×2×

Sessiz bir şekilde ikimiz de farklı koltuklara oturmuş, düşünüyorduk. Gecenin ilk başları vardı ama sonraki kısımlar, özellikle sonu hiç yoktu. Bir türlü hatırlayamıyordum.

"Dün gece hakkında hiçbir şey hatırlamıyor musun?"

Jimin'in cevap bekleyen yüzüne bakıp kafamı iki yana salladım. "Neredeydim, ne yaptım hiçbir şey hatırlamıyorum. Bulanık görüntüler var ama ne kadar zorlamaya çalışırsam başım sanki bana isyan ediyor."

Jimin yutkunup geri gözlerini yere dikti. "Dün gece ben de çok içmiştim, seni alıp götürdüğümü hatırlıyorum ama tam olarak ne yaşandı ben de bilmiyorum ve cidden bu durum kafayı yedirtecek. Onların yanında seni gördüm.."

Korkuyla Jimin'i izliyordum, o da usulca başını kaldırıp bana baktı. Kaşları hafif çatılmış, bir şeyleri hatırlamaya çalışır gibiydi. "Onların yanında oturuyordun, sadece sen vardın evet ama..değişik bir his de vardı içimde. Orda aslında sadece sen ve ben yoktuk sanki.."

Ben anlam vermeye çalışırken Jimin saçlarını karıştırdı. "Fakat tek hatırladığım seni aceleyle ordan kaldırıp eve getirmemdi. Sabaha kadar seninleydim zaten. Sonra erken saatlerde çıkıp oraya gittim.."

Nerden bahsettiğini biliyordum zaten, o yüzden araya girmeden merakla ne diyeceğini bekledim. "Etraf kalabalıktı. Cinayetin, seni bulduğum o koridorda işlenmiş olduğu düşünülüyor. Çok duramadım orda, seni de yalnız bırakmak istemedim. Otobüsle gelirken..radyoda söylenenleri duydum. Yanımdaki kişi de aynı zamanda haberi izliyordu ve gözüme senin bilekliğin takıldı..."

Jimin gözlerini benimkilerle buluşturup benden bir şey dememi bekledi ama nasıl bir tepki vereceğimi bile bilmiyordum. "Jimin..ben mi yaptım bunları? Onları ben mi öldürdüm?"

Ağlamaklı çıkan sesimle konuştuğumda Jimin üzüntüyle kalkıp yanıma geldi ve elini sırtıma koydu. "Yun Hee..sen böyle bir şey yapmazsın."

"Ama hiçbir şey hatırlamıyorum." Gözlerim yanıyor, gözyaşlarım tek tek firar ediyordu. Jimin yüzümü elleri arasına alıp kendisine çevirdi.

"Senin yapmadığını biliyorum. Orda başka biri daha vardı. Lanet olsun ki göremedim, sadece içimde büyük bir his var ve sen de anlarsın ki sezgiler tek başına bir işe yaramaz."

Titreyen sesimle "Ne yapacağız peki?" diye zorla da olsa konuştum. Jimin benden biraz ayrılıp sessizliğe gömüldü. Kafasında bir şeyler tartıp biçiyor, hızlı bir çözüm bulmaya çalışıyor gibiydi.

"Bilekliği eğer incelerlerse sana ait olduğuna dair kanıta ulaşırlar ve buraya gelmeleri de kısa sürmez."

Kafamı tedirginlikle sallayıp onayladım. Elimi saçlarımda gezindirdim ve daha sonra saçlarımı çekiştirmeye başladım. Belki de oraya gitmeliydim. Böylece hatırlamam daha kolay olurdu.

Her zaman ortaya çıkacak bir şeyler olurdu... Ve bu şeylere ben oraya giderek ulaşabilirdim.

Jimin'in sesiyle düşüncelerimden sıyrılıp ona döndüm. "Şimdilik benim evime gidelim, bir şeyler düşünmeye çalışacağım."

Aklıma gelen şeyle umutla konuştum. "Kamera..kamera kayıtları?"

Jimin'in gözleri aslında cevabı vermişti ama ben yine de bir umut bekliyordum. "Oraya bakan tek bir kamera varmış o da çalışmıyormuş. Neden çalışmadığı da merak konusu tabi, katilin işi olduğu düşünülüyor veya işte suç ortağı varsa, onun işi."

Bir şey diyemeyip önüme döndüm. Bu suçu işleyenin ben olup olmadığımı bile bilmiyordum. O yüzden bir adım da atamıyordum. Ya olanlara ben sebep olduysam?

Jimin'in ayaklanmasıyla ona baktım. "Vakit kaybedemeyiz. İki üç parça bir şey al yanına, hazırlanıp çıkalım."

"Jimin..ya suçlu bensem?" Gözlerim tekrardan dolmuş, görüş açım bulanıklaşmaya başlamıştı. Jimin omuzlarımdan tutup beni de ayağa kaldırdı ve konuştu. "Yun Hee beni dinle. Şu an bir şey bilmiyoruz, hatırlamıyoruz ve kesin bir sonuca ulaşana kadar da hemen pes etmeni istemiyorum. Şu an tek yapacağımız hazırlanıp benim eve gitmek. Anladın?"

Zor da olsa başımla onaylayıp yorgun bakan gözlerim ve titreyen bacaklarımla odama ilerledim. Jimin de o esnada birisiyle konuşmaya başlamıştı.

Sırt çantamı alıp içine birkaç şey tıkıştırdım, üstümü de aynı ruhsuz ifademle değiştirdikten sonra aynadan kendimle göz göze geldim. Gözlerim kan çağına dönmüş, göz altlarım hafiften şişmişti. Boş bakan gözlerimi saymıyorum bile. Saçlarımı karıştırıp gözlerimi aynadan ayırdım, aksi hâlde aynaya kafa atmam an meselesiydi.

Saçlarımı çekiştirirken dün geceyi bilmem kaç defa daha hatırlamaya çalıştım. İnsanı delirten şey belirsizlikti. Suçluysam suçluyum, masumsam masum..ona göre hareket edebilirdim ama şu anki hâlim elimi kolumu bağlıyordu resmen ve bu insanı çıldırtacak düzeye getiriyordu.

Jimin'in bana seslenmesiyle kendime gelip çantamı da alarak odadan çıktım. Beni kapıda bekliyordu, benim gelmemle de elimdeki çantayı alıp vestiyerden montumu uzattı. Ben giyinirken "Min Seo birkaç dakikaya burda olur, bizi alacak." dedi ve şapkayı kafama geçirdi, ardından atkıyı da hızlıca boynuma dolamıştı.

Min Seo, Jimin'in sevgilisiydi ve kendisi adli tıp laboratuvarında çalışıyordu. İşleri genelde yoğundu ve şu an buraya gelme nedeni benim bu bilinmezlik çukuruna düşmem olduğu için kendimi kötü hissettim. Kafamı yere eğdim ve "Onu da işinden alıkoyarak vaktini aldım." diye mırıldandım.

Jimin'in ellerini omzumda hissetmemle gözlerimi kaldırıp bakmakla yetindim sadece. O da başını hafiften yana etmişti. "Böyle düşünme, seni çok merak etti o da ve yardım etmek için uğraşıyor. Burdaki kimsenin vakitlerini boşa harcamasına neden olmuyorsun. Şimdi yanında olmayacağız da ne zaman olacağız?"

Buruk bir şekilde gülümseyip burnumu çektim. Jimin'in cebindeki telefon titreyince benden uzaklaşıp gelen mesaja baktı ve beklemeden kolunu omzuma koyarak ilerletti. "Tamam sümüklü, gidelim artık burdan."

Jimin son kez etrafı kontrol ederken ben de göz ucuyla bakınıyordum. İçimde çok değişik bir his vardı. Masum olup olmadığımı bilmediğim gibi, bu işi nasıl çözeceğimi de bilmiyordum ve şu an tek yapabildiğim kaçmaktı...

×××

Min Seo arabayla gelmiş ve Jimin'le kaldığı eve doğru sürmeye başlamıştı. Yolda ilerlerken kimseden ses çıkmıyordu. Bir ara radyo açmışlardı ama nerdeyse her kanalda dünkü cinayetten bahsediliyordu. O yüzden Jimin de kısa sürede radyoyu kapatmış ve etrafın sessizliğe gömülmesine neden olmuştu.

Derin bir nefes alıp vererek camdan dışarıyı seyretmeye devam ettim. Acaba hangi evlerde aileler acıyla ağıt yakıyordu? Bütün evler sıradan ve aynı gibi duruyordu ama içlerinde yaşanan her bir hikaye farklı ve birçok duyguyla yüklüydü. Bunu nasıl saklıyordu bu taş binalar bilemiyorum... Sıradan görünen şeylerin içinde aslında nasıl fırtınaların koptuğunu bir nevi anlamamızı sağlıyordu bu yapılar. Hayatın geneli böyleydi, insanların yüzleri hep böyleydi... Yüzlerinde mimik bile oynamazdı belki ama içlerinde birçok şey yaşıyorlardı.

Eve gelmemizin ardından direkt odaya geçtim. Buraya arada geldiğim zamanlarda kaldığım odaydı. Min Seo birkaç defa yanıma gelmiş, bir şeye ihtiyacım olup olmadığımı sormuştu ama hep aynı cevabı alıyordu benden.

Boş bakan bakışlar artı 'bir ihtiyacım yok, teşekkür ederim' sözü ve benzerleri.

En sonunda biraz yalnız kalmamın bana iyi geleceğini düşünmüş olmalılar ki bir süre sonra ikisi de gelmemeye başladı. Ben de dizlerimi kendime çekip kollarımla bacaklarımı sarmış bir şekilde oturarak dışarıyı izlemeye başladım.

Güneş yavaş yavaş batarken düşüncelerim de artık puslu bir hâle gelmeye başlamıştı. Gözlerimi en sonunda boşluğa dikip yutkundum ve kollarımı çözerek bacaklarımı serbest bıraktım. Sabahtan beri aslında içimde tek bir his vardı. Hafızam belki bana yeteri kadar yardımcı olmuyordu ama bu his her saat başı sanki daha da artıyordu. Madem hafızam bir işe yaramıyordu şu anda, o zaman belki de hislerimi dinlemeliyim.

Kararımı vermiş olmamla gözlerimi çaresizce kapatıp başımı yastığa koydum ve uzandım. Neyle karşı karşıya geleceğim bilmiyorum ama..bu gece oraya gideceğim.

Bạn đang đọc truyện trên: AzTruyen.Top