15. Balo Günü

Jin'den

Salondaki koltukta boş boş otururken evde sadece yedimizin olması bana eski günlerimizi hatırlatıyordu. Eğer kendi evimizde olsaydık muhtemelen boş vakit bulduğumuz için Taehyung yeni kıyafetler deniyor, Jungkook bilgisayarında bir şeylerle uğraşıyor, Yoongi uyuyor, ben ve HoSeok oyun oynuyor, Namjoon ise televizyonun karşısına kurulmuş olurdu. Sevdiğim ve aynı zamanda oldukça yorucu bulduğum hayatımı şimdiden deli gibi özlemeye başlamıştım.

Yaklaşık yirmi dakika önce Harley ve Flora terziye uğramaları gerektiğini söyleyip evden ayrılmıştılar. Hepimiz suratımızda garip bir ifade Jimin'i izlerken salonun ortasında elini çenesine koyarak durmadan volta atıyordu. Pembe saçlarını parmaklarının arasına alıp yüzüncü kez çekiştirdikten sonra yeniden bize döndü. Ben ise ne söyleyeceğini tahmin ettiğim için gözlerimi devirerek bakışlarımı başka yöne çevirdim.

"Ben gerçekten anlamıyorum. Eğer bir kızı varsa neden bunu saklıyor?" diye sordu kaşlarını kaldırarak.

Aynı soruyu kaçıncı soruşuydu onu bile unutmuştum. Jimin bize gördüğü tüm garip rüyaları Harley ve Flora evden ayrıldıktan hemen sonra anlatmış ve bizi bozguna uğratmıştı.

"Açıkçası bu kadar şizofren olabileceğini düşünmemiştim." dedi Namjoon düşündüklerini dışarıdan söyleyerek. Sesli düşündüğünü fark edince yüzünde mahçup bir gülümsemeyle Jimin'e bakmıştı. Jimin ise Namjoon'un söylediklerinin farkına varamayacak kadar düşünceliydi.

"Sadece bir rüya. Belki de gerçekle hiçbir bağlantısı yoktur. Ha ne dersin?" dedim beklenti dolu gözlerle Jimin'e bakarak.

Jimin bıkkınlıkla nefesini dışarı verdikten sonra kafasını yukarı kaldırarak bir süre tavanı izledi ardından bakışlarını yeniden bizimle buluşturarak söze başladı. "Bakın. Rüya konusunu unutun sadece gerçek olabileceğini düşünerek tahminler yürütün." dedi bezgin sesiyle.

"Hay hay." diyerek Jungkook ilk teorisini ortaya attı. "Kızı olması normal bir şey ve ek olarak bunu bize söylemek zorunda da değil. Eğer kızı ortalarda gözükmüyorsa demek ki, kendi dünyamızda yaşıyor ve seçilmiş bir kişi olmadığı için de Eraudia'ye gelmesi mümkün değil. Harley neden onu hiç ziyaret etmiyor ve saçı neden beyaz onu bilmiyorum."

Jungkook'un söylediklerinin bir kısmı mantıklı gelmiş olacak ki, Jimin elini çenesine götürerek bir süre düşünceli bir şekilde etrafta dolandı. Böyle devam ederse Jimin'in düşünce okyanusunda boğulacağını düşünerek ben de bir şeyler söylemek kararı aldım.

"Ya da böyle düşün. Harley evlendi ve bir kızı oldu. Sonradan da boşandıkları için kız babasında kalıyor."

Söylediğim mantıklı olacak ki, herkesten onaylar mırıltılar yükselmeye başlamıştı. Jimin de rahatlamış bir şekilde yanımıza, L şeklindeki koltuğa oturarak sırtını iyice geriye yasladı. Anlaşılan ürettiğim hayali baba teorisi hoşuna gitmişti. Meselenin kapandığını düşünürken aniden Taehyung koltukta öne gelerek sırtını dikleştirdi ardından ise yüzüne şüphecil bir bakış yerleştirerek söze başladı.

"Neden bu kadar basit şeyler düşünüyorsunuz ki? Şimdi de benim teorimi dinleyin." Hepimiz öne doğru eğilerek merakla Taehyung'un ne söyleyeceğini beklerken dudaklarını ıslatarak kaldığı yerden konuşmaya devam etti.

"Nasıl bir dünyada olduğumuzu unutuyorsunuz. Harley belki de buradan biriyle evlenmiştir. Kendin söyledin çocuk beyaz saçlı diye. Filmlerden gördüğümüz kadar biliyoruz ki, elflerin bazıları beyaz saçlı olurlar. Belki de Harley bir elfle evlenmiş ve çocukları olmuştur ama ortada bir çocuk olmadığına göre demek ki, ilişkileri evlilik dışında ilerlemiş, sonra da babası çocuğu kendisiyle götürmüş. Bilemiyorum, belki de babası yüksek bir statüye sahip olduğu için çocuğu zorla almışlar."

Hepimiz ağzımız açık şaşkın bakışlarla Taehyung'u izlerken o, yeniden eski pozisyonunu alarak iyice koltuğa yayılmıştı. Söyledikleri hepimizin kulağına mantıklı gelirken Jimin'in suratı anında düşmüş ve dudaklarını büzmüştü. Hafifçe sırtını pat patlayınca "Kim bilir o elfi ne kadar sevmiştir. Ne kadar yakışıklı olduğunu düşünemiyorum bile." demişti kafasını ellerinin arasına alarak. En yakın bana oturduğu için sadece ben duymuştum bu söylediğini.

Hafifçe öne doğru eğilerek "Jimin ne oluyor? Yoksa?" diyerek gerisini sessizce düşününce gözlerim kocaman açılmıştı. Benim fal taşı gibi açılmış gözlerle ona baktığımı görünce ne düşündüğümü anlamış olacak ki, o da bana eşlik ederek gözlerini sonuna kadar açmıştı. Ne yapacağını bilemez halde gergince yerinde kıpırdanarak "Ne? Ne demek istiyorsun?" dedi elini, ayağını nereye koyacağını şaşırmış halde.

Kaşlarımı hafif çatıp baştan aşağıya onu süzdükten sonra "Hiç." dedim imalı şekilde. "Hiçbir şey söylemek istemiyorum."

...

Yaklaşık bir saat sonra koridordan gelen anahtar sesiyle geldiklerini anlamıştık. Jungkook ve Tae ikinci kattaki koridorda dans provası yaparken HoSeok ve Yoongi mutfakta kahve içiyordu. Ben, Jimin ve Namjoon salonda oturmuş hâlâ bu çocuk meselesi hakkında kafa patlatırken birkaç dakika sonra salona kafası eğik halde telefonuyla ilgilenen Flora ve arkasından ellerindeki iki büyük kutudan dolayı önünü göremez halde yürüyen Harley girmişti. Kutuları odanın bir köşesine koyduktan sonra elini belini koyarak Flora'yı azarlamaya başlamıştı bile.

"Yardım etmeyeceksen neden benimle o kadar yolu geldin?"

Flora telefonu kendinden uzaklaştırıp ön kameradan kendi fotoğrafını çektikten sonra söze başladı. "Oraya gelinliğin istediğim gibi olduğunu görmek için gitmiştim. Ki zaten istediğim gibi olmamış, bu terzi beni çok uğraştırdı. Yani başından beri yardım etmeyi düşünmüyordum. Hem zaten kısa bir yolu ayakla geldik, boşuna mızmızlanıyorsun."

Harley burnundan soluyarak kendini koltuğa bırakmıştı. Ben ise kısık gözlerle kutulara bakarken içlerinde olan şeyin gelinlik olduğu kanısına varmıştım. Jimin'in gerginlikten parmaklarını kemirdiğini görünce kulağına doğru eğilerek "Sorun ne?" dedim fısıltıyla.

"Galiba o yakışıklı elfle evlenecek." dedi isyan edercesine.

Başımı esefle salladıktan sonra "Harley kutulardaki gelinlik mi?" diye sordum merakla.

Harley ağzını açmaya vakit bile bulmadan Flora öne atılarak "Evet. Evleniyoruz." dedi tatlı bir kahkaha patlatarak.

Harley gözlerini devirerek "Akşam balo var. Onun için." dedi sakince.

Söylediklerinden sonra Jimin derinden bir nefes alarak kendini rahatça koltuğa yaymıştı. Odadaki herkes bu haraketine anlamaz gözlerle bakarken bakışlarımızı fark etmiş olacak ki, hemen oturuşunu düzelterek "Harley, hadi kutuları taşımaya yardım edeyim." dedi kutulardan birini alıp roket gibi odadan koşarak çıkarken.

Harley'den

Jimin'in odadan koşarak çıkmasına bir anlam veremesem de diğer kutuyu da ben elime alarak merdivenlere yöneldim. Çıktığım zaman elinde kutuyla düşünceli bir şekilde duvara yaslanarak durduğunu gördüm. Bu hali kaşlarımın havalanmasına ve dudaklarımın 'O' şeklini almasına sebep olmuştu. Yerimden kıpırdanmadan durarak bir dakika kadar ben Jimini, Jimin de boş duvarı seyretti. Elimdeki kutuyu Flora'nın odasına bıraktıktan sonra Jimin'in karşısına gelerek boğazımı temizledim. Gözlerini boşluktan alıp bana çevirdiği zaman karşısında durduğumu görünce hafifçe irkilmişti.

"Ah... Harley. Kutuyu... odana götüreyim mi?"

Bir şey söylemek yerine samimi bir şekilde gülümseyerek kafamı sallayıp odamın kapısını açtım. İlk başta odamla bakışsa da sonradan içeri girmek aklına gelmişti. Kutuyu duvar kenarından yere bıraktıktan sonra birkaç adımda yeniden odadan çıktı.

"Balo neyin şerefine düzenleniyor?" diye sordu merakla.

"Bugün... orkları yendiğimiz ve savaşı kazandığımız gün. Savaşın her yıl dönümünde balo düzenlenmesine karar verilmiş." dedim sesimin hüzünlü çıkmasına engel olamayarak.

O kanlı savaşı kazanmamızın üçüncü yıl dönümüydü. Her yıl bugün gelince yaşadığım her saniye tekrar tekrar gözümün önünde canlanıyor ve kabuk tutmuş yaralarım yeniden kana bulaşıyordu. Bazen ne kadar bencil olduğumu düşünmeden edemiyordum. Zaman öyle bir şeydi ki, insan istemese bile her şeye ilaç olmayı başarıyordu. Ben nasıl hiçbir şey olmamış gibi hayata devam ediyordum ki?

Anna'yı elimden almışlarken benim yüzümden canından vazgeçmiş biri varken ben sahiden gülümseyecek durumda mıydım? O savaşta yüzlerce insan hayata veda etmiş, birçok insan oğlunu kaybetmiş, birçok çocuk babasız kalmıştı. Yüzlerce insan hayatını ona değerli olan kişiler için feda ederken bazılarının geride bırakacak hiç kimsesi bile yoktu. Hayat çok zordu. Daha doğrusu hayatı bu kadar zor kılan yine bizlerdik.

"Onun için mi bugünkü eğitimimiz iptal oldu?" diye sordu Jimin şaşkınlıkla. Düşüncelere dalmışken Jimin'in sorusuyla irkilerek kendime gelmiştim. İlk birkaç saniye söylediklerini anlayamasam da sonradan kafama dank etmişti.

"Ah evet. Sebebini söylemeyi unutmuşum galiba. Hem dünkü gibi bugün de güçlerinizi ortaya çıkarmak için denemeler yapabilirsiniz. Bayram gibi düşün herkes tatilde." dedim gülümsemeye çalışarak.

Bu haraketim karşısında Jimin elini ensesine götürerek kaşımış ve tatlı bir şekilde gülümsemişti.

"Harley, eğer o baloya katılıyorsan sen de statüsü yüksek birisin demektir. Öyle değil mi?"

"Öyle de denilebilir." diyerek hafif dudağımı büzdüm. "Özel savaşçı olduğum ve savaşta büyük bir katkı sağladığım için şövalye ünvanına layık görüldüm."

"O zaman ben aşağıya iniyorum." diyerek Jimin yanımdan ayrılınca merdivenlerin başına gelerek "Flora hadi gel, hazırlan. Akşama anca yetişiriz." diye bağırmayı ihmal etmedim.

Yaklaşık beş saat sonra giyinmeyi, saçımızı ve makyajımızı yapmayı bitirmiştik. Çok büyük zorluklarla paniyeri Flora'nın yardımıyla üzerime geçirmiş ve üzerimde o garip etekli korseyle Flora'nın da paniyeri giymesine yardımcı olmuştum. Böyle durumlarda keşke bir arkadaşımız daha olsaydı diye yakınmadan da duramıyordum. Sonunda işimiz bitince kendimi bir orduyu yalnız yenmişim gibi gururlu hissediyordum. Bu, kazandığımız savaşın şerefine düzenlenen dördüncü baloydu. Yıllar geçtikçe yaralarım daha az acıtsa bile kendimi hâlâ ilk günkü gibi suçlu hissediyordum.

Flora yüzüncü kez sildiği rujunu tazeledikten sonra etrafında dönerek tatlıca gülümsemişti. Elbisesinin bordo renkte ve dekolteli olmasını özellikle istemişti. Şık ve asil görünümlü elbisenin etek kısımlarından beline kadar kumaşın üzerine işlenmiş ince ve zarif görünüme sahip çiçek desenleri vardı. Güpürle süslenen dekolte kısmı ise elbiseye ayrı bir hava katıyordu. Ben rahat bir şeyler istediğim için Flora saçımı sıkı bir topuz yapmış, birkaç tutamı da serbest bırakmıştı. Kendi saçlarınıysa büyük dalgalar yaparak bir tutamını arkada birleştirmişti.

Flora'nın deyişiyle gelinliğime gelince ise omuzlarımın ve sırtımın bir kısmını ön plana çıkararak oldukça zarif bir görünüm yaratan omzu düşük elbise modeli tercih etmiştim. Belden aşağı kabarıklaşan, yeşil renginin hakim olduğu elbisemin kol kısımları küçük değerli taşlarla süslenmişti. Belki tam olarak bu çağın kadınları gibi görünmüyorduk ama en azından denemiştik.

"Bu, ikinci katılışım. Kendimi muhteşem hissediyorum." dedi Flora yüzünden silemediği tebessümle.

Flora savaşa katılmadığı ve dövüşmeyi diğer savaşçılar gibi iyi bilmediği için ne özel savaşçıydı ne de şövalye ünvanına layık görülmüştü. Lakin her zaman tatlı gülücüğü yüzünden eksik olmayan kardeşim üstün bir flört yeteneğine sahipti ve karşındaki kişiyi tavlamak onun için çocuk oyuncağı gibi bir şeydi. İki yıl önce Hnarram düküyle tesadüfi bir şekilde üç gün vakit geçirmiş ve savaşçı köyüne karşı tuzak kurdukları bilgisine ulaşmıştı. Bu önemli bilgiyi krala sunduktan sonra Flora resmi olarak devlet casusuydu. İşte o günden sonra artık tüm önemli davetlere katılıyordu.

Kapının tıklatıldığını duyunca giydiğim topuklular yüzünden ağır adımlarla kapıya yönelerek kulpu aşağı indirmiştim. Kapıyı açar açmaz Jungkook "Kapıda biri Flora'yı bekliyor ve Barro-Barroelay dükünün oğlu olduğunu iddia ediyor." dedi yüzünde garip bir ifadeyle. Gülümseyip hafifçe kafamı sallayınca Jungkook daha fazla kapının önünde durmayarak aşağı inmişti.

Barroelay dükünün ismini duyunca Flora ışık hızıyla yanıma gelerek "Ah beni almaya geldi. Ben gideyim o zaman." dedi kapıdan çıkabilmek için sabırsız bakışlarıyla çekilmemi beklerken.

Ben ise çekilmek yerine yayına yaklaşarak elimi omzuna koydum. "Flora, benim ve Lorenzo'nun sana öğrettiklerini unutma. Eğer Luigi yanlış bir şey yapmaya kalkışırsa n-"

"Tamam, tamam abla ama Luigi öyle biri değil hatırlatayım."

Söylediklerine gözlerimi devirerek "Tabii." dedim imalı bakışlarla. "Zaten Evan, Ellery hatta Arthur bile öyle biri değildi."

Dudaklarını büzerek bana bakınca kenara çekilerek gitmesini izlemiştim. Elbisenin kenarlarından tutup koşmaya çalışırken "Bir şey olursa öldürsem sorun olmaz değil mi?" diye bağırmıştı kahkahalarının arasından.

Aynı şekilde ben de gülerek "Merak etme. Bir yerlere gömeriz." diye karşılık vermiştim.

Daha fazla odada beklemeyerek ağır adımlarla merdivenlere yönelmiştim. Gerçekten bu elbiseyle yürümek bile oldukça zordu ve buralı kadınların böyle elbiseleri nasıl taşıdıklarına bir anlam veremiyordum. Merdivenleri zorlukla inerken bir yandan da Stefan'a saydırmayı ihmal etmiyordum. Geç kalmak istediğim son şey bile değildi. Zaten başkente gitmek yeterince vaktimizi alacaktı. Nerede kalmıştı bu adam? Koridorda durup durmadan mızmızlanınca çocuklar salondan çıkarak yanıma gelmiştiler. Hepsinin yüzünde olan hayran bakışlar utanmamı sağlamak için yeterli bir sebepti.

"Çok güzel görünüyorsun." dedi Jungkook düşüncelerini dile getirmekten çekinmeyerek.

"Muhteşem! Sana iyi eğlenceler." diyerek HoSeok her zamanki tatlı gülümsemesini gözler önüne sermişti.

Koridorda yankılanan zil sesiyle sonunda Stefan'ın geldiğini anlamıştım. Benim kapıya varmamın saatler süreceğini kaplumbağa adımlarımdan anlayan Jimin önden yürüyerek kapıyı açmıştı. Kapıda bir adet ışık saçan Stefan'ı görünce gülümsemeden edememiştim. Simsiyah pantolonunun üzerine kar beyazı bol bir gömlek giymişti. Giydiği pahalı kumaştan yapılan ceketin bordo renkte olması ise yüksek ünvana sahip savaşçılar ve şövalye ünvanına layık görülen kişilerin seçilmesi içindi. Omzuna gelen her zaman açık bıraktığı sarı saçlarını toplaması ise gözümden kaçmamıştı. Stefan da beni görünce ıslık çalarak içeriye geçti.

"Harley bu ne güzellik." dedi yanıma gelip koluna girmem için sağ kolunu kırıp yaklaştırarak.

"Harika görünüyorsun." diyerek koluna girdim.

Çıkmadan önce çocuklara dönerek "Üç, dört saate evde oluruz. Kim olursa olsun kapıyı hiç kimseye açmayın. Merak etmeyin buralar öyle korkulacak yerler değil ama ne olur ne olmaz yine de Lorenzo gelecek. Hem onu tanıyorsunuz az da olsa. İyi anlaşırsınız." dedim bir anne edasıyla.

Gerçekten şu an kendimi çocuklarını tembihleyen bir anneden farksız hissetmiştim ve bu his garibime gitse bile tuhaf bir şekilde hoşuma da gitmişti. Kapıdan çıkınca Jimin arkamızdan ışık hızıyla kilitlemişti. Üzerimdeki elbiseden dolayı Stefan zorla haraket ettiğimi görünce arabaya binmeme yardımcı olmuş kendisi de ardımdan binmişti. Başkentte yerleşen Arltington sarayına varmamız neredeyse kırk dakikamızı alacaktı.

Kırk dakikalık yol boyunca ettiğimiz samimi sohbetle zamanın nasıl geçtiğini anlamamıştım bile. Araba görkemli sarayın önünde durunca arabacı hızlı davranarak kapımızı açmış ve hemen ardından Stefan inerek benim de inmeme yardımcı olmuştu. Uzun ve geniş koridor boyunca uzanan kırmızı halı ve duvarlardaki değerli taşlarla süslenmiş şamdanlar insanın gözünü kamaştırıyordu. İçeri girdikten sonra misafirleri karşılayanlardan biri olan Kevin'le karşılaşmıştık.

"Hoş geldiniz Lord Stefan. Hoş geldiniz Leydi Harley. Buyurun size balo salonuna kadar eşlik edeyim."

"Teşekkür ederiz Kevin." dedi Stefan nazikçe gülümseyerek.

Balo salonunun önüne geldiğimiz zaman Stefan'ın koluna girerek yüzüme küçük bir gülümseme yerleştirdim. İçeri geçtiğimiz zaman etrafta hafif parfüm kokusu vardı. Bazıları bir köşede durup etrafı seyrederek içkisini yudumlarken bazıları koyu sohbete dalmışlardı. Yavaş adımlarla arkadaşlarımızın yanına ilerlerken uzaktan Amanda'ya göz kırpmayı ihmal etmemiştim. Yanlarına yaklaştığımız zaman "Merhaba. Kendinizi nasıl hissediyorsunuz?" dedim gülümsemeye çalışarak.

"Harley, muhteşem görünüyorsun." dedi Adney elini saçlarının arasına daldırarak.

"Teşekkürler, hepimiz harika görünüyoruz."

Gözlerim Flora'yı ararken salonun sol köşesinde Luigi'nin koluna girmiş şekilde duruyordu. Uzaktan o da beni görünce el sallamış ve yanlarında duran herkesin bakışlarının bana doğru dönmesine sebep olmuştu. Buna karşılık hafifçe gülümseyerek yeniden önüme dönmüştüm. Birkaç dakika sessiz durup etrafı seyrederken Stefan yanıma yaklaşıp elindeki içkilerden birini bana vermişti. Şaşkınlıkla elindeki kadehi alırken yanımdan ne zaman ayrılmıştı ve ne zaman geri dönmüştü hiçbir fikrim yoktu. Gözlerim içki dolu kadehe dalmışken Stefan oflayarak koluma dokundu. "Harley yine bu dünyadan ayrıldı. Geçen yılki balo gününde olduğu gibi."

Söyledikleri kulağıma ulaştığı zaman "Hı?" diye bir ses çıkardım. "Bir şey mi söyledin?"

Stefan bezgin surat ifadesiyle kafasını iki yana salladığı zaman bir şeyler söylediğini ama benim daldığım için duymadığımı anlamıştım. "Balonun açık ilan edilmesine daha var. Ben biraz hava alayım." diyerek elimdeki kadehi yeniden Stefan'a verip balkona doğru ilerledim yavaş adımlarla.

Attığım her adımda etraf daha da bulanıklaşıyordu. Önümde birileri haraket etse de tam olarak göremiyordum. Kendimi balkona attığım zaman serin havayı ciğerlerime doldurdum. Hızlı hızlı nefes alarak kendimi sakinleştirmeye çalışırken geçmişin kanlı sahneleri gözümün önünde canlanmaya başlamıştı. Çığlık sesleri kafamın içini doldururken ellerimi kulaklarıma götürerek bastırdım. Duymak istemiyordum. O acı çığlıkları ve haykırışları duymak istemiyordum. Her defasında, yılda bir kez savaş günü düzenlenen bu baloda geçmişi anmadan geri dönemiyordum. Ellerimi kalbimin üzerine bastırarak titremelerinin az da olsa önüne geçmek istedim.

İki yıl önceki anılar gözlerimin önünden bir sahne gibi geçip giderken bana sadece izlemek düşmüştü. Gözlerimde biriken yaşlar ve dudaklarımda buruk bir gülümsemeyle kendimi geçmişe bırakmıştım...

Soru zamanı:

Sizce Harley neyi hatırlayacak?

Tahminleriniz neler?

Taehyung'un tahminleri doğru olabilir mi?

Bạn đang đọc truyện trên: AzTruyen.Top