Bölüm 31

31. Bölüm

Taziye için toplanmış soylular arasındaydık. Herkes ölü bedenlerin bulunması hakkında konuşuyorlardı. Saraya girip hepsini parçalayan köpekler hakkında. Öyle miydi gerçekten de? Hayır, Cliff hariç hepsi bu şekilde öldüğüne dair süs verildi. Bir iki tanesi gerçek hastalıktan öldürüldü. Ve birkaç tanesi de bedenlerine zarar verilerek gerçek köpek saldırısı gibi gösterildi. İmparator bunun bir saldırı olduğunun farkındaydı. Ancak şüphe duyamıyordu. Duyamıyordu çünkü aralarında Edgard’ın tarafında olan insanlarda vardı. Kendi tarafımızdaki insanlardan kurtulmak doğru bir karar olmayabilir gibi görünse de doğru bir karardı. Aileler yüklü bir tazminatla cenazelerini aldılar.

“Düşes.” sözleriyle kafamı kaldırdım. “İyi görünmüyorsunuz, sizin için hekim çağırmalı mıyız?” sorusuna karşı kadını baygın gözlerle izledim. Yorgundum. Dün gece olanlardan sonra rahatlarım diye düşündüm ancak rahatlamak o kadar da kolay değildi. Onun ölmesi hiç olmadığı kadar beni mutlu etse de ondan sonra çıkması muhtemel sorunlar beni fazlasıyla zorladı.

“İyiyim Barones, sadece art arda gelen bu kayıplar beni yordu.” karşılık verdim. Hemen sonra da ilerimde duran kadınlardan biri gözüme çarptı. Gözyaşlarını tutmaya çalışsa da başaramıyordu. Sadece aldıkları cenazeyle yola çıkmak istiyorlardı. Çok belliydi. “Çok fazla kayıp verildi.”

“Ne yazık ki.” sözleriyle yanımıza gelen bir diğer kadına baktım. “Onların yerinde olmaya çok yakındınız. Gerçekten de çok şanslısınız.” sözlerine karşı kadına sadece tebessüm edebildim. Şanslıydım. Eğer Edgard beni oradan çıkarmasaydı hedefi ben olacaktım ve planımız başarısız olacaktı. Yine de her şeye rağmen yolunda bir plan oldu. İnsanlar orada öylece durmamdan ötürü bu durumun suçlusu değil kurbanı olduğumuzu düşündü. Edgard’ın da sadece kolundan yara alması sayesinde tüm odaklar biz değil karşı krallığa atıldı.

“Hanımlar.” sesiyle içimdeki karamsarlık az çok kayboldu. “İzninizle.” bana elini uzatan Edgard’ın elini tuttum. Bunu yaptığımda koluna girmemi sağlayarak kadınlardan son bir veda alıp ilerlememizi sağladı. “Solgunsun.” dedi. Buna karşı derin bir nefes alabildim. “Sadece biraz daha sabret, biraz sonra yola çıkacağız.” cevabıyla kafamı salladım. Benden almadığı yanıtlar için biraz tedirgin oluyordu. Bunu anlayabiliyordum ancak konuşabilecek durumda değildim. Sadece bu plan yüzünden kaybedilen insanlar için üzülüyordum.

“Buradan hızlı bir şekilde gidelim olur mu?” sorduğumda beni bekletmeden onay verdi. Gitmeden önce Herbert ve Fiona ablayı selamlamamız gerektiği için karşılama odasına doğru ilerledik. Buradaki birçok insanda bu sırayı bekliyorlardı. İçeriye girmeye yakın kadınlardan birinin konuşmasını duydum.

“O kız Başkente adımını attığında sorunları da beraberinde getiriyor.” duyduklarımı umursamamaya çalıştım. Ancak duyduklarım yüzünden hareket etmeyi de bırakmak zorunda kaldım. “Bilmiyor olmalısın, çıkışı için geldiği zamanda İmparatoriçe’ye büyük bir utanca soktu oysaki gözde olmayı başarabilmişti.”

“Onun yüzünden kızım gözde olamamıştı ve şimdi de yüzsüz gibi yine soruna sebep oldu.”

“Ah, evet. Sevgili kızımın saadeti onun yüzünden ne hallere girdi. Kesinlikle uğursuz bir kız.” ellerim titremeye başlamıştı. Haklılardı. Gerçekten de uğursuzdum. Çevremdeki inşaların hayatlarını mahvediyorum. En büyük örneği de Helen’di benim için. Onun hayatı da benim yüzümden mahvolmuştu.

“Kimberly, çok fazla umursuyorsun.” elimi sıktı. Ona bakmamı sağladığında dikkatli bir şekilde gözlerimi izledi. “Uğursuz olamayacak kadar bana uğur getiriyorsun.” sözlerine karşı gülümsedim. “Çok fazla dikkate almaman gereken insanları dinliyorsun. Bu yüzden sadece beni dinle ve kimseyi umursama.” 

“Peki.” karşılık verdiğimde gülümsedi. Ben de karşılık verdiğimde tekrar ilerlemeye başladık. Odanın önünde durduğumuzda haberci bizim girdiğimizi onlara bildirdi ve hemen sonra içeriye geçtik. İçeriye adımımızı attığımız anda onun öldürmek için yer arayan kinci bakışlarını hissettim. Bakmama gerek yoktu. Selam vermek için eğildiğimde ya da onlara doğru ilerlediğimizde hatta kafamı kaldırıp ona baktığımda bile saklamadı bunu. Fiona abla ise sakin gözleriyle bizi izliyordu. Yorulmuş duruyordu. Ayrılmak için gelen onca insanlar konuşup onlarla uğraşmak hatta yanındaki adamın kinciliğiyle gün geçirmek onu daha da yoruyor olmalıydı. Ancak ona yapabileceğimiz bir şey yoktu. Elimde olsaydı da onun ölmesini sağlayabilseydim ama yapamazdım. Fiona abla doğum yaptıktan sonra bunu yapabilirdim. Bu sayede hem Fiona abla hem de çocuğu düşmanları ya da yanlarında olan herkes tarafından desteklenmek zorunda kalacaktı. Onarın tarafından hayatta kalmış tek kan olabilecek. Ve Fiona ablanın hayatta kalmasını sağlayabilecek bir çocuk olacaktı.

Selamlama o herifin bana sunduğu kin dolu ve alttan da olsa laf yetiştirmeleriyle son bulduğunda odadan koşarak çıkmak istedim. Ama yapabildiğim tek şey yavaş adımlarla yürümek ve odanın sonunun gelmesini beklemek oldu. En sonunda odayı terk edebildiğimizde birinin bağırdığını duydum.

“Tüm suçlu sensin!” bağırma sesine döndüm. Bize doğru ilerleyen bir kadın gördüğümde anlamsız gözlerle etrafıma baktım. Kimdi bu kadında kolayca bağırabiliyordu? Bunun anlamsızlığıyla kadın bize doğru ilerledi. Edgard beni arkasına aldığında bir başkasının onu tutmasıyla beraber hareket etmeyi bırakıp küfürler etmeye başladı.

“Sen de kimsin?” soğuk çıkan sesimi umursamadan.

“Vikont Walker’ın nişanlısı Madam.” yanımda duran kadına baktım. Onu yargılayan bakışlarla izliyordu. Onun bakışlarına bakmayı bırakıp kıza tekrar döndüğümde sinirle bir kez daha bağırmaya devam etti. Kızıl saçları önüne düşüyordu ve gözleri de kehribar rengiydi. Bana böylesine benzeyen bir kızın onu savunması midemi bulandırıyordu. Kız kendisini tutanlara karşı da aynı sertliğini sürdürerek hakaretlerine devam ediyordu ancak sözleri bir önceki seferden daha şok edici olmuştu.

“Onu kışkırttın ve ölümü senin yüzünden oldu.”  dedi. Sözlerinin altında yatan anlam çok farklı yerlere gitmeye başladığında kızın yere diz çökmesini sağladılar. Ama bu onun susmasını sağlamadı. “Onu ayarttığın için böyle oldu. Senin gibi uğursuz bir kadın onun peşinde dolandığı için böyle oldu.” sözlerinin anlamını düşünmeden her geçen saniye daha çok bağırıyordu. Onun sözleri artık sınırıma gelmemi sağlamıştı. Beni tutan eli sıkmaya başladığımda öne doğru adım attım. Ancak ben bunu yaptığıma başka biri araya girdi.

“Seni zorla nişanlısı yapan adamı mı savunuyorsun kızım, kendine gel ve Düşesten özür dile!” sözleri ortamdaki sesleri yok etmiş ve gerginliği daha da arttırmıştı. Beyaz saçları arasında yaşına rağmen genç duran yaşlı kadın bana baktı. “Bu genç kızı affedin Düşes. Tahmin edeceğiniz üzere üzüntüsü düşünmesini engelliyor.”

“Üzüntüsüne rağmen hakaretlerini görmezden mi gelmeliyim?” sorumla kadın onun önüne geçerek eğildi.

“Haklısınız ancak bu genç kız düşüncesiz bir anne.” sözleri ortamdaki sessizliği bozdu. Fısıltılar artarken arkasında duran kıza baktım. Genç bir anne mi?

“Bununla kast ettiğiniz?”

“Evet, Düşes. Bu kız bir günah işlemiş ve evlenmeden Vikont Walker ile beraber olmuş.” gözlerindeki öfkeyle beni izliyordu. Anlamadığım şey söylediklerini kafasında mı uydurduğu yoksa midemi bulandıracak kadar iğrenç olan o düşüncem miydi?

“Beni bağışlamasına ihtiyacım yok, o pis kadının beni bağışlamasına ihtiyacım yok!” ardı ardına bağırdı. Sözlerinin ne kadar iğrençleştiğini umursamıyordu. Çevresindeki insanların onu küçümsüyor olmasını umursamıyordu. Önünde durduğumuz kapı açıldığında herkes o tarafa doğru baktı. Ancak ben sadece o kızı izliyordum.

“Ne oluyor burada?”

“Majesteleri, bu genç kız üzüntüsünden kafayı yemiş. Düşes’e ağır ithamlarda bulunuyor.” sözlerini duyduğumda arkama baktım. Biraz önceki kadının yanındaki adam söylemişti bu sözleri.

“Kafayı yemedim ben, bu kadın…” devamını getirmek istese de biraz önceki yaşlı kadın yere eğilip kızın kafasını eğdi. Bu sayede susmasını da sağlamış oldu.

“Majesteleri izin verin bu hadsiz kızın aklını başına getirmek için götüreyim.” dediğinde büyük bir sessizlik oldu. En sonunda yaşlı kadın alması gereken cevabı sessiz bir şekilde almış olmalıydı ki kızla beraber ayağa kalktı. Kızın ağzını kapatarak sürüklemeye başladığında peşinden şövalyelerde ilerledi.

“Düşes Rodney, beklenmedik bir karşılama aldınız. Kaybı için üzülmüş bu kızı Markiz Nancy’de olduğunun aksine görmezden gelin.” dediğinde iç çektim. Kardeşinin nişanlısı yani hamile olduğunu biliyor. Ancak evli olmadıkları için o çocuğu resmi olarak koruyamaz. Bunu da sözleriyle beni ya da Edgard’ı ikna ederek yapmak zorunda.

“Bu kararı o kızla konuştuktan sonra alacağım Majesteleri, tavsiyeniz için teşekkür ederim ve izninizle.” kafamla selam verip arkamı döndüm. O kızı götürdükleri yere doğru ilerlediğimde Edgard’da arkamdan ilerledi. Titrediğimi hissetsem de sakin kalmaya çalıştım. Kalabalıktan uzaklaşana kadar da sakin kalmak için çabaladım.

“Kimberly?” Edgard’ın sesiyle adımlarımı yavaşlattım. Kalabalık tamamen arkamızda kalana kadar ikimizde sessiz bir şekilde yürüdük En sonunda olması gerektiği gibi kalabalıktan tamamen uzaklaştığımızda, “Sadece düşünemeyecek kadar genç bir kız.” ne demek istediğini biliyordum. Sakin olmamı istiyordu çünkü o da benim düşündüğüm şeyi anlamıştı. Benim düşündüğüm şeyi o da düşünüyordu.

“Biliyorum ancak…” sustum. Ne demem gerektiğini bilemeyerek derin bir nefes aldım. “Kızın görünüşü sanki… Düşündüğüm gibi olmasını istemiyorum.” dediğimde elini saçıma geçirip göğsüne yaslanmamı sağladı.

“Sadece bir tesadüf olmalı.” düşünmek istemediğini ses tonundan anlayabiliyordum. Ben de bunun olmasını istiyordum, sadece bir tesadüf. Bunun sadece bir tesadüf olmasını istiyordum. Ancak korkum bariz bir şekilde düşündüğüm şeyin doğru olduğunu söylüyordu. Söylüyordu çünkü kanıtları vardı. O kızı buraya geldiğim andan itibaren bir kez bile görmememden. Bana olan kininden. Bunlardan anlayabiliyordum. Açıkça bana karşı onu doldurmuş olduğunu görebiliyordum. Reddetmek istesem de görebiliyordum.

Edgard en sonunda sakinleşmemi sağladığında o kızla konuşmak için getirildiği odaya tek başıma girdim. O kapıda kaldı. Yalnız konuşmak istediğim için bana karşı gelmedi. İçeriye girdiğimde yaşlı kadın onu sakinleştirmiş ve yanında oturuyordu. Benim içeriye girmemle yaşlı kadın tekrar kıza baktı. Onun tekrar kriz geçirip bana saldırmasından endişe duyarcasına kızı izledi. Ben de aynı şekilde kızı izledim. Ancak kız bunu yapamayacak kadar yorgun bir şekilde o kadının bacağında uzanıyordu.

“Düşes, kaba davranışı için lütfen onu bağışlayın o daha genç ve ne yaptığını bile bilmeyen bir çocuk.” sözleriyle kıza bakmayı bırakıp yalvaran kadına baktım. “Biliyorum hakaretleri çok ağırdı. Ancak o hamile ve…”

“Torunun mu?” sorduğumda sustu. Böyle bir soru yönelteceğimi beklememiş olmalıydı. Bu yüzden ses çıkarmadan kafasını salladı. “Kaç yaşında?”

“Yeni on dokuz oldu Düşes.” karşılık verdiğinde karşısındaki kanepeye oturdum. Dikkatli bir şekilde beni izliyordu. Yanlış bir şey yapmaktan çekiniyordu.

“Bu kadar genç bir kızı neden o adamla nişanladınız? İmparatorun kardeşi olduğu için mi?” sorumla telaşa kapılarak kafasını iki yana salladı. Elinin altındaki kıza hüzünle baktı.

“Küçük kızım Vikont Walker’ı sevdiğini söyledi, böylesine fark olan biriyle olmayacağını söyledik ancak bu istek İmparator tarafından da onaylatıldığı için yok diyemedik.”

“Senin yüzünden öldü.” sözleriyle genç kıza baktık. Gözlerini zar zor açıyordu ve sanki gençliğimi bana gösteren aynaya bakıyormuş gibi hissediyordum. Sadece bu kız hamileliğinden dolayı mı bilmiyorum çok daha kiloluydu.

“O kendinde değil, biraz…”

“Ben kendimdeyim ve biliyorum.” dedi. Doğrulmaya çalıştı. Kadın onu engellemeye çalışsa da bir şekilde kalkmayı başardı. “Sen yaptın değil mi?”

“Neden benim yaptığımı düşünüyorsun?” sorduğumda gözlerini açık tutmaya çalışarak bana baktı.

“O söyledi bana, senin onu baştan çıkarmaya çalıştığını. Bana benzerliğini kullanmaya çalıştığını. O bana her şeyi söyledi.” karşılık verdiğinde haklı çıkmanın verdiği mide bulandırıcı hisle kafamı eğdim. Tahmin ettiğim gibi o kızı kandırmıştı. Belki de birçok şeyle onu kandırıp yapmak istemediği şeylere zorlamıştı. O çok genç ve saf, birçok şeyle yönlendirilebilecek bir çocuk.

“Anlıyorum.” kafamı salladım. Hemen sonra da kadına baktım. “Bizi yalnız bırakın.”

“Ama…”

“Çıkmazsanız doğru bir karar verebileceğimi zannetmiyorum.” ona karşı kullandığım sözlerle baygın bakışlı kıza baktı. Kızın gözlerinde bariz bir korkuyla karnına sarıldı. Bebeğine zarar vereceğimi düşünmüş olmalıydı. Kadın ayağa kalktığında elini tuttu. “Burada kalmaya devam ederse kendin dışında onun ölümüne de sebep olursun.” sözlerimle mecburen ellerini bıraktı. Kadın odadan çıktığında ona yaklaştım.

“Ne yapacaksın, kıskançlığını bebeğimden mi çıkartacaksın?” sorduğunda sessiz kaldım. Sarıldığı karnını izledim. Gerçekten de aklını yıkamıştı. Ne söylediğini bile bilmiyordu.

“Neden bebeğinden çıkarayım? Eğer onu istiyorsam onu ya da bebeğini neden öldüreyim?” sorduğumda bacaklarını kanepeye çıkartıp kendisine çekti. Bunu yaptığında iç çektim. “Onunla kendi isteğinle mi nişanladın cidden. Senden on beş yaş büyük biriyle?” sorumla kafasını eğdi. Gözlerini sabit tutamıyordu. Yumruklarını sıkma şeklini gördüğümde, “Zorladı değil mi seni?”

“Hayır!” tepki verirken elini ensesine koyarak etrafını izledi. Gözleri kapıda dursa da benim üzerinde durdurduğum bakışlarımdan ötürü, “Benimle evleneceği için sorun olmayacaktı.” elini göğsünün üzerine koydu. Bunu yaptığında yanına oturdum. “Evlendiğimiz sürece sorun olmayacak, ailemden uzak kalacak. Bizi yalnız bırakacak.” elimi ona uzattığımda korkuyla elimi itti. “Şimdi böyle bir şey olmayacak, şimdi herkes bizi biliyor.” titremesi arttığında iç çektim. Ağlaması şiddetlendiğinde önüme dönüp arkama yaslandım. “Neden her şey bana karşı?” ağlaması arasında sorduğunda ona baktım. Kafasını dizlerine yaslamıştı.

“Bilmiyorum, sanırım iyi şeyler gelene kadar kötü şeyler geliyor.” bana baktı. “Şu anki de güzel şey değil mi?”

“Neresi güzel? Şimdi herkes bana bir f*hişe diyecek ve ben…”

“O pislikten kurtulmuş bir hayat yaşayacaksın ama.” dediğimde kafasını iki yana salladı. “Sence evlendikten sonra seni bırakacak mıydı?” sorumla burnunu çekti.

“Bırakacaktı, bırakırdı. Takıntılı olduğu bir kadın olduğunu biliyorum.” yumruklarımı sıktım. “O, o sadece onu umursuyordu. Sadece bebek için yanında durmama izin verdi.”

“Öyle mi?” bana baktı. “Beni sana ne diye tanıttı demiştin?” sordum. Ani soruma karşı burnunu bir kez daha çekti.

“Beraber olduğu kadınlardan biri olduğunu, ona takıntılı olduğunu ve elde edemediğin için ona kötü davrandığını söyledi.” sözlerini dinen gözyaşları arasında kurdu. Ezberlediği sözler olduğu çok belliydi. Burada olduğu zaman boyunca belki de daha önceden itibaren bunu onun kafasına kazımıştı. Oysaki kurduğu sözlerin mantıksızlığının farkında bile değildi.

“Demek öyle.” kafamı salladım. “Ona takıntılıysam neden bana benzeyen seni yanında tuttu?” bu sorum onu şaşırmıştı. Elimi ona uzatıp kızıl saçlarına elimi geçirdim. Önüne düşen saç parçaları arasında beni izledi.

“Sana takıntılı olan oydu.” soruma karşılık olarak. “Sana benzediğim için mi? Yani ben sırf sana benzediğim için mi?” nefes alışverişi düzensizleşmeye başladığında elimi saçından yukarıya çıkartıp yanına kaydırdım. Bana sarılmasını sağladığımda nefes almak için çabalamaya başladı. “İstemedim, istemedim.” zorla da olsa sadece bu kelimeleri söylemeye başladı.  Tekrar ediyordu. Kendisini sakinleştirmek için sesini olabildiğince çıkarmaya çalışıyordu. Nefes alışverişini alışık olduğu şekilde sakinleştirmeyi başardığında kıyafetlerime daha sıkı tutundu. “İstememiştim.” dedi. Onu yargılamamdan korkarak kurmuştu bu sefer. Belime sarılmasından ötürü ben de boynuna sarıldım. Kulağına yakın durduğumda söyleyeceklerimin beni ne kadar etkileyeceğini umursamadan konuştum.

“Ben de istememiştim.”  gözlerim yanmaya başladığında kafamı boynuna koydum. “O küçük yaşta deneyimlemeyi, istemediğim bir şeyi deneyimlemeyi ben de istememiştim.” ikimizde sessizliğe gömüldük. O ağladığında ben ağlamamı bastırmaya çalıştım. Biraz önce bana bağırıp çağıran kız şimdi bana sarılmış ve kurtuluşu olmayan bir yoldan nasıl kurtulduğunu bilerek ağlıyordu. Şu an farkına varmıştı. Birkaç dakika önce kurtuluşu olduğunu düşündüğü için bağırıp çağırdığı adamın ölmesi onu mutlu edeceğini bilmeden ağlamaları arasında gülüyordu.

Sakinleşmeyi başardığında benden ayrıldı. Göz altlarının ve gözlerinin kızarmasından ötürü odada sehpaya konulmuş olan sürahiye ilerledim. Suyu bardağa doldurup onun yanına yaklaştım. Kanepenin bir köşesine oturup elimi ıslattım Hemen sonra da yüzünü silmeye başladım. Bunu yaptığımda geri çekilmiyordu yapmama izin veriyordu. En sonunda rahatladığında bardaktaki suyu tazeleyip ona verdim. Suyu sakin yudumlarla içti. Bardağı bana uzattığında, “Kaç yaşındaydın?” sordu. Sorusuna karşı görmezden gelmek istesem de bana dikkatli bakışlarını gördüm. Yine de görmezden gelerek ona arkamı döndüm. “Çok küçük olduğunu söyledin, ne kadardı?” bir kez daha şansını denedi. Yine görmezden gelmek istedim ancak kızarmış gözlerinden ötürü bunu bu sefer yapamadım.

“On dört.” diyebildim. Ona bakmamaya özen göstererek, “İnsanlar sadece konuşuyor, bu yüzden onları görmezden gel. Eğer yardıma ihtiyacın olursa dukalığa gelmen yeterli.”

“Teşekkür ederim.” karşılık verdiğinde derin nefes aldım. Kapıya doğru ilerlemek istediğimde hâlâ adını bilmediğim aklıma geldi.

“Adın?”

“Catherine, Catherine Jolie.” karşılık aldığıma kafamı salladım. Odada daha fazla durmayarak çıktığımda kapıdaki yaşlı kadın dikkatli bir şekilde beni izledi. Ne karar verdiğimi anlamak istiyordu. Torununa bir şey yapıp yapmak istemediğimi anlamalıydı.

“Catherine’yı gözden uzakta bırak. Düşünmeye ihtiyacı var gibi duruyor.” karşılık verdim. Beni duyduğunda yüzünde büyük bir sevinç belli oldu. Beni onaylayıp aceleyle odaya girdiğine Edgard’a baktım. Dikkatli bir şekilde beni izliyordu.

“Ağlamışsın.” elini ceketinin içine koydu. Beraberinde onun için yaptığım mendili çıkardı. Bir eliyle belime sarılarak gözlerimi sildi. Bunu yaptığında sadece mendil tutan elini tuttum. “Her şey bitti.”

“Gitmek istiyorum.”

“Bir daha buraya adımımızı atmayacağız.” elini geri çekti. Tekrar elini saçıma geçirdiğinde yüzümü açtı. Alnımı öpüp, “Her zaman yanında olacağım.” dedi. Gözlerimi kapatarak kafamı salladım. Bunu yaptığımda bir kez daha alnımı öptü.

• • •

Son yaşanılanlardan sonra tekrar yola çıkmak benim için zor oldu. Ancak başkentte daha fazla kalmak istemediğim için yaşayacağım rahatsızlığı umursamadan olabildiğince erken çıkmamız için Edgard’ı ikna ettim. Başta reddetmek istese de mecburen kabul edip yolda bir yerde kısa bir süre de olsa dinleneceğimizi söyledi. Bu istediğini yola çıkarken gerçekleştireceğimizi düşünmüyordum. Ta ki yine aynı hataya düşüp perdelerimden birini açana kadar. Bunu yaptığımda bu sefer bir hana yakın değildik. Bunun yerine kamp kurmak zorunda kaldık.

Sıcak ateşin etrafında Yelena, Ursula ve birkaç hizmetçiyle oturuyorduk. Edgard ve diğer şövalyelerse etrafa dağılmış bir şekilde bulunduğumuz yerin güvenlik içinde kalmasını sağlıyorlardı. Üzerimdeki ince örtüye sarılarak gözlerimi kapattım. Ateşi izlemek gözlerimi ağrıtmıştı. “Düşes, arabaya geçmek ister misiniz?” sorusuyla Yelena’ya baktım. Endişeli bir şekilde beni izliyordu.

“Hayır, ben böyle iyiyim.” karşılık verdim. Ama kesinlikle böyle iyi değildim. Uyumam gerekiyordu ve arabaya geçersem kesinlikle uyuyabilirdim ancak burada birçok kişinin rahatsız bir şekilde ayakta kalmasını sağlamışken nasıl şimdi rahat bir şekilde arabaya geçebilirdim ki? Araba rahat sayılmaz ama ayakta uyuya kalmaktan kesinlikle rahat olacağı barizdi.

Gözlerimin devamlı olarak kapanmasından ötürü ayağa kalktım. Bunu yaptığımda tüm hizmetçiler ve şövalyeler dikkatlerini bana yoğunlaştırdılar. Ayağa kalkan hizmetçilere elimle oturmalarını işaret ettim. “Yürüyüş yapacağım.”

“Rahatsız mı oldunuz yoksa Majesteleri Düşes?” Wallace’e baktım. Dikkatli bir şekilde bekliyordu. Edgard’a kesinlikle rapor vermek için burada kaldığı çok barizdi.

“İyiyim, sadece yürümem gerek.” dedim. Beni duyduğunda geri adım atarak kafasını eğdi.

“Size eşlik etmeme izin verin.” karşılık verdiğinde iç çektim. Onu reddedecek durumda değildim. Edgard’ı görmek istiyordum. En azından onunla beraber ayakta kalabilirdim. Yürümeye başladığımda Yelena ve Ursula da peşimize takıldılar. Onları görmezden gelmeye çalışarak ilerledim. Wallace’a Edgard’ı sorup yanına gitme fikrim bir iki adımdan sonra son buldu. Havadaki yıldılar ve ayın görüntüsü çok hoşuma gittiği için karanlığa doğru ilerledim. Onlarda benim peşimden ilerlediler. Başlangıçta beni uyarmak isteseler de Yelena onları susturarak hava almam gerektiğini söyledi. Hemen sonra da bir adım arkamda yürümeye başladı.

“Teşekkür ederim.” bir anda konuştuğumda şaşırdı. Ancak neye hitaben söylediğimi bildiği için gülümsedi.

“Majesteleri Düşes için buradayım.” dediğinde gözlerimi kapatıp yürümeyi bıraktım. Onların başını belaya sokmamak adına geri dönmem gerektiğini biliyordum. Bu yüzden gözlerimi aralayarak Yelena’ya gülümsedim. Hemen sonra da yanından geçtim. O da yanımda ilerledi. Ursula ve Wallace de yan yana durarak bizi izliyorlardı. Onları yan yana gördüğümde gülümsememe engel olamadım. Hareket etmeyi bırakıp Yelena’ya baktım.

“Yakışıyorlar değil mi?” sorduğumda Yelena başta sorumu anlamadı. Ancak onları izlediği anda gülmesini bastırmaya çalışarak kafasını salladı.

“Evet, Majesteleri Düşes.” dediğinde ikisi de birbirine baktılar. Ursula kızarmış bir şekilde ondan bir adım uzaklaşarak yana kaydı. Aynı hareketi Wallace de yaptığında gülmeme engel olamadım.

“Neden bu kadar utandınız? Yoksa gerçekten de birbirinizden mi hoşlanıyorsunuz?” sorumla Ursula kafasını iki yana sallayarak öne çıktı. Wallace de bir o kadar şaşkın şekilde konuşmaya başladı. İkisi de kelimeleri bir araya getirmeyecek şekilde konuşuyorlardı. Bu anlamsız hallerine karşı kahkaha atmaya başladım. Yelena da ne kadar kendisini tutsa da o da benimle beraber gülmeye başladı.

“Düşes kesinlikle âşıkları görüyor.” dediğinde Yelena’ya baktım.

“Değil mi? Kesinlikle birbirlerine âşık olmalılar.” ilerlemeye başladığımda bana ayak uydurdu. İkisi de arkada kaldığında umursamadan ilerledik. Aslında sadece düşüncemi belli ediyordum ancak sözlerime o kadar sevimli tepkiler veriyorlardı ki bunu kesinlikle dile getirmem lazımdı. Kamp alanına geri döndüğümüzde Edgard’ı hemen karşımda gördüm.

“Nereye gittin?” sorduğunda gülümsedim.

“Biraz yürümeye ihtiyacım vardı.” bana yakın durarak elini belime koydu. Kusup durduğum için artık yüzüm ve saçım dağılmış bir şekilde ona bakıyordum. Elini saçıma geçirerek yüzümü açtı. “Yorgun görünüyorsun.” dediğimde kafasını iki yana salladı. Ancak cevap vermeden önce ben araya girdim. “Benimle uyur musun?” sorduğumda gözlerimi dikkatli bir şekilde izledi. Hemen ardından da kafasını salladı.

“Olur.” sesli onay da aldığımda beline sarıldım. Ona sarılarak yürümeye başladım. Birbirimize ayak uydurarak ilerledik. Arabaya geçtiğimde ona dizlerimi gösterdim, beni anlamsız gözlerle izledi.

“Saçlarınla oynamak istiyorum.” dediğimde duraksadı. Ama hemen sonra yerini alıp kafasını bacaklarıma koydu. Bunu yaptığı zaman elimi dağılmış saçlarına geçirdim. Saçlarını dağıtmak yerine taradım. Dikkatli bir şekilde düzgün durmaları için yavaş bir şekilde oynadım. En sonunda düzgün durmaya başladığında saçlarının uzunluğundan faydalanabildiğim kadar örmeye başladım. Bunu birkaç yere daha yaptıktan sonra gülümseyerek yüzünü izledim. Gözlerini kapatmıştı ve çok sakin nefesler alıyordu. Yorgun olmadığını söylemesine rağmen uyumuştu. “Yorgun değilmiş.”

“Sadece biraz yorgunum.” kısık bir sesle konuştu. Uykuluydu hatta.

“Biraz olmak için çok sevimli duruyorsun.” dediğimde gülümsedi. “Böyle bir resim çizdirmeliyiz.” hareketlendi. Kalkmasından korksam da kendisini düzeltip bana bakacağı şekilde sırtüstü durdu. Gözlerini araladığında kahverengi gözleri beni fazlasıyla heyecanlandı. Onu kesinlikle resmedebilecek bir yeteneğim olsaydı.

“İçinde sen olacaksan, neden olmasın.” göğsünün üzerine koyduğum elimi tuttu. Dudaklarına götürdüğünde gülümsedim. “Ancak bu kadar güzel bir şaheseri nasıl resmedebilirler ki?”

“Ben de aynı şeyi düşünüyordum. Bu kadar harika olmayı başaran Dükümü kim resmedebilir ki?” sorduğumda doğruldu. Bana gülümseyerek baktığında ben de gülümsedim. Dudağımı öptüğünde ona karşılık verdim. Ancak bu sadece bir iki saniye sürdü. Kapalı olan kapı çalındığında ikimizde o tarafa doğru baktık. Edgard isteksiz bir şekilde benden ayrılıp kapıyı açtığında Wallace’i gördüm.

“Bağışlayın Majesteleri Dük.” sözleriyle kafasını eğdi. Her zaman ki gibi bu durumu bozabilecek kim olabilirdi ki? “Yakınlarda birkaç yabancı göründü.” sözleriyle Edgard arkasını dönüp bana baktı.

“Geliyorum.” deyip arabadan indi. Kapıyı kapattığında sessiz bir şekilde köşeye yaklaşıp perdeyi sıyırdım. Bunu yaptığımda ikisinin yanına katılan James’i de gördüm. Aceleci bir şekilde konuşuyorlardı. Konuşma her ne yönde ilerliyorsa Edgard’ın kaşlarını çatmasına sebep oldu. En sonunda konuşmaları bittiğinde Edgard geri dönüp kapıyı açtı. Ancak binmedi.

“Arabada kal olur mu?”

“Bir şey mi oldu?”

“Önemli bir şey değil.” gülümsedi. “Yelena’yı ve Ursula’yı yanına göndereceğim ve Wallace’de burada kalacak.” dediğinde sessiz bir şekilde kafamı salladım. Bana son bir defa gülümseyip geri çekilmek istediğinde öne doğru kaydım.

“Edgard.” seslendiğimde bana baktı. “Dikkat et.” içimde oluşan hisle. Beni duyduğunda arabaya geçerek alnımı öptü.

“Sakın arabadan inme.” bir kez daha uyardığında kafamı salladım. Bu uyarıyı yaptığına göre gerçekten de büyük bir sorun vardı. O geri çekildiğinde Wallace’le beraber gelen iki hizmetçiyi gördüm. Arkalarında da diğer hizmetçiler vardı. Onlar diğer arabaya geçerken iki hizmetçide benim arabama bindi. Onların geçmesiyle kapı kapandı. Wallace, Edgard’ın dediği gibi burada kalırken birkaç şövalye de ona eşlik ediyordu. Bir sorun olduğu kesindi.

Dışarıya bakınmaya devam etmek istesem de Yelena ve Ursula’nın aynı anda iki tarafına da perdelerini düzeltmesiyle şaşkın bir şekilde onları izledim. “Ne yapıyorsunuz?”

“Dikkat çekmemek en iyisidir Düşes.” sözleriyle kapalı perdeye baktım. Bu yaptıklarına bakarsak büyük bir sorun gibi duruyordu. İçimde tuhaf bir korku oluşmaya başladığında Yelena bakış açıma girdi. “Endişelenmeyin Düşes, sadece önlem alınıyor.” dediğinde derin bir nefes aldım. Sadece bir önlem için neden bu kadar ileriye gidilmişti. Güvenlikten eminlerdi ancak bunları yaptıklarına göre bir sorun olduğu ortadaydı.

“Endişe etmenize gerek yok Düşes, sadece birkaç yabancı yakınlarda kamp kuruyor. Majesteleri emin olmak için bunu yapıyor sadece.” açıklama yapan küçük kıza baktım. Bana gülümseyerek baktığında içimdeki korku dinmemişti. Ancak sözleri doğruysa boşuna telaş yaptığımı kendime hatırlattım.

Uzun bir süre sessiz de kalsak da hiçbir şey olmamıştı. Ancak Edgard’da dönmemişti. Telaşım içten içe beni yerken iki hizmetçide sakin olmam gerektiği konusunda beni uyarıyordu. Bu uyarıları görmezden gelmek istesem kötü düşünmenin bana bir yararı olmayacağı için kendimi kandırmaya çalıştım. Bu düşüncelerim arasında artık dayanamayarak perdeyi sıyırdığımda Wallace göremedim. Perdeyi tamamen açıp onu aradım.

“Düşes lütfen içeride kalın.” sözleriyle Wallace’i gördüm. Bindiği atla arabanın yanında duruyordu. Ve arabada onu görmemle beraber harekete geçti. “Majesteleri yola çıkmamızı emretti Düşes.”

“Ne demek emretti? O nerede?” sorduğumda yavaş tempoyla arabanın yanında ilerliyordu.

“Sadece arkamızda bir şey bırakmadığımızdan emin oluyor.” sözlerine anlam vermedim. “Merak etmeyin Majesteleri yakında bize katılacak.” deyip öne doğru ilerledi. O hızlanmaya başladığında at arabası da hızlandı. Hemen sonra da birkaç atlı şövalye daha göründü. Glenn’i göremediğim için etrafa bakındım. Onların arasında o yoktu. Oysaki bana eşlik etmesi gereken oydu. Yelena perdeyi çektiğinde ona baktım.

“Majesteleri yakında dönecektir, sizde rahatsızlanmamanız için biraz uyuyun.” dediğinde derin bir nefes alarak sakin olmaya çalıştım. Belki de arkadaki arabayı takip ediyordur, diye düşünerek arkama yaslandım. Fazla telaşın iyi olmadığını bildiğim için sessiz kalarak Edgard’ın geri dönmesini bekledim. Tempomuz çok hızlı değildi, bu yüzden bize yetişeceklerine emin olarak sadece bekledim. Yapacak başka bir şeyim de yoktu zaten.

Uzun bir ilerleyiş boyunca ilerlememiz duraksamasın diye bir kez bile perdemi açamadım. Ancak içimden de devamlı olarak perdeyi açma ve Edgard’ın gelip gelmediğini kontrol etme dürtüsü vardı. Ancak duraklamalar yapılamayacak kadar hızlı gidiyordu araba. Olabildiğince hızlı bir şekilde dukalığa varabilmek için. Bu yüzden sadece beklerken uyuya kaldım. Uyandığımda ise güneşin doğduğunu perdeden sızan ışıkla anlayabilmişti.

Açmak istesem de dışarıda Edgard’ın sesini duyduğumda bunu yapmama gerek kalmadı. Duymak istediğim sesin dukalığa az kaldığını, söylediğini duydum. Bu yüzden bu az kalmış yolu mahvetmemek adına bir şey yapmadım. Bunun yerine rahatlamış bir şekilde bu yolculuğun sona ermesini bekledim.

• • •

Yavaş adımlarla ilerlediğimizde gözüm Edgard’ın üzerindeydi. Bir şey olmuş mu korkusuyla arabadan indiğimiz andan itibaren onu izliyordum. Ve o da bunun yeterince farkındaydı. Bu nedenle odamıza ilerlediğimiz yolda yürümeyi bırakıp bana baktı. Ben de ona ayak uydurarak durduğumda, “Bir şeyim yok Kimberly.” kızan ses tonuyla gözlerimi ondan aldım
.
“Yine de bize geç katıldın.”

“Evet, halletmem gereken küçük bir sorun vardı o kadar.”

“Bir şey saklamıyorsun yani?” sözlerimle elimi tuttu. Hemen sonra da dikkatli bir şekilde elimi öptüğünde gözlerini izledim. “Bunu yaparak beni sakinleştiremezsin.” elimi ondan aldım. Sözlerimi duyduğu anda gülmeye başladı. Ancak onun bu şekilde pervasız davranışlarından ötürü ona sırtımı dönüp odaya doğru ilerledim. “Bir şey olmamış gibi bir de gülüyor. Oysa ben ne kadar endişelendim. Ama umurunda mı?” odaya girerken sinirle ona baktım. Bakışlarımı ondan alıp yatağa doğru ilerledim. Üzerimdeki şalı çıkartıp yatağa attığımda kapının kapanma sesini duydum. Ancak ona bakmadım.

“Kimberly, seninle ilgili her şey umurumda.” sözleriyle belime sarıldı. Açıkta kalan boynumu öptüğünde onu itmek istedim.

“Umurundaysam bana ne olduğunu tam olarak söyleyebilirsin.” onu kendimden uzaklaştırdım. “Yol boyunca hiç durmadan ilerledik. Ve sen sabaha doğru geldin. Her ne olduysa bir sorun oldu.” kızgın tonumu duyduğunda gülümsedi. “Bu komik değil.”

“Biliyorum üzgünüm. Sadece peşimizde birilerinin olmasından endişelendim.” belime sarıldı. Bunu yaptığında elimi göğsüne koydum. “Tehlikede olmaman için biraz acele ettirmiş olabilirim.”

“Bunu bana söyleyebilirdin.” bakışlarımı ondan aldım. Etrafımı izlediğimde önce alnımı sonra da boynumu öptü. “Sana kızgınım.” bir kez daha öptü. Bunu her yapmasıyla gülümsememe engel olamadım. Çok hızlı bir şekilde ona karşı kalkanlarımı indirdiğimi fark ettiğimde göğsündeki elimle onu iterek geri çekildim. “Hile yapıyorsun!” 

“Hile? Ne tür bir hile?” sorduğunda bir kez daha bana sarıldı. Bunu bir daha yaptığında bu sefer ondan uzaklaşmadım. “Bu mu?” sorduğunda şakağımı öptü. Gülümsememe engel olamayarak boynuna sarıldım.

“Evet, bu kesinlikle hile.”

“O zaman Düşesim de şu an hile yapıyor.” alnımı öptü. Hemen sonra dudaklarını dudaklarımda hissettim. Gözlerimi kapatıp ona karşılık verdim. Belimdeki ellerinden birini saçıma geçirdiğinde geri çekildik. “Sana karşı her zaman kaybediyorum.” sözlerinden sonra bir kez daha dudaklarımda dudaklarını hissetim. Elimi yanağına koyarak onu kendimden uzaklaştırdım.
“Dinlenmen gerekiyor.” sözlerimle güldü. Bir kez daha dudağımı öpüp geri çekildi.    

“Dinleniyorum şu an.” karşılık aldığımda gülmeme engel olamadım. “Dinlenmeme izin verecek misin?” sorduğunda dudağına yakın durdum.

“Bilmem, hâlâ sana kızgın hissediyorum.”

“Kendimi affettirmem için ne yapabilirim?” sorusuyla ondan uzaklaştım. Bunu yaptığımda elimi tuttu. Ona yaklaştığımda belime sarıldı. Sırtımı gövdesine yasladı. Boynumu öptüğünde kafamı geriye doğru bırakıp ona yasladım. Bunu yaptığımda alnımı öptü. Geri çekilip ona dönüğümde elini saçıma geçirdi. Yüzümü açtığında dudağını öptüm. Elimi boynundan saçına doğru çıkardım. Bir elimi boynunda bir elimi saçında kendimi ona yakın tuttum. Geri çekildiğimde boy farkımızı kapatmak için elini kaçlarıma indirerek kucağına çıkmamı sağladı. Bacağımı beline doladığımda yatağa uzanmamı sağladı. Boynumu öpmeye başladığında kafamı geriye doğru bıraktım. Dişlerini boynumda hissettiğimde inlememe engel olamadım. Elimi saçına geçirerek yavaşça çektim. Kulağıma yaklaştığında verdiği nefesle gözlerimi kapattım. “Yorgunsan durabiliriz.” duyduğum sözlerle kafamı iki yana salladım.

“Sorun değil.” nefes alışverişim arasında konuştum. En sonunda gözlerimi açıp ona baktım. Gözlerimi dikkatli bir şekilde izledi ancak bu uzun sürmedi, gülümseyerek dudağımı öptü. Geri çekildiğinde zar zor nefes alışverişim arasında boynumu öptü. Elimi yavaş bir şekilde kıyafetlerine doğru indirdiğimde ne yapmak istediğimi bilerek geri çekildi. Bana izin verdiğinde önce ceketini çıkartıp sonra da gömleğinin düğmelerini açtım. Bunu yaptığımda dikkatli bir şekilde beni izliyordu. İfadesine karşı gülümsememi durduramadım. Onu öpmek için öne geldiğimde bana istediğimi verdi. Son düğmesini de açmayı başardığım gömleğini geriye doğru ittiğimde kolayca çıkarabildim. Çıkardığım gömleğiyle onu yanıma itip üstüne çıktım. Hızlı nefeslerim arasında, “Biraz sonra kapıya dayanırlar.” sözlerimle güldü. Doğrularak dudağımı öptüğünde elleri kıyafetimdeydi. Çıkartabilmek için ellerini sırtımda gezdiriyordu. Dudaklarımdan ayrıldığında, “Kapıyı kilitlemeliydik.” sözlerimle kıyafetimin benden ayrıldığını hissettim. Kıyafetim üzerimden kayarken boynumu öptü.

“Merak etme, kimse gelmeyecek.” gözlerimi kapattım. Onun her öpmesiyle vücudumun sıcaklığı her seferinde artıyordu. Son sözleriyle sadece ona odaklandım. Kendimi ona tamamen bıraktım.

• • •

Aynadaki yansımam arasında Ursula beni dikkatli bir şekilde izliyordu. “Bir şey mi söyleyeceksin?” sorduğumda kafasını eğip saçımı taramaya devam etti.

“Şey, Madam bana kızmazsa…” birden sustu. Bu nedenle saçımı tarayan elini tutup ona döndüm.

“Devam etmelisin.” dediğimde kafasını eğdi. Ne diyeceğini bilemez bir şekilde yeri izlemeye devam etti.

“Şey… Eğer Madam izin verirse bir süreliğine izin almak istiyorum.”

“Bunun için Yelena’yla da konuşabilirdin.” dedim. Sözlerimle kafasını bir anlık kaldırmak istedi ancak bundan hızlı bir şekilde vazgeçti. “Ancak Yelena yerine bana gelmenin bir sebebi var öyle değil mi?” sorumla kafasını salladı. “O zaman nedenini açıkla.” tekrar aynaya döndüm. Masanın üzerinden tokamı alıp ona uzattım. Hareketimle beraber saçımı örmeye başladı.

“Madamdan bunu isteme sebebim çok fazla izin kullanmış olmam.”

“Çok fazla?” sordum. Bu sorumla kafasını salladı.

“Evet, siz gelmeden önce çok fazla izin kullandım. Bu yüzden bu isteğim çok görülebilir Madam.”

“Neden bu kadar çok izin alıyorsun?” dedim. Bağlamak üzere olan elleri duraksadı. Hemen toparlayıp saçlarımı bağlamayı bitirdi. Elleri saçlarımdan ayrıldığında ayağa kalktım. O da geri çekilip kafasını eğdi.

“Babam, o çalışamayacak kadar rahatsızlandı. Bu yüzden aileme destek çıkmak için geri dönmek zorunda kalıyorum.” uzun ancak onun için zor sözleri sarf etti. Yanından geçerken sessiz kaldım. “Biliyorum, isteğim çok fazla olduğu için Madam…”

“Sadece iki hafta izin verebilirim.” ona baktım. Masanın üzerindeki suyu aldım. “Bu süre zarfını sakın geçme, sana ihtiyacım olduğunu biliyorsun.”

“Evet, evet Madam.” şaşkınlığıyla beni onayladı. Ne yapacağını bilemez bir halde kafası eğik bir şekilde gülümsüyordu. Bu gülümsemesi arasında dolan gözlerini saklamak için daha çok eğiliyordu.

“Hadi git.” kafamla kapıyı işaret ettim. “Ne kadar erken yola çıkarsan o kadar erken dönersin.” dediğimde doğruldu. Bana olabildiğince en samimi gülümsemesini gösterdi.

“Erken döneceğimden emin olabilirsiniz Madam!” neşeli sesine karşılık gülümsedim.

“Tamam, vazgeçmeden çık ve Yelena’yı bul. Sonra da onu bana gönder.” dedim. Beni duyduğu anda kafasını salladı. Başta ne yapacağını bilmese de hemen odadan çıktı. Onun çıkmasıyla bir anlık gelen boşlukla hissini engellemek için tekrar aynanın başına geçtim. Geriye doğru uzanan örgümü izledim.

Ann gibi alıştığım birisi olmuştu. Şimdi o olmadığına göre Yelena ve onun bitmez iş sevdasıyla uğraşacaktım. Bu düşüncenin verdiği boğuculukla kollarımı masaya koyup kafamı da kollarıma yasladım. Kapının çaldığını duyduğumda kalkmak istemesem de olduğum yerde doğruldum. Kapıya baktığımda Yelena’nın sesini duydum.

“Gir.” karşılık verip oturduğum yerden kalktım. Yelena odaya girdiğinde kanepeye doğru ilerledim. Tahmin ettiğim gibi elinde getirdiği iş yığınına iç çekerek baktım. Elindekileri küçük masaya bıraktığında, “Bugünlük bu kadar mı?”

“Burada olmadığınız zaman boyunca yapılan harcamalar, Madam.”  kafamı salladım. “Bugün için olanlar da bunlar.” diyerek hâlâ kucağında tuttuğu yığını da masaya bıraktı. Kafamı sallayıp dikkatli bir şekilde nereden başlasam, diye kâğıt yığınını izledim. “Ah, bir de Majesteleri sizin için çalışma odası hazırlattı. Yarından itibaren kullanabileceksiniz.”

“Peki.” derken başlayacağım ilk kâğıdı elime aldım. En azından rahat edebileceğim bir yerin ayarlanması beni şu anki işime daha az iğrenerek bakmamı sağladı. Benim için hazırladığı mürekkebi gördüğümde elimdeki kâğıdı masaya bırakıp, “Ursula seninle konuştu mu?” sorarken yeni bir tanesini aldım. Okuduğum sırada bana uzattığı kalemi elinden aldım.

“Evet, bahsetti.” kafamı salladım. “Düşes’in işine karışmak istemem ancak uzun zaman geçmeden bir kez daha izin alan bu hizmetçiye müsaade etmeniz diğer hizmetçilerin de arsız olmasını sağlayabilir.” dediğinde mürekkebin kurumasından ötürü masanın üzerindeki mürekkebe kalemin ucunu batırdım. Fazlalığı köşeye silerken gülümsedim.

“Haklı olabilirsin ancak önemli bir iş için alınmış bir izine hayır diyemezdim.” ona baktım. Elimdeki kâğıdı ona uzatıp, “Hem onun gibi genç bir kızın isteğini reddetmem sence de sadakatsizlik için bir kapı açmaz mı?”

“Bu… Anlayamadım.” gülümsedim. Elimdeki kalemi masaya bırakıp arkama yasladım.

“Şöyle düşün Yelena.” beni dinlediğini göstererek dikkatli bir şekilde bana baktı. “Eğer çok ihtiyacın olduğu bir anda ben senin yanında olmaz ve sana karşı olsaydım ne hissederdin?”

“Düşes’in bir bildiğinin olduğunu?”

“Hayır!” elimi kaldırdım. “Gerçek düşüncelerin, gerçek olanlar.” duraksadı. “Muhtemelen, böyle bir zalimin emrinde çalışmak istemediğini düşünürdün.” dediğimde kafasını eğdi. Muhtemelen bunu söylediğimde o da benzer bir şeyler düşünmüştü. “Unutma, insanlar yaptıkları şeylerin karşılıklarını alırlar. Bu yüzden ben de yaptığım ve verdiğim şeylerin karşılığını almak isterim.”

“Anlıyorum.” kafasını salladığında ona bakmayı bıraktım. Tekrar işime dönmek zorunda olarak önümdeki yığına odaklandım. Önümdeki yığın belli bir yerden sonra artık gına getirmeye başladığında daha fazla kağıtlara bakmayı bırakıp arkama yaslandım. “Düşes yoruldunuz mu?” sorusunu duyduğumda bana su uzatan kadına baktım. Elindeki bardağı alırken kafamı salladım. “Akşam yemeği biraz sonra hazır olacak isterseniz…”

“Edgard katılmayacağını belirtmişti, değil mi?” bardağı dudaklarıma yaklaştırdım. Yavaş yudumlar almaya başladığımda beni onayladı.

“Evet, Majestelerinin yokluğunda artan işlerden ötürü bugün katılamayacağını söyledi.” kafamı salladım. Bardağı ona geri uzattığımda, “Odanıza mı getiriyorum Düşes?” sorusuyla iç çekerek kafamı salladım.

“Evet, biraz sonra getir.” kafasını salladı. “Ve Edgard…” sustum.

“Majesteleri Dükün yediğinden emin olmamı ister misiniz Düşesim?” gülümsediğinde ben de ona karşılık verdim.

“Gerekirse zorla.”

“Nasıl isterseniz Düşesim.” arkasını dönüp odadan çıktığında gözlerimi kapatarak sırtımı koltuktan ayırmadım. Derin bir nefes alarak bu şekilde durmaya devam ettim. İşimi bitirmem gerekiyor ancak bunu yapamayacak kadar yorgun hissediyorum. Gözlerimi kapatmamla üzerimdeki uykunun ağırlığı iyice artmaya başladı. Bundan ötürü zorlansam da gözlerimi açtım. Öne doğru gelerek dosyaları tekrar elime aldım. Bitmesi gerekiyordu ve şimdi uyuyamazdım.

Kapının çalmasıyla önümdeki işlere bakmak yerine kapıya doğru baktım. Yelena’nın geri dönmesinden ötür elime almak üzere olduğum yeni bir tanesini dikkatli bir şekilde tutmaya devam ettim. “Girebilirsin Yelena.” kapıya doğru bakmayı bırakıp elime aldığım kâğıttaki hizmetçilerin isimlerine ve onların izin zamanları yazılıydı. Bizim olmadığımız zaman boyunca kimlerin izne çıkıp kimlerin kaldığı yazıyordu. “Elindekileri masaya bırak ve bana…” sustum. Masaya bırakılan tepsiyi tutan el bir kadına ait değildi. Bunun tuhaflığıyla kafamı kaldırmamla beraber Edgard’ı dibimde bulmam bir oldu. Ona baktığımda elimdeki kâğıdı alıp dudağımı öptü. 

“Şuna bak.” alnını alnıma dayadı. “Beni yemeye zorluyorsun ancak kendini ihmal ediyorsun.” Sözlerinden hemen sonra bir kez daha dudağımı öptü. Dudağımdan ayrılmasıyla ki elimi de tutup dikkatli bir şekilde bir daha öptü. “Yemek yemesi gereken sensin.” ellerimi dudaklarına yakın tutarak konuştu. Onun bu haline gülümseyerek beni tutan ellerini çekip koltukta yana kaydım.

“Bana eşlik edersen ara verebilirim.”

“O zaman büyük bir zevkle Düşesim.” yüzündeki gülümseme arttığında karşılık verdim. “İşler önemli ancak senden önemli değil.” derken beni bıraktı. Masanın üzerine koyduğu tepsiyi bizim önümüze doğru çekti. Kâğıtları köşeye itmesinde yardım ettim.

“Odana zorla yemek götürdüğüm zamanları unutuyor gibisin.”

“Unutmuyorum ancak sen bu işleri Yelena’ya bırakabilirsin. Kendini zorlamamalısın.”

“Sen de Kont’a bırakabilirsin ancak bunun yerine her zaman kendini zorluyorsun.” susmamla sessiz kaldı. Ben de onun sessizliğine eşlik ettim. Bu sessizlik onun gülmesiyle bozuldu. Ben de ona eşlik ettiğimde boynumu öptü.

“Haklısın, bu yüzden beni affet Düşesim.” geri çekilmeden önce bir kez daha öptüğünde boynuna sarıldım. Benden uzaklaşmasını engelledim.

“Bilemiyorum Majesteleri, sizi affetmeli miyim?” sorduğumda yüzündeki gülümseme büyüdü.

“Beni kışkırtmanız çok hoşuma gitti Düşesim ancak yemek yemelisin. Kahvaltıda da bir şeyler yemedin.” benden ayrıldı. Bunu yaptığında dikkatli bir şekilde onu izledim.

“Hayır, yemiştim.” kafasını iki yana sallayarak beni reddetti.

“Evet, yiyormuş gibi yapmada çok başarılı olsan da sadece bir iki lokmayı zorla yedin.”

“Gerçekten de fark ettin yani.”

“Senin hakkında olan bir şeyi fark etmemem imkânsız.” tabaktaki çorbayı öne çıkardığında ona baktım. “Yaşananların ve yolun seni yorduğunu biliyorum ancak yemek yemelisin.”

“Çorba olmak zorunda mı?”

“Evet, düzgün bir şeyler yemediğin için bir anda ağır yemekler yiyemezsin.” dediğinde gülümsedim. Oradan ayrıldığımız günde ve geldiğimiz günün akşamına kadar hiçbir şey yemedim. Sabah da düzgün bir şey yemediğim için ona karşı çıkamadım. Bana uzattığı kaşığı kabul ederek yedim.

“Kendim de yiyebilirim.”

“Sana yedirmek daha zevkli.” hiç düşünmeden karşılık verdi. Onun tepkisine gülerek uzattığı bir diğer kaşığı da aldım. Kasenin sonuna yakın artık yiyemeyeceğimi hissettiğimde geri çekilerek arkama yaslandım. Kendimi serbest bıraktığımda, “Sadece birkaç kaşık.” dedi. Yüzümü asarak kafamı iki yana salladım.

“Daha fazla yemek istemiyorum.” elindeki kaşığı bıraktığında kafamı geriye doğru bıraktım.
“Böyle durumlarda çorbalar çok işe yarıyor…”

“Evet, ama yemeyi sevmiyorum.” onu böldüm. Çorbalardan kesinlikle hoşlanmıyordum. “Zorda kalmadığım müddetçe asla ağzıma sürmek istemiyorum.”

“O kadar da kötü değil aslında.” bana tamamen bakmaya başladı. Bunu yaptığında iç çektim.

“Evet, biliyorum.” alt dudağımı ısırdım. Bunu yapmamla elindeki peçeteyi dudaklarıma yaklaştırarak ısırmayı bırakmamı sağladı.

“Sanırım çorbalarla bir anın var.” dediğinde geri çekmek istediği elini tuttum.

“Evet, çok berbat.”

“O zaman bana anlatmalısın.” dediğinde güldüm. Arkama yaslanmayı bırakıp ona döndüm.

“Anlatmak değil, yaşamak gerektiğini düşünüyorum.” dememle tek kaşını kaldırdı. “Hizmetçim Ann, onu hatırlıyor musun?” sormamla kafasını salladı. “Ann hizmetçim olmadan bir süre önce evde kalmaktan pek hoşlanmıyordum ve ben…” sustum. Detay verip vermemek arasında gidip gelirken. O anları anımsamak içten içe beni yiyordu.

“Sen?” sorduğunda dalgınlığımdan kurtulup gözlerine baktım. Ellerimi tuttuğunda gülümsedim.

“Evden kaçmıştım ve kayboldum. Kaybolduktan birkaç gün sonra Ann beni buldu ve onunla kalmam gerekti. Onunla kaldığım zaman da bana her gün çorba adı altında bir şeyler yedirip durdu.” dememle sessiz kaldı. “Ancak o yedirdiği şeylerin içinde ne olduğu belirsiz şeyler vardı. Kokusu da… Hatırlamak bile tüm iştahımı öldürüyor.” kendimi tekrar geriye doğru bıraktım. “Çok berbat.” gözlerimi kapattım. Hatırladıklarımla tekrar gözlerimi açtım. Bunu yaptığımda onun dudaklarını birbirine bastırmaya başladığını ve gülmemek için kendini tuttuğunu gördüm. “Komik değil, inan bana komik değil. O şeyler... Muhtemelen yiyecek bir şeyler bile değildi.”

“Peki, o şeyleri…”

“Yedim, hayatta kalmam lazımdı sonuçta. Tabii o şeyler beni öldürebilirdi.” dediğimde gülmeye başladı. “Ama muhtemelen Ann’e sorsam hepsini severek yediğimi söyler.” dememle beraber gülmesi daha da arttı. Ben de ona katılarak gülmeye başladım. İkimizin de gülmesi çalan kapıyla son buldu. Kendimi düzelttiğimde Edgard’da çalan kişiye girmesini söyledi. Yelena içeriye girdiğinde işlerimi anımsayarak masaya bakındım. Bu işleri şimdi bitirmem lazım yoksa yarın gelecek olan diğer işlerle daha da başım ağrıyacak.

“Boşları götür.” sözleriyle Edgard’a baktım. Yelena da aldığı komutla önümüzdekileri aldı. Odadan çıktığında, “Yarın beraber halledebiliriz. Şu an dinlenmelisin.” uyarıcı sözlerine güldüm.

“Bana katılacak mısın peki?”

“Eğer istersen, tabii.” dediğinde dudağını öptüm. Geri çekildiğimde belime sarılarak ona yakın durmamı sağladı. “Yarın tüm işleri Yelena’ya bırakmaya ne dersin?” tek kaşımı kaldırdım. Merakla onu izlediğimde, “Yarın sadece ikimizin geçireceği bir gün yapmak ister misin?” bir kez daha sorduğunda doğrularak onu dikkatli bir şekilde izledim.

“Bekle, işlerini bırakıp tüm gününü bana mı vereceksin?” sorumla gülümsedi. Elini saçıma geçirip örgümden çıkan tutamlarımı geriye doğru taradı.

“Eğer kabul edersen, evet.” dedi. Beraberinde dudaklarını alnıma hissettiğimde gülümseyerek kafamı salladım.

“Sana asla hayır, demem!”  boynuna sarıldım. Bunu yaptığımda belime tekrardan sarıldı. Kahverengi gözlerini olabildiğince dikkatli bir şekilde izledim. “O zaman yarın bir ressam çağıralım.” çenemi göğsüne yasladım. “İkimize ait bir resmimizi yaptıralım, olur mu?” kafasını salladı. “Piknik de yapalım. Hatta resmi orada çizdirmeye ne dersin?” heyecanıma engel olamayarak sordum.

“Sen nasıl istersen onu yapalım.” saçımla oynamayı bırakmayarak. En sonunda saçımı açtığında yüzümü göğsüne yasladım. “Her hafta böyle bir şey yapalım mı?” sorduğunda kafamı kaldırdım. Kafamı sallayarak ona karşılık verdiğimde gülümsemesi hiç olmadığı kadar derin bir şekilde gösterdi. Bu anın bozulmasını istemiyorum. Uzun zamandan sonra ilk defa bu kadar mutlu ve rahatlamış hissediyorum. Sonun da bir şeyler düzeliyor gibi görünüyor.

Bölüm Sonu

Sonunda bölümü nereden aktarabileceğimi çözdüm. Ancak aktardıktan sonra da tüm bölüm iç içe giriyor onları ayırmaktan anca atabildim.

Bölüm hakkında yorum yapmayı unutmayın!

Bạn đang đọc truyện trên: AzTruyen.Top