XXIII - XXIV - XXV


XXIII


Başkan sonunda konuşmasını bitirdi ve soru listesini zarif bir hareketle havaya kaldırıp yanına gelen jüri başkanına verdi. Jüri üyeleri artık gidebileceklerine sevinerek ayağa kalktılar ve ellerini nereye koyacaklarını bilemeyerek, sanki bir şeyden utanmış gibi peş peşe danışma odasına gittiler. Arkalarından kapanan kapıya bir jandarma yaklaştı ve kılıcını kınından sıyırıp omzuna koyarak kapının önünde beklemeye başladı. Yargıçlar ayağa kalkıp gittiler. Sanıklar da götürüldüler.

Danışma odasına giren jüri üyeleri önceki gibi ilk iş olarak sigaralarını yaktılar. Mahkeme salonundaki yerlerinde otururken az ya da çok hissettikleri ikiyüzlü ve doğal olmayan durum, danışma odasına girip sigaralarını yakar yakmaz geçmiş, rahatlayarak odaya dağılmışlar ve hemen canlı bir konuşma başlamıştı.

Babacan tüccar:

"Kızcağızın suçu yok, ne diyeceğini şaşırdı, insaşı davranmak gerek," dedi.

"Biz de bunu tartışacağız işte," dedi jüri başkanı. "Kişisel izlenimlerimizin etkisine kapılmayalım."

"Başkan davayı iyi özetledi," dedi albay.

"Aman ne iyi ya! Neredeyse uyuyordum."

Yahudi tipli tezgâhtar:

"Aslında Maslova onlarla anlaşmamış olsaydı hizmetçilerin paradan haberleri bile olmazdı," dedi.

"Yani sizce parayı o mu çaldı?" diye sordu jüri üyelerinden biri.

"Asla inanmam," diye bağırdı babacan tüccar, "bunların hepsi o çipil gözlü düzenbaz karının başının altından çıkmıştır."

"Ona bakarsan, hepsi de iyiler," dedi albay.

"Ama kadın odaya girmediğini söylüyor."

"Siz inanmaya devam edin daha. Ben bu düzenbaza hayatta inanmam."

"Sizin inanmamanız ne ifade eder ki," dedi tezgâhtar.

"Anahtar ondaymış."

"Ondaysa ne olmuş yani?" diye itiraz etti tüccar.

"Ya yüzük?"

"Söyledi ya," diye yine bağırdı tüccar, "bu tüccar ilginç herifin biriymiş, üstelik içip içip kızı dövmüş. E, sonra da acımış, hadi al şunu da ağlama demiş besbelli. Yanlış duymadıysam, adamın boyu bir metre doksan santimmiş, yüz otuz kilo çekiyormuş!"

"Mesele o değil," diye lafa karıştı Pyotr Gerasimoviç, "mesele şu: Öbürlerini kandırıp bütün işi kotaran o mu, yoksa hizmetçiler mi?"

"Hizmetçiler tek başlarına yapamazlar. Anahtar kızdaymış."

Bu tutarsız konuşma oldukça uzun bir süre devam etti.

"Lütfen beyler," dedi başkan, "masaya geçip oturalım da öyle tartışalım." Başkan koltuğuna otururken de, "Buyurun," diye devam etti.

Tezgâhtar:

"Bu kızların hepsi birbirinden rezildir," dedi ve asıl suçlunun Maslova olduğu düşüncesini kanıtlamak için onun gibi birinin, bir arkadaşının saatini bulvarda yürürken çaldığını anlattı.

Bunun üzerine albay, bir gümüş semaverin çalınmasıyla ilgili daha da ilginç bir hırsızlık olayını anlatmaya koyuldu.

Başkan kalemiyle masaya vurarak:

"Beyler, sorulara geçelim," dedi.

Herkes sustu. Sorular şöyleydi:

1) Krapivenskiy ilçesi, Borkov köyünden otuz üç yaşındaki köylü Simon Petrov Kartinkin 17 Ocak 188 tarihinde N. kentinde, diğer kişilerle anlaşarak hırsızlık yapmak amacıyla, tüccar Smelkov'u öldürmek niyetiyle konyağına zehir katmak ve böylece Smelkov'un ölümüne neden olmaktan ve yaklaşık iki bin beş yüz rublesini ve pırlantalı yüzüğünü çalmaktan suçlu mudur?

2) Kırk üç yaşındaki kentli Yevfimiya Boçkova, birinci soruda belirtilen suçu işlemiş midir?

3) Yirmi yedi yaşındaki kentli Yekaterina Maslova, birinci soruda belirtilen suçu işlemiş midir?

4) Sanık Yevfimiya Boçkova birinci soruya göre suçlu değilse bile 17 Ocak 188 tarihinde, N. kentinde, çalışmakta olduğu Mavritanya Oteli'nde, otelin müşterilerinden tüccar Smelkov'un odasında bulunan çantasını oraya getirdiği bir anahtarla açarak bu çantadan gizlice iki bin beş yüz ruble çalmaktan suçlu mudur?

Başkan ilk soruyu okudu.

"Evet beyler, ne dersiniz?"

Bu soruyu çok çabuk yanıtladılar. Hepsi de Simon'un hem zehirleme hem de hırsızlık olayına katıldığını kabul ederek oybirliğiyle "Evet, suçludur," dediler. Bir tek yaşlı bir kooperatif üyesi, Kartinkin'i suçlu görmedi. Zaten daha sonraki sorulara da hep aklama yönünde yanıt verdi.

Başkan, adamın söylenenleri anlamadığını sanarak, oradaki herkesin kesin kararına göre, Kartinkin ve Boçkova'nın suçlu görüldüklerini açıkladı ama yaşlı adam, anladığını, ancak yine de insaşı davranmanın daha iyi olacağını söyledi. "Biz de melek değiliz ya," diyerek kararını değiştirmedi.

Boçkova'yla ilgili ikinci soruya, uzun konuşmalardan ve açıklamalardan sonra, avukatının da savunmasını yaparken özellikle ileri sürdüğü gibi, zehirleme olayına Boçkova'nın katıldığını gösteren açık bir kanıt bulunmadığı için "Suçlu değildir," diye yanıt verildi.

Maslova'nın aklanmasını isteyen tüccar, Boçkova'nın elebaşı olduğunda ısrar ediyordu. Jüri üyelerinin çoğu onunla aynı düşüncedeydi ama yasalara kesinlikle uymak isteyen jüri başkanı, Boçkova'nın zehirleme suçuna katıldığını kabul etmek için kanıt olmadığını söyledi. Uzun tartışmalardan sonra başkanın düşüncesi üstün geldi.

Boçkova'yla ilgili dördüncü soruya ise "Evet suçludur," diye yanıt verildi ve kooperatif üyesinin ısrarı üzerine "Ama hoşgörü gösterilebilir" ifadesi de eklendi.

Maslova'yla ilgili üçüncü soru ise sert tartışmalara neden oldu. Jüri başkanı Maslova'nın hem zehirleme hem de hırsızlık olayından suçlu olduğunda ısrar ediyor, tüccar ve onunla birlikte albay, tezgâhtar ve kooperatif üyesi bunu kabul etmiyorlardı. Geri kalanlar kararsız gibiydiler ancak başkanın düşüncesi, özellikle tüm jüri üyelerinin artık yorgun düşmüş olmaları ve bir an önce herkesi uzlaştıracak, dolayısıyla da serbest kalmalarını sağlayacak bir düşünceye katılmaları yüzünden ağırlık kazanmaya başlamıştı.

Nehlüdov, duruşma sırasında olanlara bakarak ve Maslova'yı tanıdığı kadarıyla onun hırsızlık suçunu da zehirleme suçunu da işlemediğinden ve bunu herkesin kabul edeceğinden önceleri emindi; fakat tüccarın Maslova'nın güzelliğinden etkilenerek ve bunu saklamaksızın yaptığı beceriksizce savunma yüzünden, sırf bu nedenle başkanın karşı çıkması ve asıl önemlisi jüri üyelerinin yorulması yüzünden kararın suçlama yönüne kaydığını görünce itiraz etmek istedi ama Maslova lehine konuşmaktan korkuyordu. Maslova'yla ilişkisini herkes hemen öğrenecekmiş gibi geliyordu. Bununla birlikte işi bu şekilde bırakamayacağını, karşı çıkmak zorunda olduğunu hissediyordu. Kızardı bozardı, tam konuşmaya başlayacaktı ki bu ana dek hiç konuşmayan ve başkanın otoriter ses tonuna kızmış olan Pyotr Gerasimoviç birden başkana itiraz ederek tam da Nehlüdov'un söylemek istediklerini söylemeye başladı.

"İzninizle," dedi Pyotr Gerasimoviç, "anahtar elinde olduğu için kadının hırsızlık yaptığını söylüyorsunuz. O gittikten sonra kat hizmetçileri buldukları başka bir anahtarla çantayı açmış olamazlar mı?"

"Tabii ya, tabii ya," dedi tüccar.

"Kadın parayı alamazdı, o kadar parayı neresine saklayacaktı?"

"Ben de bunu söylüyorum ya," diye onayladı tüccar.

"Daha doğrusu Maslova'nın gelişi, kat hizmetçilerine fikir verdi, onlar da bu fırsattan yararlandılar, sonra da bütün suçu onun üzerine attılar."

Pyotr Gerasimoviç'in konuşması öfkeliydi. Onun bu öfkesi, başkana da bulaştı ve karşıt düşüncesini daha da ısrarla savunmaya başladı. Fakat Pyotr Gerasimoviç o kadar inandırıcı konuşuyordu ki çoğunluk onun düşüncesini onaylayarak, Maslova'nın para ve yüzük hırsızlığına karışmadığını, yüzüğün kendisine armağan edildiğini kabul etti. Maslova'nın zehirleme olayıyla ilgisi konuşulduğunda ise onu ateşli bir biçimde savunan tüccar, adamı zehirlemek için bir nedeni olmadığı için Maslova'nın suçsuz sayılması gerektiğini belirtti. Başkan ise tozu verdiğini kendi ağzıyla itiraf ettiği için Maslova'nın suçsuz sayılamayacağını söyledi.

"Vermesine vermiş ama afyon olduğunu sanmış," dedi tüccar.

Muhalefet etmeye bayılan albay:

"Afyonla da öldürebilirdi," dedi ve bu fırsattan faydalanarak başladı kayınbiraderinin karısının afyonla zehirlendiğini, doktorun hemen gelmesi ve gerekli önlemlerin alınması sayesinde ölümden kurtulduğunu anlatmaya. Albay öyle etkileyici, kendinden öyle emin ve ağırbaşlı konuşuyordu ki, hiç kimse sözünü kesmeye cesaret edemedi. Yalnız verilen örneğin etkisinde kalan tezgâhtar, bir öykü de kendisi anlatmak amacıyla albayın sözünü kesmeye kalkıştı.

"Bazıları öyle alışıyorlar ki," diye söze başladı, "kırk damla bile alabilirler; benim bir akrabam..."

Ancak albay sözünün kesilmesine izin vermeyerek kayınbiraderinin karısı üzerinde afyonun yaptığı etkinin sonuçlarını anlatmaya devam etti.

"İyi de beş saattir buradayız beyler," dedi jüri üyelerinden biri.

"O zaman," dedi başkan, "bir şey çalmadığına göre hırsızlık kastı olmaksızın mı suçlu sayacağız. Böyle mi diyelim?"

Galip geldiğine sevinen Pyotr Gerasimoviç bu ifadeyi kabul etti.

"Ancak hafifletici nedenleri de var," diye ekledi tüccar.

Herkes kabul etti. Bir tek kooperatifçi, "Hayır, suçsuz," demekte ısrar ediyordu.

"Zaten aynı kapıya çıkıyor," diye açıkladı başkan, "bir şey çalmadığına göre hırsızlık kastı olmaksızın diyoruz. Yani suçsuz demek gibi bir şey."

"Hem hafifletici nedenler de var, demek ki geriye bir tek bu sonuncusunun bütün suçu ortadan kaldırması kalıyor," dedi tüccar neşeyle.

Herkes o kadar yorulmuş, tartışmaktan kafalar o kadar karışmıştı ki verilecek yanıta evet, ama öldürme kastı olmaksızın notunu eklemeyi hiç kimse akıl etmedi.

Nehlüdov öylesine heyecanlıydı ki o da bunu fark etmedi. Yanıtlar bu şekilde yazılıp mahkeme salonuna götürüldü.

Rabelais, bir yargıcın, çeşitli yasalara atıfta bulunduktan ve yirmi sayfalık anlamsız Latince hukuk metnini okuduktan sonra davacı ve davalıya zar atmayı önerdiğini yazıyor, çift gelirse davacı, tek gelirse davalı haklı olacakmış.

Burada da öyle oldu. Başka bir kararın değil de bu kararın alınmasının nedeni, herkesin bu karar üzerinde uzlaşmış olması değil, birincisi, mahkemenin gidişatıyla ilgili özeti uzun uzun okuyan mahkeme başkanının, her zaman söylediği bir ifadeyi, jüri üyelerinin soruları yanıtlarken "Evet, suçlu, ama öldürme kastı yoktur" ifadesini ekleyebileceklerini bu kez söylemeyi unutmuş olması; ikincisi, albayın, kayınbiraderinin karısının başına gelenleri uzun uzun, bıktırıcı bir biçimde anlatmış olması; üçüncüsü, Nehlüdov'un çok heyecanlanıp, öldürme kastı yoktur kaydının gözden kaçtığını fark etmemesi ve "Hırsızlık kastı yoktur" ifadesinin suçu ortadan kaldırdığını sanması; dördüncüsü, Pyotr Gerasimoviç'in o sırada odada bulunmaması, başkan soruları ve yanıtları tekrar okuduğunda dışarıya çıkmış olması ve asıl önemlisi, herkesin yorgun düşüp, işi hemen bitirecek bir kararı kabul ederek bu işten bir an evvel kurtulmak istemesiydi.

Jüri üyeleri zile bastılar. Kapının önünde kınından çıkardığı kılıcıyla bekleyen jandarma, kılıcı kınına sokup kenara çekildi. Yargıçlar yerlerine oturdular ve jüri üyeleri peş peşe odadan çıktılar.

Jüri başkanı kâğıdı büyük bir resmiyet içinde götürdü, başkana yaklaşarak verdi. Başkan kâğıdı okuduğunda şaşkınlıkla ellerini iki yana açıp, iki yanındaki arkadaşlarına dönerek bir şeyler söyledi. Başkan, birinci kayıt olan "Hırsızlık kastı olmaksızın" ifadesini kullanmış olan jüri üyelerinin ikinci "Öldürme kastı olmaksızın" kaydını koymamalarına şaşırmıştı. Jüri üyelerinin kararına göre, Maslova'nın hırsızlık yapmadığı, bir şey çalmadığı ancak görünürde hiçbir amacı olmaksızın bir adamı zehirlediği sonucu çıkıyordu.

"Şuna bakın ne saçma sapan bir şey getirdiler," dedi solundaki üyeye. "Bunun anlamı kürek cezası demektir, oysa kadın suçsuz."

"Nasıl suçsuz," dedi sert ifadeli üye.

"Basbayağı suçsuz işte. Bence bu sekiz yüz on sekizinci maddenin uygulama alanına girer. (818. madde, eğer mahkeme suçlamayı haksız bulacak olursa jüri üyelerinin kararını değiştirebilir der.)

"Siz ne düşünüyorsunuz?" diye iyi yürekli üyeye sordu.

İyi yürekli üye hemen yanıt vermedi, önünde duran kâğıdın numarasına baktı, rakamları topladı, bulduğu sayı üçe bölünemiyordu. Bölünecek olursa kabul ederim diye düşünmüştü ama bulduğu sayı üçe bölünemese de yüreğinin iyiliğinden kabul etti.

"Bence de uygundur," dedi.

Başkan öfkeli üyeye dönerek:

"Ya siz?" diye sordu.

"Olmaz," dedi kesin bir ifadeyle. "Zaten gazeteler jüri üyelerinin suçluları akladıklarını yazıp duruyorlar, bir de mahkeme aklarsa ne derler kim bilir. Asla kabul etmem."

Başkan saate baktı.

"Yazık, o zaman yapacak bir şey yok," dedi ve soruları okuması için jüri başkanına verdi.

Herkes ayağa kalktı, jüri başkanı gövdesinin ağırlığını bir bu ayağına, bir öbür ayağına vererek öksürdü, sorularla yanıtları okudu. Bütün mahkeme görevlileri, kâtip, avukatlar, hatta savcı şaşkınlıklarını belli ettiler.

Sanıklar, herhalde yanıtların ne anlama geldiğini bilmedikleri için sakin sakin oturuyorlardı. Herkes tekrar yerine oturdu. Mahkeme başkanı savcıya, sanıkların çarptırılacağı cezalar konusunda ne düşündüğünü sordu.

Maslova konusunda beklenmedik başarısına sevinen ve bu başarıyı güzel konuşmasına borçlu olduğunu düşünen savcı, önündeki kâğıtlarda düzeltmeler yaptı, hafifçe yerinden doğrulup şöyle dedi:

"Simon Kartinkin'in bin dört yüz elli ikinci maddeye ve bin dört yüz elli üçüncü maddenin dördüncü şıkkına göre, Yevfimiya Boçkova'nın bin altı yüz elli dokuzuncu ve Yekaterina Maslova'nın da bin dört yüz elli dördüncü maddeye göre cezalandırılmalarını talep ediyorum."

Bu cezalar, düşünülebilecek en ağırcezalardı.

Başkan ayağa kalkarak:

"Mahkeme heyeti, karara varmak için çekilecektir," dedi.

Başkanın arkasından salondaki herkes ayağa kalktı ve son derece iyi bir iş yapmış olmanın verdiği hoş bir rahatlık duygusuyla dışarı çıktı ya da salonda dolaşmaya başladı.

Pyotr Gerasimoviç, jüri başkanının bir şeyler anlattığı Nehlüdov'un yanına yaklaşarak:

"İyi de azizim, biz çok kötü bir hata yaptık," dedi. "Kadını kürek cezasına gönderdik."

Nehlüdov, öğretmenin senlibenliliğini bu kez hiç fark etmeksizin:

"Siz ne diyorsunuz?" diye bağırdı.

"Evet öyle," dedi Pyotr Gerasimoviç. "Yanıta 'Öldürme kastı olmaksızın suçlu' kaydını koymadık. Kâtip biraz önce bana savcının Maslova için on beş yıl kürek cezası isteyeceğini söyledi."

"Biz de öyle karar verdik zaten," dedi jüri başkanı.

Pyotr Gerasimoviç, paraları almadığına göre Maslova'nın öldürme kastının da olamayacağının kendiliğinden anlaşılacağını söyleyerek tartışmaya başladı.

"Ama ben salona çıkmadan önce yanıtları bir bir okudum," diye kendini temize çıkartmaya çalıştı jüri başkanı. "Hiç kimse karşı çıkmadı."

"Ben o sırada odadan çıkmıştım," dedi Pyotr Gerasimoviç. "Peki siz nasıl farkına varmadınız?"

"Hiç aklıma gelmedi," dedi Nehlüdov.

"Demek aklınıza gelmedi."

"Ama düzeltebiliriz bunu," dedi Nehlüdov.

"Yo hayır, iş işten geçti artık."

Nehlüdov sanıklara baktı. Kaderleri belirlenecek olan bu insanlar askerlerin önündeki parmaklığın ötesinde yine öyle hareketsiz oturuyorlardı. Maslova gülümsüyordu. Nehlüdov'un içinde ise hafif hafif kıpırdayan kötü bir duygu vardı. Aklanıp serbest kaldığında Katyuşa'yı görünce nasıl davranacağı konusunda daha önce kararsızlık içindeydi, ona karşı nasıl bir tavır takınacağına karar vermek zordu. Kürek cezası ve Sibirya ise Katyuşa'ya karşı nasıl davranacağı sorusunu bir anda ortadan kaldırmıştı: Av torbasındaki yaralı kuş çırpınmaya ve kendini anımsatmaya son verecekti.


XXIV


Pyotr Gerasimoviç'in tahminleri doğru çıktı.

Mahkeme başkanı, toplantı odasından döndükten sonra kâğıdı eline alıp okudu:

"188 yılının 28 Nisan günü, imparator hazretlerinin emriyle hareket eden bölge ceza mahkemesi, sayın jüri üyelerinin kararını göz önüne alarak, Ceza Muhakemeleri Yasası'nın 771. maddesinin 3. paragrafına, 776. maddesinin 3. paragrafına ve 777. maddesine dayanarak, 33 yaşındaki köylü Simon Kartinkin ve 27 yaşındaki kentli Yekaterina Maslova'nın tüm yurttaşlık haklarından yoksun bırakılarak, her ikisi için de Tüzük'ün 28. maddesinin gerektirdiği önlemlerle birlikte Kartinkin'in 8 yıl, Maslova'nın 4 yıl kürek cezasına çarptırılmasına, 43 yaşındaki Yevfimiya Boçkova'nın ise tüm kişisel haklarından ve mülkiyet haklarından yoksun bırakılarak Tüzük'ün 49. maddesinin gerektirdiği önlemlerle birlikte 3 yıl hapis cezasına çarptırılmasına, mahkeme masraşarının hükümlüler tarafından eşit olarak ödenmesine, ödeme güçleri yoksa masraşarın hazineden karşılanmasına, davayla ilgili maddi kanıtların satılmasına, yüzüğün geri verilmesine, kavanozların yok edilmesine karar vermiştir."

Kartinkin, yine öne doğru uzanarak, iyice açtığı parmaklarını pantolonunun dikişlerine yapıştırarak ve yanaklarını oynatarak duruyordu. Boçkova son derece sakin görünüyordu. Maslova kıpkırmızı olmuştu.

Birden bütün salona:

"Ben suçsuzum, suçsuzum!" diye haykırdı. "Günaha giriyorsunuz. Benim suçum yok. Öldürmek istemedim, aklımdan bile geçirmedim. Doğru söylüyorum." Sonra sıraya çökerek hıçkıra hıçkıra ağlamaya başladı.

Kartinkin ve Boçkova dışarı çıktıklarında o hâlâ yerinde oturuyor ve ağlıyordu. Jandarma, gömleğinin kolundan tutup çekiştirmek zorunda kaldı.

Nehlüdov içindeki kötü duyguyu tümüyle unutup "Hayır, bu iş böyle bırakılamaz," dedi kendi kendine ve nedenini kendisi de bilmeksizin bir kez daha onu görmeye, koridora koştu. Davanın bitmesinden hoşnut, dışarı çıkmaya çalışan jüri üyeleri ve avukatlar kapıda kıpır kıpır bir kalabalık oluşturmuştu. Bu yüzden birkaç dakika oyalandı. Koridora çıktığında ise Katyuşa uzaklaşmıştı. Dikkat çektiğini düşünmeksizin, hızlı adımlarla peşinden yürüdü, onu geçip durdu. Katyuşa artık ağlamayı kesmişti, leke leke kızarmış yüzünü başörtüsünün ucuyla silerek kesik seslerle hıçkırıyordu. Nehlüdov'a bakmadan yanından geçip gitti. O gittikten sonra Nehlüdov mahkeme başkanını görmek için telaşla geri döndü ama başkan çıkmıştı.

Nehlüdov başkanı ancak binanın çıkış kapısında yakalayabildi.

Tam açık renk paltosunu giyip, kapıcının uzattığı gümüş saplı bastonunu aldığı anda yanına yaklaşarak:

"Sayın başkan, biraz önce biten dava hakkında sizinle konuşabilir miyim? Ben jüri üyesiyim de," dedi.

Başkan, Nehlüdov'un elini sıkarak ve Nehlüdov'la karşılaştıkları o gece ne kadar güzel ve neşeli –bütün gençlerden daha güzel– dans ettiğini keyişe anımsayarak:

"Tabii, ne demek efendim. Prens Nehlüdov değil mi? Çok memnun oldum. Daha önce de görüşmüştük galiba. Size nasıl yardımcı olabilirim?" dedi.

"Maslova'yla ilgili yanıtta bir yanlışlık oldu. Zehirleme olayında suçu yok ama kürek cezasına çarptırıldı," dedi Nehlüdov, son derece asık bir suratla.

Başkan, çıkış kapısına yönelerek:

"Mahkeme, sizin yanıtlarınıza dayanarak kararını verdi. Aslında bu yanıtlar mahkemeye de davayla uyumsuz görünmüştü ama," dedi.

Jüri üyelerine, öldürme kastı yoktur kaydı içermeyen "Evet, suçludur" şeklindeki bir yanıtın, taammüden cinayetin onayı olduğunu söylemek istediğini fakat duruşmayı bir an önce bitirme telaşıyla bunu yapmadığını anımsadı.

"Evet ama bu hata düzeltilemez mi?"

Başkan şapkasını hafifçe yana eğerek giydikten sonra kapıya doğru yürümeye devam ederken:

"Temyize gitmek için her zaman bir neden bulunur. Avukatlara danışmak gerekir," dedi.

"Ama bu korkunç bir şey."

Başkan, favorilerini paltosunun yakasının üstüne yaydıktan sonra Nehlüdov'a karşı elinden geldiğince nazik ve saygılı davranmak isteğiyle:

"Siz de biliyorsunuz, Maslova için zaten iki seçenekten biri olacaktı," dedi ve hafifçe Nehlüdov'un koluna girip çıkış kapısına yönelerek devam etti:

"Siz de çıkıyorsunuz galiba?"

Nehlüdov çarçabuk giyinerek:

"Evet," dedi ve başkanla birlikte yürüdü.

Neşeli, pırıl pırıl güneşli açık havaya çıktılar ve tekerleklerin taşlarda çıkardığı gürültü yüzünden daha yüksek sesle konuşmaya başladılar.

"Siz de görüyorsunuz ya, durum garip," diye devam etti başkan sesini yükselterek, "bu Maslova için iki seçenek vardı; ya neredeyse aklanma sayılabilecek bir hapis cezası alacak, hapis yattığı süre de bundan düşülecek ya da kürek cezasına çarptırılacaktı. İkisinin ortası yoktu. Sizler, 'Ölüme neden olma niyeti olmaksızın' sözlerini eklemiş olsaydınız, aklanırdı."

"Bağışlanmaz bir şekilde gözden kaçırmışım bunu," dedi Nehlüdov.

Başkan gülümseyerek ve saatine bakarak:

"Bütün iş bu sözlerdeydi," dedi.

Klara'nın verdiği sürenin bitmesine yalnızca kırk beş dakika kalmıştı.

"Bundan sonra isterseniz bir avukata danışın. Temyiz için bir neden bulunması gerekir. Her zaman da bulunabilir. Dvoryanskaya'ya," dedi bir arabacıya, "otuz kapikten bir kapik fazla ödemem, ona göre."

"Buyurunuz ekselansları."

"Saygılar efendim. Eğer sizin için yapabileceğim bir şey olursa, Dvoryanskaya'da Dvornikov'un evinde oturuyorum, kolay anımsarsınız."

Sonra nazikçe selamlayıp uzaklaştı.


XXV


Mahkeme başkanıyla konuşmak ve temiz hava Nehlüdov'u biraz rahatlamıştı. Hissettiği duyguyu, bu sabahı alışılmadık koşullarda geçirdiği için abartmış olduğunu düşünüyordu şimdi.

"Kesinlikle çok şaşırtıcı ve etkileyici bir rastlantı! Onun bundan sonraki hayatını kolaylaştırmak için yapılabilecek her şeyi bir an evvel yapmak gerekli. Hemen. Evet, Fanarin ya da Mikişin'in nerede oturduğunu mahkemeden öğrenmek gerek." Bir anda bu iki ünlü avukatın adı aklına gelmişti.

Nehlüdov, mahkeme binasına geri döndü, paltosunu çıkarıp yukarı çıktı. İlk koridorda Fanarin'e rastladı. Avukatı durdurup kendisiyle bir şey görüşmek istediğini söyledi. Fanarin onu sima olarak tanıyor ve adını biliyordu, elinden geleni yapmaktan memnun olacağını söyledi.

"Gerçi yorgunum ama... eğer uzun sürmeyecekse meseleyi anlatın, gelin şuraya gidelim."

Fanarin, Nehlüdov'u yargıçlardan birinin çalışma odası olan bir odaya götürdü.

"Evet efendim, konu nedir?"

"Sizden öncelikle bu işe karıştığımı kimsenin bilmemesini rica edeceğim," dedi Nehlüdov.

"Pek tabii ki. Evet sizi dinliyorum..."

"Bugün bir davada jüri üyesiydim ve suçsuz bir kadını kürek cezasına çarptırdık. Çok canım sıkıldı."

Nehlüdov, kendisi için de hiç beklenmedik bir şekilde kızardı ve duraksadı.

Fanarin, parlayan gözleriyle bir an Nehlüdov'a baktı, sonra bakışlarını indirerek dinlemeye devam etti.

"Evet efendim sonra," dedi yalnızca.

"Suçsuz birini mahkûm ettik. Davayı temyiz etmek ve yüksek mahkemeye götürmek istiyorum."

"Senato'ya," diye düzeltti Fanarin.

"Sizden bu işi üzerinize almanızı rica ediyorum."

Nehlüdov, işin en zor kısmını hemen bitirmek istiyordu, bu yüzden:

"Bu işin ücretini ve mahkeme masraşarını ne kadar olursa olsun ben üstleneceğim," dedi kıpkırmızı kesilerek.

Avukat, Nehlüdov'un bu konudaki deneyimsizliğine hoşgörüyle gülümseyerek:

"Tamam bu konuda anlaşırız," dedi. "Hangi davaydı?"

Nehlüdov anlattı.

"Tamam efendim, yarın dosyayı alıp incelerim. Öbür gün, yo hayır, perşembe günü akşam saat altıda bana gelirseniz size yanıtımı bildiririm. Olur mu? Haydi gidelim, daha bir sürü düzeltmeler yapacağım."

Nehlüdov, vedalaşıp çıktı.

Avukatla konuşmak ve onun Maslova'yı savunmak için şimdiden bir şeyler yapmayı kabul etmesi Nehlüdov'u daha da yatıştırmıştı. Binadan çıktı. Hava çok güzeldi. İlkbahar havasını sevinçle içine çekti. Arabacılar götürelim deseler de o yürümeyi yeğledi, Katyuşa'yla ve kendisinin ona karşı davranışıyla ilgili bir sürü düşünce ve anı kafasının içinde fır fır dönmeye başladı. Tekrar umutsuzluğa kapıldı, her şey tekrar karamsarlığa büründü. "Hayır, bunları sonra düşünürüm," dedi içinden, "şimdi tam tersine bu kötü düşüncelerden kurtulmam gerek."

Korçaginler'deki yemek aklına geldi ve saatine baktı. Henüz geç değildi, yemeğe yetişebilirdi. Çanını çalarak bir atlı tramvay geçiyordu yanından. Koşup tramvaya atladı. Meydana gelince tramvaydan indi, güzel bir araba tuttu, on dakika sonra Korçaginler'in konağının önündeydi.

Bạn đang đọc truyện trên: AzTruyen.Top