*4* Bir Deve Aşık Oldum

Keyifli okumalar 

Paiva, adımlarını kararlı atıyor ve tüm çarpık merdivenlere rağmen yavaşlamıyordu. Kararlı durmaya en ihtiyaç duyduğu anlardan biriydi. Korkarsa başaramazdı. Geri adım atarsa bir daha asla dehlizlere giremezdi. Kanatlarına ihtiyacı vardı. Kendisini buna hazır olduğuna ikna etmeye çalışıyordu. İşte, hızlıca Porsuk Ağacı'na gidiyorum! Ancak Kraliçe onun tüm içsel konuşmasını bir ötüşle sonlandırmıştı. Ona anlatmak istediklerini söyleyip bekledi.

"Biliyorum, biliyorum." dedi Paiva. "Oraya Geçit açabilirsin ama bunu istemiyorum. Kısacık bir zamanı bana çok göremezsin Kraliçe."

Kuş bir kez daha ötüp havalandı ve Paiva'nın omzuna tünedi.

"Bu söylediğini duymazdan geliyorum. Bana hakaret edemezsin seni çirkin şey!"

Cora onların ardı sıra gelirken bakışları Paiva ve Kraliçe arasında gidip geliyordu. Morrigan'ın kuzgunlarla olan sohbetlerine daha önce şahit olmuştu ama böylesi bir laubali üslupla karşılaşmamıştı. Paiva, tüm dengeleri kendisine göre kuruyordu. Devler ya da iblisler fark etmiyordu, artık onun kurduğu dengelere göre hareket etmek zorunda kalacaklardı. Özellikle Ludvgi Mikell McCool. Cora, Paiva'nın ona ne kadar kızgın olduğunu görebiliyordu. Mikell'in sebebi ne olursa olsun kendisini terk edilmiş hissediyordu. Muhtemelen Mikell'in işi bitmişti artık. Buna şahit olmak için sabırsızlanıyordu ama en çok Lucas'ı görmeyi arzuluyordu. Paiva'nın aksine hiçbir kızgınlık duymuyordu. Tek istediği ona yeniden sarılabilmekti. Tabii çok geç kalmazlarsa.

Tanrıların her şeyi abarttığı gibi abartıyla inşa ettikleri merdivenlerin son basamağına ulaştıklarında Paiva, duraksadı. Bir randevuya giden genç kız edasıyla üzerini düzeltip Cora'ya doğru döndü. Saçlarını omuzunun ardına atıp Kraliçe'yi rahatsız ettikten sonra dudaklarını ıslatıp dişlerinin arasına aldı.

"Harika görünüyorsun." dedi Cora. "Bence sana aşık olacak."

Paiva gözlerini irileştirip Ludvig'in görüntüsüyle sarsılan bedenini dik tutmak için zorladı. Aşkın ismi bile o devin yüzüyle birlikte anılıyordu sanki.

"Kimden bahsediyorsun?"

"Her kiminle buluşacaksan." dedi gülümseyerek. "Paiva, bir buluşmaya gidiyor gibi heyecanlı görünüyorsun. Altı üstü..."

"Altı üstü bir şeytana dönüşeceğim ve en yakın dev arkadaşım ki kendisi bir şeytan avcısıdır, beni kendi formumda ilk defa görecek."

"Bunun için mi endişelisin?" diye sordu Cora. Şaşırmıştı çünkü bu aklının ucuna bile gelmemişti. "Cidden mi?"

"Evet." dedi. "Cora, ben neye benzediğimi artık hatırlıyorum, Zamansızlığın içindeyken defalarca değiştim ama senin hiçbir fikrin yok. Beni karşında öyle görünce, ne bileyim avcı damarın falan tutmaz değil mi?"

"Seni avlayan dev avlamış bile Paiva."

Paiva'dan hırlamayı andıran bir ses çıktı. "Onu avlayan ben olacağım Cora, bekle ve gör." Gerçekten öfkelenmişti ama titreyen dudakları aynı zamanda derin bir hüznü gizlemeye çalışıyordu. Derin bir nefes alıp Cora'ya doğru adım attı. "Sadece beni küle döndürme isteğini bastırabilirsen sevinirim."

"Seni korumaya yemin ettim. Bunu kafana takma. Ayrıca neye benzeyeceğini tahmin edebiliyorum. Druce'a benziyorum demiştin. Etkileyici boynuzlar, büyük kanatlar ve ne yazık ki bir kuyruk."

Paiva keyifle "Çok işe yarıyor ama." dedi.

"Hıhı eminim öyledir. Üzerimde denemezsen sevinirim."

"Anlaştık." Paiva elini ona uzattı. Cora tüm ciddiyetiyle ona uzanıp "Birbirimizi öldürmek yok," dedi.

***

Porsuk ağacına ulaştıklarında Cora devlerin etrafta dolaşmalarını istemedi. Kendisine güveniyordu ama devler, evlerinde bir iblisle karşılaşmaya hazır değildi. Paiva, zamansızlık dışında ilk kez değişecekti. Daha önce sınıra kadar gelmiş ve canı çok fazla yanmıştı. Ludvig'in onun için ne kadar endişelendiğini ve yalvaran bir sesle haykırdığını anımsadı: "Lütfen direnme artık. Direnirsen değişim acı verir. Lütfen kim olduğunu kabul et."

Artık kim olduğumu kabul ediyorum Ludvig. Beni bu halimle görmek istemiştin. Çok az kaldı, geliyorum seni adi dev!

Adımını Porsuk Ağacı'nın alanına attı. Derin bir nefes almış ve onu ciğerlerinde bir süre tutmuştu. Beklediği acı gelmedi. Ayakları bir titreşimle sallandı. Ağacın dalları kıpırdamaya başlamıştı. Altın renkli ışıltılar saçılıyordu. Dehlizlerin değişimi nasıl olur diye merak eden Paiva, devlerin gösteriş manyakları olduğunu bir kez daha kabul etmişti. İblislerin formları daima karanlıkta değişirdi. Bu kötülükten kaynaklanmıyordu, bu sadece gizlenmekti.

Ağacın ikiye ayrılmış gövdesinden biri dallarını ona doğru eğdi. Bir selamlaşmayı anımsatıyordu. Ne yapması gerektiği hakkında Cora'yla konuşmadığı için pişmandı. Bu yüzden doğru olduğunu düşündüğü şekilde hareket edecekti. Başını hafifçe eğip tıpkı Ağaç gibi o da onu selamladı. Bir kıkırtı mı duymuştu? Ağaç, sadece kendi çekim alanında esen rüzgârla birlikte sallanmayı sürdürdü. Rüzgârın sesi uğultulara dönüştü.

"İblisin kızı, kendini bulmaya geldin."

Paiva, Cora'ya doğru döndüğünde arkadaşı onu cesaretlendirmek için başını aşağı yukarı salladı. Bu her şey yolunda demek gibi gelmişti Paiva'ya.

Öyle olmasını umuyordu.

Yeniden Ağaç'a doğru baktı. Gövdesi genişlemiş ve dalları göğe doğru uzanmıştı. Artık yeşilleri yoktu. Kuru dallar çırpınmayı sürdürüyordu. Ters giden bir şeyler mi vardı?

Ah Tanrım, iblis laneti!

Korkuyordu. Neredeyse geriye doğru adım atacaktı. Buraya ait değildi! Değil miydi!

Buraya aitim, Otherword benim evim!

Ağaç gövdesini silkeledi ve altın parıltılar bir kez daha etrafa saçıldı. Renk ışıldamaya başladı ve Paiva bir anda alev alan Ağaç'ın karşısında şaşkınlıkla bekledi.

Kutsallarını yaktım! Devler beni parçalara ayıracak!

"Yaklaş iblis. Alevler senin adına yükseliyor." Ses, rüzgarın içinden ayrılıp sanki sadece Paiva'nın kulaklarına ulaşıyordu.

"Bu, bu benim hatam mı?"

Yeniden bir kıkırtı yükseldi. Paiva, sinirle başını iki yana salladı. Bir bitki tarafından alaya alındığına inanamıyordu.

"Hata yok. Bu Tanrıça Paiva için sunulan bir hürmet."

"Bana hürmet mi ediyorsun? Ama neden? Ben bir iblisim."

"Aynı tohumun farklı filizleri." dedi Ağaç. "Nasıl göründüğün ne olduğunu değiştirmez."

Bir an duraksadı. Rüzgarla ona ulaşan sesin tınısı onu ürpertiyordu. Özellikle bu kadar mantıklı konuşurken onu bir ağaç olarak görmekte de zorlanıyordu. Alevli dallar heyecanla etrafta salınmayı sürdürdü.

"Haklıydın iblis. Devler haddini aştı ve sizi lanetledi. Elinizden Tanrılığı aldı ve size sadece şeytanlık yapmak kaldı. Yaktınız, yıktınız ve yok ettiniz. Günahkâr ruhlara azabı tattırdınız. Unuttunuz."

"Yaşamayı," diye fısıldadı Paiva. İblisler ölü bedenler yüzünden kendi yaşamlarını unutup gitmişlerdi. Onlar ölülerle ilgilenirken Tanrı Dağı'nda sefa sürenler tüm azapları hak ediyordu. Eğer Tanrıların Alacakaranlığı yaklaşmasaydı Paiva, onlara hak ettiklerini kendi elleriyle getirebilirdi. Özellikle Alator'a.

"Şimdi vakti geldi." Ağaç'ın sesi giderek yükseliyor ve korkutucu bir tınıyla çınlıyordu. "Balor'a karşı tüm Tanrılar ve Tanrıçalar bir olacak. Hel açılıyor, Otherworld birleşmek zorunda. Şimdi dallarımın arasına gel Paiva, cehennem Tanrıçası, kendini bul ve tüm iblislerin aynı şeyi yapmasını sağla."

Paiva, insani duygularından arınmaya çalışıyordu. Korkusu ve duyduğu gurur tüm kudretiyle ortalıkta duruyordu.

Sen iblisin kızısın Paiva! Sen bir Tanrıçasın! Korkundan arın ve alevlere sarıl.

Paiva yürümeye başlamıştı. Alevlerin sıcaklığı yüzüne vuruyor ve bu kendisine evindeymiş hissi veriyordu. Korkusu alevlerde yanıp kül oldu, gururu yerini güvene bıraktı. O artık bir Tanrıçaydı. Alevler bedenini sardığında kendisini yere bıraktı. Elbiseleri yanıp küle döndü, saçları başkaldırmış bir devrimci gibi alevlere inat etrafta uçuşmayı sürdürüyordu. Kollarını kendi bedenine sardı ve bacaklarını karnına doğru çekti. Acıyı bekliyordu. Druce zamansızlığın dışındaki ilk değişimde bunu yaşayacağını söylemişti. Alevlerin sıcaklığı arttı ama canını yakan sadece içten gelen bir baskıydı. Kemikleri tek tek kırılıyor gibiydi. Dikkatle dinlese seslerini duyacağına emindi. Bedeni tutuşmaya başladı ve alevler onu ağacın oyuğuna doğru çekti. Çığlık attığını biliyordu. Bu umurunda değildi. Yükselen çığlığı zayıflığını değil, ne kadar güçleneceğini gösteren bir işaretti.

Sen güçlüsün Paiva, sen Baldemar'ın kanını taşıyorsun. Onun güçleri ve asiliği sende hayat bulacak küçük kardeşim. Bedenin tıpkı ruhun gibi güçlü ve yenilmez olacak. Sen bir Tanrıçasın!

Yanımda olmalıydın Druce! Yanımda olmalıydın Ludvig!

Sesi giderek zayıfladı ve aldığı derin nefeslerden başka sadece alevlerin sönmeye yüz tutan çıtırtıları kaldı. Ayağa kalktığında kendisini daha farklı hissediyordu. Fazladan çıkan uzuvları onu güçlendirmişti. Kuyruğu kendi bacaklarına dolandı. Tıpkı zamansızlıkta olduğu gibiydi. Bu bedene hem yabancıydı hem de çok iyi tanıyordu. Kollarını iki yana açtı ve kanatları onunla birlikte göğe yükseldi. Çok büyüklerdi ama tek bir tüy kadar hafifti. Kanatların göğe bakan uçlarında tıpkı başındaki boynuzlar gibi yükselen kemikler vardı. 

Vay canına! Farklı hissettirmişti. Zamansızlıkta bu kadar özgür değildi. Porsuk Ağacı görevini tamamlamış ve yeniden eski yeşil haline bürünmüştü.

"Senin gerçekliğin bu," dedi Paiva onu duyduğunu ama cevap vermeyeceğini biliyordu. Yine de konuştu. "Benim gerçekliğim de bu!"

Arkasındaki kıpırdanmaları duyuyordu. Sesler sönen alevlerden sonra artmaya başlamıştı. Cora, devleri uzun süre Porsuk Ağacı'ndan uzak tutamamıştı. Kendisini hazırladı. Artık bir Tanrıçaydı. Bir iblis. Bir turist rehberi.

Gülümsedi.

Bedeninin çıplaklığını kanatlarıyla kapattı. Onu izleyen kalabalığa doğru döndüğünde önce Cora'yı buldu. Kimin ne düşündüğü önemli değildi ama Cora başkaydı. O gerçek anlamda ilk arkadaşıydı. Liam'dan sonra. "Ah, Liam," diye inledi. "Şu an beni görsen şaşkınlıktan küçük dilini yutardın dostum."

Cora'nın yanına doğru ilerledi. Arkadaşı onun için bir kıyafet bulmuştu. Hızlıca üzerine geçirdi. Kanatlarını rahatça kullanmayı sürdüreceği bir üst ve bol bir pantolonla artık onlara daha çok benziyordu.

Kanatlarını birkaç kez hareket ettirdi. Bunu içgüdüsel olarak yapmıştı. Uzun süre kolunun üzerine yatıp onu esnetme ihtiyacı hissettiği gibi bir şeydi. Kanatlarının dışa bakan tarafı kuzgun karası iç kısımları ise alev kızılıydı. Bu çift renk Druce'un her zaman hoşuna gidiyordu. Paiva onu bulmayı o kadar çok istiyordu ki!

Cora da Ağaç'ın etkisiyle dev formuna bürünmüştü. "Vay canına," diye fısıldadı sonunda. "Sen çok farklı görünüyorsun. Böyle hissedeceğimi düşünmemiştim."

"Sadece beden," dedi Paiva. "İçindeki hala benim."

"Boynuzlar, kanatlar, tıpkı bize benziyorsun ama kuyruk, işte o bir iblis olduğunu haykırıyor."

Paiva kuyruğunun özellikle yere bakmasına özen gösteriyordu.ç Buradaki devler iblisleri avlamayı bir alışkanlık haline getirmişti ve Paiva onları kızdıracak ya da tehdit hissedecek bir şeyler yapmaktan kaçınıyordu ama kanatlarını kapatmamıştı. Onların açık hali kendisine iyi hissettiriyordu.

"Nasıl bir haykırış bu? Paiva, iblislerin en iyisi şeklinde bir haykırış mı?"

"Her zaman kendini beğenmiş biri miydin?"

"Genellikle." Dedi göz kırparak. "Bu Druce'un hoşuna gitmeyen bir özelliğim. Sanırım ondan iyi olmamı kaldıramıyor."

Cora kıkırdadı. İçinde Druce'un dahil olduğu bir şakaya güleceğini düşünse inanamazdı. "Güçlü duruyorsun Paiva."

"Öyle hissediyorum." dedi.

Cora'nın arkasında beliren Deirdre onu baştan aşağı süzdü. Kuyruğun üzerinde fazladan oyalandığı Paiva'nın dikkatinden kaçmadı. O sadece bir iblis değildi, o iblislerin en güçlülerinden biriydi. Kuyruk Deirdre'ye bunu anlatıyordu.

"Merhaba, Deirdre," dedi.

"Merhaba iblis." Korkuyorsa bile bunu belli etmiyordu ama etkilenmişti. Olduğu yerde kıpırdandı. "İşte şimdi kendine benziyorsun. Açıkçası o mıymıntı halinle bana uygun bir rakip değildin."

"O halime bile yenilen kadın mı konuşuyor?" dedi keyifle Paiva. Deirdre'nin kızgınlığı hoşuna gitmişti ama eğlenceye son vermek zorundaydı.

Paiva ne yapması gerektiğini biliyordu. Druce'un planına sadık kalacak ve devleri arkasına alacaktı. Onları dost olarak görmeye başlaması Druce'un kast ettiği durum olmasa da bazen planlar raydan çıkıyordu işte. Arkadaşlık neyse ama Paiva'nın Ludvig'e olan hisleri Druce için nasıl bir şok yaratmıştı acaba? Onu en son Ludvig kanepesinde otururken görmüştü. Henüz konuşmaya fırsatları olmamıştı. Ludvig'in şu an Druce'un ellerinde olması onu bir yandan sevindirirken diğer yandan ürkütüyordu. Onu öldürmeyecekti. Aksi halde planlarını kendi elleriyle bozmuş olurdu ama fazladan acı çekmesinde sorun görmeyeceğinden emindi.

Bir deve aşık oldum! Tanrım bu sadece bir şakaydı!

"Hazır mısınız?" diye sordu Cora ve Deirdre'ye.

İki dev aynı anda "Neye?" diye sordu.

"Kanatlarınızı almaya," yana doğru çekilerek elini Porsuk Ağacı'na doğru uzattı. "Bunu yapmak zorundasınız. Benimle cehenneme geleceksiniz."

Bir ricada bulunmuyordu. Vakit kaybetmeye tahammülü kalmamıştı.

"Beni de mi yanında istiyorsun?" diye sordu Deirdre.

Paiva onu süzüp dudaklarını kıvırdı. "Daha çok güçlerini istiyorum Deirdre. Seni temin ederim ki hala düşmanız. Ancak dirilmesi gereken birkaç kişi var."

"Bilmiyorsan öğren iblis, bu iş öyle işlemiyor. Eğer ölümleri..."

Paiva, "Yeni sayılır." diyerek sözünü kesti. "Bence bedenleri hala dirilmeye uygun."

"Kim?" diye sordu sinirle Deirdre. "Kimi geri istiyorsun?"

"O'Connorlar."

"Pardon? Benden devleri mi diriltmemi istiyorsun. Kafayı mı yedin sen? Bu yasak."

"Artık değil. Savaştayız."

"Yaşayamazlar." Ellerini iki yana açmış yalvaran bir tonla konuşuyordu. "Yaşasalar da bunu isteyeceklerini sanmıyorum. Ölümden dönmek düşündüğün gibi değil Paiva. Bedenleri ruhları kabul etse bile ölümü diliyor olacak. Üstelik ölümlerinin üzerinden günler hatta haftalar geçti."

"Olabilir ama yanımızda istediğim güç onlar. Eğer ruhları ölmeyi diliyorsa bunu Balor'u yenerken yapabilirler. Ayrıca zamanı geldiğinde bir kişiyi daha geri getirmeni isteyeceğim."

Deirdre, onu bir kez daha inceledi. Onun yalan söylediğini biliyordu. Değişen sadece bedeni olmamıştı. Tanıdığı o korkak fani yerine karşısında gerçek bir Tanrıça duruyordu. Bu olabilir miydi?

Sonunda pes etti. Paiva'nın bakışları bir an için ona birini anımsatmıştı. Eirinn. Güçlü McCoolların sonuncusu. Deirdre annelerinin çarpışmalarını hatırlıyordu. Tutsaklıklarının hemen öncesiydi. Eirin'in nasıl da Nehalennia'ya kafa tuttuğunu anımsadı. Deirdre onu asla sevmemişti. Asla güçlü bir dev olduğunu düşünmemiş ve onu aralarına kabul etmemişti. Paiva'yı da asla kabul etmeyecekti. McCool'un sürekli onun nefret ettiği kadınları korumaya alması ne demekti peki? Birini kardeşi ilan etmişti diğerini kadını! Paiva'nın Eirinn'in nefret edilesi mizacıyla tanışmasını dört gözle bekliyordu.

"Kimi seni manyak?" diye sordu.

"Brigid'i."

"Ne?"

"Brigid, ilk iblisin kızını."

"Kim olduğunu biliyorum. Deli misin sen? Öleli yüzlerce, binlerce yıl olmuş. Onu geri getiremem."

"Hayır, getirebilirsin."

"Çürümüş bir beden ne işine yarar ki?"

"Beden mi? İstediğim bedeni değil ki! Sadece yap gitsin Deirdre, beni anneni tehdit etmekle uğraştırma ki tehditlerime rağmen istediklerimin yanında istemediklerimi de geri getirebilir. Böyle bir riske giremem ama sen sadece söylediklerimi geri getireceksin çünkü benden nefret ettiğin kadar devleri seviyorsun."

"Sen çatlaksın. Tüm iblisler gibi kafayı yemişsin." Ellerini abartılı hareketlerle yukarı kaldırıp kendi etrafında döndü.

"Henüz değil. Tamamsa artık şu kanatlarınızı alın da gidelim."

"Kanatlar biraz zor. Alator ona yalvarmamızı istiyor Mikell ise bunu yasakladı. Alator'a yalvarırsak ordudan atılırız."

"Sen zaten atıldın," dedi Paiva. "Endişe etmene gerek yok. Cora ise bu kuralı pek sallamayacaktı. Alın şu kanatları! Dehlizleri kanatsız aşmak zordur."

Onları Porsuk'un alanında bırakıp izleyenlerin yanına yaklaştı. Her biri önce birkaç adım geri atıp ondan uzaklaşmaya çalıştı ama kaçmanın fayda getirmeyeceğini anlamış olacaklar ki Paiva'nın ne yapacağını beklemeye başladılar.

Gözüne kestirdiği devlerden birine yaklaştı. Duruşu, kıyafetleri ve korkusuz bakışları onun bir asker olduğunu düşündürmüştü. "Fani dünyaya geçip O'Connorlara fazladan koruma götürün. Bir süre buralardan uzak kalmaları daha iyi. Kıyamet önce Tanrıları bulacak. Orada kalsınlar ve beklesinler."

"Korumaları artırıldı. McCool gitmeden önce bu emri verdi." dedi dev. Paiva şaşırmıştı. Bu beklemediği bir iyilikti. Ludvig, her tedbiri almıştı, kendi hayatıyla ilgili olanlar dışında!

"Öyle mi?" Paiva, arkadaşını korumaya aldığı için mutlu olmuştu ama anılarını ondan çaldığını anımsadığı an yeniden öfkelendi. "Başka ne emretti?"

"Seni korumamızı," dedi.

Bir iki adım geri çekilip kollarını iki yana açtı. Kanatları da kollarıyla birlikte açılmış ve kuyruğu ilk defa başının üzerine doğru uzanmıştı. "Korunmaya ihtiyacım var gibi mi duruyor?"

"Hayır," dedi dev kesin bir sesle. "Öyle durmuyor. Eğer iblis formunda dönersen de seni izlememizi istemişti."

"Ludvig beni izlemenizi mi istedi?

"Evet. Seninle cehenneme geliyoruz."

Etrafına bakan Paiva, "Geliyoruz, derken?" diye sordu.

"Ben ve ekibim. Bu yüzden geride kaldık. Dönersen seninle birlikte cehenneme girmek için. Mikell, seni durdurmanın imkansız olacağını bu yüzden sana eşlik etmemiz gerektiğini söyledi. Onu kurtarırken kendine zarar vermene engel olmamızı istedi."

"Adi dev!" diye gürledi. Her şeyi mi planlamıştı? Ancak bilmediği şeyler vardı. Bakalım Druce'un planlarını öğrendiğinde ne düşünecekti.

"O halde cehenneme bir yolculuğumuz var. Porsuk Ağacı'ndan devler için birkaç dal alalım. Kanatlara ihtiyaçları olacak. Tabii sizin de öyle. Tüm kanatlılar, kendi formunda olacak. Hazır olduğunuzda hareket edeceğiz. Bize ihtiyaçları olduğunu seziyorum." 





Herkese merhaba. 

Bölüm ile ilgili ise birkaç şey belirtmek istiyorum. Paiva'nın dönüşümünü içeren mini bir geçiş bölümü oldu. Sonrasında bizi bekleyen dehliz savaşı. Paiva'nın kavuşmayı istediği iki erkeğe ulaşmasına çok az kaldı diyelim. Ateşli kavuşma istediniz, planlarım oldukça ateşli :) Yeni bölümde ve çok çabuk görüşmek dileğiyle.




Kanatlar için bulabildiğim en yakın görsel bu. Dış kısımları siyah iç kısımları kırmızı ve oldukça büyük gibi düşünün lütfen :) 

Kanat ve boynuz oldukça benzer. 

Kuyruk içeren ne yazık ki uygun görsel bulamadım. Bulduklarımı da eminim Watty kaldırırdı :) Bir tane usturuplu giyinen iblis kadını yok mu yahu :) 

Bạn đang đọc truyện trên: AzTruyen.Top