*12* KUZGUNLAR KRALİÇESİ
Herkese merhaba. Bana bir şey oldu sanırım yazma yeteneğimi kaybettim :) Bir türlü devamını getiremiyorum, çok kısa yazabiliyorum, içime sinmiyor. Ancak aklımdakileri de bir an önce paylaşmak istiyorum. Bu yüzden yorumlarınıza ihtiyacım var. Çok daha fazla detaylandırmak istiyordum ama bu sefer yayımlamam uzayacaktı. Umarım keyif alacağınız bir bölüm olmuştur. Düşüncelerinizi paylaşırsanız sevinirim.
Yeni bölümlerde görüşmek dileğiyle seviliyorsunuz.
Nate, onları görünenden ötesine götürmüştü. Bir paravan olarak kullandıkları barı gerilerinde bıraktıklarında cehennem dehlizlerini anımsatan bir yeralatı sığınağına girdiler. Burası büyük ve fazlasıyla sıcaktı. Tavan kaynayan alevlerle köpürüyor ara sıra aşağıya ateşler sıçrıyordu. Bir ejderhanın ağzını açmasını anımsatıyordu. Belli ki koridoru geçmek devlere birkaç ufak yara hediye edecekti. Biraç dakikadır bu alev çemberinde yürüyorlardı. Nate en öndeydi ve ara sıra devlere bakıp tatlı tatlı gülümsüyordu. Dik bir duruşu vardı. Henüz dost olup olmadıklarına bile karar verememişken o bu yabancılara sırtını dönebiliyordu. Paiva, bunu kendisinin yapamayacağından emindi. Ne olursa olsun asla ölümü hafife almamıştı. Bu bir fani olduğunu düşündüğü zamanlarda da bir iblis olduğunda da böyleydi. Nate, ya ölümü hafife alıyordu ya da bir aptaldı. Ancak bir ihtimal daha vardı: Koruyucusuna güveniyordu. Olanları Ludvig'le Druce'a anlatmak için sabırsızlanıyordu.
Koridor daralmaya başladığında alevler insan bedenindeki damarlar gibi etrafa yayılmıştı. Devlerin varlığını hissettiklerinde ise gezinen bir yılan gibi görünmeye başladılar. Gittikçe devlere çekiliyorlardı. Duvardan ayrılan birkaç alev onlara doğru yaklaştı. Ancak Nate, alevlere engel olarak yaraların ufak kalmasını sağlayarak gülümsedi. "Dostlarımızı yakmak istemeyiz."
Ludvig homurdanmış, Druce ise alenen sırıtmıştı. "Öğrenmem gereken bir erdem," dedi.
"Son zamanlarda cehennem alevleri yerine farklı yangınlarına şahit olduk Druce." Lucas, iblise bakıp göz kırptı ve gözlerini Eirinn'e çevirdi. İması Ludvig'in hoşuna gitmemişti. Elini kardeşinin omzuna dolayarak onu kendisine çekti. "Yakınımda kal, daima," dedi uyaran bir tonla.Gerekirse Druce ve Eirinn arasına mesafe koymaya hazırdı.
"Daima, küçük kardeş."
Druce, melodik söylediği sözlerle Paiva'yı temasa bile ihtiyaç duymadan yanına çekmişti. Paiva her şeye rağmen ikisi arasındaki bu zararsız atışmaya gülümsemeden edemedi. Onları bekleyen tüm sorunlara rağmen biri iblis diğeri tanrı olan iki erkeğin egoları onu hayrete düşürüyordu.
Ludvig öfkeyle gözlerini kıstığında Druce "Hepsini alamazsın koca dev," dedi.
Paiva ikisinin atışmasına son vermek ve olanları anlatmak istiyordu ama Tanrıların soyundan gelen bu iki huysuzun ne yazık ki en ihtiyaç duyduğu anda dikkatlerini çekemiyordu.
İkilinin atışması Nate'in onları büyük bir masanın başında toplamasıyla son buldu. Baştaki sandalyeye bakış atan iblis kadınının dudaklarına içten bir tebessüm eşlik etti. Sandalyenin sağ tarafına geçerek oturdu ve misafirlerini de davet etti. Herkes oturduğunda Nate'in yanında beş iblis kadını onların karşılarında ise yedi Tanrı ve Tanrıça vardı. Kimi iblisti kimi ise bir dev. Tuhaf bir buluşmaya ev sahipliği yapan Nate yüzündeki sevimli gülümsemeyi sildi ve çok daha ciddi bir ifadeye büründü.
"Neden burada olduğunuzu biliyorum," dedi. Onların yüzüne tek tek baktıktan sonra devam etti. "Gizliliğe şimdiye kadar fazlasıyla önem verdik. Dörtler asla bizlerden haberdar olamadı. Onlar zavallı döllerinden bir deney atölyesi kurdular. Kendilerine bile ait olmayan kızları oğullarının döllerinden var ettiler. Korkuları o kadar büyüktü ki dört temsilci de buna cesaret edemedi. Ta ki Baldemar bir aile kurmak isteyene kadar. Paiva'yı öldürmek yerine yaşatmayı seçen Baldemar kadar onu korumak adına tüm hayatını değiştiren Druce da plana hizmet ediyordu. Paiva'nın doğumuyla saklı yaşamımızın sonuna geldiğimizi biliyorduk."
"Babamın planlarından haberdar mıydınız yani? O sizi asla bulamadı," dedi Druce. Yine de pek emin görünmüyordu. Usta bir hilebaz olan Baldemar için oğlunu kandırmak da kolay olmalıydı. Yine de bir yanı babasına güvenmesi gerektiğini söylüyordu. Onlar için kendisini bir hücreye hapsetmelerine izin vermişti. Şimdi sadece onlar için yeniden oradan kurtulup Şeytanın kendisiyle savaş verecekti. Hayır, babasına güveniyordu.
"Evet, bulamadı ancak çok yaklaştı," dedi Nate. "Ayrıca biz Baldemar dahil Dörtlerin hiçbirine güvenmedik. Bizi var eden onlardan biri değildi. Kendi planımızı kendimiz yaptık ve sizinkiyle bir araya geldiğini fark ettik. Bu yüzden Paiva'yı koruduk ve onu doğru yere yönlendirdik."
"Doğru yere mi?" diye sordu Paiva. Tek kaşını kavislendirmiş dikkatini tamamen Nate'e vermişti. Öncesinde etrafı incelemekten kendini alıkoyamamıştı ancak şu an tüm dikkatiyle Nate'i dinliyordu.
"İlk Mac Cool'un hikayesini sever misin?" diye sordu aralarından biri. "Söylenenlere göre İrlanda mitolojisinin önemli karakterlerinden biri olan savaşçı Finn Mac Cool, sevgilisini korumak için bu adaya mağaradan bir yol yapmış. Sevgilisi kendisinden uzaktaymış ve görünen o ki en kestirme ve kolay yol İrlanda'dan İskoçya'ya bir geçit inşa etmekmiş. Mac Cool, en azılı devlerden biriymiş ve aşk onu güçsüz düşürmüş. Genellikle iki sevgilinin kavuşması olarak yorumlanan Geçit'in gerçek sonu ise şöyleymiş: Mac Cool sevgilisine kavuşmuş ancak bir dev asla kötü kan olarak adlandırılan bir insana aşık olamazmış. Bunu bilen iki sevgili taşların gösterdiği yolu izleyerek denizin karanlığına gömülmüş. Bazı anlatılar onları oraya diğer devlerin hapsettiğini anlatır bazıları ise kendi seçimleri olduğunu. Kimilerine göre bulunduğumuz yerin altında onlarca hatta belki yüzlerce mağara var ve Mac Cool ile sevgilisi o mağaralardan birinde hâlâ yaşıyor."
"Peki, yeniden dışarı çıkmamışlar mı?" dedi aynı kız ara verdiğinde ve gülmeye başladı. "Doğru ya neden çıkmak istesinler ki birlikte olmak onlar için yeterli bir servetmiş."
Paiva, diğerlerine anlamsız gelen bu konuşmayı anımsamıştı. Devler Geçidi'nde ilk kez gizli bir mağra bulduğu gün bir genç kızla yaptığı konuşmaydı bu. Kız on altılarında aşk hikâyelerini seven bir gençti. Öyle olmalıydı! Ancak şu an o genç kızın yüzü boynuzlar ve muhteşem kanatlara sahip bir iblisin yüzüyle aynıydı.
"Sen?"
"Merhaba turist rehberi," dedi. "Seni yeniden görmek güzel."
"Ama neden? Neden oradaydın?" Kendine engel olamıyordu. Şaşkındı, anlayamıyordu ve bu yüzden sinirleniyordu. Ludvig elini usulca onun bacağına yerleştirdi. Hafifçe sıktığında Paiva sanki suyun altında uzun dakikalar kalmış da bir anda yüzeye çıkmış gibi derin bir nefes aldı. Ludvig'in üzerinde böylesi bir güce sahip olması onu hem mutlu ediyor hem de ürkütüyordu. Ya bir kez daha terk edilirse.
Derin bir nefes alıp yeniden dikkatini kıza verip bekledi.
"Elbette mağarayı açmak için," dedi kız. "Doğrusu yanında açmak oldukça zorlayıcıydı. Çünkü anılarına kavuşman için erkendi. Bu yüzden sana kimliğimi belli edemezdim. İblis'in Kızları fikri seni muhtemelen Druce'a götürecekti. Korku sende işe yaramıyordu ama heyecan... İşte o zaman anılarına fazla yaklaştığını fark ettik. Bu yüzden seni heyecanlandırmak yerine korkutmayı seçtik. Ben de kadim yazıları meydana çıkardım ve seni devlere doğru çektim."
Paiva başını iki yana salladı "Ama hâlâ nedenini anlamıyorum," dedi.
Nate, önce ondan daha genç görünen iblise baktı ve "Çünkü devleri kurtarmana ihtiyacımız vardı Paiva," dedi. "Bu görev için kızım Bridget gönüllü olmuştu ancak ortaya çıkma riskini hâlâ alamıyorduk. Sen kimliğini açık edersen sorun olmazdı, nasılsa Baldemar'ın bir kızı olduğu biliniyordu. Ancak biz ortaya çıksaydık dehlizlerde yer yerinden oynardı. İstediğimiz bu değildi. Seni kullanmak zorunda kaldık tıpkı şimdi sizlerin bizi kullanmak istediğiniz gibi."
"O halde beni Geçit'e çektiniz ve devleri kurtarmamı sağladınız. Peki, ya kurtaramasaydım?"
"O zaman kader yeniden yazılırdı İblis'in Kızı."
Bu senin kaderinde var Paiva...
Paiva, kaderin yeniden yazılamayacağını biliyordu. O kendi üzerine düşen görevi yerine getirmeliydi. Sadece Balor'u öldürme kudretine sahip olmadığı yönünde korkuları vardı. Ya Delano haklıysa ve Eirinn'i oraya götürmek zorunda kalırsa. Paiva, Ludvig'e bakmaktan korkmuştu. Ona bakarsa düşüncelerini anlayacağından korkuyordu. Bu koca devin daha önce yaptığı bir şeydi. Paiva'yı okuyabiliyordu.
Ludvig, yerinde kıpırdandı. Ağır bedeni her hareket ettiğinde altındaki sandalye gıcırdıyordu. Huzursuz görünüyordu ki farkında olmadan iblislerin bir kuklası haline geldiği fikri onu delirtiyordu. "Peki, şimdi asıl soruya gelelim Nate. Neden devleri kurtarmak istediniz?"
İblis kadını sandalyesine yaslandı. Yüzünde çok bilmiş bir ifade vardı. Sanki onlar bir kuklaydı ve Nate onları parmağında oynatan bir kuklacı. "Çünkü Balor korkmalı Tanrı'nın oğlu. Balor düşmanlarının birleştiğini görmeli. Onun için geldiğimizi bilmeli."
Masaya çöken sessizlik bir dikenli tel gibiydi. Her biri rahatsız olsa da çabalayamıyorlardı. Her deneme tellerin onlara zarar vermesiyle sonuçlanıyor gibiydi. Ancak Delano sessizliği bozarak bu acıya son vermişti. "Balor'dan nefret ediyorsunuz ancak çok yaşlı sayılmazsınız. Belki sen Nate, sen hepsinden daha fazla yıl görmüşsün ama çoğu çok genç. Şimdi bizi aydınlatmaya ne dersin, Balor'un hücreye kapatılmasından sonra var olan bir iblis neden onların saklanmasına sebep olan dörtlerden değil de Balor'dan bu kadar nefret eder?"
Delano kızları bulmayı hiç istemiyordu. Bu onlardan korktuğu için değildi. Paiva, onun kendisine yaklaşmasından bunun korku olmadığını anlamıştı ama Delano'yu deli eden bir şeyler vardı. Belirsizlik mi? Güç mü? Yoksa kızların kendileri mi? Ancak Paiva, Delano'nun çok doğru bir soru sorduğunu biliyordu. Nate, soruya karşılık vermeden önce dudaklarını yaladı.
"Yaşım konusunda haksız sayılmazsın. Özgür olan ilk İblis'in Kızı benim. Ardından gelenler ise savaşçılarımız. Onları ancak bir savaştayken görebilirsiniz. Ya yanınızda ya da karşınızda. Yanımdakiler ise ya savaşçı olacak ya da bir yönetici," dedi. "Soruna gelecek olursak. Onu size kurtarıcımız anlatacak."
Paiva, dik oturdu ve kulak kesildi. Az önce onunla olduğunu şimdi dile getirmeli miydi emin değildi. Bir şeyler konuşmasını engelliyordu sanki. Bu koruyucuda farklı bir enerji vardı. Hâlâ onu hissedebiliyordu. Hemen arkasında ona gülüyor ve eğleniyormuş gibi hissediyordu ama dönüp bakmadı. Bu masadaki herkesin harekete geçmesine sebep olurdu. Hisler diğer alemde fazla önemseniyordu.
"Onunla ne zaman karşılaşacağız?" diye sordu Druce. "Kendisi kaçmak yerine karşımıza çıksaydı şu an bize nedenleri anlatıyor olabilirdi."
"Önce size güvenmeliyiz. O zamanı en iyi bilendir."
Paiva'nın omuzna tünemiş olan Kraliçe iki kez öttükten sonra kanatlarını bir tehdit gibi açtı. Nate ona bakarken gözlerini kısmıştı. "Bir zaman koruyucu," dedi. "Lütüfkar ama aynı zamanda acımasızlardır. Görüyorum ki Paiva çoktan silah kuşanmaya başlamış bile."
Ve Paiva, bir daha Zamansızlığıma o uğursuz kuşu sokarsan onu gözünün önünde parçalarım.
Paiva, Kraliçe'yi kucağına alıp onu sarıp sarmalamamak için kendisini zor tutuyordu. Belli ki Nate için de kuzgunlar pek de güvenlecek dostlar değildi. Ama Paiva için iblisin kızları Kraliçe'den sonra geliyordu.
"Karliçe yalnızca zamana karşı koyanlara acımasız davranır. Belki de artık senin zamanın gelmiştir Nate? Ne dersin, buna karşı mı koyacaksın?"
Nate'in gözleri kızarmıştı ama bu sadece öfke belirtisiydi, yanaklarında oluşan kırmızı benekler ise daha farklı bir duyguyu gösteriyordu. Nate, korkuyordu. Tüm cesur yanına rağmen endişeleri vardı ve kendisi gibi davranamıyordu. Derin bir nefes aldı. O nefesin titrediğini sadece kendisi fark etmemişti.
"Önce isteklerini söyle İblisin Kızı."
Paiva, gülümsedi. Ellerini masanın iki yanına yerleştirdi. Omzundaki Kraliçe ona güç veriyordu. Derisine batan tırnaklar buradayım der gibiydi. Bu ufak acılar seni hayatta tutar. Omuzları dikleşti, göğsü öne çıkmıştı. Başı dik ve vakurdu. Bir Tanrıça kadar güçlü ve gösterişli görünüyordu. Ona doğrudan cevap verdi. "Bana katılmanızı istiyorum."
Nate, şaşırmıştı ama kendisini çabuk toplayacak kadar deneyimli bir pazarlıkçıydı. "Sana katılmak mı? Paiva, çok olan biziz."
"Çok mu? Bunun ne önemi var ki? Siz yıllar süren bir saklambacın ardından ne elde ettiniz? Ben ise tek başıma dörtlere kafa tuttum ve devleri kurtardım. Onlarla dostluk kurdum ve Kırmızı iblislerle devleri aynı safta savaşmaya ikna ettim. Peki ya sen Nate? Kimin ardında saklandığını bile söyleyemiyorken ben destek aldığım herkesi yanımda getirdim. Ya bana katılır ve İblisin Kızlarını olması gerektiği gibi yüceltirsiniz ya da saklanmaya devam edersiniz. Koruyucunuz ise benim ve sevdiklerimin yüzüyle görünmeyi sürdürür."
Nate gözlerini kıstı "Zamansızlığa mı girdin?" diye sordu.
Ludvig, hızla ona doğru döndüğünde Paiva kontrolünü kaybetmemek için bakışlarına karşılık vermemişti. Eğer bir kez bakarsa Nate üzerinde kurduğu tüm otoriteyi kaybederdi. Şimdi aptal âşık gibi görünmenin sırası değidli.
"Orada yaşamak benim için gerçeklikten daha kolay. Ben Zamansızlıkta büyüdüm." Druce'a bakıp göz kırptı. "Ve koruyucunuz karşıma kendi yüzüyle çıkamadı. Söylesene Nate bu kadar korktuğunuz tam olarak nedir?"
"Belirsizlik," dedi kadın. "Şimdi sen söyle Paiva, bizden tam olarak ne istiyorsun?"
Onları kazanmaya yaklaştıkça Paiva, içinde oluşan karıncalanmayı engelleyemedi. Heyecanlanıyordu ve Bridget haklıydı. Heyecan onu deliliğe sürüklüyordu. Heyecan kim olduğunu hatırlatıyordu. Heyecan gerçek kimliğini ortaya çıkarıyordu. O bir İblisti. Bir Tanrıça ve bir savaşçı. "Yanımda olmanızı ve Balor'un hücresine girerken bana eşlik etmenizi. Biliyorsunuz ki oraya yalnızca kadınlar girebilir ve benim elimde çok fazla kadın savaşçı yok. Devler Balor'un alevlerine karşı duramaz ama biz, bunu başarabiliriz. Ne diyorsun Nate?"
Nate bir şey dememişti ama Paiva küçük de olsa bir zafer kazandığını anlamıştı. Düşünecekti. Koruyucuları kimdi neydi bilmiyordu ama Nate gerçekten de ona katılmayı düşünecekti.
"Balor'u öldürmek bizim yaşama sebebimiz. Eğer koruyucumuz bunu kabul ederse seninle ölüme bile yürürüm Paiva."
"Ben bunu istemiyorum. Bir görev değil Nate, ben bağlılığını talep ediyorum."
Kadın duraksadı. Yerinden doğruldu. Elini boynuna götürüp parmağı birkaç saniye sol tarafındaki yara izinin üzerinde gezindi. Paiva minik kabartının ne olduğunu biliyordu. Druce ile çalışmaya başladığında cehennem alevlerini kontrolsüz kullanmış ve kolunda kısa bir süre için aynı kabartıyı taşımıştı. Ancak Nate'in yarası daha derindi. Onun mu gücünü kontrol edemediğini merak etti. Yoksa bir başkası üzerinde kontrolsüz bir güç mü kullanmıştı? Druce, Paiva'nın canı yandığı için bile çalışmalara günlerce ara vermişti belli ki Nate'in hayatını kolaylaştıran bir Druce'u yoktu.
Nate, sonunda konuşmaya karar vermişti. Masanın üzerinden bedenini Paiva'ya doğru yaklaştırdı. Tam sözcükler dudaklarından dökülecekti ki masada oturan herkes tehlikeyi aynı anda sezdi. Mavi renkli duvarlar bir anda kızıla boyanmıştı. Yüksek tavan boydan boya cehennem alevleri tarafından ele geçirilmişti. Devler kendilerini alevlerden korurken bir anda değişerek bedenlerinin daha güçlü olduğu forma geçti. Druce, Nate'in boynundan yakalayarak onu önüne geçirip kollarıyla boynunu sıkmaya devam etti.
"Tuzak mı kurdun Nate?"
Kadın zorlukla nefes alırken alevlerin içinden hızla gelen bir kuyruk şaklayarak Nate ve Druce'u birbirinden kopardı. Kızlardan biri yere yumuşak bir iniş yaptığında kızarmış gözlerini Druce'un üzerinde tuttu. Kız elindeki cehennem halatlarını yere vurup saldırı duruşunu aldı. Boynuzlarının arasında kurukafayı anımsatan kemikten bir başlık vardı. Gözleri kıpkırmızıydı. Dehlizlerde tutsak olan kızlara o kadar çok benziyordu ki Druce bir anda şaşkınlığa uğradı. Gözleri kısa süreliğine kardeşine yöneldi. Ne zaman tutsak kızları görse Paiva için endişelenmekten kendini alamazdı. Şimdi onu kendi elleriyle bu saçmalığın içine sürüklemişti. Cehennem alevlerinde kavrulayım! Kızın yanına onun gibi tuhaf giyimli onlarca kız indiğinde onlara başından beri güvenmediklerini anlamıştı. Savaşçıları her zaman tetikteydi. Kavrulasıca iblisler, diye düşündü.
"Biz değiliz seni zavallı erkek," dedi aralarından biri. Yüzü kırmızı bir boyayla çizilmişti. Cehennem alevleri adına, umarım boyadır. "Yerimiz ilk defa bulundu hem de siz geldikten kısa süre sonra. Hainlik konusunda bizim de bazı fikirlerimiz var."
"Biz de değiliz," dedi Druce sert bir sesle. Koluna isabet eden kuyruğun acısını geçirmek için elini sallayıp McCool'a baktı. "Tehlike çanları McCool. Kız kardeşini ve benimkini yanından ayırma."
Paiva doğrudan Eirinn'e bakıp gülümsedi. "Ben hazırım İblisin kızı," dedi Eirinn.
Paiva, Ludvig'in kardeşini bu kadar seveceğini düşünmemişti. Tüm o çokbilmiş havası ve kendine olan güveni Paiva'yı etkiliyordu. Bu kızı kesinlikle sevmişti. Özellikle hem Paiva'nın ağabeyine hem de kendisininkine kafa tuttuğu zamanlarda.
Odayı saran alevler çoğaldığında bakışlarını kuzguna çevirdi. "Kraliçe, biraz zamana ihtiyacımız var," dedi.
Kuzgun omzundan havalanarak alevlerin üzerine doğru uçtu. O her kanat çırpışında saniyeler daha yavaş hareket etmeye başlamıştı. Paiva, Kraliçe sayesinde doğru bir plan yapabilmeyi ve gelenler her kimse onlardan bir adım öne geçebilmeyi umuyordu. En azından iki grupta hainlik konusunda birbirini suçlamaya son verebilirdi. Kraliçe alevlerin içinde kaybolduğunda bir anda yeniden Paiva'nın omzunda belirdi. Herkes masanın başındaydı Nate bir karar vermeye çalışıyor gibi görünürken bir anda ayağa fırladı.
"Bu nasıl bir ilüzyon?" diye haykırdı.
Paiva, değişirken aynısını onların da yapmasını istedi. "Ayrıca şu gizlenen kızlarına söyle de tetikte olsunlar. Misafirlerimiz bu defa alevlerle bizi kuşatamayacak."
Paiva'nın sözlerinden sonra Nate elini havaya kaldırdı ve alevleri yutmuş gibi görünen tavandan aşağıya onlarca kız inmeye başladı. Bu oldukça etkileyici bir görüntüydü ancak birazdan olacaklar kadar değildi.
"Zamanda geriye mi geldik?" diye sordu Eirinn, çoktan değişmiş ve Paiva'nın yanındaki yerini almıştı.
"Sanırım en son hazırım demiştin Tanrıça," dedi Paiva. "Çok zamanımız yok yalnızca birkaç dakika kazandık ve böylece buradaki kimsenin hain olmadığı konusunda aynı fikirdeyiz."
Cora "Vay canına, bu aşırı havalı," dedi.
Paiva gülerek Druce ve Ludvig'e baktı. "Birbirinizin yanından ayrılmayın beyler," dedi ve ileriye doğru atıldı. Onu ilk izleyenler ise iblislerin ve tanrıların kızlarıydı.
Çok kısa bir süre şaşkınlık yaşasalar bile onlar da hemen kızların arkasından dışarı fırlamışlardı. Kızların bir kısmı Öncülerle savaşa atılırken diğerleri Asillerin karşısına geçti. Paiva özellikle birini arıyordu. Onunla ilk karşılaşmalarında bir arabanın içinde saklanmıştı ve ikincisinde Paiva'ya hiç istemediği şeyler düşündürmüştü. Bunun için bile onu öldürebilirdi.
"Merhaba Aleck."
"Merhaba Paiva Moore. Son görüşmemizde kendin olabilmene ne kadar sevindiğimi söyleme fırsatı bulamamıştım," dedi. Gözleri gerçek anlamda parıldıyordu. Kızıllık tehlikeli bir alev gibiydi. "Şu haline bak, boynuzlar, harika ötesi çift renkli kanatlar ve... Ve kuyruk. Sen gerçek bir iblissin." Ona bir adım yaklaştı. "Kusursuzsun."
"Eh, buralarda o söylediğinden çok var."
Nate, sanki Paiva'dan beklediği işareti almış gibi Aleck'in tepesinden aşağı indiğinde iblis neye uğradığını şaşırmıştı. Elbette efsaneleşmiş özgür iblis kızlarını duymuştu ama gerçek olduklarını gördüğünde bunun ne kadar muhteşem ama aynı zamanda ne kadar tehlikeli olduğunu biliyordu.
Etraflarında kaos hüküm sürüyordu. Kızlar iblislere karşı büyük bir mücadele verirken devler de onlara yardım ediyordu. Bu, Paiva'nın hem korktuğu hem de istediği görüntüydü. Devler, iblisin kızlarına yardım ediyordu.
Ne yazık ki duvarlar kanatlar ve iri bedenler için bir kısıtlayıcıydı. İki taraf da savaşırken duvarların kısıtlamasıyla istedikleri ölçüde etkili olamıyorlardı. Birkaçı bazı duvarları kırıp parçalamıştı ama bu da tamamının gizliliğini ortadan kaldırıyordu. Paiva, üzerine gelen iblislerden birini boynundan yakalayarak tavana yükseldi ve onu ters çevirerek yere sert bir iniş yaptı. Hala kollarının arasında duran boynu sertçe çevirdi ve belinden çektiği hançeri kırdığı boynun üzerinde gezdirdi. İblis küle dönerken Paiva Ludvig'le göz göze geldi. "Bıçağı acemi katiller gibi tutma, yan çevir, saplama, kes!" dedi.
Ludvig, onun yanına giderek "İyi bir öğrenciymişsin Küçük Şeytan," dedi. Onu belinden kavrayıp kucağına kaldırdı ve arkasına aldı. Uzun bir hançer savuran iblis'i ellerinin arasına alarak ikiye ayırdı. Bu eskiden olsaydı Paiva'yı ürkütürdü ama şu an Ludvig'in gücüne hayranlık duyuyordu. Küle dönen iblisin ardından Ludvig, onu dudaklarından öperek diğer bir düşmana doğru yöneldi. Onu tek bıraktığı için biraz şaşkın olan Paiva yavaş yavaş ona güvendiğini anlayarak gülümsedi.
Tek başına hayatta kalabilirdi. Bir orduyu yönetebilir ve Balor'u öldürebilirdi.
Devlerin duvara her çarpışı deprem etkisi yaratıyordu. İblisler uçabilecekleri alan isterken tamamı birbirine girmişti. Dost ya da düşmanı ayırt etmek mümkün görünmüyordu. Paiva etrafta Kraliçe'yi aradı. "Evet dostum, bir yardıma daha ne dersin?"
Kuş ona cevap verirken tavana yükseldi. Bu defa zamanda bir değişiklik olmamıştı ama Kraliçe uçmayı sürdürdükçe tavan sanki ondan uzaklaşıyor gibiydi. Sadece zamanı değil mekanları da şekillendirebilen Kraliçe artık savaşan grup için yeterli alanı yaratmıştı. Duvarlar ortadan kaybolmuş yemyeşil bir alan ortaya çıkmıştı. Artık tavan yerine sonsuz görünen bir gökyüzü vardı.Bir iskele ve o sonsuz görünen gökyüzüyle birleşen uçsuz bucaksız bir okyanus bile vardı. Kokular değişmiş, Paiva'yı daha fazla özgürleştirmişti.
Şimdi istediği gibi savaşabilirdi.
Parıltılı gün Öncülerin üzerine çöktü ve tamamı acı içinde kıvranmaya başladı. Artık savaşacakları sadece Asiller kalmıştı.
Ludvig, şaşkın görünüyordu ama durumu çok çabuk kabullenmişti. Sadece Kraliçe'ye bakarken başını iki yana salladı. Elinde tuttuğu uzun hançerin kabzasını daha fazla sıkarak "Bunları annemle birlikteyken yapmadığına eminim. Morrigan'ı gördüğünde ondan sakınmalısın kuş."
"Kuzgunlar sadece kraliçelerine biat ederler," dedi Nate aralarına girdiğinde. Kanlı parmaklarının arasına yapışıp kalmış tüyleri üflerken korkutucu bakışlarını düşmanlarına çevirdi. "Ve bu kuzgun belli ki bir kraliçe seçmiş."
"Tek kraliçe kendisi," dedi Paiva. "Tek istediğim onun dostluğu. Tıpkı sizden istediğim gibi."
Nate kahkaha attı. Gırtlaktan çıkan bu ses hem bir savaş nidası hem de gerçek bir kahkahaydı. İleri atılırken "Sen gerçekten kurnaz bir şeytansın Paiva," dedi.
Ludvig, "Sanırım ona hak vereceğim Küçük Şeytan. İblislik kanında var," dedi. İkisi de gülmeye başladıklarında düşmanlarını da karşılamayı ihmal etmedi.
Ludvig, yukarı doğru uzandı ve kanatlarını iki yana açarak havalandı. Asillerden birini yakaladı ve kanatlarına mümkün olduğunca zarar verdi. Yükseklere ulaştığında ise bu defa aşağı doğru hızla inmeye başladı ancak kendisi yerden yüksekte kalırken zavallı iblisin yere çakılmasını izledi. Onun düşüşünün ardından hemen Cora ve Lucas'ın yardımına koştu. İki arkadaşı da Asiller tarafından çevrilmiş bir alev çemberinin ortasında kalmıştı. Alevler onlara uzun süren tutsaklıklarını hatırlatıyor ve öfkelendiriyordu. Bu kötüydü çünkü akıllıca hareket etmek yerine içgüdüleriyle çıldırmış gibi davranıyorlardı.
Ludvig etrafına baktı. Paiva'dan yeniden Aonadh denilen şu mavi alevleri yapmasını isteyecekti. Ancak Paiva ve Nate Aleck ile ilgileniyordu. Arkadaşları için yapabileceği tek şey o alevlere atılmaktı ancak Bridget isimli iblis tam yanına gelip sinsi bir gülüşle baktı. "Buna mı ihtiyacın var?" Avuçları mavi alevlerle dolduğunda tamamını Cora ve Lucas'ı çevreleyen ateşe doğru sürdü. Bir su seline dönüşen mavilik kızıllığı yutmuştu. Şimdi Bridget, iblisin oğullarıyla karşı karşıya gelmişti. Asiller aptal değildi. Kızın gözlerinde yanmaya başlayan alevlerin anlamını biliyorlardı. Hazırlıklı olmaya çalıştılar ama Bridget bir aleve dönüşerek onların üzerine atıldı.
Kızlar iyi iş çıkarıyordu ancak hava bir anda kararmaya başladı. Bir girdap göğü deldi ve açılan Geçitlerden binlerce öncü akın etmeye başladı. Gökyüzünde hiç durmadan delikler oluşuyordu. Yere doğru düşen Öncüler bir kaya gibi iniş yapıp onların üzerine atıldı.
Nate "Bu kadar fazla olacaklarını düşünmemiştim," dedi.
"Öncüler sorun değil," dedi Druce kardeşiyle birlikte onların yanına geldiğinde. Paiva da en az Druce kadar endişeli duruyordu.
"Hazır olun Dörtler geliyor."
Bạn đang đọc truyện trên: AzTruyen.Top