〄 Dokuzuncu Kat | 1/1
-1- / 1
Otel resepsiyonuna geldiğinde oldukça yorgun fakat bir o kadar heyecanlıydı. İki kız arkadaşıyla tatil için birkaç günlüğüne New York'a kaçmak harika bir fikirdi. Başta fazla sıcak bakmasa da üzerinde biraz düşününce bunun ilginç bir deneyim olabileceğine kanaat getirdi ve Buket ile Çiçek'i kırmadı. Buradaydı işte. New York. Burada hayatının dönüm noktasını yaşayacağını bilseydi yine de gelir miydi? Bu sorunun cevabını asla bilemeyecekti.
Resepsiyonistten kalacakları odanın anahtarını alıp direkt yukarı çıktılar. Üçü de öylesine hevesli ve heyecanlı görünüyordu ki, tüm yorgunluklarına rağmen odaya girer girmez yataklarına uzandılar ama asla uyuyamadılar. Burada ne kadar eğleneceklerini düşündükçe uyku tutmuyordu bir türlü. New York'a geldiklerine hâlâ inanamıyorlardı. Her şey gerçek olamayacak kadar güzeldi. Bugünü planlamak için resmen göbekleri çatlamıştı. Önce sınav tarihlerinin dağınıklığı yüzünden bu tatili asla gerçekleştiremeyeceklerini düşünseler de şans onlardan yana olmuş, 4 gün önceki sınav bir sonraki haftaya ertelenmişti. Sonrasında Lalin'i ikna etmek de sorun olmuştu ama nihayet buradaydılar işte.
Aslında Lalin için her şey 2 hafta önce başlamıştı. Kızlar ailelerinden gizli tatile çıkmayı planladıklarında başta şaka yapıyorlar sanmıştı. İş ciddiye binince deli olduklarını düşünüp bu planda bulunmayı reddetmişti. Faka unuttuğu bir şey varsa bu onun arkadaşlarından daha deli olduğuydu. Her zaman asi, başına buyruk ve deli bir karakteri olmuştu. Hep bir yanı kurallara ve yasaklara başkaldırmıştı. Şimdi olduğu gibi. Aileleri onları okulda sanırken onlar New York'ta keyif çatıyorlardı. Bu başta kulağa biraz ürkütücü geliyordu, çünkü burada başlarına gelebilecek herhangi bir sorunda aileleriyle irtibata geçmeleri veya yardım istemeleri sıkıntı olurdu. Hem onlardan habersiz geldikleri için, hem de oldukça uzakta, yurt dışında olduklarından ötürü bu riskli bir olaydı. Ancak Lalin işin o kısmında değildi. İtiraf etmeliydi ki böyle kendi kararlarını kendi veren bir yetişkin gibi kalkıp buraya gelmesi oldukça havalı bir durumdu. Kendine güveni gelmişti sanki. Bu tatil fikriyle özgüveni beslenmiş, tazelenmişti. Yanındaki iki yatakta yatan kızlar da ondan pek farklı görünmüyordu.
Hele Buket "Annem ondan habersiz İzmir'e gittiğimde bile haftalarca kafama kakmıştı. Şimdi burada olduğumu duysa öldürür beni herhâlde." dediği an üçü de yaramaz bir çocuk edasıyla kıkırdamaya başlamıştı.
Arkadaşının sözünü "Annemler bir de beni teyzeme emanet etmişlerdi İtalya'ya gitmeden önce. Öğrendiklerini düşünmek bile istemiyorum." diyerek onayladı Çiçek.
Arkadaşlarının komplo teorilerini dinlerken yalnızca gülüyordu genç kız. Onun anne babası da pek farklı değildi fakat asıl fark kendisindeydi. Ailesinin söylediklerine pek kulak asan biri değildi. Bu yönden zor bir genç kız olduğunun farkındaydı ama bu da Lalin'in karakteriydi, değiştiremezdi. Her daim istediğini yaparak zaman zaman ailesini zor durumlara sokan asi, başına buyruk, biraz da şımarık, kendine fazlasıyla güvenen, bana bir şey olmaz kafasıyla yaşayan gereksiz cesur bir kızdı. Bu yaştaki gençlerin çoğu da böyle düşünmüyor muydu zaten? Ben başımın çaresine bakarım, her şeyi tek başıma yaparım, yetişkinim, bana bir şey olmaz, demiyor muydu hep? Lalin de kendi yaşıtlarından farksızdı işte. Sadece dik başlı tavırlarıyla ailesini biraz daha zorluyordu, hepsi bu.
Buradaki ilk günlerini uyuyarak geçirmeyi planlamıyorlardı, ancak oldukça yorulmuşlardı. Bu yüzden duş aldıktan sonra bir iki saat uyuyup akşam yemeğine indiler. Sohbet, muhabbet... Her şey çok güzel ve keyifliydi. Okuldan, derslerden ve sınavlardan uzakta birkaç gün oldukça cazip görünüyordu. Şimdiden heveslenmişlerdi doğrusu. O gece deliksiz bir uyku çektikten sonra ertesi gün civardaki gezilecek her yeri sıraya koyup gezmeye başladılar. Buket gittikleri yerde bol bol fotoğraf çekerken Çiçek bu yerler hakkında duyduğu hikâyeleri anlatıyor, benzer araştırmalarından bahsediyordu. Lalin'se sadece geziyor ve seyrediyordu. Fotoğraf çekerek veya araştırma yaparak yaşadığı nadide anın büyüsünü bozmak istemiyordu. Anın tadını çıkarıyordu.
İlk 2 gün neredeyse gezilebilecek her yeri gezmişlerdi. Geceleri de civardaki gece kulüplerinde eğleniyorlardı. Her şey gayet eğlenceli gidiyordu. Üçüncü günün akşamı Buket ve Lalin tekrar gece kulübünde takılmak istese de Çiçek'in "Artık kafam kaldırmıyor, bu gece sakin bir yere gidelim." demesi üzerine bu serzenişe biraz olsun hak verdiler. 2 gündür çok geç saatlere kadar barlarda, gece kulüplerinde eğlenip ertesi gün öğlene kadar uyuyorlardı. Bunun için New York'a gelmelerinin anlamı yoktu ki zaten, bunu okul dönemlerinde de yapabiliyorlardı. Bu akşam da biraz dinlendirici yerlerde oturup birer kahve içmeye, sakin sakin sohbet etmeye karar verdiler. Hayatlarının dönüm noktası işte tam bu kararla şekillenmeye başlamıştı. Central Park civarında bir kafeye girdiklerinde dışarıdan sakin görünen mekânın aslında oturabilecekleri tek boş masası bile olmadığını fark edip hayal kırıklığına uğramışlardı. Kızlar tam umutsuzlukla başını sallayıp gerisin geri çıkmaya hazırlanırken altı kişilik bir masada tek başına oturan bir adam İngiliz aksanıyla nazikçe onlara seslendi.
"Pardon, rahatsız ediyorum. Boş masa yok, ama isterseniz masamda oturabilirsiniz."
Bu nazik genç adamın teklifi Buket ve Lalin'i etkilemişti. Üç kız da birbirine sorarcasına baktıklarında Çiçek'in olumsuz manada kaşlarını kaldırması Lalin ve Buket'in birbirine dönmesine sebep olmuştu. Buket fısıltıyla Türkçe "Ne gibi bir zarar gelebilir ki? Bu kadar insanın içinde." diyerek ilk adımı attı ve adamın karşısındaki sandalyeye oturdu.
Lalin'se bu durumda omuz silkip Buket'in sağına oturmaktan başka bir şey seçeneği olmadığının farkındaydı. Çekingen bakışlarla kendisine bakan Çiçek'e "Hadi, oturalım." dedi sıradan bir ses tonuyla. Burada, bu kadar insanın içinde bir şey olacağı yoktu. Hem belli ki Buket adamdan hoşlanmıştı. Daha oturalı yarım saat olduğu hâlde adamla kırk yıllık arkadaşmış gibi muhabbete koyulmuştu. Lalin bu diyalogda yine dinleyici olarak kalmış, kendisine soru sorulmadıkça veya onu ilgilendiren bir konu olmadıkça konuşmuyordu. Fakat Çiçek kadar da yabani durmuyordu, arkadaş canlısıydı.
Çiçek'in durumu daha çok çekingenliktendi, tanımadığı insanlar karşı her zaman temkinliydi ve anlaşıldığı üzere grubun en olgun üyesiydi. Buket ona göre daha havai, şıpsevdi ve cüretkârken Lalin deli cesaretiyle donanmış, hazırcevap ve asiydi. Çiçek her daim bir adım geride bekleyip karşısındaki kişiyi mesafeli bir biçimde tanımaya çalışan, soğuk görünümünü koruyordu. Kimseye güvenmemesi gerektiğinin farkındaydı. Ve elbette başlarına gelebilecek bir dertle tek başlarına mücadele edemeyeceklerini de. Görünüşe göre onda gençliğin verdiği şu meşhur özgüvenden yoktu henüz.
Uzun bir sohbetin ardından adının Ray olduğunu öğrendiği adamın oldukça nazik, sempatik ve arkadaş canlısı olduğun kanaat getirmişti Buket. Onu biraz daha tanımak adına iyi düzeydeki İngilizcesiyle sorular yöneltiyordu. "Eee, ne işle meşgulsün Ray?" Grubun en meraklı ve çenesi düşün üyesi o olabilirdi. Söz konusu bu adamsa tabi.
"Heykeltıraşım."
İlgili bir yüz ifadesiyle "Vay canına, çok güzel! Gerçekten eserlerini görmeyi çok isterdim." yanıtını verdi Buket. Sanatçı erkekler her zaman daha çekici gelmişti genç kıza. Bir kere sanatçılar daha duygusal ve romantik olurlardı. Bu da çoğu kızın hayalini süsleyen bir erkek türü değil miydi zaten? Bu nazik, karizmatik ve etkileyici adamın da etrafına yaydığı ışıltı denemeye değer biri olduğunu gösteriyordu.
"Görebilirsiniz aslında. Atölyem hemen arka sokakta." Kızların kararsız bir ifadeyle birbirine bakışıyla "Tabi gerçekten isterseniz." diye ekledi. Çok ısrarcı görünmek istemiyordu.
Buket'in yüzünü döndüğü ilk kişi Lalin olmuştu, zira Çiçek'in bu konudaki fikrini çok iyi biliyordu. "Sence ne yapalım, gidelim mi Lalin?"
Sorunun kendisine yöneltilmediğinin farkında olmasına rağmen fikrini dürüstçe ortaya sermekte bir an bile gecikmedi Çiçek. "Bakın, bence gitmeyelim. Adamı gözüm tutmadı benim. Hem daha tanışalı 2 saat oldu ya, niye gidiyoruz ki?" Endişeli ruh hâli yüzüne yansımıştı, bu Ray'in de dikkatini çekiyordu.
Lalin ise iki genç kızın arasında kalmıştı. Bu konuda kararsızdı. "Bilemiyorum Buket."
"Sen de mi ya? Ben seni Çiçek'ten biraz olsun cesur sanırdım." Gaza gelmeye müsait arkadaşını nereden vuracağını çok iyi bildiğinden biraz daha bastırdı. "Hem üç kişi olacağız, ne yapabilir ki bize? Ya eğer gidersek ben adamla sağlam muhabbet kuracağım, sosyal medya hesaplarını falan sorarım, telefon numarasını alırım. Hadi gidelim, lütfen."
Genç kızın bakışlarındaki o yalvaran yavru kedi masumiyetine itiraz etmesi zordu. Ayrıca fena hâlde gaza gelmişti, cesaretine laf edilmesine tahammülü yoktu. Onu tanıyan herkes kolay kolay hiçbir şeyden korkmadığını bilirdi. Ancak Çiçek de bir yandan haklıydı, çünkü adamı tam olarak tanımıyorlardı henüz. Öte yandan tanımaya da vakitleri yoktu, buradaki tatilleri çok kısa sürecekti. Eğer olumsuz yanıt verirse döndüklerinde Buket'in haftalarca söyleneceğine emindi. Hem atölye bu kadar yakındayken endişelenecek bir şey de yoktu aslında. Pes edercesine "Peki, gidelim." dedi aniden. O cevabı verdikten sonra Çiçek'le göz göze gelmemeye gayret etti, çünkü olayları karar anında şekillendiren biri olarak bu evhamlı dostunun itirazlarıyla karşı karşıya gelmek oldukça yorucuydu.
...
Bạn đang đọc truyện trên: AzTruyen.Top