6. Hillin

3 yıl önce - Peri ormanı

Harley'den

Magnus elini omzuma koyup küçük bir gülümseme ekledi yüzüne. Çoğu ağaçların çürük olduğu, hiçbir hayvan ve kuş türünün bulunmadığı, Güneşin ışınlarının bile pek sık uğramadığı bir ormandaydık. Bu ormana insanlar bile yolları geçmedikce uğramıyor ve olabildiğince uzak durmaya çalışıyorlardı. Ben ise yanımda tanımadığım yaşlı bir adamla küçük ve hayatından bezmiş bir ağacın önünde dikiliyordum. Kaç saattir burada olduğumuzu bile unutmuştum.

"Harley, sen düşündüğünden daha güçlüsün. Kendine güven. Artık hayata yeni bir pencereden bakmanın vakti gelmedi mi? Mucizelere inan çünkü onlar gerçek. Derin bir nefes al ve elini tekrar ağaca koy."

Başımı olumsuz anlamda sallayarak "Ha-hayır. Belki de yüzüncü kez yapıyorum, olmuyor. Ben... ben yapamıyorum. O sadece bir tesadüftü onu ben yapmadım." dedim sesim titrerken.

Söylediklerimden sonra Magnus'un gülümsemesi tüm yüzüne yayıldı. Bu bilgelik ve aynı zamanda şefkat barındıran bir gülümsemeydi. "Senin sonuncu element ustası olduğunu biliyorum. Bundan emin olmasaydım, burada olmazdım. Elini ağaca koyup gözlerini kapat ve zihninde canlandır."

Şu an bulunduğum duruma bakılırsa belki de gerçekten yapabilirdim, bir defa yapmıştım. Yapmam gereken tek şey buna inanmaktı.

"Hiçbir şey düşünme. Sadece ağaca odaklan. Yapabileceğini biliyorum."

Derin bir nefes alıp serin havayı ciğerlerime doldurdum ve tereddütle elimi tekrardan ağaca koydum. Gözlerim yavaşça kapanırken tüm dikkatimi ağaca vermek için büyük bir gayret gösteriyordum. Aklımda oluşan tüm düşünceleri elimin tersiyle iterek zihnimde sadece ağacın canlanmasını hayal ettim. Etraftaki sesler benden uzaklaşırken duyduğum tek şey nefes alıp verişlerimdi. Parmak uçlarım karıncalanmaya başlıyor sanki yüzlerce solucan tüm vücudumda yavaşça sürünüyordu.

Kalbim bana 'Hadi ama Harley. Yapabilirsin!' diye bağırırken beynim böyle bir şeyin mümkün olamayacağını tekrar tekrar yüzüme çarpıyordu. Bir anda ellerim titremeye, üzerinde bulunduğum toprak zemin kaymaya başladı. Hızla gözlerimi açıp telaşla etrafa baktığım zaman aniden ağaç canlanmaya, yaprakları çıkmaya ve çiçeklenmeye başladı.

Gözlerim sonuna kadar açılırken vücudumda şaşkınlık ve mutluluk karışımı bir şey hissediyordum. Bunu ben yapmıştım! Bunu Harley Smith yapmıştı! Ağaç çok küçük olmasına rağmen şu an kendimi o kadar büyük bir iş yapmış gibi hissediyordum ki. Bastıramadığım sırıtışla Magnus'a dönüp beklenti dolu gözlerimi ona diktim.

Buna karşılık memnun bir ifadeyle gülümsemiş ve hayatım boyunca unutmayacağım cümleyi söylemişti. "Kendine güven. Herkesin sana güvenmesi için ilk önce senin kendine güvenmen lazım."

Jungkook'tan

Gözlerimi sımsıkı kapatmış bir an önce yere çakılıp ölmeyi beklerken şimdiye kadar yaşadığım tüm iyi-kötü anılar bir film şeridi gibi gözümün önünden geçiyordu. Ölümüm böyle acılı dolu mu olacaktı? Hayatım için türlü türlü planlar yaparken ölümün bana bu kadar yakın olduğu aklımın ucundan bile geçmezdi.

Aniden kalbimin sıkıştığını, vücuduma mızrakların saplandığını hissettim. Oysa ölümümü daha acı dolu beklemiştim. Bilincimin hâlâ yerinde olduğunu fark etmemle birbirine yapışmış göz kapaklarımı yavaşça araladım.

Neden hala ölmemiştim? Haraket ettiremediğim boynumu zorlukla çevirip aşağı bakınca yerden biraz yüksekte olduğumu fark ettim. Bakışlarımı vücuduma dikip hayretle bulunduğum duruma baktım. Gözlerim yerinden fırlayacakmış gibi açılırken zorlukla yutkunmaya çalıştım. Bir sürü dal kollarıma ve bacaklarıma dolanmış havada asılı kalmama neden olmuştu.

Kaşlarımı çatarak bulunduğum duruma mantıklı bir açıklama yapmaya çalışırken beynim fişi çıkarılmış bilgisayar gibi bunu reddediyordu. Hayatta kalmamın verdiği sevinçle ağzım kulaklarımda sırıtmaya başladım. Sanki beynimin içinde bir dünya oluşturmuş ve hissettiklerimi dışarıya yansıtamıyordum. Belki de içimden gülüyor, dışarıdan buz tutmuş ifadeyle duruyordum.

Gözümün önünde görüntünün aşağı kaydığını görmemle yere indiğimi fark ettim. Dallar birkaç saniye içinde yere yaklaşmış ve vücudumun yumuşak çimenle temas ettiğini hissetmiştim. Şu an hiçbir şey duyamıyordum. O kadar boş hissediyordum ki, sanki düşünme yetimi elimden almışlardı.

Gözlerimi kaldırıp karşıya, haraket eden cisimlere baktım. Görüntü buğulanıyor sadece birilerinin bana doğru koştuğunu algılayabiliyordum. Aniden bedenimi saran kollarla etraftaki sesler yükselmeye, görüntü netleşmeye başladı.

HoSeok telaşla "Tanrı'ya şükür. Bir an öleceğini sandık." dedi bana daha da sıkı sarılarak.

Jimin titrek sesiyle "Jungkook, Jungkook iyi misin? Bir yerine bir şey olmadı değil mi?" diye sordu gözleriyle üzerimi tararken.

"Çok korkuttun Jungkook!"

"Tanrı'ya şükür."

Yaşıyordum, kurtulmuştum. Sevinçle sıkıca üyelere sarıldım. Ağzımdan sadece "İ-iyiyim. Merak etmeyin." sözleri çıkabilmişti.

Hissetme duyum yoğunlaştığı zaman yüzümün acıdığını daha yeni fark ediyordum. Elimi yanağıma götürerek parmaklarımı ıslaklığın üzerinde gezdirdim. Geri çektiğim zaman parmaklarımda kırmızı sıvı vardı. Kan!

Yüzümü buruşturarak üyelere döndüm "Yüzüm çok mu kötü?"

HoSeok ellerini önünde sallayarak "Hayır, hayır. Küçük bir çizik. Herhalde düşerken olmuş." dedi.

Yoongi yerinden kalkıp Harley'ye doğru gitti ve tam karşısında durup sakin bir tonla, ciddi surat maskesini yüzüne yerleştirerek "Jungkook nasıl kurtuldu? O... garip dallar da neydi? Burası neresi?" diyerek beklenti dolu gözlerini Harley'ye dikti.

Harley ne söyleyeceğini bilemez halde boş bakışları Yoongi'nin yüzünde takılı kalırken sonunda bir şey söylemek için ağzını açmış ve anında yeniden kapatarak sessizliğini korumuştu. Gözlerini Yoongi'den çekip hepimize kısa bir bakış atarak "Umm. Bizimle gelin. Size her şeyi anlatacağım ama burada değil." dedi konuşmamıza izin vermeyip önden yürüyerek.

Hepimiz şaşkınlıkla önce Harley'ye sonra da birbirimize bakmış ama bir şey söylemek girişiminde bulunmamıştık, başka bir şansımız olmadığı için arkasından onu takip etmeye başladık. Öyle bir hali vardı ki, sanki sorumuzun cevabını kendisi de bilmiyordu.

Sessizce Harley'nin arkasından düşüncelere boğulmuş şekilde yürüyorduk. Hiçbirimiz buranın bizim dünyamız olmadığını söylemeye cesaret edemiyordu. Düşüncesi bile içimi ürpertmeye yeterken bunu dile getirmek hiç de akıllı fikir olmazdı. Kafamı kaldırıp etrafa baktığım zaman aslında çok güzel bir yerde olduğumuzu düşündüm.

Uzun, yeşil ağaçlar, rengarenk çiçekler, insanın içini huzurla dolduran kuş sesleri. Orman büyüleyici şekilde güzeldi ancak bakışlarımı daha uzaklara diktiğim zaman bu düşüncelerim anında kafamdan silindi. Karşıda her yer sisti ve Güneş, ışınlarını etrafa saçmaya devam etse bile karşıda insanın içini ürperten bir karanlık vardı.

Orman bitmişti ve karşımızda çürük ağaçları olan, bataklığa benzer bir yer vardı. Harley ve Flora da durarak bize döndüler. Kaşlarımı çatıp Harley'ye 'Oraya gitmeyeceğiz değil mi?' bakışları atarken tam da istemediğim ve kendime bile kabullendiremediğim şeyleri söyledi.

"Kısaca anlatayım. Şu an Kore'de değiliz yani aslında Yer geze-ge-ninde bile değiliz. Biliyorum sizin için anlaması çok zor ama bu, bir rüya değil. Güvenli yere çıkmamız için Hillin orm.. yani diğer bir ormandan daha geçmemiz gerekiyor." diyerek susmuş ve bakışlarını üzerimizden çekmeyerek tepkimizi ölçmeye çalışmıştı.

Hepimizin suratında donuk bir ifade vardı ve hâlâ söylediklerine inanmamakta ısrar ediyorduk. Zaten inanılası bir tarafı yoktu. Benim fikrimce bu, sadece şizofren birinin düşünceleri olabilirdi.

Jimin'den

Harley'nin söylediklerinden sonra gerçek anlamda ağzım açık kalmıştı. Şaşkınlıkla "Nasıl yani? Şimdi bu ormandan mı geçmeliyiz?" diyerek ortaya saçma bir soru attım.

Harley sadece başını salladı Flora ise onun aksine tedirgince "Bakın çok dikkatli ve her şeye hazırlıklı olun. Yani eğer ormandan sağ çıkmak istiyorsanız." dedi elini havada sallayarak.

Flora'nın söylediklerinden sonra Harley gözlerini kocaman açıp sinirli bakışlarını üzerine dikti. Benim ise sanki kafamdan soğuk su dökmüşlerdi. Bir titreşim tüm bedenime yayılırken Harley'nin söyledikleri korkumun daha da büyümesine neden oldu.

"Aha ha Flora. Sen ne diyorsun? Boşu boşuna çocukları korkutma. Zaten bir şey olsa.. yani hiçbir şey olmayacak. Ne olabilir ki?" diyerek bana bakıp gülümsemeye çalıştı.

Sanki ciğerlerime oksijen gitmiyordu. Nefesimi tutmuş muydum yoksa nefes alamıyor muydum? HoSeok'un bana seslenmesiyle irkilerek gerçek dünyaya döndüm.

"Jimin, Jimin? Ne oldu? Bembeyaz olmuşsun." dedi HoSeok eliyle alnıma dokunarak.

Harley gülümseyerek bana baktı. "Sen Flora'nın söylediklerine bakma. Şaka yapıyor, yeni gelenlere hep böyle şakalar yapar. Değil mi Flora?" dedi beklenti dolu gözlerini Flora'ya dikerek.

Flora kısa süre Harley'nin suratına anlamamış gözlerle baktıktan sonra aklına bir şey gelmiş gibi "Haa evet, evet. Ben hep şaka yaparım... böyle... şakalar yaparım." diyerek küçük bir kahkaha attı.

Jungkook ve Taehyung'un kıkırdamasıyla ben de biraz olsun rahatlamıştım. Konuşmamız burada bitmiş ve sisli ormana doğru yol almıştık. Yaklaşık yirmi dakikadır bu korkunç ormanda yürüyorduk. Uzun, ince ve üzerlerinde bir tane bile yaprak olmayan ağaçlar sanki ormanı daha korkunç göstermek için üretilmişlerdi. Geçtiğimiz yolun bazı yerleri oldukça kaygandı ve kayıp düşmemek için büyük bir gayret gösteriyorduk. Flora bu ormanın çok da büyük olmadığını ve kısa sürede buradan çıkacağımızı söylemişti. Etraf sis olduğu için birbirimizi görmekte bile zorlanıyorduk.

Ayaklarım bu kadar kısa sürede ağrımaya bile başlamıştı şu an kendimi o kadar bitkin hissediyordum ki. On saat dans provası yapmayı bile kabul ederdim yeter ki, bu ormandan gidelim. Düşüncelere dalıp sallana sallana yürürken kulağıma güzel bir melodinin dolmasıyla kafamı kaldırıp ses gelen yöne baktım.

Ses o kadar güzeldi ki, sanki büyülü bir melodiydi. Kendimi sarhoş hissederken ayaklarım beni sesin geldiği yöne doğru götürmeye başladı.

"Jimin..Jimin. Gel."

Soru zamanı:

Jimin'i çağıran kim?

Sizce 'Hillin ormanı'nda ne olmuş olabilir?

Bạn đang đọc truyện trên: AzTruyen.Top