*5* İfşa Olduk


Geçit açılıyor :) Beğenerek okuyan herkesten oy ve yorum bekliyorum. Umuyorum keyif alacağınız bir bölüm okursunuz. Merakla düşüncelerinizi bekliyorum. Sizi seviyorum. 

Keyifli okumalar herkese :)


Ludvig Mikell McCool, zamansızlığın dışına çıktığı anda Balor'un üzerine doğru akmasına izin verdiği Güç'ü kontrol altında tutmuştu. Balor'un büyük bir iştahla ağzını açtığını biliyordu. Daha fazla Güç için kendi kırıntılarını etrafa saçıp McCool için atıştırmalıklar bırakmıştı. Balor'un tutsaklığına karşılık kendisinin özgür olduğunu bilmek onu rahatlatıyordu. Bu McCool'un çektiği tüm acılara değen bir ödüldü. Artık anlıyordu, Éirinn'in gösterdiği yoldan yürüyecekti. Yolun sonunda kardeşini de ailesinin tamamını da kurtaracak ve Paiva'yı bulacaktı. Onu unutması önemli değildi. Bir kez daha onu etkileyebilir, aşık olmasını sağlayabilirdi. Bu uğurda bir insan gibi yaşamaya bile razıydı. Paiva'nın her şeyi hatırlaması ise onun işini zora sokabilirdi. Terk edilme takıntısı yüzünden McCool'dan intikam almak isteyebilirdi ki belki de haklıydı. McCool onun yerinde olsaydı bunu mutlaka ona ödetirdi.

Balor, çarpışan iki gücün etkisiyle geriye doğru savruldu. Ludvig, onun sarsıntısını iliklerine kadar hissetmişti. Akan gücünü geri çekip Balor'dan uzaklaştığında onun kurtuluş umutlarını sonlandırdığını biliyordu. Elinde biriktirdiği tüm Güç'ü Balor'dan çekip almıştı Ludvig. Onun güçsüzlüğünü hissedebiliyordu. Artık Balor'un baskısı yok olmuştu. Bilinci kaybolurken Balor'un yenildiğini biliyordu.

Şimdilik...

Geriye dönüp sunakta uyandığında büyük bir sarsıntı dehlizleri ele geçirmişti. Zemin yarılıyor ve dehliz duvarları çatırdıyordu. İblisler zeminden uzaklaşmak için yükselmişlerdi ancak sarsıntı yalnızca yeri değil göğü de etkiliyordu. Dehlizlerin içine akın ederek esen rüzgar kanatlarının aralarına sızmış, onların uçmalarını engelliyordu. Sarsak hareketlerle bir kuklayı andırıyorlardı. Devler tek dizlerinin üzerine çömelerek beklemeyi sürdürdü. Bir kısmı hâlâ cehennem alevleriyle bağlıydı. Yine de dikkatlerini vermeye odaklandılar. Bir kurtuluştan çok intikam için yanıp tutuşuyorlardı. Tehlike her yerdeydi. Balor'un hücresinden sızan kanlar derin sulara dönüşüp hepsini işaretliyordu sanki. Ludvig, akan kana dokunup boyanmış parmaklarına baktı.

"Kıyamet yaklaşıyor," diye fısıldadı Druce. "Dev kanı sızıyor. Balor istediğini alamadı. İçtiği kanları kustuğu için de öfkeli."

Ludvig, başını kaldırıp eski düşmanını süzdü. Yüzündeki şeytani ifade hâlâ yerli yerindeydi. Artık tek bir fark vardı, onunla aynı taraftan bakıyordu. Gördükleri düşman aynıydı. Druce'un kanatları iki yana açılmıştı. Ludvig'i gerideki Öncülerden ayırmak ister gibiydi.

Ludvig, hırpalanmış bedenine rağmen çevik hareketlerle sunakta onu tutan halatlardan kurtulmaya çalıştı. Alevler bedenine işliyordu ama bunu umursamamıştı bile. Acı gelip geçiciydi. Halatların alev almasını beklemişti ama gevşeyen ipler kurtulmasını kolaylaştırmıştı. Druce, ona bakıp göz kırptı.

"Geç anladın," dedi. "Senin daha zeki olduğunu sanıyordum."

"O işkencelerden sonra aynı tarafta olduğumuzu anlamamı nasıl beklemiştin iblis? Beni öldürmek istiyordun."

"Hâlâ istiyorum," dedi Druce. Sonra tehlikeli bir ifade ile gülümsedi. "Üstelik sebebini bir bilsen. Tabii o daha sonraki savaşımız olacak. Daha kişisel."

Druce'un keyfi yerindeydi. Ta ki onları tehdit edenler kendilerini gösterene kadar. Etraflarını saran iblisler neler olduğunu anlamaya başlamıştı ama Balor'un hücresinden yükselen bir ses her şeyi netleştirdi:

"Baldemar oğlu Druce! İhanetinin bedelini babanla birlikte ödeyeceksin."

Ses sönüp yok olmuştu. McCool, son gücüyle bu sözleri söyleyen Balor'un bir süre sessiz kalacağını biliyordu ama onlara yıkımı getirmişti bile. İblisler Druce'a karşı durduklarında derin bir nefes aldı. Kaçmak ve yardım etmek arasında sıkışıp kalmıştı.

"Lanet olası şeytanlar!" diye bağırdı Ludvig. Druce'u saran çemberi kırıp içeriye girdi. Büyük bir savaş vereceklerdi. Uzun yaşamında ilk defa bir şeytanı korumaya çalışıyordu. Hayır iki, diye düşündü. Koruduğu ilk şeytana duyduğu özlem öylesine kuvvetlenmişti ki sonunda ona kavuşacağından emin olsa tüm iblisleri öldürebilecek kadar güçlü olabilirdi.

Druce şaşkınlıkla ona baktı. Bir açıklama bekliyor gibiydi. Aynı tarafta olduklarını anlatmayı başarmıştı ama McCool'dan bu kadar çabuk bir bağlılık beklemiyordu.

"Éirinn seni izlememi söyledi. Ölmene izin veremem." diye açıkladı Mikell.

"Ne hoş, bugün ikimiz de düşmanımızın hayatı için endişe duyduk."

Ludvig, iblislere göz gezdirdi. Öncüler çoğunluktaydı. Onları atlatmak kolaydı ama Asiller işleri biraz zora sokabilirdi. Kanatlarını açmış onlara kaçacak alan bırakmamışlardı.

"Bunları öldürmeden geçebileceğimizi sanmıyorum." Gözünü asillere dikti. Hala neden saldırmadıklarını anlayamıyordu. Öncüler, Asillerden emir beklediği için duruyordu ama ya Asiller?

"Belki geçeriz." Druce elini yukarı kaldırıp bağırdı "Zamanı geldi oğullar! Özgürlüğünüz adına savaşın."

Asiller bir anda çemberi bozup emir bekleyen Öncülere saldırdı. Her birini daha ne olduğunu anlamadan öldürmüşlerdi. Yerde yığılı bedenleri bir bir küle dönerken Druce dikkatini Asillerden devlere çevirdi. Tek bir baş hareketiyle her biri onları tutan iplerden kurtulmuştu. Lucas, kurtulduğu anda kendisini McCool'un yanına attı. Greg ve daha fazlası yorgun bedenlerine rağmen şaşkın ama savaşmaya hazırdı.

"Bu da ne?" diye sordu McCool.

"Bugün seni öldüreceklerdi McCool ve bu benim planlarımı alt üst ederdi. Bu yüzden isyana katılan Asilleri muhafız olarak yerleştirdim ve sana gerekli ipuçlarını verdim. Bir an gerçekten anlamayacaksın sandım. Artık ifşa olduk. Öncüler hafıza aktarımı yapmıştır. Şaşkınlıkları son bulduğunda buraya yüksek halktan birçok asker akın edecektir. Bu yüzden gitmeliyiz."

Ludvig, başını iki yana salladı. "Ailemi almadan gitmem."

"McCoollara ulaşamazsın Dev! Onlar Dörtlerin hücrelerinde ama sana bir şey iletmemi istediler. Éirinn iblisle birlikte, onu kurtarmak McCoolları kurtarmak anlamına geliyor. Éirinn sana ihtiyacı var! Biz gerektiği kadar yaşadık Mikell, bir McCool olduğunu kanıtla ve Éirinn'i kurtar."

McCool, kararsızlık içinde çırpınıyordu. Buraya ailesinin tamamını kurtarmaya ya da ölmeye gelmişti. Kendi planları dışında hiçbir plan ona güvenilir gelmiyordu. Şimdi karşısında en büyük düşmanı vardı ve ailesi onu izlemesini istiyordu. Éirinn için!

"Neden yardım ediyorsun?" diye sordu McCool. Emin olmak zorundaydı. Riske attığı ailesinin tamamıydı.

"Çünkü kıyamet gerçekten yaklaşıyor. Hel açılacak ve ortalık iblislerden daha kötü yaratıklarla dolacak. Otherworld bunu hak etmiyor. Ragnerök zamanı geldi McCool, Tanrıların ölüm fermanı okundu ama benim ölmek gibi bir niyetim yok. Tanrıların Alacakaranlığını kıracağım. Amacım ortalığı aydınlatmak."

"Alevlerinle mi?"

Soru Druce'un aklına Paiva'yı getirmişti. Nerede olduğu önemli değildi, küçük kardeşi daima onu gülümsetiyordu. Gerçek sevgiyle, bir anımsama sıcacık tebessüme dönüşüyordu. McCool'a Paiva usulü cevap verdi:

"Biraz ısınırsınız fena mı? Şimdi ya benimle gelip ailenin isteklerini yerine getirirsin..." Tebessümü tehlikeli bir hal aldı. "Ya da kardeşini benim ellerime bırakırsın."

Ludvig, tıpkı onun beklediği gibi öfkeyle öne atıldı "Éirinn nerede? Onu istiyorum Druce, eğer kardeşime bir şey yaptıysan..."

"Sakin ol iri adam, ben de seni ona götürmeyi teklif ediyorum." dedi. "Ayrıca laf kardeşlerden açılmışken, sonraya bırakmayalım madem. Seni büyük bir keyifle uyarıyorum, Paiva'dan uzak dur. Çünkü ona bir söz verdim, hoşlanacağı her devi öldüreceğim." Sinsi gülümsemesiyle bir şeytana benzemeye başlamıştı.

"İş Paiva'nın hoşlanacağı deve geldiğinde Druce, o zaman yeniden düşman olabiliriz. Benim ölmeye de Paiva'dan vazgeçmeye de niyetim yok. Şimdi ölmemek için önce buradan çıksak mı?"

"Ölmemek için," dedi Druce dudak bükerek. "Ya da daha sonra bunu kendimiz deneyelim diye McCool. Sen en sevdiğim düşmanımsın." Devlere göz gezdirdikten sonra Asillere döndü "Delano, Ginnungagap'a giriyoruz. Herkesi topla dışarıda bizi bekleyen bir düşman ordusu olacak. Kendi türümüze karşı savaşacağız, bu ilk kez olmuyor ama müttefiklerimiz artık devler ve işte bu tarihimizde ilk kez yaşanıyor. Tarih yazmaya Oğullar! İblis'in Çocukları, Tanrı'nın Çocuklarıyla birlikte. Kızlar ve Oğullar! Savaşa!"

Delano, ağaç gövdesini anımsatan kanatlarını iki yana açtı. Balor'un azalan gücüyle birlikte sakinleşen dehlizlerde uçarak uzaklaştı. Devasa duvarlar, ucu görünmeyen boşluğa açılıyordu. Güzel bir manzaraydı. Sonsuzluğun acı veren yanını anımsatıyordu ama yine de güzeldi. Cehennem alevleri bazalt kayaların arasından sızıyor ve küçük patlamalarla birlikte fokurduyordu. Yalnızlık ve acı bir aradaydı dehlizlerde sanki. Esen ılık rüzgârın rahatlatıcı yanına rağmen burası kötü olmaya zorlanıyordu. "Cehennemin içinde iyi bir şeyler arıyorsun Ludvig," diye mırıldandı McCool.

"Belki aradığın iyi şeyi aslında bulmuşsundur. Sana bu konuda kızgın olmalıyım ama olamıyorum. O gerçekten de cehennemi bile güzelleştirecek kadar iyi." dedi Druce. "Ancak o burada değil, henüz."

Druce öne geçmiş ve Mikell'e onu izlemesini işaret etmişti. Toparlanan devler, McCool'un yanında yerini alırken soru soran bakışlarını onun üzerinde tuttular.

Ludvig, kendine gelebilmek adına başını hızla iki yana salladı. "Sahiden kıyamet yaklaşıyor olmalı, bunu söyleyeceğime inanamıyorum ama iblisi izleyeceğiz."

Lucas, acılarından bir nebze kurtulmuşa benziyordu. Yaralarına rağmen artık daha güçlü görünüyordu. "Bu ilk izleyeceğimiz iblis olmayacak," dedi gülümseyerek. "Belki de Baldemar'ın kanında seni çeken bir şeyler vardır dostum."

Paiva, diye düşündü. Onu ne kadar özlediğini anımsamak için ne berbat bir yerdi ve onu ne kadar da fazla düşünüyordu. Aşkını itiraf etmek için hiç uygun mekânlar seçmemişti. Şimdi onun çok konuşan, sürekli soru soran dudaklarını öpmek istemesi bile nasıl yumuşadığını kanıtlıyordu. Lanet dudaklar!

"Kes sesini Lucas.Druce'a olan tüm nefretimi üzerine çekmek istemiyorsan sus ve yürü."

Hücreden uzaklaşmak Ludvig'e iyi gelmişti. Balor'dan çektiği gücün kirli yanını hissedebiliyor ve buradan uzaklaşmak sanki onu temizliyordu. Buraya ailesini kurtarmak umuduyla gelmişti ve kaybettiği dostlar ve işkenceler dışında hiçbir şey elde edememişti. Éirinn dışında! Bu Sean McCool'un işi olmalıydı. Gerçekten iblisi izlemesini istemiş olmalılardı. Bu yüzden Éirinn'i kullanmışlardı. Ludvig'in onu kurtarmak için yaşamayı seçeceğini biliyorlardı. Éirinn için ölmeyi erteleyecekti ama sonra buraya geri dönecek ve ailesini kurtaracaktı.

Karanlık kırılmaya başladığında dehlizlerin loş ışığında hareket etmeyi sürdürdüler. Cehennem alevleri her kayanın arasından sızıyor ve sanki onların kanını arzulayan aç bir vampir gibi atılmaya çalışıyordu. Devler yolu ortalamış ve mümkün olduğunca alevlerden uzak yürümeye çalışıyorlardı ama McCool tenini yalayıp geçen alevleri umursamıyordu. Acı ona hatırlatıyordu, çektiği işkencelerin bir nedeni vardı.

Druce, yürümeyi bırakıp kanatlarını iki yana açtı. Devler onun siyah kanatlarının ardında durdular. İblisin arkasını dönüp her birine alevlerle saldıracağını düşünüyor gibiydiler. Binlerce yıllık düşmanlık yüreklerde kolay kolay silinemiyordu.

McCool, "Dehlizler son buldu," dedi. "Hazır olun Tanrı'nın Çocukları. Artık tutsak değilsiniz. Bu defa savaşmak için atın naralarınızı."

Druce'un gülümseyen sesi katettikleri dehlizlerin içine doğru yayıldı. "Size hep gıpta ettim. Tuhaf ama birlikte savaşmak eğlenceli olacak." dedi. Doğrudan McCool'a bakıyordu. "Bizi bekliyorlar. Öldürmek için savaşacaklar. Geçit'i açabilmem için biraz yardıma ihtiyacım olacak. O yardımın gecikmemesini umuyorum aksi halde hepimiz ölürüz. Cehennemde iblisler tükenmez. Düşmanlarınız burada tükenmeyecek. Sadece dayanmalısınız. Şimdi hazırsanız iblis avlamakta özgürsünüz. Ancak kırmızı renklileri değil. Onlar benimle. Kırmızı giyinmiş hiçbir iblise zarar vermeyeceksiniz. Diğerleri sizindir."

Druce, dışarıya çıkmak için hazırlandı. Arkasında kımıldanan devler hala bir iblisi izlediklerine inanamıyor gibiydi. Aralarından birinin "Kırmızı mı?" diye sorduğunu duydu. "Daha önce kırmızı giyinmiş bir iblise rastlamadım."

"Onların uğursuz rengidir," dedi Ludvig. "Belli ki Druce, tabuları yıkıyor. Onun beklediği yardım gelene kadar, sadece siyah iblisleri avlayın ve asla durmayın, asla ölmeyin. Şimdi av zamanı."

Druce, kanatlarını çırparak ileriye doğru atıldı. Dehlizlerden çıkarak göğe doğru yükseldi. Etrafları çevrilmişti. Asiller havadan saldırmaya hazırlanırken Öncüler zemini titreten bir uğultuyla düşmanlarını çağırıyordu. Druce'un ardından dehlizleri terk eden Ludvig olmuştu. Tüm kudretiyle onları bekleyen Öncülerin üzerine atıldı. Bir savaşta değil, bir katliamın ortasındaydı. Hiç düşünmeden öldürüyor ve sürekli bir diğerine geçiyordu. Asiller, onu bulduğunda açıklığa çekildi. Hedef olmak istiyordu.

Bekledi...

Asillerden birkaçı ona doğru inişe geçmişti. Kanatları nasıl da korkutucu bir silah gibi görünüyordu. Kanatları düşünmek sırtında ince bir sızıya sebep oldu. Yeniden çıkmak için can atan kendi kanatlarının kalıntılarını görmezden gelmeye çalıştı. Alator'a yalvarmayacaktı. Bu haliyle bile iblislerin celladı olabilirdi.

Hazırdı. Yaklaştıkları anda geriye çekilip aralarından birinin kanadına tutundu. Onu aşağıya doğru çekmiş ve kendi bedenine siper etmişti. Üzerine gelen alevler iblisin göğsünde patladı. Henüz yaşamının ilk onlu yıllarında annesinin cezalandırdığı kuzgunların can çekişirken çıkardıkları sesi dinlerdi. Nasıl da tiz ve iç parçalayan seslerdi öyle. Şimdi kollarında tuttuğu bu iblis de aynı sesleri çıkarmaya başlamıştı. Ludvig, nasırlaşmış acıma duygusuyla gençliğinde olduğundan farklı düşünüyordu artık. Onu kenara doğru attıktan sonra bir diğerine gitti. Durmadan öldürüyor, yok ediyordu ama Druce haklıydı, cehennemde düşman asla tükenmeyecekti. Oluk oluk akıyorlardı. Bir kan gibi diye düşündü.

Druce, havada savaşmayı tercih ediyordu. McCool onun hakkını yiyemezdi, mümkün olduğunca fazla Asil'i üzerine çekiyordu. Kuyruğu nasıl da etkili bir silahtı. Kanatlarından çok daha iyi kullanıyordu onu. Alev almış bir kuyruk iblisler arasında bile fazla havalıydı.

Güçlü düşman, diye düşündü. Şimdi de güçlü bir müttefik. Druce, birkaç Asil'le ilgilenirken ona doğru gidenleri fark etmemişti. Ludvig, Aleck'i gördüğü anda damarlarındaki kan sanki alev almıştı. Hemen sıçrayıp kayaların üzerine çıktı. Hazırda bekledi, bekledi, Aleck yaklaşana kadar tüm dikkatini ona verdi. Bir sıçrayışta iblisi yakalamıştı. Birlikte kayalardan yuvarlanırken cehennem alevleri onları hedef aldı. Neyse ki en az Ludvig'e verdiği kadar Aleck'e de acı veriyorlardı.

Düşmanının kim olduğunu gören Aleck, tek dizinin üzerinde doğruldu. Ludvig'le göz göze gelmişti. İkisinin de geçmişten kalma intikam arzusu vardı. Siyahlar içindeki Aleck, alevlerden hasar gören zırhını çıkardı. Ludvig, zırhlarının alevlere karşı dirençli olmadığını gördüğünde gülmeye başladı. Ne kadar şişkin egoları vardı. Cehennem alevlerine karşı konulsun istemeyen bir yüksek halk tarafından yönetilen iblisler koyun gibiydi.

"Aleck," diye fısıldadı Ludvig. "Aradığım düşman."

Aleck, rahat görünmeye çalışıyordu. Her zamanki alaycılığına sığındı. "İblisin kızı yanında değil. Onu senin süs hayvanın sanıyordum."

"Ondan bahsetmen ne kadar da talihsizlik. Şimdi seni öldürmek zorundayım."

Aleck, yeniden konuşmaya yeltendi ama Ludvig'in söyleyecek sözleri bitmişti. İkisinin bedeni birbirine çarptığında sendeleyen Aleck olmuştu ama kendisini çabuk toparladı. Kanatlarını açarak yukarıya sıçradı. Vur kaç taktiğini diğer iblislerden çok daha iyi yapıyordu. Ludvig'i uzun bir süre oyalamıştı.

Druce, "Dağa doğru McCool," diye bağırdı.

"Vay vay, hain pislik," Aleck, Druce'un olduğu tarafa yöneldiğinde Mccool ve onun arasında kaldığını çok geç fark etti. Yenilebilirdi ama Dörtler savaşa çocuklarını göndermişti. Şimdi oğulların en güçlüleri Aleck'in yardımına yetişmişti.

"Durum güçleşiyor," dedi Druce, McCool'un yanına indiğinde. "Devlere söyle dağa çıkmalılar. Yardım zirvede açılacak."

"Anlaştık."

Dağa yönelen devler, Kırmızı iblisler tarafından korunuyordu. Savaş büyümüş ve galibiyet iblislerin tarafına doğru kaymıştı. Druce, beklediği yardım için gözlerini sıklıkla zirveye çeviriyordu. Ölüm ya da yaşam arasında hiç bu kadar sıkışıp kaldığı olmamıştı. İlk defa kendi yaşamını bir başkasına emanet etmişti. Emanet edebileceği, güvenebileceği tek kişiye.

Zirveye ulaştıklarında hepsi bir araya toplandı. Artık savaş onlar için bitmişti.

"Kendimizi kıstırdık," dedi Lucas.

"Devlerin ölümden korkmadığını duymuştum," Delano. Soluk siyah pantolonu vardı. Kıyafetleri siyahtı ama bileğine bağladığı kırmızı kumaş parçası onun hangi tarafta olduğunu gösteriyordu.

"Onu bizden korunmak için mi taktın?" diye sordu Lucas.

Bileğine bakan Delano "Hayır," dedi. "Hangi tarafta olduğumu ve ne için taraf seçtiğimi hatırlatması için takıyorum."

"O zaman sen ölümden korkmuyorsun."

"Oğullar tarafından öldürülmek korkutucu, bu bana yamyamlık gibi geliyor," dedi. Hüzünlü görünüyordu. Lucas ilk defa onların da birbirilerine bağlı olduklarını düşünmüştü. Hisleri vardı. Dostluk kuruyorlardı, aralarında aile olan var mıydı merak etti. Babasına bağlı bir oğul ya da büyütmek istedikleri çocuklar için cehennemden çıkan iblisler?

"O an geldiğinde istersen seni öldürebilirim." dedi Lucas ciddiyetle. Ölüm bir savaşçı için önemli bir kabul töreni gibiydi. Eğer istediği buysa onu öldürebilirdi. Delano gülümsedi ve bakışlarını onları çevreleyen iblislere çevirdi. "Hayır," dedi. "Şu an tercihim sizinle yan yana ölmek olur. Dürüst ve cesur müttefik her zaman kolay bulunmuyor."

Lucas, omuzlarını kaldırdı. "Bunu söylemek tuhaf ama seninle yan yana dövüşmek bir şeref iblisin oğlu."

"Benim için de öyle Tanrı'nın Çocuğu."

Ludvig, gelen tehlikeye karşı "Hazır!" diye bağırdı. "Tanrının Çocukları cehennem zebanilerine karşı."

"Tanrı'nın Çocukları cehennem işgalcilerine karşı," diye düzeltti onu Druce. "Burası onlara ait değil, artık gerçek iblislere geçmeli."

İkisi de gülümsedi. Korkmuyorlardı. Ölüm daima enselerindeydi. Şimdi savaştıkları bu uğurda can vermek ikisine de doğal geliyordu. Ölüme atılacakları sırada zirve titredi. Önce küçük bir nokta belirdi, sonrasında hava bir bıçakla kesilmiş gibi yarıldı. Bir pencereyi andıran Geçit giderek büyümeye başladı. Altın yuvarlak, alev kırmızısına döndü.

"Beni hiç yanıltmadı," dedi Druce keyifle. "Yardım geldi!"

Ludvig, Geçit'i aşan ilk kişiyi gördüğünde şaşkınlıkla öylece kaldı. Bunun gerçek olması olası değilmiş gibi geliyordu. Hayal görüyor olabilirdi. Gözlerini sıkıca kapatıp açtı ve hemen Lucas'a baktı. En az kendisi kadar şaşkın olan arkadaşının yüzündeki sevinç ve korku gerçekti.

Ludvig, yanlarına gelen dosta bakıp "Cora!" dedi.

"Selam Mikell. Bensiz ölmenize izin veremezdim." Cora, savaş zırhının içindeydi. Ellerini beline yerleştirmiş alayla ona bakıyordu. Buraya kadar her şey Cora'ya uygundu ama sırtından yükselen kanatlar Ludvig'i daha fazla şaşırtmıştı.

Cora'nın sözlerine aldırmayan Ludvig, Druce'a bakıp "Neler oluyor?" diye sordu. "Devleri nasıl buraya getirdin?"

"Ben değil McCool. Kardeşim getirdi."

Paiva, Geçit'i aşıp zirveye ulaştığında kanatlarını açıp etrafa göz gezdirdi. Önce Druce'u bulmuştu ve ardından Ludvig'e baktı. Öfkeli ve kesinlikle bir iblis gibi görünüyordu.

"Yardım mı lazım beyler?"



Bạn đang đọc truyện trên: AzTruyen.Top