ALTI


Baş ağrısı ve huzursuzluk yüzünden gece hiç iyi uyuyamamıştı. Çekmecesinde her zaman bulundurduğu ağrı kesici veya sakinleştiricileri almak yerine tüylü dostuyla birlikte gece boyunca giysi dolabıyla odasındaki kitaplık arasında mekik dokumuştu. Aklını kurcalayan kişinin Shawn yerine Max olması ilginçti.

Adamla karşılaştıkları gün ile dün gece arasındaki fark gece ile gündüz kadardı. Terli, yırtık ve eski kıyafetleri gitmiş, üzerine geceye uygun olmasa da şık bir şeyler giymeyi becermişti. Üstelik dağınık saçları düzgün bir şekle girmiş ve tıraş olarak mağara adamı imajından tamamıyla kurtulmuştu. Adamın kullandığı tıraş losyonun kokusu Olivia'nın burnunun direğini sızlatmıştı, ama en azından kötü kokmasından iyidir diye düşündü. Demek temiz ve bakımlı görünmek sanıldığı kadar zor değilmiş. Peki, adamı düşündükçe hâlâ o kokuyu duyuyor olması neyin nesiydi?

Diğer yandan asıl katlanamadığı şey adamın davranışlarıydı. Oynadığı tiyatroyla insanları asil bir beyefendi olduğuna inandırmış olsa da, Olivia gerçeği biliyordu. Adam küstah, vurdumduymaz ve yalancıydı. Shawn'ın davetiyesini izinsiz kullanarak davete, bir başkasının yerine de müzayedeye katılarak nasıl bir düzenbaz olduğunu ispatlamıştı. Adamın hakkını yiyemezdi gerçi. Akıllı olduğunu kabul etmeliydi. Zekâ fışkıran gözleri ve her lafa bulduğu hazır cevaplar, Olivia'ya onun zekâsından kuşku duymaması gerektiğini öğretmişti.

Yine de sabah olmak üzereyken ve düzenlemediği tek bir raf ve çekmece kalmamasına rağmen henüz siniri geçmemişti.

Aklında tek bir soru vardı şimdi. Adama neden hayır diyememişti?

Sebebi Shawn ile ilgili bir şeyler bildiğini düşünmesi miydi?

Bu çok saçma. Onun hakkında kendisinin bile bilemediği ne öğrenmiş olabilirdi ki?

Max'e hayır diyememesinin altında yatan sebebin bu olduğuna kendini ikna etmeye çalışıyordu. Merak. Sırf onun neler yumurtlayacağını duymak için bekleyecekti. Bu yüzden güneş doğmadan önce kalkmış ve Tatlı'mla birlikte arazide uzun bir yürüyüşe çıkmıştı.

Greenwich'de yaşamayı seviyordu. Burası Londra'nın güneyinde, Kuzey Denizi'ne dökülen Thames Nehri'nin kıyısında, şehrin o kalabalık ve boğucu havasından uzakta bol yeşillikli ve sakin bir yerdi.

Malikânenin konumu; eski Kraliyet Donanması Kolejine (şimdiki Greenwich Üniversitesine), Greenwich parkına ve müzeye yakındı. Rasathanenin güneyinde altı hektarlık arazinin en tepesinde ve tam ortasına inşa edilmiş Gotik tarzı beş katlı büyük tuğla evini, parkın ve üniversitenin bahçesinden rahatlıkla görmek mümkündü.

Babası Richard bu evi severdi. Dünyanın en tepesinde (sıfır noktasında) kendini her zaman güçlü ve yenilmez hissettiğini söylerdi. Olivia onu anlıyordu. Her gününü daha iyi olmak için harcadığı ve sıfırdan kurduğu serveti için nasıl çalışıp didindiğini, bunun için neleri feda ettiğini biliyordu. Richard çalışkan bir adamdı. İşini severdi. Ailesinin geleceği için kendi hayatından daha çok endişe ederdi. Ancak yaşamayı ve gezmeyi de seviyordu. Kazandığı parayı istediği gibi harcayamadıktan sonra onun peşinden koşmanın anlamının olmadığını savunurdu.

Bu yüzden Avrupa'daki tüm ülkeleri gezmiş, gerektiğinde oralarda yatırım yaparak güzel anılar ve mülkler biriktirmişti.

Ne yazık ki, böyle günlerden birinde annesiyle birlikte çıktığı seyahatten geri dönememişlerdi. Özel uçakları Atlantik Okyanusu'nun ortasında bir yerlerde arıza yapmış, üç mürettebatıyla birlikte özel jet denizin dibini boylamıştı. Hiçbirinin cesetleri su yüzüne çıkmamıştı. En üzücü kısmı da buydu. Ailesinin ziyaret edebileceği bir mezarları bile yoktu. Onlar için ancak kiliseye gittiği günler dua edebiliyordu.

Baharın müjdecisi yeni açmış çiçeklerin ve sık ağaçların arasından geçti. Tatlı'm hemen arkasından minik bacaklarıyla heyecanla koşuşturuyordu. Bahçenin bu bölümü meyve ağaçları ve küçük bir seradan oluşuyordu. Evin sebze meyve ihtiyaçlarının çoğu buradan karşılanıyordu. Doğu cephesinde büyük dikdörtgen şeklinde bir havuz, evin arka tarafında ise kapalı bir garaj ve spor salonu mevcuttu. Şoförünün kaldığı kulübe de hemen yanındaydı.

Patika boyunca yürümeye devam etti. Ağaçların arasından geçerken gördüğü hareketlilikle birden duraksamıştı. Andrew'un kaldığı kulübenin kapısı açıldı. Gece kadar siyah saçlı ve ince sabahlıklı bir kadın bir hayalet gibi yavaşça aralıktan dışarı süzüldü.

Olivia biraz daha dikkatli bakınca kadının asistanı olduğunu fark etti. Genç kadın mor ipek bir sabahlığa sıkı sıkıya sarılmış onu yolcu eden adama veda öpücüğü vermeye hazırlanıyordu. Kapı çerçevesine yaslanan adamın giydiği eşofman altı haricinde üstünde hiçbir şey yoktu.

Olivia bir anlığına onları izlediği için kendini suçlu hissetti. Fakat oradan gitmek için artık çok geçti. Hareket ettiği anda fark edilirdi. Onlara görünmemek için Tatlı'mı da kucağına alarak vedalaşmalarını sabırla beklemeye karar verdi. Aralarında konuştukları her neyse mesafe yüzünden duyulmuyordu. Kuş cıvıltıları ve esen tatlı meltemde hışırdayan ağaç yaprakları da bunu engelliyordu. Tatlı'm kucağında huzursuzlanmaya başlayınca onu alçak sesle sakinleştirmeyi denedi.

"Sessiz ol ufaklık yoksa yerimizi belli edeceksin."

Olivia öpüşmenin hararetlendiğini görünce başını iki yana salladı. Kendini pis bir röntgenci gibi hissediyordu. Dudakları bir tebessümle yukarı kıvrıldı. Demek verdiği öğütler işe yaramıştı. Genç kadın zorlukla koptuğu adamın kollarından sendeleyerek uzaklaştı. Andrew o köşeyi dönene kadar kapısını kapatmamış ve arkasından bakmaya devam etmişti. Sonunda o da içeri girince Olivia rahat bir nefes aldı ve saklandığı yerden çıktı. Yürüyüş yolunu takip ederken eve girmeden evvel biraz oyalandı.

Küf yeşili renginde dolapları olan ve son teknolojiyle donatılmış mutfakta kahvaltı hazırlamakta olan Martha'nın yanına giderek tezgâhtan kırmızı bir elma aldı.

"Günaydın efendim, bu sabah erkencisiniz?"

"Gece pekiyi uyuyamadım. Bahçede Tatlı'mla biraz dolaştık. Bugün hava çok güzel. "

Olivia elmasından ısırıklar alırken yaşlı kadın bir fincana çay doldurarak önüne koydu.

"Bu çay size iyi gelecektir."

"Sağ ol Martha."

"Kahvaltınızı salona mı yoksa buraya mı hazırlamamı istersiniz?"

"Aslında bu sabah kahvaltı etmeyi pek düşünmüyorum. Sanırım elma benim için yeterli."

Yaşlı kadının neşesi kayboldu. "Beni bağışlayın efendim ama bence öğün atlamamalısınız. Son günlerde epey kilo kaybettiniz. Hasta olmanızdan endişeleniyorum."

"Beni düşündüğün için teşekkür ederim ama böyle iyiyim."

"Yine de size sevdiğiniz yiyeceklerden bir tepsi hazırlamama izin verin efendim. Belki gördüğünüzde canınız yemek ister."

Genç kadın umursamazca omuz silkti. Martha'nın aksini söylese de bildiğini okuyacağını biliyordu. Yaşlı kadın annesi öldükten sonra onunla daha yakından ilgilenir olmuştu. Olivia'nın da buna bir itirazı yoktu.

O sırada Betty de içeri girmişti. Aydınlık mutfakta Olivia'yı elinde çay içerken görünce şaşırdı.

"Bu sabah erken kalkacağınızı bilmiyordum efendim."

"Ben de bilmiyordum." diyen Olivia günlük gazetesine göz atıyordu.

"Bana da kahvaltı hazırlaman mümkün mü Martha?"

"Elbette canım. Sen otur, hemen geliyor."

Betty Olivia'nın yanındaki sandalyeye oturdu. Yüzünde çekingen bir tebessüm vardı. "Eğer bugün bana ihtiyacınız yoksa şehre inmek istiyordum. Yapacak bazı işlerim var."

"Elbette. Seni Andrew'un bırakmasını ister misin?" Olivia göz ucuyla asistanına bakarak alacağı yanıtı beklemeye başladı.

Genç kadının yanakları kızarmıştı. Olivia gülmemek için alt dudağını ısırdı.

"Eee?"

"Şey, efendim. Yani bu çok güzel olurdu. Fakat ya arabaya ihtiyacınız olursa?"

"Bugün dışarı çıkmayacağım. Eğer ihtiyacım olursa garajdakilerden birini kullanabilirim."

"Tamam. Madem öyle. Andrew'un bana eşlik etmesi hoşuma gider."

Olivia gülümsedi ve katladığı gazeteyi de yanına alarak kapıya doğru ilerledi.

"Güzel. Keyfinize bakın. Martha, Teresa'ya kahvaltımı çalışma odama getirmesini söyler misin?"

"Nasıl isterseniz."

Olivia çatı katındaki çalışma odasına girdi. Burası bir zamanlar Richard'a aitti. Olivia o öldükten sonra odada hiçbir değişiklik yapmamış, her şeyi yerli yerinde bırakmıştı. Yerde büyük pahalı bir İran halısı duruyordu. Koyu renk duvarlardan birinde soyağacına ait aile resimleri vardı. Masanın tam karşısında Birleşik Krallığın dev bir haritası asılıydı.

Bu odayı sevmesinin asıl sebebi Richard'ın çoğu vaktini burada geçirmesi değildi. Sağ tarafında büyük bir şömine solunda dev kitaplık bulunan odanın tavanı cam bir kubbeyle kapalıydı. İçerisinin hem iyi ışık alması hem de gündüz gökyüzünün maviliği, gece ise parıldayan yıldızların altında çalışmanın huzurlu olduğuna inanılarak tasarlanmıştı.

Kiraz ağacından oymalı geniş bacaklı masasının arkasına geçerek deri koltuğuna yerleşti. Oda tıpkı çocukluğundaki gibi limon esansı ve cila kokuyordu. Masasının üzerinde hafifçe sola kayan kalemliğini ve ajandasını düzelttikten sonra bilgisayarını açtı.

Gelen e-postaların birçoğu yönetim kurulundan ve avukatındandı. Teslimatları geciken müşterilerinden de bazı şikâyet mektupları almıştı. Bazıları onu dava açmakla tehdit ediyordu. Olivia onları okuyup daha fazla sinirlenmek istemedi. Hafta başından önce görüşmekte ısrarcı olan yönetim kurulu üyelerinden Bay Hopkins ve Bay Oldman'a bugün bir telekonferans için randevu verdi.

Sonra günlük programını ve önümüzdeki hafta yapacaklarının üzerinden geçti. Hazırlanan kahvaltısına dokunmayıp yalnızca çayının yarısını içebildiğini fark ettiğinde saat öğleni geçmişti. Kapısı tıklatıldı.

"Girin."

Teresa izin isteyerek içeri girdiğinde ajandasına son notları alıyordu.

"Kuzeniniz geldiler efendim."

"Linda mı?" Olivia sıkıntıyla arkasına yaslandı. Demek kuzeni seyahatten dönmüş ve döner dönmez soluğu onun yanında almıştı. "Onu büyük salona alın, hemen geliyorum."

Aşağıya indiğinde genç kadını annesinin bir zamanlar özenle seçtiği koltuklardan birinde dergi sayfalarını karıştırırken buldu. Üzerinde Milano'dan geçen kış aldığı bej rengi ceket, altında ise alev kızılı saçlarıyla uyumlu kırmızı bir mini etek vardı. Bileklerini saran siyah, topuklu deri çizmeler giymişti. Üst üste attığı bacaklarından birini belli bir ritimle yukarı aşağı sallıyordu. Onu yeterince iyi tanıdığı için yüzündeki ifadeden hemen anlamıştı.

Linda her şeyi biliyordu.

"Hoş geldin Linda. Bu ne güzel sürpriz. Döndüğünden haberim yoktu."

Kuzeninin yeşil gözleri onu görünce bir anlığına parladı ama hemen sonra kederle bulutlandı. Yerinden hızla kalkıp Olivia'ya sarıldı.

"Hoş buldum demek isterdim ama öğrendiğim şeylerden sonra bu ne kadar doğru olur bilemiyorum." Geri çekilirken Olivia'nın ifadesiz yüzünü inceliyordu. "Duyduklarım doğru mu? Sevkiyatların hemen hemen hepsi durdurulmuş. Gümrükte kaos yaşanıyormuş. Çin ve Hollanda'daki yatırımcıların paralarını geri istediklerini söylediler. O adamlarla yıllar boyu iş yaptık ve şimdiye kadar hiç böyle bir sorunla karşılaşmamıştık. Aşağılık herifler."

Olivia geri çekilerek cam kenarına doğru yürüdü. "Bilirsin. İş dünyası acımasızdır."

"Düşene de bir tekme sen vurursun."

"Sana bunları kim anlattı. Rudolf mu?" Rudolf avukat ekibinin başındaki kişiydi. Bugünkü yazışmaların büyük bir kısmını onunla yapmışlardı.

"Aslına bakarsan, hayır. Şu Hopkins denen sersem döndüğümü duyup bizzat haber verdi. Shawn'ın müdahale etmek için ortalarda olmadığını söylerken öyle zevk alıyordu ki, şirketin ortağı olmasa zarar etmemizin hoşuna gittiğini düşünürdüm."

Yaşlı budala. Zaten en başından beri Shawn ile arası hiç iyi olmamıştı. Birbirlerinden zerre kadar hoşlanmıyorlardı. Şimdi onun yokluğunda meydanı boş bulmuştu.

"Durumun bu kadar kritik olduğunu neden bana söylemedin? Seyahatimi daha erken bitirip hemen yanına dönerdim."

"Senin huzursuz olmanı istemedim. Ben gereken neyse yapıyorum zaten."

"Ona belli etmemeye çalıştım ama çok endişelendim. Tüm bunlar olurken Shawn neredeydi?"

"Üzgünüm Linda." Olivia şakalarına masaj yapmaya başladı. "Olanları benden duyman gerekliydi."

"Bunu dert etme, hadi otur da bana neler olup bittiğini anlat."

Olivia, Linda'nın onu yönlendirmesine izin vererek çiçek döşemeli koltuklardan birine oturdu. Kuzeninin pahalı Fransız parfümü onu rahatsız etmemiş gibi yapıyordu. Linda her zaman güzel kokulara ve takılara meraklıydı. Ceketinin düğmelerini açarken boynundan sallanan zinciri ve halka küpeleri şıngırdadı.

Olivia dikkatini anlatacaklarına vererek derin bir nefes aldı ve son günlerde yaşananları anlatmaya başladı. Shawn'ın kaybolduğunu ve ne yapacağını bilmediğini söylerken Linda elini bir an olsun bırakmamış, her zamankinden daha iyi bir dinleyici olmuştu.

"Tanrım Liv, bu nasıl olur aklım almıyor? O adama en az senin kadar güvenmiştim. Sağlam karakterli birine benziyordu. Üstelik seni seviyordu. Lanet herifin hepimizi kandırdığına inanamıyorum."

"Sana yalan söylediğim için üzgünüm."

Olivia bunu söylerken kırılgan görünmemeye çalıştı ama başarılı olamamıştı. Linda şefkatle omzuna dokundu.

"Sana kızmadım. Kim bilir günlerdir nelerle uğraşıyordun. Beni asıl şaşırtan Shawn. Şimdiye kadar gözü kapalı bir ilişkiye atıldığını hiç görmedim. O olaydan sonra erkeklere karşı daima mesafeni korumuştun. Bu yüzden sana Buzlar Kraliçesi diyorlar."

"Ama sonuç olarak Shawn'ın altı ay içinde beni nikâh masasına oturtmasına izin verdim."

"İnan bana ben olsam o komplimanlara o kadar bile dayanamazdım."

İki kadın kıkırdayınca ortam azıcık da olsa yumuşadı.

"Ciddiyim Liv, o adam bir şeytan kadar baştan çıkarıcıydı. Aksi olmasaydı kadınlığından şüphe ederdim."

"Öyle de olsa ona gözü kapalı güvendiğim için kendimi aptal gibi hissediyorum."

"Kendine bu kadar yüklenme lütfen. Bunun olacağını bilemezdin. Neden üzülmek yerine ona haddini bildirecek yüklü bir tazminat davası açmıyorsun. Bırak bu işi avukatların çözsün."

"Bunu düşündüm fakat böyle bir skandalın şirkete ne kadar zarar vereceğini kestirmek zor. Üstelik müşterilerle aramız bu kadar hassasken bunu yapmak ne kadar doğru olur sence?"

"Müşterilerin canı cehenneme!" diyerek yerinden fırladı Linda. "Sevkiyatları aksatmamıza gerek yok ki. Başka bir lojistik şirketiyle anlaşırız."

"Araştırdım. Çoğunun önümüzdeki üç ay boyunca müşteri listesi dolu."

"Kelly şirketleri olarak bunun da üstesinden geleceğimize inanıyorum. Bence endişeleneceğin tek şey gururun. Sen onurlu bir kadınsın Olivia, şimdiye kadar hep onurun için savaştın. Küçücük bir hatanın bunun aksini yapmasına izin verme."

"Sanırım haklısın. Diğer yandan içimden bir ses... Yani Shawn ve yaptıklarıyla uyuşmayan bir şeyler varmış gibi hissediyorum."

"Ne demek istiyorsun?" Linda merakla tekrar yerine oturdu.

"Bilmiyorum ama böyle birdenbire ortadan kaybolması bana hiç mantıklı gelmiyor. Tüm zamanını benimle on iki saat evli kalmak için mi harcadı yani? Bunun altında başka sebepler olmalı."

"Yani sen, başına bir şey geldiğinden mi şüpheleniyorsun?"

"Emin değilim ama neden olmasın?"

"Kocana dolandırıcılığı konduramaman normal tabi ama..."

"Bunun konduramamakla alakası yok. Sadece başına gerçekten bir şey geldiyse yardımıma ihtiyacı olabilir."

"Anlıyorum." diyen Linda düşünceliydi. "O hâlde ne yapacaksın?"

Olivia öne doğru eğilip dizlerine yaslandı ve başını ellerinin arasına aldı. "Sanırım bir dedektif tutacağım."

"Dedektif mi? Emin misin? Neden polise gitmiyorsun peki?"

"Şu an hiçbir şeyden emin değilim ama en doğrusu bu gibi geliyor. Polis ortalığı daha çok karıştıracaktır. Belki bu şekilde olayın basına sızmasını geciktirebiliriz."

O sırada Linda'nın telefonu çalınca sohbetleri kesildi. Genç kadının asık suratı okuduğu mesajdan sonra ışıl ışıl bir gülümsemeyle doldu.

"Ah bu Tom. Dışarıda beklemekten sıkıldığını söylüyor."

"Tom mu? O da kim?"

"Tommy Budgard. Yeni sevgilim. Sana ondan bahsetmedim değil mi?" dedikten sonra iç geçirdi. "Onunla geçen hafta Paris'te tanıştık. Buraya kadar onun özel uçağı ve kiralık arabasıyla geldik. Şu anda ön bahçende beni bekliyor."

"Aman Tanrım. Neden bunu daha önce söylemedin. Onu içeri davet etmeliydik. Bu çok kaba oldu."

"Seninle özel olarak konuşmam gerekiyordu. Üstelik içeri gelmeyi kendisi istemedi. Birazcık çekingen biri," derken ona göz kırptı. "ama merak etme başka konularda çok ateşli."

Olivia gülmek istemiyordu ama elinde değildi. Kuzeni hiç değişmeyecekti. Yine de onu kapıya kadar geçirip Bay Çok Ateşli neye benziyormuş görmek istedi.

Girişteki merdivenlerin başına geldiklerinde yarım ay şeklindeki taşlık yola kırmızı bir Porsche'nin park ettiğini gördü. Zayıf ve uzun boylu adamın yalnız olmadığını fark edince Olivia gözlerini kıstı.

Anlaşılan Max kuzeninin yeni sevgilisiyle ondan önce tanışmıştı. Pahalı bir takım elbise giymiş yakışıklı adam Max'in sorularıyla köşeye sıkışmış gibi görünüyordu.

"Bu adam da kim?"

Olivia bir an cevap verip vermekte tereddüt etti.

"Sana bahsettiğim şu... dedektif."

Linda gözlerini kırpıştırarak önce Olivia'ya sonra spor ceket giymiş, kot pantolonlu adama baktı. "Bu konuda ciddi olduğunu düşünmemiştim."

"Aklıma başka bir fikir gelmiyor. Henüz onu resmi olarak işe almış değilim. Hakkında hâlâ tereddütlerim var."

İkili biri meraklı diğeri sıkılmış görünen adamların yanına yürüdü.

"Bay Walker. Tam vaktinde."

Olivia'yı gören Max'in yüzünde haylaz bir gülümseme belirmişti. Saatine göz attı.

"Dakikliği severim."

"Ben de. Sizi kuzenim ve ortağım olan Linda Kelly ile tanıştırayım."

Max çoktan kıyaslayan bakışlarını aynı anda hem seçkin hem de seksi görünmeyi başarabilen kadına dikti. "Çok memnun oldum. Adım Maximilian Alexander..."

"Kim olduğunuzu biliyor Bay Walker," diye sözünü kesti Olivia. "az önce biz de sizden bahsediyorduk."

"Ne hoş." diyerek geriye çekildi Max. "İki güzel kadının hakkımda konuştuğunu bilmek hoşuma gitti. Umarım size hakkımda iyi şeyler söylemiştir."

Linda bir adım öne çıktığında gülümsüyordu.

"Aslında pek bir şey anlatmadı. Daha önce hiçbir dedektifle tanışmamıştım Bay Walker. Sizin toprak rengi uzun bir trençkot giyip, pipo içmeniz gerekmiyor mu?"

"Tanıdığınız tek dedektifin Sherlock Holmes olması ne kadar kötü. Eğer merak ettiğiniz buysa hayatım boyunca ne şapka taktım ne de pipo kullandım Bayan Kelly."

Linda kendini tutamayıp kahkahalarla güldü.

"Çok şakacı bir adamsınız Bay Walker. Mesleğinizi ne şekilde icra ediyorsunuz merak ettim."

"Size anlatmaktan zevk duyardım ancak pek öyle matah bir şey olduğunu düşünmeyin. Genellikle sıkıcı ve yorucudur."

Sıkıcı kelimesini söylerken Olivia'nın gözlerinin içine bakmıştı. Olivia sinirlendiğini belli etmemek için omuzlarını ve çenesini dikleştirdi.

"Linda, beni arkadaşınla tanıştırmayacak mısın?"

"Şaşkınlığımı bağışlayın. Tom bu kuzenim Liv, Liv bu Bay Budgard. Kendisi başarılı bir iş adamı. Paris ve Nantes'deki iki muhteşem kumarhanenin ve o kumarhaneye bağlı otellerin sahibi."

"Tanıştığımıza çok memnun oldum hanımefendi. Linda sizden çok bahsetti."

Adamın Olivia'nın elini kibarca öpmesini dikkatle izleyen Max çabucak araya girdi.

"Ben de az önce Bay Budgard'ı daha önce bir yerlerden hatırladığımı söylüyordum."

"Bu çok tuhaf Bay Walker. Çünkü size az önce de söylediğim gibi, daha önce Londra'ya hiç gelmedim ve sizinle hiç karşılaşmadığıma eminim."

Max çenesini kaşıdı. "İnsanlar çift yaratılmış dedikleri doğru o hâlde, azılı bir suçluya tıpatıp benzediğinize her şeyime bahse girebilirim ve görsel hafızam beni asla yanıltmaz."

Adam yavaşça doğrulurken yüzünde keskin bir bakış belirdi.

"Bay Walker?"

Olivia'nın uyarısıyla Max genişçe sırıttı. Tıpkı kan kokusu almış bir köpek balığı gibi hâlâ dik dik adama bakıyordu.

"Özür dilerim. Eğer yanlış bir şey söylediysem lütfen beni bağışlayın. İşimin en kötü yanlarından biri de fazla paranoyak olmam. Umarım beni yanlış anlamamışsınızdır."

"Önemi yok. Artık gidelim mi Linda? Daha yapacak yığınla işim var."

"Tabi sevgilim." Linda gözlerini hâlâ Max'den ayıramamıştı. "Sizinle tanıştığıma çok memnun oldum Bay Walker. Umarım Olivia'yla iyi anlaşırsınız."

"Bundan hiç kuşkunuz olmasın."

Genç kadın gülümsedi ve sevgilisinin açtığı ön kapıdan arabaya zarifçe yerleşirken bile gözleri Olivia ve Max'deydi.

"Yarın ofiste görüşürüz o halde."

Olivia arkalarından nezaket gereği gülümserken el salladı. Elleri ceplerinde ona yakın duran adamın varlığını umursamamalıydı ama umursuyordu. Adamın rahat tavrı ve dengesiz hareketleri onu her seferinde çileden çıkarıyordu.

"Bunu yaptığınıza gerçekten inanamıyorum. İnsanlar hakkındaki fikirlerinizi söylemekte her zaman bu kadar acımasız mısınızdır?"

"Yalnızca gerekli gördüğümde."

"Misafirime kabalık ettiniz."

"Kibar biri olduğumu hiç söylemedim. Üstelik o sizin değil kuzeninizin misafiriydi."

"Bence istediğiniz zaman yeterince kibar olabiliyorsunuz."

"Sizin de dediğiniz gibi. Yalnızca istediğim zaman. O adama karşı şüpheci olabilirim ama hafızam beni asla yanıltmaz."

"Ama yanılttı. Bence bunu kabullenin."

"Kabul etmek için çok erken."

"Tanrım..." diye inledi Olivia. "Çok inatçısınız."

Genç kadın kollarını göğsünde kavuşturunca, Max'in gözleri kısa bir anlığına kollarının üzerinde sıkışan o güzel tepeciklere takıldı. Kadının üstünde bol ince bir kazak ve altında dar bir etek vardı. Ancak keskin gözleri o giysilerin altında daha fazlasının olduğunu görebiliyordu.

"Öyleyimdir. Burada dikilip durmaya devam mı edeceğiz, yoksa kibar biri olarak beni içeriye davet edecek misiniz?"

"Elbette. Neden içeri gelmiyorsunuz? Ne de olsa bahçıvanımı bir seri katille ya da şoförümü bir sapıkla karıştırmanızı istemeyiz."

Max güldü. Kadının espri anlayışı hoşuna gitmişti. Olivia'nın peşine takılarak merdivenleri tırmanırken hoşuna giden diğer parçalarına bakmamak için gözlerini başka yere çevirdi.

"Burası oldukça güzel bir yermiş."

"Çevre düzenlemesi konusunda profesyonel yardım alıyorum. Yine de teşekkürler."

Büyük fuayede dikilen Max uzun bir ıslık öttürdü. Yunanistan'a ait bazı heykeller sütunlu mermer girişi süslüyordu. Boyları en az iki metre civarındaydı. Yukarıya çıkan ve iki yana ayrılan altın varaklı merdivenlerin tırabzanları özenli bir işçilikle yapılmıştı. Yağlı boya tablolar ünlü ressamlara aitti ve duvarlara gömülü nişlerde ise minik spotlarla antika eşyalar sergileniyordu. Max bir 17. yüzyıl şövalyesine ait heybetli zırhın yanından geçerken canlı olmadığını bilmesine rağmen ürperdi. Zırh metal bir mumyayı andırıyordu. Bir elinde sivri uçlu bir mızrak, diğerinde ise üzerinde aslan simgesi olan üçgen bir kalkan vardı.

Evin dışı heybetli bir sarayı, içi ise bir müze salonunu andırıyordu. Sıkıcı, havasız ve renksizdi. Tıpkı sahibi gibi. İçerisi bir kütüphane kadar sessizdi ve mermer zeminde attıkları her adım geniş alanda yankılanıyordu.

İkinci kattan dev bir avizenin yüzlerce taşıyla tepelerinde sarktığını fark etti. Olivia onu en üst kata götürüyordu. Arkasından gelen ve merakla etrafı inceleyen adama kısa bir bakış attı.

"Annem Gabriella tarihi eserlere düşkündü. Sık sık yeni bir antika satın alırdı."

"Pahalı bir hobi." dedi Max gözlerini kendi boyundaki başka bir gümüş şövalye zırhının üzerinden alamadan. Hareketsiz ve hazır ol durumunda olmasına rağmen, miğferi ve elindeki mızrağıyla her an üzerine saldırmaya hazır gibi görünüyordu.

"Ailem paraya asla kıymet vermezdi."

"Paraya kıymet vermemek için önce insanın ona ihtiyacı olmaması gerekir."

Genç kadın onu duymazlıktan geldi.

"Shawn ile ilgili düşüncelerinizi merak ettiğim için buradasınız Bay Walker. Baştan söylemeliyim ki, sizinle çalışmam için önce beni ikna etmeniz gerekiyor."

"Merak etmeyin hanımefendi," diyen Max'in dudakları kıvrıldı. "İstediğimde oldukça ikna edici olabilirim. Kocanıza gelirsek, şimdilik onun koca bir aptal olduğunu düşünüyorum." dedi Max ve anında Olivia'dan ateş saçan bakışlar kazandı.

"Küstahlaşmayın."

Max hafifçe omuz silkti. "Bu kadar zengin ve güzel bir kadınla evlendikten sonra kaçan bir adamın ahmak olduğunu söylemeye çalışıyordum."

"Peki ya kaçmadıysa? Ya kaçırıldıysa?"

"Aradaki farkı çözmek için buradayım."

Olivia gergin bir şekilde bir kapının önünde durmuştu ve eli tokmağın üzerindeydi.

Max geri adım atmadı. "Neden kaçırıldığına inanmak istediğinizi söyleyin bana?"

"Bilmiyorum. Ben."

"Çünkü onun sizi terk ettiğine inanmak istemiyorsunuz?"

"Bunu içeride konuşalım." diyen Olivia sertçe yutkundu. Max odaya girerken kadının huzursuzluğunun farkındaydı. Üzerine fazla gittiğini düşünerek tüm dikkatini cila kokan aydınlık odaya vermeyi denedi.

Rahat deri kanepelerle ve koyu renk mobilyalarla döşenmiş büyük bir sinema odasıydı burası. Dev perde sağda, en geniş duvarda asılıydı. Hemen karşısındaki büyük koltuğa geçip bacak bacak üstüne attı.

Olivia karşısına oturmak yerine odanın diğer ucundaki dolaba yönelmişti. Dolabın kapaklarını açtığında içerisinden Rom'un batakhanesindekinden bile daha fazla içki şişesiyle karşılaştı.

"İçecek bir şeyler ister misiniz?" Kadın tombul kadehlere bir şeyler doldurmak üzereyken Max'in gözleri ışıldadı.

"Görev başındayken içki içmem saçmalığı benim için geçerli değil. Hem teknik olarak işe alınmadım, yani henüz ön görüşmede sayılırız. O yüzden verebileceğinizin en iyisini almaya hazırım."

Olivia kendini sakin olmaya zorluyordu. Adama bir kadeh konyak doldurdu ve kendi için de bir şişe su alarak geri döndü.

Olivia karşısındaki tekli koltuğa oturup zarif bir hareketle bacaklarını birleştirdi ve Max'in içkisinden bir yudum alırken boğazını yakışını keyifle izledi. Yüzü anında kıpkırmızı olmuş ve limon yemişe dönmüştü. Olivia'nın keyfi biraz olsun yerine geldi. Arkasına yaslanarak gülümsedi.

"Vay canına! Bu çok sertti. Sanırım bunu bilerek yaptınız?"

"Verebileceğimin en iyisi buydu."

"Anlıyorum." Max öne doğru eğilirken gülme isteğini güçlükle bastırdı. Bardağı iki elinde tutarak dirseklerini dizlerine dayamıştı. "Sanırım bunu hak ettim."

Olivia adamın gözlerinin içine bakmaya devam etti. "Sizi dinliyorum Bay Walker? Umarım buraya gelirken değerli vaktimden çalacak kadar önemli şeyler vardır elinizde."

"Öncelikle kocanız hakkında özel bir araştırma yaptığımı söylemeliyim. Çok garip ama Shawn Bennett hakkında bulduklarım sizinle evlenmek dışında hemen hemen hiçbir şey. Şirket hesabı dışında banka hesabı yok, ne adına kayıtlı bir kredi kartı ne de bir mülk kayıtlı. Birleşik Krallık'da altına şahsen imza attığı tek belge evlenme cüzdanınız gibi görünüyor."

"Shawn'ın her zaman nakit kullandığını biliyorum. Mülk almamış olması çok normal. Londra'ya yeni taşınmıştı ve kaldığı evi şirketi kiralamıştı. Kelly Grubuyla yaptığı anlaşmalar, altına bir sürü imzasını attığı düzinelerce evrak var elimde ama elbette hepsi işle ilgili şeyler. Aylardır onun şirketiyle çalışıyoruz."

"Ya da çalıştığınızı sanıyorsunuz."

Olivia artık bu konuda ısrar etmiyordu. "Elimizde referanslar vardı. Shawn ile evlenmeye karar vermeden çok önce sağlam bir iş ilişkisi içindeydik."

"Ve şimdi o çok sağlam şirket bir anda ortadan yok oldu, öyle mi?"

"Garip olduğunu kabul ediyorum ancak bir sebebi olduğuna inanıyorum."

Max yavaşça arkasına yaslanırken Olivia'nın gözlerinin içine baktı. "Ben size sebebini söyleyeyim, biz buna nitelikli dolandırıcılık diyoruz."

"Aksi ispat edilene kadar herkes masumdur kuralına ne oldu?"

"Burası mahkeme salonu değil Bayan Kelly."

"Evet ve size benim evim olduğunu hatırlatırım."

"Doğru istediğiniz an beni kovabilirsiniz. Ama önce soruma cevap verin. Sizi bu kadar sinirlendiren kocanıza hakaret etmem mi, yoksa söylediklerimin doğru olduğundan endişe etmeniz mi?"

"Şirketimi dolandırmış olsa bile bunu tek başına yaptığını düşünmüyorum. Belki de birileri onu buna zorladı. Shawn benimle evlenirken aramızda menfaat uğruna hiçbir şey yoktu. Ne o ne de ben birbirimizin parası için evlenmedik. Biz birbirimize âşıktık."

"Aşk mı? Altı ay içinde mi?"

"Neden olmasın?"

"Size aşkını nasıl ispatladı?"

Olivia gözlerini kırpıştırdı. "Şey. Biz... biz bir evlilik sözleşmesi imzalamıştık."

"Hayatımda duyduğum en romantik şey." Max bardağı önündeki sehpaya bırakıp ellerini çırptı. "Aranızdaki çıkarsız ilişkiye hayran olmamak elde değil. Akıllı bir kadın olduğunuzu ilk bakışta anlamıştım zaten."

"Lütfen kelimelerinize dikkat edin! Biz birbirimizi sevdik. Bilin diye söylüyorum Bay Walker, böyle bir şey aklımın ucundan bile geçmemişti. Sözleşmeyi yalnızca kocam istediği için imzaladım. Bu Shawn'ın fikriydi."

"Adamın aptal olduğu konusundaki iddiamı geri alıyorum öyleyse."

"Neden onun başına kötü bir şey geldiğini düşünmek yerine bu çirkin fikirlere kapılıyorsunuz?"

"Mesleğim gereği her zaman en kötüsünü düşünmek zorundayım. Aksi olursa kaybedeceğim bir şey olmaz nasıl olsa. Eğer yalnızca Shawn Bennett ortadan kaybolmuş olsaydı bu dediğiniz doğru olabilirdi, ancak şirketinin de aynı anda yok olmasına ne diyorsunuz? Bence olan şu; kocanız paravan bir şirket kurdu ve sizinle evleninceye dek bu oyunu sürdürdü. Dolandırmak için bir kadını evlenerek kandırmaya çalışan tarihteki ilk adam değil sonuçta."

"İyi ama neden? Eğer Shawn gerçekten bir dolandırıcıysa benden bu şekilde yararlanması mümkün değil. Şirketine ödemenin sadece bir kısmı yapıldı. Ayrıca lanet olası bir evlilik sözleşmesi imzaladı."

"Bu benim de kafamı kurcalıyor işte. Burnuma intikam almak istediği gibi kötü kokular geliyor. Bundan emin olmam için ikinizin de geçmişinizi öğrenmem gerek. Şu sözleşmeyi görmem mümkün mü? Ve beni işe alıp almadığınızı da bilirsem daha rahat bir şekilde çalışabilirim."

Olivia elindeki şişeyi sehpanın üzerine bıraktı ve topuklarını ahşap zeminde tıkırdatarak odadan hızla çıktı.

Max, kadehindeki sert içkiden büyük bir yudum daha aldıktan sonra hırlayarak başını iki yana salladı.

"Tanrı aşkına! Bu kadın kocadan değil ama sert içkiden kesinlikle anlıyor."

Oturdukları odanın kapısı aralık kalmıştı. Max bitişikteki bir odanın kapısının açılıp kapandığını duydu. Kısa bir sessizliğin ardından dışarıdan sürtünme ve minik adım sesleri gelmeye başladı. Adımlar ve nefes alışlar sık ve hızlıydı. Max tetikte beklerken son anda beyaz bir tüy yumağının bulanık bir hayal halinde aralık kapıdan içeri girip üzerine doğru koşturduğunu gördü.

"Sen şu geçen gün evime gelen dişi değil misin?

Minik köpek önce ayaklarının dibine kadar gelip başını bir tarafa eğerek ona dik dik bakmaya başladı. Ardından iki kez havladı. Max köpeğin kulaklarına takılmış iki adet pembe kurdeleyi gördüğünde sırıttı.

"Sahibinden daha sıcakkanlı görünüyorsun."

Köpek iki defa daha havladıktan sonra Max'e doğru atıldı. Üzerine atladığında genç adam hazırlıksız yakalanmıştı.

"Dur! Yapma! Bak, öyle her gördüğün erkeğin üstüne atlayamazsın. Sahibin sana kibar olmayı öğretmedi mi hiç?"

Minik köpek önce onu kokladı ardından suratını seri halde yalamaya başladı.

"Cazibeme kapıldığın için bu defalık affediyorum ama kendi standartlarında bir adam bulmalısın." Köpeği kavrayarak yüzünden uzaklaştırdı. Boynundaki tasmada yazan ismi görünce bir kahkaha patlattı.

"Tatlı'm mı? Adın bu mu yani? Sana daha karakterli bir isim bulamadığı için sahibine dava açma hakkına sahipsin. Bu minik tokaları ve tasmayı mahkemede delil olarak kullanabilirsin." Köpek tekrar havlayıp pembe dilini Max'e uzatınca sırıttı. "Tamam güzelim, şimdilik bu kadar oynaşma yeter."

Max köpeği kucağından indirdi ve Bandit için her zaman ceplerinde bulundurduğu birkaç krakeri Tatlı'ma verdi. Sevimli köpek iştahla krakerleri yerken tüylerini okşamaya devam etti. Tatlı'm afiyetle ödülünü midesine indirdikten sonra arkasına bile bakmadan geldiği kapıdan fırlayıp gitti.

"Siz kadınlar," dedi Max başını iki yana sallayarak. "Hepiniz aynısınız."

Tam o sırada yan odadan bir gürültü kopunca Max ani bir refleksle yerinden fırladı. Kırılan eşyanın sesini duyar duymaz elinde silahla kendini bir odadan diğerine koştururken bulmuştu. Olivia'nın girdiği odanın kapısı açıktı. İçeride gördüğü manzara karşısında ise ne yapacağını şaşırmıştı.

Duvarın kenarında yaslı duran dev küplerden biri kırılmıştı ve genç kadın kırılan parçalar kadar kıpırtısızdı. Antika olmalıydı ancak kadının şu an bunu umursadığını sanmıyordu. Odanın içine şöyle bir bakınca şöminenin üzerindeki bir tablonun arkasına gizlenmiş kasanın açık olduğunu gördü.

Ters giden bir şeyler olduğunu hissetmişti. Genç kadının yüzü kâğıt kadar beyazdı.

"Bayan Kelly, kötü bir şey mi oldu?"

Olivia kıpırdamıyordu. Donuk bakışları boşlukta asılı kalmış gibiydi. Max onun kendisini duyduğundan bile şüpheliydi. Kadın belli ki şok geçiriyordu. Önüne geçip yanaklarına hafifçe vurmaya başladı.

"Bana bak Olivia. Gözlerime bak ve bana ne olduğunu söyle!"

"O..." dedi genç kadın sonunda işaret parmağıyla açık kasayı işaret ederek. Sesi titriyordu. "Büyükannemin kolyesi. Gitmiş! Hepsi gitmiş. Bu nasıl olur?"

Max Olivia'nın neden söz ettiğini pek anlayamamıştı. Ancak kaybolan her neyse Olivia için değerli olmalıydı. Öfkeyle dişlerini sıkarken genç kadını girdiği şoktan çıkarmak için ona sarıldı.

Bạn đang đọc truyện trên: AzTruyen.Top