*3* Babalar Ve Kızları
Paiva içeri girdiğinde Cora az önceki kararsızlığından sıyrılmış ve Ludvig'in ona verdiği görev için koruyucu rolüne bürünmüştü. Karşısında Tanrı ve Tanrıçalar olsa da Paiva'yı korumak, gerekirse bu uğurda ölmek zorundaydı. Lucas yanında olmadığına göre ölmek için daha onurlu bir şey göremiyordu. Alator en öndeydi. Her zamanki gibi gösterişli kıyafetler giymişti. Yaldızlı zırhı tahtına uyum sağlarken elindeki mızrak gereksiz bir güç gösterisinin parçasıydı. Güç gösterisi genellikle Alator'un ilk tanışma anında kullandığı silahıydı. Alator'un Paiva'dan kısa süreliğine ayırdığı gözleri Cora'yı buldu. Burun kıvırmış ve bir zavallıyı inceler gibi bakmıştı. Diğerleri Dehlizlerde kalmışken dönen tek kişi olduğu için onu suçluyordu. Cora, sevinmesini beklememişti ama onu suçlaması büyük haksızlıktı. Orada kalmak ve gerekirse ölmek isterdi. Zaten ailede her zaman en kötü görevler onu bulur, üstelik bunu Cora istemese de onu suçlarlardı.
Nehalennia ise en az Alator kadar keskin bakıyordu ancak onun şekilli parmaklarının arasından kurtulup Cora'ya doğru uçan kelebek bir tür sevgi belirtisiydi. O Cora'nın Dehlizlerde kalmamasından dolayı mutluydu ve belki de kızını suçlamıyordu. İşte bu Cora için büyük bir değişiklikti. Anne ve babasından sevgi görmeyeli yüzyıllar olmuştu.
Morrigan tüm dikkatini Paiva'ya vermişti. Dudakları tek çizgi halini almış yüzü ifadesizdi. Paiva onun Alator'dan daha tehlikeli olabileceğini düşünüyordu ama kadın onun tarafındaydı. En azından Balor ölene kadar. Sonrasında birbirlerini farklı diyarlara sürmek için savaşacaklarından neredeyse emindi.
Gerilerde kalan Tanrılar tahtlarında otururken Tanrıçalar yerlere serilmiş rahat minderlerin üzerine kurulmuşlardı. Ne tuhaf, Şeytan neredeyse özgür kalacaktı ama Tanrılar hala keyif peşindeydi.
"Geleceğimi biliyordunuz." dedi Paiva. Sözleri kadar ses tonuna da dikkat ederek konuşuyordu. Güçlü durması gereken bir yerdeydi. "O halde neden geldiğimi de bildiğinizi varsayıyorum."
"Belki," dedi Alator. "Yine de senin açıklamanı isterim iblisin kızı."
Cora rahatsızlıkla kıpırdandığında bir kez daha babasının ateş püsküren bakışlarının hedefi olmuştu. Alator tek ayağını öne atıp başını yana eğdi.
"Kızım," dedi hafife alan bir tonla. "Dehlizlerdeki korkaklığını buraya gelerek telafi etmek istiyorsan bu yanlış bir gösteri olurdu."
Cora, düşünür gibi yapıp dudaklarını iki yana sarkıttı. Gözlerini boşluktan çekip doğrudan babasına baktı. "Aslında hayır, buraya gelmek bir telafi değil. Biliyor musun baba, buraya gelmek telafinin yanından bile geçmez. İblislerin tutsağı oldum, cehenneme yolculuk yaptım, sevdiğim adamı ve yolunu takip etmeye yemin ettiğim dostumu geride bıraktım. Galiba en ağırı sonuncusuydu. Ben iyi bir Tanrıça değilim, en azından senin istediğin türde ama hep iyi bir asker oldum. Şimdi ne ölümden korkuyorum ne de senin gazabından. Cehennem alevi içimde yanmayı sürdürürken senin fırtınaların beni sadece serinletir baba."
Alator, öne doğru attığı ayağına verdiği ağırlıkla birlikte elindeki mızrağı doğrulttu ancak Morrigan, pürüzsüz parmaklarını onun koluna yerleştirip başını iki yana salladı. Bu uyarı Alator için yeterliydi. Duraksadı.
"Sakin kalmayı başarabilecek misiniz?" diye sordu Paiva. "Karşınızdayım. Baldemar'ın kızı, bir iblisin kızı Tanrı Dağı'na kadar gelmiş karşınıza dikilmişken sizler hala kendi egolarınızla savaş veriyorsunuz. Balor'un şimdiye kadar kurtulmaması sadece iblislerin başarısıdır."
"Onu kurtarmak isteyenler de iblisler," dedi Nehalennia.
"Onu hücresinde tutanlar da iblisler ama. Size rağmen, Alacakaranlığını engellemeye çalışıyorlar. Onun ne olduğunu hatırlıyorsunuz öyle değil mi? Ragnarök* zamanı yaklaştı!"
Paiva, son sözlerinden sonra keyifle geri çekilip Tanrıların telaşını izlemeye koyuldu. Tam da tahmin ettiği gibi kendi şatafatlı dünyalarına kendilerini o kadar kaptırtmışlardı ki gerçek düşmanlarını unutup sadece iblislerle uğraşmayı sürdürmüşlerdi. Her şey kendi rahatları içindi.
Alator, sakinliğini korumaya çalışıyordu ama yüzünde oynayan her bir kas öfkesini ve korkusunu yansıtıyordu.
"Henüz erken," diyebildiğinde Paiva kahkaha atarak Cora'nın omuzunu tuttu. Kızın korkusunu hissetmiş ve birlikte olduklarını anımsatmak için onunla temas kurmuştu. Tıpkı Druce'un ona Alacakaranlığı ve sonuçları anlattığı gibi.
"Sahi mi?" diye sordu. "O halde Hel*, neden hainler ve korkaklarla dolup taşmaya başladı. Artık sadece iblisler değil Tanrılar da korkularına teslim olmaya başladı Alator. Cehenneme bile alınmayan ruhlar Hel'in içinde gezinip duruyor. Bunun bir alamet olduğunu biliyorsun."
"İblisin kızlarının ortaya çıkması gibi mi?"
"Evet," dedi Paiva. Yüzü aydınlanmıştı. Bir şeyleri anlamaya başlıyorlardı. Sonunda! "Odin'in ölümünden sonra bilgeliğinizi de yitirmiş görünüyorsunuz. Hepiniz Thor'un gücüne sahip olabilirsiniz ama en az onun kadar şaşkınsınız. Sizler geride kalan Tanrılarsınız ve çok yakında kıyametiniz kopacak ve Otherworld karanlığa gömülecek. Ne cennet ne cehennem, her şeyiniz yok olup gidecek."
Eteklerini yere serip oturmuş Tanrıçalar ayaklanmış ve hepsi Paiva'yı daha net görebilmek için ön saflara yaklaşmıştı. Deirdre'nin annesi daima kıvrılmış gibi duran burnunu havaya kaldırıp "Bunu kim söylüyor?" diye sordu. "Bir iblis."
"Bir Tanrıça!" diye bağırdı Paiva. "Bizleri görmezden gelmeye çalışabilirsiniz Airmid. Ama yok sayamazsınız. Siz Otherworld'un bir tarafında biz diğer tarafındayız. Her iki tarafın Tanrı ve Tanrıçaları var öyle değil mi? İnkâr edemezsiniz, hepimiz de aynı tohumun farklı filizleriyiz. Bizleri kendinizin dengi olarak görmeyi reddettiğinizi biliyorum. Bu yüzden çeşitli isimlerle adlandırıyorsunuz. İblis olmaktan yana bir şikayetim yok. Cehenneme gelen ruhların işkencecisi olmak da sorun değil. Ara sıra oraya uğrayan Tanrı ve Tanrıçaların olduğunu da biliyorum. Örneğin görevlerini bir oyuna çeviren, ölümle dalga geçen birileri, belki çok yakında cehennemin tadına bakar."
"Beni tehdit mi ediyorsun?" İki yana açılan kanatları tehditkardı. Ancak Paiva'yı korkutmayı bile başaramamıştı. "Eğer sen görevlerini bir oyuna çevirdiysen öyle de diyebiliriz."
"Haddini aşma şeytan!"
"Şeytan bir hücrede Airmid, pek yakında kurtulması muhtemel. Bu öfkeni o zaman da saklamanı öneririm. Gerçek şeytanın karşısında ne yapacağını merak ediyorum."
Paiva'nın sözleriyle öfkeye kapılan Tanrılar mırıldanmaya başlamıştı ancak Alator, az önce Cora'ya doğrulttuğu mızrağını havaya kaldırarak hepsinin dikkatini üzerine çekti.
"Sessiz olun!"
Alator'un uyarısından sonra Morrigan Paiva'yla göz göze geldi.
"Devam et iblisin kızı, farklılıklarımız ya da benzer yanlarımız şimdilik bekleyebilir. Tabii bizim öfkemiz de öyle. Oğlum ölümle savaşırken zaman kaybetmek istemiyorum." dedi Morrigan. Artık konuşulması gereken gerçek tehlikeden bahsetmek istiyordu. Onu anlayan Paiva başını salladı.
"Balor, Ragnarök'u tetikleyecek." Sözleri Tanrı ve Tanrıçaların yüzlerinde dehşeti yaratmıştı. Küçümseyerek sözlerini sürdürdü: "Onu nereye kapattığınızın hala farkında değilsiniz öyle değil mi?"
Bir süre kimse konuşmadı. Artık odanın içindeki o devasa bedenler sanki küçülmüş gibi görünüyordu. Gerçeklerin böyle bir etkisi vardı. Vurucu, kırıcı ve yok edici. Şu an ilk etki tam karşısındaydı. Eğer kabullenmezlerse kırılıp yok olacaklardı.
Morrigan, Alator'a yaklaşıp bir şeyler söylemeye başladı. Tanrıların tamamı onları dinlerken Paiva arkasını dönmüştü. Ne konuştukları umurunda değildi. Onun ihtiyaç duyduğu şey bu konuşmaların sonundaydı. Sadece ona inanmalarını istiyordu.
Sonunda Alator "Alametler konusunda haklısın," dedi. "Hel korkaklar ve hainlerle dolup taştı. İblisin kızları ortalıkta dolaşmayı da sürdürüyor. Balor'un hücresi ise..." Duraksayıp derin bir nefes aldı. "Başka çaremiz yoktu. Onun Ragmarök'u tetiklemesi imkansız."
"Tek başınayken öyle ama siz onu Hel'in mekânına yaklaştırdınız. Ve Alator, sana unuttuğun bir şey söylemek istiyorum, Hel, en büyük iblislerden birinin kızıdır. Unuttun mu? Hel intikam arzuluyor ve mekânındaki her ruhu Balor'un hizmetine açacak."
"Ragnarök için zamanımız olduğunu düşünüyordum ama zamanın bir hırsız olduğunu unutmuşum. Bu benim en büyük hatam oldu."
"Zaman bir hırsız değildir Alator. Zaman bir hediyedir, verildiğinde nedeni sorgulanmazken tükendiğinde öfkeye kapıldığımız bir hediye. Önemli olan ellerimizdeyken kıymetini bilmek öyle değil mi? Şimdi ben hediyemin kıymetini biliyor ve onu doğru kullanmaya çabalıyorum. Babamı görmeliyim."
Alator, kaşlarını çatarak "Onu kurtarman için mi?" diye sordu.
"Hayır, onu hücresinden ben değil sen çıkaracaksın. Ona ihtiyacın olacak."
"Peki ya senin ihtiyacın yok mu?"
"Hayır, özgür kalması şu an için önemli değil ama onu görmeliyim. Ufak bir hesabım ve almam gereken bilgiler var. Baldemar tüm süreci hücresinden de yönetebiliyor nasılsa." Morrigan'a bakıp göz kırptı. "Neyse ki bazı Tanrıçalar diğerlerinden daha zeki."
Alator'un bakışları Morrigan ve Paiva arasında gezindi. "Ne demek bu?"
"Bu plan yapıldı, zahmet olmazsa dahil ol demek sevgili Alator. Şimdi, devleri kurtarmam için fazla zamanım yok, hediyemi boşa harcatıyorsun bana. Babamı görmeliyim ve McCoolları kurtarmaya gitmeliyim. Oğlunun da bana vermesi gereken hesaplar var. Bu yüzden ölmesine izin veremem."
"İblisler ve Tanrılar aynı tarafta öyle mi?"
"Bizi farklı isimlendirmek hoşuna gidiyorsa öyle olsun ama Ragnarök sadece sizi değil bizi de tehdit ediyor. Onun hedefi tüm Tanrılar ve Tanrıçalar. Tanrıların Alacakaranlığı! Unuttun mu?"
Alator arkasını döndü. Bunu yaptığında sırtındaki kaslar hareket etmişti. Ona arkasını dönmekten tedirgin oluyordu. Paiva bu durumdan keyif aldı. Sonunda onu ciddiye almaya başlamışlardı. Kısa bir süre daha bekledikten sonra Alator başını hafifçe ona doğru çevirdi. "Onu görebilirsin Paiva. Ancak henüz hücresinden çıkmasını istemiyorum. Sözüne güveneceğim. Onu sadece ben çıkaracağım."
"Bu sorun değil. Sadece mahremiyet istiyorum. Baldemar'la konuşurken yalnız olacağım."
Alator gülümsemeye yakın bir hareketle dudaklarını kımıldattı. "Bunu çözmek istediğin aile sorunları yüzünden istediğini düşünmek yanlış olmaz sanırım."
"Sizi ilgilendiren kısımları Morrigan biliyor. Diğerleri benim meselem."
"Öyle olsun."
Paiva dışarı çıkmak için hareketlendiğinde Alator onu durdu. "Görüşmeden sonra Porsuk Ağacı'na gitmek istersen özgürsün," dedi. "Senden bunu yapmanı isteyecek. Baldemar zeki bir iblistir. Sadece yanına meyvesinden almanı istiyorum. Yeraltı Dehlizlerine giderken onları yanına al. Çocuklarımın buna ihtiyacı olacak. Her birine kanatlarını hediye ediyorum."
Paiva, "Ne büyük bir şeref," dedi. "Biz de kanatlar kutsaldır Alator. Onlara dokunmak yerine öldür gitsin daha iyi. Sizler düşündüğümden çok daha acımasızsınız. Belki de cehennemde yanması gereken ruhlara iblisler yerine devler refakat etmeli. Zaman değişiyor."
Kapıdan çıktıktan sonra Cora, bir süre yerinde durdu. Şaşkınlıkla başını iki yana sallarken sonunda Paiva'ya baktı. "Bu kadarını beklemiyordum," dedi. "Sen değişmişsin."
"Hayır, sadece yaşadığım anlara sahibim o kadar. Tecrübeler karakterin üzerinde derin izler bırakıyor Cora. Ancak hala aynı kişiyim. Korkuyorum ve hayatıma yeniden sahip olmak istiyorum."
"Bir turist rehberiyim dersen tam olur."
Onlara yol gösterecek biri geldiğinde Paiva Cora'yı çekiştirip yürümesini sağladı. Ancak gülümseyen dudaklarından "Zaten öyleyim," kelimeleri dökülmüştü. "Hem de en iyisi."
***
Onlara eşlik eden Tanrıça Eir, yüzünde daima bulundurduğu tebessümü bir an bile silmemişti. Uzun saçları kalçalarını kapatıyordu ama üzerine giydiği tülden kıyafetler vücudunu gözler önüne seriyordu. Sesi şuh ve tavırları davetkârdı. Ortalıkta etkileyecek bir erkek olmadığında bile! İblislerin doyumsuzluğu devlerin yanında hafif kalıyordu anlaşılan.
Kendisini Eir hakkında kafa yormaya zorladı. Birkaç dakika sonra babasıyla karşılaşacağı gerçeği onu baştan aşağı kuşatmıştı. Bu gerçek onu yok etmeye bile yetebilirdi.
Yanımda olmalıydın Druce, diye geçirdi içinden. En zor anlarında onu daima hisseden Paiva, Druce'a dair hiçbir şey hissetmiyordu şu anda. Her ne yaşıyorsa muhtemelen zorlu bir durumla karşı karşıyaydı. Ludvig'i kurtarmayı başardığını umuyordu. Elini kalbinin üzerine koyup düşündü. Biri bile zarar görse bunu hissetmeliydi. Sevmek böyle bir şey değil miydi?
Yaşamak zorundasın Ludvig McCool, sana çektireceğim tüm o işkenceler için yaşamak zorundasın! Beni bırakmanın bedelini ödeyeceksin ve illa öleceksen bunu birlikte yapıyor olacağız!
Tanrı Dağı, ihtişamlı zirvesiyle anılan bir yerdi. Dağın görünmeyen kısımları ise karanlık ve kasvetliydi. Soğuk aşağılara indikçe artıyordu. Paiva, üşüdüğünü hissedip kolunu kendi bedenine sardı. Duvarlardan gelen esintiler sıcağa dair ne varsa yutup yok ediyordu.
"Devlerin bu soğuk sevdasını anlamıyorum," diye mırıldandı.
Cora'nın kıkırtıları ona ulaştığında kaşlarını çatmıştı. "Paiva, siz nasıl sıcaktan hoşlanıyorsanız biz de aynı sebepten soğuktan hoşlanırız. Bunu eski Paiva bile bilirdi: Devler buzdan var oldu."
"Ama ben değil. Gerçekten neden bu kadar soğuk."
Cora kaşlarını havaya kaldırıp başını yana eğdi. Cevabı Paiva'nın vermesini bekliyordu.
"Baldemar'ın güçlerini kısıtlamak için mi?"
"Evet, yoksa buradan kurtulması pek de imkânsız olmazdı."
Son merdivenlere ulaştıklarında konuşmak oldukça güç hale gelmişti. Zaten her konuşma çabası ağzından yükselen dumanlara sebep oluyordu.
"Siz gerçekten iblislerle yarışırsınız Cora. Bu nasıl bir işkence?"
Kapısı açık hücrelerin önünden geçiyor ve heyecanını bastırmaya çalışıyordu. Eir, üzerinde incecik tülüyle sanki güneşli bir plajda yürür gibi salınırken Paiva, iki büklüm olmuş yürümeye çalışıyordu. Sonunda kapısı kapalı bir hücrenin önünde durdular.
Eir, "Biz Cora ile burada bekleyeceğiz. Zaman vermiyorum ama az önce söylediğin gibi bu hediyeyi iyi kullan İblis." dedi.
"Elbette."
Eir, elini öne uzatıp yavaşça ters çevirdiğinde kapının kilitleri tek tek açılmaya başladı. Sonunda kapı aralandı ve Paiva, derin bir nefes alarak babasıyla yüzleşmek için içeriye adımını attı.
***
Hücre en az geçtikleri yol kadar soğuktu. Geniş bir alandı ve içeride yalnızca oturacak uzun bir sedir bulunuyordu. Yerler karlıydı. Dört yanı kapalı hücrenin içine nereden yağdığını bilmediği kardan başka hafifçe esen serin bir esinti de hissetti. Derin bir nefes aldığında ciğerleri soğuk havayla doldu. Sakinleşmesi gerekiyordu ama bunu bir türlü başaramadı. Fani yaşamında da zamansızlığın içinde de nefret edeceğini düşündüğü babasıyla ilgili şu an karmakarışıktı.
Kapıya hafifçe dokunup daha fazla açılmasını sağladı. Ne bekleyeceğini bilmiyordu ama sırtını duvara yaslamış elleri ceplerinde genç sayılacak bir adam beklemiyordu. Yüzü Druce'a benziyordu. Bu iyiydi. Kolları belirgin kaslarla doluydu. Başını yana eğmiş Paiva'yı izleyen adamın yüzünde neredeyse tebessümü andıran bir ifade vardı. Kendisini duvardan ayırıp ellerini ceplerinden çıkardı. Ufak adımlarla ona yaklaşıyordu. İblis olduğuna dair tek bir belirti taşıyordu: Gözleri. Ne kanatlar vardı ne de boynuzlar.
"Merhaba," diye fısıldadı. Etkileyici bir sesi vardı. Yumuşak ve teskin edici. "Zamanı geldiğini düşünmeye başlamıştım."
"Öyle mi? Demek zamanı gelmişti. Kızının seni görmeye geleceğini bile planların üzerinden anlıyorsun yani? Tam da düşündüğüm gibisin."
Boğazını temizledi. Rahatsız görünüyordu. Üzerinde rengi solmuş siyah bir gömlek vardı. Pantolonu aynı renkte ama boldu. Ayakları çıplaktı. Kar onun adımlarıyla erimişti. Altta kalan toprağın içine gömülen ayakları ufak adımlar atmayı sürdürdü. Paiva, heyecanla elini kapıya uzatıp kapanmasını sağladı ve babasından daha hızlı adımlar atarak geriledi.
"Biliyor musun bu anı uzun süre bekledim. Druce, seni görmem gerekeceğinden bahsettiğinden beri." dedi Paiva.
"Druce," dedi. Dudakları iki yana kıvrıldı. "Plana sadık kaldı. Bu zamana kadar seni koruyarak bana büyük bir iyi..."
"Hayır! Sana iyilik yapmak için değildi. Druce benim ailem. Bu yüzden birbirimize sahip çıktık, bu yüzden koruyup kolladık, bu yüzden asla terk etmedik!"
Adamın yüzü soldu. "Biliyorum bana kızgınsın Paiva." dedi. "Ama tüm bunlar senden de benden de çok daha büyük bir şey içindi. Eğer tehdit edilen dünyalar olmasaydı emin ol ki annen ve seninle fani yaşamı sürmeyi yeğlerdim. Ölümü göze alırdım Paiva. "
"Annemle mi? Onu kullandın sen! Bir kız çocuğun olmasını istiyordun! Onu sevmek için değil, bir silah olarak kullanmak için istedin. Biliyor musun oldu. Karşında kızın değil, silahın duruyor Baldemar. "
Paiva'nın uzaklaşma çabalarına aldırmadan büyük bir hızla onun karşısına geçti. Ellerini omuzlarına koyup sıktı. "Annen hamile olduğunu söylediği andan itibaren erkek ya da kız fark etmeksizin sevgiyle dolu bir yaşam hayal etmiştim. Sizi gizleyecektim Paiva, tüm bu Tanrıcılık oyunundan sizi saklayıp sakınacaktım. İşler yolunda gitmedi. Dörtler bir kızım olacağı haberini aldı. Kendi kurdukları planı üzerime yıktılar."
"Hangi plan?"
"İblisin kızları. Dörtler kızları topluyor Paiva, Dehlizlerde onlarca kız var. Bunu biliyorsun. Onları gördün."
"Evet. Diyarın bekçisi tarafından gösterildiler."
"Bekçi bizim tarafımızda ancak ifşa olması olası."
"Plan aksamadı. Sadece McCoolları kurtarmakta geç kaldık o kadar."
Baldemar ellerini onun kollarında gezdirip başını hücresinin tavanına çevirdi. Sert yüz hatlarına sahipti. Karanlık gözleri gerçekten de Druce'a çok fazla benziyordu. Ona inanmak ne kadar kolaydı artık.
"Yani, planın en kilit noktasının bu olduğu gerçeğini saymazsak oldukça başarılıydınız." Dedi Baldemar. "Özellikle senin bunca yıl boyunca fani yaşamında kalman bizim için büyük şanstı. Seni yakalamaları demek Druce'un da yakalanması anlamına gelirdi. Sanırım, evlatlar konusunda çok şanslıyım."
"Çok olunca demek arada bir iki tane böyle çıkıyor."
Paiva'nın beklemediği bir anda Baldemar gülmeye başladı. "O kadar da çok değil." dedi. "Druce'un doğumundan sonra sadece sen doğdun Paiva. Çok ama çok uzun süre çocuğum olmadı."
"Neden?"
"Çünkü onlardan farklıydım. Artık Dehlizlerin düzeninden memnun değildim ve korkuyordum. Korktuğum da başıma geldi. Druce ve senin dışında tüm çocuklarım katledildi Paiva."
"Aman Tanrım!"
"Tanrı?" Yeniden gülümsedi. "Keşke Tanrı var olsaydı kızım. Böylece meydan bizim gibi soytarılara kalmazdı." Duraksayıp gözünü kapıya çevirdi. "Onlarla tanışmış olmalısın. İblislerden bile daha soytarı olduklarını söyleyebilirim. Neyse ki hala birlikte olmaktan yanalar."
"Ya varsa?" dedi Paiva. Ludvig'le yaptığı konuşmayı anımsadı. Teraziyi tutan el kimdi? "Belki de dediğin gibi bu sadece Tanrıcılık oyunudur. Belki de cennet gerçekten yerin altında değil üzerindedir. Olamaz mı? Belki Tanrıların Alacakaranlığı gerçek yüce varlığın cezalandırma şeklidir?"
"O zaman ben kıyametimi öncesinde yaşadım."
"Belki de," dedi. Düşüncelere daldığı sırada aklına gelen bir şeyle sanki yeni uyanmış gibi gözlerini kırpıştırdı. "Druce'a ulaşamıyorum. Zamansızlığa girmiyor. Bir sorun olmasından endişeleniyorum."
"Bir sorun yok. Yakın zamanda ondan haber aldım. McCoolları kurtarmaya çalışıyor."
Kalbi hızlanmıştı. Bir kez daha Ludvig için endişe duydu. Eğer Druce başaramazsa, eğer onu kurtaramazsa bu da Paiva'nın kıyameti olabilirdi.
"Ona yardım etmeliyim."
Adam gururu anımsatan bir ifadeyle ona baktı. "Sanırım, sanırım yapmalısın. Acele etmeliyiz Paiva, artık çember daralıyor. Balor, devlerin güçleri sayesinde sınırları aşmaya başladı. Yakın bir zamanda sesi zamansızlığa sızdı. O geliyor Paiva. Dehlizlerdeki tüm devleri kurtarmalısınız ama bu da yeterli olmayacak. Dörtler kızları kurban etmeye başlayacak. Druce'un da Diyarı terk etmesini istiyorum. McCoollardan sonra tehlikede olacak. Ona oradan çıkmasını söyledim ama beni dinlememekte ısrarlı, seni dinleyeceğine eminim. Ben buradan kurtulduğumda bir araya geleceğiz."
"Peki ya devler."
"Morrigan onları ikna edebileceğine inanıyor. Çok yakında dönmüş olacağım Paiva. İşte o zaman seni terk etmediğimi de anlayacaksın. "
"Döndüğünde seni tanıyacak mıyım?" diye sordu. "Kaç yıl sonra ve ne şekilde döneceksin? Gerçekten kimsin sen Baldemar? Bu fani bedene sıkışmış bir Tanrı mı?"
"Hayır, kızının kendisinden ürkmesini istemeyen bir baba."
"Seni görmek isterdim."
Baldemar birkaç adım gerileyerek ellerini iki yana açtı. "Öyleyse göreceksin kızım." Küçük bedeni eğrilip büküldü. Başının üzerinde uzanan iki devasa boynuz ve sırtından iki yana açılan simsiyah kanatlar orta çıktı. Tehlikeli biçimde uzanan kuyruk bir akrebin kuyruğunu anımsatıyordu. En az Alator kadar kudretli görünüyordu. Dönüşümüyle birlikte sıcaklık artmıştı.
Onu görmek Paiva'yı heyecanlandırmıştı ama korkmadı. Druce'a benziyordu.
"Ürkmedim," dedi. "Druce'un sana benzediğini fark ettim."
"Sen de benziyorsun."
"Zamansızlık dışında hiç kendim olmadım."
"Zamanı geldi Paiva. Druce'un yardımına ihtiyacı var. Güçlü bir bedenle gitmelisin. Kanatlar ve kuyruk çok işine yarayacak."
Paiva, başını aşağı yukarı salladı. "Biraz endişeliyim. Druce'un yanımda olmasını isterdim."
"Ben yanındayım," dedi. "Şimdi Porsuk Ağacı'na git ve kendin ol güneş tanrıçası Paiva."
Paiva, ona arkasını döndüğünde dışarı çıkmaya yeltenmedi. "Gerçekten gerekli miydi?" diye sordu. "Yani bizi terk etmenden başka bir yol gerçekten yok muydu?"
"Hayır. Güvenliğiniz için en doğru karar buydu."
"Ama annem öldü. Senden sonra asla güvende olmadı. Bir kanser gibi göründü ama değildi."
"Değildi," dedi Baldemar büyük bir kederle. Paiva hala ona bakmıyordu ama adamın omuzlarının çökmüş olduğunu hissetti. Keder bedeni ağırlaştırıyordu. "Dörtler onun benim için önemli olduğunu biliyordu. Druce'a ulaşmakta geciktim ama o seni buldu."
"Evet, buldu ve korudu. Biliyor musun Baldemar, eğer Druce olmasaydı karşında bir düşman bulabilirdin. Seni affetmiyorum çünkü her zaman başka bir seçenek daha vardır. Birlikte olabileceğimiz farklı bir seçenek aramalıydın. Şimdi gidiyorum, seni affedebilmeyi dileyerek."
Dışarı çıktığında derin nefesler alıp veriyordu.
Cora'nın yanına yaklaştığını hissedip başını kaldırdı. "İyi misin?" diye sordu çekinerek. Başını iki yana sallayan Paiva, "Porsuk Ağacı'na gitmeliyiz. Hemen." diye cevaplandırdı onu.
"Neler oluyor?"
"Kıyamet kopuyor Cora!"
Herkese merhaba. Taşların yerine oturduğu bir bölüm oldu bu bence :) Umuyorum keyifli bir okuma olmuştur sizin icin. Düşüncelerinizi merak ediyorum kısa da olsa paylaşmanızı isterim :)
Bir sonraki bölüm Porsuk Ağacı'nda randevusu var Paiva'nin. Artık onu gerçek haliyle göreceğiz galiba :)
Yeni bolumlerde görüşmek üzere seviliyorsunuz.
Bạn đang đọc truyện trên: AzTruyen.Top