*7* Bir Arınma!
Herkese merhabalar. Geçit yepyeni harika bir bölüme açılıyor ama giriş yapmadan önce lütfen oy vermeyi unutmayalım.
Seviliyorsunuz.
Keyifli okumalar.
Merdivene oturan Paiva, kollarını üst basmağa yaslamış ve başını gökyüzüne kaldırmıştı. Bulutsuz açık bir geceydi. Parıldayan yıldızlar göğü kaplamış ve geceyi aydınlatma görevini üstlenmişlerdi. Fani yaşamında bu kadar çok yıldızı bir arada gördüğü hiç olmamıştı. İnsanların bulunduğu her yer kalabalıklaşıyor ve belki de bu yüzden kirleniyordu. Elliden az dev ve yüzden fazla olmayan kırmızı iblislerle yepyeni bir dünyada bulunmak ona tuhaf geliyordu. Zamansızlığın içinde hepsine dair bir şeyler öğrenmişti ama yaşamak çok daha başkaydı.
Yeniden insan formuna geçen Paiva, kanatlarını özlediğini fark etmişti. Ludvig'in yüzyıllar boyunca onlarsız nasıl yaşadığını merak ediyordu. Sırtındaki tatlı acı dedikleri his kanatları olmadığı her an varlığını belli ediyordu artık. Eliyle kanatlarının çıktığı kısma uzanmaya çalıştı.
"Bu berbat fikir senindi." Arkasındaki sesle birlikte gülümsemeye başladı. "Söylenmeye hakkın yok."
"Söylenmiyordum."
"Söyleniyordun küçük kardeş."Druce, onun yanına oturup tıpkı Paiva gibi başını göğe kaldırdı.İki kardeşin gerçeklikte yalnız geçirdikleri ilk andı. İkisi de bu anı beklemişti. Druce için Paiva'nın yanında olması bir rahatlıktı. Onun tehlikede olup olmadığını düşündüğü sayısız gece geçirmişti.
"Zihin mi okumaya başladın?"
"Hayır, arzularını okuyordum. Bilirsin iblis işleri. Kanatlarını istiyorsun ama dediğim gibi bu berbat fikir senindi."
Dizini Paiva'nın dizine vurup sonrasında onu kendine çekti.
"Devler ve iblislerin birbirine alışması gerekiyordu Druce. İnsan forumunda daha kolay olacağını düşündüm."
Bu fikir kendisini de rahatlatmıştı. İblislerin varlığına hala alışamadığını fark etti. Devlerle gerçeklikte vakit geçirmiş, onları dost hatta bir sevgili olarak kabul etmişti ama iblisler hala Paiva için bir bilinmezlikti. Kendisini bildiğinden beri onlar tarafından öldürülme düşüncesiyle yaşamıştı. Sadece Druce onun için güvenilir bir limandı.Bir de Ludvig... Ona kızgındı evet ama terk ettiği düşüncesinden çok ona kendisini unutturmaya çalıştığı içindi bu kızgınlığı. Hiç tanışmamışlar gibi hiç olmamış gibi. Bu düşünce onu ürpertiyordu ve McCool aynı şekilde düşünmüyordu.
"Zoru başarıyoruz küçük kardeş. Sen ve ben daima birlikte."
"Seninle aynı göğün altında oturmak çok güzel," dedi Paiva. "Balor ve onun kötülükleri bile bir süreliğine rafa kalkıyor Druce. Sen güven veriyorsun."
"Senin için böyle," dedi Druce, bu defa omuzuyla ona vurdu. Ufak basit dokunuşları asla üzerinden çekmiyordu. "İblislerin büyük bir kısmı için hainim, diğer kısmı için de Baldemar'ın oğlu, piyonu, kuklasıyım."
"Sen onların liderisin," dedi Paiva, kaşlarını çatarak. Druce'u üzen her şeyi yok etmek istiyordu. "Onlar sana güveniyor. Ayrıca belli ki bazı devler de öyle."
Druce, kendisini ona doğru çevirdi. Kardeşinin parıldayan gözlerinde gizlenmiş haylaz ifadeyi yakalamıştı. "Devlerin bana güvendiğini hiç sanmıyorum ufaklık. Eğer sen olmasaydın şu an birbirimizi öldürüyor olurduk. Onlar sana güveniyor."
"Éirinn?"
"Ah, şu Tanrıça! Kız da tam bir McCool inadı ve öz güveni var. Paiva, tutsakken bile Asilleri öldürmeyi başardı. Gördüğü her iblisi öldürmeye çalışıyor ve bunda başarılı da oluyor. Kırmızılar yoluna çıkmamaya özen gösteriyor. Sen de tutmuş onun bana güvendiğini mi söylüyorsun? Daha akıllı olduğunu sanıyordum küçük kardeş."
Paiva, başını onun omzuna yaslayıp gülmesini gizlemeye çalıştı. Druce birçok konuda bilgili ve bilge biri olabilirdi ama söz konusu kadınlar olduğunda ne yazık ki sınıfta kalıyordu. Daha önce kadınlar hakkında hiç sevmek ya da sevilmek üzerine düşünmemişti. Yaşadığı yer ona kadınları hor görmesini ve kullanmasını öğretmişti ama Druce, sevmek ve sevilmek için birini bulmuştu. Paiva, Druce'un birgün kardeş sevgisinden çok daha farklı bir sevgiyle bir kadına tutulmasını diliyordu. "Druce, onu seni öldürmeye çalışırken izledim. Yani sanırım pek başarılı olmayı istemiyordu. Ayrıca ona saldırdığımda beni değil Éirinn'i tuttun ve kız sana zarar vermedi. Bence seninle oynamak hoşuna gitti."
"Saçma sapan konuşma Paiva! Eğer fırsatını bulursa sahiden öldürebilir."
Paiva, başını kaldırıp ona baktı. Tek kaşı yukarı kavislenmiş ve yüzünde kendini beğenmiş bir ifade vardı. "Tamam tamam bunu başaramaz elbette. Yine de onun olduğu her yerde dikkatli oluyorum. Ah kutsal ruhlar, bir kere cehennem alevlerini tuttu biliyor musun? O minik Tanrıça da göründüğünden daha fazla şey var küçük kardeş."
"Bence de," dedi Paiva. Bu defa ciddi konular üzerine düşünüyordu. "Ludvig gelmeden önce bakışları pek normal değildi. Gözleri içime işlemişti sanki. Canım yanmadı ama tuhaftı, sanki her an acıyla kıvranacakmışım gibi hissettim."
Druce da tıpkı Paiva gibi ciddileşti. "O bir yok edici," dedi."Bir yanım seni ondan uzak tutmak isterken diğer yanım Éirinn'in planımız için işimize çok yarayacağını söylüyor."
"Anlamadım, Éirinn'in ne olduğunu düşünüyorsun?"
"Yok edici. Tanrılar arasında bile korkutucu bir yetenektir. Dünyanın kuruluşundan bu yana yalnızca altı yok edici oldu. Kıyamet alameti bile sayılıyor. O Tanrıları öldürebilir küçük kardeş. Gerçekten öldürebilir ama Hel'e değil sonsuz bir yok oluşa götürür. Eirinn'i gördüğümde güçlü biri olduğunu anlamıştım ama iblislerden birini ona dokunmadan öldürdüğü an onun gerçekte ne olduğunu öğrenmiş oldum. Onun ne olduğunu saklamaya çalışıyorlar ama eminim, Éirinn kesinlikle bir yok edici. McCoollar Eirinn'in kurtulmasını istedi. Benimle iş birliği yaparken tek şartları bu oldu. Éirinn'i kurtaracak ve gerekirse Balor'un sonu gelene kadar onu korumam şartıyla. Bana söz verdirdiler."
"Devler verdikleri sözleri önemser," dedi Paiva. Drucu'un bu konuda ne düşündüğünü merak ediyordu. Zaman zaman kurnazlıklar yapan Druce'un ne olursa olsun her zaman verdiği sözlerde durduğunu biliyordu ama söz oyunlarında oldukça iyiydi.
"Öyle bakma küçük kardeş. Plan her şeyden önemli!"
"Ve..."
"Onlara söz verdim elbette. Onu kurtaracak ve Balor'dan koruyacaktım." dedi geriye doğru yaslanarak. Rahat görünmeye çalışıyordu ama huzursuz olduğu gün gibi ortadaydı. Paiva, her ne kadar gerçeklikte onu görmemiş olsa da ağabeyini iyi tanıyordu.
"Yalnızca Balor'dan mı?" diye sordu Paiva. Çünkü bunun Druce'un bilinçli yaptığı bir söz oyunu olduğundan emindi.
"Sözüm bu."
"Druce!"
"Bak küçük kardeş, hayatımda değer verdiğim tek ruh sensin. Onun dışında herkesi harcayabilirim, plana sana zarar gelmeyeceği sürece devam edeceğim. Bu sırada beni aksatmayacaksa Éirinn'i de koruyabilirim elbette."
Paiva'nın yüzü asıldığında kolunu ona dolayarak kendisine çekti. "Surat asma küçük kardeş. Elimden geleni yapıyorum ama herkesin önceliği vardır."
"Bir gün benden daha çok değer verdiğin biri olacaktır, buna inanıyorum."
"Öyle mi dersin? McCool ile bir sohbet ayarlamalıyım. Éirinn ve senin değerin üzerine."
"Ah yapma!" Paiva eğleniyor gibiydi. Druce'un yıllar boyu hazırlandığı planı sırf onu sevdiği için ikinci plana atması ona umut veriyordu. Druce sevmeyi bilen bir adamdı.
"Neden? Aynı şey değil mi? Ağabeyler küçük kardeşlerine daima değer verirler. Bir kadın buna engel olamaz."
"Onları aile olarak görmediğin için böyle düşünüyorsun."
"Nereden biliyorsun bakalım çok bilmiş. Belki görüyorum."
Paiva heyecanla ellerini çırptığında ikisi de kahkahalarına engel olamadı. Sonra bir kez daha başlarını göğe kaldırıp gecenin sessizliğine sığındılar. Yıldızlar göz kırparak onlara selam veriyordu sanki. Birlikte olduklarına inanamıyormuş gibi ara sıra birbirlerine bakıp gülümsüyorlardı.
"Burası minik bir dünya olmuş. Denizin kokusunu alabiliyorum. Çok uzakta olamaz."
Derin bir nefes alıp tuzlu deniz kokusunu ciğerlerine doldurdu. Hafif esinti saçlarını okşayıp havalandırıyordu. Teni karıncalamıştı. Bir şeylerin eksik olduğunu hissediyordu.
"Uzak değil. Burada her şey bize yakın küçük kardeş. Denizler, nehirler, dağlar."
Paiva, evlerin uzandığı yola doğru baktı. "Evler devler için çok uygun." dedi. "Her şeyi düşünmüşsün."
"Bize eşlik edeceklerini planlamıştık."
"Çok fazla ev var. Ne planlıyorsun Druce? Bilmediğim ne var?"
İç çeken Druce, nefesini yavaşça geri bıraktı. "Çok şey planlıyorum. Yeni bazı bilgiler edindim. İşimize yarayabilecek bazı silahlar ve o silahların yerlerini mesela. Yakında hepsini öğreneceksin ama bu gece değil. Dinlenmeni istiyorum."
Paiva, istemsizce Ludvig ve Éirinn'in birlikte kaldıkları eve baktı. Druce, nereye baktığını anladığında gözlerini devirerek ona elini uzattı. Kalkmasına yerdım ettikten sonra "Dinleneceksin küçük kardeş. Benim yanımda!" dedi.
"Bana çocukmuşum gibi davranma."
"Öyle mi? Üzgünüm ama bunu sen istemiştin. McCool işi canımı sıkıyor Paiva, ne zaman vazgeçeceksin merak ediyorum."
"Druce..." Paiva, söze başlayacakken McCoolların kapısı büyük bir gıcırtıyla açılmıştı. Paiva dikkatini oraya verdiğinde Deirdre'nin içeriden çıktığını gördü. Üzerinde dev formunda giydiği kıyafetleri vardı. Çuval gibi görünen kumaşların içinde bile hoş bir kadındı. Ancak dış görünüşü pek içini yansıtmıyordu. Gözleri kısılmıştı. İçini kıskançlığın kaplamasına izin veremezdi. Deirdre'yi buraya getiren kendisiydi. Dev kadını öfkeyle değil ama hararetle çıktı. Ludvig kapıda belirdiğinde Druce, birkaç merdiven aşağı indi.
"Bu Airmid'in kızı değil mi? Hani şu ölenleri geri getiren Tanrıça. Bunlar yüzünden ellerimden kaç ruh kayıp gitti biliyor musun? O ve Mccool'un bir ara birlikte olduğunu duymuştum."
"Nereden duymuş olabilirsin Druce?"
"Sen onunla ilgilenmeye başladığında Mikell'i savaş tekniği dışında da tanımam gerektiğine karar verdim." dedi. "Demek ki doğruymuş. Neydi kızın adı?"
"Deirdre ve hayır sakın onu ima etme."diye uyardı Paiva. İçini kaplayan duygulardan kurtulmaya çalışıyordu ve Druce'un imaları kesinlikle çabasını baltalıyordu.
"Tatlım yüzyıllar süren bir yaşamda McCool bolca kadınla..."
"Druce!"
Druce teslim olurcasına ellerini yukarıya kaldırdı. "Tamam, sustum." dedi. "Ama iyi düşün küçük kardeş. McCool, sana değer veriyor olabilir ama aile olmak istemiyor. Onun arzularını okudum. Keşke bunu sen de yapsaydın. Adam bir aile kurmayı düşlemiyor. Hayatına onca erkeğin girmesinin sebebi buydu, sen arıyordun. Aile kurabileceğin birini aradın. Hiç gitmeyecek birini. Bunu belki de çocukluğundan beri baban tarafından terk edildiğini sandığın için yaptın ama senin arzun bu. McCool belki gitmeyecek ama aile de olmayacak. Onun seni neden istediğini bir düşün. Seni mi istiyor yoksa... Bak tatlım, tüm bu kıyamet yaklaşıyor saçmalığını aştıktan sonra senin için istediğim tek şey ailenin yanında olman. Seni sevenlerle birlikte olmalısın Paiva. Seni istiyor mu? Öyleyse tamamını istemeli."
Druce bilmiyordu ama Paiva'yı bu defa yakalayabilmişti. En büyük korkusunu dile getirmişti. McCool onu seviyordu. Bundan emin olan Paiva, yüzyıllar önce hayatına giren ilk kadını kıskanıyordu. McCool bir aile kurmuştu, şimdi yenisini istemiyordu.
Yanlarına doğru yürüyen McCool, kısa bir süre Deirdre'nin ardından baktı. Dev kadını başıyla Paiva'ya selam vererek ki bu Paiva'yı çok şaşırtmıştı, gözden kayboldu. Aralarındaki husumet asla kapanmayacaktı, Paiva bundan emindi. Onu yanında getirdiği için minik bir minnet duyuyor olabilirdi.
Ludvig, onların yanına geldiğinde doğrudan Paiva'yı hedef almıştı. "Neden sürekli benim emirlerim seninkilerle çakışıyor Paiva," dedi.
"Senin emirlerinle mi?" diye sordu masumca.Gözlerini kırpıştırarak bakmayı sürdürdü. Masum olduğuna onu inandırdığını ummaktan başka seçeneği yoktu ancak Paiva zeki bir kadındı.
"Deirdre ordumda değil. Asla da olmayacak."
"Tamam, bu senin bileceğin bir iş." diye cevapladı ancak içten içe ne yapması gerektiğini düşünmeye başlamıştı bile. Onu kızdırmak hoşuna gitmişti. Ancak Deidre'yi buraya getirmesinin gerçek sebebi çok daha başkaydı. Druce gibi bazı planlarını şimdilik kendine saklıyordu.
"O halde burada ne arıyor!"
Paiva, dişleriyle dudaklarını kemirerek düşünmeye başladı. Druce yanında hafifçe kıpırdandığında gözlerindeki ölgün bakışlar bir anda canlandı. "Druce'un ordusunda çünkü!"
"Ne!"
İki adam aynı anda bağırdığında yüzünü buruşturdu. "Burada kalması için bir yere ait olması gerekiyor. Kendi ordumu kurmamı istemiyorsanız onu birinizin alması gerekiyor."
"Seni iblis," dedi Ludvig. Ama yüzündeki kızgınlık gitmiş yerine daha eğlenceli bir ifade gelmişti. "Oyunlara çok çabuk alışmışsın."
"Daha neleri var Ludvig, seninle oynamayacağım için çok şanssızsın."
Ludvig, onu baştan aşağı süzdüğünde Paiva da aynı şeyi yapmıştı.
"Hımm, bence o kadar emin olma Küçük Şeytan. Oyunlarını üzerimde kullanmaya şimdiden alışmışa benziyorsun çünkü."
Druce, ikisinin arasına girerek "Oyun yaşını geçmedik mi?" diye sordu. "Ne bu şimdi Aleck gibi tuhaf tuhaf konuşmalar." dedi. Paiva ve ikisinin yeniden aynı saçmalıklardan bahsetmemesi için McCool'a "Bu arada Aleck hala yaşıyor mu? Öncüler aynı anda bir sürü şey düşünmeye başladı. Aralarında Aleck'i bulmakta zorlanıyorum." dedi.
"Kaçtı!" dedi Ludvig huysuzca. "En iyi yaptığı şey. Bunu söylemek ne kadar doğru olur bilmiyorum ama her zaman tercih ettiğim düşman sendin Druce. En azından kaçmıyordun."
Druce, "Sen de fena değildin," dedi. "Tabii Paiva'yı rahat bırakmazsan buna devam edeceğiz zaten. O zaman en iyisi kimmiş anlamış oluruz."
"Aslında, "dedi Ludvig, Paiva'nın söze girmesini izin vermeden. "Onunla biraz konuşmak istiyorum."
"Konuş," Kolunu merdivenin duvarına yaslayarak tek ayağını diğerinin önüne attı. Pantolonu her zamanki gibi boldu. Üzerindeki kırmızı tişört, kendi ordusunu simgeliyordu. Ludvig ise tamamen beyaz giyinmişti. Tıpkı kanatları gibi diye düşündü Paiva. Bol gömleğinin içinde bile belirgin kasları Paiva'yı etkilemeyi başarmıştı. O gömleğin altında onu nelerin beklediğini biliyordu.
"Yalnız konuşmak istiyorum."dedi Ludvig kibarca. "Eğer senin için sorun olmazsa biraz yürüyebileceğimizi düşündüm."
Druce için mi? Paiva bu tuhaf konuşmanın ne kadar daha tuhaflaşacağını merak ediyordu. Onun isteyip istemediğini sorması gerekmez miydi? Mağara adamı Ludvig!
"McCool, saf olma. Buna asla izin vermem. Kardeşimden uzak duracaksın yoksa benimle de yakınlaşmak zorunda kalırsın."
Ludvig, yılgın bir ifadeyle baktı. Savaşmak istemiyordu. "Druce, senin işkencelerine katlandım, Balor'un gücümü çekmesini yaşadım. Ancak tükendiğim yer tam olarak burası."
Druce, tedbirli olmaya çalışsa da McCool'un sözlerinden etkilenmişti. Onun çökmüş omuzlarına bakıp gerçeği gördü: Bir erkeği -savaşçı bile olsa, bitirebilecek tek şey bir kadındı.
"Bunu düşmanına söylememelisin McCool."
"Aklımda olsun, düşmanıma söylemem. Şimdi onunla konuşmaya ihtiyacım var. Éirinn uyudu ve uzun süre onu yalnız bırakmak istemiyorum. Kısa bir zamana ihtiyacım var."
"İyi peki, yürüyebilirsiniz." dedi Druce. "Patikayı takip edin." Sonra tehdit edercesine bakarak "Patikadan ayrılmayın. Sizi ararsam orada bulmak istiyorum." diye ekledi.
Paiva, konuşma boyunca sessiz kalmıştı. Druce onu öptükten sonra sessizliğini koruyarak aşağıya indi. Yürümeye başlamıştı. Onlara şimdilik itaat ediyormuş gibi görünmenin bir sorun yaratmayacağına karar verdi. İki adam, birkaç şey daha konuştular ama onları dinlememişti bile. Hafifçe esen rüzgâr tenini okşuyordu. Yumuşak bir dokunuştu. Burnuna dolan deniz kokusu Devler Geçidi'ni anımsatmıştı ona. Ağaçların arasından uzanan yola girdiğinde Ludvig de ona yetişerek kısa bir süre Paiva'ya ayak uydurdu.
"Ne o, şimdi de sessizliğinle mi cezalandıracaksın beni?" diye sordu pes ederek.
"Hayır, sadece gecenin tadını çıkarıyorum."
"Gecenin tadını çıkarman için daha farklı yollar biliyorum. "Paiva, durduğunda o da durdu. "Abartmadın mı Küçük Şeytan?" Ludvig'in bakışlarında yalvarmanın izleri vardı.
"Abartı mı? Sen beni terk ettin McCool!" Ludvig, konuşmak üzereyken onu durdurdu. "Eğer ben ölüme giderken seni paket yapıp başka yere göndersem yine böyle mi düşünürdün merak ediyorum. Ölüm neden bizi ayırsın ki!"
"Oradan kurtulma şansın olmazdı ve ben bunu izlemek zorunda kalırdım. Ölümünü izlememi istiyordun!"
"Senin de öyle. Kurtulamayacağına inanıyordun ve bana kendini unutturdun Ludvig! Seni tamamen unutabilirdim. Gerçekten bunu istedin. Sana en çok kızdığım da bu oldu. Eğer hatırlamasaydım ve sen... Sana bir şey olsaydı seni hatırlamayacaktım. Ben acıya da razıydım, yaşanmışlıklar en büyük hazinemiz. Merak ediyorum da bu senin umurunda mı? Sahiden ben umurunda mıyım? Ölmemi istemiyorsun ama seni unutmam da çok önemli değil. Neyim ben? Kurtarılacak bir zavallı mı?"
Bir süre daha yürüdükten sonra, çakıl taşlarından oluşan bir yola girdiler. Yerler nemliydi ve bu tarafta rüzgar daha sert esiyordu. Ludvig, onu kolundan tutarak durmasını sağladı. Üzerindeki bol gömlek rüzgarın etkisiyle havalanıyordu. Paiva, onun teninin yaşattığı hisleri düşünüp sertçe yutkundu. Şimdi onu hayal etmesi hiç doğru değildi ama bu kadar yakınındayken dokunuşlarını anımsamak ve yeniden istemek çok kolaydı.
"Unutturmasaydım kurtarmaya gelirdin ki hatırladığın anda bunu yaptın." dedi Ludvig, konuşmaya kaldıkları yerden devam ederek.
"Ve kurtardım."
"Bak özür dilerim. Sadece seni kırdığım için ama yine olsa yine yaparım Paiva. Orada kızlara neler yapabileceklerini hayal bile edemeyiz."
Paiva, zamansızlığın içine çekildiğinde cehennem bekçisi tarafından kendisine gösterilen kızların ne halde olduğunu anımsadı. Druce'un onlar için ne kadar üzüldüğünü düşününce gerçekten de bunu hayal bile edemeyeceğine emin olmuştu. "Doğru edemeyiz," dedi. Ludvig bu kabul edişi beklemiyordu. Hazırlıksız yakalanmıştı.
"O zaman affedildim."
"Hayır. Henüz değil," dedi. "Deirdre neden senin evinden çıkıyordu?"
Ludvig, sinirle güldü. Gerçi bu gülümsemekten daha çok homurdanmaya benziyordu. "Onu buraya getiren kişiye mi sorsak?"
"Ben onu buraya getirdim. Senin evine değil! Soluğu sürekli yanında alıyor."
"Keşke bir başkası soluğu yanımda alsaydı. Ne bu şimdi Deirdre'yi mi kıskanıyorsun?"
Paiva'nın elini avucunun içine aldı. Aralarındaki tüm mesafeyi kapatmış ve bedenlerini birbirine bastırmıştı. Beline uzanan kolu onu mümkün olduğunca kendisine çekti. Başını aşağı eğerek "Sensiz duramıyorum bebeğim. Tek istediğim sensin." diye fısıldadı. "Beni özlediğini biliyorum. Neden buna bir son vermiyoruz?"
Onu kaldırdığında Paiva bacaklarını beline doladı. Karnındaki baskı sancıya dönüşmüştü. Bedeni ona ihanet ediyordu sanki. Ludvig için yanıp tutuşan teni aklındaki tüm intikam sahnelerini yok etmişti. Sırtı bir ağacın gövdesine yaslandığında Ludvig'in dudakları boynunda gezinmeye başladı. Dudaklarından dökülen iniltiler bedeninin arzuladığı tüm istekleri haykırıyordu. Ludvig'in elleri teninde gezintiye çıkmıştı. Duraksadığı her yerin tadına varıyordu.
"Bebeğim. Seni istiyorum. Şimdi istiyorum."
"Birazdan Druce'un geleceğine eminim," dedi. Sanki uzun bir koşudan gelmiş gibi nefessiz kalmış, konuşmakta zorlanmıştı.
"Bu umurumda değil."
Ludvig'in ondan uzak durmak için çaba harcadığı zamanları anımsayan Paiva, şimdi bu denli isteniyor olmaktan hoşnuttu. Ne kadar daha dayanabilirdi bilmiyordu ama Ludvig tarafından arzulanıyor olmak harika hissettiriyordu.
"Paiva, şu an neler hayal ettiğimi bir bilsen. Onların gerçek olması için birçok şeyden vazgeçebilirim. Bu senin elinde Küçük Şeytan, seni istiyorum. Söz veriyorum bir daha plan yaparken öncelikle birlikte olabileceğimiz bir şeyler düşüneceğim. Lütfen buna son ver artık. Seni terk etmedim bebeğim ve terk etmeyeceğim."
Paiva, ona karşılık vermemek için kendisini zor tutuyordu. Ancak Druce'un sözleri hiç olmadık yerde zihnini doldurdu: McCool, sana değer veriyor olabilir ama aile olmak istemiyor. Hayatına onca erkeğin girmesinin sebebi buydu, sen arıyordun. Aile kurabileceğin birini aradın. Hiç gitmeyecek birini. McCool belki gitmeyecek ama aile de olmayacak. Onun seni neden istediğini bir düşün. Seni mi istiyor yoksa...
Bacaklarını onun belinden çekip aşağı indi. Ludvig, şaşırmıştı. Bu kadar ani bir uzaklaşma beklemiyordu. Bu gece Paiva onu sürekli şaşkına çeviriyordu. Şimdi onları neyin beklediğini merak etti.
"Bence bunu yapmamalıyız."
"Bence yapmalıyız. Bunu istiyorsun Paiva. Sen uzak durmak istesen de bedenin öyle söylemiyor. Bence o bana hazır ve beni arzuluyor. İnat etme artık, seni terk etmediğimi biliyorsun. Cezalandırmak istedin ve bunu yaptın. Şimdi neden kendi arzularını dinlemiyorsun?"
"Kendinden çok eminsin bay ukala ama kararı bedenim değil beynim veriyor. Bunu yapmayacağız."
Ludvig, derin bir nefes alarak, "Sebep?" diye sordu.
Paiva sahte bir öksürükle az önceki baygın halinden çıkmaya ve ciddi görünmeye çalıştı. "Bir tür arınma yaşıyorum diyelim."
"Ne arınmasıymış bu?"
"Cinsel arınma. Hızlı olan yaşamımda biraz durağanlık istiyorum. Biriyle birlikte olmaya ara verdim."
"Biriyle? Bebeğim ben biri değilim ve öyle biri olursa yaşayamaz bunun farkındasın değil mi?"
"Senin evinden kadınlar çıkarken de böyle mi düşünüyorsun?"
"Senin evinden erkekler çıkamaz Küçük Şeytan." dedi. "Ayrıca o kadını buraya sen getirdin! Bu ne Paiva, çocuk muyuz biz? Ben seni istiyorum sen de beni. Böyle saçma bir arınma duymadım!"
Ludvig, bir kez daha ona yaklaştı. Yüzünü boynuna yasladı. Dudakları belli belirsiz bir temasla değiyordu. Pes etmeyecekti. Nefesinin ılıklığı Paiva'nın boynunda gezindi. Ona hayır demek zorlaşmaya başlamıştı. Ludvig, elini onun kıyafetinin altına sokup yukarı doğru çıktı. Diğer eli kalçasında gezinmiş ve onu kendisine bastırmıştı. Paiva, hissettiği çıkıntıyla birlikte gerçekten onu arzulayan bedenini durdurmakta zorlandı. Tüm bedeni ona ihanet etmiş ve kendisini onun kollarına bırakmıştı. "Böyle işte Paiva, beni istiyorsun."
"Bu şekilde değil."
"Bana beni istemediğini söyle o zaman. Seni öpmemi istemediğini söyle." Dudakları aralandı ve boynuna küçük öpücükler bırakmaya başladı. "Buna devam edebilirim bebeğim. Seni öpmeye ara vermeden buna devam edebilirim."
"Böyle değil. Ayrıca benim değil senin isteklerinden konuşmalıyız."
"Bu da ne demek? Bu gece seni anlamıyorum Küçük Şeytan."
Paiva geriye çekildi. Bunu tüm gücünü kullanarak yapmıştı sanki. Onu o kadar çok istiyordu ki ama şimdi teslim olursa Ludvig'e istediği şekilde asla sahip olamayacaktı.
"Beni istiyorsun," dedi Ludvig'e.
"Elbette. Sana dokunmadığım anlarda kendimi yarım hissediyorum."
"Tam olarak hayatının neresindeyim Ludvig?"
"Anlamadım."
"Hayatının neresindeyim dedim. Bunun nesini anlamadın?"
"Her yerinde! Bu saçma sorularla nereye varacaksın?"
"Beni seviyorsun, terk etmeyeceğine söz veriyorsun ama bir çocuk istemiyorsun."
"Çocuk mu? Bu da nereden çıktı? Sen de istemiyorsun ki!"
Paiva, yaşadığı hayal kırıklığını yansıtmak istemiyordu ama elinde değildi. "Hayır, ben şimdi istemiyorum ama sen hiç istemiyorsun. Aile olmak istemiyorsun. Beni ne kadar daha seveceksin Ludvig? Kaç gün, kaç ay, kaç yıl!"
"Seni sonsuza dek sevebilirim demiştim diye hatırlıyorum."
"Sonsuzluk çok uzun Ludvig. Aile olmak istemediğin biri için fazla bir zaman." Duraksayıp dişleriyle dudaklarını kemirdi. Elleri birbirine kenetlenmiş ve tüm gücüyle sıkmaya başlamıştı. "Bence sen karını aşamadın."
"Karım mı? Paiva benim 650 yıldır bir karım yok!"
"Evet yok. Çünkü aklında hala tek bir kadın var. Aile kurduğun, ondan çocuklarının olduğu tek kadın! Ludvig bence sen hala onları düşünüyorsun ve yerlerine başka aile koymak istemiyorsun." Ludvig konuşacağı sırada "Hayır sus ve dinle," dedi. "Ben kimsenin yerine geçmek istemiyorum. Elbette onları düşünecek ve sevmeye devam edeceksin ama hayat akmayı sürdürüyor. Bence sen onlara ihanet edeceğini düşündüğün için bir daha hiç ailen olsun istemedin. Bu yüzden sadece McCoolları aile olarak gördün ve Eirinn'i bir kardeş belki de bir çocuk gibi görüp büyüttün. Ailene ihanet etmeyeceğin farklı bir sevgi olduğu için."
"Saçmalıyorsun."
"Öyle mi? Bu önemli değil. Ben kararımı verdim. Bir daha hayatımda yalnızca seks olmayacak. Beni gerçekten isteyecek biriyle yaşayacağım çok özel anlar olacak o kadar."
"Biriyle mi? Öyle biri olmayacak!" dedi. Sesi göğe yükselip katlanarak çoğalmış gibiydi. Yüzündeki ciddi ifade sert hatlarına karışıyordu.
Paiva, hüzünle gülümsedi. "Şu an bunu anladım zaten Ludvig. Asla beni o şekilde sevmeyeceğini başka türlü anlatamazdın."
"Öyle demek istemediğimi biliyorsun. Kendimden bahsetmiyordum. Seni seviyorum lanet olası! Bunu daha nasıl anlatabilirim. Seni sevmeye devam ediyorum Paiva, görmüyor musun? Her zaman da devam edeceğim. Seni her şeyinle istiyorum."
"Her şey değil Ludvig. Sen yalnızca bedenimi arzuluyorsun."
Ludvig ona şaşkınca baktı. "Yalnızca bedenini mi? Paiva, bu sadece cinsellikle ilgili değil. Bu çok daha başka bir şey. Biliyorsun."
"Hayır bilmiyorum ve konuşmak istemiyorum. En azından şimdilik. Bu konuyu kapatabilir miyiz? Sadece bana saygı duymanı bekliyorum."
"Saygı duyuyorum." dedi. Ona arkasını dönüp ellerini saçlarının içine geçirdi. Sinirli görünüyordu ama bir an sakinleşip yeniden Paiva'ya baktı. Gözlerinin içinde bir parlaklık vardı. "Peki, doğru mu anladım? Ben seni her an etkilemeye çalışacağım ve sen bana hayır diyeceksin. Çünkü bir tür arınmadasın."
"Evet."
"Peki, seks arınmanı öpmek ve dokunmak da kapsıyor mu? Çünkü sana dokunacağım ve öpeceğim Küçük Şeytan ve sen bana hayır demeyeceksin."
"Ya dersem?"
"Demeyeceksin. Sana zaman tanıyacağım Paiva, sadece anlaman için ve bu zamanı ben de iyi değerlendireceğim. Sanırım kendimi sana tam olarak anlatamadım."
Elini usulca onun beline doğru kaydırdı. Kendisine doğru çektiğinde bedenleri arasındaki boşluk bir kez daha kapandı. Paiva gözlerini irileştirmiş ve bakışlarını aşağı doğru çevirmişti.
"Bu..."
"Seni özlediğimi söyledim. Sana saygı duyuyorum ama bedenime söz geçiremem. Belki fikrini değiştirirsin bebeğim."
"Hayır," dedi ama kendisinden o kadar da emin değildi. Ludvig, büyük, gerçekten büyük bir istekle ona bakıyordu. "Arınmamı sürdüreceğim."
Ludvig'in dudakları iki yana kıvrılmıştı. Paiva'nın direncini kırmaya başladığından emindi. Devam edebilirdi ama büyük bir patırtı ikisinin de dikkatini dağıtmıştı. "Bu da neydi?" diye sordu Paiva.
"Bilmiyorum ama baksak hiç fena olmaz. İkimizin yokluğu düşmanlığı su yüzüne çıkarmış olabilir."
Ludvig ilk adımını attığı anda değişmiş ve kanatlarını çırparak göğe yükselmişti. Paiva değişiminde onun kadar hızlı olamasa da yetişmesi uzun sürmedi. Yeniden kanatlarını çırpabiliyor olmaktan dolayı iyi hissediyordu. Ancak korku yürüeğini kaplamıştı. Ya Druce'a bir şey olduysa?
Evlerin bulunduğu yere vardıklarında, Ludvig, Éirinn'i bıraktığı evin kapısını açık bulmuş dahası devler ve iblisler içine doluşmuştu. Büyük bir korkuyla içeri girdiğinde Druce'u Eirinn'in önünde diğerlerine karşı korurken buldu.
"Sakin kalın!" diye gürlüyordu iblis.
"O bizden birini öldürdü!" dedi iblislerden Oriaon. Değişim geçirmemişti. Paiva bunun iyi bir şey olduğunu düşünüyordu. Hala Druce'un emirlerine sadıktı.
"Hayır, hayır, hayır. Sizden değildi. Değildi. Beni öldürecekti." Éirinn sözlerini anlamsız sesler çıkararak sürdürdü. Kendisinde değildi. Ludvig ona yaklaşacağı sırada Druce daha hızlı davranarak Éirinn'e doğru dönüp önünde diz çöktü. "Sakin kal Éirinn," diye fısıldadı. "Burada kal. Bizimle kal."
"O düşmandı. Öldürmek istemedim ama o, o beni öldürecekti."
Oriaon, az önceki öfkesinden arınmış şekilde yerde yatan iblise baktı. Bedeni yavaş yavaş küle dönüyordu. Paiva daha önce böyle bir şey görmemişti. Neden yok olması bu kadar yavaştı? "Gerçekten hain olabilir mi?" diye sordu Oriaon.
Druce ayağa kalkıp başını yana eğdi. Bir şeylere sinirlenmiş gibiydi. Devler her an tetikte bekliyordu. Éirinn'e karşı yapılacak bir saldırıda onu korumak için hazırlardı. Deirdre bile kızın hemen yanında yer alıyordu. Yanındaki Greg'e doğru eğilip bir şeyler söyledi.
Deirdre'nin kıpırdanması Druce'un ilgisini çekti. Dev kadınına bakarak bir süre daha düşündü. Aklından geçenler pek hoşuna gitmemiş gibiydi.
"Yine de bu bir gerçeği değiştirmez. Bu kadın, ona dokunmadı bile," dedi iblislerin arasından zayıf bir ses. "Açık kapıdan içeriyi görebiliyordum. Joakim, onun tam karşısındaydı. Ne yaptığını göremiyordum ama o," dedi itham edercesine parmağını Éirinn'e uzattı, "Sadece bakarak onu öldürdü. Cehennem ruhları adına, böyle bir şeyi daha önce hiç görmemiştim. Bir tür transtaydı sanki. Yüzü tüm iblislerden daha kötüydü. Ölümdü!"
Ludvig, Éirinn'in yanına gidip ona sıkıca sarıldı. Titreyen kız biraz rahatlamış gibiydi. "Sakinleş tatlım," diye fısıldadı ona. "Yanındayım."Ludvig'in etkisi Éirinn üzerinde hızla işe yarıyordu.
"Onu öldürdüm ama yapmasaydım o beni öldürecekti Ludvig. Çok korkutucuydu."
"Korkutucu olan neydi?" diye sordu Druce. "Senin bizden korktuğun pek görülmüş şey değil. Söyle Éirinn seni ne korkuttu?"
"O bana bakarken, cehennemi gördüm."
Druce bu sözlerin üzerine rahatlamıştı. Cehennem Kabusu, işkence yöntemlerinden biriydi. Bir tür zamansızlık içine çekilen kurbanlar orada işkenceye maruz bırakılırdı. Gerçek yaşamda hiçbir iz taşımazlardı ama acıyı olduğu gibi hissederlerdi.
Druce, iblislere döndü. Éirinn'in sözleriyle rahatlamış gibiydi. "Joakim, Éirinn'in üzerinde işkence yöntemlerini uygulamaya çalışmış. Bu da kızı aklar. Daha sonra bu ihaneti ve arkasını araşatıracağım. Şimdi dağılın!"
Paiva, odadan çıkan iblislerin arasından yarısı küle dönmüş cesedin önüne kadar geldi. "Neden hemen yok olmuyor?" diye sordu.
Druce, Ludvig ve Éirinn'e bakarak "Çünkü Éirinn çok özel biri. Öyle değil mi?" diye sordu.
Bu McCool'u şaşırtmıştı ama inkar etmedi. "Evet, öyle. O çok özel."
"Nasıl özel?" diye sordu Paiva. "Yok edici olduğunu söylemiştin. Bu tam olarak ne anlama geliyor."
"Ölen insanların ruhları Otherworld'a gelir. Kimisi cehennemde azap çeker kimisi ise cennette sefa sürer. Kural gereği onların cezaları dışında arayamayız. İblis ve Tanrılar ise öldüklerinde kayıp bir ruh olurlar. Onları aramak yasak değil Paiva. Onu bulmaya çalış, Joakim'i ara küçük kardeş. Sen bir iblissin, onun ruhunu kendine çekebilirsin. Onu ara."
Paiva, bir süre bekledi ve başını iki yana salladı "Sanırım bu yetenek bende yok."
Druce gülümsedi. Belinden çektiği hançeri bir anda Greg'in boynunda gezdirdi ve odanın içi öfkeli çığlıklardan önce, ölümün sessizliği ile doldu.
Oylar verildi mi? :)
Bạn đang đọc truyện trên: AzTruyen.Top