başladı. Aşırıya kaçtığımın farkında olsam da bunu yapmaya devam ederek önüme döndüm. Sayfa sayısına bakıp kitabı kapattım. Bunu istersem bana verir mi acaba?

Onu bir süre tereddütle izlesem de ona soru sormaktan çekinip durdum. Hele de yaptığımdan sonra zaten arsız gibi onun yanında duruyordum. Başka bir arsızlıkla beni kovmasına rağmen buradayım. Bunu sormam da iyice fazlaya kaçar. Kitabı masaya bırakıp arkama yaslandım. Bu hareketimle uykum biraz daha ağır gelmeye başladı. Bu yüzden kitabı tekrar alıp okuduğum sayfayı geri açtım. Sayfada yazan bitkinin ne işe yaradığını okuyup durdum. En azından bu kitabı isteyemesem de bu bitkinin ne işe yaradığını kafamda tutabilirdim.

Yazıları okudukça uykum daha da artıyordu. Bu yüzden gözlerimi açık tutmak düşündüğümden daha zor olmaya başladı. Ben uykularımı pek kaçırmazdım. Genel olarak belirli bir saatte yatar uyanırım. Ama şimdi bu saati geçmiş olmalıyım. Uykum o kadar ağır arttığında kitabı göğsümün üzerine bırakıp kafamı geriye uzattım. Bu hareketim gözlerimin ağırlaşmasına sebep oldu. Oluşan göz kapağımdaki ağırlığa karşı koymadan gözlerimi kapattım. Bunu yapmamla uyku ve uyanıklık arasında gidip gelmeme sebep olacak karşı koymayı devreye soktum.

Şu an onun yanında bu şekilde uyumam doğru olmayacaktı. Ayrıca burada uyursam bel ve boyun ağrımdan ölürdüm. Bu yüzden buna karşı koymam gerektiğini hissettiğim uyuşukluk hissiyle fark ettim. Fakat ne kadar kendimi zorlasam da bir süre sonra gözlerimi açtığımı sanmak yerine tuhaf bir şekilde daha da kapattım.

Uyku ve uyanıklık gittikçe arttığında gerçeklik algımı tam olarak kaybetmediğim için bir süre sonra birinin üzerimi örttüğünü sıcak bir hisle anladım. Sıcaklığa sarıldığımda başımın arkasındaki rahatsız edici his kayboldu. Bunun yerine kafam boşluk ve hemen sonra da sert olmasına rağmen yumuşak bir şeyle buluştu. Bunu ayırt edebiliyor ancak onu engelleme ya da başka bir hareket yapamayacak kadar vücudum uyuşmuştu.

Korkmaktan kendimi alamasam da bana dokunan kişinin tek amacını yumuşak yatakla buluştuktan sonra anladım. Yumuşak bir yatak ve hemen sonra yumuşak olmayı çabalayıp beceremeyen kapı sesiyle fark ettim. Gözlerimi bu sefer soğuk yatağın verdiği ürpertiyle açtığımda onun çıktığını görebilmiştim.

Hemen sonra ise odaya Ursula girdi. Yüzünde yorgunluk olmasına rağmen peşinde birkaç hizmetçiyle girmişti. Üstümü değiştirmelerini isteniş olmalı. Bu şekilde yatmaya devam edersem yarına kesinlikle yorgun kalkacağımı fark etmiş olmalı. Odasında beni umursamıyormuş gibi yapıyordu ancak tam tersi gibi duruyor. Ya da anlaşmasına zarar gelmesini istemiyor da olabilir. Her ne olursa olsun en azından beni o koltukta uyumaya bırakmadı. Bunun için bile daha önceki davranışım için fazlasıyla utanmalıydım.

Bölüm Sonu

Bạn đang đọc truyện trên: AzTruyen.Top