*6* Şiddetli Kavuşma
Geçit açılıyor...
Aramıza yeni katılanlar, eski okurlar herkese merhaba.
Bu bölüm düşüncelerinize çok ihtiyacım var. Beni yalnız bırakmamanızı umuyorum. Keyifli okumalar herkese.
Son birkaç gününü zamansızlık ve gerçeklik arasında geçiren Paiva, gizlenmiş tüm anılarına ulaşmıştı. Şimdi, iki yaşamını birleştirebilmek adına savaş veriyordu hem de gerçek bir savaşın tam ortasında. Druce'un işaretini aldığında Porsuk Ağacı'yla işi yeni bitmişti. Kendi kimliğine sonunda kavuşmuş ve yıllar boyu dinlediği planların bir parçası olmuştu. Druce'u kurtarmalıydı. Ludvig'i kurtarmalıydı. Devleri kurtarmalıydı. Bir kez daha, diye geçirdi içinden. Bu defa bir yerlere kapatılma ya da küle dönme korkusu duymuyordu. En azından yoğun bir şekilde.
Dağın zirvesine girdiğinde Ludvig, büyük bir şaşkınlıkla geride bıraktığı askerlerinin yardımlarına gelişini izliyordu. Paiva'yı henüz görmemişti. Kısa bir süre ona bakan Paiva'nın içini tuhaf bir heyecan kaplamıştı. Keşke ona bir ders verme düşüncesinde olmasaydı.
Druce'un yardıma gelenin kardeşi olduğunu söylemesiyle birlikte Ludvig'in zihninde rahatsız edici bir acıyla gezinen düşünceler, gerçeğe dönmüştü.
"Yardım lazım mı beyler?"
"İşte benim kardeşim," dedi Druce keyifle. İblislerin tamamı Paiva'nın karşısında şaşkınlıktan kalakalmıştı. Druce, kollarını açtığında Paiva hayır diyemeyeceği bir davet almışçasına ilerledi. Ona sıkıca sarıldı. Hızlı olmak zorundaydı çünkü zirve şimdiden Öncülerle dolmaya başlamıştı bile. Asiller havada asılı kalmış gibi beklerken Paiva "Gerçeklikte daha yakışıklısın," dedi. Elini Druce'un yanağına koydu. "Bu anı çok uzun süredir bekliyorum. Yanında olmak muhteşem."
Druce'u baştan aşağı süzdü. Asiller için bile iri sayılırdı. Geniş omuzları ve şişkin göğüs kafesiyle harika bir bedene sahipti. Ancak Paiva onun yaralarına hüzünle baktı. O yaralar yanında olamadığı yılları yüzüne vuruyordu sanki. Geç kalmışlardı. Çok daha öncesinde işin içine girmiş olmalıydı.
"Sen her zaman güzeldin Çalı Çiçeği. Her zaman da benimleydin. Daima birlikte küçük kardeş unuttun mu?"
Daima birlikte... Bu cümleyi çok seviyordu. Onun aile tanımında daima birlikte olmak vardı.
Paiva, gülümseyerek kıpırdanan iblislere baktı. Kırmızılar devlerin önlerinde hazır bekliyordu. Sanki onları korumak istermiş gibi görünüyorlardı. Devler büyük bir yorgunluk içindeydi. Bedenlerinden okunan işkenceler düşünülmesi bile korkunç anlar gibi görünüyordu. Karanlık iblisler ise özgür bir iblisin kızıyla karşılaştıkları için endişeliydiler. Paiva, neden saldırmadıklarını anlamaya çalışıyordu. Şaşkınlıkları uzun sürmeyecekti. Druce, onların aptal olmadığını iyi biliyordu. Korkak da sayılmazlardı. Sadece olanak dışı bir durumla karşılaşmak onları şoke etmiş olmalıydı. "Saldırmaya hazırlar," dedi Druce, Paiva'nın düşüncelerine sızmış gibi. "Güvenli alana Geçit açman gerekiyor. Kraliçe nerede?"
"Bir kafeste," dedi Paiva. Druce'un bakışlarına karşılık "Onu tehlikeye atamazdım," diye ekledi. Onu anlamalarını beklemiyordu. Kraliçe'yi kullanması gerektiğine inanıyorlardı. Cora bile buraya gelirken sürekli aynı şeyi tekrarlamıştı. Ancak Paiva için Kraliçe bir silahtan çok bir dosttu.
"Ah, kutsal ruhlar adına Paiva! Geçit açamazsak ölürüz! Hepimiz! Tanrı Dağı'na gidemeyiz. Burada kalamayız. Kraliçe işleri hızlandıracaktı."
"Gerek yok, ben hallederim. Nereye gitmek istersin?" Bir şey söylememiş olsa da ses tonundan bile böbürlendiği anlaşılıyordu. Her zamanki Paiva'ydı. Değişen yalnızca şekli olmuştu.
"Ginnungagap'a"dedi Druce ve gözlerini irileştirip Kraliçe'yi yanına neden alması gerektiğini anlamasını bekledi. "Oraya Geçit açabiliriz ama bu biraz zorlu olur. Bir kaçımız..."
"Ben hallederim," diyerek onun sözünü kesti. "Ama anlamıyorum. Neden bir boşluk daha! Artık gizlenmek istemiyorum."
"Ginnungagap ruhların sürgün yeri değil mi?" diye sordu Lucas.
"Evet bir sürgün yeri ama benim kurduğum dünya artık boşluktan ibaret değil. Bir süreliğine saklanacak yere ihtiyacımız var ve Ginnungagap bunun için çok uygun."
"Bu lanet yerden çıkalım da neresi olursa olsun," dedi Lucas. Çoktan Cora'ya sarılmıştı. Paiva onları gördüğünde bir kez daha ince bir kıskançlıkla içinin burkulduğunu hissetti. Ludvig'e baktığında adamın onu izlediğini gördü. Gözleri bedeninin her köşesini inceliyordu. Bir anda onu ilk kez gerçek formunda gördüğünü aklına getiren Paiva, bu durumu nasıl karşılayacağını merakla bekledi.
İğrenme mi? Hayır. Heyecan ve özlem vardı sadece gözlerinde.
"Çok inatçısın," dedi Ludvig.
Paiva, onun ne kadar yorgun olduğunu anlamıştı. İşkencecisi muhtemelen Druce'du ve onun ifşa olmamak adına tüm gücünü kullandığını biliyordu. Ona bir yanı hak verirken diğer yanı çok öfkeliydi. Ludvig'in Paiva için ne kadar önemli olduğunu anlamış olmalıydı Druce. Belki de sırf bu yüzden daha fazla yakmıştı canını. Alışması zaman alacaktı biliyordu. Yine de Ludvig'in yaraları yüzünden Druce'a kızmadan yapamıyordu. Ludvig'in çenesinin altındaki yara parıldayan bir kırmızılıkla kendisini gösteriyordu. Paiva oraya dokunmamak için kendisini zorlamıştı.
"Bir kez daha seni kurtarmam gerekiyordu." dedi.
"Kendini tehlikeye atmandan nefret ediyorum." dedi Ludvig. "Ama sana minnettarım Küçük Şeytan, yaptığım hataları kapatıyorsun."
"Bu defa ben de suçluyum. Onları seni izlemesi için zorladım."
"Ve bizi kurtardın," dedi Angus. Bedeni morluklarla kaplıydı. Çürümüş etlerinin sebebi cehennem alevleriydi. Ne kadarına maruz kalmıştı acaba? Yine de güçlü görünüyordu. Hepsi öyleydi. "Ayrıca bizi sen zorlamadın, sadece yol gösterdin."
Paiva, ilk defa başarının o baş döndüren hissinin tadını çıkardı. Sadece kısa bir an için. Aleck, iblislerden sıyrılıp öne çıkmıştı. Asiller gökyüzünden aşağı indiler ancak hala birkaç metre yukarıda duruyorlardı. Böylece zamanı geldiğinde rahatlıkla saldırabileceklerdi.
"Vay vay, iblisin kızı sonunda özünü bulmuş."Yüzündeki gülümseme hayranlık içeriyordu. Paiva'yı baştan aşağı süzdü, kanatlarını izlerken neredeyse gülümseyecekti.
Paiva, gözlerini Ludvig'in üzerinden isteksizce çekip Alec'e yöneldi. Onu istediği bir şeyden alıkoyduğu için öfkeliydi. Henüz ne Druce'u doğru düzgün görebilmişti ne de Ludvig'i.
"Merhaba, Aleck." dedi. Sesinde kendine güvenin izleri okunuyordu. Kanatlarını iki yana esnetti. İç kısımlardaki kırmızılık Druce'un işaretiydi adeta. Paiva'nın tarafını belli etmek için fazladan kumaş parçalarına ihtiyacı yoktu. Yine de giymeyi tercih ettiği kırmızı renkli pantolon ve kanatlarının kızıllığı Cora'nın ona verdiği zırhtan yansıyordu.
"Merhaba, Paiva. Şehvetli iblis. Oynayalım mı biraz?"
Aleck'in sözleri Ludvig ve Druce'u bir anda tetiğe geçirmişti. Paiva onlar harekete geçemeden elini yukarı kaldırdı. Belli ki beklemelerini istiyordu. Kendine olan güveni iki adamı da duraksatmıştı.
Paiva gülümsedi. "Neden olmasın. Ancak bu defa kuralları ben koyacağım."
Aleck başını iki yana sallayarak itiraz etti. "Kurallar en sevmediğim şeydir Paiva. Neden kuralları boş vermiyoruz. Sen ve ben, yalnızca ikimiz. Kural yok."
Aleck, sözlerinin ardından Paiva'nın üzerine doğru ilerledi. Yere yakın uçuyordu. Paiva'ya yaklaştığı anda iki yandan farklı engelle karşılaşmıştı. Druce ve Ludvig, Paiva'nın önünü kapattıklarında başını iki yana salladı. "Sizlerle oynamak istemiyorum," dedi. "Öncülerim heyecanlı, acıkmış ve biraz da öfkeli. Neden siz onlarla ilgilenmiyorsunuz?" Aleck'in yumruğu havaya kalktığı anda tüm Öncülerin zihinlerinde beliren 'Saldır' komutu iblisleri yeni gelen destek kuvvetin üzerine yönlendirdi. Asiller bir kez daha göğe yükselmişti.
Paiva önce Druce'a baktı. "Beni her zaman korudun. Ben bilmediğim anlarda hep yanımdaydın. Daima birlikte, bunu çok seviyorum. Ancak bana izin vermelisin. Artık kim olduğumu seçtim."
"İblis Paiva."
"Hem de en iyisi," dedi gülerek ve bu defa bakışlarını Ludvig'e çevirdi. "Bir kez daha beni kurtarmak için önüme atılmayacaksın McCool."
"Ben de seni özledim Küçük Şeytan."
Paiva, bu iki kelimeyle içine dolan sıcaklıktan hem hoşlanmış hem de nefret etmişti. Kararlı olmalıydı.
"Keşke özleyeceğin birini terk etmeseydin McCool." dedi. "Şimdi ben Aleck ile oynarken sen de sana gönderilen hediyeyle ilgileneceksin." Elini geriye doğru uzattığında Cora ona kuru bir dal verdi. Dalı aldığı gibi hazırlıksız yakalanan Ludvig'in üzerine attı. Refleksle dalı tutan McCool ne olduğunu anladığı anda onu yere saplayarak bir iki adım uzaklaştı. Ellerini üzerine silerek pislikten kurtulmaya çalışıyor gibi görünüyordu. Sırtındaki sızı artmış ve rahatsız edecek kadar acı vermeye başlamıştı. Kuru dal yeşermeye ve uzamaya başladığında devlerin tamamı heyecanla Ludvig'in etrafında toplandı. Öncüleri durdurmak ise bir süreliğine kırmızı iblislere kalmıştı. Kanatlarını kaybeden her asi dev sırtlarındaki acıyı hissediyordu.
"Bunu yapmayacağım!" dedi McCool.
"Öyle mi düşünüyorsun seni huysuz dev?"
Yeniden dikkatini Aleck'e veren Paiva bir anda iblisin üzerine atıldı. Onu yukarıya yönlendirmişti. Gökyüzünde iki iblisin savaşı başlamıştı. Aleck tecrübeli bir savaşçıydı, Paiva onun karşısında yeni doğmuş bir bebek gibi kalıyordu ama direnmeyi sürdürdü. Ne yaptığını biliyor gibi görünüyordu. Yine de yeterli gücü var mıydı?
Kanatlarını yalnızca uçmak için kullanmayan Aleck, kendi etrafında dönmeye başladı. Kanatları keskin bir bıçaktan daha tehlikeli olmuştu. Rüzgarı, Paiva'yı kendisine çekiyordu. Bir pervaneyi andıran kanatlar genç iblisin omuzuna değerek onu acıyla geriye savurmuştu. Omzunda açılan minik yaradan sızan kan, Paiva'yı rahatsız etti.
Ludvig'in ulaşamayacağı bir yerde devam eden savaş giderek şiddetini artırıyordu. Zarar gören tek kişi ise Paiva değildi. Ludvig onun aldığı her darbeyi kendi bedeninde hissediyordu.
"Druce!" diye gürledi ancak iblis Asillerin ortasında kalmıştı ve kardeşine ulaşma çabaları sonuçsuz kalıyordu.
"Kurtar onu!"
"Kurtar onu!"
İkisinin de birbirinden istediği aynı şeydi. Başını gökyüzüne yeniden çevirdiğinde Paiva'yı Aleck'in kanatlarının içinde buldu. İkisi birden düşüyordu!
"Lanet olsun!" Yere sapladığı dal yeşermiş ve büyük bir ağaca dönüşmüştü. Ağacın altına girdiği anda babasına seslendi "Seni tanıyorum, sana inanıyorum. Kanatlarımı geri istiyorum Alator!"
Ağaç bir anda ışıkla parıldadı ve Ludvig'i kendi içine aldı. Sadece kısacık birkaç saniye içinde büyük beyaz kanatlar iki yana açılmıştı. Gücünün artığını biliyor ve hissediyordu. Bedenen artık tam olmuştu ancak Paiva'nın tehlikede olduğu her an ruhu yarım kalıyordu. Vakti yoktu. Hızla koştu ve kendisini dağın zirvesinden aşağı bıraktı. Uçmanın verdiği o muhteşem hissi yeniden hatırlamıştı. Sanki onları hiç kaybetmemiş gibi hissediyordu. Kanatlarını kullanmakta oldukça başarılıydı.
Aşağı indiğinde, Alec'i yerde buldu. Kanatlarından biri hasar görmüştü. Zorlanarak doğrulmayı başardı. Ludvig, telaş içinde etrafına baktı ama Paiva'dan bir iz yoktu. Korku onu ele geçirmişti. Aleck umurunda bile değildi. Etrafında döndü ama Paiva hiçbir yerde görünmüyordu. Üzerine düşen bir gölgeyle başını yukarıya çevirdi. Şaşırmıştı. Bu kadar sessiz ona yaklaşması inanılır gibi değildi.
Paiva, ona gülümsüyordu.
Onun ne yapmak istediğini yeni anlayan Ludvig, iyi olduğu için dua ederken ona kızamamıştı bile. Önemli olan onun iyi olmasıydı sadece.
"Beni alt ettin Küçük Şeytan," dedi. "Bu iyi bir numaraydı. Tam bir iblis kurnazlığı."
"Bana güvenmeyi öğrenseydin oyuna gelmezdin Ludvig. İblisleri avlaman lazım ama sen çok sık avlanıyorsun." dedi.
"Sadece birine."
Paiva, kanatlarını çırparak yükselmeye başladı. "Şimdi Druce'a yardım etmeliyim. Aleck senindir."
Ludvig, yeniden dağın zirvesine doğru uçan Paiva'ya "Seni özledim bebeğim," diye seslendi. "Uzak durma çaban bu gerçeği değiştiremez."
"Ve terk ettin McCool. Bu gerçek de değişmiyor."
Yüzündeki ince gülümseme yerde kıvranan Aleck'in sesiyle silindi. Ona doğru döndüğünde kanatlarını kapattı. Paiva'yı takıntı haline getiren iblisi öldürmek şu an için en büyük arzusu olabilirdi.
"Bak sen," dedi Aleck. "Kanatların yeniden seninle.Demek babanla barış imzaladın. Tanrı Dağı'ndan buraya yetişmesi ne sinir bozucu."Aleck'in yüzü acıyla kasıldı. Kanadından sızan kan, yeri lekeliyordu.
Dehlizler, Alator ve onun oğullarına kapalı olmalıydı. Neden onlar Tanrı Dağı'na gidemiyorken devler varlıklarıyla dehlizleri zehirliyordu.
"Keşke senin baban da aynısını yapsaydı Aleck. Çünkü şimdi, burada yalnız öleceksin."
"Bu ne hadsiz bir düşünce McCool." dedi. Ayağa kalktı. Zorlukla dengesini sağlamıştı. Sağlam kanadı açılıp kapandı. Bu hareket bile ona acı vermiş olacak ki dudaklarından acı iniltiler döküldü. "Sana yenilmeyeceğim."
"Seni dinlemeyi isterdim ama benim gidip batırdığım işleri toparlamam lazım Aleck. Bu yüzden işini hızlı halledeceğim."
Ona yaklaştığı anda ikisinin arasına giren karaltı, bir gök gürlemesiyle birlikte büyüdü. Çember genişledi ve bir pencereye dönüştü sanki. Dışarıya akın eden Öncüler, McCool'un üzerine saldırdı. Kalabalık Öncü ordusundan Aleck'i seçmekte zorlanıyordu. Geçit kapanmadan hemen önce kırılmış kanadıyla birlikte içeriye giren Aleck gözden kayboldu.
"Seni korkak pislik," diye bağıran Ludvig, Öncülerle giriştiği savaşta Aleck'i yeniden düşünmeye fırsat bulamamıştı. Her yöne doğru binlerce Öncü açılan Geçitlerden onlara doğru geliyordu. Lanet olası iblisler!
McCool kanatlarını bir kez daha açarak zirveye doğru uçtu. Paiva'nın getirdiği devler zirvedeki Öncüleri temizlemişlerdi ama çok kısa süre içinde yenileri gelecekti.
Lucas'ı gören Ludvig, gözleriyle etrafı taradı. Paiva iki devin tam ortasındaydı. Az önce iblislerle savaşmamış gibi o iki deve gülücükler saçıyordu. Şeytan tüyü dedikleri bu olmalıydı! Tüm devler Paiva'ya bayılıyordu. Ludvig, içinde bir kıskançlığın dalgalandığını hissetti. Henüz o gülücüklerden kendisine bir pay düşmemişti.
"Harika kanatları var," dedi Lucas. "Siyah ve kırmızı. Tam Druce'un askeri gibi."
"O sadece Paiva dostum. Bir asker olmaktan uzak ve ben o uzaklığı korumasını sağlayacağım," dedi. Lucas'a ciddiyetle baktı. "Cora'nın da uçtuğunu fark etmişsindir. Sen beni bırak da onunla ilgilen. Elinde nasıl tutacaksın merak ediyorum."
"Tutmak mı? Onu asla tutmadım Mikell, o hep bana geldi. Ben de bunun değişmemesini sağlayacağım. Cora kanatlarını benden uzaklaşmak için çırpmaz."
Ludvig, yanlarına doğru gelen Cora'ya bakıp derin düşüncelere daldı. Paiva için de aynı şeyin olmasını diliyordu ama iblis yanıyla barışmış bir Paiva'yı tutmak mümkün olur muydu? Onu asla tutmadın Mikell, o hep sana geldi.
Bana bir kez daha gelecek misin Küçük Şeytan?
Cora "Tükenmiyorlar. Buradan çıkmalıyız,"dedi. "Bu lanet olası yerde gün hiç doğmuyor Mikell."
Ludvig, bir parça güneşin fena olmayacağını düşünüyordu ama iblisler Öncüleri kullanmak adına dehlizlere gün ışığı sokmamak konusunda oldukça dikkatliydi.
Ludvig, Druce'a seslendi. Onları fark eden iblis soluklanmak için bile durmadı. Diğerlerine de talimat vererek yanlarına indi. Önce McCool'un kanatlarına bakıp kaşlarını havaya kaldırdı. "Onları düşman olmadığımız bir zamanda edinmen ne hoş McCool."
"Bir şeytanın oyunu diyelim," dedi Ludvig. "Druce, haklıydın, burada düşman tükenmeyecek. Her yönden Geçitler açılıyor ve Öncüler geliyor."
"Öyleyse aynısını biz de yapalım," Druce, etrafta Paiva'yı aradı. "Küçük Kardeş, şimdi sıra sende. Madem Kraliçe'yi getirmedin o zaman bizi bu cehennemden çıkar!"
Ludvig, havalanıp yukarıdan düşmanları izledi. "Çok geç. Geliyorlar. Tanrı'nın Çocukları!" Sesi tüm zirvede çınlamıştı. "Savaşa hazır olun! Ve İblisin tohumları, benliğiniz için savaşın!"
Ludvig, Kırmızıların onu dinleyeceğini düşünmemişti ama tıpkı devlerin yaptığı gibi ön saflara yerleşip düşmanı beklemeye koyuldular. McCool havalanıp gelenleri izlerken Paiva'nın sesini duydu.
"Tanrılar, Tanrıçalar ve onların kutsal çocukları!"
Ludvig, dudaklarını oynatarak "Etkileyici," diye fısıldadı.
Paiva, ona minik bir tebessüm bahşedip devam etti. "Buraya Geçit açamazlar." Sırtını düşmana çevirip kanatlarını büyük bir güçle çırptı. "Geri çekilin ve sadece izleyin. Hikaye anlatmaktan daha güzel." Rüzgarı her iki grubu birbirinden ayıran bir duvar gibiydi. Şiddeti düşmana doğru akarken diğerlerini güvende tutuyordu. Paiva bir Geçit oluşturmuştu ancak kendilerinin girebileceği bir kapı olmaktan çok düşmanı farklı yere götürecek bir tuzaktı. İçeriden dehlizlere dolan gün ışığı Öncüleri geriye püskürtmüştü.
"Bunu yapmayı nereden öğrendin?" diye sordu Druce. Kaşları çatılmıştı. Bilmediği Güç onu daima korkuturdu. Özellikle o gücün tam ortasında kardeşi duruyorsa. "Böyle bir Geçit'i tek başına açman imkansız."
"Anılardan öğrendim." dedi Paiva. Onun tatmin olmayan bakışlarına karşılık "Sonra Druce," diye ekledi. "Şimdi güvenli alana gitmeliyiz. Nereye demiştin? Ginnungagap mı? Güvenli olduğundan emin misin? Boşluklardan nefret ediyorum."
"Evet, boşlukta bizim için yaşam alanı oluşturdum. Geçit'in oraya açılması lazım."
"Ginnungagap'ın senin istediğin yerine Geçit açmam zor Druce. Herhangi bir yere çıkabiliriz. Gideceğimiz yerin, tam olarak neresi olduğunu bilmeliyim. Görmeden yapamam."
"Öyleyse görmeni sağlayalım," dedi Druce.
McCool, bir adım öne çıkıp Druce'a "Ne demek bu?" diye sordu. "Nasıl görecek?"
Zaman bir kez daha onları içine çekti, savaş alanını terk ederken dünyanın gerçekliğinden uzaklaştılar.
Druce'un Ginnungagap'da kurduğu alana bakan Paiva onunla gurur duymuştu. Druce bir dünya kurmuştu.
Kendisini tanıdığı sıcak ve güçlü kollara bırakan Paiva "Seni çok özledim," diye fısıldadı. "Gerçeklikte yapmak istediğim ilk şey sana sarılmak ve uzun süre bırakmamaktı Druce. O iblisler bunu engelledi."
"Sarılacağız küçük kardeş. Bizi Ginnungagap'a götürdüğünde sıkıca sarılacağız. Şimdi etrafa bak ve nasıl bulduğunu söyle."
Paiva kendi ekseninde dönüp tek kaşını kavislendirerek duruşunu düzeltti. "Vay canına," dedi. "Burası harika olmuş." Minik bir dünyaya bakan Paiva, evler, ağaçlar ve harika bir manzarayı izledi. Gözü çalılıklara iliştiğinde az önceki vakur edası yerle bir olmuş ve şaşkınlıkla, heyecanlı Paiva haline bürünmüştü. "Çalı çiçekleri mi? Cidden mi Druce?"
"Onları sevmiyorum, cidden onları sevmiyorum" diye söylendi Druce. "Ama sen seviyorsun küçük kardeş. Neden sevmemin zor olduğu şeylere karşı bağlılık geliştiriyorsun anlamıyorum. McCool, tehlikeli."
"Çiçeklerden McCool'a geçiş yaptığımıza göre beni buraya sadece Ginnungagap'ı göstermeye getirmedin."
"Elbette. Ginnungagap'a girdiğimiz anda planlar, devler, iblisler, dostluklar ve düşmanlıklar yüzünden konuşmaya fırsat bulamayacağız. Hazır zaman onlara durmuşken kardeşimle iki çift laf etmek istedim. Tekrarlıyorum Paiva! McCool tehlikeli."
"Sen de öyle," dedi Paiva. "Ben de öyle. Hangimiz tehlikeli değiliz ki?"
"Öncüler." Druce'un dudağının kenarı tebessümle kımıldandı.
"Onlardan biriyle birlikte olmam! Ne biçim bir ağabeysin sen böyle? Kardeşini layık gördüğün bu mu? Yaratıklar!"
"Büyük konuşuyorsun." Druce gülerek ona sarıldı. "Ciddiyim Paiva, neden bir dev? Kırmızı iblisler arasında yeni yaşamımızı kabul eden harika askerler var."
Paiva, gözlerini ona dikip sabırla bekledi. Druce'un korkusunu anlayabiliyordu ama artık Otherworld değişiyordu.
"Tehlikede değilim Druce ama aynı şeyi McCool için söyleyemeyeceğim. Beni terk etti! Bu yüzden şu an ona öfkeliyim."
"Ama aynı zamanda onu seviyorsun. Bunu görebiliyorum ve bu hiç hoşuma gitmiyor. Kabullenebileceğimi sanmıyorum küçük kardeş. Sana dokunursa onu öldürme dürtüme engel olabilir miyim bilmiyorum."
"Kendisini koruyacağından eminim. Kavganız sizi ilgilendiriyor ama biriniz diğerine zarar verirse o zaman iblisin kızıyla karşı karşıya gelirsiniz. Şimdi kurduğun bu harika dünyayı gerçeklikte görmek istiyorum."
"Vazgeçmeyeceksin öyle değil mi? Daima inatçı bir kız oldun. En azından onu bir gün terk etme durumu söz konusu mu onu söyle?"
"Beni terk etti diye ona öfkeliyim Druce aynı şeyi yapacak değilim." dedi gülerek. "Sadece pişman olmasını istiyorum o kadar."
"Lanet devler! Onlardan nefret ediyorum. Belki savaşta ölür, her zaman bir ihtimal vardır değil mi?" dedi. Paiva'nın sinirlendiğini görünce hemen konuşmasını sürdürdü. "Geri dönelim de bizi kurtar tatlım."
McCool, bir adım öne çıkıp Druce'a "Ne demek bu?" diye sordu. "Nasıl görecek?"
Druce, Paiva'ya göz kırparak "Savaşlarda hep birileri ölür küçük kardeş," dedi. Sonra McCool'a bakarak "Öğrendi bile dev, şimdi sıra Paiva'da." diye ekledi.
Paiva ne Druce'un imasını ne de Ludvig'in endişesini umursadı. Odaklanmaya çalışmıştı. Ginnungagap sonsuz bir boşluktan ibaretti ve o sonsuz alan içinde Druce'un kurduğu dünyayı bulmalıydı. Yalnızca Zamansızlıkta gittiği yeri düşündü. Kanatları iki yana yaslandı ve bir kez daha sertçe kanat çırptı. Oluşan karaltı büyüdü ve en az bir ordunun içine sığacak kadar genişledi. Paiva, az önce Druce'un zamansızlık içinde ona gösterdiği yerdeydi. En sevdiği çalı çiçeklerini içeriye girmeden bile görebiliyordu.
Lucas "Vay canına turist rehberi, bu harika bir güç," dedi.
"Harika olan bu konuda en iyisi olduğumu bilmek Lucas."
Lucas'ın şen kahkahası zirveyi çınlatmıştı. "Bu ufaklık hiç değişmemiş. Sadece daha güçlü. Hapı yuttun Mikell, işin oldukça zor."
"Oldukça kolay aslında dev!" Druce, az önce savaştığı iblislere gösterdiği yüzünü göstermişti. "McCool kardeşimden uzak duracak."
"Sahiden mi?" dedi Cora. "Bu çok eğlenceli olacak Paiva,"
"Ne demezsin." dedi Paiva gözlerini devirerek. "Druce Kırmızıları toparla istersen ve McCool devlerini bir araya getir. Sanırım gitme vakti."
Önce tüm askerler içeriye girmişti. Druce, Paiva'nın yanağına bir öpücük kondurup onlarla birlikte gittiğinde kardeşini şaşkınlıkla geride bıraktı. Bu pek Druce'un tarzı değildi. Tamam Paiva'nın düşmanlar için açtığı kapı bir süre daha onları güvende tutabilirdi ama McCool'la onu bırakması, işte bu çok ilginçti.
McCool ve Paiva sonda kaldıklarında ikisi de kısa bir süre sessiz kaldı. Sonunda pes eden Ludvig olmuştu. "Gerçekten mi Paiva? Benden uzak mı duracaksın yani?" diye sordu. "Ne kadar süreliğine?"
"Uzak mı? Hayır, Ludvig, yakın olacağım ve sen acıyı iliklerinde hissedeceksin."
Ludvig keyiflenmişti. "Canımı mı yakacaksın?" diye sordu. "Buna da evet derim Küçük Şeytan."
"Tıpkı senin benim canımı yaktığın gibi."
"Mecburdum!" dedi Ludvig dişlerinin arasından. "Düştüğüm duruma inanamıyorum! Sana yalvarmamı istiyorsun! Paiva ölmeni izlemektense nefretini tercih ederim."
"Öyleyse nefretimin tadını çıkar McCool."
Paiva, Geçit'ten girip gözden kaybolduğunda Ludvig, öfkeyle haykırdı. Bir an için Paiva'nın kapanmaya başlayan diğer Geçit'ine baktı. Arkasında iblislerin kaynadığı dehlizlerde çok değer verdiği ailesini bırakıyordu. Bir kez daha onları kurtaramamıştı. Üstelik şimdi Paiva'nın huysuzluklarıyla uğraşırken, iblislerle ortak hareket etmek zorundaydı.
"Umarım bana açıklama yaparsın Éirinn?"
Ludvig, onların peşinden içeriye girdi. Geniş alan çalı çırpıyla doluydu. Yüzlerce evin uzandığı yol çakıl taşlarıyla doluydu. Burnuna dolan tuzlu koku denizin çok uzakta olmadığını anlatıyordu. Ginnungagap'ın içinde minik bir dünya yaratan Druce onu bir kez daha şaşırtmıştı. Tanrısal güçlerini sıklıkla kullanana iblis, Tanrı Dağı'ndaki tembellerden daha çok işe yarıyordu.
Onlara sempati duymaya başladığına inanamayarak duyduğu seslere doğru yöneldi. Paiva yerden yükselmiş birine karşı duruyordu. Bir kavgaya benziyordu. Kuyruğu tıpkı Druce'un savaşta kullandığı gibi ateşle parıldamıştı. Tehdit ettiği kişiyi gördüğünde oraya doğru koşmaya başladı. Göğe yükseldi ve Paiva'yı belinden yakalayarak geriye çekmeye çalıştı.
Éirinn tam karşısındaydı. Bakışlarındaki ciddiyet Ludvig'i ürkütmüştü. Daha ilk onlu yıllarında tutsak tutulmuş bir Tanrıça, 287 yılın sonunda neye dönüşürdü?
Éirinn'in hemen ardındaki Druce onu durdurmaya çalışıyordu. "O benim kardeşim Éirinn! Biraz sakinleş."
"Bana saldırdı. O bir düşman!" Sesindeki metalik tını Ludvig'i ürküttü. Yaşayan birinden çok duygusuz bir yansıma gibiydi.
Ludvig, özlediği iki kadının birbirini öldürme çabası yüzünden afallamıştı. Paiva ellerinden kurtulmak için çırpınırken bir yandan da Ludvig'e kızgınlıkla bağırıyordu.
"Sakinleş Küçük Şeytan! O benim kardeşim!"
Paiva bir an için duraksadı. Neyse ki cehennem ateşiyle parıldayan kuyruğu alevlerden arınmıştı. "Kardeşin mi?"
"Evet!"
"Druce'u öldürüyordu!" Bir kez daha çırpınmaya çalıştığında Ludvig, Druce ve Paiva arasında henüz bilmediği çok güçlü bir bağın olduğunu anlamıştı. İki adam da kollarında çırpınan kadını yere indirip daha sıkı sarıldı. Sakinleşmeleri için sürekli aynı şeyleri söylüyorlardı "O benim kardeşim!"
Bu kelimelerin onları durdurması gerektiğine inanıyorlardı ancak iki kadın da güçlerini birbirinin üzerinde kullanmak için can atıyor gibiydi.
"Tamam!" diye bağırdı sonunda Paiva. Bu şekilde bir yere varamadıkları belliydi. "Druce'a zarar vermezse onu öldürmem!"
"Kimi? Sen mi beni öldüreceksin tatlı şey? Senin iki katın iblisleri hakladım ben! Hem de cehennem alevleriyle tutuluyorken." dedi Éirinn.
"İblisin oğullarını mı? Onlar bir şapşal! Bir iblisin kızıyla ilk kez karşılaştığına kalıbımı basarım Tanrıcık!"
"Bana pek farkınız varmış gibi görünmedi."
"Seni..." Ludvig bir kez daha Paiva'nın belini sıkıca kavrayıp onu kaldırdı. Ayaklarını çırpan Paiva'ya sakin bir şekilde tekrarladı. "O benim kardeşim Küçük Şeytan. Gerçekten kardeşimi öldürmek mi istiyorsun?"
Çırpınmaya bir kez daha son veren Paiva, biraz da küskün bir sesle "Ama o Druce'u öldürmeye çalıştı Ludvig. Onu küle çevirecekti." dedi.
"Beni hafife alıyorsun küçük kardeş. Bu minik Tanrı beni onlarca kez öldürmeye çalıştı. Bence bunu artık oyun haline getirdi. Şimdi ikiniz de biraz sakin kalın olur mu?"
İkisi de aynı anda "Tamam," dedi.
"Güzel." Druce, derin bir nefes alarak Paiva'ya baktı. "Saldırmak yok," dedi.
"Yok."
"Éirinn?"
"Tamam, saldırmak yok."
Ludvig, Éirinn'e bakıp onun ne kadar değiştiğini gördü. Küçük kardeşi artık büyümüştü. Druce'un hala belini saran kollarına öfkeyle bakarak "İkisi de sakin olduğuna göre neden kollarını kardeşimin belinden çekmiyorsun Druce?" dedi. "Hani olur ya belki seni yeniden öldürmeye çalışır."
"Sen önce o iri ellerini Paiva'dan çek sonra konuşalım McCool. Hani olur ya belki seni yakar falan."
Ludvig, sinirden gülerken bir yandan da Éirinn'in ne kadar süredir Druce'la kaldığını düşünmeye başladı. İblis ona sarılabilecek kadar cesaret doluydu ve Éirinn bunu hiç yadırgamamıştı. Alışkın olduğu bir durum muydu? Hayır!
"Éirinn bir Tanrıça! İlginizi çekmeyeceğine güveniyorum."
Druce, başını iki yana salladı. "Paiva da bir iblis. Ne olmuş yani?"
"Kardeşimden uzak dur!"
"Lafı ağzımdan aldın dev!"
"İkiniz de susar mısınız?" diye bağırdı Paiva. "Neden aynı anda bizi bırakmıyorsunuz? Böylece kardeşler birbirine kavuşur öyle değil mi?"
Kırmızı iblislerden Delano, gevrek bir gülümsemeyle "İkinizin de talepleri ve öfkesi aşırı benziyor," dedi. "Kardeşimi bırak, kardeşini istiyorum. Bence biraz sakin olun ya da olmayın sanırım aşırı eğleneceğiz."
Druce, eğer ki sadece bakışlarıyla birini öldürebilseydi muhtemelen bu Delano olurdu. "Canına mı susadın Delano!" diye gürlediğinde iblis ellerini yukarı kaldırıp sessiz kaldı.
"Bir dakika," diye araya girdi Lucas. "Druce bir Tanrıçayı mı istiyor?"
"Kes sesini Lucas!" dedi Ludvig.
"Sadece merak ettim Mikell sanırım öyle bir şey olsaydı sahiden çok eğlenirdik."
"Ölüler eğlenemez dostum!" Ludvig bakışlarını Druce'a çevirdi. Ona sessiz bir tehdit göndermişti. Kardeşimden uzak dur!
Druce, bekledi. Kolları hala Éirinn'in belindeydi. McCool kardeşini bırakmadan Éirinn'den uzaklaşmayacaktı. Madem McCool Éirinn'e bu kadar düşkündü o halde ona ait olan kardeşten uzak durması gerekiyordu! Ludvig öfkeyle pes etti. Nasılsa Paiva onu affedecekti ama Éirinn'i Druce'a bırakacak değildi. Geriye çekildiğinde Druce da kızı özgür bıraktı.
Paiva, Ludvig onu bıraktığında kendisini bir boşluğa düşüyormuş gibi hissetmişti. Dokunuşunu aynı saniye özlemesi normal miydi? Henüz ona sarılamamıştı bile! Bunu ne kadar da çok istiyordu. Bir kez daha ona dokunmak için yanıp tutuşuyordu. Ancak şu an önceliği gerçeklikte Druce ile vakit geçirmekti. Ludvig'e döndü. "Druce'u öldürmeye çalıştı," dedi. "Neredeyse başaracaktı. Güçlerini kontrol edemiyor. Karmaşıklık yaşıyor. Seni görene kadar kendinde değildi. Benim anı kaybımda olduğu gibi kendisini bulmakta zorlanıyor. Onunla konuş Ludvig, kardeşine zarar vermek istemiyorum ama Druce'a saldırırsa duramam. Anlamıyorsun biliyorum ama onu doğduğum andan beri tanıyorum. O benim ailem."
"Éirinn de benim ailem Küçük Şeytan. Sen de öylesin." Paiva'dan beklediği sarılışı alamayacaktı ama minik bir tebessüm onu ısıtmıştı. "Seni özledim bebeğim," diye fısıldadı. "Seni, tenini, her şeyini özledim."
"Ve terk ettin McCool."
Gözlerini deviren Ludvig, "Ne kadar daha dayanacaksın merak ediyorum." dedi.
Paiva, "Seni özledim Ludvig ama henüz affetmedim," diye fısıldadı ama ona sarılmamıştı. Beklediği sarılış yerine Paiva'nın Druce'a sıkıca sarılmasını izledi. İkisi de birbirini çok seviyor gibiydi. İblislerin bu kadar kuvvetli bir aile bağı kurması ilk kez şahit olduğu bir şeydi.
Éirinn onun yanına gelerek "Beni de özlediğini düşünüyorum. Hala sarılmamış olsan da." dedi.
"Tahmin edemeyeceğin kadar çok özledim baş belası."
Éirinn'in ailesini soracağını biliyordu. Kızın elleri onu sıkıca kavradığında yüzünü geriye doğru çekip McCool'a baktı. Yüz hatları değişmişti. Artık daha keskin ve sertti. Yine de Ludvig'in hatırladığı kadar güzel görünüyordu.
"Yaşıyorlar mı?" diye sordu Éirinn'.
"Evet."
"O zaman hala umudumuz var öyle değil mi Ludvig?"
"Onları kurtaracağım Éirinn'."
"Kurtaracağız," diye onu düzeltti kız. "Bu defa yalnız olmayacaksın."
"Size kötü haber vermek istemem tatlı kardeşler ama McCoollar Dörtlerin hücresinde," dedi Druce. Tek kolu Paiva'nın belindeydi. Biri gelip onu almasın diye sıkıca tutuyormuş gibi görünüyordu. Ludvig, Éirinn'e sarılırken Druce'u kıskanmaya hakkı olmadığını düşünüyordu ama Paiva onundu! Druce, onun düşüncelerine inat Paiva'yı kendisine daha çok yaklaştırıp McCool'a meydan okuyarak baktı. "Onları kurtarmak imkansız. Oraya devler giremez."
"Ama iblisler girebilir," dedi Paiva.
Druce, gırtlağından hırıltılı sesler çıkararak kardeşine baktı. "Evet, iblisler girebilir ama kırmızı olanlar çıkamaz küçük kardeş."
Paiva, haylaz bir ifadeyle, "Geçit açabilirim," dedi.
"Oraya açamazsın."
"Yakına açabilirim."
"Bunu yapmayacağız Paiva!"
"Eğer tutulan ben olsaydım ne yapardın Druce?"
Ondan uzaklaşan Druce, "Unuttuysan hatırlatayım Paiva,"dedi. "Babamız Tanrıların elinde tutsak, hala!"
"Evet, o konu," dedi Paiva. Ludvig'e bakıp "Baldemar'ı da Tanrı Dağı'ndan kurtarmak zorundayız." dedi. "Bence adil bir pazarlık McCool."
Druce onlara sırtını dönerken, "Devlerden nefret ediyorum," diye söylendi.
"Biz size bayılıyoruz şekerim," dedi Cora alayla. "Yaşamım boyunca hep iblisleri hayal ettim durdum."
"Kadın olan devlerden daha çok nefret ediyorum!"
Paiva, "Kadın demişken," dedi. Druce'un öfkeli bakışları karşısında gülümsemeye çalışıyordu. "Madem cehenneme yeniden gideceğiz o halde kızları da kurtarmalıyız."
"Tabii," dedi Druce alayla. "Başka kurtarılacak birileri kaldıysa hazır elimiz değmişken herkesi kurtarıp buraya getirelim. Tanrıların Alacakaranlığından Ginnungagap bizi korur mu bilmem. En iyi ihtimalle birlikte ölmüş oluruz!"
"Plana sadık kalıyoruz Druce. Kızlar bize lazım. Biliyorsun onlar olmadan Balor'un hücresine giremem."
"Pardon ne yapamazsın?" diye sordu Ludvig. Duyduklarına inanamıyormuş gibi görünüyordu ve zihninden atmak istediği çirkin düşünceleri savuşturmak için başını iki yana salladı. "Kim nereye giriyor?"
Paiva, en masum halini takınarak, "Planımız bu, Balor'un hücresine gireceğim." dedi.
"Peki, bu boktan plan kimin aklına geldi?"
Druce, iç çekip "Babamın," dedi. "Ve sana katılıyorum McCool, çok boktan bir plan. Onun yerine girmenin yollarını arıyorum ama henüz bulamadım."
"Bu umurumda değil! Paiva hiçbir hücreye girmiyor!"
Paiva, iki adamın sinir krizini izlerken Éirinn onun yanına gitmişti. 305 yıllık yaşamının 287 yılını tutsak geçiren Tanrıça, bir yanıyla çocuk kalmıştı. Az önce ölümüne savaşmaya hazır olduğu Paiva'ya dostça gülümsedi."Dünyama hoş geldin," dedi. "Bu tipik McCool davranışıdır."
"Bence bu tipik erkek davranışı."
Omuzlarını silken Eirinn, önce dudaklarını aşağı sarkıtıp ardından başını iki yana salladı. "Ben McCoollar dışında pek erkek tanımadım. Bir de iblisler var. Ara sıra hücreme giriyorlardı ve ben de hepsini öldürüyordum. Ama sen tanımışa benziyorsun."
"Ah, lütfen. Sadece birkaç fani o kadar." Druce ve McCool'un Balor'un hücresine girmek üzerine girdikleri atışmayı unutan Paiva, Éirinn'e bakıp gözlerini kıstı. Bir tür taktik mi geliştirmişti anlamaya çalışıyordu. Onu hazırlıksız mı yakalamak istiyordu? Tanrıların da iblisler gibi kurnazlık yaptığını biliyordu.
"Beni öldürmek için fırsat mı kolluyorsun?" diye sordu doğrudan.
Éirinn masumca kirpiklerini kırpıştırarak "Hayır," dedi. "Amma paranoyak birisin."
"Devler sağ olsun. Onlarla geçirdiğim kısacık süre boyunca her an ikiye ayrılma korkusu yaşadım."
Éirinn, bu defa alayla gülümsedi. Bakışlarını önce Ludvig'e çevirdi ve ardından Paiva'ya "Hepsi için durum bu değil anlaşılan," dedi.
"Onun da beni ikiye ayıracağı korkusunu yaşamıştım."
"Ludvig'in mi? Bana daha çok seninle ilgili başka planları var gibi göründü."
"O da var tabii. İşler biraz karmaşık. Önce planı uygulamalıyız. Sonrasında onunla ilgili düşünebilirim."
Bir anda bakışları donuklaşan Éirinn, Paiva'yı gerçek anlamda korkutmuştu. Yeniden saldıracağını düşünürken Tanrıça "Ne yapacaksın?" diye sordu.
"O hücreye gireceğim tabii ki."
Genç Tanrıça, tehlikeli bir ifadeyle gülümsedi. "Sana yardım edebilirim," dedi. "Karşılığında tek istediğim İblis öldürmek."
Her ne yaşıyorsa zor bir durumdan geçtiğini düşündüğü Éirinn'e üzülmüştü Paiva. Tutsaklıkla büyümüş biriydi ve şimdi özgür kalmıştı. Elbette ki onu tutsaklığa mahkum edenlerden intikam almak isteyecekti ama değişken yapısı biraz ürkütücüydü. "Druce'a dokunmadığın sürece mahsuru yok. Tabii bir de kırmızı olanlara. Kırmızıya dokunma. Bu kuralı ezberle lütfen."
"Bu biraz zor. Hayatımın on sekiz yılı dışında her anımı iblis öldürmeyi hayal ederek geçirdim. Onları dost olarak görmek planlarım arasında yoktu. Her neyse, seni sevdim. Bana iblisleri anımsatmıyorsun." Paiva'nın gerisine doğru bakıp ekledi, "O kuyruğuna rağmen hem de."
Éirinn'e yanından ayrılırken "Druce'a dokunma," diye bir kez daha uyardı Paiva.
"Ama bu çok eğlenceli. İblis sayemde her an tetikte geziyor."
Aman Tanrım, McCoollar!
Yalnız kaldığında derin bir nefes aldı. Ludvig'in Éirinn ile ilgilenmesi gerekiyordu ve bunu acilen yapmalıydı. Şu an kendisine bir Geçit açıp sakinleşecek bir yere gitmeyi hayal etti. Hayali onu korkutucu gerçeğe götürmüştü.
Kraliçe!
Minik bir Geçit açarak Kraliçe'yi bıraktığı yere uzandı. Kafesi alarak açtığı Geçit'i kapattığında kuşun tehdit eden ötüşlerle gagasını açıp kapamasını izledi.
"Gaganı etime saplamak istiyor gibisin Kraliçe."
Kuş, bağlı kanatları yüzünden kafesin içinde bile hareket edemiyordu.
"Hiç kızma, kanatlarını bağlamasaydım Geçit açıp yanıma gelirdin. Seni korumaya çalışıyorum."
Bir süre kuşu dinledi ve gözlerini devirdi. "Morrigan'ın ne yaptığı umurumda değil. O seni kendisini korumak için kullanıyor olabilir ama sen benim dostumsun. Şimdi bu tatlı sözlerimden sonra seni özgür bıraktığımda bana saldırmazsın öyle değil mi?"
Sessiz kalan kuşa bakıp burnunu kırıştırdı. Onu salarken başına gelecekleri az çok biliyordu. Özgür kalan Kraliçe, Paiva'nın başının üzerinde uçarak onu hiç durmadan gagalamaya başladı.
"Tanrım! Acıyor Kraliçe! Huysuz kuş, tamam tamam seni Balor'un hücresine götüreceğim!"
Bạn đang đọc truyện trên: AzTruyen.Top