Bölüm 7 - "Yüzük"


Düş

Bölüm 7 – "Yüzük"

"Yaranız elinizin eklem yerlerine denk gelmemiş, bu yüzden şanslısınız Bayan Princeton. Kırıklardan sadece biri derine inmiş. Bu yaranın kendi kendine iyileşeceğini sanmıyorum. Bu yüzden sadece o kısımda üç dikişiniz var. Bir hafta boyunca bu elinizi kullanmayın ve suya sokmayın. Ayrıca dikişinizi sabah ve akşam pansuman ile temizleyin. Bir hafta sonrasında durumunuza tekrar bakarız."

Bu yaranın kendi kendine iyileşeceğini sanmıyorum. Robert'a ait Riverwood mülkündeki köşkün salonunda oturan Alice, karşısındaki doktorun söyledikleri arasında bu cümleye isteği dışında takılmıştı. Adam, hiç haberi olmadan onun için tüm akşamı özetlemişti. Hala ıslak olan gözlerinden bir damlanın yuvarlanıp yanağından aktığını hissetti, bununla birlikte başını sallamıştı.

"Çok teşekkür ederim, dikkat edeceğim."

Doktor bununla birlikte iyi akşamlar dileyerek yanından ayrılmıştı. O köşkün geniş salonundaki koltukta otururken, arkasına geçip kollarını göğsünde birleştirmiş, bir şahin edası ile en başından beri onları izleyen nişanlısı ise adamı salon kapısına kadar geçirip teşekkür ederek uğurlamıştı. Kısa bir el sıkışmasından sonra yönünü ona doğru döndüğünde, gözlerini kaçırmaktan kendini alıkoyamamıştı. Davetten Riverwood'a geldikleri süre boyunca pek konuşmayan Robert'ın ağzında kelimelerin biriktiğini hissediyordu. Tüm olanlardan sonra adam ile yüzleşecek güce sahip olduğundan emin değildi. Kalbi adeta ortasına bir çivi yemişçesine sancıyla acıyordu. Acıyı hissetmemek için her şeyini verebilirdi. Bu çiviyi kalbinden söküp atmak için yapamayacağı şey yoktu. Lakin o an için çivinin acısına mahkûmdu.

Bu hisle, yerdeki dokuma halının desenlerini inceliyorken Robert'ın deri çizmeleri usulca görüş alanına girmişti. İstemeyerek de olsa başını kaldırdı. Nişanlısının yüzü yaklaşan bir fırtına ile bulutlandığını görebiliyordu. Yüzüne yerleşen bu hoşnutsuz ifadeye uzun zamandır aşinaydı.

"Kendini daha iyi hissediyor musun ?"

Yutkundu. Bu sorunun herhangi bir cevap beklemediği açıktı. Yüzbaşının tok sesi istediği cevabı içinde saklıyordu.

"Evet, teşekkür ederim."

Robert usulca başını sallamıştı. Bununla birlikte arkasını dönüp ilerleyerek konuşmaya devam etti.

"O halde bahçeye çıkabiliriz, konuşmamız gerek."

Alice, nişanlısını takip etmekten başka bir şansı olmadığını görüyordu. Başka bir an olsa, adamın bu kabalığına korkarak dahi olsa direnç gösterirdi, boyun eğen kadın rolünün bir ömür boyu üzerinde taşımak istemiyordu. Fakat o an hem vücudu hem zihni hem de duyguları öylesine yorgundu ki, Robert ile tartışacak gücü kendinde bulamıyordu.

Yüzbaşı önde, o bir adım arkasında, holü geçip mermer köşkün merdivenlerini inerek bahçeye çıkmışlardı. Riverwood 'un merkezine konumlandırılan köşkün sağ kanadında biri iki katlı, biri tek katlı olmak üzere iki müştemilat binası vardı. Sol kanadı ise mülkün içinden geçen nehiri ve hatırı sayılır büyüklükteki bir koruyu ihtiva ediyordu. Araba ve atların bulunduğu ahır ve ardiye kısmı ise köşkün arka kısmına bırakılmıştı.

Ağır adımlarla ilerleyen Robert, müştemilat binalarının önündeki söğüt ağacının altında duran demir süslemeli ahşap banka doğru yönelmişti. Yaklaştıklarında, arkasındaki Alice'e eli ile oturmasını işaret etmişti. Hiçbir şey demeden, adamın isteğine uydu Alice. Üzerindeki elbisenin eteğini düzelterek oturduğunda, nişanlısı da yanındaki yerini almıştı.

Bir müddet sessizliği paylaşmayı seçip konuşmadılar. İkisi de, söğüt, gürgen, sedir ve birkaç ulu çınar ağacı ile süslenmiş, adeta yemyeşil bir vadiyi andıran bahçeyi izliyordu. Korunun içinde akan nehirin sesi, göremedikleri bir gece kuşu ve cırcır böcekleri üzerlerine gümüş ışığını bırakan mehtaba eşlik ediyordu. Canı bu kadar yanmasa, huzurlu bir akşam olduğunu dahi söyleyebilirdi Alice. Fakat soluğunu dışarı verirken, nefesi dahi titriyordu.

"Alice."

Robert adını seslendiğinde yutkunmak zorunda kalmıştı. İsmini adamın kullandığı bu tonda duymaya bir türlü alışamıyordu. Çekinerek de olsa başını kaldırıp gözlerini üzerine çevirebilmişti.

"Seni dinliyorum."

"Uzun konuşmayı planlamıyorum. Belki de çok önceden sormam gereken bir soruyu şimdi soracağım, hepsi bu. Tek istediğim, dürüst bir cevap."

Alice adamın ne demek istediğini anlamamıştı. Robert oturduğu yerde yönünü ona çevirmiş, elini kırmızı ceketindeki küçük cebe sokarak, doktorun dikiş atarken çıkardığı nişan yüzüğünü avucuna almıştı.

" Bu yüzüğü parmağına taktığımda, taşımak isteyip istemediğini sormadım. Kendi kendime gerekli olmadığını, insanların bunu yüzyıllardır yaptığını söyleyip durdum. Beni bir şekilde kabul edeceğine kendimi inandırdım. Seni mutlu edeceğim, birlikte mutlu olabileceğimize inandım."

Yutkundu Alice, güçlükle de olsa bakışlarını Robert'ın parlak gözlerinden kaçırmadan konuşabilmeyi başarmıştı.

"Sanıyorum bu akşam inancını kırdım."

"İnancım kırılmadı. Hala seni mutlu etmek istiyorum. Sadece bunu yaparken yolundan çekilmem gerektiğini yeni anladım. Ben, yanı başımda her gün solup giden bir kadın görmek istemiyorum. Eğer mutluluğun benimle değilse, eğer kalbinde başka birisi varsa, bu yüzüğü tekrar takmak zorunda değilsin. "

Alice ne diyeceğini kestiremedi. Fakat bundan da öte, nasıl hissetmesi gerektiğini bilmiyordu. Büyük bir şaşkınlığın içerisine düşmüştü. Robert'ın sözleri nişanlandıkları andan itibaren şikâyet ettiği durumu anlatıyordu. Emrivaki yapıp ona danışmadan sadece babası ile konuşarak evlilik kararı almaları adama karşı beslediği öfkenin en büyük sebebiydi. Canını sayısız kez yakan sert kabuğu, hata kabul etmeyen üstten tavrı ve her an içine büründüğü ciddiyeti onu Robert Doyle'dan tamamen uzaklaştırmıştı.

Beklemediği bir anda, asla anlaşamayacağı bu adamı karşısına çıkaran kaderinin kendisi ile alay ettiğini düşünüyordu. Nişanlısı, bu teklifi içinde bulundukları akşamın sabahında yapsa, tek bir an şüphe etmeden adama yüzüğünü tekrar takmak istemediğini söylerdi, bunu biliyordu. Üzülürdü, belki de bir ömür boyu Robert Doyle'u kırdığı için vicdan azabı duyardı. Fakat Benjamin'e, onun kalbine ulaşmak için bir an düşünmeden sekiz aydır parmağında taşıdığı bu yüzükten vazgeçerdi.

O an ise durumu tamamen farklıydı. Robert'ın sözleri onu sevindirmek yerine, kalbindeki acı veren çiviyi daha derine saplamıştı. Gözlerinin dolduğunu hissetti, içine düştüğü bu karmaşa için mi yoksa âşık olduğu adamı kaybettiği için mi ağladığını bilmiyordu. Uzun parmakları ile yanaklarını sildi, gözlerini hala nişanlısından kaçırmamıştı.

"Sence de bunu sormak için biraz geç kalmadın mı Yüzbaşı? "

Robert omuzlarını silkmişti. Umursamaz tavrı için ne kadar çaba sarf ettiğini görebiliyordu, adamın bakışlarına yerleşen endişenin farkındaydı. Robert idam sehpasına çıkmış, ipini eline teslim etmişti, insaflı davranması için umut ediyordu.

"Sana karşı dürüst olabilir miyim ?"

"Her zaman."

İçini çekti Alice, bununla birlikte gözünden birkaç damla yaş dökülse de umursamadı. O akşam, o kadar çok ağlamıştı ki artık gözyaşları hiçbir şey ifade etmiyordu.

"Seni sevmiyorum. Bunu bu şekilde söylemek belki saçma olabilir ama ben düşündüm, kendimi dinledim ve seni sevmediğime karar verdim. Bazı anlar oldu, senden hoşlandığımı düşündüğüm anlar, birlikte mutlu olabileceğimize inandığım anlar. Sayıları azdı fakat kalbimi şüpheye düşürmeye yetmişti."

Robert'ın yüzünde en ufak bir öfke ya da şaşkınlık belirtisi yoktu. Gözlerine aşina olmadığı bir hüzün yerleşmişti, oldukça sakindi.

"Sözlerini süslemene gerek yok, ne demek istediğinin farkındayım."

"Ben hiçbir şeyi süslemiyorum Robert, gerçeği söylüyorum. Sen Dük Armitage ile görüşürken buraya geldiğim günü hatırlıyorsun değil mi? Bir gün öncesinde seninle bahçede konuşmuştuk. O gece, tüm gece seni düşündüm biliyor musun? Sana haksızlık etmiş olabileceğimi düşündüm, kabul etmek istemesem dahi senin için bir şeyler hissettiğimi düşündüm. Birlikte bir geleceğimiz olabileceğini düşündüm. Ertesi gün, tüm bunları konuşmak için yanına geldiğimde sen her şeyi mahvettin."

Sözler Alice'in dudaklarından adeta inleyerek çıkmıştı. Hayal kırıklığını ilk kez içtenlikle dile getirmişti, dahası söylediği bu sözleri sadece nişanlısına değil kendine de ilk kez dürüstçe itiraf ediyordu.

Robert'ın boşta olan eli tereddüt ederek, yavaşça kalkmıştı. Islak yüzüne değen parmakları birkaç damlayı takip etmiş, sonrasında adeta canını yakmaktan korkuyormuşçasına yanağını avucuna almıştı. Başparmağı ıslanmış yanağını okşuyordu.

"Bunu isteyerek yapmadım, biliyorsun konuştuk."

"Haklı sebeplerin olabilir ama sen de biliyorsun, bu tavrın bir güne özgü değil. Ben senin beni sevdiğine inanmıyorum Robert. Kaybetmekten korkmuyorsun, üzmekten, incitmekten korkmuyorsun. Canımı yakmaktan korkmuyorsun. Lütfen sen söyle, kalbimi, geleceğimi nasıl sana emanet edebilirim? "

Doyle'un yanağını kavrayan eli saçlarını bulmuş, alınlarını birbirlerine yaslayarak yüzlerinin arasındaki mesafeyi kapatmıştı. O kadar iç içe sokulmuşlardı ki, birbirlerinin nefeslerini soluyorlardı. Adamın onu öpmesinden korktu Alice. Kendini gözlerini kapatmak zorunda hissetti. Karanlığa gömüldüğü an, zihninde beliren manzara Benjamin'e aitti, tanımadığı bir kadını öpüyordu. Bununla birlikte boğazından bir hıçkırık yükselmişti.

"Şşşt, Alice lütfen."

Kendini geriye çekerek adamdan uzaklaştı Alice. Saçlarının arasındaki ellerini kavrayıp kucağına aldı. Zihnini, sözlerini, fikirlerini çektiği acı yönlendiriyordu. Kalbine hükmeden acıdan kaçmak için, hoyratlığından yakındığı Robert Doyle'a sığınmıştı.

"Seni sevmeme izin ver, lütfen. Yalvarırım Robert, buna izin ver. Mutlu olmak istiyorum, seninle yaşamak istiyorum. Beni buna inandır, yapabileceğimize inandır."

Alice hıçkırıklar içinde ağlayıp adeta yalvarırken, Robert ellerini parmaklarının baskısından kurtararak onu kollarının arasına almıştı. Başını adamın omzuna yaslayan Alice, yüzünü kırmızı ceketine gömmüştü. Kontrolünü kaybetmişçesine, ellerinden kayıp gittiğini düşündüğü aşkı için nişanlısının kolları arasında ağlıyordu. Etik, o an aklına gelebilecek en son şey bile değildi.

Her şeyden habersiz olan Robert ise sarıldığı Alice'in sırtını okşuyordu. Bir an sokulup saçlarını koklamış, sonrasında usulca öpmüştü. Nişanlısını bu hale kendisinin getirdiğini düşünüyordu, suçluluk duygusu tüm göğsünü kaplamıştı. Bir müddet genç kızın omzunda ağlamasına izin vermişti. Sonrasında yüzünü kavramış, doğrulmasını sağlayıp hep yaptığı gibi dikkatlice yüzünü silmişti. Alice biraz olsun kendine geldiğinde, elini kavrayıp hala avucunda duran nişan yüzüğünü usulca parmağına geri takmıştı.

"Kolay olmayacak. Kavga edeceğiz, birbirimize bağıracağız. Ne kadar istemesem de, seni tekrar ağlatacağım. Mutluluk için söz veremem Alice. Bu benim elimde olan, sana sunabileceğim bir şey değil. Fakat sana söz veriyorum, seni asla yalnız bırakmayacağım. Biz bir aile olacağız ve söz veriyorum ailemin mutlu olması için elimden ne geliyorsa yapacağım."

Alice'in ağlamaktan şişmiş gözleri, Robert'ın parmağına geçirdiği yüzükte takılı kalmıştı. Artık suçlayabileceği kimse olmadığını görüyordu. Bu yüzük parmağına ilk takıldığında, zorbalığa uğradığı için hem nişanlısına hem de babasına öfke kusmuştu. Fakat o an ve sonrasında, suçlayabileceği tek kişi kendisiydi.

Biz bir aile olacağız.

Nişanlısının sözleri kafasının içinde yankılanırken, yaklaşan nal seslerini işitmişti. Usulca başını kaldırdığında, sağ taraflarında kalan bahçe kapısından içeri bir at arabasının girdiğini görmüştü. Yanındaki Robert, bununla birlikte ellerini üzerinden çekip ayağa kalkmıştı. Kolunu kavrayarak onu takip eden Alice adama sormadan edememişti.

"Birini mi bekliyordun? "

Köşke giden taşlığa doğru yürüyen Robert yolun yarısında duraklamıştı. Onunla konuşmasına rağmen gözünü çakıl yolda ilerleyen arabadan ayırmıyordu.

"Benim birini beklediğim söylenemez fakat sanırım birileri seni bekliyor."

Alice adamın ne dediğini anlamamışken, çakıl yolun ortasında duran arabadan kuzeni Benjamin inmişti. Onu gördüğü an, Robert'ın kolunu daha sıkı kavramak zorunda kalmıştı. Karanlıkta yüzünü tamamen seçemiyordu. Tereddütle duraklamışken, kuzeninin geldiğini gören nişanlısı, hoşnutsuz sesiyle fısıldamıştı.

"Gel, sevgili kuzenini karşılayalım."

Herhangi bir cevap vermedi Alice. Konuşabileceğinden dahi şüpheliydi. Her şey hâlihazırda oldukça karmaşıkken, üzerlerine doğru yürüyen Benjamin'in öfkeli olduğunu attığı her bir adımda hissediyordu. Aralarındaki mesafe iki üç adıma kadar kısalınca üçü de duraksamıştı. Nefes nefese olan Benjamin'in gözleri Alice'in üzerinde geziyordu. Alice, öfkeli olduğunu konusunda emindi. Lakin bakışlarında saklı olan tek duygunun bu olmadığını görüyordu. Alnı endişe ile kırışmış, kaşları belli belirsiz yukarıya doğru bir yay çizmişti, dudağının kenarını ısırıyordu. Genç kız, bu endişeli ifadeye neredeyse çocukluğundan beri aşinaydı. Benjamin, onun adına gerçekten korkmuştu.

"Benjamin, hoş geldin demek isterdim fakat pek hoşnut gözükmüyorsun."

Benjamin'in endişeli gözleri yüzbaşına dönmüştü. Belli belirsiz homurdanıp aralarındaki mesafeyi kısaltmıştı.

"Alice neden ağlıyor? "

"Ben de tam da bu soruyu sormayı planlıyordum fakat sen çıkageldin."

Benjamin'in yüzüne alaycı bir gülümseme yayılmıştı, Doyle'u hiç de tekin olmayan gözlerle süzüyordu.

"Kuzenime biraz daha işkence etmene izin vermediğim için lütfen özürlerimi kabul et."

"Benjamin !"

Alice dudaklarından yükselen nidaya engel olamamıştı. Fakat bakışları bir kez daha üzerine dönen Benjamin buna aldırış etmiş gözükmüyordu. Uzanıp kolunu kavramış, sertçe onu kendi yanına çekmişti.

Robert ise gürültülü bir şekilde soluğunu dışarı bırakmış, ellerini ceplerine yerleştirip Benjamin ile aralarındaki mesafeyi bir adıma indirmişti.

"İnan bana, bugün için yeteri kadar konuştun Benjamin. Daha fazlasını söylemek istemezsin."

"Öyle mi dersin? Peki ya söylemek istersem? Merak ediyorum yüzbaşı, cesaretini üzerindeki üniformadan mı alıyorsun? Bu parlak üniformayı çıkardığında geriye ne kalıyor? "

"Bunu hiçbir zaman öğrenemeyeceksin."

Benjamin tekrar gülümsemişti, bu kez daha hevesli ve daha alaycıydı.

"Bu akşam orduda itaatsizliğe yol açtığına dair dedikodular duydum. Yerinde olsam bu kadar emin konuşmazdım. İçimden bir ses yakında üniforman için güzel bir askıya ihtiyaç duyacağını söylüyor."

Alice, bu sözlerin ne kadar tehlikeli olduğunu biliyordu. Hınçla Benjamin'in kolunu kavradı, adeta tırnaklarını ceketinin kumaşı üzerinden etine geçirmişti. Nişanlısının üzerine atlamasından korkuyordu. Robert'ın kendini kaybetmesinin an meselesi olduğunun farkındaydı.

Fakat nişanlısını, herhangi yumruk atmamış, kuzeninin yakasına yapışmamış ya da üzerine çullanmamıştı. Dişlerini sıktığını kasılan çenesinden belliydi, gece kadar karanlık olan gözleri öfke ile parlıyordu. Bakışlarını çevirdiğinde, ceplerine yerleştirdiği ellerinin birer yumruğa dönüştüğünü görmüştü.

"Bu söylediklerini öfkeli olmana veriyorum. Kuzenini alıp gidebilirsin."

"Emin ol kuzenimi alıp gideceğim fakat bu konuyu bu kadar kolay kapatacağımı sanıyorsan yanılıyorsun. O benim kardeşim, yüzbaşı. Uzun zamandır Alice'i sahipsiz sanmışsın, artık bunu değiştirmenin vakti geldi."

Benjamin'in sözünü bitirmesi ile birlikte Alice'in dudaklarından bir inlemeyi andıran çığlık kopmuştu. O ana kadar birbirilerinden başka bir şey görmeyen iki adam da bununla irkilmişti. Hâlihazırda onun için endişelenen Benjamin, elini uzatmış yüzünü kavrayacakken geri geri ilerleyip kendini ikisinden de uzaklaştırmıştı.

"Yeter! Kesin şu saçmalığı! "

"Alice, sakin ol-"

"Kapa çeneni Benjamin! Sen benim kardeşim falan değilsin, tamam mı? Değilsin !"

Kelimeler, bir refleksmişçesine Alice'in dudaklarından dökülmüşlerdi. Neredeyse tüm hayatı boyunca içinde taşıdığı isyan bir anda yüreğinden dışarı çıkmıştı. Kızgınlığı adamın onu sevmemesine iken, bundan habersiz olan Benjamin sözleri ile adeta vurgun yemiş gibiydi. Olduğu yerde donakalan adam tek bir söz edememiş, öylece kalakalmıştı. Biraz önce, öfkeden neredeyse kıvılcımlar saçan üçlünün arasında buz gibi bir soğuk bir sessizlik hüküm sürüyordu.

Geç de olsa toparlanan Benjamin, tıpkı onun gibi geri çekilmişti. Yüzündeki hayal kırıklığını saklamak için çabalamıyordu. Arkasını dönmüş, çakıl yolun ortasında bekleyen arabaya doğru ilerlerken mırıldanmıştı.

"Seni arabada bekliyorum."

Herhangi bir cevap veremedi Alice, sadece kuzeninin uzaklaşmasını izledi. Büyük bir hata ettiğini daha o an hissediyordu. İçine derin bir nefes çekip bakışlarını karşısındaki nişanlısına çevirdi. Tıpkı Benjamin gibi şaşkınlık ve endişe ile onu izliyordu.

"Benim gitmem gerek."

Robert usulca başını sallamıştı. Ellerinden birini cebinden çıkarmış, uzanıp belli belirsiz bir şekilde parmaklarına dokunmuştu.

"Bu saçmalığa yakında bir son vereceğim."

"Tüm bu olanlardan sonra yüzüğünü çıkarmamı istersen anlarım."

"Hayır, öyle bir niyetim yok."

Kendini yutkunmak zorunda hissetti Alice, yüzbaşının tenine değen parmak uçları onu ürpertmişti. Robert gözlerinin içine bakarken oldukça kararlı gözüküyordu.

"En kısa zamanda evleneceğiz, bu iş gereğinden fazla uzadı."

Alice daha fazla bir şey diyebileceğini sanmıyordu, sadece başını sallamakla yetinmişti. Nişanlısı ile birbirlerine tekrar iyi geceler diledikten sonra arkasını dönmüştü ve yavaş adımlarla onu bekleyen arabaya ilerlemişti.

İlk defa Robert'tan ayrılıp Benjamin ile baş başa kalmak Alice'e bu kadar zor gelmişti. Arabanın tek bir aplikle aydınlanan loş kabinine bindiğinde, kuzeni bakışlarını kaldırıp yüzüne dahi bakmamıştı. Herhangi bir şey söylemeden karşısına geçip oturdu. Yerleşmesi ile birlikte Benjamin ahşap kaplamaya tıklatarak arabacılarına hareket etmesi için işaret vermişti. Bununla birlikte, atlar şahlanmış ve hızla Riverwood'u terk etmişlerdi.

Uzunca bir süre aralarında adeta soludukları havayı kemiren huzursuz bir sessizlik oluşmuştu. Sebepleri farklı olsa dahi ikisi de hayal kırıklığına uğramıştı ve ikisi de oldukça öfkeliydi. Gözlerini dahi birbirlerinden kaçırıyorlardı. Her zaman için ayrılmaz ikili olan Benjamin ve Alice o an birbirilerine katlanmakta güçlük çekiyordu.

Tek bir kelimenin edilmediği yolculukları Princeton köşkünde sona erdiğinde, arabadan ilk inen Alice olmuştu. Toprak yola ayak bastığında, derin bir nefes alıp serin akşam havasını içine çekmişti. Sağlam olan eli ile yanağını ovuşturup istemeyerek de olsa ilerlemeye başladı. Ailesinin Williams'ların yemeğinden geldiğini tahmin edebiliyordu. Sargılı eli bir anda ilgi odağı olacaktı. Yorucu akşamın ardından tüm bunları konuşmak için kendini yeterince güçlü hissetmiyordu.

Tüm bunları düşünerek köşkün ahşap verandasına yaklaşmışken, arkasından Benjamin'in hiç alışık olmadığı soğuk sesini işitmişti, bu olduğu yerde duraklamasına yol açmıştı.

"Her zaman senin diğer kadınlardan farklı olduğunu düşünürdüm."

Yutkundu, gözlerini kapattı. Tekrar kontrolünü kaybedip adamın yüzüne bağırmamak için Tanrıya yalvarıyordu. Konuşurken yönünü çevirmeye dahi gerek duymadı.

"Ne demek istiyorsun? "

"Parası ve gücü için bir adama boyun eğiyorsun. Seni tanıyamıyorum."

Alice'in kalbindeki paslı çivi, Benjamin'in sözleri ile daha derine saplanmıştı. Daha fazla ağlayabilse, o an gözlerinden damlaların yuvarlanacağını biliyordu. Fakat tüm akşam onun için adeta bir kâbus gibi geçmişti ve bitmek bilmiyordu. Tüm bu ıstıraba gözyaşları dayanamamıştı.

Omzunun üzerinden bakışlarını kuzenine çevirdi, olduğu yerde durmuş onu izliyordu. Yüzündeki hüznü görmüştü Alice. Onu üzdüğünün farkındaydı. Fakat sorun tam da burada başlıyordu. Alice, sevdiği adamın yüzündeki en ufak bir değişiklikten hislerini adeta bir kitap gibi okuyabilirdi. Benjamin ise onun hislerine karşı oldukça uzun bir zamandır kördü. Alice, artık bunu saklamak için sebep göremiyordu.

"Belki de sorun budur Benny, belki de beni hiç tanımamışsındır."

Bir Hafta Sonra

"Şşşt, tamam artık sesini kes yoksa ikimizi de ele vereceksin."

Alice, kucağındaki küçük kediyi kollarının arasına iyice saklamaya çalışırken bir yandan da fısıldamıştı. Uykudan yeni uyanmış şiş gözleri ile etrafı kolaçan ediyordu. Bu kömür gibi simsiyah olan yavru kedinin miyavlamasını odasından duymuş, bahçeye indiğinde, odasına bakan ağacın altında öylece oturduğunu görmüştü. Aç olduğu sesinden belliydi. Annesinin eve kedi almasına asla izin vermeyeceğini biliyordu, bu yüzden hayvanı kollarının arasına tamamen sarmış bir şekilde mutfağın yolunu tutmuştu.

"Nora küçük bir kâseye süt koyup odama getirir misin? "

Mutfak kapısının önünde dururken, kahvaltı için hazırlık yapan Nora ile Bridget ona şüphe ile bakmışlardı. Nora herhangi bir şey söylememişti fakat kucağındaki kedinin miyavlamasını duyan Bridget onu kesinlikle onaylamıyordu.

"Karışmış olmak istemem ama anneniz eve kedi almanıza asla müsaade etmez."

"Ben eve kedi almadım ki Bridget. Yoksa sen kucağımda bir kedi mi gördün ?"

Sözleri Nora'yı kıkırdatsa dahi Bridget'a pek etki etmemişti. Fakat neredeyse elinde büyüdüğü kadının onu ele vermeyeceğini biliyordu. Sırıtarak üst kata çıkmış, Eva ve Jane'in odasının kapısını çalarak içeri kafasını uzatmıştı.

"Miskinler, bir misafirimiz var."

Jane, odadaki boy aynasında üzerindeki elbisenin kıvrımlarını düzeltiyordu, Eva ise yatağında oturmuş, her taramasında birbirine giren gür saçları ile uğraşıyordu. Odaya girdiği an ikisinin de dikkatini üzerine çekmişti. Kapıyı kapattığından emin olduktan sonra, kollarının arasına sakladığı yavru kediyi avucuna alıp havaya kaldırmıştı.

"Ta ta ta taam! Şuna bakar mısınız? Hayatımda bu kadar sevimsiz bir kedi yavrusu daha görmedim, resmen somurtuyor."

Yavruyu görmesi ile birlikte Jane adeta sıçrayarak yanını bulup kucağına almıştı, kediyi göğsüne yaslamışken adeta zıplıyordu.

"Tanrım, şuna bakın! Nereden buldun bu şeyi ?"

"Bahçedeydi, odamın önündeki ağacın dibinde buldum. Annesini kaybetmiş olmalı."

Kediyi Jane'e emanet eden Alice, saçı ile girdiği savaştan pes etmiş bir şekilde çıkan Eva'nın yanına geçti. Sabırsız ablasının saçları ile uğraşmaktan nefret ettiğini biliyordu. Kucağındaki tarağı alıp usulca saçını taramaya başlamıştı.

"Kediyi annemden saklamalıyız, görürse asla izin vermez biliyorsun."

"Onu odamda saklayacağım, tamam gördüğüm en sevimsiz kedi yavrusu olabilir ama yine de gelip beni bulmasının bir anlamı olmalı."

"İyi şanslar diliyorum kardeşim, şahsen ben yıllardır senin gelip beni bulmandaki manayı arıyorum. Sanırım sevimsiz bir kediye bakmak daha kolay olurdu."

Kızın saçlarını tarayan Alice homurdanarak tarağın dişlerini derine geçirmişti.

"Hiç merak etme kardeşim, nankör kedilere bakmakta oldukça tecrübeliyim."

Alice ve Evangeline birbirleri ile didişirken, göğsüne yatırdığı kediyi sırıtarak seven Jane onlara dönmüştü.

"Kesin şu saçmalığı da bu küçük suratsıza bir isim düşünelim."

Alice, Eva'nın gür saçlarını ensesinde toplarken tıpkı kuzeninin söylediği gibi kendini isim düşünmeye vermişti. Jane'in kucağındaki küçük kediye baktı. Tüyleri simsiyah ve oldukça parlaktı, küçük gözlerinin siyahı dahi renkli kısmından büyük duruyordu. Neredeyse tüm yavru kedilerdeki o şapşal havaya da sahip değildi, hareketli bir tip değildi ve yüzüne bakıldığında adeta somurtuyordu. Dudaklarından kıvrılan ifadeye engel olamadı. Tüm bu özellikler ona bir yerden tanıdık geliyordu.

"Ne isim vereceğimizi buldum."

Topuzunu bir kurdele ile bitirdiği Eva, şüpheyle gözlerini üzerine çevirmişti. Yüzündeki ifadeden aklından geçenleri adeta okuyabiliyordu.

"Sana inanamıyorum."

"Ne? Aynı şeyin senin de aklından geçmediğini söyleme bana."

"Bu..."

Eva daha fazla devam edememiş, elinde olmadan sırıtmıştı. Kardeşine itiraf etmese dahi kediyi gördüğü an onun da aklına aynı şey gelmişti. Kardeşinin odasının dibinde biten bir kedi ona tek bir şeyi hatırlatıyordu.

"Bu uygunsuz ve muhteşem bir fikir."

Alice ile Eva yatağın üzerinde kıkırdıyorlarken kucağındaki kedi ile aralarına girmişti Jane. Kızların aksine şifreli konuşmalarını çözemiyordu.

"Tanrı aşkına ne düşündüğünüzü bana da söyler misiniz? "

"Kedinin ismi Yüzbaşı olacak Jane."

Jane bu fikir karşısında ilk anda şaşırsa da, tıpkı Eva gibi sırıtmaktan kendini alıkoyamamıştı. Göğsünde yatırdığı kediyi usulca yanındaki Alice'in kucağına yerleştirirken aynı zamanda söyleniyordu.

"O zaman müsaadenle ufaklığı ait olduğu yere bırakıyorum, artık bu şeyi göğsümüze almamız pek uygun olmaz, değil mi Eva ?"

"Haklısın, bu küçük kedinin yeri Alice'in yanı fakat sen dikkatli ol kardeşim, belki yatağına falan girmeye çalışır."

Alice bozulsa dahi, hep birlikte kahkahaya boğulmuşlardı. Birlikte Alice'in odasına geçip Yüzbaşı adını verdikleri kediye süt içirmişler, sonrasında ise odadaki masanın altına Alice'in şallarından birisi ile küçük bir yuva yapmışlardı.

Yüzbaşı'nı Alice'in odasında bıraktıktan sonra üçü birlikte salona inmişlerdi. Anne Hala, Benny ve Catherine masaya geçmişlerdi, onları bekliyorlardı. İçeri girip Benjamin'i gördüğünde, Alice'in yüzündeki gülümseme bir anda solmuştu. İkisinin masadaki yeri yan yanaydı, adamın yanından ayrılamıyordu. Fakat bir zamanlar masadaki yerine adeta sekerek giderken, artık o kadar hevesli değildi.

"Herkese günaydın, babam nerede? "

"Eve henüz geldi, birazdan aramıza katılacaktır, biz kahvaltıya başlayabiliriz."

Annesinin sözleri ile kahvaltıya başlamışlardı. Önceden yanındaki Benjamin ile konuşmaktan neredeyse kahvaltı edemeyen Alice, neredeyse hiç konuşmadan yemeğini yiyordu. İkisinin fısıldaşmaları adeta masadakileri rahatsız ederken içine büründükleri bu sessizlik Anne Hala'nın dikkatini çekmişti.

"Siz ikinizin arasında bir sorun mu var ?"

Benjamin gözlerini önündeki tabaktan kaldırdı. Bakışları önce Alice'i bulmuş, sonrasında ise annesine dönmüştü.

"Bunu da nereden çıkardın şimdi anne? "

"Çok konuştuğunuz için siz ikinizi masada birbirinizden ayırmayı düşünüyorduk, şimdi ise ağzınızı bıçak açmıyor. Bir sorun olduğu belli, uğraştırmadan anlatın."

Alice ne diyeceğini bilemiyordu. Başını kaldırdığı an Eva ile göz göze gelmişti. Ablası neredeyse bir haftadır ne olduğunu öğrenmek için adeta etlerini kemiriyordu. İşin içinden nasıl sıyrılacağı hakkında hiçbir fikri yoktu.

Fakat Benjamin bu konuyu ona bırakmamıştı.

"Bir sorun var ama bunu sizinle değil Thomas Amca ile konuşmak istiyorum."

Alice bununla birlikte adeta olduğu yerde sıçramıştı, hınçla Benjamin'e döndü.

"Babamla ne konuşacaksın ?"

Benjamin tavrını bozmamıştı, tabağındakilerle ilgileniyordu.

"Bence ne konuşacağımı biliyorsun."

"Benjamin bu-"

"Biliyorum biliyorum, konuşmak bana düşmez, değil mi? Kusura bakma, kendini ateşin içine atışını izleyecek değilim."

"Benjamin !"

Onlar birbirlerine girmişken, masadakiler ne olduğunu anlamamış bir şekilde birbirlerine bakıyorlardı. Alice elindeki sargı ve dikişleri için kendi sakarlığını öne sürmüştü. İşin iç yüzünü kimse bilmiyordu. Fakat Catherine o an duyduklarından memnun değildi, işin gerçek yüzünü öğrenmek istiyordu.

"Bu da ne demek? Bizim bilmediğimiz bir şey mi biliyorsun Benjamin ?"

Benjamin elindeki çatalı yavaşça tabağına bırakmıştı. Gözleri önce Alice'i bulmuş, kızın öfkeli bakışlarını umursamadan Catherine'e dönmüştü.

"Alice ve nişanlısı ile alakalı, Alice'in yüzbaşı ile evlenmemesi gerektiğini düşünüyorum."

"Öyle mi? Seni bu düşünceye ne itti? "

Benjamin ile bakışları tekrar birbirini bulmuştu. Adamın ne anlatacağını biliyordu. Öfkelenmekten kendini alıkoyamadı.

"Ortada hiçbir şey yok anne, Benjamin kuruntu yapıyor."

Sözleriyle birlikte Benjamin homurdanmıştı.

"Kusura bakma ama histeri krizi geçirip bayılmanın ya da elinde bardak kıracak kadar kendinden geçmenin benim suçum olduğunu sanmıyorum."

Sözleri ile birlikte masadaki herkes adeta şok olmuştu. Jane ve Eva yüzbaşı ile şiddetli bir şekilde kavga ettiklerini biliyorlardı fakat bayılmış olması ilk kez duydukları bir gerçekti. Ettikleri kavgadan dahi haberi olmayan annesi ve halası ise oldukları yerde donakalmışlardı. Kendine ilk gelen Catherine olmuştu. Kadının beyaz teninde yanakları kızarıyordu.

"Birisi burada neler döndüğünü bana hemen anlatsın."

"Alice yüzbaşı ile yapamıyor Catherine, dönen şey bu. O adamla ne zaman birlikte vakit geçirse ya kavga ediyorlar ya da Alice'e bir zarar geliyor. Siz bunu göremiyor musunuz? "

"Yeter artık !"

"Ne oldu Alice? Yoksa tekrar beni seni tanımamakla mı suçlayacaksın? Ya da dur, kardeş olmadığımızı da söyleyebilirsin."

"Alice, Benjamin kesin şu saçmalığı !"

Anne Halanın sesi ikisi de susturmuştu. Lakin hem Alice hem de Benjamin gözlerini birbirlerinden alamıyorlardı. Sebepleri oldukça farklı olmakla birlikte, ikisi de öfkeliydi. Benjamin bunu Alice'e oranla daha sakin atlatıyordu.

Kabullenmekte güçlük çektiği bir hayal kırıklığının içinde adeta yüzen Alice için işler bir parça daha zordu.

"Seni gördüm, tamam mı? Seni o kızla öpüşürken gördüm! Ama bak, lanet çenemi kapalı tutabiliyorum !"

Benjamin beklemediği bir darbe almıştı, alnı kırışmış, yüzü bir anda şaşkınlığa bürünmüştü. Evangeline hariç, masadaki herkes ikisini hayretle izliyordu. Eva, usulca başını sallamakla yetinmişti. Duydukları onun için tüm parçaları tamamlıyordu.

"Bunun konumuz ile hiçbir alakası olduğunu sanmıyorum Alice."

"Öyle mi? Yüzbaşı ile aramda geçenlerle de senin bir alakan olduğunu sanmıyorum."

Alice hınçla masadan kalkmıştı. Daha fazla Benjamin ile aynı ortamda kalabileceğini sanmıyordu. Eteklerini toplayıp salondan çıkacakken arkasından Eva seslenmişti.

"Alice."

Öfkeyle arkasını döndü Alice, ağlamamak için adeta dişlerini sıkıyordu. Eva ile göz göze geldiklerinde, ablasının hissettiği acıyı görebildiğini biliyordu. İri, kahverengi gözlerine saklamak istediği bir hüzün çökmüştü.

"Ne? Hep bunu istemiyor muydun? Oldu işte, vazgeçtim."

Alice daha fazla konuşmamış, hızlı adımlarla salonu terk etmişti. Kızın ardından, kahvaltı masasına derin bir sessizlik çökmüştü. Adeta kimse konuşmaya cesaret edemiyordu. Ne olduğunu anlamak istercesine birbirlerinin yüzlerine bakarlarken, Thomas salon kapısından içeri girmişti.

"Ne oluyor Tanrı aşkına? Alice yine evin içinde koşmaya başlamış."

Ortaya yıkılan enkazı toplama görevini Catherine üstlenmişti. Yüzündeki bulutlu ifadeden kurtulup kocasına dönmüştü.

"Her zamanki Alice, biliyorsun."

Thomas ağır adımlarla ilerleyip masanın başındaki yerine geçmişti. Masadaki huzursuzluğu fark etmiş gibi durmuyordu.

"O halde bırakalım da biraz daha koşsun, şurada pek bir zamanı kalmadı. Yirmi yıl boyunca ben durdurmaya çalıştım, biraz da Yüzbaşı Doyle uğraşsın."

Sözleri masadakilerin bir kez daha şaşırmasına yol açmıştı. Eva, yutkunarak neler olduğunu sormaya cesaret edebilmişti.

"Bu da ne demek baba? "

"Bu sabah yüzbaşı ile birlikteydim. Depoları ve tarlaları kontrol ederken karşılaştım, at sürüyordu. Atımın dinlenmesi için beni Riverwood'a davet etti, birlikte çay içtik ve kız kardeşin hakkında konuştuk."

Thomas tabağını aldığı haşlanmış yumurtayı bölerken kendini gülmekten alıkoyamamıştı.

"Alice'in erken kalkmaya alışması gerekecek, demek istediğim gerçekten erken. Bunu ben yirmi yılda öğretemedim, yüzbaşının da pek başarılı olacağını sanmıyorum."

Masadakiler, daha biraz önce yüzbaşı ve Alice'in geleceği hakkında hararetli bir tartışmaya şahit olmuşlarken, Thomas'ın şakalarına gülemiyorlardı. Hâlihazırda Doyle'dan hoşlanmayan Benjamin bu şakalardan rahatsız bile olmuştu.

"Bence hata ediyorsun Thomas Amca, Alice'in öğrenmesi gereken hiçbir şey yok."

Sözleri Thomas'ı tekrar kıkırdatmıştı. Fincanına uzanıp bir yudum çay aldıktan sonra yeğenine dönmüştü.

"Belki de haklısın Benny, zaten on beş gün içerisinde Alice'e pek bir şey öğretebileceğimizi sanmıyorum."

Masadaki herkes şaşkınlık ve huzursuzlukla birbirine bakıyordu. Thomas'ın ne demek istediğini anlamışlardı. Adamın söyledikleri başlı başına beklemedikleri bir şeydi. Fakat onları huzursuz eden, henüz öğrendikleri anlaşmazlıkların üzerine bu haberi almaktı.

Benjamin ise duydukları yanlış anlamış olmayı umuyordu.

"Özür dilerim amca, ne demek istediğini anlamadım."

Thomas kahvaltısını ederken hala gülümsüyordu. Bir kez daha kızının kaderini yazmış ve mühürlemişti. Ve kimseye danışmak gibi bir niyeti yoktu.

"Alice on beş gün sonra Yüzbaşı Doyle ile evleniyor Benny, işte bunu söylüyorum."

Yazan ; İlknur Duman

- - -

Herkese selamlar! Bu bölüm diğerlerine göre biraz daha kısa biliyorum ama burada bitmesi gerekti, zaten diğer bölümle birlikte hikâye tamamen hızlanacak. Alice Ziyagil – bu lakabı çok sevdim ve kullanacağım slfklskdf :D – gördüğünüz gibi isyanlarda ama elden ne gelir ? Bölümle ilgili düşüncelerinizi yorumcuklar olarak bırakırsanız çook sevinirim, hepinizi kocaman öpüyorum, haftaya görüşürüz :-* 

Bạn đang đọc truyện trên: AzTruyen.Top