*3*Gölgelerden Uzak Dur
Keyifli okumalar
Uyandı.
Gözlerini açtığında sanki uzun süredir nefesini tutmuş gibi ciğerlerini havayla doldurup bunu bir süre devam ettirdi. Rahatlaması gerekiyordu ama bir türlü yapamıyordu. Kılını bile kımıldatmaya çekiniyordu. Yalnızca evinde olduğunu anlayabilmişti o kadar. Bu defa kanepesinde yatmak yerine yatağındaydı. Bu olumlu bir değişiklik, diye düşündü Paiva. Korkusunu bastırmaya çalışarak bacaklarını yataktan sarkıtarak bedenini doğrulttu. İç çamaşırları üzerindeydi. "Eh, bu da büyük bir ilerleme." Sandalyenin üzerine özenle asılmış kıyafetlerini inceledi. Çamur içinde kalmışlardı. Telefonunu aradı ancak bulamadı.
"Ah Tanrım!" Telefonunu nerede düşürdüğünü hatırlayıp korkuyla etrafına baktı. "Sadece halisinasyon," diyerek kendisini ikna etmeye çalıştı. Saatine baktığında henüz sabahın dördü olduğunu gördü. Birileriyle konuşmaya ihtiyacı vardı.
Psikoloğumu aramalıyım!
Paiva, ilerlemişti ancak hayalleri sınır tanımıyordu. Duyduğu sesler büyümüş ve koca bir şekle bürünmüştü. Aman Tanrım hem de devasa bir şekle!
Boynuzları düşünüp ürperdi. Kallavi bedene sahip o yüz aklına kazınmıştı. Hayal olamayacak kadar gerçekti. Elleri titremeye başladı. Niall ile konuşmalıydı. Neler olduğunu öğrenmek zorundaydı. Kayıp parçaları yerlerine yerleştirip bütünü görmeliydi. Lanet bir puzzle gibi...
Üzerine bol bir elbise geçirip eline aldığı çantasıyla dışarı fırladı. Arabası kapının önündeydi. Liam'a yedek anahtarları vermenin ne kadar akıllıca olduğunu düşünüp, ona bunun için daha sonra teşekkür etmeyi aklına yazdı. Hemen direksiyona geçti. Niall'in evi ne yazık ki kendi evinden uzaktı ama bir an bile tereddüt etmeden oraya doğru yol aldı.
Cesaret mi? Tabii ki!
Evi yolun iki yanına dizilmiş ağaçların arasından geçen bir sokağın sonundaydı. Aracı park edip aşağı indiğinde sokak lambasının ışığı ile aydınlandı. Ensesine doğru esen rüzgarın ürpertisiyle iç çekti. Sanki teninin belli noktalarına değip geçen rüzgar ne yaptığını bilen bir el gibiydi. Sonra o sesi duydu: "Gölgelerden uzak dur Paiva! Gece tehlikeli. Günün içinde kal, ışıklarda kal!"
"Ah Tanrım bu gerçek değil. Olmamalı."
Bekledi. Sesi yeniden duymamıştı. Her şeyin kendi hayal ürünü olmasını diliyordu ama kendisini onun ismini fısıldamaktan alıkoyamadı. "McCool!" Bekledi. İlk ismini hatırlamaya çalıştı. "Ludvig... Ludvig Mikell McCool!" Cevap yoktu. Kendisini aptal gibi hissediyordu. Boğazı kurumuştu ama derin nefesler almayı sürdürdü. Korkuyla devam etti, rüzgar sadık bir sevgili gibi onu izlemeyi sürdürdü. Saçlarını uçuruyor, elbisesini dalgalandırıyordu. Tenindeki hissi onu bir kez daha ürpertmişti. Esmeye ensesinde son veriyordu sanki. Yaz aylarının sıcaklığıyla ılık bir nefesi andırıyordu ona. Sığınma ihtiyacı hissediyordu. Tüm yaşadıkları son bulana kadar gizlenmeyi diliyordu. Bahçeyi geçti ve kapıyı hızla çaldı. Bir eli zilin üzerindeyken diğer eli yumruk hâlinde kapıya iniyordu. Niall'in uyku sersemi sesi "Kim o?" diye bağırdı. Sesi sabahın bu saatinde rahatsız edilmekten dolayı hoşnutsuz ama kötü haber alma tehlikesi yüzünden endişeli çıkıyordu.
"Benim, Paiva."
"Paiva?" Kapı açıldığı anda Niall onu endişeyle süzdü. Elini genç kadına uzatıp bileğinden yakaladı ve baştan aşağı süzdüğü kadının iyi olduğunu anlayıp derin bir nefes aldı. "Seni görmeyi beklemiyordum. Nasıl oldun? Neden bu saatte geldin?"
"İyiyim. Sadece merak içindeyim. Ben, sizin iyi olup olmadığınızı merak ediyordum."
Adam, çatılan kaşlarının arasından endişeyle bakmayı sürdüren gözlerini ona dikti. "Bizim mi? Kimden bahsediyorsun?"
"İşte, İskoçya gezisinde olanlar. Ah, Niall, ben hiç, hiçbir şey hatırlamıyorum."
Hastalığını itiraf edebildiği tek arkadaşı Liam'dı. Zihnindeki kayıp anları itiraf etmek pek kolay değildi. Bu yüzden Niall'in onun neyden bahsettiğini anlamasını beklemiyordu zaten. Yine de cevaplara ihtiyaç duyuyordu. Adam onu içeri çekip kapıyı kapattı. Duvara uzanıp gece ışıklarını açtı ve Paiva'yı kibarca tutarak oturma odasına götürdü. Loş ışığın yetersiz aydınlattığı odaya göz gezdirdi. Bir bekar evine göre fazla düzenli ve temizdi.
"Diğer ışıkları da açar mısın?" dedi. İçgüdüleri ışıklarda kalmasını söyleyen sesi dinlemesi gerektiğini fısıldamıştı.
"Tabii," dedi. Ayağa kalkıp hemen düğmeye dokundu. Işıklar yandığında Paiva karanlığa alışan gözlerini bir süre kırpıştırdı. "Hastalığının böyle bir etki bırakacağını düşünmemiştim," dedi adam. "Döndükten sonra çok ateşlendin. Hatırlıyorsun değil mi?"
Paiva başını olumsuz anlamında iki yana salladı. "Tek hatırladığım o mağara ve... ve..." Parmaklarını alnında gezdiriyordu. Kayıp anları anımsamaya çalışmak her zaman baş ağrısına sebep oluyordu.
"Çok etkilendin tabii. Ancak olanlar senin suçun değildi güzelim. O mağarada öylesi yarasaların olacağını bilemezdin. Meraklıydın, biz de öyle. Kimse zarar görmedi, önemli olan bu."
"Yarasalar mı?"
"Kocaman yarasalar." Niall, ellerini iki yana açarak gözlerini irileştirdi. Yüzünde hafif bir tebessüm vardı.
"Kaç gün geçti?"
Adamın yüzündeki emanet tebessüm anında buz kesmişti, "Beş gün oldu Paiva." dedi. "Belki de doktora falan gitmeliyiz. İster misin?"
Elini Paiva'nın kolunun üzerinde gezdiriyordu. Şefkatli dokunuş karşısında geri çekilmek pek doğru değildi belki de ama Paiva kolunu hızla çekip "Hayır hayır. Teşekkür ederim. Ateşten olmalı. Ben... Gitsem iyi olur." dedi.
"Bak, bu saatte dışarıda olman içime sinmez. Burada kal Paiva. Biraz uyu ve dinlen. Sanırım birilerinin seninle ilgilenmesine ihtiyacın var. Biliyorsun bunu yapabilirim. Paiva, gezide konuşmaya çalıştım ama..."
Paiva bir anda ayağa kalktı. "Gitsem daha iyi tekrar teşekkür ederim Niall, arkadaşlığın için. Yarın görüşürüz."
Hayal kırıklığını tanımıştı Paiva. Niall'in gözlerine yerleşmiş ve küçük bir kızgınlıkla birlikte ona yöneltilmişti. "İşe gelme. Bence kendini daha toparlayamamışsın."
Paiva, onun kendisine tanıdığı ayrıcalığın her zaman farkındaydı. Hasta olan başka çalışanlar olsaydı bu şekilde rahat izin alabilir miydi emin değildi. "Tamam, kendimi iyi hissetmezsem gelmem. Yine de sabah görüşürüz diye umuyorum."
Arabasına doğru yürürken sokak lambasının titrediğini fark etti. Sertçe yutkunup hâlâ kapıda bekleyen Niall'e bakıp el salladı. Arabasına kadar olan kısa yol ona uzayıp durmuştu. Sonunda yeniden direksiyona geçip evine gitti. Uyuyamayacağını biliyordu. Kanepesine oturup televizyonu açtı. Biraz sese ihtiyacı vardı. Hâlâ kulaklarında o kahrolası halüsinasyonun sesini duyabiliyordu. Gözlerinin önünde boynuzlu yüzüyle "Özgür müyüm?" diye soruyordu.
"Ah Tanrım! Neden bana soruyor ki! Kahrolasıca yaratık istediği yere siktirip gidebilir! Umurumda değil!"
Televizyonun sesini komşularının rahatsız olmayacağı kadar çok açtı. Yine de istemediği sesler zihninde yankılanıp durmaya devam ediyordu. Salonunun penceresini aydınlatan sokak lambasının ara sıra titreyip sönen mum alevi gibi solduğunu gördü. Yerinden kalkmak ona büyük bir işkence gibi gelse de merakına yenik düştü. Perdesini aralayıp etrafa göz attı. Sadece küçük bir an devasa bir gölgenin geçtiğini gördü. Gözlerini sıkıca kapatıp yeniden açtığında lamba eski aydınlığına kavuşmuştu.
Gün aydınlanmaya başladığında içindeki korku da karanlıkla birlikte aydınlığa yenildi. Banyoya gidip dişlerini fırçaladı ve yüzünü inceledi. Biraz solgun görünüyordu. Evin dağınıklığından anladığı kadarıyla beş gün boyunca yemeksiz kalmamıştı ama hazır yiyeceklerin yeterli bir beslenme olmadığı, çöken göz altlarından anlaşılıyordu. Hafızasını biraz zorladı ve bir şeyleri hatırlamaya çalıştı ama geçen beş günü derin bir boşluktan ibaretti.
Kahvaltı yapması gerekiyordu ancak midesi katı şeyleri kabul edecek gibi değildi. Hazırlanıp aşağı inmeyi planladı. Kahve ona iyi gelecek tek şeydi. Sokak kapısını açıp dışarı adım attı. Bir an için izleniyormuş gibi hissetti. Dün geceden beri yaptığı gibi etrafı kolaçan etti. Temiz, diye mırıldandı. Kendi kendine gülme isteğini bastırarak kahveciye yöneldi.
Kahvecinin kapısına asıldığında çantası itme kulpuna takılıp onun sarsılmasına sebep oldu. Kahrolasıca günlere her zaman sakarlıklarla başlamak zorunda mıydı sanki? Zorlukla kendisini kurtarıp yoluna devam etmek istediğinde karşısına çıkan birine çarpıp adamın tüm kahvesini elbiselerinin üzerinde buldu. Giydiği beyaz renkli elbisesi şimdi kahverengi ile lekelenmişti. Öfkeden çığlık atabilirdi ama başını kaldırıp adama baktığında sesi korkuyla kısıldı.
"Özür dilerim. İyi misin?" diye sordu adam.
Boyu uzundu. Boyu çok uzundu. Liam'dan bile iri olan adamın yüzü fazlasıyla tanıdıktı ki sesi geçen birkaç saat boyunca kulaklarında çınlayıp durmuştu.
"Sen?"
Mağarada gördüğünde boynuzları olan yarı çıplak yaratık şimdi karşısında bir iş insanı gibi giyinmişti. Başına kaldırdığı güneş gözlüğü, kaliteli bir kumaş olduğu belli olan havalı gömleği ve takımına uygun kravatıyla bir yaratıktan çok hoş ama iri bir adamdı.
Adam gülümseyerek elini kibarca ona uzattı. "Mikell McCool."
"Ludvig Mikell McCool." diyerek onu düzelten Paiva, tüm gece boyunca ismini içinden tekrar edip durmuştu. Göz ucuyla kapıyı kontrol etti. Her an kaçmaya hazırdı. Aklından aksiyon filmlerini aratmayacak sahneleri geçiriyordu. Tabii her bir sahne onun gibi biri için takılma, düşme ve muhtemelen kendi öldürmesine sebep olacak engeller taşıyordu. Dürüst olmalıydı, adamdan kaçması imkansızdı.
"Güzel. Hafızan yeterince yerine gelmiş."
Kalbi hızla çarpan Paiva, adamın kendisiyle ilgili bildiği bu gerçekle sarsıldı.
"Sen de kimsin?"
"Seninle konuşmak isteyen biri. Rahat hissetmeni sağlayacaksa iş görüşmesi olarak düşünebilirsin. Ayrıca kapıya bakıp durma Paiva, burası konuşmak için uygun bir yer. Beni seni takip etmek zorunda bırakma çünkü yaparım. Bu konuşma olmak zorunda." dedi. Sonra etrafına bakıp "Oturalım mı?" diye sordu.
Elini iri bedeninden beklenmeyecek kibarlıkla onun koluna koyup kendisine yaklaştırdı ve uygun bir masa bularak oturdu. "Kıyafetin için üzgünüm," dedi. Gözleri kahve lekesinin yayıldığı yere odaklandı.
"Sanırım kıyafetlerimin kirlenmesi düşüneceğim en son şey. Aklımı kaçırıyorum. Aslında burada değilsin. Hayal ürünümsün değil mi?"
McCool, gülmeye yakın homurtular çıkardı.
Gülebiliyor muydu acaba?
"Sahiden mi? O zaman hayal gücün oldukça renkliymiş Paiva. Peki, söyler misin beni hayallerinden çıkaran ve karşına getiren şey nedir?"
Hazırlıksız yakalandığı soruyu düşünmeye fırsatı yoktu. Aptal gibi görünmek istemiyordu. Bu zihninin ona uyguladığı bir terapi gibiydi. Bazı içsel meseleleri yine kendi iç benliğiyle halletmeye çalışıyor gibiydi. Bu yüzden dürüst oldu. Kendi hayallerine karşı yalan söylemesinin bir anlamı yoktu. "Sanırım yalnızlık." Ellerini yüzüne kapatıp "Aman Tanrım!" diye inledi.
"O'ndan çok medet umuyorsun Paiva. Tanrı bizimle değil, en azından şu an için. Aklının karıştığını biliyorum. Eğer benim gerçek olduğum bilincine ulaşırsan bazı sorularını yanıtlarım. Sana borçluyum ve hiçbir McCool, kendisine yapılan iyiliğin altında kalmaz."
Kahkaha atabilirdi, dahası çığlıklar içinde dışarı çıkıp delirdiğini ilan edebilirdi ama Paiva, alayla gülüp "Meraklanma bu cüsseyle hiçbir şeyin altında kalmazsın sen," dedi.
McCool, kendi ellerine ve bedenine bakabildiği kadar bakıp dudak büktü. Hoşnutsuz görünüyordu. Kaşlarını çattığında boynuzlarının olduğu o yaratığa daha çok benziyordu. Elleirni gözlerinin önğne getirip sanki onları ilk kez inceliyormuş gibi baktı. Paiva için devasa büyüklükteki eller belli ki McCool için yetersizdi. "Bu formdayken olduğumdan daha küçüğüm. Bu rahatsız edici. Sizin ufak bedenlerle nasıl yaşadığınızı anlayamıyorum."
"Hantal değiliz." Paiva, söylediğiyle gurur duyuyordu. Evet, ondan daha hızlı olabilirdi! Olabilir miydi?
"Sence ben hantal mıyım?" diye sordu. Gülümsemiyordu ama Paiva onun dalga geçtiğinin farkındaydı. Onu son gördüğü zaman kafasının içinde bir şimşek gibi çaktı.
"Özgür müyüm?" Paiva'nın cevap vermesini sabırsızlıkla beklemiş ve anında ileri atılmıştı. Paiva üzerine geldiğini düşünmüştü ama öyle değildi McCool duvardaki yaratıklara doğru yönelmişti. Başını iki yana hızla salladı ama ayılmaya dair hiçbir emare yoktu. Deliriyordu ve adam kesinlikle ondan daha hızlıydı!
"Senin.. Senin..." Ona doğru eğilip sesini mümkün olduğunca kısık tuttu. Ellerini kendi kafasının üzerine kaldırıp "Boynuzların vardı." dedi. Sesi acı çeken birinin inlemesi gibi çıkıyordu.
Adam etkilenmiş gibi göründü. "Nasıl göründüğümü hatırlıyorsun." dedi. Bu durum belli ki hoşuna gitmişti. "Düşündüğümden daha farklısın, belki sana haksızlık ediyorum. Belki de gücün daha fazladır."
"Sen sadece benim zihnimde varlığını sürdüren bir hayal olmalısın. Ne kadar istersem o kadar hantal olursun. İstersem boynuzların olur, istersem..." Elini onun üzerine doğru uzatıp baştan aşağı gösterdi. "İstersem de bu şekilde mükemmel görünebilirsin. Senden kurtulmak için buradan çıktığımda ilk iş psikoloğuma gitmek olacak. Yeniden uyuşuk bir bedene sahip olsam da senden kurtulacağım."
Parmağını onun yüzüne doğru uzatmıştı. Ellerinin titremesini bile umursamadı. Onun fevri hareketlerine karşılık adam çok sakin duruyordu. "Bunu gerçekten istiyor musun? Benden kurtulmayı başarırsan sahiden bir hayal olurum. Ya kurtulamazsan? O zaman bu beni gerçek kılmaz mı? Hatırlıyorsun Paiva, sadece zihnin tembelliğe alışmış o kadar. Kendini biraz zorlamalısın." Ceketinin iç cebine uzanıp eski bir kitap çıkararak onu Paiva'ya uzattı. "Çok vaktim yok. Beni kurtardın ve başkalarını kurtarmak için de gücün var. Ne sorunun varsa bir an önce çözmeni istiyorum, o dediğin her neyse ona git ve gerçekliğimden emin ol. Sonra bu dili öğren."
Kitaba göz ucuyla bakıp burun kıvırdı. Merak onu cezbetmeye başlamıştı bile. Minik bir çocuğun öğrenme arzusuyla kitabı eline almak ve kokusu dahil her şeyini sömürmek istiyordu. Kitapların üzerinde böyle bir etkisi vardı ama yapmadı. "Sen gerçek değilsin!"
Yanlarına gelen garson somurtkan bir ifadeyle elindeki boş adisyona bakarak "Ne içersiniz?" diye sordu. Paiva, kendisinden oldukça emin görünüyordu. McCool'a bakarak kaşını oynattı. Adam ne dediğini anlayamamıştı, başı bir garsona bir Paiva'ya dönüyordu.
"Ne içersin diyor? Söylesene."
Konuşma boyunca adamın dudaklarının gülümsemeye en yaklaştığı andı bu. Belki de gerçekten gülümseyebiliyordu! "Buradayım Paiva. Kendini zaten komik olan durumundan daha da gülünç hâle getirme istersen." Kıza dönüp "Sade kahve lütfen, umarım küçük şeytan bu defa kahvemi dökmez!" dedi.
Küçük Şeytan!
"Sen..."
"Tabii efendim." Kız McCool'a bakıp gülümsemişti. Gülümsemişti! "Siz ne alırsınız?" Paiva'ya döndüğünde gülümsemesi kaybolmuş ve yeniden bıkkın bir sesle konuşmaya başlamıştı. Kızı tanımıyordu. İşe yeni girdiğini düşünene Paiva, bu kadar çabuk bıkmış olduğuna şaşırdı. Gerçi McCool'a bakarken o kadar da bıkkın görünmüyordu. Sorun kendisinde olmalıydı! Ne zamandır insanların konuşmak istemediği birine dönüşmüştü?
Paiva, kararsızlıkla "Onu duydun mu?" diye sordu kıza.
"Çok net duydum ama sizi duyamadım. Ne alırsınız?"
"Görebiliyor musun yani? Nasıl biri anlat bana."
Israrlı bakışlarını kızın üzerinden çekmedi. Garson ona şaşkınlıkla baktığında o eski bıkkınlığını üzerinden atmıştı. Muhtemelen delirmiş kıskanç bir sevgili vakası olduğunu düşünüp ellerini göğsünde birleştirdi. "Pekala," dedi. Dudaklarını birbirine bastırıp McCool'u süzdü. Gözleri adamın omuzlarında oyalanmıştı. "İri bir adam, oldukça çekici. Şeytan tüyü var sanki."
"Şeytan demesek." McCool, araya girip Paiva'ya bakarak başını iki yana salladı. Senin yüzünden düştüğümüz hale bak der gibi bakıyordu.
"Olur, tanrımsı bir şey diyelim o zaman. Her neyse, işte esmer, yakışıklı ve fazla iri biri. Eğer onunla ilgilenmiyorsan ilgilenecek birilerinin çıkacağına eminim. Şimdi ne içeceğini söyleyecek misin bütün gün burada duramam."
Kızın atarlı tavırları karşısında sinip geriye yaslandı. "Sade kahve.Lütfen." dedi. Farkında olmadan kızın bıkkın ses tonunu taklit etmişti.
Kız siparişi kağıda not alıp masalarına bıraktıktan sonra McCool'a göz kırparak yanlarından ayrıldı. Adamın bakışları ise yalnızca Paiva'nın üzerindeydi. Onun ne düşündüğünü anlamaya çalışıyor ama kadın ne zaman konuşsa daha fazla aklı bulanıyordu. Gerçekten hiç mi bir şey bilmiyordu?
"Şimdi burada olduğumu anlamaya başladığına göre bana yardım edecek misin?"
"Az önce yardım istemiyor yalnızca emirler yağdırıyordun."
Sonunda sinirlenmeye başlamıştı. Masada öne eğildi. "Bak, kadın! Paiva! Beni yüzyıllar süren esaretimden kurtardın. Bu yüzden sana karşı sabırlı davranacağım ama bu sonsuza kadar sürmez."
"Eh, yüzyıl süren esaretten sonra beni de epey bekleyeceğini varsayabilirim. Benim için yeterli bir süre, sonuçta ben ölümlü zavallı bir kızım! Bekle beni McCool, birkaç yüzyılcık kadar!"
Sandalyesinden kalkan McCool, elleriyle ceketinin yanlarını tutarak üzerini düzeltti. Köşeli ve sert bir yüzü vardı. Boynu kısaydı. Omuzları geniş olmanın yanında ceketinin üzerinden bile anlaşılacak kadar kaslıydı. Paiva'nın yanındaki sandalyeye oturarak onun üzerine doğru eğildi. Eğer klostrofobisi olsaydı adamın bu duruşu onu nefessiz bırakabilirdi. Kaçacak alanı yoktu. "Bir devi kurtardın Paiva Köksoy! Bu Öncüleri harekete geçirecektir. Senin peşine düşecekler. Yardımıma ihtiyacın var."
"Hani yardım edecek kişi bendim?"
Tut çeneni Paiva!
"Karşılıklı diyelim. Sende bir güç var ve onu açığa çıkarttın. Artık saklanamazsın. Yardımım olmadan birkaç gün bile yaşayamazsın. Seni korumayı bırakırsam ölürsün ama sen bana yardım etmezsen ben başka birini bulabilirim. Beni bir kere özgür bıraktın. Şimdi kararını ver, bana yardım edecek misin?"
"Bu öncüler de neyin nesi?"
Adam geriye çekilip sandalyeye yaslandı. "Beni kurtardığın mağarada başka yaratıklar da görmüştün hatırlıyor musun? İşte onlar gibi yüzlercesi senin peşine düşecek. Öncüler hafıza aktarımı yapabiliyor. Bu da o mağarada olan her şeyi artık tamamı biliyor demek. Yan yana olmaları gerekmez. Biri bilirse diğeri de bilir."
"Aman Tanrım! Peşime mi düşecekler? Bu, bu hayal, gerçek değil."
"Gerçekten mi? Kendine gel Paiva. Bana yardım etmezsen seni bulmaları an meselesi."
"Ne yapmamı istiyorsun?"
"Yalnızca birkaç mağarayı ziyaret etmeni ve bazı arkadaşlarımın iplerini çözmeni istiyorum." Ellerini dizlerinin üzerine yerleştirip onun cevabını bekledi.
"Senin gibiler mi? Yani bir dev!"
"Evet."
Paiva, ellerini yüzüne kapatıp yeniden acı inlemelerine döndü. "Bu hayal değil öyle değil mi?"
Adam başını aşağı yukarı salladı. "Bu kitabı alacaksın." Kızın hayır der gibi duran bakışlarına gülüp geçti. "Alacaksın çünkü şimdiye kadar gördüğüm en meraklı kişi sensin." Paiva kapağın üzerindeki yabancı harflere bakıp dudaklarını kımıldattı. McCool aklına yeni gelen bir şeyle aydınlanmış gibi "Dilleri çabuk öğreniyorsun. Bunun sebebini hiç düşünmedin mi?" diye sordu.
"Beynimle ilgili bir durum. Sol lop fazla gelişmiş, beynim esnek ve..."
"Bu zırvaları başkasına anlat. Hiçbir insan sadece birkaç dakikada dil öğrenemez." Ayağa kalktı. Garson elinde tepsiyle geldiğinde iki kahveyi de alıp kızın gitmesini bekledi. Paiva'nın kahvesini onun önüne koyduktan sonra kendi bardağından bir yudum aldı. "Dünyevi zevkler," dedi. "Çok uzak kaldım."
"287 yıl kadar mı?" diye sordu Paiva. "Buna nasıl inanabilirim ki en fazla otuz beşinde görünüyorsun."
Adam kaşlarını yukarı kaldırdı. Dudaklarını kapatıp açarak bir süre kahvenin tadının keyfini sürdü. "Tanrının işi," dedi. "Otuz beş insanoğlunun en verimli dönemleridir. Cennet hep otuz beşliklerle dolu." Bu defa sahiden gülümsemişti. Gülümseyebiliyordu!Bir ışıltı gibiydi gülüşü. Ancak kendisini çabuk toparladı ve yüzü yeniden asık hâlini aldı.
"Düşün Paiva ve gece yarısı bana kararını bildir. Eğer hayır dersen seni korumaya son verip başımın çaresine bakarım." Gitmek üzereyken kararsızlıkla duraksadı. Dudakları birbirine kenetlenmişti. Bir karar vermeye çalışıyor gibi göründü. "Gölgelerden uzak dur. Onlar aydınlığa çıkamaz."
"Kimler Öncüler mi?"
"Evet, onlar İblis."
"Bildiğimiz iblisler mi? Yani şeytan!"
"Onun oğulları. Gölgelerden kaçın." Gitmek üzereyken yine vazgeçip "Bana yardım etmeyi kabul etmezsen bile aklından çıkarma. Işık, Paiva, ışık içinde kal. Beni kurtardın. Sana hâlâ borçluyum."
Çekip gittiğinde sadece birkaç saniye yerinde durabilen Paiva, sandalyeden fırlayıp onun arkasından koştu. Yolun karşısına geçen adama seslendi. İsmini ne zaman söylese tüyleri ürperiyor ve içgüdüsü ona korkmasını emrediyordu. "McCool... Ludvig Mikell!"Adam ona bakarken başını yana eğdi. "Hatırlayacak mıyım?"
"Hangi yaşamı seçtiğine bağlı Paiva. Seçimlerin hayatına yön veriyor." Ellerini pantolonunun ceplerine koymuş öylece dikilirken bile mükemmel görünüyordu. Kusurları vardı ama duruşundaki güç Paiva'yı etkilemişti. Onu hayal edemezdi. Hayal edeceği türden bir adam değildi. "Umarım beni hatırlarsın. Umarım bunu seçersin Paiva. Sana ihtiyacım var, senin de bana."
Paiva, yoldan geçen arabaları bekleyip karşı kaldırıma geçti. Adam onun ne yapacağını merak ederek gözlerini kısmıştı. Genç kadın kendisine yaklaşıp parmak uçlarında yükseldiğinde ona yardımcı olmak için hafifçe eğildi.
"Gerçekten boynuzların var mı?"
"Onları gördün öyle değil mi?"
"Şimdi neden yok?"
McCool önce etrafına bakıp sonra Paiva'nın üzerine daha çok eğildi. Yine aynı sıkışıp kalma hissiyle dolan genç kadın kendisini geri çekmemek için büyük bir uğraş vermişti. "Olmasını mı isterdin? İnsanların o halime alışabileceklerini sanmıyorum Paiva. Bence sen de bunu istemezdin. Yani gerçek halimi görmeyi."
"Sanırım. Evet, haklısın boynuzlar olmasın." diye geveledi. "Peki, söyler misin sen kimsin? İsmin dışında, kimsin?"
"Bir dev ve bir iblis avcısı!"
Tanrım!
"Daha önemlisi Paiva, sen kimsin?"
Herkese merhabaa :)
Her güne bir bölüm yaptık bence harikaydı ama yarın tatil günü olsun :) Okuyanlar Devler Geçidi'ni özlesin biraz :) Büyük hatta McCool kadar büyük bir ihtimalle pazartesi yeni bölümle görüşmüş olacağız. Bölümler hızlı gelecek, okuyanlara duyurulur :)
Evet, bölüm nasıldı? Ben çok eğlenerek yazdım 3.bölümü. Umarım sizin için de eğlenceli olmuştur.
Ludvig'i nasıl buldunuz peki? :) Henüz kimin ne olduğu tam anlaşılmasa da çok çok yakında taşlar yerine oturmuş olacak ama o zamana kadar eğlenceli bölümler sizi bekliyor emin olun.
O zaman yeni bölümlerde görüşmek üzere hepinizi çok seviyorum.
İnstagram ozgeozdmir_
Bạn đang đọc truyện trên: AzTruyen.Top