XXXIII - XXXIV - XXXV


XXXIII


Ertesi gün uyandığında Nehlüdov'un ilk hissettiği şey, başına bir iş gelmiş olduğunu idrak etmiş olmasıydı ve hatta başına gelen şeyi anımsamadan önce bunun önemli ve iyi bir şey olduğunu da artık biliyordu. "Katyuşa, mahkeme." Evet yalanlara son vermek ve gerçeği söylemek gerekiyordu. Ve şaşırtıcı bir rastlantıyla, yöneticinin karısı Marya Vasilyevna'dan uzun zamandır beklediği, şu sırada kendisi için çok gerekli olan mektup da bu sabah gelmişti sonunda. Marya Vasilyevna, onu tamamen özgür bırakıyor, gelecekteki evliliğinde mutluluklar diliyordu.

"Evlilik ya!" dedi alay ederek. "Şu anda ne kadar uzağım bundan!"

Bir gün önce kadının kocasına her şeyi söylemek, adamın önünde kabahatini itiraf etmek ve her şeyi yapmaya hazır olduğunu ifade etmek niyetinde olduğunu anımsadı. Ama bu sabah bunu yapmak dünkü kadar kolay görünmedi. "Hem sonra adam bir şey bilmediğine göre durup dururken onu neden mutsuz etmeli? Soracak olursa söylerim. Ama gidip söylemenin ne yararı olur? Hayır, buna gerek yok."

Bu sabah Missi'ye bütün gerçeği söylemek de aynı şekilde zor göründü. Bu konuyu açması olanaksızdı, onur kırıcı bir şey olurdu kız için. Günlük yaşamın pek çok ilişkilerinde olduğu gibi bu konuda da kaçınılmaz olarak bir şeyler üstü kapalı kalacaktı. Bu sabah tek bir şeye karar verdi: Onlara, yani Korçaginler'e gitmeyecek, soracak olurlarsa da gerçeği anlatacaktı.

Ama Katyuşa'yla ilişkilerinde konuşulmadık hiçbir şey kalmamalıydı.

"Hapishaneye gideceğim ve beni bağışlamasını isteyeceğim. Ve eğer gerekirse, evet eğer gerekirse onunla evleneceğim," diye geçirdi aklından.

Ahlaki bir görevi yerine getirmek için her şeyi feda etmek ve Katyuşa'yla evlenmek düşüncesi bu sabah onu özellikle duygulandırıyordu.

Uzun zamandır günü böylesi bir enerjiyle karşılamamıştı. Odasına giren Agrafena Petrovna'ya, kendisinden hiç beklemediği bir kararlılıkla artık bu daireye ve onun hizmetlerine gereksinimi olmadığını söyledi. Bu büyük ve pahalı daireyi evlendiğinde oturmak için elinde tutması sessiz bir anlaşmayla kararlaştırılmıştı. Şu durumda dairenin kiraya verilmesi çok önemliydi. Agrafena Petrovna ona hayretle baktı.

"Bana gösterdiğiniz özen için size çok minnettarım Agrafena Petrovna, ama bu kadar büyük bir daireye ve hizmetçiye artık ihtiyacım yok. Eğer bana yardım etmek isterseniz, lütfen eşyalarla ilgilenin ve şimdilik onları annemin zamanında yaptığınız gibi toplayın. Nataşa geldiğinde ne yapacağına karar verir. (Nataşa, Nehlüdov'un kız kardeşiydi.)

Agrafena Petrovna kafasını salladı.

"Nasıl toplarız eşyaları? Hepsi de gerekli," dedi.

Nehlüdov, kadının başını sallayarak söylemek istediği şeye karşılık olarak:

"Hayır, gerekli değil Agrafena Petrovna, yani galiba gerekli olmayacak," dedi. "Korney'e de maaşını iki ay erken vereceğimi ama ona ihtiyacım kalmadığını söyleyin lütfen."

"Boş yere böyle davranıyorsunuz Dmitriy İvanoviç," dedi Agrafena Petrovna. "Tamam yurtdışına gideceksiniz ama ev her zaman lazım olur insana."

"Yanılıyorsunuz Agrafena Petrovna. Yurtdışına gitmiyorum, gidersem bambaşka bir yere gideceğim."

Nehlüdov birden kıpkırmızı oldu.

"Evet ona söylemeliyim," diye geçirdi içinden, "söylenmeyecek bir şey değil, her şeyi herkese anlatmak gerek."

"Dün başıma çok garip ve önemli bir şey geldi. Halam Marya İvanovna'nın yanındaki Katyuşa'yı anımsar mısınız?"

"Nasıl anımsamam, dikiş dikmeyi ben öğretmiştim ona."

"Katyuşa dün bir mahkemede yargılandı, ben de orada jüri üyesiydim."

"Aman Tanrım, vah vah, çok yazık!" dedi Agrafena Petrovna. "Suçu neymiş?"

"Suçu cinayet, ama her şeyin asıl suçlusu benim."

"Siz ne yapmış olabilirsiniz ki? Çok tuhaf şeyler söylüyorsunuz," dedi Agrafena Petrovna ve yaşlı gözlerinde oynak kıvılcımlar parladı.

Yaşlı kadın Katyuşa'nın başına gelenleri biliyordu.

"Evet, hepsinin nedeni benim. Bütün planlarımı değiştiren de işte bu."

"Bununla ilgili sizin açınızdan ne değişiklik olabilir ki?" dedi Agrafena Petrovna gülümsemesini tutarak.

"Bu yola düşmesine ben neden olduğuma göre ona yardım etmek için elimden gelen her şeyi yapmalıyım."

Agrafena Petrovna sert ve ciddi bir ifadeyle:

"Bu iyi niyetinizi gösteriyor, yalnız bu konuda sizin bir suçunuz yok ki. Herkesin başına gelir, eğer akıllıca davranılırsa her şey yoluna girer ve unutulur gider, hayat devam eder," dedi. "Kendinizi suçlayacak bir şey yok ortada. O kızın yoldan çıktığını eskiden beri duyardım. Bu durumda kabahat kimde bilmiyorum."

"Ben suçluyum. Bu yüzden de hatamı düzeltmek istiyorum."

"İyi ama düzeltmek zor artık."

"Bu benim meselem. Ama eğer siz kendinizi düşünüyorsanız, o zaman annemin istediği gibi..."

"Kendimi düşünmüyorum. Rahmetlinin bana o kadar çok iyiliği dokundu ki hiçbir şey istemem. Lizanka yanına çağırıyor beni (bu, Agrafena Petrovna'nın evli yeğeniydi), burada gerekli değilsem onun yanına giderim. Yalnız siz boşu boşuna üstünüze alıyorsunuz bunu, herkesin başından geçer böyle şeyler."

"Ama ben öyle düşünmüyorum. Yine de sizden rica ediyorum, evi kiraya verme ve eşyaları toplama işinde bana yardım edin. Hem bana kızmayın. Her şey için size çok teşekkür ederim."

Şaşırtıcı bir durum: Nehlüdov, kendisinin kötü ve iğrenç biri olduğunu anladığı andan itibaren başkaları ona iğrenç gelmiyordu artık; tersine Agrafena Petrovna'ya da, Korney'e de sevgi ve saygı duyuyordu. Korney'e de itirafta bulunmak istedi ama Korney'in görünüşü o kadar saygılıydı ki bunu yapmaya cesaret edemedi.

Aynı sokaklardan, aynı arabayla mahkemeye gittiği yol boyunca Nehlüdov kendisine şaşıp durdu, öyle ki artık kendisini bambaşka biri gibi hissediyordu.

Daha dün o kadar yakın görünen Missi'yle evliliğin artık tümüyle olanaksız olduğunu düşünüyordu. Dün kendi durumunu o kadar iyi anlıyordu ki, kızın kendisiyle evlenmekten mutlu olacağından kuşkusu yoktu; şimdi ise kendisini bırakın Missi'yle evlenmeye, onun yakınında olmaya bile layık görmediğini hissediyordu. "Nasıl biri olduğumu bilseydi asla kabul etmezdi beni. Bense o beyefendiyle cilveleşiyor diye nasıl da kınamıştım onu. Yo hayır, benimle evlenmiş olsa dahi öbürünün burada, hapiste olduğunu ve yarın, öbür gün kürek cezasını çekmeye gideceğini bile bile mutlu olmak bir yana, huzurlu bile olamazdım. Mahvettiğim kadın cezasını çekmeye gidecek, bense burada genç karımla birlikte kutlamaları kabul edecek, ziyaretlere gideceğim. Ya da rezil bir şekilde karısıyla aldattığım yöneticiyle birlikte okulların denetimine dair bir kararın lehindeki ve aleyhindeki oyları sayacağım veya buna benzer şeyler yapacağım, sonra da adamın karısına randevu vereceğim (ne iğrenç!); ya da boş işlerle uğraşmamam gerektiği ve bunu şimdi yapamayacağım için asla bitmeyeceği besbelli olan tablomu yapmayı sürdüreceğim," diyordu kendi kendisine ve bir yandan da içinde hissettiği bu değişikliğe seviniyordu.

"Şimdi ilk iş olarak avukatı görmeli ve onun kararını öğrenmeli, sonra da... sonra da hapishaneye gidip onu, dünkü tutuklu kadını görmeli ve ona her şeyi anlatmalı."

Sonra Katyuşa'yı nasıl göreceğini, ona her şeyi nasıl anlatacağını, suçunu nasıl itiraf edeceğini, hatasını düzeltmek için her şeyi yapacağını, hatta onunla evlenebileceğini nasıl açıklayacağını hayalinde canlandırdığında büyük bir heyecana kapıldı ve gözlerinde yaşlar belirdi.


XXXIV


Nehlüdov, mahkeme binasından içeri girdikten sonra koridorda dünkü mübaşire rastlayınca hüküm giymiş tutukluların nerede tutulduğunu, onlarla görüşmek için kimden izin alınması gerektiğini sordu. Mübaşir, tutukluların farklı yerlerde tutulduklarını ve kararın ilanından önce görüşme izninin kesin olarak savcıdan çıktığını söyledi.

"Duruşmadan sonra size bilgi veririm, savcının yanına da götürürüm. Savcı şu anda yok zaten. Duruşmadan sonra. Şimdi mahkemeye buyurun. Başlamak üzere."

Nehlüdov, bugün kendisine çok zavallı görünen mübaşire, nezaketinden dolayı teşekkür edip jüri üyeleri odasına gitti.

Odaya girdiği sırada jüri üyeleri mahkeme salonuna geçmek üzere odadan çıkıyorlardı. Tüccar yine neşeliydi, dünkü gibi kafayı çekmişti ve Nehlüdov'u eski bir dost gibi karşıladı. Pyotr Gerasimoviç de senlibenliliği ve kahkahalarıyla Nehlüdov'da hiçbir olumsuz duygu uyandırmıyordu bugün.

Nehlüdov, bütün jüri üyelerine dün yargıladıkları kadınla arasındaki ilişkiyi söylemek istedi. "Aslında dün mahkeme sırasında ayağa kalkıp, herkesin içinde suçumu açıklamam gerekirdi," diye geçirdi aklından. Fakat jüri üyeleriyle birlikte mahkeme salonuna girdiği ve dünkü süreç başladığı anda, –yani yine "mahkeme başlıyor" uyarısı, yüksek yakalı üç mahkeme üyesinin yine basamaklı yere çıkmaları, yine sessizlik, jüri üyelerinin yüksek arkalıklı sandalyelere oturmaları, jandarmalar, portre, rahip– öyle hissediyordu ki bunu yapmak ne kadar gerekli olursa olsun dün de bu tören havasını bozamazdı.

Mahkeme hazırlıkları, jüri üyelerinin yemin etmeleri ve başkanın jüri üyelerine seslenen konuşması dışında dünkü hazırlıklarla aynıydı.

Bugünkü davanın konusu kapı kırılmak suretiyle yapılmış bir hırsızlık olayıydı. Kılıçlarını kınlarından çıkartmış iki jandarma tarafından muhafaza altında tutulan sanık, gri mahpus önlüklü, gri soluk yüzlü, zayıf, dar omuzlu, yirmi yaşında bir delikanlıydı. Sanık sırasında tek başına oturuyor ve içeri girenlere yan yan bakıyordu. Delikanlı, arkadaşıyla birlikte bir ambarın kilidini kırıp buradan üç ruble altmış yedi kapik değerindeki eski yollukları çalmakla suçlanıyordu. İddianameden anlaşıldığına göre, polis memuru, delikanlıyı tam yolluklar omzunda arkadaşıyla birlikte giderken durdurmuştu. Delikanlı ve arkadaşı suçlarını hemen itiraf etmişler, her ikisi de hapse atılmışlardı. Delikanlının arkadaşı olan çilingir, hapishanede ölmüştü ve delikanlı tek başına yargılanıyordu. Eski yolluklar maddi kanıtlar masasının üzerinde duruyordu.

Dava, bütün kanıtlar, tanıklar, tanıkların yeminleri, ifadelerin alınması, bilirkişiler, çapraz sorularla aynen dünkü gibi görülüyordu. Tanık polis memuru, mahkeme başkanının, savcının, avukatın sorularına karşılık cansız bir şekilde "Aynen öyle, efendim," – "Bilemem," sonra yine "Aynen öyle," diye kısa yanıtlar veriyordu. Ancak adamın sıkı disiplin altında bulunmaktan kaynaklanan sersemliğine ve makine gibi hareket etmesine karşın delikanlıya acıdığı belliydi ve onu nasıl yakaladığını isteksiz isteksiz anlatıyordu.

Diğer tanık, evin ve yollukların sahibi olan mağdur ihtiyar adamdı. Kindar birine benziyordu. Bu yollukların ona ait olup olmadığını sorduklarında bunların kendisine ait olduğunu çok gönülsüz bir şekilde kabul etti: Savcı yardımcısı ona bu yollukları ne amaçla kullanmak niyetinde olduğunu, kendisine çok gerekli olup olmadıklarını sorduğunda sinirlenip şöyle dedi:

"Kahrolası yolluklar, bana hiç lazım değiller. Bu yolluklar yüzünden bu kadar canımın sıkılacağını bilseydim aramak şöyle dursun, bu kadar sorgu sual etmesinler diye üste para bile verirdim. Gelirken arabaya nerdeyse beş ruble ödedim. Üstelik hastayım. Hem fıtığım hem de romatizmam var."

Tanıklar böyle konuştular, sanık da suçunu itiraf etti. Yakalanmış bir hayvan gibi boş gözlerle etrafa bakıyor, kesik kesik bir sesle olan biteni anlatıyordu.

Mesele çok açıktı ama savcı yardımcısı, omuzlarını kaldırarak aynen bir gün önceki gibi uyanık suçluyu tongaya bastıracak ince sorular soruyordu.

Konuşmasında, hırsızlığın meskûn mahalde ve kapı kırılmak suretiyle meydana geldiğini, bu yüzden de delikanlının en ağır cezaya çarptırılması gerektiğini söyledi.

Mahkemece atanmış olan avukat ise, hırsızlığın meskûn mahalde olmadığını, bu nedenle suçu reddetmek olanaksız olsa da suçlunun toplum için henüz öyle savcı yardımcısının ileri sürdüğü kadar tehlike arz etmediğini söyledi.

Mahkeme başkanı aynen dünkü gibi kendisinin tarafsız ve adil olduğunu belirterek jüri üyelerine bildikleri ve bilemedikleri şeyleri ayrıntılı olarak anlattı. Aynen bir gün önceki gibi aralar verildi, aynı şekilde sigaralar içildi, mübaşir yine aynı şekilde, "Mahkeme başlıyor," diye bağırdı ve yine iki jandarma kınından çıkarılmış kılıçlarıyla suçluya gözdağı vererek ve uyumamaya çalışarak aynı dünkü gibi oturdu.

Delikanlının, babası tarafından daha çocukken bir tütün fabrikasına çırak olarak verildiği ve orada beş yıl kaldığı dava görülürken anlaşılmıştı. O yıl patronla işçiler arasında meydana gelen bir tatsızlıktan sonra patron tarafından işine son verilmiş ve yersiz yurtsuz kalınca kentte boş boş dolaşmış, cebindeki son paraları da içkiye vermişti. Bir meyhanede kendisi gibi biriyle, ondan daha önce işsiz kalmış, aşırı derecede içki içen çilingirle tanışmış ve bu ikisi bir gece sarhoşken kilidi kırmışlar, ellerine ilk gelen şeyi almışlar, sonra da yakalanmışlardı. Her şeyi itiraf etmişlerdi. Hapse atılmışlardı ve çilingir, mahkemeyi beklerken ölmüştü. Delikanlıyı ise toplumun korunması gereken tehlikeli bir yaratık olarak işte şimdi yargılıyorlardı.

"Tıpkı dünkü suçlu kadar tehlikeli bir yaratık," diye düşündü Nehlüdov, önünde olup bitenleri izlerken. "Onlar tehlikeli de bizler tehlikeli değil miyiz?.. Ben çapkının, ahlaksızın, yalancının biriyim ve benim nasıl biri olduğumu bildikleri halde benden nefret etmedikleri gibi, üstelik saygı gösterenlerin hepsi de öyle değil mi? Ancak bu çocuk bu salonda bulunan tüm insanlar içinde toplum açısından en tehlikelisi bile olsa yakalandığında akıllıca davranıp ne yapmak gerekirdi?

Aslında bu çocuğun o kadar kötü biri değil, herkesin de gördüğü gibi, sıradan bir insan olduğu ve sırf bu tür insanları yaratan koşullar içinde bulunduğundan bu hale geldiği besbellidir. Bunun gibi çocukların olmaması için bu talihsiz yaratıkların oluştuğu koşulları ortadan kaldırmaya çalışmak gerektiği de apaçık ortadadır.

Peki biz ne yapıyoruz? Daha binlercesinin yakalanmadığını bildiğimiz halde, böyle rastlantıyla elimize düşmüş bir çocukla yetiniyoruz ve onu hapishaneye, tam bir tembelliğin hüküm sürdüğü ya da en sağlıksız ve anlamsız işlerin yapıldığı koşullara, kendisi gibi laçkalaşmış ve hayatta yolunu şaşırmış insanların arasına koyuyoruz, sonra da cezasını çekmesi için Moskova ilinden İrkutsk iline en ahlaksız insanların arasına sürüyoruz.

Bu tip insanların içinde doğdukları koşulları ortadan kaldırmak için bir şey yapmak şöyle dursun, bunları yaratan kurumları teşvik ediyoruz üstelik. Bunların hangi kurumlar olduğu bellidir: Fabrikalar, imalathaneler, atölyeler, meyhaneler, genelevler. Ve biz bu kurumları ortadan kaldırmadığımız gibi, gerekli sayarak özendiriyor, çekidüzen veriyoruz.

Bir tane değil, milyonlarca insanı bu şekilde yetiştiriyoruz ve sonra bir tanesini yakalayıp bir iş yaptığımızı, kendimizi koruduğumuzu ve onu Moskova'dan İrkutsk iline gönderdiğimiz zaman artık bizden beklenen bir şey kalmadığını sanıyoruz." Nehlüdov albayın yanındaki sandalyesinde, avukatın, savcının ve mahkeme başkanının seslerindeki farklı tonlamaları dinlerken ve onların kendinden emin el kol hareketlerine bakarken alışılmamış bir canlılık ve açıklıkla kafasından bunları geçiriyordu. "Üstelik bütün bu yapmacıklık ne kadar büyük çabalara mal oluyor," diye düşüncelerini sürdürüyordu Nehlüdov. Bu koca salona, portrelere, lambalara, koltuklara, üniformalara, kalın duvarlara, pencerelere bakarken binanın ne kadar büyük olduğunu, kurumun kendisinin ise daha da büyük olduğunu, bütün bu memur, kâtip, muhafız, odacı ordusunu, sadece burada değil, bütün Rusya'da hiç kimseye hiçbir yararı olmayan bu komedi karşılığında maaş alan bunca insanı geçiriyordu aklından. "Artık insan olarak değil, yalnızca huzurumuzu ve rahatımızı sağlamak için gerekli eller ve bedenler olarak gördüğümüz kenara itilmiş bu yaratıklara, bu komediye harcadıklarımızın yüzde birini olsun harcamış olsaydık keşke." Nehlüdov, çocuğun ürkek suratına bakarak düşüncelerini sürdürüyordu: "Yoksulluk yüzünden köyden kente daha yeni gönderildiğinde, ona acıyan, yardım eli uzatan biri çıkabilirdi karşısına; ya da kentte yaşadığı sırada, fabrikada on iki saat çalıştıktan sonra aklını çelen, kendinden büyük arkadaşlarıyla birlikte meyhaneye gittiğinde, 'Gitme Vanya, yaptığın iyi bir şey değil,' diyen biri çıkabilirdi ve çocuk meyhaneye gitmez, aylak aylak dolaşmaz, kötü bir şey yapmazdı.

Fakat okulda olması gereken yaşlarda kentte bir vahşi hayvan yavrusu gibi yaşadığı, bitlenmesin diye kafasının kazındığı, ustaların siparişleri için oraya buraya koşturduğu yıllar boyunca ona acıyan tek bir Tanrı kulu çıkmadı; tam tersine kentte yaşamaya başladıktan sonra ustalarından ve arkadaşlarından duyduğuna göre, yalan söyleyen, içki içen, küfreden, dayak atan, kendini uçarı bir hayata kaptıranlar babayiğit sayılıyordu.

O, kötü çalışma koşulları, içki, sefahat yüzünden sağlığı bozulmuş, sersemlemiş ve rüyada gibi amaçsızca kentin sokaklarında dolaştığı ve ne olduğunu anlamadan bir ambara girip burada hiç kimsenin işine yaramayacak yollukları aldığı sırada bizler, bütün hali vakti yerinde, varsıl, okumuş insanlar, bu çocuğu bu duruma düşüren nedenleri ortadan kaldırmak için çaba harcayacağımıza sorunu bu çocuğu cezalandırarak çözümlemek isteğindeyiz.

Korkunç bir şey! Burada acımasızlığın mı, yoksa saçmalığın mı daha ağır bastığını bilemiyorsun. Ama galiba her ikisi de en son basamağına ulaşmış bulunuyor."

Nehlüdov, artık önünde neler olup bittiğine kulak vermeksizin sadece bunları düşünüyordu. Aklına gelen bu düşüncelerden kendisi de ürperiyordu. Önceden bunu nasıl olup da hem kendisinin hem de başkalarının göremediğine şaşırıyordu.


XXXV


İlk ara verilir verilmez Nehlüdov ayağa kalktı ve bir daha mahkeme salonuna geri dönmemek niyetiyle koridora çıktı. Ona istediklerini yapabilirlerdi ama bu korkunç ve çirkin saçmalığa daha fazla katılamayacaktı.

Nehlüdov, savcının odasını öğrenip oraya gitti. Odacı, savcı beyin çok meşgul olduğunu söyleyerek içeri bırakmak istemedi. Fakat Nehlüdov onu dinlemeyerek içeri girdi ve karşısına çıkan bir memurdan kendisinin jüri üyesi olduğunu ve çok önemli bir konuda görüşmesi gerektiğini savcıya haber vermesini rica etti. Prens unvanı ve iyi giyimi Nehlüdov'a yardımcı olmuştu. Memur, savcıya haber verdi ve Nehlüdov'u içeri bıraktılar. Savcı onu ayakta ve kendisiyle görüşmek için takındığı ısrarcı tavırdan duyduğu belirgin bir hoşnutsuzlukla karşıladı.

"Ne istemiştiniz?" diye sert bir ifadeyle sordu savcı.

Nehlüdov, kızararak ve yaşamını kesinlikle etkileyecek bir adım attığını hissederek hızlı ve kararlı bir biçimde:

"Ben jüri üyesiyim, soyadım Nehlüdov, sanık Maslova'yı görmem gerekiyor," dedi.

Savcı, kısa kır saçlı, parlak gözleri fıldır fıldır, çıkık alt çenesinde kırpık, gür bir sakalı olan kısa boylu, esmer bir adamdı.

"Maslova mı? Nasıl bilmem. Adam zehirlemekle suçlanmıştı," dedi savcı sakince. "Onu ne için görecektiniz?" Sonra havayı yumuşatmak istercesine ekledi: "Nedenini bilmeden size izin veremem de."

"Benim için çok önemli bir konuda görüşmem gerekiyor," dedi Nehlüdov kızararak.

"Peki efendim," dedi savcı ve gözlerini yukarı kaldırıp Nehlüdov'a dikkatle baktı. "Davası görülmüş müydü, yoksa görülecek mi?"

"Dün yargılandı ve son derece yanlış bir kararla dört yıl kürek cezasına çarptırıldı. Oysa hiçbir suçu yok."

Savcı, Maslova'nın suçsuzluğuyla ilgili olarak Nehlüdov'un yaptığı açıklamayı hiç dikkate almaksızın:

"Peki efendim. Daha dün hakkında karar verildiyse," dedi, "kararın kesin olarak ilanından önce tutuklular hapishanesinde kalması gerekir. Orada da ancak belirli günlerde görüşmeye izin verilir. Size bu hapishaneye başvurmanızı öneririm."

Nehlüdov alt çenesi titreyerek ve karar anının yaklaştığını hissederek:

"Fakat en kısa zamanda görmem gerekiyor onu," dedi.

Savcı endişeyle kaşlarını kaldırarak:

"Peki, neden görmeniz gerekiyor?" diye sordu.

"Suçsuz olduğu halde kürek cezasına çarptırıldığı için. Oysa tek suçlu benim," dedi Nehlüdov. Sesi titriyordu, ayrıca da gereksiz bir şey söylediği hissine kapılmıştı.

"Nasıl olur?" diye sordu savcı.

"Çünkü onu iğfal ettim ve şimdi içinde bulunduğu duruma düşürdüm. Bu durumda olmasaydı böyle bir suçlamaya da uğramazdı."

"Bunun görüşmeyle bağlantısını yine de göremiyorum."

"Bağlantısı şu: Peşinden gitmek ve... ve onunla evlenmek istiyorum," dedi Nehlüdov. Bu konudan söz etmeye başladığında hep olduğu gibi gözlerinde yaşlar belirmişti.

"Ya demek öyle!" dedi savcı. "Gerçekten de çok ender görülen bir durum bu. Siz, Krasnoperskiy bölge yöneticilerindensiniz galiba?" diye sordu savcı. Şu anda bu garip kararını açıklamış olan Nehlüdov'la ilgili olarak eskiden duyduklarını anımsamış gibiydi.

Nehlüdov kıpkırmızı kesilerek, öfke içinde:

"Özür dilerim, bunun benim ricamla bir ilgisi olduğunu sanmıyorum," diye karşılık verdi.

Savcı belli belirsiz gülümseyerek ve en ufak bir şaşkınlık belirtisi göstermeksizin:

"Elbette yok, fakat isteğiniz pek sıradan bir istek değil ve dolayısıyla alışılmış usullerin dışına çıkıyor..." dedi.

"Peki, izin alabilir miyim?"

"İzin mi? Evet, şimdi size bir izin kâğıdı yazarım. Buyurun oturun."

Savcı masaya gidip yerine oturdu ve yazmaya başladı.

"Lütfen oturun."

Nehlüdov ayakta durmaya devam ediyordu.

Savcı izin belgesini yazdıktan sonra merakla yüzüne bakarak kâğıdı Nehlüdov'a uzattı.

"Bu arada jüri üyesi olarak artık duruşmaya katılamayacağımı da söylemek zorundayım," dedi Nehlüdov.

"Bildiğiniz gibi, mahkemeye geçerli nedenler bildirmeniz gerekiyor."

"Her türlü mahkemeyi sadece yararsız değil, aynı zamanda da ahlaksız saymam geçerli bir neden sayılır herhalde."

"Peki efendim," dedi savcı dudağından eksik olmayan belli belirsiz gülümsemeyle. Bu gülümsemeyle sanki bu türden açıklamaları daha önce de duyduğunu ve bunların kendisini eğlendirdiğini göstermek istiyordu. "Peki efendim, fakat bir savcı olarak sizinle aynı görüşte olamayacağımı anlayışla karşılarsınız herhalde. Bu yüzden bunu bir dilekçeyle mahkemeye bildirmenizi öğütlerim, mahkeme dilekçenizi inceleyip nedenlerinizin geçerli olup olmadığına karar verip, geçerli bulmazsa size ceza verebilir. Mahkemeye başvurunuz."

"Ben söyleyeceğimi söyledim, başka bir yere de gitmeyeceğim," dedi Nehlüdov öfkeyle.

Savcı, bu garip ziyaretçiden bir an önce kurtulmak isteğiyle başını eğerek:

"Güle güle," dedi.

Nehlüdov çıktıktan sonra savcının odasına giren mahkeme üyesi:

"Kimdi o yanınızdaki?" diye sordu.

"Krasnoperskiy kazasından biri, yerel meclisten tanırsınız, Nehlüdov, birtakım garip açıklamalar yaptı. Düşünebiliyor musunuz, jüri üyesiymiş ve dediğine göre, vaktiyle iğfal ettiği bir kız da sanıklar arasındaymış ve kürek cezasına çarptırılmış. Şimdi bu kadınla evlenmek istiyor."

"E, olamaz mı?"

"Bana öyle söyledi... garip bir heyecan içindeydi."

"Günümüzün gençlerinde normal olmayan bir şey var."

"O kadar genç biri de değil."

"Şu sizin ünlü İvaşenkov canımdan bezdirdi azizim. İnsanın sabrını tüketiyor, konuşuyor da konuşuyor."

"Öylelerini durdurmak gerekir, yoksa gerçek birer engelleyici olurlar..."

Bạn đang đọc truyện trên: AzTruyen.Top