*8* Ölümden Dönülür mü?

Herkese merhaba. Bu bölüm benim için yazması en eğlenceli bölümlerden biriydi. Sanırım diğer bölüm bundan da eğlenceli olacak benden söylemesi :) Umuyorum keyifle okur, beğenmeyi ve yorum yapmayı atlamazsınız. 

Geri dönüş sağlayanlara çok teşekkür ederim çabalarınız beni çok mutlu ediyor. 

Yeni bölümlerde görüşmek üzere seviliyorsunuz. 



Zaman durmuştu. Greg'in iri bedeni yere düşerken sanki akmayı bırakmıştı. Kımıldayan yalnızca ölen bedenin kendisiydi. Druce, hançerin üzerindeki kanı kıyafetine silerek yeniden beline taktığında devlerin şaşkınlıklarını üzerinden attığını gördü. Yüzündeki ifade daha çok bıkkınlık taşıyordu. Saldırmaya hazırlardı. Daha mı az önemli birini seçmeliydi? Kendi formuna dönerek kanatlarını iki yana açtı, cehennem alevleri devleri ondan uzak tutacak kadar etrafını sarmış ve Druce'u korumaya almıştı. Alevlerin aralarında gördüğü yüzler ateşin kendisinden daha yakıcı duruyordu. Vay canına diye geçirdi içinden, öfkelendiklerinde kendi formlarında olmasalar bile fazlasıyla heybetli duruyorlardı. 

Devlerin iri bedenlerine yakışan gürültüleri onu rahatsız etmeye başladığında elini yukarıya kaldırıp susmaları için haykırdı: "Dinleyin! Yoksa arkadaşınızı kaybedersiniz."

"Bu hainlik! Dostluğunuza güvendik!" dedi Lucas öfkeyle. Druce, sevmeye başladığı beyaz saçlı deve bakıp gözlerini devirdi. Daha zeki olmalarını dilerdi. Eh, onlardan çok şey beklememek gerekiyordu, sonuçta bir iblis değillerdi. 

Cora, Greg'in başını kucağına almış saçlarını okşuyordu. Bir tür transta gibiydi. Lucas'ın kızgınlığı ve Ludvig'in öfkesinden farklı şeyler hissediyordu. Yas tutuyordu! 

Ludvig, bir adım atarak ileriye çıktı. Nefes alıp verirken şişen göğsü dışarıya çıkmak için can atan yüreğine engel olan bir kalkan gibiydi. Korkusu, öfkesi, hüznü birbirine karışmıştı. Ludvig'in harekete geçeceğini anlayan  Paiva da Druce'un önünde yer aldı. İkisi arasında kalkan olacağı bir zamanın geleceğini biliyordu ama bu kadar çabuk olmasını beklememişti. Ludvig ona hayal kırıklığı içinde baktığında "Bekle," diye fısıldadı Paiva. "Yalvarırım sadece bekle. Bir açıklaması vardır." Çaresizlik içinde konuşuyordu. Ludvig, onu belki anlayabilirdi ama şimdi değil! Greg gözlerinin önünde katledilmişti. 

"O Greg'di Paiva!" diye bağırdı Ludvig. Sanki haykırışıyla bedeni daha da irileşiyor gibi gelmişti Paiva'ya. Onu öfkeliyken durdurmak güçtü. "O benim dostumdu! Bana sakın Druce'u savunma ve önümden çekil."

"Hayır, hayır," diye fısıldadı Paiva. "Bunu yapmadı. Bir açıklaması vardır. Sadece bir dakika zaman ver." Ludvig, bu denli öfkeliyken Paiva bile ona sırtını dönmekten dolayı ürpermişti. Yüzünü Druce'a döndüğünde çok sevdiği adama karşı ilk defa kızgınlık duyduğunu fark etti. Greg onun da dostuydu. Onu korumak için arkadaşlarına bile karşı durmuşken şimdi Paiva'nın ailesi tarafından katledilmişti.

"Neden?" diye sordu. Cevap ne kadar önemliydi emin değildi. Greg kendi elleriyle Paiva'yı öldürmeye kalksaydı bile onu ölümle cezalandıramazdı. Greg, tanıdığı en kibar, en iyi devdi. Onu olduğu gibi kabul etmiş ve dostluğunu esirgememişti. Yapmak istemese bile gözleri bir anlığına onun bedenine çevrildi. Yerde öylece yığılmış yatarken Druce'u savunacak hiçbir şey bulamadı. Ağlıyordu. 

"Neden?" diye sorabildi yalnızca. 

Druce iç çekti. Devlere ve şaşkınlıklarını hâlâ üzerinden atamamış en yakın adamlarına baktı. Ancak hiçbiri nedenini gerçekten anlamamıştı. Sonunda Greg'i tutan kadın "O ölmedi," dediğinde Druce'un yüzünde bir gülümseme oluştu ve cehennem alevlerini salarak kanatlarını kapattı. Yas tutan dev kadını gözlerindeki yaşları silerek Druce'a doğru baktı. "Sen tuhaf bir adamsın," dedi Cora. "Her ne planladıysan çabuk olsan iyi edersin. Eğer Grge'e bir şey olursa seni Paiva'ya rağmen öldürürüm."

Druce, dizlerini hafifçe kırarak Cora'ya reverans yaptı. Yeniden kardeşine baktığında üzüntüsünden bir nebze de olsa sıyrılmış ve sağduyusuna kavuşmuş olduğunu gördü. "Onu ara Paiva," dedi. "Greg'in ruhu hâlâ bizimle, onu ara ve konuş."

Anlam vermese de Paiva Greg'i aramaya çalıştı, gözlerini kapatmıştı. Tüm dikkati öldüğünü düşündüğü arkadaşını bulmaya yoğunlaşmıştı. Onu hissetmeyi gerçekten istiyordu. Ürperdi. Sanki soğuk bir şey ona dokunmuş gibiydi. Gözlerini açtığında gümüş renkli bir dumanın etrafta uçtuğunu gördü. Duman onun önünde salınırken Greg'in tuhaf bir yansımasına dönüştü. Jiakim, hiçbir yerde yoktu ama evet, Greg tam karşısındaydı. 

"Buradasın," diye fısıldadı Paiva. Mutluluktan yüreği kıpırdanmıştı.

"Paiva," Bir anda irkilen Paiva, Greg'in sesine karşı nasıl tepki vermesi gerektiğini bilememişti. "Deirdre'yi kullan ve o manyak Druce'u benden uzak tut." Duman bir kez daha karmaşık bir dağınıklıkla uçuştuğunda Paiva, ne olduğunu sonunda anladı.

"Airmid'in kızı," diye seslendi Druce. "Bence Paiva, iblislik bir dersini aldı. İri arkadaşımızın ruhu henüz onu terk etmeden görevini yerine getir."

Deirdre titreyen dudaklarının arasından minik bir inilti çıkarttı. "Siz, siz nasıl bir manyaksınız? Paiva onun ruhunu bulsun diye Greg'i mi öldürdün?"

"Senin geri getireceğinden emindim tatlı dev. Şimdi o güzel yüzünü daha fazla çarpıtma. Öyle kalırsan yazık olur. Greg'le ilgilen."

"Ben senden emir almıyorum!" Yine de onun dediğini yapmak üzere hareketlenmişti. Elbise giymeye pek alışkın olmayan Deirdre'ye kim nereden bulmuştu bilmiyordu ama uzun etekli bir elbise giymişti. Eteğini savurarak yürüdü. Ludvig, Deirdre'nin yanına giderek ona doğru eğilmiş ve aceleyle onu uyarmıştı.  "Çabuk ol Deirdre, hemen Greg'i ruhuyla yeniden buluştur. Zaman tükenirse..."

"Biliyorum, kalıcı olarak gelemez." dedi. "Bu yaptığım şey yüzünden cezalandırılabilirim. Cehennem zebanileriyle sonsuzluk fikri ürkütücü."

"Biz buradayız, tatlı dev," dedi Druce. "Sonsuzluk sandığından daha keyifli olabilir. Şimdi getir şunu."

Deirdre, Cora'nın yerini alarak Greg'in başını kendi kucağına koydu. Ellerini adamın şakaklarına bastırdı ve kendi formuna dönüşerek kanatlarını iki yana açtı. Paiva kanatlarının hareketiyle birlikte onun gülümsediğini yakalamıştı. Devlerin kanatlarından uzun süre uzak kalmasının ne kadar kötü bir şey olduğunu artık anlayabiliyordu. Kanatlar güçlerine güç katıyordu. Deirdre'nin altın sarısı kanatları minik hareketlerle açılıp kapandı. Tek elini Greg'in şakaklarından çekip onun göğsünün üzerine koydu ve bir süre orada bekledi. Greg'in göz kapakları hareket etmeye başladığında odanın içinden sevinç nidaları yükselmişti. Greg yeniden nefes alıyordu.

Ölümden dönülür müydü?

Devler Greg'e sarılırken Paiva titreyen dizlerine daha fazla hükmedemedi ve üzerine çöktü. Yüzünü ellerine kapatmıştı.

"Bunlara alışmalısın," dedi Druce. Ancak konuşmasına devam edememişti. Ludvig onun üzerine atıldığında ikisi de kapalı kapıyı kırarak dışarıya doğru uçtular. Birbirlerinden henüz ayrılmamışlardı. Gökyüzüne yükseliyor sonra ani bir şekilde yere çakılıyorlardı. Onların zemine çarpmasıyla birlikte büyük bir gürültü kopuyor zemin sarsılıyordu.

Druce, kuyruğunu öne çıkardığında Ludvig sanki yıllardır kanatlarıyla talim yapıyormuş gibi çevik hareketlerle kaçındı. Druce'un arkasında belirdiğinde kuyruğunu tutarak diğer elini yumruk haline getirdi. Druce kaçamamıştı ama onun yumruklarına karşı da hazırlıklıydı. Ellerini çapraz yaparak yüzünü korudu ve kolunu Ludvig'in boynuna doladı. Bir kez daha göğe yükselmişlerdi. Druce, rakibinin kanatsız geçirdiği yıllardan faydalanmak istiyordu. Yine de umduğunu bulamamıştı, Ludvig, oldukça deneyimliydi. Kanatlarını bir silah gibi kullanmayı asla unutmamıştı.

Ludvig, onu gafil avlayarak karın boşluğuna doğru sert bir yumruk indirmeyi başarmıştı. Druce, geriye doğru sürüklenirken kanatlarını kullanarak dengesini sağlamaya çalıştı. Ayakları yerde sürüklenmişti. Sonunda durduğunda gözlerini kısarak rakibine baktı.

"Uzun zaman oldu Mikell, onca tutsaklığa rağmen hala formundasın. Mağaralarda talim falan mı yaptın yoksa?"

"Boş durmadığım kesin. Bir gün iblislerden intikam alacaktım nasılsa."

Druce, gülümsedi ve ileriye doğru atıldı. Bir kez daha buluşan ikiliden bu defa geriye çekilen Ludvig olmuştu. Arka arkaya gelene yumruklardan kaçınmaya çalışırken Druce'un kuyruğunu bir anlığına unutmuştu. Boynuna dolanan iblis kuyruğu onu sıkıca kavradı. Ancak alev almamıştı ve bu da tüm kızgınlığa rağmen Druce'un onu öldürmeyi düşünmediğini gösteriyordu.

Kırmızı iblisler ve devler büyük bir şaşkınlıkla kendi liderlerine odaklanmaya çalışıyordu. Kavga bir savaşa dönmeli miydi hiçbiri emin olamıyordu. Delano, Druce'un yediği sert bir yumruğun ardından ileriye atılacaktı ki Paiva ona durmasını emretti.

"Dur Delano!" Sesi gür ve kendisinden emin çıkıyordu. Delano, Druce'un hizmetinde olsa da Paiva'ya karşı da itaat duyuyordu. Önünde eğilip saygıyla emri aldığını belli etti. "Bırakalım da birbirlerini tanısınlar."

"Belki severler de," dedi Eirinn haylaz bir gülümsemeyle. Az önceki histeri hali yok olmuştu. Arkada huysuzlaşan devlere hafifçe dönerek "Sakin kalın, bence ikisinin arasındaki olay daha şahsi." dedi. Gözleri bu defa Paiva'yı buldu. "İki erkek senin için kavga ediyor, nasıl bir his?"

"Biri ağabeyim."

"Bu daha eğlenceli."

"Bunu sana bir gün hatırlatacağımı umuyorum Eirinn. Ludvig'in Druce'dan aşağı kalır bir yanı yok."

Eirinn, bir an gülümsedi. "Neredeyse üç yüz yıl olacak Paiva," dedi. "Tüm duygularım cehennem alevlerinde yandı, keşke hissedebilsem."

Henüz on sekiz yaşındayken yaşadığı tutsaklık, onun büyümesine yardımcı olmamıştı. Hayır, Eirinn hala bir çocuktu ama acımasız ve öfkeli bir çocuk. Paiva, ona dokunabilmenin bir yolu olmasını umuyordu. Ludvig, bunu başarıyordu. Aralarında on sekiz yıllık da olsa sağlam bir kardeşlik bağı kurulmuştu. On sekiz yılı birlikte geçirmişlerdi. Gerçekliğin tam ortasında iki kardeş. Eirinn onun özgür yaşamını kıskanıyordu belki ama Paiva da Eirinn'in ailesiyle geçirdiği o kısacık on sekiz yılı kıskanmıştı.

"Hissedeceksin," diye mırıldandı Paiva. Gözünü Druce ve Ludvig'den ayırmak istemiyordu. İki adam kavga ederken Eirinn'i teselli etmek biraz tuhaftı. Onların birbirini öldürmeyeceklerinden emindi, yani emin olmak istiyordu! "Sen hala on sekiz yaşındasın Eirinn. Tüm o işkence yıllarını silip atacağız. Yani şu Tanrıların Alacakaranlığı olayından sıyrılır sıyrılmaz."

"O zaman benden artık korkmuyorsun?"

Paiva bir kahkaha attı. "Senden hiç korkmadım Eirinn. Sen bir çocuksun."

"Güçlü bir çocuk."

"Sanırım benim kadar değil."

Eirinn kaşlarını kaldırıp yanlarına sendeleyerek gelen Greg'e baktı. "O geri döndü, Jiakim ise yok oldu." dedi.

Paiva, ne demek istediğini anlamıştı. Druce'un bu oyunu neden oynadığını da. Bunu daha iyi anlatmanın bir yolu yoktu. Fazlasıyla etkileyici olmuştu. Paiva'ya ders vermek işin gerçek yüzü değildi. O Eirinn'in gücünü göstermek istemişti. Devlere değil, yanındaki iblislere. Delano sadık olsa da bu dedikodu çabuk yayılacak ve Eirinn güvende olacaktı.

Paiva da dersini almıştı elbette, Eirinn'in öldürdüğü kimse geri dönemezdi! Ruhu yok olup gidiyordu. Kalbinde hissettiği tuhaf bir endişe peyda oldu. Ya aynı şeyi Druce'a da yaparsa?

Kavga çok uzamıştı. Sürekli olarak tekrarlanan bir döngü haline geldi. Hangisinin daha üstün olduğunu söylemek zordu. Paiva ileriye doğru çıkarak "Yetmedi mi?" diye bağırdı. "Artık durun! Belli ki amacınız öldürmek değil ve biriniz diğerine pes ettirmeyi asla başaramayacak. İki Tanrı'nın aptallığını seyrediyoruz."

Druce, kolunu Ludvig'den kurtarmak için savurduğunda "Bir daha adamlarıma dokunma," dedi Ludvig.

"Keskin bir zekan var sanıyordum. Sence bu gösteri kimin işine yaradı seni aptal dev!"

Ludvig, öfkeyle bir kez daha saldıracakken Greg araya girmişti. Bitkin görünüyordu. Sanki saatler süren bir savaştan sağ çıkmayı başarmış ancak ölümcül yaralar almıştı. Gözlerinin çevresi mor halkalarla sarılıydı. Işıl ışıl bakan ifadesi ise donuktu. Biri içinden tüm canı almış gibiydi.

"Deirdre!" diye gürledi, hala Greg'e bakıyordu ve hala Druce'a öfkeliydi. "Kalıcı bir hasar var mı?"

Kadın tam da Ludvig'in tahmin ettiği cevabı verdi "Bunu bilemeyiz."

Druce, başını iki yana salladı, "Çabuk döndü ve gördüğün gibi hala canlı. İstersen ufak bir kesikle kanı akıyor mu bakabiliriz."

"Ona dokunma! Çabuk dönmesi bir şeyi değiştirmez çokbilmiş iblis. Ruhun ayrılışı sırasında nelerin koptuğunu kimse bilemez."

"Onu kutsal alevlerle dövülmüş bir hançerle öldürmedim McCool. Devlerle iş birliği yapmaya başladığımdan beri yanımda fani çeliği taşıyorum. Bu ölüm bir Tanrı için uyumaktan farksızdı."

Cehennem alevlerinde dövülen çelikler devlere kalıcı hasarlar bırakıyordu. Ludvig, onun doğru söylediğini bilse de gözü Greg'in boynuna yöneldi. Çizikten hiçbir iz yoktu. Druce onun gözlerinin önüne getirdiği hançeri sallayarak kaşlarını yukarı kaldırdı, "Fani çeliği," diye fısıldadı.

Ludvig, onun bu davranışı karşısında hem öfkeleniyordu hem de Eirinn için yaptığı çabayı takdir ediyordu. Arada kalmaktan nefret ediyordu! "Yine de birini ölümden döndürmenin Tanrılar katında büyük bir bedeli olduğunu bilmelisin. Bunu yasakladılar. Bir sebebi olmalı. Umalım da bu sebep Greg'e zarar vermesin."

Greg sakince iki yanına baktı. Ludvig ve Druce'u düşman olarak görmeye alışkındı. Şimdi ise yaşananlara rağmen artık birbirlerine iki düşman gibi bakmıyorlardı.

"Kardeşini kurtardım," dedi Druce, fısıldayarak. "Artık Eirinn iblislerin hedefinde değil. Eğer aramızda başka casuslar varsa çoktan cesaretleri kırılmıştır."

Ludvig'in bakışları yumuşamıştı. Eirinn'in tehlikede olduğunu ve böylesi bir güç gösterisinden sonra işlerin değişeceğini anlayabiliyordu ama o sadece birini değil herkesi kurtarmak istiyordu. Druce ile arasındaki fark buydu: Druce sadece Paiva'yı önemsiyordu.

"Sadece bir kişiyi mi umursarsın? Onu korumak için kalan herkesi feda etmek de sorun yok yani?"

İkisi de birbirini anlamıyordu. Yaşayış tarzları farklıydı, yetiştikleri ortamlar ve onları büyütenler. Gözleri kısa süreliğine Paiva'yı bulduğunda içinden Mikell'in haklı olduğunu düşündü. O sadece bir kişiyi umursuyordu ve ne pahasına olursa olsun onu kurtaracaktı. Başkalarına bağlanmak onun işini zorlaştırırdı. "Bana sonra teşekkür edersin dev, şimdi herkes dağılıp güzel bir uyku çeksin."

"Eirinn'i yalnız bırakamam," dedi Ludvig. "Devlerle sıralı nöbet tutacağız."

"Hepiniz yorgunsunuz," dedi Druce, devlere hızlı bir bakış atarak. Onların değil nöbet tutmak ayakta bile duracak halleri yoktu. İşkence görmüşler, savaşmışlardı ve henüz dinlenmeye bile fırsat bulamamışlardı. Tanrı'nın çocukları olmak bile sonsuz bir güç bahşetmiyordu size. "Yeni gelen devleri sıraya al, beni ve Delano'yu da diğerleri için bir şey diyemem ama ikimizden size zarar gelmez."

Ludvig tek kaşını kavislendirerek baktı. Delano ismini duyduğu anda dikleşip başıyla selam verdi. İçinde saygı vardı! Bir deve karşı! Kırmızı iblisler düşündüğünden daha uzun zamandır bir planın içinde olmalıydı. Sıkıntıyla iç çeken Ludvig, "Az önce adamımı öldürdün." dedi.

Druce gülerek Greg'in omuzuna hafifçe vurdu. Bu hafif darbe bile ölümden dönen devi sarsmıştı.

"Kendimi berbat hissediyorum ama ölü olmadığıma yemin edebilirim," dedi Greg. "Ancak sen iblis, bir daha bana yaklaşma."

"Abartma dostum, bence bu sana ayrı bir hava kattı."

"Tabii," diye mırıldandı Greg. "Havaya bak, ölümün soğukluğunu taşımak nasıl bir hava katıyorsa artık..."

Druce ona dostane bir tebessümle karşılık verip Ludvig'i de dinlenmeye ikna etti ve ilk nöbeti bir şekilde almayı başaran Druce, dağılmaya başlayan dostlarının arasından Paiva'yı kendisine çekerek "Bana kızgın değilsin," dedi. Onun yüzünü, vücut dilini anlamaya çalışıyordu. Son zamanlarda pek kendisinde değil gibiydi. Eh, Druce bu durumun normal olduğunu düşünüyordu. Kimliğine kavuştuğu andan itibaren kendisini Tanrıların savaşında bulmuştu.

"Kızgın olmamı mı isterdin?" Paiva'nın ona eğlenerek baktığını görmek rahatlamasını sağlamıştı. Özellikle McCool ile olan kavgasında kız kardeşini kendisinden uzaklaştıracağını düşünüp gerilmişti. Belki de bu yüzden öldürmek için savaşmamıştı. Belki de... Hayır, McCool'a henüz tam anlamıyla güvenmiyordu. Tıpkı onun da Druce'a güvenmediği gibi.

Druce başını hızla iki yana salladı. "Sadece merak ettim, Greg'i gördüğün anda sahiden öfkelenmiştin ama şimdi değilsin."

"Nedenini anladım. Seni anlıyorum, onlardan farklısın Druce. Sen bir şeyi önemsiyorsun onlar her şeyi."

"Bu yüzden sürekli yorgun ve sinirliler." dedi Druce keyifle. "Şimdi ben şu ölümler kraliçesini korurken, sen de biraz dinlen tamam mı? Yarın ikimiz için de yorucu bir gün olacak küçük kardeş. Artık planlarıma dahilsin."

"Bunu sevdim," dedi Paiva. "İlk görev ne?"

Ciğerlerini havayla dolduran Druce göğsünü şişirdi ve sıkıntıyla havayı yavaşça geri bıraktı. "Biraz zorlu bir görev ama sen bayılacaksın."

"Merak ediyorum."

"Elbette ediyorsun, merak etmediğin bir şey var mı senin?"

"Sanırım yok." Paiva, onun yanağını öperek yürümeye başladı. Druce'un arkadan bağırdığını duyup kıkırdadı.

"Uyumanı istiyorum küçük kardeş. Yalnız başına. Bundan emin ol."

"Anlaştık, sen de kendine dikkat et." diye uyardı onu Paiva. "Seni öldürmek isteyen birini koruyor olacaksın."

Druce, iç çekti. Sahiden sürekli onu öldürmeyi deneyen birini korumak için fazla gönüllü davranıyordu. Kaşlarını çattı. Öngöremediği bir şeyler oluyordu. McCool yanına geldiğinde içsel konuşmasından koparak ona baktı.

"Endişelenme dev, onu koruyacağım. Kardeşimi koruduğun ve kurtardığın için sana borçlandım."

"Aslında genellikle kurtaran Paiva oldu. Yine de bu borca ihtiyacım var. Eirinn tutsaklıktan diğer herkesten çok daha fazla etkilenmiş. Onu yeniden kazanabilmem gerekiyor ama bu sırada sadece hayatta tutmaya çabalayabiliyorum." dedi. Druce ile dertleştiğine inanamıyordu. Az önce kanlı bıçaklı olan ikili şimdi ittifak halindeydi. Kardeşleri için. Ona güvenmek zorundaydı. Eirinn'i ve Paiva'yı korumak için güce ihtiyacı vardı. Biraz dinlenmesi gerekiyordu. Balor ile karşılaşmak onu fazlasıyla yıpratmıştı. "Ayrıca endişem senin için iblis. Dikkat etsen iyi edersin. Bazen..."

"Kendisini kaybediyor. Biliyorum burada onunla günler geçirdim ve sanıyorum yaklaşık yüz defa ölümden döndüm." dedi Druce. Oldukça ciddi görünüyordu. Ludvig, Eirinn'in onu gerçekten öldürmeye çalıştığını düşünmüyordu ama belli ki iblisle oynamak hoşuna gitmişti. Bu durum için endişelenmeli miydi henüz emin olamıyordu. Druce'un düşmanı olduğu zamanlarda nasıl acımasız olabileceğini öğrenmişti ancak şimdi farklı bir Druce ile tanışıyordu. 

"Onu kurtardın. İki kez hem de. Gerçi Greg'e yaptığını hala onaylamıyorum. Ölümden dönmek diye bir şey yoktur Druce. Greg bir şeyleri yitirmiş olmalı. Dua edelim de iyi yanından tüketmiş olmasın."

"Kime dua etmek istersin?" diye sordu Druce gülerek. "Senin baban bu iş için uygun değil, görünen o ki benimkiler de pek işe yaramıyor. Ne yapmak lazım McCool? Sonuçta bir Tanrı'ya ihtiyacımız var."

Ludvig, onları izleyen Paiva'yı fark etti. Kaşları hafifçe oynadı ama öfkeli değildi. Sadece anlamaya çalışırken yüz ifadesi değişiyordu. "İki saat dinlenmem için yeterli. Bu sürede hayatta kalmayı başarabilecek misin?"

"Üstesinden gelirim. Bu iki saat boyunca Paiva'dan uzak durmayı başarabilecek misin?"

Ludvig, başını bir saniyeliğine yere eğip yeniden ona baktı. "Sadece dinleneceğim Druce. Seni kızdırma işini sonraya bırakabilirim."

Druce gülerek arkasını döndü. Hala devlerle kurduğu dostluk ona tuhaf geliyordu ama alışmaya başladığını itiraf etmişti. Bir devden iyi düşman olurdu. Dürüst savaşıyorlardı ama dostlukları gerçekten kendileri gibi sağlamdı.

Ludvig, "Planın," dediğinde duraksadı. "Ne yapmak istediğini anladım. Tehlikeli bir yoldasın."

"Başka yol görebiliyor musun?"

McCool, birkaç saniye düşünüp başını ağır hareketlerle iki yana salladı. "Hayır, görebildiğim tek yol bu. Sanırım tehlikeyi göze alacağız. Tanrılara savaş açmak ha, iblisler ve devler birlikte."

Druce, onu ardında bırakıp yürümeye başladı. Anlaşılan düşündüğü gibi tüm planı gizlemeyi başaramamıştı. En azından McCool, ne yapmak istediğini anlamışa benziyordu. Bu fikri Kırmızı İblislere kabul ettirene kadar nasıl çaba sarf ettiğini hatırlıyordu. Dev ise olduğu gibi kabullenmişti. Belki de Tanrıların Alacakaranlığı'nı onlar tetikleyecekti. Belki de hepsini yok ederken kendilerini de bitireceklerdi.

Kendisine kızdı. Bu planı hayatta kalabilmek için kurmuştu. Kendisi olmasa da geride Paiva kalacaktı. Ne olursa olsun onu koruyacaktı ve bir de... Şu baş belası Tanrıça işlerini nasıl da zora sokmuştu. Neden bir yanı onu da koruması gerektiğini hatırlatıp duruyordu ki! Arkasını dönüp McCool'a baktı, Paiva aralık kapıdan onu izlerken dev bitkin halde merdivenlere yığılmıştı. Neden dinlenmek için uyumaya gitmiyordu? Lanet olsun, cehennem alevleri kavursun onu! Pes etmiyordu.

Kapının tokmağını çevirip aklında Paiva ve McCool varken içeriye adım attı. Bir şey onu tetiklemişti. Başını kaldırmaya bile fırsat bulamadan üzerine atılan minik bir şeyi fark etti. Kendisini yana doğru savurduğunda kanatların rüzgârı yüzüne çarptı. Çok yaklaşmıştı. Neredeyse, farkına varmadan üzerinde güç kullanacaktı.

Eirinn tüm dikkatiyle ona bakıyordu. Eh en azından o öldürücü bakışlarını Druce üzerinde henüz kullanmamıştı.Gözlerine bakmamak için çaba harcıyor ve birkaç saniyeden uzun asla göz temasında bulunmuyordu.

"Bana dokunamadın bile," dedi Druce. "Bence daha fazla talim yapmalısın."

"Sen öyle san."

İki parmağı arasında tuttuğu tüyü havaya kaldırıp gülümsedi. Aralara kızıllığın karıştığı siyah tüy Eirinn'e ait değildi elbette. Kanatlarına kısa bir bakış atan Druce omuz silkerek ayağa kalktı. Olmayan tozları üzerinden silkeleyerek alaycı bir ifadeyle Eirinn'e baktı. Elini saçlarının arasından geçirdi. Bir iblis için fazlasıyla iriydi. Sinsiydi evet ancak güçlüydü de. Yüzündeki ifade hemen hemen alaycıydı. Şimdi ise Eirinn'e bakarken sığındığı o alaycılığının altında gerçek bir şeyler vardı. "Benden bir hatıra istediğini bilseydim, kanatlarımdan bir tüyü başucuna koyardım zaten güzel Tanrıça. Bunca zahmete hiç gerek kalmazdı."

Eirinn'in sinirle gerilmesini izlerken kahkaha attı. Uzun zamandır bu kadar eğlendiğini hatırlamıyordu. Bu nöbet düşündüğünden daha keyifli geçecekti anlaşılan. 

"Gardını bir gün indireceksin," diye hırladı Eirinn. "Ve o zaman ben yine işimin başında olacağım." 

"Anlaşılan istediğin tek şey bir tüy değil." Göz kırparak koltuklardan birine kuruldu ve bacağını diğerinin üzerine attı. "Belki sana istediğini veririm, yeterince istersen." 




Bu arkadaş Druce olabilir :)





Bu da Eirinn :)

Bạn đang đọc truyện trên: AzTruyen.Top