Hikâye 1 - okelzeynep | hikayev | bal___arisi

Romantizmi her adımında yanında isteyenlere, kocaman merhaba!

Bugün içimizde ayrı bir heyecan var çünkü bugün üç yazarımızı bir araya getirip ortaya çıkardıkları harika hikâyeyi sizinle paylaşmaktan büyük mutluluk duyuyoruz. İşin daha da eğlenceli kısmı, onlar da kimlerle ortak bir hikâye yazdıklarını sizin gibi şimdi öğrendiler! Biz bu süreçte çok eğlendik, yazarlarımızla iş birliği yapmaktan son derece keyif aldık. Umuyoruz ki siz de en az bizim kadar keyif alırsınız!

Lütfen, öncelikle hem sadece WattpadRomanceTR ailesine özel olarak hazırladıkları bölümler için hem de verdikleri emek, ayırdıkları zaman ve gösterdikleri özveri için üç yazarımıza da kocaman bir teşekkür edelim.

İyi ki varsınız! İlhamınız hep yanı başınızda olsun!

Sevgili okurlarımız, şimdiyse sıra sizde!

Yazarlarımız kalemlerini bizler için konuşturmuşken okurlarımızı da bu etkinliğe dahil etmesek olmazdı.

Sevgili okuyucularımız, hikâyeyi okuduktan sonra hikayemize en uygun olabileceğini düşündüğünüz başlığı yorumlarda belirtin! Bir sonraki hikâyemiz yayımlanana kadar en fazla beğeni alan yorumu, bu hikâyemizin başlığı yapalım; çorbada sizin de tuzunuz olsun! Herkes istediği kadar başlık önermekte serbesttir! Unutmayın ki bu etkinlikte hep beraber olduğumuz sürece eğleneceğiz.

Lütfen, kimse katılmaktan çekinmesin! Hikâyenin sonunda başlık önerilerinizi bekliyor olacağız! 🥳

O zaman artık hazırsak gelin, ortaya çıkan ilk hikâyemizi birlikte okuyalım.

okelzeynep

O geceyi hâlâ hatırlıyorum.

Kaç yıl önceydi? Yetmiş ya da seksen... Hiçbir fikrim yok. Fakat hâlâ hatırlıyorum. Onu, hâlâ hatırlıyorum.

İkinci savaşın daha yeni bittiği yıllardı. Kız kardeşim gibi yakın gördüğüm, beni dönüştüren, sırdaşım ve yoldaşım Elizabeth ile birlikte, savaştan yeni çıkmış olsa da ışıltısını kaybetmemiş Fransa'nın küçük fakat işlek bir şehrinde yaşıyor; bize sunulan bu sonsuz hayatın tadını çıkarıyorduk. Normalde onun yüz yaşında olması gerekiyordu. Ben ise altmışlarında yaşlı bir kadın gibi görünmeliydim. Fakat damarlarımızdaki zehirli kan, bizi sonsuz gençliğe bağlayan yegâne şeydi. Ve biz, yirmili yaşlarında şehirdeki hayatlarının en parlak dönemlerini geçiriyor gibi görünen, fakat aslında kanla beslenen iki vahşi yaratıktan başka bir şey değildik.

Elizabeth, ya da ona taktığım ismi ile Ellie, o gece bana başka bir yere gitmeyi önermişti. Devamlı gittiğimiz gece kulübü yerine sokağın öteki tarafında yeni açılan bir caz bara gitmemiz konusunda ısrarcı davranmıştı.

"Nereye kadar o aynı şarkıları dinleyip, aynı garsonlara aynı içkileri istediğimizi söyleyeceğiz? Farklı bir şeyler yapalım." demişti. "Caz dinleyelim! Martini yudumlayalım, yeni yüzler görelim!"

Ona hayır demek mümkün olmuyordu. Ben de kabul etmiş ve o gece için planımıza son noktayı koymuştum. Fakat bilmiyordum. O gece hayatımın değişeceğini, maalesef, bilmiyordum.

Bar tam da hayal ettiğim gibi bir yer çıkmıştı. Loş, sigara ve puro dumanı ile dolu, tıklım tıklım dolu ve gürültülü. Tek güzel yanı en sondaki koca sahneden gelen canlı caz müziği ve şarkıyı hayran olunası bir sesle söyleyen siyahi bir kadındı.

"İşte burayı sevdim. Sen ne düşünüyorsun Birdy?" diye sormuştu bana, koluma girerken.

Adımın Zara olmasına rağmen, Elizabeth'in bana taktığı lakap buydu. Birdy...

"Sevdim." demiştim. "Martini mi istiyorsun?"

"Beni tanıyorsun." diyerek kolumdan sıyrılmış ve boş gördüğü ilk masaya doğru koşmaya başlamıştı.

Ben ise doğruca bara yönelmiş ve smokinli barmene iki martini istediğimi söylemiştim. O zaman görmüştüm onu. Yan taburede sigarasını içiyor ve gülümseyerek bana bakıyordu.

"Komik olan nedir?" diye sormuştum, bu yakışıklı yabancıya.

"İki martiniyi birden içecek kadar güçlü görünmüyorsunuz, hanımefendi." diyerek açıkça alay etmişti benle.

"Bahse var mısın?" diyerek meydan okumuştum ben de.

Ve tanışmıştık. Daniel Bowman. İsmi buydu. Savaştan yeni dönmüş genç bir askerdi. Savaş sonrası Avrupa'yı gezmeye geldiğini ve en nihayetinde de Fransa'ya savaşmak için değil, eğlenmek için geri döndüğünü söylemişti. Tüm gece sohbet edip kahkaha atmış ve arkada çalan caz müziğin etkisi ile enerjimizin canlılığını ikiye katlamıştık. Hayallerinden bahsetmişti. Daha gençti, yirmilerinin ortasındaydı. Gezmek ve görmek istediği yerler, yapmak istediği şeyler, tanışmak istediği insanlar vardı.

"Paris'i bombalardan kaçmadan görmek istiyorum. Londra'yı da öyle." diyordu. "Brezilya'yı görmeliyim! Ah, oraya bir gidebilsem..."

"Aslen nerelisin?"

"Ohio. Eyaletlerden. Savaşa oradan girmiştim. On sekiz yaşındaydım. Bizi doğruca Polonya'ya göndermişlerdi."

"Senin için zor olmuş olmalı."

"Cephede hiç savaşmadım. Küçük köyleri koruma görevlerine gittim ama. Birkaç çatışmaya girdim. Yine de, Tanrım, korkutucuydu."

"Öyleydi, evet."

"Zaten hemen sonrasında savaş bitti. Fransa'ya yeni girmiştik. Bir gün buraya yeniden geleceğim, demiştim. Ve buradayım."

"Memnun kaldın mı peki?"

"Savaştan mı?"

"Fransa'dan, aptal şey."

Gülmüştü. Gülüşü de güzeldi. "Evet. Çeşitli güzellikler ile dolu. Sen de onlardan birisin."

Gülerek göz devirmiş ve içkimi yudumlamıştım. Naif ve utangaç bir kişiliği var gibi görünüyordu. Fakat içtiği sigarası ve önündeki alkol çenesini açmışa benziyordu. İşin en komik kısmı ise, onunla sanki birbirimizi yıllardır tanıyor gibi içten ve uzun sohbetler etmemizdi.

"Bana hayallerinden daha çok bahset." demiştim ona, bir elimi çeneme yaslarken. "Ohio'lu Daniel Bowman'ın başka ne hayalleri var?"

"Sen neden hep beni konuşturuyor ama kendin hakkında konuşmuyorsun?"

"Benim hakkımda konuşulacak bir şey yok." diyerek yalan söylemiştim. Benim gibi biri için artık yalan söylemek, nefes almak kadar normal ve gerekliydi. "Burada doğup büyüdüm. Şuradaki çatlak sarışın çocukluk arkadaşım." derken masada birlikte oturduğu iki erkek ile sohbet eden Ellie'yi göstermiştim. "Savaş buraya sıçramadı. Biz de buradan ayrılmadık."

"Bu kadar mı?"

"Bu kadar."

"Zara..."

"Ciddiyim." deyip gülmüştüm. Bir yalan daha... "Şimdi anlat. Hayallerin neler, Daniel Bowman?"

Hâlâ insan olan birinin hayallerini dinlemeyi seviyordum. Kendi insan olduğum zamanlardaki hâlimi hatırlatıyordu bana. Hâlâ umutları ve hayalleri olan, kalbi atan, masum ve genç Zara... Artık o ben değildim. Ama Daniel öyleydi. Onu sevmiştim. Kötü birine benzemiyordu. Fakat saatler sonra ona acıyacak ve hayatının en büyük kötülüğünü ona ben yapacaktım.

"Bekle!"

Gecenin sonunda Ellie ve ben bardan çıkıp ıssız sokağa girdiğimizde, arkamızdan bana seslenmişti.

"Numaranı..." demişti, koşarak yanımıza gelip. Elizabeth'in kıkırdadığını görünce de utanıp gülümsemişti. "Numaranı almadım. Seni tekrar görebilir miyim?"

"Söylesene Birdy, seni yeniden görebilir mi?" diyerek dalga geçmişti, Ellie.

Gülmüş ve oğlana dönmüştüm. "Yarın akşam beni sokağın sonundaki mavi apartmandan al. Numaramı yemek yerken verebilirim." demiştim.

Şaşırmış ve afallamıştı. Lakin hoşuna da gitmişti, gözlerinde görebiliyordum.

"Pekâlâ- evet, yani olur. Tamam."

"Ah, zavallıcık..." diye fısıldamıştı, Ellie.

Kolumla ona vurup Daniel'a gülümsemiştim. "Yarın akşam görüşürüz."

"Evet. Görüşürüz..."

Tam arkamızı dönmüş ve on veya yirmi adım atmıştık ki, olan o vakit olmuştu. İğrenç bir gürültü. Sonrasında ondan da iğrenç bir çatırtı. Arkamızı dönüp baktığımızda, Daniel yolun ortasında yerde hareketsiz yatıyor ve farları kapalı bir araba zik zak çizerek yoldan hızla uzaklaşıyordu.

"Birdy!"

Hiç düşünmeden koşmuştum. Yanına eğilmiş ve kanlar içinde acı çeken oğlanın yanaklarına elimi koymuştum.

"Birdy, bence uzak dur..." demişti, Elizabeth. "Yardım çağırıp gidelim buradan."

"Ölmek üzere!"

"Yapabileceğimiz hiçbir şey yok."

Elizabeth benden daha arkadaş canlısı görünür fakat kalbi benimkinden daha soğuktur. Benden daha uzun yaşamış olmasına yoruyordum bunu. O, insanlığını seksen yıl önce kaybetmişti. Ben ise kırk.

"Benim var." demiştim, ona dönerek.

"Yapamazsın ki. Rızası olmadan dönüştürmek suç." Beni kolumdan tutup yerden kaldırmaya çalışmış, bunu yaparken de gören duyan var mı diye bomboş sokağı kontrol etmişti.

"Ellie-"

"Kafanı koparırlar, Birdy. Daha da kötüsü, seni diri diri gömerler. Dimitri'ye olanları hatırlamıyor musun?"

Âşık olduğu kızı İspanyol gribinden kaybetmeden önce rızasız dönüştüren bir vampirdi. Ve konsey, cezasını ikisini birden diri diri mermer anıtlara gömerek vermişti. Sonsuz yaşamlarını o karanlık mermer tabutlarda geçireceklerdi.

Sertçe yutkundum.

"Aynısını sana da yaparlar. Hem de acımadan."

Doğruydu. Bizim ırkımızda, bizim camiamızda insanları rızaları olmadan dönüştürmek suçtu. Fakat Daniel'ın rızasını verecek kadar ömrü yoktu. İşte o zaman acımıştım ona. Hayallerine ve gençliğine. Daha yapabileceği onca şey varken, hayatının baharında sarhoş bir sürücünün kurbanı olmamalıydı. Ani ve çabuk verilmesi gerekilen bir karardı. Vakit daralıyor ve Daniel'ın hâlâ atan kalbi ritmini yavaş yavaş kaybediyordu.

Fakat birinin hayatından söz ediyorduk. Masum bir oğlanın hayatı... Ben nasıl ki zamanında Elizabeth'e beni dönüştürme izni verdiysem, emin olmak istiyordum ki, eğer Daniel'ın bilinci yerinde olsaydı o da bana izin verirdi. Çünkü ben de ölüme yaklaşmıştım. O soğukluk, o çaresizlik ve o korku. Öyle bir durumda iken, ikinci bir şans insana daha güzel geliyordu. Umut veriyordu. Ölmeyeceğim, dedirtiyordu. Şimdi değil. Böyle değil.

"Etrafı kontrol et." diye emir verdim.

"Suç işleyeceksin-"

"Dediğimi yap."

"Buna değmez bile!"

"Etrafı kontrol et!"

"Beni de yanında götürüyorsun." Elizabeth yine de çevremizi kontrol etmeye başlamıştı. "Yüce krallar aşkına..."

Ben ise kendi bileğimi çantamda taşıdığım küçük bıçak ile kesiyor ve kanımı Daniel'ın kendi kanıyla bulanmış ağzına akıtıyordum.

"Affet beni." diye fısıldadım ona. "Hayatını yaşaman lazım. Böyle ölmemelisin."

"Za- Zara..."

Adımı söylemeye çalıştıktan hemen sonra gözleri tamamen kapandı. Bir süre orada durup onu izledim. Yaralarından akan kan azaldığında ise, yapmaya çalıştığım şeyin işe yaradığını anlayarak iç çektim.

İlerleyen dakikalarda Elizabeth'in yardımı ile onu ara sokağın birine, bir çöp konteynırının arkasına taşıdık.

Yarın sabah uyanacak ve neden hâlâ yaşıyor olduğunu sorgulayacaktı. Yara izlerine ve kanla kurumuş giysilerine bakacaktı. Neler olduğunu anlamayacaktı. Fakat yıllar geçip de, hâlâ yaşlanmadığını, normal bir insandan daha güçlü olduğunu ve daha nice değişimini görünce bana teşekkür edecekti. Anlayacaktı. Hayalleri için önünde ölümsüz bir hayat olduğunu fark edecekti.

Veya bana küfredecekti. Asla anlamayacaktı. Ve benim o an iyilik gözüyle gördüğüm şey, yıllar sonra onun en büyük kabusu olacaktı.

Bilmiyordum. Önümüzdeki yıllar boyunca da bilmeden yaşadım. Onunla bir daha asla temasa geçmedim. Mavi apartmandan o gece taşındık ve bir daha da asla geri dönmedik. Onu bir süre uzaktan izledim, doğru. Neler yaptığını merak ediyor ve onu korumaya çalışıyordum. Fakat Ellie, yirmi yılın ardından, bana durmamı söylediğinde, ona hak vermekten başka çarem kalmamıştı.

"Sonsuza dek onun arkasını temizleyemez, onu koruyamazsın, Birdy."

"Hâlâ beni arıyor."

"Ondan uzak durman için bir sebep daha. Bu olay ile ilgin olduğu açığa çıkmamalı. Vazgeç artık. Bırak onu gitsin."

Daniel'ın peşini bıraktım. Gölgelerden onu izlemeyi ve onu korumayı kestim. Önüme baktım ve eskiden nasıl isem, öyle davranmaya devam ettim. Mecburdum. Eğer rızası olmadan birini dönüştürdüğüm ortaya çıksaydı, hem beni hem de Daniel'ı yaşatmazlardı. Hem onu hem de kendimi korumak zorundaydım.

Gittim. Yeni bir kişilik ve yeni bir hayat kurdum. Ellie ve ben eski düzenimize devam ediyor; farklı şehirlerde ve farklı ülkelerde en fazla on yıl kalıyor, ardından bambaşka soyadlar, bambaşka hikâyeler ve bambaşka geçmişler ile başka kişilere dönüşüyorduk.

Peki neden size bu geceyi ve sonrasını anlattım?

Çünkü beni diri diri toprağın altına gömebilecek bu sırrı yıllar boyunca saklamıştım. Şimdi ise, o sır, en belirgin hâli ile, tren beklediğim istasyonun karşı tarafından bana bakıyordu.

Daniel. Burada. Günümüzde ve Boston'daydı. Benimle birlikte tren bekliyordu. Ve gözleri anlamsız bir şekilde bana sabitlenmişti.

Arkamı dönerek istasyondan çıkmaya yöneldim. Yıllar sonra beni hatırlaması, beni tanıması mümkün değildi. Sadece bir gece geçirmiş, zaten o gecede tanışmıştık. Beni hatırlıyor olması ancak bir mucize olabilirdi.

Fakat ben çıkışın olduğu merdivenlere yönelirken, arkamdan biri seslendi. Bu oydu.

"Bekle!"

hikayev

"Bekle!"

Diye Daniel'in arkamdan seslendiğini duyduğum hâlde, onu duymamış gibi yaparak ilerlemeye çalıştım. Aradan bunca yıl geçmesine rağmen sesini dahi unutmamıştım, sesi kulaklarımda onu tanıdığım ilk günkü gibi yankılanıyordu. Onu düşünmediğim, adını anmadığım tek gecem olmadı ki zaten, onu ya da sesini unutayım.

O daha sert bir sesle yeniden "bekle" diye seslendi. Uzun yıllar geçmesine ve sadece bir kere beni görmesine rağmen, tanımış olmasına şaşırıyordum ama bir yandanda benim onu unutmadığım gibi demek o da beni unutamamış diye düşünüp, arkam dönük şekilde gülümserken onun söylediği sözle yüzümdeki gülümseme donup kaldı.

"Ne yaptın bana?"

Diri diri gömülmek pahasına hayatını kurtardım diyemezdim. Çünkü onun rızası olmadan onu dönüştürmüştüm ve bu çok büyük bir suçtu. Cezasını hayatımızın geri kalan günlerini mahkum olarak geçirmek zorunda kalacağımız bir suç. Ona bunu yapamazdım ve neden ona bunu yaptığımı da açıklayamazdım, itiraf olurdu ve konsey tarafından Dimitri gibi biz de anında cezalandırılırdık.

İnsan olmuş olsaydım, gözyaşlarım çoktan akmaya başlamıştı onun söylediği söz için ama ne yazık ki insanlığımla birlikte, insani özelliklerimi de kaybettiğimi düşünürken, gözlerimde bir ıslaklık oldu. İstemsizce elimi yüzüme götürüp, gözyaşımı sildim. Elizabeth'e bunu hemen söylemeliydim. İçimden bir ses, bir terslik var diyordu.

Arkamı dönmeden "birine benzettiniz galiba" diyerek hızlı adımlarla Ellie'nin yanına gitmek için uzaklaştım. İçimde kötü bir şeyler olacakmış gibi bir his vardı. Uzun yıllardır böyle bir histe yaşamamıştım, garip diyerek kafamı iki yana salladım.

Ellie ne derdi acaba? O bendeki bu değişikliğin nedenini kesin bilir diye düşünüyor, kafam karmakarışık şekilde hızla ilerliyordum.

Ellie İle yüz yüze konuşmak için sakin bir yer tercih etmiştik. Kimsenin bizi duyamayacağı ve rahatsız edemeyeceği bir yer olmalıydı. Sırrımızı kimse bilmemeliydi. Gittiğimiz yerde avlanabilir, karnımızı da doyurabilirdik diye düşününce yüzüme bir tiksinti yerleşti. Bu ne şimdi? Daha önce avlandığımızda, Ellie'den önce ben ziyafete başlardım.

Bendeki bu değişiklik pek hayra alamet gibi gözükmüyordu ama neyseki Ellie ile buluşacağımız yere az kalmıştı. Onu görebiliyordum. Hızla yanına gittim ve ona;

"Ellie, başıma gelenleri ve kiminle karşılaştığımı bir bilsen şaşırır kalırsın" dedim. Sözlerimden daha çok yüzüm dikkatini çekmiş gibiydi.

"Bir şey mi var yüzümde Ellie?" Diye sorduğum soru Ellie'yi telaşlandırmış, oturduğu yerden hızla kaldırmaya yetmişti. Yanıma hızla geldi ve yüzümü yakından inceledi. Yüzü şekilden şekile giriyordu. Gerçek yaşımı ben bile hesaplayamasam da, aynaya baktığımda kendimi yirmili yaşlarda görürdüm. "Ne var yüzümde Ellie? Yoksa sivilcemi çıkmış?" Diye alay edecekken, Ellie bana acıyarak ve kızarak baktı. "Bunun birgün olacağını biliyordum Zara." "Zara mı? Sen bana kolay kolay Zara diye hitap etmezsin, ne oldu birşey mi var?" Diye gülümsedim.

Ellie, bana çok kızgın bakıyordu. "Ben sana yapma demedim mi? Ama sen bildiğini okur, kimseyi dinlemezsin." Deyince şaşırdım ve "ne yaptım? Anlamıyorum Ellie, açık konuşur musun?" Dedim.

Hızla elini çantasına attı gazete ile kaplı aynanın bir kısmını açıp yüzüme tuttu. Aynaya bakmak için kafamı merakla gülümseyerek kaldırdım.

Aynaya baktığımda yüzümdeki gülümseme yerini şaşkınlığa bıraktı. İnanmamış gözlerle Ellie' nin elinden aynayı hızla çektim ve aynanın üzerindeki gazeteyi tamamen çıkardım. Yüzümü iyice görmem gerekiyordu.

Gördüğüm şey beni telaşlandırmaya yetmişti. "Anlaşılan konseyin yaptığın şeyden haberi olmuş Birdy. Sanırım Dimitri'ye kestikleri cezayı sana uygulamamışlar ve sanırım bu sefer bütün ceza sana kesilmiş."

"Daniel kurtuldu mu şimdi?" Diye sevinirken, Ellie bana kızarak baktı. "Farkında değil misin? Yavaş yavaş insana dönecek ve öleceksin Birdy."

"Olsun, onun hayatı kurtulsun yeter ki" deyince Ellie kızgın bir yüzle bana baktı.

"Belki de kurtulabilirsin. Bunun bir yolu olduğunu duymuştum Birdy" dedi.

 bal___arisi

Ellie'nin aklında ne vardı bilmiyordum ama beni bu yaşlanmış yüzden kurtarabilecek bir fikir bulduğunu anlamıştım. Aynaya baktığımda bana bakan yüz artık yirmilerinde değil, otuzlarında bir kadındı. Yine de tanınmaz halde değildim. Göz kenarlarım biraz kırışmış, saçlarım hafifçe beyazlamıştı sadece. Yıllar önce işlediğim suçtan konseyin nasıl haberi olmuştu da bana bu cezayı vermişlerdi anlayamıyordum. Git gide insana dönüşüyordum.

"Aklında ne var?" Diye sorarak Ellie'ye döndüm. Ancak o, bana cevap vermek yerine arkamdaki bir yere odaklanmıştı. Merakla döndüğümde şaşkınlıktan nefesimin kesilmesine engel olamadım.

Daniel, orada durmuş bizi dinliyordu. Ne zamandır oradaydı? Beni takip ettiğini nasıl fark etmemiştim? Konuştuklarımızın ne kadarını duymuştu?

Yüzündeki öfkeyle üzerime doğru yürüdüğünde Ellie önüme atıldı. "Ona dokunursan seni öldürürüm!"

"Nasıl?" Diye öfkeyle sordu Daniel. "Çünkü ben daha önce defalarca denedim ama olmuyor!"

Acıyla gözlerimi kapadım. Demek kendini öldürmeyi denemişti. Hem de birçok kez...

"Ne istiyorsun?" Diye öfkeyle sordu Ellie.

"Muhatabım sen değilsin, o."

Gözlerimi açıp Daniel'in yüzüne baktım. O anda fark ettim. "Yüzün..."

"Ne var?" Aksi bir tavırla Ellie'yi kenara itip hâlâ elimde tuttuğum aynayı çekip aldı ve yüzüne baktı. Yaşlanmış yüzüne. O da benim gibi artık yirmilerinde değil, otuzlarında görünüyordu. Demek aynı cezayı ona da vermişlerdi. Peki kim, nasıl haberdar olmuştu işlediğim suçtan da, beni konseye ispiyonlamıştı?

Daniel yüzünü incelerken kaşlarını çatmıştı. Eliyle gözlerinin çevresine ve yanaklarına dokundu.

"Seni de cezalandırmışlar." Kelimeler ağzımdan fısıltıya yakın bir tonda çıktı. En azından ceza alanın sadece ben olduğumu sanmıştım.

"Böyle olacağı belliydi." Diye sitem etti Ellie. Ardından elimi tutup beni sürüklemeye başladı. "Yürü Birdy gidiyoruz. Fazla vaktin yok belli ki."

"Hiçbir yere gitmiyorsunuz. Konuşacaklarımız var. Bana yaptıkların hakkında."

Ellie'nin elini bıraktım. "O haklı Ellie. Ona en azından bir açıklama borçluyum."

Ellie gözlerini ikimizin üzerinde gezdirdi. Derin bir nefes alıp oflayarak verirken ikna olmuş gibiydi. "Belli ki ölmeye çok meraklısın. Kabul. Ama sadece on dakika. Sonra seni kurtarmaya gideceğiz." Aklındaki planın ne olduğunu henüz öğrenememiştim ama önceliğim Daniel ile yüzleşmekti. Ellie uzaklaşıp bizi konuşmamız için yalnız bıraktı.

"Ne bilmek istiyorsun?" diye sordum Daniel'e dönüp. Gözlerine bakamıyordum. Bunu fark edince eliyle çenemi hafifçe yukarı ittirdi ve gözlerimizi buluşturdu.

"Neden yaptın?" diye sordu. Bunu soracağını biliyordum.

"Ölmene izin veremezdim."

"İyi de neden?"

Lafı dolandırmanın bir anlamı yoktu. Hem bu yaşananlar artık onlarca yıl geride kalmıştı. Ona dürüst oldum. "Çünkü senden hoşlanmıştım."

"Tam bir aptalsın." Dedi ve elleriyle yüzünü ovuşturarak bana sırtını döndü. Aniden sinirlendiğimi hissettim. Ben olmasaydım oracıkta ölecekti, şimdi gelmiş bana aptal diyordu!

"Sensin aptal!" Diye bağırdım arkasından. "Seni kurtarmak için kendimi ne kadar büyük bir tehlikeye attığımın farkında değil misin?"

"Sen buna kurtarmak mı diyorsun?" Diyerek hışımla bana döndü. "Neler yaşadığımdan haberin var mı? Kaç insan öldürdüğümü biliyor musun? Her gün vicdan azabı ile yanıp tutuştuğumu, kendimi öldürmeyi kaç kere denediğimi biliyor musun?"

Gözlerimin dolduğunu hissettim. Bunu hissetmek garipti. Demek insan olsam bu kadar ağlak bir kız olacaktım.

"Bir karar vermem gerekiyordu ve seni dönüştürmeyi seçtim. Belli ki yanlış kararmış."

"Hayatımı mahvetmek yanlış bir karardı, evet!"

"Bana bağırmayı kes!" Sesim, onun sesinden daha yüksek çıkmıştı. "Ben hiç vicdan azabı çekmedim mi sanıyorsun? Tam yirmi yıl boyunca seni izleyip arkanı kollamadım mı sanıyorsun? Seni dönüştürüp keyfime mi baktım sanıyorsun?" Yutkundum. "Hiç aklımdan çıkmadın ki."

Bu defa gözlerini kaçıran oydu. Birkaç saniyelik bir sessizlik oldu aramızda. Ardından yüzüme bakmadan konuştu: "Seni affedebilecek miyim bilmiyorum, Zara."

"Beni affetmeni beklemiyorum, Daniel. Sadece beni anla yeter."

Hafifçe başıyla onayladı.

Ellie'nin görünmesiyle konuşmamız sonlanmış oldu. "Yeterince hasret giderdiyseniz gidelim mi artık Birdy?"

"O da bizimle gelmeli." Dedim hiç düşünmeden. Madem o da ceza almıştı ve Ellie'nin bu cezadan kurtulmak için bir fikri vardı, Daniel de bu fikirden faydalanmak zorundaydı.

"Bunu demenden korkuyordum." Diyerek göz devirdi. "Uzun bir yolculuğa çıkacağız. Fazla insan bizi yavaşlatır."

"Onu ölüme mi terk edelim?!"

"Zaten bütün bunları onu en başında ölüme terk etmediğimiz için yaşıyoruz!"

"Afedersiniz ama ben burada yokmuşum gibi konuşmaya daha ne kadar devam edeceksiniz?" Daniel sözümüzü kesmese daha devam edecektik muhtemelen. "Cezadan kurtulmak için planınız nedir?"

"Evet Ellie, anlat artık şunu!" Diyerek üsteledim ve Ellie anlatmaya başladı.

"Vampir olmanın tek yolu bir vampir tarafından ısırılmak değil. Efsaneye göre, yeryüzündeki ilk vampiri yaratan ağaç hala yaşıyor. Ben sizi tekrar ısırsam, cezalı olduğunuz için yeniden vampire dönüşemezsiniz ama o ağacın özünü içen herhangi biri yeniden vampire dönüşebilir."

Kulağa işe yarar geliyordu. "Nerede peki bu ağaç?"

"Nantucket Adası'nda."

"Orası Boston'a dokuz gün uzaklıkta. Rüzgar ters eserse daha da uzun sürebilir."

"Ben de geliyorum." Diyerek öne atıldı Daniel. "Tekne kullanmayı biliyorum. Seni oraya zamanında yetiştirebilirim Zara."

" 'Bizi' demek istedin herhalde, değil mi?" Diyerek onu düzelttim. Sanki kendini değil beni kurtarmayı önemsiyor gibiydi.

"Evet... Bizi. Her neyse, acilen yola çıkmalıyız. Sadece sekiz günümüz var."

"O da nereden çıktı?" Ellie şüpheci bakışlarını Daniel'e çevirmişti.

"Sadece bir tahmin." Dedi Daniel. "Cezanın bir mantığı olmalı. Bir günde on yaş yaşlandık. Şu anda otuzlarımızda gösteriyoruz. Her gün on yaş alacağımızı ve yüz yaşında öleceğimizi tahmin ediyorum."

"Sence bizi kim ispiyonlamış olabilir?" Diye sordum Daniel'e. "Sen kimseye benden bahsetmiş miydin?"

"Bunları yolda konuşuruz. Şimdi bir an önce yola koyulmalıyız."

"Ben gelmiyorum." Dedi Ellie aniden.

Kaşlarımı çattım. "Saçmalıyorsun."

"Üç kişi, iki kişiden daha yavaş hareket eder. Madem tekne için ona ihtiyacın var, o zaman ben ayak bağı olmayacağım."

"Ama Ellie..."

"Bir kere de itiraz etme Birdy! Zaten kendini bu batağa çekmene engel olamadım. Bari kurtulmana engel olmayayım."

Diyecek bir şey bulamadığımdan ona sarılıverdim. Bu uzun bir veda sarılmasıydı.

"Bizi biraz yalnız bırakır mısın?" Diye sordu Ellie Daniel'e. Daniel başıyla onaylayıp uzaklaştığında Ellie: "Ona güvenmiyorum." Dedi.

"Ne demek istiyorsun?"

"Ortada şüpheli bir şeyler var. Konsey yaptığın şeyi nasıl öğrendi? Neden size Dimitri kadar ağır bir ceza vermek yerine böyle bir ceza seçtiler? Daniel bizi nasıl buldu, hem de tam cezanın başladığı gün?"

Sorduğu sorulara bir cevabım yoktu ama gerçekten önemli noktalara parmak basmıştı. "Haklısın."

"Kendine dikkat, Birdy. Arkanı kollamak için orada olamayacağım ama sağ salim döndüğünde burada olacağım. Anlaştık mı?"

Yüzüme buruk bir gülümseme yerleşti. "Anlaştık."

◇◇◇

Güneş batarken Daniel ile yola çıkmıştık bile. Bir araba ayarlamıştık. Çantalara biraz erzak depolamıştık ve ben ana yolda arabayı sürüyordum. Yaklaşık dört günlük mesafeden sonra limana ulaşıp bir tekne bulmamız gerekiyordu. Denizde de dört, beş günlük yolumuz olacaktı. Daniel'in tahminine göre ya tam zamanında yetişecek ya da birkaç gün ile geç kalacaktık.

"Yorulduysan direksiyona ben geçebilirim." Dedi Daniel. Sağ koltukta oturuyordu. Henüz iki saattir yoldaydık.

"Şimdilik iyiyim. Sağ ol."

"Sana bağırdığım için üzgünüm." Aniden değişen konu ile şaşkınlığa uğradım.

"Ben de sana bağırdım. Ödeştik bence."

Hafifçe güldüğünü duydum. "Oysa tanıştığımız gece ne güzel sohbet etmiştik."

Bunu hatırlıyordum. O gece onu sanki yıllardır tanıyormuşum gibi hissetmiştim. "Belki de o yeteneğimizi kaybetmişizdir."

"Belki de."

Bunun üzerine bir daha konuşmadı. Güneş battıktan sonra uykuya daldı. Ben birkaç saat daha sürdüm ama sonrasında benim de uyumam gerektiğini fark ettim. Arabayı sağa çekip Daniel'i uyandırdım. Direksiyona o geçerken ben de uyumak için arka koltuğa kıvrıldım.

◇◇◇

Gözüme giren güneş ile uyandığımda Daniel hala sürüyordu. Gece boyu uyumak için bir daha durmadığı yüzünden anlaşılıyordu. "Günaydın." Dedi bana düz bir sesle.

"Günaydın. Direksiyonu devralabilirim."

"Hayır demem."

Böylece sağa çekti ve yer değiştirdik. Arka koltuğa geçtiğinde uyuyacağını anladım. "Keşke gece uyusaydın biraz. Ben sürerdim."

"Seni uyandırmaya kıyamadım." Söylediğinde ciddi olup olmadığını anlayamadan sırtını dönüp yatmıştı bile.

Birkaç saat sonra çok acıktığım için arabayı sağa çektim. Araba durunca Daniel de uyanıp soran gözlerle bana baktı. "Karnım acıktı." Diye açıklama yaptım. Daniel hemen inip bagajdan çantaları çıkardı. İnsan kanını düşündükçe midem bulanmaya başlamıştı. Bu yüzden yanımıza insan yemekleri almıştık.

Ben sağ koltukta sandviçlerden birini yerken arabayı Daniel sürüyordu. Durup beraber yemek için vaktimiz yoktu ama onun da aç olduğunu tahmin ediyordum. Aklıma gelen fikirle çantadan bir sandviç daha çıkardım ve Daniel'ın ağzına doğru uzattım.

Bana yandan bir bakış attı ve hafifçe gülümsedi. Sonra sandviçten bir ısırık aldı.

"Senin aç kalmana kıyamadım." Diyerek birkaç saat önce söylediği söze gönderme yaptım.

"Anlaşılan birbirimize zaafımız var."

"Onca yıl sonra bile mi?" Kendimi sorgulamama sebep oluyordu. Ona bakarken tanıştığımız gecenin büyüsünü hatırlamamak mümkün değildi. Yine de bu anı çok eskide kalmıştı.

"Birbirimizin aklından hiç çıkmadıysak, gerçekten onca yıl ayrı kalmış sayılır mıyız?" Diye bir yorum yürüttü.

"Keşke birbirimizin aklında mutlu anılarla kalabilseydik." Dedim çünkü onun hayali bana yıllarca acı vermişti ve onun da beni hala affetmediğini biliyordum.

"Keşke." Dedi. Sandviçten bir ısırık alıp onunkini de ona uzattım. İkimiz de lokmamızı çiğnerken değişim gerçekleşti. Daniel bir yola, bir bana bakıyordu. Ben ise gözlerimi ondan alamıyordum. Saçlarımızın beyazları arttı. Ellerimizdeki damarlar belirginleşti ve yüzümüzün çizgileri genişledi.

"Vay canına." dedim. "Birlikte yaşlanıyoruz."

Artık kırk yaşımızdaydık.

"Beyazlar yakıştı sana." Dedi saçlarımı kastederek. Dikiz aynasından yüzümü görmeye ve yeni görüntüme alışmaya çalıştım.

"Teşekkür ederim ama yaşlanmayı kimse sevmez."

"Ben isterdim."

Bakışlarımı ona çevirdim. "Nasıl yani?"

"Vampir olmaktan nefret ediyorum." Bakışlarını yoldan ayırmadı. "Birkaç on yıl boyunca sevdiğim biriyle yaşamayı, sonsuza dek vampir olarak yalnız yaşamaya tercih ederdim."

"Sonsuza dek vampir olarak, sevdiğin biriyle yaşasan?" Bu soru öylece ağzımdan çıkıvermişti. Ağacı bulup sonsuza dek beraber yaşamamızı istediğimi düşünecekti.

"İnsanları yiyecek için öldürmekten tiksiniyorum." Dedi gayet net bir biçimde. "Bir zamanlar asker olmam bu durumu değiştirmiyor."

"Ama şu anda tekrar vampir olmaya gidiyoruz." Diye hatırlattım.

"Sandviç versene."

◇◇◇

Güneş yeni batmıştı ki benzin almak için durduk. Bir buçuk gündür yoldaydık ve oturmaktan yorulmuştuk. Benzini doldurup sadece beş dakikalığına yürüyüşe çıktık.

"Görmek istediğin yerleri görebildin mi? Londra, Brezilya..." Diye sordum.

"Hatırlamana şaşırdım."

"Hiç unutmadım ki..."

Gülümsedi. Beyaz ve grilerin bir arada olduğu saçları rüzgarda uçuşuyordu. "Aslında göremedim. Dediğim gibi, vampir olmak bütün yaşam enerjimi tüketmişti."

Bunu duyduğuma üzülmüştüm. Oysa ki ben onu, hayallerini yerine getirebilmesi için dönüştürmüştüm. "Gerçekten bu denli çok mu nefret ettin benden, seni dönüştürdüğüm için?" Sesim kalp kırıklığımı yansıtıyordu.

Daniel durdu ve yüzüme baktı. Gözleri içimi okumaya çalışıyor gibiydi. "Denedim." Dedi. Rüzgardan gözümün önüne gelen bi tutam saçımı geriye ittiğinde, tenime değen parmak uçları midemde bir karıncalanmaya sebep oldu. "Denedim ama senden hiç o denli nefret edemedim. Bu beni kızdırdı. Senden gerçekten nefret etmek istedim ama..." Bakışları gözlerimden dudaklarıma kaydı ve bana doğru bir adım yaklaştı. Aramızda sadece birkaç santim kalmıştı. "...ama seni o tren istasyonunda görünce..."

"Sahi, sen beni nasıl buldun?" Diye soruverdim.

Az önceki halinden eser kalmadı. Toparlanıp geriye çekildi ve bakışlarını kaçırdı. "Tesadüf." Dedi. "Arabaya geçelim mi?"

Başımla onaylarken Ellie'nin şüphelerinde haklı olduğunu düşünmeye başlamıştım.

◇◇◇

Direksiyona Daniel geçmişti ve ben de sağ koltukta ikimizin de bisküvilerden atıştırmasını sağlıyordum. Şehirden çok uzaklaşmıştık. Bu yüzden yıldızlar bütün parlaklığıyla üzerimizdeydi. Aracın açık camlarından içeriye ılık bir rüzgar esiyordu.

"Sence bizi kim ispiyonladı?" Diye sordum. Biraz ağzını aramak istiyordum.

"Bilemiyorum."

"Hiç bir başkasına benden bahsetmiş miydin? Yaptığım şeyi bilen..."

"Hayır, kimseye bahsetmedim." Diye kestirip attı.

İşte bu gerçekten şüpheliydi. Bana yalan söylediği çok belliydi. Bizi her kim ispiyonladıysa, Daniel bunu biliyordu ve benim öğrenmemi istemiyordu. "Sen birini korumaya çalışıyorsun."

"Ne? Hayır!"

"Yalan söyleyip durma! Bizi kim ispiyonladı biliyorsun değil mi? Neden onu korumak istiyorsun? Yoksa ona aşık falan..."

Aniden frene basıp arabayı durdurması ve beni kendine çekip dudaklarıma yapışması çok hızlı gerçekleşmişti. Daha ne olduğunu anlayamadan öpüşüne karşılık verdiğimi hissettim. Elimdeki bisküvileri atıp boynuna sarıldığımda belimi kavrayıp beni kendine çekti. Yan koltuktan kalkıp kucağına oturmak dünyanın en doğal şeyi gibi gelmişti.

Beni affetmediğini biliyordum. Onda asla iyileşmeyecek yaralar açtığımı da biliyordum. Ona güvenmemem gerektiğini de hissediyordum. Yine de o ılık havada, yıldızların altında, ikimiz de hızla yaşlanıp ölmek üzereyken, yıllardır baskıladığımız duyguları nihayet serbest bırakmak çok kolay olmuştu.

"Özür dilerim." Dedi ikimiz de sakinleştiğimizde. Yeniden sağ koltuğa geçmiş onu izliyordum. Acaba kaç yaşına geldiğinde artık yakışıklı olmadığını düşüneceğim diye merak ettim.

"Ne için?" Diye sordum.

"Şimdiye dek yaptığım her şey için."

Göz göze bakıyorduk ve gözlerinde hüzün vardı. "Özür dilerim." Dedim.

"Ne için?"

"Şimdiye dek yaptığım her şey için."

◇◇◇

Bu olaydan sonraki iki günlük yolculuğumuz, sessiz bir anlaşma yapmışız gibi sakin geçmişti. Daniel'in bir zamanlar aşık olduğu bir kadının bizi ispiyonladığına ikna olmuştum ve daha fazla soru sormamıştım. O kişinin varlığının kalbimi kırdığını kabul etmekle beraber, kendimi hesap sorabilecek bir konumda da görmüyordum. Daniel'in beni affedemeyeceğini zaten biliyordum. Yine de beni sevdiğinin de farkındaydım. Kendi içinde çelişip duruyordu.

Limana, altmışıncı yaşımıza girdikten birkaç saat sonra ulaştık. Arabadan indiğimde yürümekte zorlandığımı fark edip Daniel'in koluna girdim.

Bir tekne bulmamız yarım saatimizi aldı ama sonunda denize açılmayı başarmıştık. Daniel dümendeydi. Altmış yaşında olmasına rağmen dinç duruyordu. Bense çabuk yorulduğumu hissetmeye başlamıştım.

"Her şey farklı olsaydı belki de şu an bu teknede, beraber bir tatile gidiyor olabilirdik." Dedim. Masmavi sular insanı hayal kurmaya itiyordu. Ya da bir vampiri...

"Mesela Brezilya'ya."

Hayalimle dalga geçmeyip desteklemesine sevinmiştim. Sallanan teknede dengemi kurmaya çalışarak ayağa kalktım ve dümene, Daniel'in yanına gidip omzuna tutundum. "Sence bu hayali gerçekleştirmek için hâlâ bir şansımız var mı?"

"Zara..." Dedi. Dümeni tutan ellerinden birini belime sardı. Bakışlarını yüzüme dikti. Yüzü yaşlansa da bakışları hala ilk tanıştığımız gece olduğu kadar gençti. "Hala anlamamış olamazsın. Ben tekrar vampir olmak istemiyorum."

Yüzümü denize çevirdim. Elbette ki anlıyordum. Sadece umut ediyordum.

"Fikrini değiştirebileceğimi düşünmüştüm."

"Fikrimi değiştirmemi istemezdin. Benimle sonsuza dek yaşamak istemezdin, Zara."

"Yanılıyorsun, Daniel." Dedim. Yüzünü ellerimin arasına aldım. "Seninle sonsuza dek yaşayabilirim."

Dudaklarını öpmek için parmak uçlarıma yükseldim ama o kendini geriye çekince boşluğa düşmüş gibi oldum. "Sana bir şey itiraf etmeliyim."

Başımdan aşağı kaynar sular döküldü. Kollarının arasından kurtulup aramıza mesafe koydum. "Neymiş?"

Gözlerime bakamıyordu. "Ben..."

"Başka birine aşıksın."

"Hayır!" Yaklaşıp artık iyice buruşmuş ellerimi tuttu. "Ömrüm boyunca kimseyi, seni sevdiğim gibi çaresizce sevmedim."

İşte bunu beklemiyordum. Hep başka biri olduğunu sanmıştım. "Öyleyse sorun nedir?"

"Ben..." Derin bir nefes aldı ve bir çırpıda söyledi. "Seni ispiyonlayan bendim."

Ellerimi bir refleks ile ellerinden kurtardım ve donup kaldım. Kulaklarım bana ihanet ediyor olmalıydı. Daniel... Benim tanıdığım Daniel böyle bir şey yapmış olamazdı.

"Özür dilerim, ben..." Diye yeniden konuşmaya başladığında kendime geldim ve onu dinlemek istemediğimi fark ettim. Arkamı dönüp teknenin kamarasına giden merdivenleri inmeye başladım. "Zara bekle!" Diye bağırıp arkamdan geliyordu ama tam o sırada sert bir rüzgar esti ve tekne sertçe yana savrularak yön değiştirdi. Daniel'in küfredip dümene geri koştuğunu duydum. Kamaranın kapısını kapatıp kilitledim ve kendimi yatağın üzerine bıraktım.

Göz yaşlarım işte o zaman akmaya başladı. Tekrar insana dönüştükten sonra ilk defa hüngür hüngür ağladım. Daniel'in kapıya vurup yalvarmalarını duymamazlıktan gelerek orada yalnız başıma saatler geçirdim.

◇◇◇

Sonunda, gecenin ortalarında bir yerde kapıyı açtım. Dümenden kapıya koşan ayak seslerini duydum ve hemen ardından Daniel göründü. Sorarcasına yüzüme bakıyordu.

"Benden ölmemi isteyecek kadar nefret ettiğini bilmiyordum, Daniel Bowman." Dedim. Geçip yatağın ucuna oturdum. O da hemen yanıma yerleşti. Kafamda netleşmeyen şeyler vardı. Beni ispiyonlayarak kendi ölümüne de sebep olmuştu.

"Bana her şeyi de, ama seni sevmediğimi söyleme."

Elimi tutmaya çalıştığında hızla geri çektim. "Yaptıklarınla söylediklerin birbirini tutmuyor."

"Öyleyse anlatmama izin ver." Dedi ve derin bir nefes alıp anlatmaya başladı. "Sen beni ısırdıktan sonra uyandığımda yaşananları tamamen hatırlıyordum. Kanlar içinde çektiğim acıyı, beni bırakmayıp geri dönmeni ve ağzıma akıttığın tatlı kanını... Önce bunların gerçek olabileceğine ihtimal vermek istemedim. Mavi eve gidip seninle konuşmak istedim ama çoktan gitmiştin. Canım ilk kez insan kanı isteyinceye kadar da bir vampir olduğuma inanamadım. Bu isteğimi çiğ hayvan eti yiyerek bastırmaya çalıştım ama bu sadece geçici bir çözümdü. İçimdeki insan kanı isteğiyle gözüm dönene kadar sadece bir hafta dayanabildim. İlk cinayetimi hatırlıyorum. Bir parkta yaşayan evsiz, yaşlı bir adamdı. Kimsesi olmadığı için onu seçmiştim. İnsan kanı bana öylesine bir haz vermişti ki, daha sonraki avlarımda bu kadar seçici olamadım. Birbirini seven insanları öldürdüm. Kadınları ve çocukları. En çaresiz ve savunmasız olanların kanlarını iştahla emerken bir saniye bile tereddüt etmemeye başladım. Asıl vicdan azabı, avımı silip süpürdükten sonra geliyordu. Her cinayetimden sonra daha çok azap çektim. Çektiğim her azapla, aldığım zevk artıyordu. İntihar etmeyi denedim. Kendi kanımı içmeyi denedim. Hiçbiri ölümüme sebep olmadı. Ölmemin tek bir yolu olduğunu anladım ama bu yol senin için de ölüm demekti. Direndim, Zara. İnan bana sadece senin için, on yıllar boyunca o cehennem gibi hayata direndim." Gözündeki yaşları sildi. "Beni affetmeni beklemiyorum. Sadece anlasan yeter."

Aynı cümleyi daha birkaç gün önce ben ona söylemiştim. Daniel anlatırken o anları tekrar yaşamış gibiydi.

"Peki konsey bizi neden hemen öldürmedi de böyle bir ceza verdi?"

"Onları ikna ettim. En azından seninle yüzleşmek için bana biraz süre vermelerini istedim. Ayrıca ölmenin benim için bir ödül olacağını anlamışlardı. Yaşlılıkla süründürmeyi tercih ettiler. Yerini tespit edip, benim de Boston'a gelmemi sağladılar."

Derin bir nefes alıp bu yeni bilgileri sindirmek için kendime birkaç saniye verdim. Daniel'in konseyi bile ikna etmiş olması inanılmazdı. Demek benim için yıllarca nefret ettiği hayata katlanmıştı. Sonunda pes ettiği için onu suçlayabilir miydim?

"Seni affedebilecek miyim, bilmiyorum." Dedim.

"Ben de seni affedebilecek miyim, bilmiyorum." Dedi.

"Ama seni anlıyorum."

"Ama seni anlıyorum."

◇◇◇

Seksen yaşımızın gecesinde hâlâ iki günlük yolumuz vardı. Daniel günlerdir uyumamıştı.

"Güneyi takip etmek kolay. Öğrendim artık. Ben sürebilirim." Dedim.

Yaşlı bedeni zayıflamıştı. Gözleri kapanıyordu. "Peki ama bir sorun olursa beni hemen uyandıracaksın."

"Tamam. Hadi git yat."

Kamaranın merdivenlerini inerken durdu ve birkaç saniye beni izledi. "Sana kör kütük aşık olduğumu söylemiş miydim?"

Güldüm. "Ona benzer şeyler söylemiştin."

"Ama sen bana hiç söylemedin."

Seksen yaşında bir adamdan gelen çocuksu bir istekti. Gülümsemem genişledi. "Seni yıllarca ve her gün sevdim, Daniel Bowman."

◇◇◇

Doksan yaşımıza girdiğimiz öğle vakti rüzgarın arkamızdan hızlanmasını diliyordum. "Eğer ölürsek..." Dedim. Sonra onun zaten yaşamak istemediğini hatırladım. "Yani eğer ölürsem, tüm bu yolculuk boşa gitmiş olacak."

"Bence boşa gitmiş sayılmaz." Dedi. Doksan yaşındaydı ve hâlâ yakışıklıydı. "Beni sana kavuşturdu bu yolculuk."

"Yolun sonunda ayrılacağız, biliyorsun."

"Birbirimizin aklından hiç çıkmazsak, gerçekten ayrılmış sayılır mıyız?"

Teknenin arkasından güçlü bir rüzgar esti.

◇◇◇

Adaya ayak bastığımızda öğlen olmak üzereydi. Tam öğle vakti yüz yaşına gelecek, yani ölecektik. Ağaç, tüm ihtişamı ile karşımızda dikiliyordu. Neredeyse siyaha yakın, kalın bir gövdesi ve dallarında azıcık turuncu yaprağı vardı. Neredeyse kuru görünüyordu.

Çantaları yüklenip birbirimizin koluna girdik ve ağrıyan bedenimizin elverdiği ölçüde hızla ağaca yaklaştık.

Daniel çantadan ağacın özünü çıkartmak için yanımıza aldığımız aparatları çıkarttı ve hemen işe koyulduk. Önce bir delik açtık, sonra küçük boruyu deliğe yerleştirip çekiçle yerine sabitledik. Geriye bir tek beklemek kalıyordu. Borunun altına oturduk. Sıvı, güneş tam tepeye gelmeden önce akarsa kurtulabilecektim ancak.

"Bana katılmak istemediğine emin misin?" Diye son kez sordum Daniel'e. "Ölmeye hazır mısın?"

"Asıl sen, öldürmeye hazır mısın?"

Bu, beklemediğim bir soruydu. O işlediği cinayetlerden azap duyuyordu. Peki ya ben?

Bir anda tüm parçalar yerine oturdu. Yol boyunca onu vampir olmaya ikna etmeye çalışmıştım. Oysa belki de tam tersinin olması gerekiyordu. Aşkı bulmak dahil, yaşamak istediğim tüm deneyimleri yaşamamış mıydım? Sonsuz yaşamın nesi iyiydi? O an anladım.

"Biliyor musun, seni affettim Daniel."

Daniel gülümsedi.

"Biliyor musun, seni affettim Zara."

Güneş tepeden vururken onu öptüm. Ağaçtan akan kızıl sıvının tam da dudaklarımızın üzerine döküleceğini tahmin etmemiştim.

Yazarlarımızın ortaya çıkardığı Fantastik Romantizm hikâyesini nasıl buldunuz? Düşüncelerinizi buraya bırakmaktan çekinmeyin. Yorumlarınızda hem yazarlarımıza hem de tüm Wattpadseverlere karşı Davranış Kuralları'na azami ölçüde dikkat etmeyi lütfen unutmayın.

Gelelim hikâyemizin başlığına... Sizce bu hikâyeye en çok yakışan isim nedir? Herkes bu satıra dilediği kadar başlık bırakabilir. Biliyorsunuz ki Eros tüm yorumları okumak için tam da burada bekliyor! 

Yazan, okuyan, bizimle birlikte bu etkinliğe zaman ayıran herkese sonsuz teşekkürler!

Bir sonraki hikâyemizde görüşmek üzere! ❤

Bạn đang đọc truyện trên: AzTruyen.Top