2. Bölüm


Her şey çok değişmişti...

Bir örnek vermek gerekirse, daha önce bana iyi davranan aşçıbaşı bile zalimleşmeye başlamıştı. Kendisine "Bay Muridge" dememi istiyor, kaba saba davranıyor, emirler yağdırıyordu.

Dört kamarayı temizliyor, ayrıca mutfakta Thomas'a yardım ediyor, patates soyuyor, çay pişiriyor ve sofrayı kurup kaldırıyordum.

İşe başladığım ilk gün, hava çok rüzgarlıydı. Dalgalar gemimizi bir oraya, bir buraya sürükleyip duruyordu. Beni sabahleyin erkenden saygısızca kaldırmışlardı. Çay hazırlamış, bir elime taze ekmeği, öbür elime çaydanlığı almış, kaptanın kahvaltısını götürüyordum. Kurt Larsen bir köşede oturup sigarasını içerken, birden uzaklarda bir yere baktı, telaşla:

"Dikkatli ol! Geliyorlar!"diye bağırdı.

Ne demek istediğini anlayamadım. Kocaman bir dalga geldi ve beni aldığı gibi uçurdu, mutfak kapısının yanına atıverdi. Dizim çok sızlıyordu. Kaptan:

"Haydi sallanma! Dinlendiğin yetsin. Hımbıllık etme. Daha çok işin var." diye bağırdı.

Bu sözler sanki herkese bir işaret olmuştu. Başta aşçıbaşı olmak üzere beni böyle çağırmaya başladılar. Kaptandan cesaret alan aşçıbaşı yanıma geldi:

"Hep öyle yatıp duracak değilsin ya. Hadi bakalım. Çayı yeniden yap da aklın başına gelsin." diye beni azarladı.

Acıyla yüzümü buruşturduğumu görünce:

"Ne o, dizin çok mu ağrıyor süt kuzusu?" diye sordu.

Çaresiz ayağa kalktım ve yeniden çay hazırlamaya başladım.

Kahvaltıdan sonra yatağımın üstüne oturup dizimi inceledim. Gemici Henderson yanıma gelerek yarama baktı:

"Kötü yaralanmışsın. Üstüne bez sar, geçer." dedi.

Bu gemicilerin tedavi yöntemleri bu kadar basitti işte. Evde olsam günlerce yatakta yatardım. Ama burada çalışmak zorundaydım.

Geçmişi düşündüm. Evde kalan yakınlarımı gözümün önüne getirdim. Yakınlarım ve arkadaşlarım beni öldü sanıp ne kadar üzülmüşlerdir kimbilir.

Böyle düşünüp dururken, bir de baktım ki, üstümdeki giysiler kuruyuvermiş. Evde olsam bunları hemen çıkarmazsam üşütüp hastalanabilirdim. Demek ki güç koşullara alışmıştım. İnsanoğlunun en önemli özelliği buydu işte.

Bu gerçeği ilerde daha iyi anlayacaktım.

***

Gece hiç uyuyamadım. Dizim çok acıyordu. O bakımdan sabah erken kalkamadım. Aşçıbaşı beni tekmeyle kaldırmak istedi. Ama gürültü ettiği için bir avcı çok kızdı ve postalını adamın kafasına fırlatıverdi. Thomas özür dileyerek dışarı fırladı. Yediği darbeyle kulağı şişmişti.

Giyinirken cüzdanımın içinin bomboş olduğunu gördüm. Tam yüzseksenbeş dolarım vardı. Oysa şimdi tek bir gümüş lira kalmıştı geride. Öfkeyle aşçıbaşının yanına koştum:

"Cüzdanımdaki paralar nerede?" diye sordum.

Aşçıbaşı soğukkanlılıkla:

"Buraya bak hımbıl!" diye tısladı. "Sana yaptığım iyilikleri unuttun galiba. Hadi bakayım, doğru işine git ve bir daha böyle yersiz sorular sorma!"

Yumruklarını sıkıp üstüme yürüdüğünü görünce sesimi çıkaramadım. Burada her şey kaba kuvvetle çözümleniyordu. İnsanlık, ahlak gibi erdemler bir kenara atılmıştı.

Kahvaltıyı hazırlayıp yerine ulaştırdıktan sonra, aşçıbaşı elime bir kova ocak külü verip, denize dökmemi istedi. Hava rüzgarlıydı. Kovayı dökecekken Johansen bir işaret yaptı. Bana selam veriyor sandım. Meğer külleri öteki tarafa dökmemi istemiş. Külleri denize dökeyim derken, rüzgarın etkisiyle küller üstüme uçuştu. Kül banyosunu yalnız ben yapsam neyse, kaptanla dümenci de küllere bulandı. Kaptandan öyle bir tekme yedim ki, yere kapaklanıverdim. Mutfağa ancak sürüklenerek dönebildim. Kaptan'ın arkamdan gelip beni döveceğinden korktum. Ama gelmedi. Öğleden sonra Kaptan'ın kamarasını temizlerken başucundaki küçük bir kitaplıkta edebiyat, sanat, bilim kitaplarına rastladım ve çok şaşırdım. Kamaradan çıkarken kaptan hakkındaki düşüncelerim de ne kadar yanıldığımı anladım ve ona paramın çalındığını söylemeye karar verdim.

Kaptan küpeşteye dayanmış, dalgın dalgın bir şeyler düşünüyordu, ağzında sigarası vardı. Yanına yaklaştım ve soyulduğumu anlattım. Aşçıbaşından kuşkulandığımı belirttim.

"Bu sana bir ders olsun." diye mırıldandı. "Bundan sonra paranı nasıl saklayacağını öğrenirsin, gerekli önlemleri alırsın artık. Parayı sen kazanmadığın için, değerini bilmiyordun. Bu iş, bu yüzden geldi başına..."

Bunları dedikten sonra sustu, sigarasından birkaç nefes çekerek uzaklara baktı. Sakin bir sesle:

"Seni burada tutmamın nedenini biliyor musun?" diye sordu.

"Çünkü benden daha güçlüsün." dedim öfkeyle.

"Bunu yalnız kaba kuvvete mi bağlıyorsun? Sakın yanılmış olmayasın? Belki başka nedenler de olabilir... Bir de bunları düşünsene. Neyse, yaşayan görür!"

Böyle dedikten sonra gitmeye hazırlandı. Durdu:

"Çalınan paran ne kadardı?" diye sordu.

"Yüzseksenbeş dolar... Efendim!" dedim.

Kafasını sallaya sallaya yürüdü.

Tayfalara sövüp saydığını duydum.

***

Ertesi sabah hava çok güzeldi. Kaptan güvertede gezinip duruyor, geminin daha hızlı gitmesi için kuzeydoğudan gelecek rüzgarı bekliyordu. Avcılar son hazırlıklarını yapıyorlar, sandallarına av malzemelerini yüklüyorlardı. Altı sandal avcıların, bir sandal da kaptanındı.

Gemicilerle avcılar arasında anlaşmazlık vardı. Sık sık kavga çıkıyordu. Yine öyle günlerden biriydi. Sinirli bir hava vardı gemide. Her gün gemicilerden biri direğe çıkar, fırtınanın dolaştırdığı ipleri çözerdi. Sıra Harrison adlı bir köylü çocuğuna gelmişti o gün. Pek gemicilikten anladığı yoktu Harrison'un ve direğe çıkmaktan korkuyordu.

Johansen buna çok kızdı ve sövüp saymaya başladı.

Kaptan, öfkeyle onu susturdu.

"Yeter!" diye bağırdı. "Bu gemide benden başkası küfredemez. Anladın mı?"

"Evet efendim! Başüstüne!"

Harrison, kurtuluş olmadığını anlayınca direğe tırmanmaya başladı. Korkudan tir tir titriyordu. Paniğe kapılırsa yere düşebilirdi. Büyük bir dalgayla gemi yana yattı ve Harrison düşecek gibi oldu. Zar zor kurtuldu ama, sapsarı kesilerek kusmaya başladı.

Kaptanın ona acıyarak aşağıya indireceğini sandım. Ama o, onu korkaklıkla suçladı, Johansen'in aşağıdan çekilmesini emretti. Johansen Kaptan'a karşı çıktı ve:

"İyi niyetli biridir. Zamanla öğrenir. Bu bir..."

Sözlerini tamamlayamadan kaptan onu susturdu:

"Yeter!" diye bağırdı. "O, benim adamım değil mi? Ne istersem yaparım. Siz ne karışıyorsunuz? Orada kalacak."

Harrison tırmanmayı sürdürdü, direğin tepesine gelince iplerin düğümlerini çözdü, yelkenleri yerli yerine oturttu. Aşağıya bön bön baktı. Herhalde inmeye cesareti yoktu. Saatlerce orada kaldı. Yardım etmeye kalkanları kaptan engelledi.

Harrison baktı ki iş başa düştü, kendisine aldıran yok, saat altıda yavaş yavaş aşağıya indi. Hiç konuşmadan, önüne bakarak kamarasına gitti.

Ertesi gün, öğleden sonra, güverteyi silerken, kaptan başıma dikildi.

"Ne o, bugün niye bu kadar sinirlisin, ne oldu?" diye sordu.

"O çocuğa karşı gösterdiğiniz acımasızlık beni üzdü." dedim sertçe.

Kaptan bir kahkaha attı:

"Ha, şu deniz tutan çocuğu kastediyorsun galiba." dedi. "Böyledir işte. Kimini deniz tutar, kimini tutmaz. Dün ona yardım etmiş olsaydık, direğe bir daha çıkamazdı."

"Ama neredeyse düşüp ölecekti. İnsanlara hiç değer vermiyorsunuz."

"İnsan hayatı mı dedin? Böyle basit insanlar için hayatın değeri ne olabilir ki? Unutma... Hayat sadece insanların kendisi için değildir. Herkes kendi hayatının değerini bilmeli, ona göre davranmalıdır. İnsan, kendisini kurtaramadıktan sonra, diğerleri ne yapabilir ki?"

Güvertenin temizliğini bitirince doğrulup Kaptan'a baktım.

"Evet, bu konuda ne düşünüyorsun bakalım?" diye sordu.

"Hiç..." dedim. "Dün söylediklerinize bugünküler birbirlerine uyuyorlar."

***

Öğle yemeğinden sonra, kaptan, kamarasında aşçıyla iskambil oynamaya başladı. Ben içki ve yiyecek taşırken, onlar çoktan masaya oturmuşlardı bile. Aşçıbaşı hiç durmadan içiyor, içtikçe de gevezeleşiyordu. Söylediğine göre, İngiltere'de iyi bir ailenin çocuğuymuş. Kara talihi onu buraya atmış.

"Ben iyi bir insanım, param da boldur." deyip duruyordu.

Çok geçmeden Thomas kumarda kaybetmeye, kaybettikçe içmeye, içtikçe de daha çok kaybetmeye başladı. Kaptan da içiyor, ama içki ona pek dokunmuyordu. En sonunda aşçı bütün parasını kaybetti ve hıçkıra hıçkıra ağlamaya başladı. Kaptan bir şey olmamış gibi onu seyrediyordu. Bana dönerek:

"Aşçıbaşını dışarı çıkar da biraz hava alsın. Durumu kötü." dedi.

Aşçının koluna girip dışarı çıkardım. Olayı öğrenip kahkahayla gülen birkaç avcı onu elimden aldılar. Geri döndüğümde kaptan, kazandığı paraları sayıyordu.

"Tam yüzseksenbeş dolar..." diye mırıldandı. Öyleyse gemiye geldiğinde cebinde beş para yokmuş.

"Benim paralarımı çalmıştı. Onlar benim paralarım."

"Hayır." dedi. "Sanırım bir dilbilgisi hatası yaptın. Benimdi diyecektin."

"Dilbilgisi değil, ahlak sorunu bu." dedim.

Rahat bir soluk alıp arkasına yaslandıktan sonra:

"Biliyor musun Hımbıl... İnsan ancak kendi kendine haksızlık eder. Benim sana parayı vermem, kendime karşı bir haksızlık değil mi?" dedi.

Öfkeyle bağırdım:

"Sizin ahlakla uzak yakın hiçbir ilginiz yok!"

"Evet, öyle." dedi hiç kızmadan. "Benim namım Kurt'tur, unutma!"

O akşam sofrada Kaptan ve avcılarla birlikteydim. Yemek servisini, Kaptan'ın emriyle aşçıbaşı yapıyordu.

Gece boyunca Kaptan'la ahlak, erdem gibi konulardan söz ettik.

***

O günden sonra, Kaptan Kurt Larsen'le sık sık oturup konuşmaya başladık. Akşam yemeklerini birlikte yiyor, çeşitli konulardan söz ediyorduk. Kaptan, kendine özgü bir dünya görüşü olan, ilginç bir kişiydi. Aynı zamanda da çok ilkeldi. Kızdığı zaman dünyayı gözü görmüyordu. Bir gün kendisini biraz fazlaca eleştirdiğim için kolumu öyle bir sıktı ki, kendimi bir mengeneye kısılmış sandım. Kolumu bırakınca hemen yere yığıldım.

Ertesi günü, mutfakta patates soyarken yanıma geldi. Kolumun nasıl olduğunu sordu. Daha ben bir şey demeden gülerek:

"Daha da kötü olabilirdi." dedi.

Dediğini kanıtlamak için irice bir patates aldı, öyle bir sıktı ki, patates püre haline geliverdi. Patatesin posasını önümdeki tabağa fırlatarak çıktı gitti.

Kaptan'la sıkı fıkı olup, kendisinin bize hizmet etmek zorunda kalması yüzünden olacak, aşçıbaşı bana kin ve nefretle bakıyordu. Durmadan sövüp sayıyor, kendisinin yapması gereken işleri bile bana yüklüyordu. Onun bu hareketine karşı homurdanmaktan başka bir şey yapamıyordum. Bir gün de bana pis pis bakarak, gemici bıçağını bilemeye başladı. Herkes aşçıbaşının bana olan düşmanlığını haber almıştı. Ne olacağını merak ederek bizi izliyordu.

Korkumdan ona arkamı dönemiyor, mutfaktan çıkarken bile geri geri yürüyordum. Bu durumumla diğer gemiciler dalga geçiyorlar, alayla gülüyorlardı. Daha fazla dayanamadım ve durumu Kaptan'a anlatmaya karar verdim.

Kaptan, akşam yemeğinden sonra kamarasında oturmamı söyleyince konuyu ona açtım. Hiç etkilenmemiş bir yüz ifadesiyle beni dinledikten sonra:

"Korkuyorsun değil mi?" diye sordu.

"Evet..." dedim. "Ne yalan söyleyeyim, korkuyorum."

"Saçmalama." dedi. "Ne varmış ·korkacak? Bu korkundan kurtulmalısın. O sana nasıl davranıyorsa, sen de ona öyle davran, yılgınlık gösterme. Başka seçeneğin yok! Onu yenersen seni aşçı yaparım ve aylığını da kırkbeş dolara yükseltirim..."

Kararımı verdim ve ben de bir gemici bıçağı alıp, belime soktum. O, bıçağını çıkarıp bilemeye başladığı zaman, ben de bıçağımı çıkarıp bilemeye koyuldum. İki saat sonra aşçıbaşı aniden elindeki bıçağını ve bileği taşını yere bırakarak elini bana uzattı:

"Bu adamlar birbirimizi bıçaklamamızı bekliyorlar. Onlara bu fırsatı vermeyelim. Sen aslında iyi birisin Hımbıl. .. Haydi gel de tokalaşalım!" dedi.

Şaşkınlıkla yüzüne baktım. Ondan böyle bir davranış beklemiyordum. O, el sıkışmak istemediğimi sandı.

"Peki, sen bilirsin. Elimi ister sıkarsın, ister sıkmazsın." dedi. "Ne yaparsan yap, seni yine seveceğim."

Yanımda küçük düştüğünü anladı. Öfkesini seyircilerden çıkarmak istercesine, orada toplananlara:

"Gösteri bitti beyler!" diye bağırdı. "Haydi bakalım çekin arabanızı!"

Bizi seyredenler giderlerken kendi kendilerine:

"Zavallı aşçıbaşı. .. " diye mırıldanıyorlardı. "Hımbıl onu yendi. Artık mutfağın tek efendisi Hımbıl'dır."

Gerçekten de gemicilerin düşündüğü gibi oldu. Aşçıbaşının süngüsü düşmüştü. Artık bana eskisi gibi kötü davranmıyor, aksine saygılı bir tavır takınıyordu. Bana emretmesi falan kalmamıştı.

Açık denizdeki yeni okulumda bir dersten daha başarıyla geçmiştim. Dersin adı: "Kaba kuvvete karşı kaba kuvvetle karşılık vermek"ti.

Şu anda içinde bulunduğum toplumun tek kuralı buydu sadece!

Bạn đang đọc truyện trên: AzTruyen.Top