XLVIII - XLIX - L - LI
XLVIII
Maslova'yı getiren gardiyan masanın biraz ötesinde, pencerenin önünde oturuyordu. Nehlüdov için karar anı gelmişti. İlk karşılaşmalarında ona en önemli şeyi, yani onunla evlenmek niyetinde olduğunu söylemediği için hep kendine kızıyordu. Şimdi bunu ona söylemeye kesin karar vermişti. Katyuşa masanın bir tarafında oturuyordu, Nehlüdov da karşısına oturdu. Oda aydınlıktı ve Nehlüdov ilk kez Katyuşa'nın yüzünü yakından görüyordu: Gözlerinin ve dudaklarının çevresinde kırışıklar vardı, gözlerinin altı şişmişti. Katyuşa'ya eskisinden daha da çok acıdı.
Söyleyeceklerinin pencerenin önünde oturan, Avrupai tipli, favorileri kırlaşmış gardiyan tarafından değil, sadece Katyuşa tarafından duyulabileceği bir şekilde dirseklerini masaya dayayıp şöyle dedi:
"Bu dilekçe işe yaramazsa çar hazretlerine de bir dilekçe vereceğiz. Yapılabilecek her şeyi yapacağız."
"Keşke önceki iyi bir avukat olsaydı..." diye sözünü kesti Katyuşa. "Oysa benim avukat aptalın biriydi. Durmadan bana iltifat ediyordu," dedi ve güldü. "Sizinle tanıştığımı bilselerdi farklı olurdu. Ya şimdi? Herkes hırsız olduğumu düşünüyor."
"Bugün ne kadar tuhaf," diye düşündü Nehlüdov. Tam söyleyeceklerini söylemek istiyordu ki Katyuşa tekrar konuşmaya başladı:
"Benim de bir diyeceğim var. Bizim koğuşta çok yaşlı bir kadıncağız kalıyor. O kadar yaşlı ki herkes neden burada olduğuna şaşıyor. Harika bir kadın ama bir hiç yüzünden onu da oğlunu da hapse atmışlar; suçsuz olduklarını herkes biliyor ama kasten yangın çıkarttılar diye suçlamışlar, hapisteler şimdi," dedi Maslova başını çevirip ona bakarak, sonra şöyle devam etti: "Sizinle tanıştığımı duymuş, 'Ona söyle de oğlumu çağırtsın, oğlum ona her şeyi anlatır,' dedi. Soyadları Menşov. Ne dersiniz, yapar mısınız? Bilemezsiniz ne harika bir kadındır; boşu boşuna yattığı daha ilk bakışta anlaşılıyor. Kuzum, ilgileniverin ne olur," dedi Nehlüdov'a bakarak. Sonra bakışlarını yere indirdi ve gülümsedi.
Nehlüdov onun bu teklifsizliğine giderek daha fazla şaşırarak:
"Tamam, öğrenir, bir şeyler yaparım. Fakat ben sizinle kendi işimizi konuşmak istiyordum. Size geçen defa söylediklerimi anımsıyor musunuz?" dedi.
Maslova gülümsemeye devam ederek ve başını iki yana sallayarak:
"Pek çok şey söylemiştiniz. O defa ne demiştiniz ki?" dedi.
"Sizden beni bağışlamanız için yalvarmaya geldiğimi söylemiştim," dedi.
"Bağışlasam ne fark eder, neye yarar... Siz en iyisi..."
"Yaptığım hatayı düzeltmek istediğimi söylemiştim," diye devam etti Nehlüdov, "hem sırf sözle değil, fiilen de düzelteceğimi söylemiştim. Sizinle evlenmeye karar verdim."
Katyuşa'nın yüzünü bir anda bir korku ifadesi kapladı. Şehla gözleri durmuş, bakıyordu ama Nehlüdov'a mı, başka bir yere mi baktığı belli değildi.
"Bu da nerden çıktı şimdi?" dedi kaşlarını çatarak.
"Tanrı'nın huzurunda bunu yapmak zorunda olduğumu hissediyorum."
"Hangi Tanrı'dan söz ediyorsunuz? Ne dediğinizi bilmiyorsunuz siz. Tanrı mı? Hangi tanrı? Tanrı'yı o zamanlar aklınıza getirseydiniz keşke," dedi ve ağzı açık öylece kaldı.
Nehlüdov onun ağzından yayılan güçlü votka kokusunu daha yeni hissediyor ve canlılığının nedenini şimdi anlıyordu.
"Sakin olun," dedi Nehlüdov.
"Ne sakin olacağım, sarhoş mu sanıyorsun beni? Sarhoş olsam da ne söylediğimin farkındayım," dedi birden çok hızlı bir şekilde ve yüzü kıpkırmızı oldu. "Ben bir kürek mahkûmuyum, bir orospuyum, sizse bir beyefendisiniz, prenssiniz, benimle elini kirletmeye ne gerek var. Sen prenseslerine git, benim fiyatıma gelince benim fiyatım sadece bir yüzlüktür."
Nehlüdov alçak sesle ve zangır zangır titreyerek:
"Ne kadar acı konuşursan konuş, benim hissettiklerimi dile getiremezsin, karşında kendimi ne kadar suçlu hissettiğimi tasavvur edemezsin!.." dedi.
"Suçumu hissediyorum..." diye öfkeyle taklit etti Katyuşa. "O zaman hissetmiyordun, elime yüz ruble tutuşturmuştun. İşte senin fiyatın der gibi..."
"Biliyorum, biliyorum ama artık ne yapabilirim ki?" dedi Nehlüdov. "Kararımı verdim, seni bırakmayacağım," diye tekrarladı, "ne söylediysem yapacağım."
"Ben de yapmayacaksın diyorum!" dedi Katyuşa ve yüksek sesle gülmeye başladı.
Nehlüdov, Katyuşa'nın eline dokunarak:
"Katyuşa!" dedi.
"Git yanımdan. Ben kürek mahkûmuyum, sense prenssin, burada işin yok," diye bağırdı Katyuşa. Öfkeden bir anda değişmiş, elini onun elinden çekmişti. "Beni kullanarak kendini kurtarmak istiyorsun," diye ruhunda yükselen her şeyi bir an önce söylemek için telaşla devam ediyordu Katyuşa. "Bu dünyada benden faydalandın, öbür dünyada da yine benim sayemde kendini kurtarmak istiyorsun! İğreniyorum senden, gözlüklerinden de, yağlı, pis suratından da. Defol, defol git!" diye bağırmaya başlamıştı birden hızla ayağa kalkıp.
Gardiyan yanlarına yaklaştı.
"Ne bağırıyorsun! Böyle olmaz..."
"Bırakın lütfen," dedi Nehlüdov.
"Kendine hâkim olsun o zaman," dedi gardiyan.
"Hayır, bekleyin lütfen," dedi Nehlüdov.
Gardiyan tekrar pencerenin yanına gitti.
Maslova bakışlarını indirip, küçük ellerini sımsıkı kenetleyerek tekrar yerine oturdu.
Nehlüdov ne yapacağını bilmeden tepesinde dikiliyordu.
"Bana inanmıyorsun," dedi.
"Benimle evlenmek istiyorsunuz ha! Asla böyle bir şey olmayacak. Kendimi asarım daha iyi! Bunu böylece bilin."
"Ben yine de sana yardımcı olacağım."
"Sizin bileceğiniz iş. Yalnız sizin hiçbir şeyiniz bana lazım değil. Doğru söylüyorum," dedi. "Ah niye o zaman ölmedim ki?" diye ekledi ve dokunaklı bir şekilde ağlamaya başladı.
Nehlüdov konuşamıyordu: Katyuşa'nın gözlerinden akan yaşlar ona da bulaşmıştı.
Katyuşa bakışlarını kaldırdı, şaşırmış gibi Nehlüdov'un yüzüne baktı ve başörtüsünün ucuyla yanaklarına akan gözyaşlarını sildi.
Gardiyan tekrar yanlarına gelip sürenin dolmak üzere olduğunu söyledi. Maslova ayağa kalktı.
"Şimdi sinirlisiniz. Gelebilirsem yarın tekrar geleceğim. Siz bir düşünün," dedi Nehlüdov.
Katyuşa hiçbir şey söylemedi ve Nehlüdov'un yüzüne hiç bakmaksızın gardiyanın peşinden dışarı çıktı.
Koğuşa geri döndüğünde Korableva, Maslova'ya:
"Hadi kızım yaşadın artık," dedi. "Anlaşılan sana sırılsıklam âşık, gelip gittikçe öyle aval aval bakınma. Faydası dokunur sana. Zengin insanların yapamayacağı şey yoktur."
"Öyledir," dedi hat bekçisi kadın ezgili sesiyle. "Yoksul evlenir gece kısa olur, oysa zengin aklından bir şey geçirir, bir dilek tutar, hepsi de olur. Bizim oralarda muhterem bir zat vardı şekerim, öyle bir şey yaptı ki..."
"Benim meseleyi söyledin mi?" diye sordu yaşlı kadın.
Ama Maslova arkadaşlarına yanıt vermiyor, yatağına uzanmış yatıyordu. Şehla gözlerini köşeye dikerek akşama kadar öyle yattı. Canını acıtan bir çalışma vardı içinde. Nehlüdov'un söylediği şey, onu acı çektiği ve anlamayıp nefret ederek çıkıp gittiği bir dünyaya çağırıyordu yeniden. İçinde yaşadığı o unutma halini artık yitirmişti, olanlar konusunda pırıl pırıl bir bellekle yaşamak ise son derece can yakıcıydı. Akşamleyin yine votka alıp arkadaşlarıyla birlikte içti.
XLIX
Nehlüdov suçunu ancak şimdi tam olarak anlamış bir halde hapishaneden çıkarken, "Evet, demek mesele buymuş," diye düşünüyordu. Eğer hatasını düzeltmeye, bedelini ödemeye kalkışmamış olsaydı bunun bir suç olduğunu da asla hissetmeyecekti; dahası, Katyuşa da kendisine yapılmış olan kötülüğü hiç fark etmeyecekti. Ancak şimdi bunların hepsi bütün korkunçluğuyla ortaya çıkmıştı. Şu anda tek gördüğü, bu kadının ruhu üzerinde yaptığı kötü etkiydi ve o da kendisine yapılmış olanları görmüş ve anlamıştı. Nehlüdov daha önce kendine ve hissettiği pişmanlığa duyduğu hayranlık duygusuyla oyun oynuyordu; şimdi ise düpedüz dehşete kapılmıştı. Artık onu bırakamazdı, bunu hissediyordu ama bununla birlikte aralarındaki ilişkiden ne sonuç çıkacağını da tasavvur edemiyordu.
Çıkış kapısında Nehlüdov'un yanına göğsü haçlarla ve madalyalarla dolu, sevimsiz, dalkavuk suratlı bir gardiyan yaklaşıp, eline gizlice bir not tutuşturdu.
"Size birinden not var..." dedi zarfı Nehlüdov'a verirken.
"Kimden?"
"Okuyunca anlarsınız. Siyasi tutuklu bir kadından. Onların bölümüne bakıyorum. Bu yüzden benden rica etti. Yasak olmasına rağmen insaniyet namına..." dedi gardiyan yapmacık bir biçimde.
Nehlüdov, siyasilere gardiyanlık yapan birinin hapishane gibi bir yerde, neredeyse herkesin gözü önünde bu şekilde not getirmesine şaşırmıştı; bu adamın hem gardiyan hem de ispiyon olduğunu o zamanlar henüz bilmiyordu ama notu alıp, hapishaneden çıkınca okudu. Notta işlek bir yazıyla şöyle yazıyordu:
"Suçlulardan biriyle ilgilenerek hapishaneye gelip gittiğinizi öğrenince sizinle görüşmek istedim. Benimle görüşme talebinde bulunun. İzin vereceklerdir. Size hem koruduğunuz kişi için hem de grubumuz için önemli şeyler söyleyeceğim.
Size minnettar
Vera Bogoduhovskaya"
Vera Bogoduhovskaya, Nehlüdov'un arkadaşlarıyla birlikte ayı avına gittiği ıssız Novgorod ilinde öğretmendi. Bu öğretmen kız, yüksekokula gitmek için kendisine para vermesi ricasıyla Nehlüdov'a başvurmuştu. Nehlüdov ona istediği parayı vermiş, sonra da onu unutmuştu. Şimdi bu hanımın siyasi suçlu olarak hapiste olduğu, Nehlüdov'un öyküsünü duyduğu ve yardım önereceği anlaşılıyordu. O zamanlar her şey ne kadar kolay, ne kadar basitti. Şimdi ise ne kadar zor ve karmaşık olmuştu. Nehlüdov o günleri ve Bogoduhovskaya'yla tanışmalarını heyecanla, sevinçle anımsadı. Yortudan önce, demiryolundan altmış verst kadar uzakta, ıssız bir yerdeydi. Bereketli bir avdı, iki ayı vurmuşlardı, kaldıkları evin sahibi, papaz yardımcısının kızının geldiğini, Prens Nehlüdov'la görüşmek istediğini söylemek üzere içeri girdiğinde artık gitmeye hazırlanarak yemek yiyorlardı.
"Güzel mi bari?" diye sormuştu biri.
"Tamam, kesin!" demişti Nehlüdov, sonra suratına ciddi bir ifade vermiş, masadan kalmış, ağzını silerken papaz yardımcısının kızının ne istediğini merak ederek ev sahibinin evine gitmişti.
Odada keçe şapkalı, gocuklu, kupkuru bir kız vardı. Kızın zayıf, çirkin yüzünde bir tek gözleri ve bu gözlerin üstünde yukarı doğru kalkmış kaşları güzeldi.
"Vera Yefremovna, işte prens, konuş kendisiyle. Ben çıkıyorum," demişti yaşlı ev sahibesi.
"Size nasıl yardımcı olabilirim?" demişti Nehlüdov.
"Ben... ben... Bakın siz zenginsiniz, ıvır zıvır şeylere, ava para saçıyorsunuz, biliyorum," diye söze başlamıştı kız utanarak. "Bense tek bir şey istiyorum: İnsanlara yararlı olmak. Ama hiçbir şey yapamıyorum, çünkü hiçbir şey bilmiyorum."
Bakışları dürüst ve iyiydi, yüzündeki kararlı, aynı zamanda da ürkek ifade öyle dokunaklıydı ki, Nehlüdov daha önceden de olduğu gibi, birden kendini onun yerine koyarak kızı anlamış, ona acımıştı.
"Yapabileceğim bir şey var mı?"
"Öğretmenim ben, yüksekokula gitmek istiyorum, ama gitmeme izin vermiyorlar. Yani izin vermiyorlar değil aslında, izin veriyorlar da para gerekli. Bana para verin, okulu bitirince size öderim. Zengin insanların ayıları vurmalarının, köylülere içki içirip sarhoş etmelerinin çok çirkin şeyler olduğunu düşünüyorum. Zenginler neden iyilik yapmasınlar? Bana gereken yalnızca seksen ruble para. Vermek istemezseniz de fark etmez benim için," demişti sinirli bir şekilde.
"Tam tersine, bana bu fırsatı verdiğiniz için ben size teşekkür ederim... Hemen getireyim," demişti Nehlüdov.
Sahanlığa çıkmış, burada onların konuşmasını dinleyen bir arkadaşıyla karşılaşmıştı. Arkadaşlarının takılmalarına aldırmadan cüzdanından para çıkarmış, götürüp kıza vermişti.
"Rica ederim, rica ederim, teşekküre değmez. Ben size teşekkür etmeliyim."
Bunları anımsamak şimdi Nehlüdov'un hoşuna gidiyordu; bu olaydan çirkin bir şaka konusu çıkarmak isteyen subayla kavga etmesine ramak kaldığını, başka bir arkadaşının kendisine arka çıktığını ve bunun sonucunda o arkadaşıyla daha da yakınlaştığını, avın çok bereketli ve neşeli geçtiğini, gece tren istasyonuna döndükleri sırada keyfinin çok yerinde olduğunu anımsamak da çok hoşuna gidiyordu. Kızaklar, bazen yükselen bazen alçalan, pide gibi iri iri kar parçalarıyla baştan aşağı kaplı çam ağaçları arasındaki daracık yolda kaz gibi salına salına, gürültü etmeden hafif bir tırısla gidiyordu. Birisi karanlıkta kızıl ateşini parlatarak hoş kokulu bir sigara içiyordu. Yardımcı Osip, dizlerine kadar karın içinde o kızaktan bu kızağa koşup duruyor, derin karlarda dolaşan ve kavak kabuklarını kemiren geyikleri, ılık soluklarıyla doldurdukları inlerinde yatan ayıları anlatıyordu.
Nehlüdov bütün bunları ve en çok da sağlığının, gücünün ve kaygısızlığının bilinciyle hissettiği mutluluğu anımsadı. Ciğerleri, kısa kürkünü gerdirerek soğuk havayı içine çekiyor, kızağın yayının değdiği dallardan yüzüne karlar dökülüyor, bedeni sıcak, yüzü soğuk, yüreğini sıkan ne bir tasa, ne bir sitem, ne bir korku ne de istek var. Ne kadar güzeldi! Ya şimdi? Tanrım, bütün bunlar ne kadar acı verici, ne zor şeylerdi!
Anlaşılan Vera Yefremovna devrimciydi ve devrimci işler yüzünden hapse girmişti. Özellikle de Maslova'nın durumunu nasıl kolaylaştırabileceği konusunda tavsiyelerde bulunmayı vaat ettiği için onu görmesi gerekiyordu.
L
Nehlüdov ertesi sabah uyandığında bir gün önce olanları anımsayarak korkuya kapıldı.
Ancak bu korkuya rağmen başladığı işi sürdürmek için öncekinden çok daha kararlıydı.
İşte bu görev bilinciyle evden çıkıp, hapishanede Maslova'dan başka, Maslova'nın kendisine sözünü ettiği yaşlı Menşova'yla ve oğluyla da görüşmek için izin almak amacıyla Maslennikov'a gitti. Ayrıca Maslova'ya yararı dokunabilecek olan Bogoduhovskaya'yla da görüşme talebinde bulunmak istiyordu.
Maslennikov'u eskiden, ta alaydan tanıyordu Nehlüdov. Maslennikov o zamanlar alayın veznedarıydı. Dünyada alaydan ve çar ailesinden başka hiçbir şey bilmeyen ve bilmek de istemeyen son derece iyi yürekli, çok görev sever bir subaydı. Nehlüdov şimdi onu alayın yerine ili ve il yönetimini koymuş bir yönetici olarak bulmuştu. Maslennikov, kendisini ordudan ayrılıp devlet memurluğuna geçmeye zorlayan zengin ve hareketli bir kadınla evlenmişti.
Bu kadın kocasıyla alay eder, onu ehlileştirilmiş bir hayvan gibi sevip okşardı. Nehlüdov geçen yıl kışın bir kez evlerine gitmişti, fakat karı koca hiç ilgisini çekmemiş, daha sonra bir kere bile semtlerine uğramamıştı.
Maslennikov, Nehlüdov'u görünce çok sevindi. Yine aynı yağlı ve kırmızı yüz, aynı şişmanlık, aynı askerlikteki gibi güzel bir elbise. Askerde her zaman tertemiz, omuzlarını ve göğsünü saran son moda bir üniforma veya ceket giyerdi; şimdi bunun yerini aynı şekilde şişman bedenini saran ve geniş göğsünü ileri çıkartan son moda sivil bir elbise almıştı. Sırtında resmi bir frak vardı. Aralarındaki yaş farkına rağmen (Maslennikov kırkına yakındı) birbirlerine "sen" diye hitap ediyorlardı.
"Geldiğin için teşekkür ederim. Karımın yanına gidelim. Toplantıdan önce tam on dakika boş zamanım var. Vali Bey gittiler. Vilayeti ben yönetiyorum," dedi gizleyemediği bir memnuniyetle.
"Sana bir iş için gelmiştim."
"Hayırdır?" dedi birden, sanki bir şeyden kuşkulanmış, korkmuş gibi biraz sert bir sesle Maslennikov.
"Hapishanede çok yakından ilgilendiğim bir şahıs var (hapishane sözü geçtiğinde Maslennikov'un yüzü daha da sertleşmişti). Genel görüşme salonunda değil, yazıhanede, hem yalnızca belli günlerde değil, daha sık görüşmek istiyorum. Bana söylediklerine göre bu iş sende bitiyormuş."
"Elbette, mon cher[22], emrine amadeyim," dedi Maslennikov, heybetli görünüşünü hafifletmek ister gibi, iki eliyle Nehlüdov'un dizlerine dokunarak. "Olabilir ama gördüğün gibi benim bir saatlik saltanatım var."
"Bu kadınla görüşebilmem için bana bir belge verebilir misin?"
"Kadın mıydı bu şahıs?"
"Evet."
"Neden yatıyor?"
"Bir zehirleme olayı. Ama hakkında yanlış hüküm verildi."
"Evet, al işte sana adil bir mahkeme, ils n'en font point d'autres,"[23] dedi nedense Fransızca olarak. Sonra ilerleme karşıtı, tutucu bir gazetede bir yıl boyunca farklı şekillerde okuduğu bir düşünceyi belirterek: "Benimle aynı fikirde değilsin biliyorum ama ne yapalım ki c'est mon opinion bien arrêtée,"[24] diye ekledi. "Biliyorum, liberalsin sen."
"Liberal miyim, başka bir şey miyim, bilmiyorum," dedi Nehlüdov gülümseyerek. Sırf bir insanı yargılarken ilkönce bu insanı dinlemek gerektiğini, mahkeme önünde bütün insanların eşit olduğunu, insanlara, özellikle de hakkında hüküm verilmemiş olanlara işkence etmemek, onları dövmemek gerektiğini söylediği için herkesin onu herhangi bir partiden saymasına ve liberal diye adlandırmasına oldu bitti şaşardı. "Liberal miyim, değil miyim, bilmiyorum. Bildiğim tek şey, ne kadar kötü olurlarsa olsunlar şimdiki mahkemelerin yine de öncekilerden daha iyi olduğudur."
"Kimi tuttun avukat olarak?"
"Fanarin'e gittim."
"Ah, Fanarin mi!" dedi Maslennikov suratını buruşturarak. Bu Fanarin denen adamın geçen yıl tanık olarak bulunduğu bir mahkemede kendisine sorular yönelttiğini ve kibarlıktan kırılarak yarım saat boyunca kendisiyle alay ettiğini anımsamıştı. "Bana sorsaydın onunla iş yapmanı tavsiye etmezdim. Fanarin, est un homme taré..."[25]
"Senden bir ricam daha var," dedi Nehlüdov, ona karşılık vermeksizin. "Çok eskiden tanıdığım bir öğretmen kız var. Zavallının biri. Şu anda hapiste bulunuyor ve benimle görüşmek istiyor. Onunla görüşmem için de bir izin belgesi verir misin?"
Maslennikov başını hafifçe yana eğip düşündü.
"Siyasi mi?"
"Evet, bana öyle dediler."
"Siyasilerin yalnız akrabalarına görüşme izni veriliyor ama ben sana genel bir izin belgesi vereyim. Je sais que vous n'abuserez pas...[26] Şu senin protégée'nin adı ne?.. Bogoduhovskaya mı? Elle est jolie?"[27]
"Hideuse."[28]
Maslennikov olmadı der gibi başını salladı, masaya gidip, başlıklı bir kâğıda işlek bir yazıyla şunları yazdı: "Mektup hamili Prens Dmitriy İvanoviç Nehlüdov'a hapishane yazıhanesinde, mahkûm Maslova ve aynı zamanda sağlık memuru Bogoduhovskaya ile görüşme izni verilmiştir." Bitirdi, geniş ve özensiz bir imza attı.
"Oradaki düzeni göreceksin. Hapishanede düzeni korumak çok zor, çünkü sürgüne gideceklerle ağzına kadar dolu; fakat ben yine de sıkı bir şekilde izliyorum ve bu işi seviyorum. Göreceksin oradakiler gayet iyiler ve hallerinden memnunlar. Yalnız onlara nasıl davranacağını bilmek gerek. Geçtiğimiz günlerde bir tatsızlık, daha doğrusu bir itaatsizlik olayı oldu. Başka birisi olsa bunu bir isyan sayar ve pek çok insanı mutsuz ederdi. Ama biz çok iyi davrandık. Bir yandan özen göstermek, öte yandan da sıkı bir şekilde yönetmek gerekiyor," dedi beyaz gömleğinin altın kol düğmeli dar manşetinin içinden ileri uzanmış olan firuze yüzüklü beyaz tombul yumruğunu sıkarak. "Özen ve sıkı yönetim."
"Bunu bilmem," dedi Nehlüdov, "iki kez gittim oraya, ikisinde de korkunçtu."
"Biliyor musun, senin Kontes Passek'le görüşmen gerek," diye devam etti Maslennikov. "Kontes, kendisini tümüyle bu işe verdi. Elle fait beaucoup de bien.[29] Belki de onun sayesinde her şeyi değiştirmeyi başardığımı açık açık söyleyebilirim. Hem öyle bir değiştirdim ki, eskiden var olan korkular artık kalmadı, oradakiler için çok iyi oldu. Sen de göreceksin. Fanarin'e gelince, onu şahsen tanımıyorum, ayrıca toplumsal konumum nedeniyle yollarımız kesişmiyor ama kötü bir adam olduğu gerçek, mahkemede öyle şeyler söylüyor ki..."
Nehlüdov kâğıdı aldıktan sonra:
"Pekâlâ, teşekkür ederim," dedi ve Maslennikov'un sözlerini sonuna kadar dinlemeksizin eski arkadaşıyla vedalaştı.
"Karıma uğramayacak mısın?"
"Hayır, kusura bakma zamanım yok."
"Nasıl olur, karım bana çok kızacak," dedi Maslennikov, eski arkadaşını merdivenin birinci sahanlığından uğurlarken. Birinci dereceden değil, ikinci dereceden önemli insanları buradan uğurlardı. Nehlüdov'u da onların arasında sayıyordu. "Lütfen, bir dakikalığına olsun uğra."
Ancak Nehlüdov kararından caymadı ve arabacıyla kapıcının koşarak yanına geldikleri, paltosunu ve bastonunu uzatarak, önünde bir polisin dikildiği kapıyı açtıkları sırada şimdi gelemeyeceğini söyledi.
"Peki, o zaman perşembe günü gel lütfen. O gün karımın kabul günüdür. Haber vereceğim kendisine!" diye bağırdı Maslennikov merdivenden.
LI
Aynı gün Maslennikov'un yanından doğruca hapishaneye giden Nehlüdov, müdürün artık bildiği evine yollandı. Yine aynı piyano sesleri duyuluyordu ama bu kez bir rapsodi değil, yine olağanüstü bir güçle, netlikle ve çabuklukla Clementi'nin etütleri çalınıyordu. Kapıyı açan gözü sargılı hizmetçi kadın, yüzbaşının evde olduğunu söyledi ve Nehlüdov'u küçük salona buyur etti. Burada bir divan, bir masa ve yünden örülmüş örtünün üzerinde pembe kâğıt abajurunun bir yanı yanmış büyük bir lamba vardı. Müdür yorgun ve sıkıntılı bir yüzle geldi. Üniformasının orta düğmesini iliklerken:
"Buyurun efendim, ne arzu etmiştiniz?" dedi.
"Vali yardımcısına gidip izin belgesi aldım," dedi Nehlüdov kâğıdı uzatarak. "Maslova'yı görmek istiyorum."
Müzik sesi yüzünden iyi duyamayan müdür:
"Markova'yı mı?" diye sordu.
"Maslova'yı."
"Ha evet, evet!"
Müdür ayağa kalkıp Clementi'nin etütlerinin geldiği kapıya doğru gitti.
"Marusya birazcık ara versen, hiçbir şey duyulmuyor," dedi. Sesinden, bu müziğin onun için bir sıkıntı kaynağı olduğu anlaşılıyordu.
Piyano sustu, sinirli ayak sesleri duyuldu ve birisi kapı aralığından bir göz attı.
Müdür, müziğin kesilmesiyle rahatlamışçasına kötü tütünden kalın bir sigara yaktı, Nehlüdov'a da ikram etti. Nehlüdov almadı.
"Maslova'yı görmek istiyordum."
"Maslova'yı şimdi görmeniz pek uygun olmaz," dedi müdür.
"Neden?"
"Ama bu sizin kabahatiniz," dedi müdür hafifçe gülümseyerek. "Prens, bu kadının eline para vermeyin. Para vermek istiyorsanız bana verin, verdiğiniz paranın tamamı ona ait olacaktır. Dün ona para vermişsiniz herhalde, o da votka almış. Bu kötülüğün kökünü asla kazıyamıyorsun. Bugün de körkütük sarhoş olmuş, çıldırmış gibiydi."
"Sahi mi?"
"Elbette, hatta sert önlemler almak zorunda kaldım, başka bir koğuşa gönderdim. Aslında sakin bir kadın ama lütfen para vermeyin eline. Bu insanlar böyledirler..."
Nehlüdov bir gün öncesini bütün canlılığıyla anımsadı ve yine korkuya kapıldı.
"Peki siyasi suçlu Bogoduhovskaya'yı görmem mümkün mü?" diye sordu bir süre sustuktan sonra.
"Tabii ki mümkün," dedi müdür. Bu sırada odaya giren ve gözlerini Nehlüdov'dan ayırmayacak şekilde başını çevirmiş babasına doğru yürüyen beş-altı yaşlarındaki kız çocuğa, "Sen ne istiyorsun? Önüne bak, düşeceksin," dedi müdür, ayağı halıya takılan ve babasına doğru koşan küçük kıza gülümseyerek.
"Eğer görüşmem mümkünse ben gideyim."
"Herhalde mümkündür," dedi müdür. Bu sırada hâlâ Nehlüdov'a bakmaya devam eden küçük kızı kucağına alıp ayağa kalktı ve onu bir kenara bıraktıktan sonra antreye doğru yürüdü.
Müdür daha gözü sarılı hizmetçinin tuttuğu paltoyu giyip kapıdan çıkmamıştı ki Clementi'nin canlı notaları yeniden duyuldu.
"Konservatuvardaydı ama orada işler yolunda gitmedi. Aslında çok yeteneklidir," dedi müdür merdivenden inerken. "Konserlere çıkmak istiyor."
Müdürle Nehlüdov hapishaneye doğru yürüdüler. Müdür yaklaştığında kapı hemen açıldı. Selama duran gardiyanlar onu gözleriyle uğurladılar. Girişte içi dolu fıçılar taşıyan, kafalarının yarısı tıraşlı dört adam çıktı karşılarına. Müdürü görünce adamların hepsi büzülüp küçüldüler. Hele biri eğilip iyice suratını astı. Adamın kara gözleri pırıl pırıl parlıyordu.
"Elbette yeteneği geliştirmek, yetkinleştirmek gerek, köreltmek olmaz ama bu küçücük dairede, inanır mısınız, çok zor oluyor," diye devam etti müdür konuşmasına. Tutukluların yüzüne bile bakmamıştı. Sonra yanında Nehlüdov'la, ayaklarını sürüye sürüye, yorgun adımlarla toplantı odasına doğru yürüdü.
"Kimi görmek istemiştiniz?" diye sordu müdür.
"Bogoduhovskaya'yı."
"Kulededir o. Beklemeniz gerekiyor," dedi Nehlüdov'a.
"Peki bu arada yangın çıkarmakla suçlanan ana oğul Menşov'larla görüşemez miyim?"
"Onlar yirmi birinci koğuştadır. Buraya çağırabiliriz kendilerini."
"Menşov'u yattığı koğuşta göremez miyim?"
"Toplantı salonunda daha rahat edersiniz."
"Öylesi bana daha ilginç geliyor."
"Tam da buldunuz ilginç olacak şeyi."
Bu sırada yan kapıdan giyim kuşamına düşkün müdür yardımcısı çıkmıştı.
"Prensi Menşov'un koğuşuna götürün. Yirmi birinci koğuş," dedi müdür, yardımcısına, "sonra da yazıhaneye getirin. Ben de görüşmek istediğiniz kişiyi çağırtayım bu arada. Adı ne demiştiniz?"
"Vera Bogoduhovskaya," dedi Nehlüdov.
Müdür yardımcısı bıyıkları boyalı, çevresine çiçek kolonyası kokuları saçan, sarışın genç bir subaydı. Hoş bir gülümsemeyle Nehlüdov'a dönerek:
"Buyurun, hapishanemizle mi ilgileniyorsunuz?" dedi.
"Evet, aynı zamanda bana söylediklerine göre hiç suçu yokken buraya düşmüş bu adamla da ilgileniyorum."
Müdür yardımcısı omuz silkti. Konuğun pis kokular içindeki geniş koridora geçmesi için saygılı bir şekilde yol verirken:
"Evet, oluyor böyle şeyler," dedi sakince. "Onların yalan söyledikleri de oluyor. Buyurun."
Koğuş kapıları açıktı. Koridorda birkaç tutuklu vardı. Gardiyanları başıyla belli belirsiz selamlayan, duvar diplerinden koğuşlarına giden ya da asker gibi ellerini iki yana yapıştırmış, gözleriyle hapishane yöneticisini izleyerek kapıların önünde duran tutuklulara yan yan bakan müdür yardımcısı, Nehlüdov'u bu koridordan geçirip demir kapısı kilitli soldaki başka bir koridora götürdü.
Bu koridor birincisinden daha dar, daha karanlıktı, daha da pis kokuyordu. İki yandan koridora asma kilitli kapılar açılıyordu. Kapıların üzerinde iki santimetre çapında göz delikleri vardı. Koridorda buruşuk, üzgün suratlı yaşlı bir gardiyandan başka kimse yoktu.
"Menşov hangisinde?" diye sordu müdür yardımcısı gardiyana.
"Soldan sekizinci."
Bạn đang đọc truyện trên: AzTruyen.Top