4. Orman
Harley'den
Saat sekize gelirken evime dönmem gerektiğini bildiğim için arkadaşlarımdan ayrılıp yeniden dünyaya ayak basmıştım. Gittiğim yere geri döndüğüm için bir anda savaşçı köyünden yeniden mutfağıma ışınlanmıştım. Dünün aksine bu gün dışarıdan bir şeyler sipariş etmenin daha kolay olacağını düşündüm.
Koltuğun üzerinde bıraktığım telefonumu elime alarak Flora'yı arayacaktım ki, sekiz tane cevapsız arama olduğunu görmüştüm. Endişe duygusu tüm vücudumu ele geçirirken hızlıca arama tuşuna basarak telefonu kulağıma yaklaştırdım. Sabırsızca aramayı cevaplamasını beklerken birkaç çalıştan sonra cılız sesi kulaklarıma ulaşmıştı.
"Alo, Harley."
Her ne kadar telefonu açtığı için rahatlamış olsam da ses tonunu hiç beğenmemiştim. "Ağladın mı sen?" diye sordum hızlıca.
"Changsoo... bir kaza geçirmiş. Neyseki şimdi iyi. On dakikaya evde olurum." dedi cevap vermemi beklemeden telefonu kapatarak.
Salonda oturmuş Flora'nın gelmesini beklerken on dakikadan da kısa bir sürede kapının anahtarla açılma sesi evde yankılanmıştı. Yerimden fırlayarak koridora geldiğim zaman gözleri ve burnu kızarmış, asık suratlı bir Flora'yla karşılamıştım.
...
"Yeter ama bu kadar. Çocuk iyi işte." dedim elimdeki kupayı sephanın üzerine bırakarak.
Flora kollarının arasına aldığı yastığa biraz daha eziyet ettikten sonra bir kenara fırlatıp bana doğru döndü. "Sadece olayın etkisinden çıkamıyorum. Ya gerçekten bir şey-". Cümlesini tamamlamadan yeniden önüne dönmüş ve boş boş halıyı izlemeye başlamıştı.
Gözlerimi Flora'nın üzerinde gezdirirken kolyeyi boynunda görmemek kaşlarımın çatılmasına sebep olmuştu. Şimdiye kadar kaybettiği zamanlar dışında kolyesini boynundan çıkardığını hiç görmemiştim. Her ne kadar vereceği cevaptan korksam da gözlerimi kısarak uzun süredir sormadığım soruyu sordum. "Flora, kolyen nerde?" diye sordum imalı şekilde.
"Boynumda."
Umursamazca verdiği cevapla "Demek boynunda ha?" dedim dişlerimin arasından.
Anlamamış gözlerle yüzüme bakarken aniden kafasına dank eden şeyle hızla elini boynuna götürerek kolyesine dokunmak istedi ama karşılaştığı sadece bir boşluk olmuştu.
"Yok! Aman Tanrım! Biri mi çaldı? Yoksa sen yine mi düşürdün?" diyerek sonlara doğru sesimin yükselmesine engel olamadım.
Flora birkaç dakika kısık gözlerle suratıma bön bön baktıktan sonra aniden ellerini saçlarına götürerek hafifçe çekiştirmişti.
"Ne diyorsun?! Hayır, hayır! Ah aptal kafam. Yine kaybettim. Ben şimdi ne yapacağım?" diyerek Flora sesini yükseltmiş ve çocuk gibi zırlamaya başlamıştı.
Ben ise kızgın bakışlarımı üzerinden çekmiyor ve teselli etmek girişiminde bulunmuyordum. Kardeşimin her zamanki gibi rol yaparak kendini acındırmaya çalışmasına artık alışmıştım. Flora oldukça rahat bir kişiliğe sahipti ve ne yapıp edip onu kolyesiz bırakmayacağımı çok iyi biliyordu.
"Bu kaçıncı ha? Kamera kayıtlarından, bir yerden bul nerede düşürdüğünü! Yarın Eraudia'ye gidiyoruz. Sana yeni kolye yaptırıp bu işten sonsuza kadar kurtulmalıyım."
Eraudia'ye gideceğimizi duyunca Flora anında rol yapmayı kesmiş ve bana yavru köpek bakışlarını atarak sakince konuşmuştu. "Tamam."
Jimin'den
Güneşin göz delici ışıklarının yüzüme vurmasıyla yerimde rahatsızca kıpırdandım. En son perdeler kapalıydı bu ışık da nerden geliyor? Yüzümü diğer tarafa çevirerek uyumaya devam ettim. Açıkta kalmış bacağımda sanki bir şey haraket ediyor ve uykumun iyice açılmasına neden oluyordu. Açılan uykumla hissetme duyum netleşmiş ve bacağımda bir şeyin gezdiği kanısına varmıştım. İçimden bunun sadece bir sinek olduğunu geçirdim.
Hâlâ bir türlü kurtulamadığım uykulu halimle zar zor göz kapaklarımı aralayıp baygın bakışlarımı bacağıma indirdim. Sadece bir arıymış. Gözlerim kapalı halde elimi hafifçe bacağımın üstünde sallamamla küçük şeyin yok olduğunu ve arı vızıltısının benden uzaklaştığını hissettim.
Yeniden beni kendine çeken uykuya gayri ihtiyari teslim olarak yatağıma yatıp yastığıma sarıldım. Yastığım? Yastığım nerede? Bu evde neler oluyor? Hava kararmaya doğru gitmek yerine daha çok aydınlanmışa benziyordu. Acaba alarmım çalmamış ve ertesi güne kadar uyumuş muydum? Gözlerimi yavaşça açıp gülümsedim, evdeki hava ne kadar da temiz ve ferahdı.
Diğer tarafa çevrilerek elimi otların üzerinde gezdirmiş ve görüş alanıma giren bu garip manzarayla kaşlarımı çatmıştım. Otlar? Elimi aniden huzursuzlukla sıkışıp hızlanan kalbimin üzerine götürdüm. İrkilerek hızla yerimden kalktığım an haraket edemeyecek hale gelmiştim. Gözlerimdeki ifade donmuş, bedenim kaskatı kesilip heykel gibi durmama neden olmuştu. Etrafımda yüksek binalar gibi duran kocaman ağaçlar ve kokuları etrafa yayılan çiçekler vardı.
Bir an bunun sadece güzel bir rüya olduğunu düşündüm. Sakin ol Jimin. Sadece lüsid rüya görüyorsun, hepsi bu. Yüzümü memnuniyetsiz bir şekilde buruşturarak her ne kadar istemesem de elimi koluma götürmüş ve hafifçe çimdiklemiştim. Koluma yayılan acı hissiyle gördüklerimin gerçek olabileceği hissine de kapılmıştım. Korkuyla gözlerimi kapatıp kendi kendime "Ben rüyadayım. Ben rüyadayım." diye söylenmeye başladım.
Yan taraftan Yoongi'nin sesini duymamla üyelerin varlığı şimdi aklıma gelmişti. Gözlerimi açıp ona baktığım zaman yerinde kıpırdanarak yarı uykulu halde bir şeyler mırıldanıyordu. Muhtemelen bunlar savurduğu küfürlerden birkaçıydı. Zıplayarak yerimden kalkmış ve şaşkın gözlerle etrafı incelemeye başlamıştım.
Etrafıma iyice baktığım zaman üyelerin her şeyden bir haber masum bir şekilde uyuduğunu gördüm. Çıplak ayaklarımla çimlerin üzerinde yürüyerek yanlarına doğru gittim. Namjoon, Taehyung, HoSeok, Yoongi, Jin. Peki ya Jungkook? O nerde?
Kendimi tutamayarak yüksek sesle "Jungkook, Jungkook nerdesin?" diye bağırdım.
Birkaç bağırmamdan sonra ara vermemle duyulmayacak tonda uzaktan gelen Jungkook'un sesi kulaklarıma yetişdi. Ne söylediğini anlamasam da Jungkook'un sesini iyi tanıyordum.
"Hayır, beş dakika daha lütfen."
Etrafıma bakınarak Jungkook'u bulmaya çalıştım ama hiçbir yerde gözükmüyordu. Gözlerimi kısarak bakışlarımı daha yukarılara doğru kaldırdığım zaman ağacın dalından bacağı sarkan Jungkook gözüme takıldı. Bu çocuk neden ağaçta uyuyor? Anlamıyorum biz yerdeyiz o niye ağaçta?
"Jungkook, senin orada ne işin var?" diye bağırdım elimle ağzımı kapatarak.
Yoongi sonunda küfürlerini duyulacak hale getirerek yerinden kalktı. "İki saattir bağırıyorsun. Uyuma-" etrafa bakınca ağzı sonuna kadar açılmış ve cümlesi yarım kalmıştı.
"Aman Tanrım! Burası neresi?"
Ben de dahil olmakla hepimiz anlamamış gözlerle bir etrafa bir de birbirimize bakıyorduk.
"Bu nasıl bir şaka?" dedi Taehyung hayretle.
"O-orman. Bu rüya mı?" diyerek hızla HoSeok yerinden kalktı.
"Ben bu ağaçtan nasıl ineceğim?" diye avazının çıktığı kadar bağıran Jungkook'la hepimiz kafamızı ona çevirmiştik.
Namjoon şaşkınlıkla "Vay canına! Bu çok yüksek. Jungkook oradan nasıl inmeyi planlıyorsun?" diyerek hepimizin aklında soru işareti kalmasına neden oldu.
Aman Tanrım! Biz nereye düştük? Yoksa biz öldük mü? Peki burası neresi? Cennet mi?
Soru zamanı:
Bts nerde?
Jungkook o ağaçtan nasıl inecek?
Lüsid rüya: Rüya gören kişi, rüya gördüğünün bilincinde olup bir ölçüde rüyasını kontrol etmesine lüsid rüya denir.
Bạn đang đọc truyện trên: AzTruyen.Top