*Zamansızlık (9)*

Herkese merhaba. Bu hafta her güne bir bölüm yapabilir miyim bilmiyorum ama en az üç bölüm planım var. Beğeniye basmayı ve görüşlerinizi benimle paylaşmayı unutmayın. Yeni bir zamansızlık bölümü sizlerle. Keyifli Okumalar.



*Zamansızlık*

Druce, Eirinn'e karşı tetikte olmaya gayret ediyordu. Onu öldürmek istemediğinden emindi ancak genç Tanrıça Güç karşısında acemi kalıyor ve zaman zaman kendi gücüne yenik düşüyordu. Bu yüzden gardını asla indirmiyordu. Tüm dikkati Tanrıça'nın üzerindeyken zemin sarsılmaya başladı. Ayakları yerden kesilmişti. Gerçeklik silinirken Eirinn ona bir gün gardını indireceğini söylüyordu. Genç Tanrıça'ya cevap verirken ondan uzaklaştığını fark etmişti. Biri büyük bir güçle Druce'u zamansızlığın içine çekiyordu. Kendisini sürükleniyormuş gibi hisseden Druce, bu kadar büyük bir istekle onu arayan kişiye cevap verdi. Karanlık etrafını sardı. Boş bir sokağın tam ortasındaydı. Sisli bir havaydı ya da zamansızlığın bir aldatmacasıydı. Kendi etrafında döndü ve onu buraya çeken kişiyi görüp gözlerini kıstı.

Alcek, en az kanatları kadar kara bir duvara yaslanmıştı. Etrafı hafif bir ışıkla aydınlatan kirli sokak lambaları vardı. Çarpık konumlanmış binalar ve o binalarda yaşamın olduğunu gösteren sesler vardı. Druce, zamansızlığın içindeyken fanilerin onları duyamayacağını ve göremeyeceğini biliyordu. Aleck'in onu buraya neden getirdiğini merak etmişti. Altında mutlaka bir oyun olmalıydı.

"Neden sürekli savaş alanlarından kaçıp sonrasında ortaya çıkıyorsun Aleck?"

Yaslandığı duvardan doğrulan Aleck, elinde tuttuğu büyük bir güç varmışçasına bilmiş ve kendine güvenen bir ifadeyle bakıyordu ona. "Druce Moore, artık bir kaçaksın."

"Ne taraftan baktığına göre değişir. Bizim yeni oluşumumuzda da sen kaçaksın."

Her zaman Druce'un ukalalığı ve hazır cevaplılığından nefret etmişti Aleck. Şimdi de sanki Druce gerçekten karşısındaymış gibi ileri atıldı. Hafif bir eğimle yana kayan Druce, Aleck'in boşluğa doğru hızlanışını büyük bir keyifle izledi.

Druce, "Benim dişime göre değilsin," dedi. Yeniden saldıran iblise karşı bu defa gardını almıştı. Yenildikçe yeni bir dövüş talep eden yeni yetme bir asker gibi davranıyordu Aleck. Daima böyle olmuştu. Gençliğe yeni adım attıkları yıllarda da bıkmadan usanmadan Druce'a saldırıp dururdu.

Aleck, elinde bir anda var olan kılıcı savurduğunda Druce başını geriye doğru atarak darbeden kurtuldu. Belinden cehennem alevleriyle dövülmüş iki hançer çıkarmıştı. Genellikle küçük silahlarla dövüşmeyi severdi. Kendi alanını daraltmayacak kadar ufak ama etkili silahlar. Aleck'e doğru savurduğu ilk darbe havayı keserken ikincisi iblisin sol boşluğunu delerek onu geriletti. Zamansızlıkta birbirlerini öldürmeleri mümkün değildi. Hatta geri döndüklerinde Aleck'in yarası bile olmayacaktı ama hissedilen acı gerçeği kadar etkiliydi.

"Cehennem ateşi kavurucudur Aleck. Hâlâ alevlere karşı hassas olmalısın aksi halde hançerlerim bu denli canını yakamazdı."

"Senden nefret ediyorum."

"Ne hoş. Duygularımız karşılıklı," dedi Druce. "Biliyor musun Aleck, devler bile cehennem alevlerine karşı senden daha dayanıklı. Sen Asillerin yüz karasısın."

Druce istediğini almıştı. Aleck büyük bir hiddetle üzerine saldırdı. Sadece ufak yön değiştirmelerle bile ondan kaçınan Druce, üzerine çullandığı bir an yerinde kaldı ve hançerini Aleck'in boynunda gezdirdi. Gerçeklikte bu darbe onu öldürebilirdi ama elbette zamansızlıkta sadece güçsüz düşürmüştü. Yere yığılan iblis elini boynuna bastırarak alev almış gibi hissettiği yarasını tutuyordu.

"Bu, Paiva'yı etkin altına almaya çalıştığın gece içindi. Kardeşime dokunma arzun bile seni öldürmem için yeterli bir sebep. Erkek ol ve gerçeklikte karşıma çık."

"Gerçeklik siliniyor," dedi Aleck. Ayağa kalkarken zorlanmıştı ama zamansızlığın üzerinde oynayarak yaranın iyileşmesini sağladı. "Faniler bir bir ölümü tadarken Balor yeniden güç buluyor."

Druce bir adım atıp ona yaklaştı. "Ne saçmalıyorsun sen?" diye haykırdı.

"Tanrılar fanilerin dualarıyla yetinebilir ama biz kanlarını istiyoruz. Balor'u kurtaran ben olacağım."

"Bu imkansız, fanilere uzanamazsın. Sen bir habercisin, eğer fanilere dokunursan..."

"Tanrı Dağı beni cezalandırır mı? Hayır, artık onların hükmü son bulacak. Çok yakında babamız kurtulmuş olacak ve sen bile Druce, onun alevleriyle küle döneceksin. İşte o zaman, çok sevdiğin kız kardeşin benim kölem olup ne istersem yerine getirecek."

Druce öfkesine yenik düşmekten son anda kurtulmuştu. Aleck onu buraya tam da bu sebeple getirmiş olmalıydı. Fevri davranarak tüm planı mahvetmesini istiyordu ama yapmayacaktı.

"Hatırlat da seni öldürme şerefini Paiva'ya bırakayım Aleck. Sen kanatlarına yeni kavuşmuş kardeşimle bile boy ölçüşemezsin ki sonunun onun ellerinden olmasını sağlayacağım."

Aleck başını iki yana sallayarak onu onaylamadığını anlatan sesler çıkardı. "Druce, Druce, hep böyleydin. Hep kazanacağını sandın."

"Ve hep kazandım."

"Ama bu savaşı değil. Balor özgür kaldığında her şey değişecek."

"Beni buraya zırvalıklarını anlatmak için mi çağırdın?"

"Hayır, seni buraya bir şeyi izlemen için çağırdım."

Evlerden biri zamansızlıkta öne çıkmıştı. Sanki bir sahne ışığı yalnızca o evi aydınlatıyordu. Druce nerede olduğunu hala anlayamamıştı ama kapıdan çıkan kadını tanıdığına emindi. Zamanı tam kestiremese de birkaç ay önce karşılaşmışlardı. Druce'un aklında yalnızca planlar dönerken kız ona yanaşmış ve yalnızca bir gecelik birlikteliğin ardından Druce onu aklından tamamen silmişti. Şimdi neden, diye düşünürken genç kadının hafif şişkin karnı dikkatini çekti. Heyecanla ileriye doğru atıldı ancak zamansızlığın sahibi Alecti ve Druce kadına yaklaşmak istediği her an biraz daha uzaklaşıyordu.

Aleck'in keyifle parıldayan gözleri kadının şişkin karnından ayrılıp düşmanının öldürücü bakışlarına yöneldi. "Bilmiyor muydun?" diye sorduğunda Druce hırlamaya benzer bir sesle birlikte Aleck'in üzerine atıldı. "Ah, bilmiyormuşsun. Ne yazık..."

"Ona dokunamazsın!"

"Aslında dokundum."

Druce, geçmiş zamanı izlediğini o an fark etmişti. Kadın, takip edildiğini anlamış gibi etrafına bakınmaya başladığında öncüler karanlığın içinde sinsice ilerliyordu. Zeki bir kadındı ve Druce onun iyi bir anne olacağını anlamıştı.

"Öldü mü?" diye sordu kederle.

"Evet. Seni yakından takip ediyoruz Druce, çocukların bizim için bir tehdit, çoğalmanı hiç istemedik. Bir hain olduğunu bilmediğim zamanlarda bile tohumlarını etrafa saçmana izin vermedik."

Druce, başını yukarı kaldırıp "Ya şimdi?" diye sordu. "Artık ulaşamayacağınız bir yerdeyim."

"Şimdilik öyle. Eğer cesaretin varsa döllenmeyi sürdür. Bir şekilde o kadını bulup tohumunu yok edeceğiz."

Druce bir kez daha genç kadına baktı. İpeksi saçları omuzlarından aşağı salınmıştı. Bir eli karnının üzerindeydi. Tehlikeyi anladığı andan itibaren bir kaplan gibi görünüyordu. Bebeği için her şeyi yapmaya hazırdı. Kız mıydı? Druce, Paiva'nın çocukluğunu düşündü. Tıpkı ona benzeyen bir ufaklık hayatına nasıl da renk katardı. Ya da annesine... Kadın gerçekten de güzeldi. Onunla geçirdiği geceyi pek anımsayamıyordu. Kadınları önemsediği pek olmamıştı. Paiva büyüyüp ona aile sevgisini aşılayana kadar çocuğunu kimin taşıdığını da önemsemezdi. Ancak değişiyordu. Şu an sadece bir geceyi birlikte geçirdikleri kadın için de en az kendi çocuğunun ölümüne üzüldüğü kadar üzülmüştü.

Kadının acı çığlığı duyulduğunda Druce tüm gücünü kullanıp zamansızlıktan çıkmıştı. Odaya geri döndüğünde Eirinn'in öfkeli bakışları onu süzdü. Bir kez daha gözlerine bakmaktan kaçınıyordu. Yazık, diye düşündü Druce belki de ölmek her şeyden daha kolay olurdu.

Bạn đang đọc truyện trên: AzTruyen.Top