XV - XVI - XVII
XV
Kont İvan Mihayloviç çok katı inançları olan emekli bir bakandı.
Kont İvan Mihayloviç genç yaşlarından beri kuşların solucanlarla beslenmek, tüylerle kaplı olmak ve havada uçmak türünden doğal özellikleri olduğu gibi, kendisinin de pahalı aşçıların pişirdikleri pahalı yemekleri yemek, en rahat, en pahalı giysileri giymek, en rahat, en hızlı atlara binmek gibi doğal özellikleri olduğuna, bu yüzden de bütün bunların her zaman emrine amade olması gerektiğine inanırdı. Ayrıca Kont İvan Mihayloviç, hazineden ne ad altında olursa olsun ne kadar çok para, elmas olanlar da dahil olmak üzere ne kadar çok nişan alırsa, saraylı kadınlarla ve erkeklerle ne kadar sık görüşüp konuşursa o kadar iyi olacağına inanırdı. Kont İvan Mihayloviç, bu temel inançlarıyla karşılaştırdığında geri kalan her şeyi önemsiz sayardı. Geri kalan her şey öyle ya da böyle halledilebilirdi. Kont İvan Mihayloviç kırk yıldır Petersburg'da bu inanca uygun olarak yaşamış ve bu kırk yılda bakanlık makamına erişmişti.
Kont İvan Mihayloviç'in bu makama erişmesine yardımcı olan en önemli özellikleri, birincisi, yazılı kâğıtları ve yasaları okuyup anlayabilmesi, düzgün olmasa da kolay anlaşılabilir belgeler düzenleyebilmesi ve bu belgeleri yazım hataları olmaksızın yazabilmesi; ikincisi, son derece gösterişli olması ve gerektiğinde sadece mağrur değil, hatta yanına varılmaz ve azametli biri gibi görünebilmesi, gerektiğinde ise tam bir dalkavuk olabilmesi; üçüncüsü, ne kendisiyle ne de devletle ilgili hiçbir ilkeye ve kurala sahip olmaması, bu yüzden de gerektiğinde herkesle uzlaşabilmesi, bunun tersi gerekli olduğunda da tersini yapabilmesiydi. Böyle davranırken tek çabası, gururundan ödün vermemek ve kendisiyle açık bir çelişkiye düşmemekti. Bu arada davranışlarının ahlaka uygun olup olmadığı, bu davranışlardan Rusya İmparatorluğu'na ya da dünyaya en büyük yararın ya da zararın gelip gelmeyeceği hiç umurunda olmazdı.
Bakan olduğu sıralarda sadece kendisine bağlı olanlar (pek çok kişi ona bağlıydı) ve yakınları değil, aynı zamanda tanımadığı insanlar ve kendisi de çok akıllı bir devlet adamı olduğundan emindiler. Fakat belli bir süre geçip de hiçbir düzen kuramayarak hiçbir varlık gösteremediği ve yaşam savaşının kuralları uyarınca tıpkı kendisi gibi birtakım belgeleri yazmayı ve anlamayı öğrenmiş, gösterişli ve ilkesiz memurlar yerine göz dikip de emekli olmak zorunda kaldığında, onun bırakın çok zeki ve derin düşünceli biri olmayı, son derece dar kafalı, eğitim düzeyi düşük bir adam olduğunu herkes açıkça anlamıştı. Kendine çok güvense de görüşleri ancak en sıradan tutucu gazetelerin başmakaleleri düzeyine kadar çıkabilen bir adamdı. Onu yerinden eden eğitim düzeyi düşük, kendinden emin öteki memurlardan farklı hiçbir şeyi olmadığı ortaya çıkmıştı. Kendisi de bunu anlamıştı ama bu durum, her yıl hazineden çok miktarda para ve tören giysisi için yeni yeni süsler elde etmesi gerektiği inancını zerre kadar sarsmamıştı. Bu inanç o kadar güçlüydü ki hiç kimse onu bundan vazgeçirmeye kalkışmadı. Kısmen emekli maaşı, kısmen de yüksek bir devlet dairesinde üyelik ve çeşitli komisyonlarda, komitelerde başkanlık karşılığında her yıl on binlerce ruble para alıyordu. Kendisinin çok büyük değer verdiği, her yıl ceketinin omuzlarına ya da pantolonunun kenarlarına yeni yeni şeritler ve frakının altındaki yeleğe yeni yeni kurdeleler ve mineli yıldızcıklar dikme hakkı kazanması da cabasıydı. İşte bu yüzden Kont İvan Mihayloviç'in önemli ilişkileri vardı.
Kont İvan Mihayloviç, Nehlüdov'u bir zamanlar özel kalem müdürünün raporlarını dinlerkenki gibi dinledi ve dinledikten sonra biri temyiz dairesinden Senatör Volf'a olmak üzere iki tane mektup vereceğini söyledi.
"Hakkında çeşitli şeyler söylüyorlar ama dans tous les cas c'est un homme très comme il faut,"[66] dedi. "Bana da borcu var, elinden geleni yapacaktır."
Kont İvan Mihayloviç, diğer mektubu dilekçe komisyonundaki önemli bir kişiye yazdı. Nehlüdov'un kendisine anlattığı Fedosya Birükova davası çok ilgisini çekmişti. Nehlüdov, imparatoriçeye bir mektup yazmak istediğini söylediği zaman bu davanın gerçekten de çok acıklı olduğunu, fırsat olursa bunu orada anlatabileceğini söyledi. Ama söz veremedi. Dilekçe kendi normal seyrinde işlesin dedi. Ama eğer bir fırsat çıkar da perşembe gün petit comité'ye[67] çağrılırsa belki söyleyebileceğini düşünüyordu.
Nehlüdov kontun yazdığı iki mektupla teyzesinin Ma-
riette'e yazdığı mektubu alıp gereken yerlere gitmek için hemen çıktı.
Önce Mariette'e gitti. Onu pek zengin olmayan aristokrat bir ailenin kızı olarak gençliğinden tanıyordu. Görevinde yükselmeye çalışan bir adamla evlendiğini biliyordu. Nehlüdov bu adamla ilgili kötü şeyler duymuştu. En önemlisi de adamın yüzlerce, binlerce politik tutukluya acımasızca davranması ve özel görevinin bu insanlara işkence etmek olmasıydı. Ezilenlere yardım etmek için ezenlerin alıştıkları ve herhalde kendilerinin farkında olmadıkları gaddarlıklarından en azından tanınmış kişiler söz konusu olduğunda birazcık vazgeçmeleri ricasıyla başvurduğunda bu eylemlerini haklı bir şeymiş gibi kabul ederek onların tarafında olmak zorunda kalması her zamanki gibi Nehlüdov'un çok ağırına gidiyordu. Bu durumlarda hep bir iç huzursuzluğu, kendinden hoşnutsuzluk ve rica etsin mi etmesin mi bir kararsızlık hissediyor ama her seferinde de ricacı olmak gerektiğine karar veriyordu. Mariette ve kocasının evine gitmek kendisi için utanç verici, kötü bir şey olacaktı ama hapiste tek başına acı çeken zavallı bir kadıncağız belki de böylece serbest bırakılmış ve hem kendisi hem de yakınları çektikleri sıkıntılardan kurtulmuş olacaklardı. Ayrıca artık kendinden saymadığı ama onu hâlâ içlerinden biri olarak gören insanların arasında bir ricacı konumunda bulunmasının ikiyüzlülük olduğunu, bu topluluğun içinde yine o eski, alışkın olduğu yola girmiş ve bu toplulukta hâkim olan o düşüncesiz ve ahlaksız davranış tarzına ister istemez kendini kaptırmış hissediyordu. Bunu daha teyzesi Katerina İvanovna'nın evinde hissetmeye başlamıştı. Daha bu sabah teyzesiyle en ciddi şeylerden söz ederken hemen şakacı bir havaya girivermişti.
Uzun zamandır gelmediği Petersburg, Nehlüdov'un üzerinde her zamanki, insanı fiziksel olarak yüreklendiren, ahlaki olaraksa körleten etkiyi bırakmıştı; her şey ne kadar temiz, rahat, konforluydu. En önemlisi insanlar ahlak konularında o kadar hoşgörülüydüler ki hayat çok kolay görünüyordu.
Güzel, temiz, nazik arabacı, onu güzel, tertemiz yıkanmış yollardan, güzel, nazik, temiz polislerin, güzel, temiz evlerin yanından geçirerek Mariette'in oturduğu kanal boyundaki eve götürüyordu.
Kapının önünde gözlerine at gözlükleri takılmış bir çift İngiliz atı duruyordu ve arabacı koltuğunda İngilize benzeyen, favorileri yanaklarının ortasına kadar inen arabacı, sırtında sırmalı elbisesi, elinde kamçısı ve mağrur görünüşüyle oturuyordu.
Olağanüstü temiz üniformalı kapıcı kapıyı açtı. Girişte sırmalı, daha da temiz giysili, taranmış, olağanüstü favorileri olan bir uşak ve yeni, temiz üniformalı, süngülü bir nöbetçi emir eri dikiliyordu.
"General kimseyi kabul etmiyor. Generalin hanımı da öyle. Birazdan çıkıyorlar."
Nehlüdov, Kontes Katerina İvanovna'nın mektubunu verdi ve bir kartvizitini çıkarıp üzerinde ziyaretçilerin kaydedildiği bir defterin durduğu küçük masaya yaklaştı. Evde bulamadığı için çok üzüldüğünü yazmaya başlamıştı ki uşak merdivenlere doğru ilerledi, kapıcı kapıya çıkıp "Arabayı getir!" diye bağırdı. Emir eri ise kibirli haline hiç uymayan hızlı adımlarla merdivenden inen orta boylu, ince yapılı hanımı gözleriyle karşılayıp uğurlarken elleri iki yanına yapışık dimdik duruyordu.
Mariette'in başında tüylü, büyük bir şapka, üstünde siyah bir elbise, siyah bir pelerin vardı, yeni, siyah eldivenler giymişti, yüzü tülle kapalıydı.
Nehlüdov'u görünce tülü kaldırıp, gözleri pırıl pırıl parlayan çok sevimli yüzünü ortaya çıkardı ve soru sorar gibi baktı.
"A, Prens Dmitriy İvanoviç!" dedi neşeli, hoş sesiyle. "Neredeyse tanıyamayacaktım..."
"Nasıl olur, adımı bile anımsıyorsunuz."
"Elbette, kız kardeşimle size âşıktık bir zamanlar," dedi Fransızca olarak. "Ama ne kadar değişmişsiniz. Ah, ne yazık ki ben de tam çıkıyordum. Olsun, buyurun yukarı çıkalım," dedi kararsızlık içinde durarak.
Sonra duvar saatine bir göz attı.
"Yo, olmaz. Kamenskaya'ya cenaze duasına gidiyorum. Kadıncağız korkunç bir durumda."
"Nesi var bu Kamenskaya'nın?"
"Duymadınız mı yoksa? Oğlu düelloda öldürüldü. Pozen'le kavga etmişlerdi. Bir tanecik oğlandı. Korkunç bir şey. Annesi mahvoldu."
"Evet, duydum."
"Yo, en iyisi ben gideyim, siz de yarın ya da bu akşam gelin," dedi ve hızlı, hafif adımlarla çıkış kapısına doğru yürüdü.
Nehlüdov, onunla birlikte kapının önüne çıkarken:
"Bu akşam gelemem," diye yanıtladı. Nehlüdov kapıya yanaşmış olan bir çift doru ata bakarak, "Aslında benim sizinle bir işim vardı," dedi.
"Nasıl bir iş?"
"İşte bununla ilgili olarak teyzemden getirdiğim mektup," dedi Nehlüdov büyük armalı, dar zarfı ona uzatarak. "Mektupta her şeyi göreceksiniz."
"Biliyorum, Kontes Katerina İvanovna bu işlerde kocamın üzerinde etkim olduğunu sanıyor. Yanılıyor. Onun işlerine karışamam, karışmak da istemem. Ama elbette kontes için ve sizin için bu kuralımdan vazgeçmeye hazırım. Konu neydi?" dedi siyah eldivenli küçük eliyle cebini karıştırırken.
"Kalede hapis yatan bir kız var. Hasta, üstelik hiçbir şeye karışmamış."
"Soyadı nedir?"
"Şustova. Lidiya Şustova. Mektupta yazıyor adı."
"Peki tamam, bir şeyler yapmaya çalışacağım," dedi ve hafif adımlarla yürüyerek güneşte pırıl pırıl parlayan, yumuşacık minderli arabaya bindi ve şemsiyesini açtı. Uşak, arabacı yerine çıkıp oturduktan sonra arabacıya hareket işaretini verdi. Araba hareket etmişti fakat aynı anda Mariette şemsiyesinin ucuyla arabacının sırtına dokunduğunda ince derili güzel kısraklar, gemle çekilen güzel başlarını kısarak durdular ve incecik bacaklarıyla yerlerinde saymaya başladılar.
"Siz yine de gelin ama lütfen iş için olmasın," dedikten sonra yüzüne, etkisini çok iyi bildiği gülümsemesi yayıldı ve sanki temsil bitmiş de perdeyi indiriyormuş gibi tülünü indirdi. "Hadi gidelim," diyerek tekrar şemsiyesinin ucuyla arabacıya dokundu.
Nehlüdov şapkasını havaya kaldırarak selam verdi. Safkan doru kısraklar ise burunlarından soluklar salarak, nallarıyla taşları dövmeye başladılar ve araba arada bir yolun bozuk yerlerinde yeni lastiklerinin üstünde hafif hafif sıçrayarak hızla uzaklaştı.
XVI
Nehlüdov, Mariette'in gülümsemesine gülümsemeyle verdiği karşılığı anımsayarak başını salladı.
Saygı duymadığı insanlara dalkavukluk etme gereğinin uyandırdığı ikilem ve kuşkuyla, "Göz açıp kapayıncaya kadar bu hayata düşeceksin yine," diye geçirdi içinden. Nehlüdov, boş yere gidip gelmemek için önce nereye gideceğine karar verip ilkin Senato'ya gitti. Onu kalem odasına götürdüler. Bu çok çok görkemli yerde son derece nazik ve temiz pek çok memur gördü.
Memurlar Nehlüdov'a Maslova'nın dilekçesinin alındığını ve eniştesinden bir mektup getirdiği Senatör Volf'ün incelemesi ve rapor yazması için kendisine teslim edildiğini söylediler.
"Senato toplantısı bu hafta yapılacak. Maslova davası bu toplantıya zor yetişir. Eğer rica ederseniz o zaman bu hafta, çarşamba gününe alabilirler," dedi bir memur.
Nehlüdov kalem odasında bazı eksiklerin tamamlanmasını beklerken yine düelloyla ilgili konuşmaları ve genç Kamenskiy'in ölümüyle ilgili ayrıntılı hikâyeyi dinliyordu. Tüm Petersburg'un ilgisini çeken bu hikâyenin ayrıntılarını ilk kez burada öğrendi. Subaylar içki satan bir dükkânda istiridye yiyorlar ve her zamanki gibi çok içiyorlarmış. İçlerinden biri Kamenskiy'in görev yaptığı alay hakkında olumsuz bir şeyler söylemiş; Kamenskiy ona yalancı demiş. O da Kamenskiy'e tokat atmış. Ertesi gün düello etmişler ve Kamenskiy karnından vurulmuş, iki saat sonra da ölmüş. Katil ve tanıklar tutuklanmışlar fakat söylendiğine göre, şimdi askeri hapishanede olsalar bile iki hafta sonra serbest bırakılacaklarmış.
Nehlüdov, Senato kaleminden çıkıp dilekçe komisyonuna, bu komisyonda etkili bir memur olan ve devlete ait bir binadaki çok büyük bir dairede oturan Baron Vorobyev'e gitti. Kapıcı ve uşak sert bir ifadeyle Nehlüdov'a kabul günleri dışında baronu göremeyeceğini, bugün imparatorun yanında olduğunu, ertesi gün de rapor sunmak üzere yine oraya gideceğini bildirdiler. Nehlüdov mektubu verdi ve Senatör Volf'e gitti.
Volf yeni kahvaltı etmişti. Nahlüdov'u, yediklerini sindirmek amacıyla alışkanlığı üzere puro içerek odada bir aşağı bir yukarı dolaşırken kabul etti. Vladimir Vasilyeviç Volf, sahiden de un homme très comme il faut idi ve bu özelliğini her şeyden yükseğe koyar, diğer bütün insanlara bu yükseklikten bakardı. Bu özelliğe değer vermemesi olanaksızdı, çünkü mesleğinde hedeşediği parlak yükselmeyi bu özellik sayesinde elde etmiş, daha doğrusu evlenmek suretiyle on sekiz bin rublelik gelir getiren bir serveti, kendi çabalarıyla da senatörlük makamını elde etmişti. Kendini sadece un homme très comme il faut değil, aynı zamanda şövalye onuruna sahip biri olarak görürdü. Bu onurdan kastettiği de insanlardan gizlice rüşvet almamaktı. Devletin istediği her işi köle gibi yerine getirirken kendisi için çeşitli yolluklar, hazineye ait binalardan kira paraları dilenmeyi onursuzluk saymazdı. Polonya Çarlığı'ndaki illerden birinde valiyken yaptığı gibi, haklarına ve babalarının dinine bağlılıkları yüzünden yüzlerce suçsuz insanı öldürtmeyi, evlerini yakıp yıkmayı, hapse tıkmayı ve sürgüne göndermeyi bırakın onursuz bir davranış saymayı, mertlik, yüreklilik ve yurtseverlik olarak görüyordu; onu çok seven karısını ve baldızını soyup soğana çevirmeyi de onursuzluk saymıyordu. Tam tersine bunu kendi aile yaşantısında akıllıca bir düzen olarak görüyordu.
Vladimir Vasilyeviç'in aile yaşantısı, kişilikten yoksun karısı, aynı şekilde topraklarını satıp, parasını kendi adına yatırarak servetini ele geçirdiği baldızı, son zamanlarda tek eğlencesi Aline'in ve Kontes Katerina İvanovna'nın evlerindeki toplantılarda Evangelizmle uğraşmak olan ve tek başına zor bir yaşam sürdüren uysal, ürkek ve çirkin kızından oluşuyordu.
Vladimir Vasilyeviç'in on beş yaşında sakalları çıkmış ve daha o zamandan içki içip serserilik etmeye başlamış, yirmi yaşına geldiğinde hâlâ bunları yapmaya devam eden, bununla birlikte iyi yürekli bir delikanlı olan oğlu ise, gittiği hiçbir okulu bitiremediği ve kötü arkadaşlar edinip, ona buna borçlanarak babasının itibarını sarstığı için evden kovulmuştu. Babası bir kez oğlunun iki yüz otuz rublelik borcunu, başka bir kez de altı yüz rublelik borcunu ödemiş ancak oğluna bunun son olduğunu, kendine çekidüzen vermezse evden kovacağını ve bütün ilişkisini keseceğini söylemişti. Oğlan bırakın düzelmeyi bin ruble daha borç yapmış ve babasına o evde yaşamanın kendisi için korkunç bir ıstırap olduğunu söyleme cesaretini göstermişti. İşte o zaman Vladimir Vasilyeviç, oğluna istediği yere gidebileceğini, artık onun oğlu olmadığını söylemişti. Vladimir Vasilyeviç o günden beri oğlu yokmuş gibi davranıyordu ve ev halkından hiç kimse de ona oğlundan söz etmeye cesaret edemiyordu. Vladimir Vasilyeviç aile yaşantısını en iyi biçimde kurduğundan kesinlikle emindi.
Volf, çalışma odasındaki yürüyüşüne ara verip, yüzünde sevecen ve biraz da alaycı bir gülümsemeyle –bu onun tarzıydı; insanların çoğundan üstün olduğunun farkındaydı, bu gülümeseme de bunun istemdışı ifadesiydi– Nehlüdov'u selamladı ve mektubu okudu.
Ellerini ceketinin ceplerine sokup, sert hatlara sahip büyük çalışma odasında bir uçtan bir uca yumuşak, hafif adımlar atarken:
"Buyurun oturun, benim kusuruma bakmayın lütfen, izin verirseniz dolaşmaya devam edeceğim," dedi. Ağzından hoş kokulu, mavimsi bir duman bırakarak ve külünü dökmemek için puroyu dikkatle ağzından çekerek, "Sizinle tanışmaktan ve Kont İvan Mihayloviç'in dileğini yerine getirmekten büyük mutluluk duydum," dedi.
"Ben sadece davaya bir an evvel bakılmasını rica edecektim. Eğer sanık Sibirya'ya gidecekse daha erken bir tarihte gidebilir böylece," dedi Nehlüdov.
Karşısındaki daha ağzını açar açmaz ne söyleyeceğini hep önceden bilen Volf, hoşgörülü gülümsemesiyle:
"Evet, evet, Nijniy'den kalkan ilk vapurlarla, biliyorum," dedi. "Sanığın soyadı neydi?"
"Maslova..."
Volf masaya yaklaştı ve iş dosyasında duran bir kâğıda göz attı.
"Tamam, Maslova. Pekâlâ, arkadaşlardan rica ederim. Davaya çarşamba günü bakarız."
"Avukata telgraf çekebilir miyim?"
"Avukatınız da mı var? Ne gerek vardı? Ama eğer isterseniz neden olmasın."
"Temyiz gerekçeleri yeterli görülmeyebilir," dedi Nehlüdov, "ama davaya bakıldığında suçlamanın bir yanlış anlamadan kaynaklandığı görülecektir sanırım."
"Evet, evet, olabilir, ama Senato davanın özüyle ilgilenmez," dedi Vladimir Vasilyeviç puronun külüne sert sert bakarak. "Senato yalnızca yasanın doğru uygulanıp uygulanmadığını, yorumunun doğru yapılıp yapılmadığını denetler."
"Bana kalırsa bu olağandışı bir durum."
"Biliyorum, biliyorum. Hepsi olağandışıdır. Biz gerekeni yapacağız, o kadar." Kül hâlâ duruyordu ama artık çatlamıştı ve düşme tehlikesi gösteriyordu. "Petersburg'a seyrek mi gelirsiniz?" dedi Volf, purosunu külün düşmeyeceği şekilde tutarak. Buna rağmen kül sallanmaya başlayınca puroyu dikkatle küllüğe koydu ve kül buraya döküldü. "Kamenskiy'in başına gelenler ne korkunç!" dedi. O sırada Petersburg'da Kamenskiy'le ilgili olarak söylenen her şeyi nerdeyse sözcüğü sözcüğüne yineleyerek, "Yakışıklı, genç bir adam. Bir tanecik oğul. Özellikle annesinin durumu..." diye sürdürdü konuşmasını.
Biraz da Kontes Katerina İvanovna'dan ve onun yeni bir dinsel akıma olan merakından söz etti. Vladimir Vasilyeviç bu yeni akımı ne yeriyor ne de doğru buluyordu ama onun gibi düzgün bir adam için böyle şeylerin gereksiz olduğu ortadaydı. Sonra zile bastı.
Nehlüdov veda etti.
Volf elini uzatarak:
"Arzu ederseniz bir gün yemeğe buyurun, örneğin çarşamba günü," dedi. "Hem o zaman size alınan kararı da bildirebilirim."
Vakit geç olmuştu ve Nehlüdov eve, yani teyzesinin evine gitti.
XVII
Kontes Katerina İvanovna'nın evinde akşam yemeği yedi buçukta yeniyordu ve yemek Nehlüdov'un daha önce görmediği yeni bir usulde ikram ediliyordu. Yemekler masanın üzerine konuyor, uşaklar hemen çıkıyorlar, herkes yemeğini kendisi alıyordu. Erkekler, hanımların gereksiz hareketlerle yorulmalarına izin vermiyorlar, hanımlarla kendilerinin tabaklarına yemek koymanın, bardaklarına içki doldurmanın tüm ağırlığını güçlü cinsiyet olarak onlar taşıyorlardı. Tabaklardan biri boşaldığında kontes masanın altındaki elektrik zilinin düğmesine basıyordu. Uşaklar sessizce içeri giriyorlar, boş tabakları hemen toplayıp yerine temizlerini koyuyorlar ve bir sonraki yemeği getiriyorlardı. Tıpkı şaraplar gibi yemekler de çok lezzetliydi. Fransız şef, aydınlık, büyük mutfakta, beyazlar giymiş iki yardımcısıyla birlikte çalışıyordu. Yemekte altı kişi vardı: Kont ve kontes, asık suratlı bir muhafız subayı olan oğulları, dirseğini masaya dayamış oturan Nehlüdov, Fransız öğretmen hanım ve kontun köyden gelen kâhyası.
Burada da konuşmaların konusu düelloydu. Hükümdarın bu meseleye ne diyeceği hakkında fikir yürütülüyordu. Hükümdarın anne için çok üzüldüğü biliniyordu. Herkes üzülüyordu anne için. Ancak hükümdarın başsağlığı dileğinde bulunmasa bile üniformasının şerefini koruyan katile karşı sert davranmak istemediği bilindiğinden herkes üniformasının şerefini korumuş olan katile karşı hoşgörülüydü. Bir tek Kontes Katerina İvanovna katili kınadığını rahatça söylüyordu.
"İçip içip sarhoş olacaklar, sonra da gidip namuslu gençleri öldürecekler. Ben olsam asla bağışlamazdım," dedi kontes.
"İşte bunu anlamıyorum," diye karşılık verdi kont.
"Biliyorum, benim söylediğim şeyi hiçbir zaman anlamazsın sen," dedi kontes, Nehlüdov'a dönerek. "Herkes anlıyor, bir tek kocam anlamıyor. Anneye acıdığımı söylüyorum ve birinin adam öldürüp sonra da bundan memnun olmasını istemiyorum."
Kontesin o ana dek ağzını açmayan oğlu sözün burasında katili savunmaya geçip, bir subayın başka türlü davranamayacağını, aksi takdirde subay mahkemesinin onu alaydan süreceğini oldukça kaba bir şekilde kanıtlamaya çalışarak annesine çıkışmaya başlamıştı. Nehlüdov konuşmadan dinliyordu ve genç Çarskiy'in ileri sürdüğü gerekçeleri, kabul etmese bile eski bir subay olarak anlıyordu. Bununla birlikte başka bir subayı öldüren o subayla hapishanede gördüğü, kavgada adam öldürdüğü için kürek cezasına çarptırılmış olan yakışıklı delikanlıyı ister istemez karşılaştırıyordu. İkisi de sarhoşluk yüzünden katil olmuşlardı. O köylü, bir öfke anında birini öldürmüş ve karısından, ailesinden, akrabalarından ayrı düşmüş, prangaya vurulmuş, saçları tıraş edilmiş sürgüne gidiyor, bu subay ise askeri hapishanenin güzel bir odasında oturuyor, güzel bir yemek yiyor, iyi bir şarap içiyor, kitap okuyor. Bugün yarın serbest bırakılacak ve üstüne üstlük herkesin ilgi odağı haline gelmiş olarak yine eskisi gibi yaşayacak.
Aklından geçeni söyledi. Kontes Katerina İvanovna önce yeğeninin düşüncesini kabul etti ama sonra bir şey demedi. Herkes gibi Nehlüdov da bu öyküyü anlatarak bir münasebetsizlik yaptığını hissediyordu.
Akşam, yemekten kısa bir süre sonra Kizeveter'in ders vereceği toplantıya katılacak konuklar, konferans için oymalı, yüksek arkalıklı sandalyelerin sıra sıra dizildiği, masanın önüne konuşmacı için bir koltuk ve üzerinde bir sürahi suyla bir sehpanın konulduğu büyük salonda toplanmaya başladılar.
Kapının önünde pahalı arabalar duruyordu. Salonda ipekler, kadifeler, danteller içindeki hanımlar, takma saçları, sımsıkı sıkılmış incecik belleriyle değerli bir süs eşyası gibi oturuyorlardı. Hanımların arasında da asker ve sivil erkekler vardı. Ayrıca ikisi kapıcı, biri tezgâhtar, biri uşak ve biri arabacı olmak üzere halktan da beş kişi gelmişti.
Sağlam yapılı, kır saçlı bir adam olan Kizeveter, İngilizce konuşuyordu. Pince-nez kullanan, zayıf bir genç kız da güzel ve hızlı bir biçimde söylediklerini Rusçaya çeviriyordu.
Kizeveter, günahlarımızın da bu günahlar yüzünden çekeceğimiz cezanın da çok büyük ve kaçınılmaz olduğunu, bu cezayı bekleyerek yaşamanınsa olanaksız olduğunu söylüyordu.
"Sevgili kardeşlerim, sadece kendimizi, kendi hayatımızı, ne yaptığımızı, nasıl yaşadığımızı, sevgi dolu Tanrı'yı nasıl kızdırdığımızı, İsa'ya ne acılar çektirdiğimizi düşünmekle bile bağışlanmayacağımızı, kurtuluş yolumuzun bulunmadığını, hepimizin ölüme mahkûm olduğumuzu anlayabiliriz. Korkunç bir ölüm ve sonsuz acılar bizleri bekliyor," diyordu titreyen, ağlamaklı bir sesle. "Nasıl kurtulacağız? Kardeşlerim, bu korkunç yangından nasıl kurtulacağız? Bu yangın evimizi sarmış, kurtuluş yok."
Bir an sustu, yanaklarından sahici gözyaşları aktı. Nerdeyse sekiz yıldır çok sevdiği konuşmasının tam burasına gelince boğazında bir şey düğümlenir, burnunun direği sızlar ve gözlerinden yaşlar akardı. Bu yaşlar onu daha da duygulandırırdı. Odada hıçkırıklar duyuluyordu. Kontes Katerina İvanovna üzeri mozaikli bir sehpanın yanında, başı ellerinin arasında oturuyor ve tombul omuzları titriyordu. Arabacı, Almana hayret ve korkuyla bakıyordu. Sanki Alman bir arabayla üzerine doğru geliyor ve o kenara çekilemiyordu. Konukların çoğu Kontes Katerina İvanovna'yla aynı pozda oturuyordu. Volf'ün, son moda bir elbise giymiş, kendisine benzeyen kızı yere diz çökmüş, elleriyle yüzünü örtmüştü.
Konuşmacı birden yüzünü kaldırdı ve bu yüzde aktörlerin sevinç ifade ettikleri, gerçeğe çok benzeyen bir gülümseme belirdi, tatlı bir sesle konuşmaya başladı:
"Ama bir kurtuluş yolu var. Bu kurtuluş yolu, bizim çekeceğimiz acıları üzerine almış olan Tanrı'nın biricik oğlunun bizim için akan kanıdır. Onun çektiği acılar, onun kanı bizi kurtaracaktır. Kardeşlerim –yine ağlamaklı bir sesle konuşmaya başlamıştı–, insan soyunun bağışlanması için biricik oğlunu feda eden Tanrı'ya şükredelim. Onun kutsal kanı..."
Nehlüdov, bütün bunlardan o kadar iğrendi ki yavaşça ayağa kalktı ve yüzünü buruşturarak, utancını belli etmemeye çalışarak ayaklarının ucuna basa basa dışarı çıkıp odasına gitti.
Bạn đang đọc truyện trên: AzTruyen.Top