*11* AONADH
Paiva güne başlarken yorgun ama oldukça neşeliydi. Ludvig'in yüzyıllar süren tutsaklığının ardından sonunda beklediği o doyumsuz deve dönüşmesini izlemek keyifliydi. Sadece onun uyku molalarında kendisini zamansızlığa atıp saatlerce çalışması işleri zora sokuyordu. Ancak buna mecburdu. Karşısındaki düşman çok uzun zamandır yaşıyordu. Onun zavallı yirmi dokuz yıllık fani yaşamına kıyasla bu gerçekten uzun bir yaşamdı. Nice savaşlar görmüş nice zaferler kazanmış bir düşman karşısında savunmasız kalamazdı. Çok çalışması gerektiğini biliyordu. Bu yüzden durmasının imkânı yoktu. Zamansızlıkta geçirdiği süreler Balor'la onu yakınlaştırıyordu. Druce, onu bu an için yetiştirmişti, hem de çok iyi yetiştirmişti.
Gülümsedi. Beklediği an çok yakında gelecekti. Sonunda Balor tamamen yok olacak ve o özgür kalacaktı. Gerçekten özgür olmasının tek yolu Balor'la karşılaşmaktı çünkü korkusu şeytanın ta kendisiydi.
Ludvig, giyinirken göz ucuyla ona bakmayı sürdürüyordu. Uzun süre dayanamayacağını bilen Paiva onun bu bakışma oyununa devam etmesine izin verdi. Söyleyeceği her ne olursa olsun bu onu kızdıracaktı ki Ludvig'in "Küçük Şeytan," deyişini duyup gülümsedi. Bu öyle basit bir sesleniş değildi. Ondan bir şey isteyecekti ve Paiva kesinlikle hayır, diyecekti. Yine de Ludvig'in ses tonu bile onu gülümsetebiliyordu. "Bundan vazgeç."
"Balor'la karşılaşacak kişi benim McCool."
"Neden diğerleri olmasın ki? Onlar da bir iblis. İhtiyacımız olan-"
"Balor'la karşılaşmak için Zamansızlıkta geçirilen yıllara sahip bir iblis kadınına ihtiyacımız var. Ve hoşlanmayacağın kısım da bu biliyorum. İblis'in zincirlenmemiş kızları gerçek mi bilmiyorum Ludvig ama benim gibisi yok. Ben Balor'la karşılaşacak kişiyim. Bir kez olsun bana güvenmek zorundasınız."
"Zaten sana güveniyorum!"
"O zaman geri döneceğime de inanıyorsun. Demek ki sorun yok. Şimdi çabuk olalım da şu meşhur İblis'in Kızlarıyla tanışmaya geç kalmayalım." Uzanıp Ludvig'in dudağını öptü. Yatağın üzerindeki kıyafetleri onun eline tutuşturup "Bunları giy ve güneş gözlüğünü tak," dedi.
Dışarı çıktıklarında Delano'yu kendi kapılarının önünde bir şeyi izlerken buldular. Adam sırtını duvara yaslamış keyifle Druce ve Eirinn'in kavgasını izliyordu. "Günaydın," dedi onlar kapıda belirdiğinde. Sadece kısa bir an Delano ile göz göze gelmişti. Ancak Kırmızı İblis bakışlarını hemen üzerinden çekmişti. Akıllıcaydı. Çünkü Ludvig iri bedeniyle ikisinin rasına çoktan girmişti. Yine de Paiva bir süre Delano'yu izledi. Druce için önemli bir adamdı ve iyi dost olduğu belliydi. Sadece şu erkek seçimi saçmalığını yaptığı için ondan nefret etmek istemiyordu. Bu Delano'ya haksızlık olurdu. Kendileri gibi bir kadınla olma fikri kimine çekici geliyor olmalıydı. Paiva için Ludivg'den başka bir seçenek olmasa da Druce'un ona uygun bulacağı bir erkekti Delano. Güçlü bir iblis, cehennem alevleriyle kutsanmış lider ve güvenilir bir müttefik. Oldukça hoş bir yüzü ve çekici bir yanı da olduğunu inkâr edemezdi. Kanatları ve boynuzları yoktu. Güzel bir takım elbise giymişti. Tam olarak üzerine oturuyordu. Şu kıyafet yaratma işinde iyi olamadığı için duruma hayıflanan Paiva, Druce'un gür sesiyle onlara doğru ilerledi. Ludvig ve Delano arkasında kalmıştı ve bu nedense Paiva'yı rahatsız ediyordu. Delano'nun imasından sonra onu görmek ve Ludvig'e bu durumdan bahsetmemek suçluluk duygusu ile savaşmasına sebep olmuştu.
"Şu haline bak Eirinn, bu şekilde değil o iblislerin yanına fanilerin içine bile çıkmana izin veremem."
Eirinn, öfkesiyle birlikte ayağını yere sertçe vurdu. Zemin sarsılmış ve bir anda çatlaklar oluşmuştu. Paiva onların gücünü asla hafife almıyordu ama ara sıra hatırlamak da iyi geliyordu.
"Bana ne yapacağımı söyleyemezsin," dedi Tanrıça.
"O zaman bu görevi McCool'a bırakıyorum."
Paiva gülerek ikisinin arasına girdi. "Neler oluyor?"
"Senin bu kendini bilmez şeytan kardeşin sizinle gelmemi yasaklıyor," diye açıkladı Eirinn. Kollarını göğsünde birleştirip başını Druce'un aksi yönüne çevirdi.
"Ve sen de her zamanki gibi emirlerime uymuyorsun."
"Senin kölen de tutsağın da değilim."
"Seni kurtardım şımarık en azından bunun için biraz minnettar olamaz mısın?"
Eirinn duraksadı "Olurum ama bu minnettarlık her emrine uyacağım anlamına gelmiyor. Bir gün borcumu ödemek için hayatını kurtarabilirim."
"Komik devler," diye mırıldandı Druce. Ludvig onların yanına geldiğinde elini Druce'un omzuna koydu. Bu oldukça dostça bir görüntüydü ve Paiva'nın kalbi bir üreliğine hızla atmaya başladı.
"Paiva'yı kalmaya ikna edebilir misin?" diye sordu Ludvig. Druce başını iki yana salladı. "Eirinn'i de ikna edemezsin. Tabii onları bir yerlere kapatmadığımız sürece. Lütfen bana Dünyanda devler ve iblisler için hücreler olduğunu söyle."
"Bu ikisi için yapmalıymışım."
Druce ve Ludvig gülmeye başladıklarında Paiva Eirinn'e "Gel üzerine fanilerin dünyasında dikkat çekmeyeceğin şeyler giymene yardım edeyim," dedi. "Bu ikisi de yenilgilerinin tadını çıkarsın."
Eirinn üzerindeki zırhı çıkarırken rahatsızlıkla homurdanmaya başladı. Sıklıkla kendi kendine konuşuyordu. Paiva bunun uzun süren tutsaklık yüzünden olduğunu tahmin ediyordu. Kolay değildi. Tek başına bir hücrede geçen yüz yıllar. Cehennem alevleri tenini dağlarken savunmasız bedeni acı çekiyordu. Şimdi aynı acılardan korunmak için Tanrı Dağı'nda dövülmüş buzdan zırhlarıyla kendisini güvende hissediyor olmalıydı.
"Gittiğimiz yerde güvende olacaksın," dedi Paiva onu sakinleştirmek adına.
"Yanımda iblisler varken..." Duraksadı. "Özür dilerim hainlik ediyorum. Sadece Druce'un bazı adamlarını hatırlıyorum. İşkencelerim sırasında... Her neyse. Buna mecbur kaldıklarını biliyorum. Yine de cehennem alevleri sahiden can yakıyor."
Paiva başını aşağı yukarı yavaşça salladı. Onu anlıyordu. Ancak anlaması gereken kişi Eirinn'di. Bu yüzden derin bir nefes alıp üzerindeki ceketi çıkardı. İçindeki bluz kanatlarının çıkmasını engellemeyecek deliklerden oluşuyordu. Bir anda değiştiğinde kanatları hızla iki yana açıldı. Eirinn önce bunun tehdit olduğunu düşünmüş olacak ki Paiva'dan uzaklaştı. Ardından onun gülümsediğini fark edip sakinleşmeye çalıştı. Ancak gözünü sivri kuyruktan ayıramıyordu.
Paiva elini ona uzattığında alevler parıldamaya başladı. Kızıllığın içinde görünen mavilikleri seçebiliyordu.
"Buraya gel Eirinn," dedi.
Genç Tanrıça kararsızlıkla ona bakıyordu. Paiva yeniden "Buraya gel," diye fısıldadı. Ona yaklaşan Eirinn alevlerin sıcaklığını hissetmeyi bekliyordu ama olmadı. Paiva da ona doğru bir adım atmıştı. Alevlerle parıldayan elini Eirinn'in yanağında dolaştırdı. "Bu Aonadh," dedi Paiva. "Yaşam alevi."
"Canımı yakmıyor."
"Elbette. Sana göstereceğimiz tek alev bu Eirinn. Kırmızı İblisler cehennem alevlerini sadece düşmanlarında kullanır ve o da savaş meydanında olur. Beni anlıyor musun?"
"Evet."
"O zaman şu harika ötesi şortu ve beyaz cropu giy de biraz yaşıtlarına benze."
Eirinn'in dudaklarına yerleşen gülümseme yabancı ama sıcaktı. Nasıl gülüneceğini bilmiyormuş da yeni öğreniyormuşçasına acemi bir tatılık vardı. "Ben yaklaşık 300 yaşındayım," dedi.
"Ben karşımda on dokuzlarında bir çıtır görüyorum ama."
Paiva'nın gözleri parıldadı. Eirinn fani dünyada peşinden koşulacak hatta uğurunda savaşlar verilecek kadar güzeldi. Tanrısal olayların içinde kendisine normal bir görev bulduğu için seviniyordu. Eirinn'i fani yaşama uygun hale getirmek için birkaç on dakika harcaması gerekmişti ancak sonunda işi bittiğinde Eirinn mükemmel görünüyordu. Ördüğü saçlarını ensesinden toplayıp birkaç tutamı yanaklarına doğru salmıştı. Hafif bir makyaj –Deirdre bu konuda teçhizatlıydı- yaptıktan sonra fani dünyaya girmek için hazırlardı.
**
Druce onlar yanına döndüğünden beri tek kelime etmemişti. Sadece Eirinn'i süzmüş ve ardından kıstığı gözlerini bir süre için Tanrıça'nın gözlerine dikmişti. Ona meydan okuyan Eirinn ise bakışlarını kaçırmamak konusunda oldukça başarılıydı. Bu kısımda Güç'ünü kontrol altında tutmak için epey çaba sarf etmek zorunda kalmıştı. Druce'u öldürmek istemiyordu. En azından şimdilik. Ona bu basit bakışma oyununda yenilmek de istemiyordu. Bu yüzden bakışlarına ilk defa bu kadar uzun süre karşılık vermişti. Sonunda pes eden Druce olmuş ve grubu Geçit'in açılacağı yerde toplamıştı. Kalanlara emirler yağdırdıktan sonra Paiva'ya baktı.
"Küçük kardeş," dedi. "Uzun yoldan gitmek yerine neden bizim için yakın bir yerlere Geçit açmıyorsun. Otherword'un yakınlarından geçmek istemiyorum."
Piava "Elbette," dedi. Elini yukarı kaldırdığında Kraliçe süzülerek gelip parmaklarına kondu. Gagasını Paiva'nın yüzüne yaklaştırarak onu selamladı. Ardından kanatlarını iki yana açıp gür bir şekilde ötmeye başladı. Kanatlarından çıkan parıltıar boşlukta süzülmeye başladı. Birbirine bir zincir gibi geçen parıltıların ortasında bir Geçit açıldı. Giderek büyüyen boşluk devler için uygun boyuta geldiğinde Paiva "Teşekkürler Kraliçe," dedi.
"Bunu sen de yapabiliyorsun," diye fısıldadı Cora.
"Evet, ama o yaptığında daha havalı oluyor."
İkisi de kıkırdamaya başlamıştı. Druce sahte bir öksürükle onların susmasını sağladıktan sonra Geçit'e yöneldi. Önce başını öne doğru uzatıp iki yana çevirdi. Gördükleri onu tatmin etmiş olacak ki ilk adımını atan o oldu. Onun ardından sırasıyla herkes karanlık ve boş sokağa doluştu.
Loş ışıkla bile aydınlatılmamış sokak neredeyse zifiri karanlıktı. Ne bir sokak lambası vardı ne de evlerin penceresinden sızan ışıklar. Burası her neresiyse normal bir fani için oldukça tehlikeli görünüyordu.
"Ya kalabalık bir sokağa açsaydı Geçit'i?" diye sordu Lucas sessizliği bozarak.
Paiva etrafa bakarken "Açmazdı," dedi. "Kuzgunlar zamanın ötesini görebiliyor. Eminim en uygun sokak burasıydı."
Druce iki metre kadar ötelerindeki duvara doğru yürüdü. Üzerinde 'tehlikeli' yazısını okuyup yazıdan daha gizemli ve tehlikeli bir gülüşle elini duvarın üzerinde gezdirdi. Bir anda gerilmişti. Paiva neredeyse onun dönüşeceğini düşündü ancak kontrolünü sağlayan Druce doğrudan Ludvig'e bakarak "Cehennem elevleri kullanılmış," dedi.
Ludvig derin bir nefes aldı. Neredeyse dönüşmeden bile irileşmiş gibi görünüyordu. İki erkek de bakışlarını Paiva ve Eirinn üzerinde gezdirdi. Paiva ikisinin bakışlarına göz devirmeden edemedi. Daha düne kadar düşman olan ikili artık önemli konularda sadece birbirine danışır olmuştu.
"Ne kadar tehlikeli?" diye sordu Ludvig.
Druce birkaç saniye düşündü. "Baş edemeyeceğimiz kadar değil. Alevler duvarın ardında ve ben buradayken bile kontrolü alabiliyorum."
Yeniden elini duvara yaslayıp Ludvig'e de aynısını yapmasını söyledi. Ludvig teninin yandığını hissetse bile geri çekilmemişti. Çok kısa süre içinde sıcaklık uzaklaşmaya başladı. Ludvig sıcaklığı takip ederken Druce'un gülümsediğini gördü.
"Sen mi çekiyorsun?"
"Evet. Alevler üzerinde kontrolleri yok," dedi. Sonra en sinsi gülümsemesiyle dudaklarını süslerken devam etti. "En azından benim olduğum yerde yok."
Eirinn "İblisler," diye mırıldanarak başını iki yana salladı. "Hepiniz böbürlenmeyi çok seviyorsunuz."
Ludvig, Paiva'yı omzuyla iterek "Bana birini hatırlattı peki ya sana turist rehberi?" diye sordu.
"Hem de en iyisi," dedi Lucas kahkaha atarak. "Ya aile genleri ya da iblis özelliği."
Druce, "Aileden," dedi Lucas'a cevaben. "Her zaman en iyisi olduğumuz için böyle."
Duvar titremeye başladığında Kraliçe Paiva'nın omzuna konarak öttü. Paiva, tedirgin olmuştu. Önce duvara ardından Kraliçe'ye baktı. Kuş sanki duyulmayan bir soruya cevap verir gibi başını bir kez aşağı eğdi. "Sokağın birkaç dakika sonra uygun olmayacağını söylüyor. Duvar bir tuzak. Gidelim."
Sokak tekinsiz bir yer olabilirdi ama şimdi, yedi Tanrı ve Tanrıça'nın orada yürümesiyle çok daha tehlikeli bir yer haline gelmişti. Etrafta faniler görünmüyordu. Belki İblislerin varlığını bir şekilde hissediyor ve buradan uzak duruyorlardı.
"Buraya daha önce hiç gelmemiştim," dedi Druce. "Neredeyiz?"
"Türkiye," dedi Paiva ve Druce'a baktı. "Burası babamın anneme aşık olduğu yer. İstanbul."
Druce, Paiva'nın ne düşündüğünü biliyordu. "Sadece tesadüf olabilir." Gözlerini kıstı. Paiva dışında kimseye tam bir güven ile bağlı değildi. Buna babası da dahildi. Baldemar'ın her zaman kendisine sakladığı birkaç planı olurdu. Druce sadık bir oğul olsa da onunla bile paylaşmadığı bazı şeyler vardı. Şimdi bu bilinmeyen planların onları nasıl etkileyeceğini düşünürken endişe duyduğu kişi sayısındaki artış onu rahatsız ediyordu. Devleri önemsememeliydi.
"Ya da babam o zamanlarda da İblis'in Kızları'nı arıyordu."
"Bunu bize söylerdi," dedi Druce. Eğer planları farklıysa elbette söylemeyeceğini biliyordu ama küçük bir parçası bunu diliyordu. Babasına karşı zaten mesafeli olan Paiva'nın karşısında onu koruma ihtiyacı hissediyordu.
"Bilemiyorum Druce. Ancak cevaplarını almak için ilerlememiz gerektiğini düşünüyorum. O kızları bulmak zorundayız."
Issız sokakta ilerlemeyi sürdürdüler ta ki aşırı kalabalık bir caddeye çıkana kadar. Her ne kadar faniler gibi giyinmiş olsalar da insanlar onlardaki tuhaflığı seziyordu. Birçoğu onlardan uzaklaşırken küçük kısım ise ilgiyle bakıyordu. Paiva'nın omzuna tünemiş Kraliçe ise tuhaflığı biraz daha artırıyor olabilirdi. Druce Paiva'yı izleyebilmek için sıklıkla fani dünyada geziniyordu, Delano'da neredeyse aynı sebeple insanlara alışkındı ancak devler çok uzun süredir tutsaktı ve şu an yürüyüşleri bile onlarda normal olmayan bir şeylerin varlığını hissettiriyordu.
İnsanların gezindiği bu uzun caddeden sola doğru saptılar. Kendilerini yeniden ıssız bir sokakta bulduklarında hepsi de rahat bir nefes aldı.
Gürültülü müziklerin sızdığı büyük kapıların önünden geçiyorlardı. Barlar sokağına benzeyen bu yer az önceki kalabalık ve ışıltılı hayattan uzaktı. Daha karanlık ve kasvetliydi. Bir kez daha sola saptıklarında onları karşılayan çıkmaz bir sokak oldu.
"Yolun sonu," dedi Delano. Gözleri alev alev yanıyordu sanki. Cehennem alevlerini en iyi kullananlardan biri olmasına rağmen kanındaki alevler gözlerine yansımış ve kızıllık belirginleşmişti. Druce, elini onun omzuna yerleştirip "Sakinleş," diye fısıldadı. "Kırmızılar, İblis'in Kızlarını düşman olarak görmüyor. Öyle değil mi Delano?"
İblis önce dudaklarını birbirine bastırdı. Ardından gözlerini Paiva'nın üzerinde tuttu. Belki biraz uzun süre ona bakmıştı. Ludvig huzursuzca kıpırdandığında "Onlar Paiva gibi olmayabilir," dedi Delano.
"Öğrenmenin tek yolu içeriye girmek Kızıl," dedi Eirinn. "Korkuyorsan kapıda bekle."
Eirinn'in sözleri Delano dışındakileri eğlendirmişti. "Ben Dörtlerden Kelpie'nin oğluyum Tanrıça. Yani korku nedir bilmem."
Eirin omzunu kaldırıp indirdi. Onun bu umursamaz tavırları Druce'un fazlasıyla hoşuna gidiyordu. "Anlatılanlara göre Baş İblis ve Alator kavgaya tutuşmadan önce Kelpie denizleri koruyan bir Gözcüymüş."
"Evet," dedi Delano. "Hala denizler ondan sorulur aslında." Farkında olmadan babasının konumuyla övünüyordu. Bu yüzyılların getirdiği bir alışkanlıktı ama yine de kibrine yenik düşmesi Druce'un hoşuna gitmemişti.
"Eh, bu da senin neden içeriye girmekten çekindiğini bize anlatmış oluyor Balık Adam. Burası ana kara!"
Druce gülmeye başladığında Delano daha fazla öfkelenmişti. Eirinn ona sırtını döndüğünde "Konuşurken bana bakmıyor bile," dedi Druce'a.
"Bunun için babana dua edebilrsin," dedi Ludvig, araya girerek. "Eğer sana bakıyor olsaydı ölürdün." Delano sadık bir dost ve asker olabilirdi ama Ludvig ondan pek de hoşlanmıyordu. Bu yüzden Delano'ya tehlikeli bir bakış attıktan sonra Paiva'ya sarılarak ilerledi. Onların ardından herkes içeriye girmişti.
"Eee Kelpie oğu Delano, geliyor musun?" diye sordu Druce kapının önünde durup.
Delano ona küskün bir bakış atarak "Ondan bahsetmek istememiştim," dedi. "Üzgünüm."
"Üzgün olma. Gerçek bu. Sen Kelpie oğlu Delano'sun ben Baldemar oğlu Druce. Dörtlerin oğullarıyız. Korkusuz."
Druce ona gülümsedi ancak içten içe korkularının arttığını biliyordu. Birilerini önemsemek korkusuz olmayı zorlaştırıyordu. Neyse ki sevmek kaybetmemek adına fazladan cesur olmayı gerektiriyordu. Hem deli gibi korkuyordu hem de cesurca adımlar atıyordu. Bu fazla tuhaf bir tezatlıktı.
**
Kapının ardından uzun ince bir koridor vardı. Hafif bir ışıkla aydınlatılmıştı. Fazla sıcaktı. Duvara sabitlenmiş eski tip kandiller ışığı yayıyordu. Duvarlar pürüzlü bir yapıdaydı. Işığın aydınlığı belli kısımlarına vuruyordu. Ludvig daha yakından baktığında kandillerin boş olduğunu fark etti. Herhangi bir yağ ya da ışığı yayacak bir şey yoktu. Yine de aydınlık onlarlaydı.
"Cehennem alevleri," diye fısıldadı. "Kandillerden uzak durun!"
İnce koridor sanki daha da daralmıştı. Belli ki kendilerini bir tuzağın içine hapsetmişlerdi. Devler gerilemeye başladığında kandiller tek tek patladı. Alevler, kontrol edilemeyen bir ejderhanın kükremesiyle etrafa saçılmış gibiydi. Ludvig, Eirinn'i koruyabilmek adına bedenine siper olurken Paiva ve Druce öne çıktı. İki kardeşin yüzünde de aynı öfke vardı. Druce ellerini öne uzatıp alevler kendine doğru çekerken Paiva kendi mavi alevleriyle devlere koruma sağlıyordu.
"Kaynağı ne?" diye sordu Paiva. "Alevler tükenmiyor."
"Kızlar düşündüğümüzden güçlü. Eğitilmişler."
"Daha fazlası olmalı. Bu basit bir eğitim değil. Kimseyi görmüyorum Druce ama cehennem alevleri burada ve kendi beyinleri varmış gibi hareket ediyorlar. İkinci nesilden bir kız olabilir mi?"
Druce, Paiva ona bakmasa bile başını iki yana salladı. "İmkânsız. En yüksek nesilli yaşayan tek kız sensin. Baldemar dışında Dörtlerden hiçbiri bir kızı yaşatmaya cesaret edemedi."
Paiva yine de burada tuhaf şeyler döndüğünü düşünüyordu. Druce kontrolü almakta zorandığında yanına Delano'yu çağırdı. Hala etrafa saçılan alevlerden korunmaya çalışan devler etkisizdi. Paiva'nın mavi alevleri onları korumayı sürdürüyordu. "Druce'a destek olmalıyım, onları koru," dedi Paiva. Delano büyük bir ciddiyetle başını salladı. Paiva'dan aldığı alevleri devlerin etrafına sardı. Aonadh görevini yerine getiriyordu. Hiçbir cehennem alevi onu aşıp devlere ulaşamıyordu.
Paiva, Druce ile birlikte cehennem alevlerine odaklandı. İkisi de dönüşüm geçirmişti ki şu an faniler umurlarında bile değildi. Alevler şiddetini azaltmaya başladığında ileriye doğru koştular. Uzun koridor sonsuzluk gibi gelen bir süre boyunca geçilememişti. Şimdi ise kendilerini raylı bir kapıdan içeri attılar. Geniş bir odanın ortasına doğru atıldıklarında bir an için ısı yok oldu. Kendilerini onlarca kızın oluşturduğu bir çemberin ortasında buldular. Kanatlar, boynuzlar ve birkaçında da kuyruk vardı.
"Vay canına," dedi Paiva. Yüzünde engel olamadığı bir tebessüm oluşmuştu. Tek olduğunu düşünmek asla onu mutlu etmiyordu. Şimdi karşısında onlarca kız dururken artık kendini bir gruba ait gibi hissetmişti. Devler ve İblis'in oğullarından sonra şimdi de İblis'in Kızları vardı. Bu Paiva'nın gerçeğiydi.
"Gerçeksiniz."
Kızlar herhangi bir tepki vermemişti ama pozisyonları saldırı için oldukça uygundu.
"Kapıları sürgüleyin,"dedi aralarından biri. Saçları neredeyse kuyruğuna ulaşacak kadar uzundu. Paiva'nın yeni fark ettiği ikinci kapıdan içeri girmişti. Üzerinde fani yaşama uygun kıyafetler vardı ancak dönüşüm geçirmek belli ki üzerindeki bluzun yırtılmasına sebep olmuş gibiydi. Çıplak olmak pek umurunda gibi görünmüyordu. Dik ve dolgun memelerini daha fazla sergilen duruşu vardı. Omuzları yukarı bakarken göğsü öne çıkmıştı. Kısa eteği kuyruğu nedeniyle yukarı sıyrılmıştı. Altında herhangi bir çamaşır olmadığı net bir şekilde belirgindi. Alında Paiva kızlara daha dikkatli baktığında hepsinin yeterince giyinik olmadığını fark etti. Kadın, "Aonadh kullanan iblislerin var olduğunu düşünmezdim," dedi. Paiva, eğer kendisi onun durumunda yarı çıplak kalsaydı bu kadar kendinden emin konuşamayacağını biliyordu. Kadının ses tonu oldukça kontrollüydü. Koyu renk saçları geriye doğru savurup onlarla yüzleşmek için yakınlaştı.
Aonadh, çok eski zamanlarda kullanılıyordu. Belki de Devler ve İblislerin dost olduğu yıllara kadar uzanıyordu. Şimdi yeniden kullanmaya başlamak bu sebepten dolayı Paiva'ya fazlasıyla anlamlı geliyordu.
"Bazı arkadaşlarımızın cehennem alevlerinden korunması gerekiyor." Paiva sözleri söylediğinde kadın arkada duran devlere doğru baktı. Bu Paiva'yı rahatsız etmişti. "Sizi temin ederim, Aonadh olmadan da kendilerini koruyabilirler. Sadece ben fazla temkinliyim."
"Değerliler öyleyse."
Kadın gülümsedi. Paiva bu gülüşü bir yerlerden tanıdığına neredeyse emindi. Kadını iyice inceledi. Kumral saçlar, düzgün ve uzun kaşlar. Hayır, onu fani yaşamdan hatırlamadığına emindi. Boynuzlar, kanatlar ve tehlikeli bir kuyruk. Paiva neredeyse kendi düşüncelerine gülecekti. Onun kanatlı ve boynuzlu tanıdığı çok az iblis vardı ki hem kuyruklu hem de kadın olanları tanımadığına emindi.
Paiva, sol bacağını öne doğru kaydırıp yere doğru yaklaştı. O da her an saldırmaya hazırdı. "Tehdit seziyorum," diye fısıldadı. Ardındaki hareketliliği elini kaldırarak durdurdu.
"En güçlü değilsin," dedi kadın. Başını yana eğip gözlerini kıstı. "Belki yanındaki iblis..." Dudaklarını büktü ve Druce'u baştan aşağı süzdü. Sonra bakışlarını yeniden arkaya çevirdi. "Ya da şu Tanrı'nın Çocuğu. Yanılmıyorsam sen McCool olmalısın. Alator'dan olma, Morrigan'dan doğma ama fazla gerçek bir McCool. Söylesene Mikell, aileni kurtarabildin mi?"
Paiva, Ludvig'in tok, kendinden emin ve güçlü sesini duydu. "Evet, ben McCool," dedi. "Ailemden bahsetmen için önce kendini tanıtmalısın kadın!"
İblis yeniden gülümsedi. Dilini dudaklarının üzerinde gezdirip Ludvig'i izledi. Kadının üzerindeki güç hem iblisler hem de devler tarafından sezilebiliyordu. Belki fani formunda olsaydı kendisini gizleyebilirdi. Ludvig başını salladı. Bu sır pek gizlenmiş sayılmazdı. Yine de etkilenmişti. "Buranın dışında değişmiyorsunuz öyle değil mi? Kendi formunuza geçmeniz gerektiğinde de..." Elini arkasındaki kapının üzerinde gezdirdi. "Bu cehennem metallerini kullanarak yaydığınız gücü gizliyorsunuz. Böylece uzun süre saklanabildiniz. Sizi ne Tanrılar ne de iblisler sezebildi."
"Zeki bir dev," dedi ve diğer kızlara bakarak gülmeye başladı. "Ve olduça büyük. Söylesene McCool bizi yakından tanımak ister misin?"
"Hey hey," dedi Paiva. "Onun yakından tanıdığı bir iblis var zaten. Bence aradaki mesafeyi korumalısın."
Druce derin bir nefes alıp "Neden kendini tanıtmıyorsun?" diye sordu. "Belki sizi yakından tanımak isteyen birkaç kişi bulabiliriz. Paiva'nın öldürücü baışlarını görünce "Mikell dışında elbette," diye devam etti. Eirinn yan tarafta kıpırdandığında kadının varlığı ağırlaşmaya başlamıştı sanki.
"İblisler," diye fısıldadı.
Druce başını iki yana sallayıp ""Benim de dışımda. Yani," eliyle karşısındaki kadını baştan aşağı işaret etti. "Çekici olmadığından değil ama alınma, iblis kadınları biraz..."
"Ürkütücü mü?" diye sordu kadın. "Ve sen de korkusuz Moorelardan birisin Druce. Neden yakından tanışmayalım ki." Duraksadı ve küçük gruba baktı. Eirinn'de uzun süre kalmayan gözleri hemen yanındakine geçmişti. Onları iyi tanıdığı belli oluyordu ama nasıl?
"Ben Nate," dedi iblis. "Sahte Alev'in sahibiyim. Barımız hem faniler hem de iblisler için –kadın olanlar- güvenlidir."
"Tehlikede miyiz yani?" diye sordu Druce.
Nate ona yaklaştı. Paiva neredeyse ikisinin arasına girecekti. Son anda duran Nate "Neden burada olduğunuza bağlı." dedi. "Neden buradasınız Druce Moore, Baldemar oğlu. Kardeş katili."
Paiva "Ne?" diye sorrken Ludvig, Paiva'yı çekip kollarının arasına aldı. Sanki onu gelecek darbeden korumak ister gibiydi.
"Buradayız çünkü Otherword'e savaş açıyoruz. Düşündük ki sizi bu gizli yaşama sürenlerden intikam almak istiyebilirsiniz."
Daha etkili bir konuşma umuyordu ancak aklı onu izleyen Paiva'daydı. Gerçekten Druce'un yaptığı tüm kötülükleri bilseydi ne düşünürdü?
"Vakti geldi mi?" diye sordu kadın ve sert bakışlarını Paiva'ya çevirdi. "Balor'un hücresine seninle birlikte gelmemizi isteyeceksin."
"Bunca şeyi nasıl biliyorsun?" Paiva, Druce'a kısa bir bakış atıp devam etti. "Benim bile bilmediğim gerçekleri."
"Herkes her gerçeği bilemez. Çünkü tamamıyla yaşamak pek mümkün değil. Bu yüzden bazılarını bölüşmek zorunda kalıyoruz. Şimdi birkaçını paylaşmamız gerekecek. Neden silahlarımızı indirmiyoruz?"
"Silah mı?" diye sordu Lucas.
"Kanatlarınız sevgili Tanrı'nın Çocukları. Boynuzlarınız ve iri bedenleriniz. Barımda sadece fani formunuzda kalabilirsiniz. Kapılar yeterince güçlü değil. Bizi herhangi bir iblisin ya da tanrının hissetmesini istemiyorum. Kızlarımı korumak için tedbirli olmalıyım." Son sözleri söylerken Paiva'ya baktı. "Tedbir sevgili Paiva. Birbirimize benziyoruz."
Paiva onun ne demek istediğini anlıyordu. Fani forma ilk dönen kendisi olmuştu. Ludvig ve Druce ise sona kalmışlardı. İkisi de zayıf bedenlerinden pek hoşlanmıyordu. Ancak kızlar bu konuda oldukça ciddi görünüyordu. İkisi de fani formlarına döndüklerinde Nate "Böyle daha iyi," dedi. Parmağını Druce'un omzundan koluna doğru indirip elinde son bulan bir yol izledi. "Bu benim ve kızlarım için tuhaf bir deneyim olacak."
Kızlar boynuzları ve kanatları olmadan normal bir insan gibi görünüyorlardı. Fani davranışlara alışkın oldukları belliydi. Kıkırdamaya başlayıp onları yakından incelemek için aralarına karıştılar. Paiva'nın öfkeli bakışları altında iki kızın tuhaf tacizinden kurtulmaya çalışan Ludvig "Bu kesinlikle benim suçum değil," diye söylendi.
"Tanrım!"
"Hangisi bebeğim?" diye sordu Ludvig, Paiva'nın öfkelendiğini iyi biliyordu.
"Sanırım teraziyi tutan."
Ludvig gülmeye başladığında Paiva da ona eşlik etti. Kızların arasından sıyrlmayı başardıklarında Druce ve Eirinn yeni bir atışma yaşıyorlardı. Bir anda ortalık sessizleşmişti.
"Ağzından akan da ne iblis?" dedi Eirinn.
"Kıskandın mı güzel tanrıça?"
"Seni mi? Asla! Sadece salyalarını silmeni istedim. Her kadın gördüğünde bu şekilde eriyip bitiyor musun?"
"Hepsinde değil." Druce bakışlarını kızların üzerinde gezdirmeye başladı. Hepsi de oldukça güzeldi. Damarlarındaki kanın içinde güç vardı. Druce, güçlü bir kadını hayatına almayı isterdi. Ona sahip olabilecek güçlü bir kadın belki işleri kolaylaştırırdı ancak ilgisini çekmiyordu. Cinsel dürtülerini üst safhalarda yaşardı. Genellikle onu etkilemek kolay olurdu ama bugün... Hayır bugün kesinlikle etkilenmemişti.
Kılzarın kıkırtıları arasında bir ses işitti. Sonra bir an duraksadı ve başını hızla aralık kapıya doğru çevirdi. Kızların tamamı fani formlarındaydı ancak o güçlü birini hissedebiliyordu. Nate'dan daha güçlü birini.
"O kim?" diye sordu ve koşmaya başladı. Onu izleyen Mikell "Paiva, bu Dörtler, değiş!" dedi.
"Tuzak!" diye bağırdı Cora ve hemen ardından yeniden dev boyutuna ulaştı.
Ortam bir anda karışmıştı. Mikell ve Druce kapıya ulaşmaya çalışırken diğerleri kızları ortalarına aldıkları bir çember oluşturdu.
Kapının ardındaki gölgenin sadece uçuşan eteklerini görebilmişlerdi. Ardından aralık kapı bir anda yüzlerine kapandı. Tam önlerinde beliren Nate "Konuşma vakti beyler," dedi. "Siz kendi grubuzu sakinleştirin ben de benimkilere sakin kalmaya devam etmelerini söyleyeyim. Ya da bir savaş verelim ve hep birlikte kaybedelim."
"O kimdi?" diye sordu Druce öfkeyle.
"Koruyucumuz."
"Dörtlerle mi çalışıyorsunuz?" Ludvig de en az Druce kadar öfkeliydi. Nate'e doğru bir adım daha atarak ona tepeden baktı. "Hangisi?"
"Dörtler mi? Yerimizi buldukları anda bizi küle çevirecek olan haksız mevkii sahibi şu iblislerden mi bahsediyorsun? Hayır, onlarla çalışmıyoruz. Biz kimseyle çalışmıyoruz. Bir koruyucumuz var ama henüz sizinle tanışmak konusunda tereddütler yaşıyor. Şimdi neden sakinleşip konuş muyoruz?" Onlara sırtını dönen Nate "Kızlar!" diye bağırdı.
Tavandan aşağı inen ya da görünmeyen gizli kapılardan içeri giren yirmi kadar iblisin kızı ortaya çıkmıştı. Tamamı tehlikeli kuyruklara sahipti. Az önce onlara kıkırdayan kızlardan daha tehlikeli duruyorlardı. Druce'a dehlizlerdeki tutsak kızları anımsatmışlardı. Bunlar da yeterince öfkeli ve öldürmeye açtı.
"Misafirlerimizle ilgilenin."
Herkese merhaba. Uzun bir ara oldu. Yazamama sebeplerim o kadar ufak ama fazla ki! Neyse şu an buradayım. Bu yüzden lütfen bölümün tadını çıkarın :) Keyifle okuduğunuzu umuyorum. Aslında kafamdaki mekan tasvirleri olmadı. Onu bir sonraki bölüme mecburi bir geçiş yaptım. Çünkü artık bir bölüm yayımlamak istiyordum.
İblisin Kızlarıyla tanışma vakti geldi. Gerideki koruyucunun kimliği ve kızların yetenekleri için bir sonraki bölümleri bekleyin :)
Yeni ve heyecanlı bölümlerde görüşmek üzere seviliyorsunuz.
Bạn đang đọc truyện trên: AzTruyen.Top