*10* Tanrı Kim?
Herkese merhaba. Yoğun bir haftadan çıktığım için az görüşebildik ama umuyorum finale kadar daha sık bir arada olacağız. Keyif alacağınız bir bölüm diye düşünüyorum. Zamansızlık sonrasındaki bölümde ise yeni karakterler bizleri bekliyor. İblisin Kızları ve onların koruyucusunu tanımaya çok az kaldı.
Bölüme başlamadan önce oy vermeyi unutmayın :)
Keyifli okumalar.
Not: Giriş kısmı yaş sınırı gerektirebilir. Çok küçük okurum yok sanırım ama bir yaş uyarısı yapmadan geçmek istemiyorum. Kısa da olsa +18 sahne var. Kurgunun tamamına hakim değil ama ateşli bir kavuşmayı hak ettiler sanki.
Ludvig, sanki uyursa Paiva onu terk edip gidecekmiş gibi sıkı sıkıya sarılmıştı ona. İkisi de birbirine özlem doluydu. Bu Ludvig'in tutuşundan Paiva'nın ise her fırsatta kokusunu solumasından anlaşılıyordu. Ludvig'in kolu Paiva'nın belinin üzerindeyken parmakları kalçasını okşuyordu. Paiva bu dokunuşlar karşısında titrerken Ludvig keyifleniyordu.
"Bedenin hâlâ benden yana," dedi Ludvig.
"Önemli olan aklım."
Ludvig, yana dönüp kollarını Paiva'nın başının iki yanına koydu. Onu bedeni arasında kıstırdığında doğrudan gözlerine bakıyordu. Dudaklarına, neredeyse onu öpecek kadar yakındı. "Şimdi istesem hayır diyemezdin," diye fısıldadı.
Onun öpücüğünden mahrum bıraktığı için kurumuş dudaklarını yalayıp "Hayır, derdim," dedi Paiva.
Ludvig gülümsedi. İşte o an Paiva'nın istediği tek şey çok daha yakın olmaktı. Düşüncelerini okumuş gibi bedenini ona bastıran Ludvig kalçasına uyguladığı baskıyla Paiva'nın inlemesini sağladığında zafer kazanmış gibiydi. Elini usulca Paiva'nın çamaşırından içeriye kaydırdı. Karşılaştığı ıslaklık onu tatmin etmişti.
"Hazırsın," dedi.
"Evet, ama bunu yapmayacağız."
"Evet, ne yazık ki yapmayacağız."
Parmağını içeriye kaydırdığında Paiva'nın iniltileri artmıştı. "Sadece beni ne kadar özlediğini sana hatırlatıyorum."
Sanki Paiva'nın buna ihtiyacı varmış gibi. Ona kızgınlığı saman alevi gibi sönüp gitmişti. Sadece emin olmak istiyordu. Ludvig birini sevmenin ne demek olduğunu biliyor muydu? Ona bağlı kalmanın ve sonsuzluğu birlikte yaşamanın ne anlama geldiğini? Bu Paiva için aile olmak demekti ve aile bir çocukla renklenirdi. Bunları düşündüğüne inanmıyordu. Daha hayatta kalıp kalmayacağından bile emin değildi ama bu hayaller onu güçlendiriyordu. Yaşamak zorundaydı. Tüm bunlara kavuşmak için hayatta kalmalıydı.
Ludvig parmağını onun ıslaklığında gezdirip yeniden içine soktuğunda daha fazla dayanamamıştı. Bacaklarını ona açmadan önce istediği sözleri alacaktı ama eğer Ludvig biraz oyun oynamak istiyorsa ona eşlik edebilirdi. Belini kavislendirip kendini ona bastırdığında az önce Paiva'nın dudaklarından dökülen iniltilerin daha kalını Ludvig'in dudaklarında hayat bulmuştu.
"Tüm işkencelere sana yeniden kavuşabileceğimi bildiğim için katlandım. Yeniden seni kendime aşık edeceğim anı düşünüp durdum. Şimdi senden uzak kalmamı istemen büyük acımasızlık. "Seni özledim bebeğim," diye fısıldadı Ludvig.
"Evet, bunu hissedebiliyorum."
"Peki, onu içinde hissetmek istemez misin?"
Paiva, derin bir nefes aldı. "Bunu yapmayacağız,"diye tekrarladı.
"Şu an bu koca adamın," dedi, elini aletine doğru götürüp. "İstediği tek şey seni becermek ve senin cehennem alevlerinden bile sıcak olan bedenin tam olarak bunu arzuluyor. Beni aksine ikna edemezsin."
"Yine de yapamayız. Çünkü gerçekte istediğim şeyleri bana veremeyeceğini söyledin," dedi istikrarlı bir inatla. Titreyen bedenini görmezden geliyordu ama Ludvig her bir titreyişe şahit oluyordu.
Ludvig, geri çekilmemişti ama bedeni gevşemişti. Başını Paiva'nın alnına yasladı. Derin nefesler alıyordu. "Beni anlamıyorsun," dedi. "İstediğin her şeyi sana vermeye hazır olduğumu görmüyorsun bile."
"Bir şey dışında."
Bu defa geri çekilen Ludvig doğrudan onun gözlerinin içine baktı. Onun bacaklarına otururken ağırlığını vermiyordu ve altında dünyanın en güzel kadını dururken korkularından bahsetmek onu incitiyordu. Yine de bunu yapmak zorundaydı çünkü artık Paiva'nın onu anlamasını istiyordu. Bencil bir piçe âşık olduğunu düşünmesini istemiyordu.
"Alator, fani bir kadından olma çocuklarıma acımadı Paiva. Bu daha önce hiç tatmadığım bir acı ve şu an düşündüğüm şeyin kendi acım olduğunu sanıyorsun. Kendi acımdan korktuğumu sanıyorsun. Düşündüğüm tek şey sensin. Alator iblis bir kadından olma çocuklarıma neler yapabileceğini bilmiyorsun, bu acının seni delirtebileceğini bilmiyorsun ama ben biliyorum ve koruyamamaktan korkuyorum."
Paiva onun gözlerine ulaşan hüzünden nefret etmişti. Kendini bencil biri gibi görmeye başlamıştı. Ludvig'in gerçek korkularını görememiş olmaktan dolayı utanıyordu. Elini onun yanağına koydu ve dudaklarını büyük bir sevgiyle öptü.
"Seni sevmek yeterince riskli zaten Küçük Şeytan. Neler olduğunu Alator'un bildiğinden eminim. Seni neden korumaya çalıştığımı bildiğinden eminim. Beni tanıyor, senden bahsederken ne hissettiğimi anladığından eminim. Seni benden almaya çalışacak. Tüm bu savaşlardan sonra mutluluğu elimden almak için vakti olacak. Anlamıyorsun, sen zaten ailemsin ve ben korkuyorum..."
"Korktuğun için yaşamaya son veriyorsun Ludvig. Geleceği bilemeyiz belki ama anımızı yaşamak bizim elimizde. Ve Alator, benim aileme dokunamaz."
Burnunu Paiva'nın burnuna sürterek onu gülümsetti. "Hımm, bu cesur Paiva'yı sevdim. Ama ne demek olduğunu bilmiyorsun."
"Öğrenmek istiyorum Ludvig. Bir ailenin ne demek olduğunu bilmek istiyorum. Druce'un dışında ailem olmadı ve o..." Gülümsedi. "Şu an seninle böyle olduğumuzu görse tüm iblis güçlerine rağmen kalp krizi geçirebilir."
"Onu bana bırak, bir şekilde bize alışmasını sağlarım," dedi Ludvig. Sessiz kaldığı süre boyunca Paiva'nın gözlerinin içine baktı. "Gerçekten istediğin bu mu?" diye sordu.
"İstediğim, beni seni sevdiğim kadar sevmen."
"Ben daha fazla seviyorum Küçük Şeytan. Ben daha kocamanım unuttun mu?"
"Söylemek istediğim... Ludvig ben senden ayrılmak istemiyorum. Tüm benliğimle senin olmak istiyorum. Ben içinde senin olduğun gerçek bir aile istiyorum."
Ludvig bir kez daha onu kollarının arasına aldı. "İstediğin her şeyi sana verebilirim Küçük Şeytan," diye fısıldadı. "Benim ailem sensin eğer bu aileyi büyütmeyi istiyorsan öyle olsun."
Paiva'nın dudakları iki yana kıvrıldığı anda Ludvig'in dudaklarının arasında hapsoldu. Onu öpen adama karşılık verirken ikisi de aynı ölçüde şehvetliydi. Ludvig'in parmakları Paiva'nın kıyafetlerinin üzerinde dolandı. Onları çıkarırken Paiva'yı öpmeye ara vermiyordu. Bluzundan kurtulduğunda dudakları göğüslerine doğru kaydı. Zaten sertleşmiş meme uçlarını emerek onları daha fazla uyardı. Paiva altında inleyip kıvranırken aletini onun bacaklarına sürttü ancak Paiva devam etmesine izin vermemişti.
"Şimdi değil," dedi nefes nefese.
"Benimle dalga geçme Küçük Şeytan."
"Geçmiyorum. Sadece rahatlamanı ama kendini yormamanı istiyorum. Tutsaklıktan yeni kurtuldun." Onun altından kalkıp yatağa Ludvig'i yatırdı. "Yapacağım şeyi seveceksin söz veriyorum."
"Neyi seveceğim?"
Paiva, onun kalınlığını eline alıp okşamaya başladığında Ludvig, şevkle inledi. Penis ucundaki milyonlarca sinire dokunup Ludvig'i zevke boğuyordu. Onu bıraktığında adam homurdandı. Ancak Paiva aşağı doğru kaymış ve aletini dudaklarına değdirmişti. "21.Yüzyılda işler aceleye gelmez seni huysuz dev. Şimdi yapacaklarımın tadını çıkar, sonrasında karşılığını isteyeceğim."
**
Paiva sonunda Ludvig'i dinlenmeye ikna etmişti. Karşılığında onun yanında kalacaktı. Birini memnun ettiğinde hayatındaki diğer önemli erkeğin isteklerine karşı çıkmış oluyordu. Bu karmaşadan hoşlanmamıştı. Hayatları iblisler ve tanrılar arasındaki savaşta riske girmemiş olsaydı belki de bu duruma kafa yorabilirdi. Ancak şu an düşünmesi gereken çok daha önemli işleri vardı.
Ludvig, uykusunda huzursuzca kıpırdandığında yeniden uyanacağını sanmıştı. Birkaç saniye içinde yeniden kıpırtısız kaldı. Yüzü tüm yaralarına rağmen nasıl da güzeldi. Ona dokunmak istedi ama bir kez daha uyanmasını göze alamamıştı. Dinlenmeliydi. Druce, birkaç saat içinde onları çağıracak ve planlarını açıklayacaktı. Paiva, ağabeyini iyi tanıyordu. Ludvig'in de Druce'la aynı fikirde olacağından emindi. Bu yüzden kendi planını yapmak zorundaydı. Bu defa onu geride bırakmalarına izin vermeyecekti.
Usulca yataktan çıktı. Odanın kapısını sadece kendisinin geçebileceği kadar aralayıp oradan sıvıştı. Dışarısı hala karanlıktı ama ufukta kendini göstermek üzere olan güneşin kızıllığı birazdan parıldayacaktı. Druce dünyasını tıpkı Paiva'nın sevdiği şekilde düzenlemişti. Biri tarafından bu denli sevildiğini bilmediği onca yıl geçirmişti ve şimdi iki erkek tarafından sevilip korunuyordu.
Merdivenleri hızla inip ağaçlık alana ilerledi. Kraliçe bir dala tünemiş onun gelişini izliyordu. Hala onu bağladığı için Paiva'ya öfkeliydi ama yine de ikisi en iyi sırdaştı. Morigan, Kraliçe'yi Paiva'ya gönderdiğinde bu şekilde olacağını düşünmüş olamazdı. Aralarındaki bağ Morigan'la olduğundan daha kuvvetliydi. İkisi arasındaki güven karşılıklıydı.
"Merhaba Kraliçe," dedi Paiva gülerek. Kraliçe kanatlarını iki kez çırpıp hafifçe yükselip yeniden dala kondu. Belli ki hâlâ ona fazlasıyla kızgındı.
"Ölmeni istemedim Kraliçe! Seni korumaya çalışıyordum." Kuşun itirazları ve giderek dozunu artırdığı hakaretlerine her seferinde aynı tepkiyi vermişti. Bu defa ne hakaret ne de itiraz vardı. Kraliçe sadece Druce'un Paiva'yı korumak için onu geride bırakacağı planlarından bahsetti. Bu Paiva için yeterliydi. Geride bırakılmak hiç hoş değildi.
"Haklısın," diye mırıldandı Paiva. "Aptallık ettim. Hücreye benimle birlikte geleceksin. Oldu mu? Barıştık mı?"
Kuş ona bakmadan başını aşağı yukarı salladı. Bu durum Paiva'yı güldürmüştü. "Bu gece küslerin barışma gecesi anlaşılan. Ludvig'le arayı düzelttik."
Kraliçe ona dönüp zihnine sızdı. "Bu neşenin nereden geldiği belli oldu. Azgın bir iblis oldun."
"Ah öyle mi seni aptal kuş! Ben sadece... Tamam, biraz haklısın. Seks bir ilişkide önemli bir faktör. Şimdi beni ve Ludvig'i bırakalım da söyle bakalım yerini öğrenebildin mi?"
Kuş başını olumsuz anlamda salladı, ardından kanatlarını gererek açtı. "Öğrenmenin yolunu buldum. Sana göstermek istediğim bir şey var. Bana güveniyor musun?"
"Evet."
"Öyleyse seninle zamanda bir yolculuk yapacağız."
Kanatlarını açtı ve yavaşça çırptı. Onu havalandırmaya yetmemişti ancak hava bir anda değişti. Paiva'yı zamanın farklı bir boyutuna çekti. Önce hızla yanlarından geçen insanlar fark etti. Ardından evler, ağaçlar, karanlık, aydınlık ve alevler. Her şey hızla gelip geçiyordu. Sonra bir anda her şey durdu. Hayır, durmadı, diye düşündü Paiva. Her şey fazlasıyla yavaşlamıştı. Etraf karanlıktan aydınlığa doğru geçmeye başladı.
Burası zamansızlıktan farklıydı. Şimdiyi yaşamıyordu. Yalnızca geçmiş bir zamanın içindeydi. Kraliçe bir kez daha onun zihnine sızarak "Dünyama hoş geldin, İblisin Kızı," dedi.
"Neredeyiz?" diye sordu Paiva.
"Zamanın içinde."
Paiva, anlayamıyordu. Aklına gelen düşünceler gerçek olamayacak kadar çılgıncaydı. "Benimle şifreli konuşma Kraliçe."
"Zaman kuzgunların hükümdarıdır ve bizler için kapılar açar. Burası zamanın bir kolu ve aradığın soruların cevabını bulabileceğin yer."
Tanrım, burası geçmiş zamandı.
"Vay canına, zamanda yolculuk yapabiliyorsun. Bu harika."
"Bazen değil," dedi Kraliçe. "Zaman talepkârdır."
"Böylesi bir güç karşılığını mutlaka alır." Paiva karşısında beliren her imgede takılıp kalıyordu. Duvarlar ve uçsuz bucaksız boşluklar oluşuyordu. Burayı tanıyordu. "Zamansızlık gibi ama değil de."
"Zamansızlık, İblislere verilen bir armağandı."
Paiva, edindiği bilgilerle şaşkınlığa uğradı. Güçlerinin kendilerine özgü olduğunu sanıyordu. Bir hediye olduğunu asla düşünmemişti.
"Anlayamıyorum. Zamansızlık bize sizin hediyeniz miydi? Kuzgunları, Tanrıların hizmetkarı sanıyordum."
"Hizmet mi? Hayır Paiva. Eskiden bizler kutsal varlıklardık. Tanrılardan önce vardık. Sonra onlara bahşedilen güçler başlarını döndürdü ve bizim yeteneklerimizi unutup gittiler. Bu işimize gelmişti. Çünkü Kuzgunlar güçlerini Tanrılar gibi kullanmaktan hoşlanmazlar. Sadece mecbur olduklarında bunu yaparlar."
"İblislere armağan verdiniz ama devlerle birlikte Tanrı Dağı'nda kalıyorsunuz. Neden?"
"Biz Kuzgunlar Tanrılar arasında taraf olmayız. Onlara bir armağan verdik, size bir armağan. Birbiriyle yarışan iki farklı güç."
"Onların zaman üzerinde etkisi yok," dedi Paiva ancak çok emin olamamıştı. "Zamansızlık oluşturamıyorlar."
"Evet ama Zamansızlığın içinde iblislerden daha faydalılar." Kraliçe, Paiva'nın şaşkın bakışlarıyla eğlenmişti. "Balor zamansızlığın içine tanrıları çağırmayı yasakladı Paiva. Sence neden?"
"Belli ki sen söylemek için can atıyorsun. Bilgisizliğim beni bilgilendiren sen olduğunda hoşuna gidiyor."
"Öyle de diyebiliriz." Kraliçe keyifle etrafta uçtu ve sonra yeniden Paiva'nın karşısına geçti. Burası sıcak olmaya başlamışlardı. Paiva yanılmadığını anlamıştı. Burası Dehlizlerdi.
"Eee söyleyecek misin? Neden Zamansızlığa Tanrıları almamızı yasakladı?"
"Çünkü tanrılar zamansızlığın içindeyken gerçeklik oraya taşınır."
"Yani..."
"Öldürebilirler." Paiva bu bilgi karşısında şaşkınlığını hemen atamadı. Bu hem kullanışlı bir güçtü hem de riskliydi. "Balor, Zamansızlık içindeyken Tanrıların onlara zarar verebildiğini anladığı anda bunu yasakladı. Bedenleri dışarıdayken tehlikedeydi. Sadece birkaç saniyelik boşluk olsa da bedenleri savunmasızdı ve Zamansızlığın içindeyken Tanrılar ne yaparsa bu gerçek bedenlerine yansıyordu. Tanrılar öldürebiliyordu."
"Bunu Druce'un bildiğini sanmıyorum."
"Bilmiyordur, çünkü bu hediyeyi aldıktan kısa süre sonra yasaklandı. Daha önce Zamansızlık içine bir Tanrıyı çekmek isteyen iblis olmamıştı. Bil diye söylüyorum çünkü savaş her yerde."
Kuzgun haklıydı. Savaş artık her yerdeydi ve bilgi güç demekti.
"Ayrıca Paiva, Zaman acımasızdır da. Şimdi kendinden bir şeyler vermeye başlamadan önce işimize bakalım."
Paiva heyecana kapıldı. Kendi etrafında dönmeye başladı. Tüm imgeler tek tek görünür olmaya başlamıştı. Dehliz duvarları, cehennem alevleri ve Druce.
"Druce ve Delano," dedi Paiva heyecanla.
"Evet, sorduğun soruların cevaplarını veriyorlar. Kendi kulaklarınla duy istedim."
Onlara yaklaşan Paiva Druce'un yüzündeki sert ifadeden ürkmüştü. Genellikle Paiva'dan uzak olduğu zamanlarda takındığı bu ifadeye ilk kez şahit oluyordu.
"Girişi buldun mu?" diye sordu Druce. Paiva'nın Karliçe'ye sorduğu sorunun aynısıydı. Geçmişte Druce'da aynı girişin peşindeydi. Paiva'yı o hücreye nasıl sokacağını araştırıyordu ama artık işler değişmişti.
"Evet." Delano etrafına bakındı. "Hel, kapısını fani yaşamın içinde gizliyor. Şeytan Kulesi onun kılıfı."
Druce, derin düşüncelere daldığında Delano onun kolunu yakalayıp "Bu çok riskli," dedi. "Paiva'yı oraya tek gönderemezsin."
"Onunla gitmenin yolunu bulamadım. Belki de görevi iptal etmeliyiz."
Huzursuzlaşan Delano "Saçmalama," dedi. "Her şeyi Paiva üzerine kurduk. Şimdi vazgeçersek Balor'un mühürleri kırmasına yardım edersin. Er ya da geç özgür kalır. Paiva'ya ihtiyacımız var. Sadece."
"Sadece ne?"
"Ona eşlik edecek birini bulmalıyız."
"Erkekler Hel'e giremiyor Delano. Eğer oraya girmenin yolunu bulsaydım Paiva'yı bu riske asla atmazdım. Tek güçlü iblisin kızı ise Paiva. Ona kim eşlik edebilir?"
"Benim aklımda biri var," dedi Delano.
Druce, anladığını gösteren bir ifadeyle "Hayır," diye haykırdı. "Ona güvenemem. Hem işe yarayacağını bilmiyoruz. Tanrıçayı da riske atmış oluruz."
"Bunu inkar edemezsin Druce, iyi bir fikir. Sadece sen her ikisini de kaybetmekten korkuyor olabilirsin."
"Bu doğru değil. Düşündüğüm tek kişi Paiva."
"Öyle mi dersin?" diye sordu Delano. "O hâlde Paiva'ya kimin eşlik edeceğini biliyorsun."
Druce ve Delano'nun yüzleri silinmeye başladığında Paiva orada kalmak için direndi ancak yeniden Druce'un dünyasına çekiliyordu. Bunu biliyordu çünkü dehlizler büyük bir hızla yok olurken Druce'un dünyası gözlerinin önünde yeniden belirmeye başladı.
"Hey," dedi Deirdre. Onu omuzlarından tutmuş sarsıyordu. Paiva kendine geldiğinde, "Transta gibiydin. İyi misin?" diye sordu.
"Evet," dedi ancak zihni hala Druce ve Delano arasındaki konuşmanın içindeydi.
"Bak, bu her neyse zihnin burada değildi."
"Zihnim ve ruhum," dedi Paiva. "İşler giderek tuhaflaşıyor. Hiç kontrol için savaştığın oldu mu?"
"Sıklıkla," dedi dev kadın. "Tanrıların hayatı pek kolay değildi. Tabii iblisin kızı olmakla yarışamam ama hayatım savaşmakla geçti." Elinin Paiva'nın gözünün önünde sallayıp "Kafandan ne geçiyor iblis?" diye sordu.
"Sadece planlar. Sen neden buradasın Deirdre?"
"Druce seni bulmamı istedi. Mikell ve o..."
Paiva bir anda kendisine geldi. "Kavga mı ediyorlar?" İkisinin arasında kalmak istemiyordu. Druce'a bağlıydı. Onu asla yalnız bırakmayan adama karşı koymak hoşuna gitmiyordu ama Ludvig'e aşık olmuştu. İkisinin birbirine alışması bir zorunluluktu.
"Aslında hayır," dedi. Dudaklarını iki yana sarkıtan dev kadını gerçekten şaşkın görünüyordu. "Daha kötü."
"Ne?"
"Onlar bir konu üzerinde anlaşmaya vardı ve bence sen bundan hiç hoşlanmayacaksın."
**
Paiva kanatlarını açarak havalandı. Göğe yükseldiğinde kendini özgür ve kurtarılmış hissediyordu. Tüm sorunları ondan uzakta kalıyor gibiydi. Kaçmanın bir yolu olsaydı bu kesinlikle göğün sonsuzluğundan geçerdi. Ancak yoktu. Direnişin en sağlam halkası kendisiydi. Bunu böbürlenmek için düşünmüyordu. Bu gerçeğin ta kendisiydi. Tanrıların Alaca Karanlığı yaklaşıyordu. Onları bu karanlıktan kurtarmak onun göreviydi. Yıllardır Druce onu bu ana hazırlamıştı. Şimdi korkuyor olması her şeyi iptal edecekleri anlamına gelmezdi. Korkularına rağmen ona savaşmayı öğreten kişi Druce'du. Çekilemezlerdi. Üstlerine düşen tüm görevleri yerine getireceklerdi.
Bu ölmek anlamına gelse de.
Ancak Paiva hissediyordu. Başarının kokusunu alabiliyordu. Bu başarı neyin uğruna gelecekti onu düşünmek istemese de Tanrılar'ın tek şansı oydu.
Druce'un dünyasının tüm sakinleri toplanma alanındaydı. Bir tarafta Ludvig'in dev ordusu diğer tarafta ise Druce'un Kırmızı iblisleri duruyordu. Ancak bu iki grubun taraf olduğunu göstermiyordu. Deirdre haklıydı. Daha çok anlaşmış gibilerdi.
Ludvig, daha iyi görünüyordu. Biraz olsun dinlenmiş gibiydi. Kıyafetlerini değiştirmişti. Daha doğrusu pantolonunu değiştirmiş üzerine ise gömlek giyme zahmetine girmemişti. Nasılsa kanatlar bir şekilde kıyafetleri zorlu kılıyordu. Paiva da artık sırtını açıkta bırakan ve dönüşümü kolaylaştıran kıyafetler seçiyordu. Ludvig gibi üstsüz gezdiğini düşündüğünde neredeyse gülümseyecekti. Druce ve Ludvig'in aynı anda sinirden köpüreceklerine emindi.
İnişe geçti. Kanatları rüzgârın dokunuşuyla titreşiyordu. Bir ıslık gibi çıkan sese bakan tanrılar onun gelişiyle ayağa kalktı. Saygı görmek güzeldi. Hem iblisler hem de devler ona güveniyordu. Güvenmeyen iki adama öfkeyle baktı. Ayakları yere dokunduğu anda kanatlarını kapatıp Druce ve Ludvig'in karşısına geçti.
"Sizi anlaşıyor görmek çok güzel," dedi gülümsemeye çalışarak.
"Aklın yolu bir," dedi Druce kardeşine tıpkı onun gülüşüyle karşılık vererek.
"Druce, zeki bir düşmandı. Şimdi de aynı şekilde kafası zehir gibi çalışıyor bebeğim."
Bebeğim, dediği anda Druce gerildi ancak şu an Ludvig'le ters düşmek istemiyordu.
"Peki, bu bir planınız olduğu anlamına geliyor sanıyorum. Dev ordusu ve Kırmızılar göreve hazır, yerleri belli. Benim ordumun yeri neresi?"
Ludvig ve Druce aynı anda gülmeye başladığında Paiva öfkesini daha ne kadar süreyle kontrol altında tutabileceğinden emin değildi.
"Ordun mu?" diye sordu Ludvig. "Bebeğim, senin yerin benim yanım. Devler arasında..."
"O daima benimle birlikte McCool!" diye gürledi Druce. "Kırmızılara komuta edebilirsin kardeşim."
Paiva gözlerini devirdi. Bu iş sandığından zor olacaktı. İkisi de onu plandan uzak tutmanın yollarını arıyordu ama Paiva buna izin vermeyecekti. Balor'un karşısına çıkmak için eğitilmişti. Tek şansları vardı ve bunu bir başkasının heba etmesine izin veremezdi.
"Hayır, ikinizin de teklifi harika ama ben kızlardan oluşan bir orduya komuta etmeliyim. Malum savaşımızın merkezine erkekler giremeyecek."
Bu gerçek iki adamı da sarsmıştı. Biliyorlardı ama hala inkâr aşamasındaydılar.
"Bir ordun yok Küçük Şeytan," dedi Ludvig. Ona yaklaşıp başını eğdi. "Seni tek başına ölüme gönderemem."
"Yalnız olmak zorunda değil," dedi bir ses. Paiva, Deirdre'nin söyledikleriyle şaşkına dönmüştü. Ne yani, onun yanında mı yer almak istiyordu. Bu olasılık beş dakika önce imkansıza yakındı ancak şimdi Deirdre ona doğru yaklaşırken oldukça ciddi duruyordu.
"Sen mi?" dedi Ludvg. "Paiva'dan hoşlanmazsın bile."
"Evet, hoşlanmıyorum ama bu ona itaat etmeyeceğim anlamına gelmiyor. Kurtulmak istiyorum ve kurtuluş her ne kadar egonuzu sarsacak olsa da bizden geçiyor. Eğer Paiva bir ordu istiyorsa ben katılırım. Malum sen beni kovdun. Boşta bir askerim."
"Hayır!"
Paiva omuzlarını dikleştirdi ve arkasına doğru yürüyen Deirdre'yi korumak adına kanatlarını açtı. Bu hareket Ludvig'i durdurmuştu. "Ne yani Küçük Şeytan, seni bir hücreye kapatmayı düşünen birini ordunda mı istiyorsun? Savaşlar hakkında hiçbir şey bildiğin yok."
Druce, Ludvig'in yanında yer aldığını belli ederek konuşmayı devraldı. "Savaşta yanında güvendiğin adamlar olmalı. Ona güveniyor musun?"
Söyleyecekeleri onu da şaşırtıyordu. Aslında daha çok doğru olduklarını anladığı için şaşkındı. "Deirdre'ye güveniyorum," dedi Paiva. "O ne yaptıysa kendi ırkı için yaptı. Benden yani bir iblisten devleri korumak istemişti. Evet, kararları almada ona güvenmiyorum ama emirleri dinleyeceğini biliyorum. Deirdre artık benimle birlikte."
"Ayrıca," dedi Cora. "Savaşta müttefik olduğun kişilerle çıkar ilişkisi de kurarsın. Bunu ikiniz de çok iyi biliyorsunuz çünkü çıkarlarınız için bir arada iki lidersiniz. Paiva da kendi ordusunu topluyorsa..."
Lucas "Bunu yapma," diye mırıldandı. Ludvig ise hayal kırıklığı ile bakıyordu.
"Üzgünüm beyler ama her asker kendi birliğini bulur." Paiva'ya dönüp dik ve kendinden emin duruşla "Orduna katılmak istiyorum," dedi.
Paiva neşelenmişti. Bu işte yalnız olmak zorunda değildi. Yaşamayı başaran kızlar ne durumdaydı bilmiyordu ama yanında yer alan devlerle Balor'u alt edebilirdi, en azından bunu deneyebilirdi. "Eh, zaten bir subaya ihtiyacım vardı," dedi.
Cora da tıpkı Deirdre gibi Paiva'nın ardına geçti. Yerlerini belli etmek istiyorlardı. Alanda üç ayrı ordu vardı, biri henüz küçük olsa da.
Devlerin içinde bir kıpırtı oldu. Öne çıkan Lola, Ludvig'in yanından geçerken "Sanırım, onu tercih edersem bana kızmazsın," dedi.
"Bundan çok emin değilim," diyen Ludvig sanki hırlıyor gibi konuşuyordu. "Onu cesaretlendiriyorsunuz."
"Ona bir şey olmasına dayanamazsın. Yalnız olmasındansa yanında olmamızı istersin." Konuşan kişi Adale'ydi. Onun öne çıkmasıyla birlikte Angus tedirgince kıpırdandı. Başını iki yana sallıyordu.
Cora, "Paiva'nın cesarete ihtiyacı yok Mikell," dedi. "O yeterince cesur. Onu koruma isteğini anlıyorum. Hepinizin bizi korumak istediğini anlıyorum. Ancak korunmaya muhtaç değiliz. Belki biraz destek olabilirsiniz."
"Balor'un hücresi oyun alanı değil," dedi Druce. "Orada bulacağınız şey ölüm!"
Deirdre "Onunla iyi dost olduğumu söyleyebilirim," dedi.
Cora, "Ölüm ne zaman bizi korkuttu ki?" dedi.
Paiva ise ağabeyinin karşısında artık daha güçlü duruyordu. Zamanı gelmişti. Bunu Druce bile inkar edemezdi. "Zaten beni bunun için hazırlamamış mıydın?" diye sordu.
Bu soru Druce'u dehşete düşürdü. Yıllardır kardeşini bu göreve hazırlayan oydu. Ancak uzun süredir Paiva'yı yalnız başına o hücreye sokamayacağını biliyordu. "Yanında olamayacağım bir yere gitmene izin veremem."
"Bu ikimizden daha önemli."
"Hiçbir şey senden daha önemli değil," diye fısıldadı Druce. Onun çaresizliği Ludvig'i etkilemişti. İblislerin düşündüğünün ötesinde olduklarından artık emindi. Ancak inatları aynı ölçüdeydi. Paiva kararlıydı ve o da en az Druce kadar çaresiz hissediyordu kendisini.
Delano, Druce'un omzunu tuttu ve "Tanrılarla birlikte bunu başarabilir," diye fısıldadı. Gözleri Eirinn'e dikilmişti. "Sana söylemiştim. Belki daha güçlüsü onlara..."
"Hayır!" dedi Druce bir anda. Sonra derin bir nefes alıp Paiva için iyi olabilecek bu fikri reddetmenin saçmalığını düşündü. Ancak onun düşünmesine bile izin vermeyen Eirinn, salınarak öne çıktı. Henüz çok gençti. Hayatının tamamını bir hücrede geçirmişti. Şimdi ise onu daha tehlikeli bir hücreye mi kapatacaklardı? Buna izin verebilir miydi?
Delano'ya bakarak "Beni kastediyorsun," dedi Eirinn.
"Senden daha güçlü çok az Tanrıça gördüm."
Druce ikisinin arasına girdi. Elini Eirinn'e doğru uzatmıştı. "Bunu aklından bile geçirme tatlı Tanrıça," dedi. "Orası küçük kızlar için değil."
Eirinn ona bakarken gözlerini kıstı. Druce bir kez daha doğrudan gözlerinin içine bakmadığını fark etmişti. Bunu hep yapıyordu. Gücünü kontrol etmekte zorlanıyor muydu yoksa farklı bir sebebi mi vardı?
"Bana hükmün geçmez iblis," dedi. "Ayrıca unuttun mu? Sen sözünde durdun ve beni Mikell'in yanına getirdin. Daha fazlası seni ilgilendirmiyor. Paiva beni kabul ederse onunla yan yana savaşırım."
Ludvig, delirmiş gibi güldü. "Eirinn'in oraya girmesine izin vermiyorum," dedi. "Ve Küçük Şeytan, senin de girmene izin vermiyorum."
"Neyse ki senden izin istemedim McCool. Eirinn'i korumak istediğini biliyorum ama bu karar bizi ilgilendiriyor." Paiva meydan okurcasına bakıyordu. Ludvig sinirlenmiş olsa da Paiva'ya daha fazla inat etmesi için fırsat tanımak istemiyordu. Kurumuş dudaklarını ıslatarak derin bir nefes aldı. Eli Paiva'nın elini bulmuştu. Onu tutup kalbinin üzerine yerleştirdi. "Sana bir şey olursa," diye fısıldadı. Herkesin onları duymasını bile önemsemiyordu. "Sadece sen değil Küçük Şeytan, ben de ölürüm."
Onun karşısında her zaman öfkesini çabuk kaybeden Paiva, şu an boynuna atılıp onu sıkıca kucaklamamak için kendisini zor tutuyordu. "Eh," dedi. "O halde beni terk ettiğinde neler hissettiğimi anlamışsındır McCool."
"Tam bir inatçısın ama unuttuğun bir şey var bebeğim, seni bırakmam. Bunu yapamam. Yanımda olmak zorundasın."
"Gerekeni yapmak zorunda olduğumuzu biliyorsun. Eğer Balor'u durduracak güç sen olsaydın beni bir kez daha geride bırakırdın."
Ludvig bir şey söylemediğinde Paiva gülmeye başladı. "Neden kurtarıcının kadınlar olması hoşunuza gitmiyor?"
"Bana aile olmaktan bahsettin Paiva. Şimdi de ölüme gitmeye fazla heveslisin. Bunun kurtarıcı olmakla bir ilgisi yok. Ölmene izin vermem."
"Kurtulmaya hevesliyim."
Ludvig yılmadan onu ikna etmenin farklı yollarını deniyordu. Druce'a kısa bir bakış atıp yeniden Paiva'ya yöneldi. "Druce ile başka bir yol bulduk," dedi.
"Tek yol benim."
"Değilsin," dedi Druce. "Öyle sanıyorduk ama yaşayan ve aklı başında olan tek iblis kadını sen değilsin. Artık değil. Artık başka seçeneklerimiz var. Fani yaşamdaki İblis kızlarını bulacağız ve onları bu savaşa dahil edeceğiz."
"Yani beni tehlikeye atmak yerine bir başkasını atmayı tercih ediyorsun."
Druce ona yaklaştı. "Belki bu soruyu ahlak değerleri fanilere benzeyen devlere sorsan utanabilir ama ben, evet diyorum. Seni tehlikeye atmaktansa tüm evreni yakmayı tercih ederim ve bundan zerre pişman olmam kardeşim. Şimdi o kızları bulup yapılması gerekeni yapacağız."
Paiva, arkasındaki minik ordusuna baktı. Hepsi şaşkın ama kendinden emin görünüyordu. Yapmaya hazır olduğu şey konusunda tereddütleri vardıysa bile artık yoktu. Druce ve Ludvig iyi liderlerdi ama kızları yönetmeyi başaramazlardı. Onlara kendileri gibi biri gerekiyordu.
"Evet Druce Moore," dedi. "Şimdi gidip yapılması gerekeni yapacağız. Gidip ordumun kalanını toplayacağız. Ve siz iki aptal bana engel olmak yerine destekleyeceksiniz. Aksi halde bir Geçit açar, beni bulamayacağınız boyutlarda dolanır ve Balor'u tek başıma haklarım. Yarattığın dünyada saklanmayacağım."
"Saklanman için değil, yaşaman için varolan bir dünya burası. Senin için Paiva. Burada olmak zorundasın. İblisler ve devler bir arada yaşayacak. Tüm kuralları sen..."
"Dur biraz," dedi Paiva. "Kuralları ben koyamam, ben..."
"Sen bir Tanrıçasın kardeşim. Yönetmek senin kanında var."
"Hayır yok. İstediğim tek şey bu saçma savaşa son vermek ve Ludvig'le bir aile kurmak. Bir sürü çocuk ve turist rehberliği yapmak. İnan bana Tanrıçalıkta iyi değilim ama rehberlik, ah evet en iyisi benim."
Druce gözlerini kapattı. "Şu aile ve çocuk meselesini daha sonra konuşuruz kardeşim ama seni Balor'un hücresine gönderemem."
"Kendine başka bir Tanrıça bul ve beni askerlerimi toplayabileceğim yere götür."
Druce ve Mikell birbirine baktı. İkisi de Paiva'nın inadını iyi biliyordu.
"Senin sorumluluğunda olacaklar yani," dedi Druce kurnaz bir ifadeyle.
"Evet."
"Kararları sen vereceksin?"
"Kesinlikle."
"Eğer birilerini kaybedersen ağırlığını çekeceksin."
Paiva gülümsedi. Druce'un ne yapmaya çalıştığını anlamıştı. "Bu bir savaş. Hem de Tanrıların savaşı. Yanımda yer alacak herkes sonuçlarını bilip kendi kararlarını verecek. Oturup Tanrıcılık oynamayacağım. Tıpkı sevdiğim iki erkek gibi savaşıp liderlik edeceğim. Şimdi söyle bakalım Druce Moore, kızlar nerede?"
Bạn đang đọc truyện trên: AzTruyen.Top