*4* Peki, Ben Kimim?
Üzerinde kahve lekeli kıyafetiyle birlikte doğruca Liam'ın evinin yolunu tuttu. Arabasına bindiği andan itibaren yine aynı takip edilme hissiyle dolmuştu. Aynadan arkaya baktığında bir karaltının karşıya geçtiğini gördü. Tam olarak ne olduğunu anlayamamıştı ama gözlerini aynadan çektiği anda frene asılmasına neden olan bir şeyle karşılaştı. Fingel Mağaralarında gördüğü sürüngensi yaratıkları andıran biri asfaltın üzerinde duruyordu. Yol kenarındaki kayın ağacının gölgesinde gizlenmişti. Bodur gövdesini kapatan sık yapraklar koyu bir gölge oluşturmuştu. Ona bakıyordu! Gözleri kırmızıydı, dudakları ince ve dişleri sivriydi! Biraz kambur duruyordu ama mağarada gördüklerinden daha çok insana benziyordu. Üzerinde uzun bol bir elbise vardı. Siyah renkli kumaş sanki öylesine dikilmiş bir araya getirilmiş gibi görünen iki parçadan oluşuyordu.
Aydınlıktayım, diye fısıldadı Paiva. Bana bir şey yapamazsın.
McCool'un haklı olmasını umarak ayağını gazın üzerine bastırdı ve geri çekilen yaratığın yanından geçip gitti. Ağaçların gölgesinden çıkamadığını fark ettiği yaratık, o uzaklaşana kadar arabayı izlemişti. Paiva, dikiz aynasına sıklıkla bakıp takip edilmediğini anlamaya çalışıyordu. Tam çıktığı yokuşu inmek üzereyken iri bir bedenin yaratığın üzerine atıldığını gördü.
Aman Tanrım! Bu Ludvig'di!
Bir an önce Liam'ın yanına gitmek istiyordu ama bir yanı sürekli geri dönmesini ve Ludvig Mccool'un iyi olup olmadığını bakmasını söylüyordu. Eğer iki yaratıktan birine güvenmesi gerekirse bu kesinlikle boynuzlu dev olurdu!
Lanet şeytanlar!
Arabayı geri döndürüp yokuşun başına kadar sürdü. Daha önce yaratığın beklediği gölgelikte kimse yoktu. Yola sıçramış rengi fark etti. Midesi düğümlenmişti sanki. Kanın kime ait olduğunu öğrenmeliydi. Biraz daha yaklaşmaya karar verdiği anda zihninde McCool'un sesini duydu: "Gölgelerden uzak dur Paiva, her zaman Işık!"
Çok bilmiş pislik dev! Senin için dönüyordum!
Direksiyonu sıkıca tutup cevap bekledi ama belli ki bu konuşma Paiva istediğinde gerçekleşmiyordu. Söylemesi gereken şeyler bittiğinde Ludvig bir put kadar sessiz oluyordu. Arabayı ilk anda yapması gerektiği gibi Liam'ın evine doğru sürdü.
İşe gitmek üzereyken yakaladığı Liam'ı durdurup Niall'e onunla işi olduğunu ve biraz geç kalacaklarını bildirdi. Liam'ın şaşkınlığına aldırmadan eve girerek Sofia'yı öptü ve boy boy dizilmiş dört kız çocuğuyla ayrı ayrı zaman geçirdi. Geniş salonları odayı ortadan ayıran sürgülü kapılarla ikiye ayrılmıştı. Sofia, çocuklar için özel bir oyun alanı oluşturmak istemişti. Ayrıca büyüklerin konuşması gereken özel konular olduğunda sürgüler çekiliyordu. Zevkle döşenmiş evin içi büyüklüğünü abartıya döndürmeye yarayan açık renk ile dizayn edilmişti. Koltuklar, perdeler, duvar renkleri ve eşyaların neredeyse tamamı kırık beyazdan oluşuyordu.
Liam büyük bir sabırla Paiva'nın hazır olmasını bekliyordu. Her zaman oturmayı tercih ettiği tekli -evin en sağlam koltuğuydu- koltuğa oturup ayaklarını önündeki krem renkli yumuşak bankın üzerine koydu. Arkadaşını iyi tanıyordu. Zaman kazanmak istediğinde yakaladığı her fırsatı değerlendirirdi. Şimdi de aynısını yapıyor ve minik Casey ve Tara ile oynuyordu. Kızlar Paiva'dan hoşlanırdı. Onun çantasını karıştırmayı ve anlattığı hikayeleri dinlemeyi severlerdi. Bir keresinde Liam'ın ailesine ait bir efsaneyi anlatırken Tara "Bunu daha önce duymuştum ama senin hikayen çok daha iyiydi Paiva!" demişti.
"Bunu daha önce ben anlatmıştım miniğim ama sıkıldığını hiç düşünmemiştim."
"Sıkılmamıştım baba. Şey yani Paiva anlatana kadar seninki en iyi hikayeydi."
Paiva'nın hayatını hikaye anlatarak kazandığı gerçeği gururuna onarılmaz yaralar vermesini engelliyordu. Yine de bir Connor olarak kendi hikayelerini başkasından dinlemenin keyfi onu endişeye düşürüyordu. Paiva'da büyü olmalıydı.
Sofia, soğuk bir şeyler getirip Paiva'yı kızların odasından çıkardıktan sonra onu ikisinin karşısına oturtup bekledi.
"Yine oldu değil mi?" diye sordu Liam. "Hatırlayamadığın anlar."
"Evet ama bu defa hatırladıklarım önemli. Ah Liam, bana inanacağını bile sanmıyorum."
"Dene Paiva. Düşünme sadece dene. Belki inanırım."
Sofia, kalçasını kocasının koltuğunun koluna yerleştirmişti. Tek kolu Liam'ın boynuna dolanmıştı. İkisi de yan yana oldukları hemen hemen her an birbirlerine dokunmadan duramazdı. Paiva bunun ten uyumu olduğuna inanıyordu. Liam ise ruhlarının eş olmasından bahsederdi. Paiva için ikisi de fazlasıyla romantik düşüncelerdi.
Paiva sustuğunda ona doğru eğilen Sofia, "Korkmuşsun," dedi. "Belki bir süre bizimle kalsan. Liam'la bunu konuştuk. Böylesi daha iyi olacak."
"Hayır. Yani evet korkuyorum ama bu kaçamayacağım bir şey. Ben, biriyle tanıştım."
Liam, şen bir kahkaha atıp karısının elini kendi iri avucunun içine aldı ve onu dünyanın en kıymetli mücevheriymiş gibi özenle kendi dudaklarına bastırdı. "Bizim kızdan da bu beklenirdi. Biriyle tanışmak ona bir canavar görmekten daha ürkütücü gelir. Düşünmeyi bırak Paiva, doğrudan dokunma kısmına geç." Kolunu Sofia'nın beline dolayıp karısını kendisine çekerek dudaklarından öptü.
Gözlerini büyük bir abartıyla deviren Paiva, ellerini yumruk yapıp kurumuş dudaklarını yaladı. Liam'ın karısını öpmesini bekledikten sonra "Zaten bir canavarla tanıştım Liam." dedi. "Benim aşk hayatıma dönmeden önce bu kişinin ne olduğunu söyleyebilirim."
"Canavar!" Sofia, Paiva'nın beklediği tepkiyi vermişti ama Liam aklı karışmış gibiydi. "Kim olduğunu mu demek istedi?" diye sordu karısına.
"Hayır, ne olduğunu dedim." Derin nefes alıp öne eğildi. Eli göğsünün üzerindeydi. Hızlanan kalp atışı elinin altında hissedilebiliyordu. "O bir devdi Liam. Bir dev!"
Önce karısına bakan Liam, ellerini koltuğun kollarına yerleştirip yavaşça kalktı. Bedeni hantal görünürdü ama genellikle ivedi hareketlerde bulunurdu. Bu defa dikkatli ve yavaştı. Duyduğu gerçek olabilir miydi? Efsaneler gerçek olabilir miydi? Yıllar boyunca aile büyüklerinden dinlediği ve yüreğine işleyen inancı şu an sorguluyor muydu? "Dev mi dedin?"
"Evet! Hem de gerçek bir dev! Senden farklı. Ah Liam, onun boynuzları var."
Sofia, ellerini ağzına götürüp korkuyla iç çekti. Çıkan ses bir çığlığa benziyordu. Paiva'ya göre zaten Sofia ortaya çıkmak isteyen çığlığını yutmuştu. Kadın bembeyaz kesilmiş Liam'a bakıyordu.
"Bana inanıyorsunuz ama ben kendime inanamıyorum. Hastaneye yatmalıyım."
"Hayır," dedi şefkatle Liam. Elini onun saçlarında gezdirdi ve donuk gülümsemeyle onu rahatlatmaya çalıştı. Pek başarılı olduğu söylenemezdi. "Sen hasta değilsin Paiva. Tam olarak nesin, kimsin bilmiyorum ama hasta değilsin. Sakinleş ve bana tüm detayları anlat. İsmini duydun mu? Kim geri dönmüş?"
Gerçek olduğuna inanmayı hala reddeden Paiva, arkadaşının sorusuyla gözlerini kapatıp kendisini koltuğun üzerine bıraktı. Kim geri dönmüş?
"İsmi, evet, bir ismi var. Ludvig, ımm şey Ludvig Mikell McCool."
"McCool!" diye haykırdı adam. "Demek McCoollardan biri öyle mi?"
"Öyle olduğunu söyledi. Benden bir şey istiyor Liam. Bir dili öğrenmemi ve ona yardım etmemi."
Çantasından çıkardığı eski kitabı Liam'a uzattı. Cildi yıpranmış el yazması kitabı aldığında Liam'ın titremiş olduğunu gördü. Adamın kitapla ilgili ona bilgi vereceğini umuyordu ve umudu gerçek oldu. Liam elindeki kadim dili oldukça yakından tanıyordu.
***
"Bu bir kadim lisan. İşaretler tanıdık geliyor ama anlamlarını bilmiyorum. McCool'un bunu sana neden verdiği hakkında hiçbir şey öngöremiyorum Paiva ama bu lisan Şeytan'a ait. Hatırlıyor musun sana ilk tanıştığımız zamanlarda bir hikaye anlatmıştım."
"Şeytan'ın Çocukları mı?"
"Oğulları!"
"Evet, evet oğullarıydı. İblislerle ilgiliydi galiba."
"Tekrarlıyorum, beni iyi dinle. Bir gün, Şeytan insanların ona yeterince ibadet etmediği kanısına varmış. İnsanların kibirleri, korkuları ve bencillikleri Şeytan için bir tür tapınma ayiniymiş. Ancak insanlar yeterince kibirli, korkak ya da bencil değilmiş. Şeytan insanların arasına çocuklarını göndermiş. Kibri yaymışlar, korkuyu artırıp bencilliği öğretmişler. İnsanlar artık Şeytan'ı memnun edecek kadar kötü olmuş. Tanrı, Şeytan'ı bu yaptığı için cezalandırmış ve onu yeraltı diyarına hapsetmiş. Onun oğullarını engellemek için de Tanrı, kendi çocuklarını dünyamıza göndermiş. İblis avcıları insanlara iyiliği öğretmemiş. Zaten onlar da iblislerden pek farklı değilmiş. Onların tek görevi iblislerin peşine düşmekmiş. Öyle de yapmışlar. İblisler, avcılardan kaçınabilmek için kendi lisanlarıyla işaretledikleri bazı efsunlar yapmışlar. Böylece avcılardan kaçabilmişler. Söylenenlere göre, İskoçya'dan Türkiye'ye uzanan tüneller iblislerin avcılara yakalanmadan kullanacakları bir yolmuş. Mağaraların giriş ve çıkışlarını kendi lisanları ile işaretlemişler. Böylece avcılar onlara ait yerlere ne girebilmiş ne de onlara dokunabilmiş. İblis'in Oğulları babalarını özgür kılmak istiyormuş. Bu yüzden avcıları tuzağa düşürüp onları kendi mağaralarına hapsetmişler. Şimdi ortada onları engelleyecek kimse kalmamışken, babalarını kurtarmanın yollarını arıyorlar."
"Artık biri dışarıda. Özgür!"
"Özgür müyüm?"
Neden bu soruyu bana sordu ki?
"Ki bu bizim için iyi bir durum. İblis'in özgür kalmasını istemeyiz Paiva. Bu sadece devler için değil insanlar için de iyi olmaz. Oğullar gizleniyor ama İblis'in kendisi tutsaklığını sona erdirdiğinde gizlenmeyecektir."
"Yani bu lisan, Şeytan'ın lisanı mı? Benden bunu mu öğrenmemi mi istiyor? Neden ama?"
Liam, başını belli belirsiz salladıktan sonra Paiva'yı teselli edercesine kadının kollarını sıvazladı. "Bence senin o dili bildiğini düşünüyor. Onu kurtardığın iplerin lisanla işaretlendiğini varsayıyorum Paiva. Hatırlamanı istiyor. Her neye bulaştıysan bu hiç hoşuma gitmedi."
Paiva, kendisini koltuğa bırakıp bir çuval gibi yıkıldı. Tırnaklarını etlerine batırıp duruyor ve parmaklarının kanamasına sebep oluyordu. Hatırlamak, diye düşündü. Dili öğrenmiş ve unutmuş muydu yani? Ama ne zaman ve nerede? Devler Geçidi! Oraya ne zaman gitse mutlaka zihin kaybı yaşıyordu. Kafası karışmıştı. Tek arzuladığı tüm bunların aptalca bir rüya olmasıydı. "Pekala, o zaman ben gideyim." dedi. Bedeni bomboştu sanki. Bakışlarında bile anlam kalmamıştı.
"Bence yanımda kal."
Gözleri buğulanan Paiva, dudağını ısırıp başını iki yana salladı. "Yapamam Liam. Ailene zarar gelmesini istemem."
"Gelmez. Güven bana. Buraya izinsiz hiçbir İblis giremez."
Paiva, gülmeye yakın bir ses çıkarıp "Vampirler gibi mi?" diye sordu.
Adam, keyiften uzak bir gülümseme ile baktı. Onu rahatlatmak istiyordu. "Çok mu film izliyorsun sen. Hadi eşyalarını alalım ve geri dönelim."
Paiva, Sofia'ya baktı. Kadın ellerini hala ağzında tutmuş dehşet içindeydi. Bu tip efsanelere Liam ve ailesi sayesinde alışkındı ama efsanelerin gerçek olması ona da uzak olan bir durumdu. Tara ve Casey yanına gelip beline sarıldığında kararını verdi Paiva. "Hayır, eve gideceğim ve onunla yüzleşeceğim. Senin koruman gereken bir aile var."
"İyi de sen de benim küçük kız kardeşimsin. Seni de korumalıyım."
Biraz düşündü. Korkularından sıyrılıp gerçeğe ulaşmalıydı. Telaşsız ve sakin kalmak zorundaydı.
"O işi McCool yapıyor zaten merak etme. Her ne kadar başkasını bulurum dese de benim peşimde öyle değil mi? Yani bana ihtiyacı var. Beni iblislerden -Aman Tanrım buna inandığıma inanamıyorum- koruyacaktır. Seni ararım tamam mı?"
"Peki, istediğin gibi olsun. Ama aramayı unutma. Ne olursa olsun ara. Ve aklıma gelmişken burada bekle hemen döneceğim."
Onun yokluğunda Sofia korkmuş yüz ifadesinden kurtulmuş ve kocasının yerini almıştı. Paiva için güçlü görünmeye çalışıyordu. Genç kadın ikisine de minnettardı. Ona sarılan kadına karşılık verirken titrediğini fark etti. Korkuyordu!
Liam, elinde tuttuğu minik bir şeyle geri döndü. "Telefonunu kaybetmiştin. İskoçya'dan döndükten sonra sana getirdim ama almadın. Malum öyle anlarda beni görmeyi pek istemiyorsun. İçinde hat var. Sakın ama sakın beni habersiz bırakma."
"Bırakmam."
Kapıdan çıkıp Sofia'ya sıkıca sarıldıktan sonra Liam'in iri kolları beline dolanmış ve onu kendisine doğru çekmişti. "Gölgelerden uzak dur küçük kız kardeşim. Eğer efsaneler doğruysa onlar ışı..."
"Işığa çıkmıyorlar. Biliyorum, McCool söylemişti." Kararsız kalıp kendi ellerini inceledikten sonra "Sence bana zarar verir mi? Yani ailen onların soyundan geliyor öyle değil mi? Sen iyisin. Sana güveniyorum. Peki, McCool'a güvenebilir miyim sence?"
Adam, düşünceli yüzünü bir süre Paiva'dan kaçırdı. Böyle anlarda söylediği şeylerden o da hoşlanmıyordu. "Devler insanlara zarar vermez Paiva," dedi. "Ama çok tekin olduklarını da sanmıyorum. Uzun bir süredir tutsaktı ve tutsaklığına son veren kişi sensin. Bu yüzden sana borçlu. Borçlu kalmaktan hoşlanmazlar. Seni borcunu ödeyene kadar koruyacaktır."
"Ya sonra? Borcunu öderse?"
"Eh, o zaman ona karşı çok dikkatli olmanı öneririm." dedi. Yumruklarını sıkıp "Kahretsin!" diye bağırdı. "Ne boklar dönüyor bilmiyorum ama senin için endişeliyim. Lütfen bizimle kal."
"Onu ve diğerlerini buraya çekemem. Sizi seviyorum Liam, sizden başka ailem yok. Bu yüzden güvende olduğunuzdan emin olmalıyım tamam mı? Belki bir süre işten izin alıp buradan uzaklaşmalısın."
"Kaçmayacağım Paiva. Unuttun mu ben yarı devim!"
"Ah, kesinlikle sana artık inanıyorum dostum." dedi. Onun koca elleri tarafından esir alındıktan sonra, "Liam, peki, ben kimim?" diye sordu. "McCool kendisini açıklarken bana bunu sordu. Sence neden onu serbest bırakabildim?"
"Birkaç teorim var. Dilleri öğrenme yeteneğinle ilgili olabilir. Sonuçta onları dili bilen herkes özgür bırakabilirdi."
"Çok açıklayıcı olmadı."
"Biliyorum. Çünkü ilk defa kendimi bu konularda bu kadar bilgisiz hissediyorum. Lütfen kendine dikkat et."
Günün kalanını dışarıda geçirmek istemedi. Eve girip tüm güneşliklerini sonuna kadar açtı. Güneş odanın her köşesine vuruyordu. Aydınlık, daha fazla aydınlık. Kesinlikle paranoyak olmaya başlamıştı. Akşamın çökeceği zamana karşı kendisini hazırlamak istedi. Işıkların yandığından emin olup evdeki fenerleri yanına aldı ve kanepesine oturdu. Sipariş ettiği pizza kutusunu kucağına koyup izlemediği ama sesine şükrettiği televizyonun gürültüsü içinde havanın kararmasını bekledi. Bir yandan da McCool'un ona verdiği el yazmasını inceliyordu.
Akşam saati bir kuşun kanat çırpması kadar hızla geçip gitmişti. Gece on ikiye yaklaşırken çıkan takırtılarla birlikte kulaklarını kabarttı. Yerinden kalkmaya korkuyordu. Bir elinde ekmek bıçağı -biraz körelmişti- diğer elinde ise telefonu vardı. Odasından gelen sesi hayal etmiş olabileceğini biliyordu, buna inanmaya da hazırdı aslında ama bir kez daha aynı sesi duyduğunda oraya bakmaktan başka çaresi kalmamıştı. Telefonda Liam'ın ismi vardı sadece tek tuşa basması yeterli olacaktı.
Kapı aralıktı, önce içeri bakmaya çalıştı. Odanın görebildiği tek yeri yatağıydı ve o da sabah bıraktığı şekilde darmadağınık duruyordu. Elini kapıya yaslayıp biraz daha geniş alanı görebileceği kadar açtı.
Pencerenin pervazına yaslanmış ve onun girişini izleyen Ludvig, elindeki bıçağa görüp dudaklarını hoşnutsuzlukla tek çizgi haline getirdi. Hayal kırıklığına uğramış gibi görünüyordu. Paiva'nın diğer elinde gevşekçe duran telefon titremeye başladığında genç kadın korkuyla sıçradı. Gözlerini Ludvig'den ayırmadan telefonu açıp kulağına götürdü.
"Paiva! Alo! Paiva! Beni aradın. Her şey yolunda mı?" Liam'ın endişeli sesi, koşuyormuş gibi nefes nefese çıkıyordu. "Oraya geliyorum!"
"Hayır, hayır, gelme. İyiyim Liam, yanlışlıkla aramış olmalıyım. Her şey yolunda. Sadece telefon elimdeydi, yanlışlıkla aramış olmalıyım."
"Emin misin?"
"Kesinlikle."
"Olman gerektiği yerde misin kız kardeşim?"
"Öyle olmalıyım. Aklım başımda, Liam, gayet iyi düşünebiliyorum." Paiva, Liam'ın rahatlaması için gülümsemeye çalıştı. "İyiyim Koca Adam. Gerçekten. İyi geceler."
"İyi geceler küçük kız kardeşim."
Telefonu arka cebine yerleştirip bıçağı bir süre ne yapacağına karar veremeyerek elinde tutmaya devam etti. Ne söyleyeceğini bilemiyordu. Ona kızması gerekiyordu ama sadece"Evimde ne arıyorsun?" diye sorabildi. "Beni korkuttun."
Paiva'nın aksine o sakindi. Sanki orada olması gerekliymiş gibi... "Gece yarısı olmasını bekliyordum."
Paiva, ona anlamadığını anlatabilmek için kaşlarını kaldırıp başını yana eğdi. "Yani?" diye sordu.
"Yani kararını bildirmen için geldim. O elindeki şey ne?"
"Kendimi korumak için."
"Onunla kendini kimden koruyacaktın? İblisi'in Oğullarından mı yoksa benden mi?"
"Eee, sanırım her ikisi için." diye itiraf etti. Sonra aklına gelen dudaklarından anında dökülüverdi. "İşe yaramaz mıydı?"
"Sence."
Biraz düşünüp "Bilemiyorum," diye mırıldandı. "Denemeye ne dersin?" Bıçağın sivri ucunu ona doğru hafifçe uzatıp omuzlarını yukarı kaldırıp indirdi. McCool yerinden kımıldamamıştı bile. "Tamam, saçma gibi geliyor kulağa ama söyler misin başka ne yapabilirdim ki?"
"Birçok şey. Her neyse, zaten işimi riske atmam. Gece yarısına kadar benim korumam altındaydın. Şimdi kararını söyle!"
Sesindeki buyurgan tonlamadan hoşlanmamıştı ama yaşananları düşününce adamın arkadaşlarını kurtarmak için acele ettiği kanısına varıyordu.
"Eğer hayır dersem, artık koruman altında olmayacak mıyım?" diye sordu Paiva.
"Sayılır."
"Neye göre sayılır."
Sadece birkaç saniye için başını yere eğip derin nefesler aldı. "Eğer yanımdayken saldırıya uğrarsan borcumu ödemek için seni korurum Paiva Köksoy ama yanında olacağımı sanmıyorum. Şimdi söyle bakalım, yanıtın nedir?"
"Hayatım tehlikede olacak mı?"
"Şimdikinden daha fazla değil."
"Benimle işin bittiğinde peki, o zaman hayatım tehlikede olacak mı?"
Adamın asık yüzü aydınlanmış gibiydi. Güneşe bakan ay çiçeklerini andırıyordu. Dudakları ufacık ama korkutucu bir kıvrılmayla iki yana yayıldı. "Sana zarar verip vermeyeceğimi mi öğrenmeye çalışıyorsun?" Paiva başını aşağı yukarı sallarken kendisini aptal gibi hissediyordu. Bu bir katile kurbanıyla ne yapacağını sormaya benziyordu birazcık da. "Tamam, açık olalım. Hayatımı kurtardın, hayata karşılık hayat. Sana borçluyum ama bir gün bu borç ödenirse benden sana zarar gelmeyecek Paiva. Bunun için söz verebilirim ve sözüme borcuma olan sadakatim kadar bağlıyımdır."
"Bunu söylerken bile ürkütücüsün. Peki, tamam. Senden kurtulsam da diğerlerinden kurtulabileceğimi sanmıyorum. Ve itiraf etmeliyim ki bu işin sonunu merak ediyorum." Ludvig, hoşnut görünüyordu. Merak, Paiva'yı ele geçireceği yerdi ve bunu çoktan keşfetmişti. Kızın merakı onu cehenneme kadar bile götürebilirdi. Kesinlikle oraya bile giderdi!
"O zaman dili öğrenmen için sana sabaha..."
McCool'un sözünü kesen Paiva, bu defa gücü elinde tutan olmaktan hoşnutça gülümsedi.
"Öğrendim bile. Yapalım şu işi."
Düşüncelerinizi paylaşmayı unutmayın lütfen, yorumları okumak beni yazmaya iten en büyük etkenlerden biri.
Umuyorum şimdiye kadar keyifli bir macera olmuştur sizin için. Bundan sonrası hem çok daha eğlenceli hem çok daha hareketli olacak. İşin içine yeni yeni karakterler girdikçe büyüyüp kocaman olacak benim devlerim :)
Bölüm önceleri instagrama alıntı atıyorum. Takip etmek için ozgeozdmir_
Yeni bölümlerde görüşmek üzere seviliyorsunuz.
Bạn đang đọc truyện trên: AzTruyen.Top