*1* Bir Mucize


Ludvig, oturduğu yerde gerinip kaslarını rahatlatmaya çalıştı. Ağrılar hareketsiz kaldığı süre boyunca sanki güç toplarcasına minik bir hareketin pususuna yatıyor gibiydi. Ne zaman kımıldanmaya yeltense kaslarının alıştığı tembellik ona engel olmak istiyordu. Yayılan ince sızılara aldanmadan dikkatini çevresindeki seslere verdi. Tıpkı mağaralarda olduğu gibi diğer devlerle iletişime geçme yolları kesilmişti. Zihinsel uyarıcılar bir tür engelle kıstırılmış gibiydi. Artık düşünceleri yalnızca kendi zihninde dolanıp duruyordu. Yakınında olduğunu hissettiği Lucas'a birçok kez seslenmişti ama iblisler görevlerini büyük bir başarıyla yerine getiriyordu. Lucas'ın arkadaşlığını özlemişti. Onun şen kahkahaları yerini şimdi çığlıklar alıyordu. İşkencelere katlanabilirdi ama arkadaşının katlandıklarını duymak onu derinden yaralıyordu. İblisler içindeki tüm duygulardan haberdardı. Bu yüzden Lucas'ın, Greg'in ve diğer tüm devlerin acı çığlıklarını her zaman duyuyordu. Onları öldürmüyorlardı. Planları her neyse kesinlikle hayatta kalmaları gerekiyordu. Şimdilik.

Ludvig'in cehennem alevlerine maruz kalmasının yanında, iblislerin öfkesini daima üzerine çeken dili yüzünden sıkça dayaklarına maruz kalıyordu. Düşüncelerinin arasında ince bir tebessümle gülümsedi. Çünkü öfkeye kapılan iblisler gardlarını indiriyor ve Ludvig'e avlayacak birkaç av çıkmış oluyordu. Cehennemin dibindeyken bile onları öldürebilmek bir nebze de olsa onu tatmin ediyordu. Birkaçını küle döndürmüş, Asillerden bazılarını ise öldürmeye çok yaklaşmıştı. 

Gözlerini sıkıca kapatıp bir kez daha alınacağı zamanı bekledi. Her zamanki gibi kendisini karanlığa mahkum ettiği anda Paiva'nın düşüncesi sızlayan tüm yaraların üstünde bir acıya sebep oluyordu. Onun fani yaşamını kurtarabilmiş olmayı dilerken buluyordu kendisini. Cora başarılı olduysa eğer Alator'un da onun son isteğini yerine getireceğine inanmak istiyordu. Paiva, anlatmayı sevdiği efsaneleri yalnızca hikaye olarak anımsamalıydı. Bu durum onu daha ne kadar koruyabilirdi emin değildi. Porsuk Ağacı gerçeği yakalamıştı bir kere. Paiva yaşlanmayacaktı. Bunu anlaması uzun sürmeyecekti. O ana kadar bu lanet yerden kurtulmayı dileyen Ludvig, onun karşısına çıktığını hayal etti. Kızgınlığı bir kez daha merak ve aşka yenilir miydi? 

Hücresinin kapısı ağırca açıldı. Gıcırtılarla birlikte gözlerini aralayarak gelen kişiye baktı. Başını diğer tarafa çevirip onu görmezden gelmeyi sürdürmeyi planlıyordu. Ancak iblisler sinir bozucu derecede ısrarcıydı.

"Dayanıklısın McCool." dedi Druce. Adımları yumuşaktı ama Ludvig için yeterince sessiz olamıyordu. 

"Çünkü iblis değilim seni sefil yaratık. Ben Tanrı'nın Çocuğuyum!"

Druce, umursamazca omzunu silkti. "Ben de öyleyim," dedi. "Tanrı'nın rengi olur mu Mikell? Siyah bir tanrıya tapmayı ben seçmedim. Tıpkı senin kendi babanı seçemediğin gibi." Duraksadı. "Tabii sen McCoolları Alator'a tercih ediyorsun. Sana daima gıpta ettim biliyor musun? Cesur birisin. Tanrı'na kafa tutabildin. Eğer yeni Tanrı olmak isteseydin seni hor görürdüm ama sen sahiden de isyan ettin. Bu harika bir şey." 

Başını iki yana yatırıp sertçe hareket ettiren Ludvig, bakışlarını ondan çekip konuşmak istemediğini anlatmaya çalıştı. Ancak Druce, diğer iblislerden bile daha inatçıydı.

 "Senin kadar dayanıklı birine denk gelmemiştim. Ancak işkenceler giderek artacak ve gücün sonunda Balor'a doğru akacak. Daha ne kadar direnebilirsin?" Soruyu sorarken ses tonu yumuşamıştı. Değişikliği fark eden Ludvig başını hızla ona doğru çevirdi. İblisin gözleri parıldıyordu. "Ne kadar daha dayanabilirsin?" Bir kez daha tekrarladığı kelimeler Ludvig'in zihninde dönüp durdu. Alaycı değildi. İblis, sorunun cevabını gerçekten merak ediyor gibiydi.

"Ne kadar dayanmam gerekiyorsa."

"Bu cevap değil. Gücünün sınırında mısın?"

"Hayır."

Druce gülümsedi. Soğuk ve korkutucu bir gülümsemeydi ama Ludvig nasıl olduğu önemli değil, iblislerin sık gülümsemediklerinden emindi. Druce dışında.

İblis onun kollarındaki cehennem ipliklerini çözerken kulağına doğru eğildi. İblisin nefesi alevler kadar sıcaktı. "Balor, direncin kırıldığında gücünü emecek. Senden ona bir akım oluşacak. Akım oluştuğunda McCool, Balor'un gücü de serbest kalmış olacak. Anlıyor musun? Onun gücü hücresinden bulduğu açıklığı geçip serbest kalacak. Bedensiz güç ne işe yarar Tanrı'nın Çocuğu. Yüce Balor adına!" Son cümlesini haykırarak söylemişti. Arkasını dönerek Öncüleri içeriye çağırdı. McCool'u çözmüştü ancak Öncüler ellerinde cehennem alevinden kırbaçlar tutuyorlardı. McCool'a soluk aldırmaya korkar gibi defalarca onu kırbaçlayıp yürümesini sağladılar. Tüm bedeni yara bere içinde kalmıştı. Ayakları ona itaat ederek ilerliyor ama bunu bin bir güçlükle yapıyordu. Tükenecekti.

Druce onun ardından yürürken bir şarkı mırıldanmaya başladı.

Hislerine dikkat et sevgilim sevgilim, Bu aşk bu nefret belki de karşılıklı sevgilim sevgilim. Senden bana akan hislerle karşılaşır aşkım. İkimizin duyguları çarpıştığında kim kazanır sevgilim sevgilim.

"Keyfin yerinde." Gür bir ses Druce'un şarkısını yarıda kestiğinde iblis dudaklarını iki yana kıvırdı. Onu gördüğüne şaşırmıştı ancak kendisini çabuk toparladı. Dehlizlerin karanlığı içinde ifadelerini gizlemekte ustalaşmıştı. "Gayet yerinde Saygıdeğer Due. Balor'un özgürlüğüne yalnızca minicik bir adım kaldı. Siz de buna sevinmiyor musunuz?" Kelimeler saygı içeriyor olsa da onu söyleyiş tarzı alaycıydı.

Due, Druce'u süzerken içindeki tüm nefreti onun üzerine akıtmak ister gibi görünüyordu. Eğer alevlerin acıları olmasa Ludvig kahkahalarla gülebilirdi. İki hasmı neredeyse sadece bakışarak birbirini öldürecekti. Keşke bu mümkün olsaydı. Tüm acılarına rağmen etrafta Asiller olmadığında Ludvig Öncüleri kolaylıkla alt edebilirdi.

Due, heybetli bir görüntü sergiliyordu. Druce'a göre daha iri yapılıydı. Duruşu daha sağlam dursa da Druce'un gizemli halleri tehlikeyi çağrıştırıyordu. 

"Devler düşündüğümüzden dirençli çıktı. Güç'ü ele geçirmek zorlaşıyor. Bu konu hakkında ne düşünüyorsun Karanlık Lord. Malum, Güç babanın uzmanlık alanıydı."

"Babamın?" Druce öfkesinin arkasına saklanıyordu. Ludvig burada kaldığı günler boyunca iblisi yakından tanıma fırsatı bulmuştu. İşkence ederken bundan zevk aldığı belliydi ama öfkesi yalnızca devlere karşı alevlenmiyordu. Druce, Due'ye karşı da en az Ludvig'e gösterdiği bir sevimlilik taşıyordu. "Yüce Balor adına Due! Babamız tapındığımız Balor'dan başkası değildir. Benim ve senin. Güç ile ilgili soruna ise memnuniyetle cevap verebilirim. Devler kontrol manyağıdır. Onların direncini kırmak güç bir mesele. Ölümü dileyecek kadar acı çekmeleri mümkün değil ama ölümü diletecek ve kontrollerini ellerinden alacak bir şey biliyorum."

Due, dikkatini ilk kez bu denli yoğunlaştırmıştı. Bir yandan karşısındaki adama güvenmiyor diğer yandan neler düşündüğünü öğrenmek için can atıyordu.  "Nedir?"

Druce, McCool'a doğru bakıp ince tebessümünü gözler önüne serdi. "Aile. "dedi. "Onların fiziksel acı eşiği ulaşamayacağımız kadar yüksekte. Ancak duygusal acı..."

"Seni piç!" diye gürledi Ludvig. "Sakın!"

Druce haklılığını ispatlayan Ludvig'e göz kırptı. "Gördün mü? Düşüncesi bile McCool için böylesine önemli."

"McCoolları bir araya getiremeyiz." diye karşlı çıktı Due. "Yalnızca seslerini duymaya devam edecek o kadar."

"Neden olmasın? Cehennem alevlerine karşı hassaslar. Kaçmaları mümkün değil."

Due derin nefesler alırken öfkeli görünüyordu. Druce ile alay etmek için sorduğu soruya iblisin mantıklı cevaplar vermesinden nefret ediyordu.

"Öyle olsun Druce. İstediğin gibi oyna bakalım. Ancak çuvallarsan bunun hesabını vereceksin. McCoollar seni yok etmezse bunu yapmak için ben hazır olacağım." 

Druce tehdit karşısında sinirlendiyse bile bunu iyi gizlemişti. Dudaklarındaki tebessüm silinmeden önce iki yana yaslanarak abartılı bir hal aldı. "Elbette sevgili Due. Bizler hataları affetmeyiz." Sözleri henüz bitmemişti. Başını yukarı kaldırıp Due'ye tepeden bakma çabasıyla, "Bu arada Aleck nerelerde?" diye sordu. 

"Bu seni ilgilendirmez ikinci oğul."

"Ah, elbette. Sadece belki bir ara onunla bir şeyler içebiliriz diye düşündüm. Yüzyıllar süren düşmanlık ve rekabet son bulabilir. Bence Aleck ve benim istediklerim pek çakışmıyor." Aleck'in görevini istediği herkes tarafından bilinirken Due de ona karşı oğlunu savunma gereği hissetmişti. 

Due ona yaklaştı. "Evet, şu sıralar İblis'in Kızının peşinde. Sanırım onu kadın olarak kendine almak istemezsin. Bizde bile ensest ilişkiler hoş görülmez. Hiç doğmamış olmalıydı ama doğdu, büyüdü ve bir şekilde dünyamıza dahil oldu. Senin kardeşin."

Druce çenesini sıktı. Gözleri kısılmıştı. Due'nin Paiva'dan bahsettiğini anlayan Ludvig'den önce söze girdi ve Ludvig'in susması için ona gizli bir mesaj gönderdi.

Paiva'dan bahsetme seni hödük! O koca çeneni kapalı tut!

"İblisin kızı umurumda değil. Kime eş olduğu da öyle. Nasılsa ölecek. Biliyorsun Due, Balor İblis'in Kızlarının yeniden doğmasına müsaade etmiyor. Baldemar girdiği günahının bedelini Tanrı Dağı'nda çekiyor. Paiva da ölümü tadacak..." Bu kısımda Ludvig'in hırıltılı sesi onu bir kez daha uyarmasına sebep olmuştu. Biraz sessiz ol koca dev!  "Ayrıca Kızların sarsacağı koltuğun üzerinde kimler oturuyor dersin?"

"Sinsi iblis," diye tısladı Due. "Bunu keşke babana söyleseydin Druce. Kızları yeniden dirilten kendisiydi. Aramızda Balor'un..."

"Yüce Balor!" diyerek onun sözünü kesen Druce keyiflenmişti. "Elbette Kızları kullanmayı planlayan kişi Baldemar'dı ama riske attığı koltuklar sizinkilerdi. Ben sadece hainin planlarını hatırlatmak istemiştim Due." 

 Druce'un ciddi olmadığını düşünene Due, kısılı gözlerle onu izledi. Bedeni saldırmak istercesine kıvrılıp bükülmüştü ancak her ne düşündüyse vazgeçerek yeniden umursamaz görünmeye çalıştı. "Boyunu aşan konularda kafa yorma ikinci nesil. Şimdi mahkumu götür ve onun Güç'ünü damıtmak için elinden geleni yap. Aksi halde Diyar senin yeteneklerinden şüphe edecek."

"Acı, benim işim Due. Bunu öğreneceksiniz." Due öne atılacakken "Devlerin çığlıklarından," dedi ve Ludvig'i şaşırtan bir öfke ile Due'yi süzdükten sonra şarkısına kaldığı yerden devam ederek ilerlemeye başladı.

Bu iki taraflı bir istek sevgilim sevgilim...

Hücrelerin bulunduğu bölmelerden uzaklaştılar. Yeraltı Diyarı'nın gidilmesi yasak alanlarına yöneldiler. Balor'un tutsak kaldığı dehlizlerin yakınlarına yaklaşmak McCool'u kötü etkiliyordu. Zihni bulanmaya ve güç tarafından çekiştirilmeye başlıyordu. Sanki iki güç birbirini çağırıyor gibiydi. Sırtına inen kamçıyla birlikte homurtuları andıran sesler çıkardı. Ona çığlık attırmayı başaramayacaklardı. Karanlığın içinde acının sebep olduğu sarsaklıkla zar zor ilerliyordu. Duvarların sıcaklığı bedenine yansıyor ve defalarca uygulanan işkencelerin en büyüğü aklına geliyordu. Druce, Due'ye söylediği konu hakkında kesinlikle haklıydı. Acı o iblisin işiydi. İki kez yenileceğini hissetmişti. İçinde büyüyen güç dışarı çıkıp Balor'un hücresine akmak için yalvarmıştı sanki. Lanet olası iblisler babalarını kurtarmak konusunda oldukça istekliydi ama Ludvig kendi gücünün buna sebep olmasını engellemek için her şeyi yapacaktı. Ölümü çare olsaydı şu an yaşıyor olmazdı ama hayır, onlara karşı direnebildiği sürece kazanırdı. 

Sessizlik adımlarının yankılarıyla birlikte son buldu. Artık minicik bir taş bile yerinden oynasa dehlizlerin içinde bir canavarın kükreyişini andırıyor ve ses giderek çoğalıyordu.

Tıpkı iblislerin kötülükleri gibi her şey çoğalıp büyüyordu!

Ludvig, içindeki kanın kaynadığını hissetmeye başladı. Dehlizler büyülü yerlerdi ve Ludvig'i tıpkı Porsuk Ağacı'nın etkilediği gibi etkiliyordu. İblislerin bu dehlizlerde daima kendi formlarında dolaşmasının sebebi belki de buydu. Sırtındaki kaşınma yerini sızlamaya bırakmıştı. Kanatları yeniden belirmek için can atarken Ludvig sadece devleri düşürdüğü durum yüzünden vicdan azabı çekiyordu. Eğer kanatları ona kazanma şansı verseydi bunu gerçekleştirmek için her şeyi denerdi ama kanatlar öfkeliydi. Bedende bırakacağı hasar konusunda emin değildi. Bu riski alamayacağı kadar sınıra çekilmiş hissediyordu kendisini. 

Birkaç dönemeçten sonra daralan dehlizler büyük bir kanyona açıldı. İki yana yaslanmış dağların ortasında açılmış koyak, su yerine alevlerin akıntısıyla oluşmuştu. Yüzlerine vuran sıcak esinti Ludvig'i terletiyordu ancak birazdan yaşayacaklarının yanında bu sıcaklık basit bir serinlik olarak kalacaktı.

"Kanatlarını açıp şu eşsiz manzaranın üzerinde uçmak tarifi zor bir keyif," dedi Druce. Sanki onun düşüncelerini okuyormuş gibiydi. Sadece arzular, diye düşündü Ludvig. Okuduğu düşüncelerim değil arzularım! Lanet olası iblisler!

"Benim için değil."

"Kanatların olmadığı için mi?" Ludvig cevap vermeyince dudaklarına büküp yanındaki Öncü'ye "Sanırım manzarayı sevmedi," diyerek açıklama yaptı. Öncü'nün homurtularına göz deviren Druce "Tek konuşabileceğim kişi sensin, şansıma pek geveze değilmişsin. Merak ediyorum da bu sessizlikle Paiva'yı nasıl kendine aşık ettin?"

Ludvig'in öfkeli homurtuları Öncü'nün çıkardığı seslere benzemiyordu. Öfkeyle kollarını kaldırdı ve Druce'a yaklaşmaya çalıştı. Öncüler hemen duraksamış ve Ludvig'in iplerini çekiştirmeye başlamışlardı. Sadece birkaç santimlik boşluk kaldığında bile Druce duruşunu bozmadan, "Anladım," diye fısıldadı. "Sert erkeklerden hoşlanıyor. Başka açıklaması olamaz."

"Onu anlayan ve asla terk etmeyenlerden hoşlanıyor!"

Aralarındaki kısacık mesafeyi genişletmeyi bile denemeyen Druce, duruşundaki sertliği gözler önüne sermişti. Korkusuzdu ama aptal değildi. "Öyle mi? Nerede olduğuna bir bak McCool! Onun yanında değilsin. Paiva seni de nefret ettiği erkekler listesine almıştır bile."

"Hayır, beni hatırlamıyor bile."

Duyduklarına keyiflenen Druce "O halde buradan kurtulup onu yeniden kendine aşık etmeyi planlıyorsun."

"Hayır! Bu çok iyimser bir düşünce olmakla birlikte pek yaratıcı değil." Az önce onun karşısına çıktığı hayalleri aklından silip atmaya çalıştı. 

"Doğru, bu bir aşk hikayesi değil McCool. Bu bir destan. Tanrılar ve Çocukları, İblis'in Oğullarına karşı. En sevdiğim düşmanımsın Mikell." Aklına gelen bir şeyle birlikte gözlerini irileştirip parmağını ona doğrulttu. "Ve konuşabildiğim tek kişisin. Bir de... Neyse ondan şimdi bahsetmesem daha doğru olur.  Bana bu kadar yakınken değer verdiğin ikinci kadından bahsetmek ölüm fermanımı kendi ellerimle yazmak gibi bir şey olur sanırım." 

"Sen..."

"Karanlık Lord! Bir İşkence Tanrısı, Kaosla beslenen bir iblis!"

"Orospu çocuğu!"

"Ah, bir de o vardı." dedi umursamaz görünerek ancak karanlık gözlerine hücum etmişti bile. "Tatlı sözlerimiz bitti McCool, şimdi biraz daha yakınlaşma vakti geldi."

Dar patikadan yürürken birkaç kez tökezleyen Ludvig, ayakları boşluğu bulacakken başka bir gücün etkisiyle havalanıyordu. Druce'a baktığında ona göz kırpan iblis alaycı gülümsemesiyle birlikte "Ölme vakti değil ama," diyerek onunla dalga geçmeyi sürdürdü.

Açık alanı geçtikten sonra bir kez daha karanlık dehlizlere girdiler. Ludvig ulaşmak istedikleri yere geldiklerini biliyordu. Hemen hemen her gün bu yolu kat ediyor, Balor'un hücresinin yakınlarında bir sunağa asılarak işkence görüyordu. Akan kanı toprağı ıslatıyordu ancak ayakları yeniden yeri bulduğunda kanlarından geriye hiçbir leke kalmadığını görüyordu. Onun kanı Balor'a adak olarak sunuluyordu.

Hay bin iblis!

Karanlığın yuttuğu hücreye yaklaştıklarında bazı üst mevkilerden Asil'in nöbet tuttuğunu gördü. Babalarına gösterebildikleri tek hürmet buydu. Onunla konuşamıyor olsalar bile yakınlarda bulunanların Balor tarafından hissedildiğine inanıyorlardı. Tanrı Dağı'nı düşünen Ludvig, Paiva'nın söylediği sözleri anımsadı.

Belki o kadar da farklı değilizdir.

Hayatı boyunca iblis avlamıştı. Benzer fiziksel özelliklerine rağmen iblislerin oluşturdukları mevki, devler arasında hoş karşılanmazdı. Devler aile olmayı seçiyordu. Şimdi birbirine benzeyen güçler onları bir araya getirmeye çalışırken hangi tarafın yaşantısı sonsuz olacaktı bilmiyordu. İstediği tek şey ailesini kurtarabilmekti. Bunun uğuruna sonsuzluktan bile vazgeçebilirdi.

Karanlığın yoğunlaştığı kısımlara geldiklerinde Druce'da sessizleşmişti. Ludvig ara sıra sırtına inen kamçının acısıyla sarsılıyordu ama iblisin sessizliğini dinlemekten geri kalmadı. Druce'un konuşmalarını zihninde evirip çevirdi.

Ancak işkenceler giderek artacak ve gücün sonunda Balor'a doğru akacak. Daha ne kadar direnebilirsin?

Balor, direncin kırıldığında gücünü emecek. Senden ona bir akım oluşacak. Akım oluştuğunda McCool, Balor'un gücü de serbest kalmış olacak. Anlıyor musun?

McCool, Druce'n kendisine neden bunları anlattığına anlam veremiyordu ama İblisin alaycı yanına rağmen ondaki ciddiyeti de fark etmişti. Güç için ikiye bölünmüş olabilirler miydi?

Ludvig, iblislerden birine güvenip hareket edeceğini düşünüp ürperdi ve sonra bir kez daha Paiva'yı hatırladı. Onun dürüstlüğü ve masumluğu bu iblislere hiç uymuyordu. 

Balor'un hücresine yaklaştılar. Sıcaklık artmış ve rahatsız edici boyutlara ulaşmıştı. Ludvig, sunakta Lucas'ı gördüğünde gerilmişti. Onun ufacık hareketini sezen Öncü var gücüyle kırbacını sırtına indirdi. En ufak bir güç gösterisinden bile korkuyor olmalılardı. Özellikle birden fazla dev aynı anda aynı yerde bulunuyorsa. Lucas halsizlikle başını kaldırdı. Çok kan kaybetmiş ve cehennem alevlerine fazla maruz kalmıştı. Ludvig'i gördüğünde dudakları seğirmiş ve gülümsemeye benzer bir hareketle kıvrılmıştı. Arkasındaki öncü Lucas'ı sarsacak şiddette sert bir kamçı darbesiyle öne doğru savrulmasına sebep olmuş ve Ludvig bu fırsatı kaçırmadan sadece tek bir adımla Lucas'ın üzerine doğru devrilmesini sağlamıştı. Onunla hızlıca konuştu.

"Neden buradasın?"

"Balor'u besliyorlar. Gücümüzü çekiyorlar ama sana ihtiyaçları var. Bizi gördüğünde pes edeceğine inanıyorlar." dedi. Onu geri çektikleri sırada "Bu iblislerde hiç akıl yok. Tanrı'nın Çocukları asla pes etmez!" diye bağırdı. Bu bir baş kaldırı çığlığı, bir ölüm feryadıydı!

Son sözleri söylemek Lucas'a fazladan kamçıyla geri dönmüştü. Onun çığlıkları bir eğlencenin içinde atılan kahkahalar gibiydi bir kavganın ortasındaki nara... Lucas tanıdığı en cesur devlerden biriydi ve Ludvig o dahil herkesi kurtarmak için her şeyi yapardı. 

Onu sırtından ittiren Öncülere bir süre direndi. Ancak kaçarı yoktu. Önünde sonunda o sunağa bağlanıyor ve Druce'un şarkı söylemekte yeteneksizliğine rağmen işkence yöntemlerinin başarısı ile karşılaşıyordu. 

Sunağa doğru yürürken başını dik tutmayı sürdürüyordu. Bedeni iblislere oranla büyüktü. Ancak onlar ellerinde cehennem alevleri tutarken düşünmekte bile zorlanıyordu. Sadece bir kişinin çıkabileceği darlıktaki mermerin üzerine yerleşti. Kollarındaki cehhennem halatları çekilip gerildi. Alevlerden ziyade başına şiddetle hücum eden ağrılar dayanılmaz oluyordu. Balor'un yakınlarındayken bedeni tuhaf tepkiler veriyordu. Sırtındaki iz bir kez daha yanmaya başlamıştı. Kanatları sanki yeniden çıkmak için ona yalvarıyor gibiydi. Bedeni eksikliğin tamamlanmasını isterken zihni buna engel oluyordu. Burada, Tanrıların ondan söküp aldıkları kanatlarına asla özgürlük tanıyamazdı. Bu sonuçsuz istekler yerine odaklanmaya çalıştı. 

Druce karşısına geçip sağ elini yukarı doğru kaldırdı ve etraftaki alevler itaat ederek ona ulaştı. Sanki parmaklarının devamıymış gibi ileriye uzanan alevler tehditkar şekilde salındı. Asillerin birçoğu cehennem alevlerine bu şekilde hakim olamıyordu. Bu yalnızca Karanlık Lord olarak adlandırılan seçilmişlere bahşedilmişti. Druce, tanıdığı en azılı düşmanlardan biriydi. 

"Acı artacak Mikell." dedi. Uyaran ses tonunda duygusunu belli eden bir ifade yoktu. Havaya yükselen kuyruğu tehditkarca ona doğru yönelmişti. "Sen bile bu acıya dayanamazsın. Muhtemelen kendinden geçeceksin. Seni çekeceğim yerde benden güçlü değilsin. Artık gücünü iblisler için kullanmaya hazır ol."

Kuyruk bir anda alev alıp Ludvig'in boynuna dolandı. Etrafını saran alevler tenini yalayıp geçiyor ve onu öldürmeyecek kadar acı bırakıp gidiyordu. Onunla birlikte diğer sunaklara bağlanmış devlerin seslerini duydu. Gözlerini sıkıca kapatıp bağırdı. Bu öfkesini özgür bıraktığı andı. Alevlere direnmeye çalışıyor ama acıyı yok edemiyordu. Buğulanan görüşü ve uğultulara dönen sesler eşliğinde sunaktan çekildiğini hissetti. Balor'a doğru aktığını düşündüğü gücüne sıkıca tutundu ve yok olan acıyla birlikte gözlerini derin bir boşluğun içinde açtı. 

"Bir yol hem gidilmek içindir hem de dönmek."

Sesi bulmak için etrafına bakındı. Druce'un onunla nasıl bir oyun oynadığını bilmiyordu. 

"Çift taraf McCool! Nehirler bazen tersine akar! Bir mucize Tanrı'nın Çocuğu!"

Acı yeniden geri gelmeye başladığında alevler artmış ve Drucu'un yüzü sunağın diğer tarafından ona bakmaya başlamıştı. Anlıyordu! Bunu neden yaptığını bilmiyordu ama iblis ona yol gösteriyordu. Artık dayanamayacağını biliyordu ve Mikell'e bu durumdan nasıl kurtulacağını anlatıyordu!

İkimizin duyguları çarpıştığında kim kazanır sevgilim sevgilim.

Lanet olası şeytan! Bu bir şarkı değildi!

Ancak bir iblise gerçekten güvenebilir miydi?  İblis'in Kızlarından birine aşık olmuştu. Druce'un kardeşine! 

Çift taraf McCool! Nehirler bazen tersine akar! Bir mucize Tanrı'nın Çocuğu!

Druce onun anladığını gösteren aydınlanmış bakışlarına karşılık büyük bir acıyla karşılık verdi ve gülümsedi. İşkenceden zevk aldığından emindi Mikell ama onu kurtarmak için yol gösterdiğinden de öyle. 

Zihnine sızan ses "Éirinn" diye fısıldadı ve bir kez daha farklı bir boyuta doğru çekildi. Éirinn, oradaydı. "Sana ihtiyacım var Ludvig! Oradan kurtulmalısın. İblisi izle." 

Hangi anın içinde olduğunu kestiremiyordu. Acı gelip gidiyor ve iblisin oyunları onu sürüklüyordu. Ancak Mikell kardeşini gördüğü anda ne yapması gerektiğini anlamıştı. Éirinn için her şeyi yapabilirdi. 

"Seni orospu çocuğu!" Artık Druce'u anlıyordu. "Yollar çift yönlüdür!" diye bağırdı ve Balor'a doğru akmak isteyen gücü özgür bıraktı. Balor'un kazandığını sanmasını istiyordu. Yüce Şeytan kurtuluşu için ihtiyaç duyduğu kana sonunda kavuşmuştu. McCool ölürken o özgürlüğüne kavuşacaktı. 

Balor, ona doğru gelen güce kendi gücüyle karşılık verdi. Çarpışma büyüktü ve kazanan hiç umulmadık kişi olmuştu. 

Bir mucize!



Herkese merhaba.

Sonunda yeni bölümlere başlayabildik :)  Umarım beklendiğine değer ve ikinci kitabı da severek okursunuz. 

Yeni bölümlerde görüşmek üzere seviliyorsunuz. 

Bạn đang đọc truyện trên: AzTruyen.Top