DENEK
Uyandığımda aciz bedenim soğuk bir yatağın üzerindeydi. Göz kapaklarımın ağırlığı altında odaya bakıyordum. Oda beni izliyordu sanki. Koyu gri duvarlar dışında birkaç yatak gördüğümü hatırlıyorum. Neredeydim ben? Ellerimle kuvvet alarak doğrulduğum. Kollarımda var olan birçok yara izini görebiliyordum. Aslında sanki birileri koluma çeşitli delikler açmıştı. Neden böyle bir şey yapılmıştı ki?
Odaya bir kez daha baktım. Büyük hacimdeki metal kapı gözüme çarptı. Ayağa kalkmaya yelteniyordum ki üzerimden örtünün kalkmasıyla karnıma bağlı olan birkaç boruyu fark ettim. Panikledim. Bunlar neden bana bağlıydı? Korkuyla aldığım nefes boğazıma dolanıyordu sanki. Kalbim ilk defa bu kadar hızlı atıyordu. Her bir atışı göğüs kafesime çarptığında vücudum alev alıyormuş gibi hissediyordum.
Ben düşüncelerimle dalaşırken birden kapı açıldı. Gözlerime dolan ışık, görme yetimi kör kıldı. Birkaç saniye içindeyse bana doğru gelen birkaç garip canlıyı fark ettim. Oldukça uzun ama bir o kadar da incelerdi. Omuzları geniş, kolları ve parmakları gereksiz uzundu. Bacakları, kollarına göre orantısız derecede sıskaydı. Yanıma yaklaştıklarında ölümün grisi metal tenleri parlıyordu. Gözleri tamamen siyah ve korkunçtu. Üzerlerinde metal kıyafetler vardı. İçlerinden birisi iyice bana yaklaştı. Nefesini tenimde hissedebiliyordum. Kabus gördüğümü düşünmek istiyordum. Gözlerimi kapatıp tekrar açmak istiyordum ama buna cesaretim yoktu. Ağrımaya başlayan gözlerimle ona bakmaya devam ederken yaratık benden uzaklaştı. Sonrasında ne oldu bilmiyorum ama bilincimi yitirmiştim.
Gözlerimi yeniden açtığımda beyazlığıyla parlayan bir odadaydım. Oda oldukça büyüktü. Spor salonu kadar büyüktü ya da her yer beyaz olduğu için boyutunu tahmin edemiyordum. Üstelik bu sefer yalnız da değildim. Benim gibi birkaç kişi daha vardı. Onlarda benim yaşlarımdaydı. Muhtemelen lise öğrencileriydi. Üzerlerinde benimkisi gibi beyaz bir elbise vardı. Kolları da delik deşikti. Aynı kaderi paylaştığımız belliydi ama biz ne yaşamıştık? O gördüğüm yaratıklar da neydi? Nasıl bir kabusun içindeydim?
Hepimiz yerde oturmuş vaziyetteydik. Yirmi dokuz kişiydik ve her birimizin arasında üçer metre bulunuyordu. Kimse konuşmuyordu. Herkesin suratına ölümü beklercesine korku hakimdi. Ortamdaki sessizlikte kalp atışlarım kulak zarımı parçalıyordu. Bu durum var olan stresimi daha da arttırmıştı.
"Merhaba," dedim. Sesim titremişti. Odada yankılanan sesim dışında kimseden bir karşılık alamamıştım. Ne demem gerektiğini de bilmiyordum. Ben de devam ettim konuşmaya. "Birisi neler olduğunu biliyor mu?" Yine kimseden ses çıkmamıştı.
Ansızın önümüzde duran beyaz kapı açıldı. Daha önce gördüğüm o yaratıklardan bir tanesi içeriye girdi. Kısa saçlı kıza doğru yürüdü. Kız kaçmaya başladı ama kaçamadı. İki buçuk metreden daha uzun olan yaratık, kızı parmaklarıyla havaya kaldırdı. Onun boğazını sıkıyordu. Kız çığlık dahi atamıyordu. Diğerleri sessizce yerlerinde bekliyordu. Neden öyle yaptığımı bilmesem de ayağa kalktım. Bacaklarımın güçsüzlüğüne inat ayağa kalktım. "Bırak onu!" diye bağırdım. Bağıracak cesareti nereden aldığımı bilmiyordum ama o an dimdik durmuştum. Herkesin gözü bendeydi. Yaratık da sanki dalga geçercesine bana bakıyordu. "Bırak onu!" diye tekrarladım. İçimde bir şeyler alevlenmişti sanki.
Yaratık bana doğru yaklaştı. Kızın kafasını sıktı. Kafası patlayan cesedi hemen önüme bıraktı. "Bıraktım," dedi ve çekip gitti. Bazıları sessizce ağlamaya başladı. Sırtlarını bana döndüler. Herkesin korktuğunu anlıyordum, ya ben? Korkuyordum, bütün bedenim titriyordu. Gözlerim dolmuştu ama yaşlarım hareket dahi edemiyordu.
Aradan ne kadar zaman geçti bilmiyorum. Zamanı ölçebilecek herhangi bir cihaz yoktu etrafta. Aslında odada bizim dışımızda hiçbir şey yoktu. Bu vakit içerisinde yere oturmuştum. Dizlerimi kollarımla sarmıştım. Karşımda duran zavallı ölü kıza bakıyordum. Beyni kafatasından dışarıya süzülmüştü. Ona ait kan damlaları benim beyaz elbiseme de bulanmıştı. O benim yüzümden mi ölmüştü? Hayır. Canavar onu zaten öldürecekti. Bunu o an anlamasam da bütün gerçeği çok yakında öğrenecektim.
Kapının açılmasıyla ortamdaki gerginlik artmıştı. İçeriye bu sefer başka birisi girdi. Diğer canavara nazaran daha ufaktı. Sanırım bu daha gençti. Üzerinde biraz daha değişik bir kıyafet vardı. Ayrıca yüzünde farklı bir ifade bulunuyordu. Sanki burada kalmak istemiyordu. Onu yadırgayamazdım. Ben de burada durmak istemiyordum.
Elinde tuttuğu büyük, değişik kovaya kızın cesedini attı. Kovayı yerdeki kanın üzerinden geçirdiğinde değişik bir ses çıktı. Ses kesildiğinde yer, kandan arınmıştı. Kıyafetinin önündeki cebe soktu elini. Parmaklarının arasına beyaz bir kıyafet aldı.
"Soyun," dedi. Bir anlığına şaşırdım ya da korktum. Tarif edemediğim duyguları aynı anda yaşıyordum. Ne düşüneceğimi de bilmiyordum. Olduğum yerde durdum. Ayağa kalkmaya korktum. Parmaklarını boğazıma dolayarak beni yukarıya kaldırdı. Yüzüme yakınlaştı. "Üzerindekini çıkar!" dedi. Ardından kısık sesle, "Yut onu," diye ekledi. O an için neyden bahsettiğini anlamamıştım.
Titreyen elimle üzerimdekini çıkarırken gözyaşlarıma hakim olamamıştım. Bana uzattığı kıyafeti giydiğimde odadakilere baktım. Hepsi yüzünü arkaya dönmüştü. Canavarın gitmesiyle birlikte yeniden hepimiz odanın ortasına diktik gözlerimizi. Sanırım kimse neler olduğunu bilmiyordu. Tek düşüncemiz ölecek olmamızdı.
Yaşlarımın kurumasıyla canavarın dediğini düşünmeye başladım. "Yut onu," demişti. Peki neyi yutmalıydım? Düşünceler arasında sağ kolumu sıvazlarken kıyafetin uç kısmında ufak bir topak fark ettim. Belli etmeden parmaklarımı kumaşın iç kısmına geçirdim. Topağı elime aldım. Birkaç saniye hiçbir şey yokmuş gibi öylece durdum. İki elimle korkudan ağzımı kapatıyormuş gibi yaptım ve o topağı yuttum. Bunu neden yaptığıma o an anlam verememiştim. Aslında yaşadığım saniyelerin hiçbirisine anlam veremiyordum.
Yuttuğumda beynimde bazı görüntüler oluşmaya başladı. Biraz önceki canavarı görüyordum. Karanlık bir yerdeydi. Ortamda o olduğunu anlamama zar zor yetecek kadar ışık vardı. Yüzündeki telaşlı ifadeyle birlikte konuşmaya başladı.
"Benim ırkım asırlardır başka gezegenlerde yaşayan canlılardan bireyler toplar. Bunların yapısını yani genlerini çözümler ve kendilerini daha güçlü, daha zeki ve daha uzun yaşayan bir varlık haline getirmeye çalışırlar. Başka gezegenlere uğrayıp yüzlerce canlıyı kaçırırlardı ama bu sefer durum farklı."
Sustu. Gözleri aşağıya düştü. Yerde sanki bir şeyler arıyordu. Konuşmaya devam edememişti. Sanırım kendisini kötü hissediyordu. Kendi diline özgü bir şeyler mırıldandı. Sanki kendisine telkinler veriyordu.
"Daha önce sizin kadar zeki bir canlı türüne rastlanmadı. Diğerleri sadece otlayan hayvan zekasındaydı. Bazılarıysa kabile oluşturacak kadar gelişmişti. Ama siz, sizler bizimle iletişime geçtiniz. Bazı ekipler solucan deliğinden gelen bir sinyal aldı. Bize sesleniyordunuz. Aslında kendi ecelinize seslendiniz."
Devamını getiremedi cümlelerinin. Konuşurken çıkardığı ses ne kadar acı çektiğini gösteriyordu. Kızın kafasını patlatan canavardan farklı olduğunu kanıtlıyordu bu durum.
"Sizin gibi üstün zekaya sahip canlı türü bulduklarından dünyaya kimyasal bir gaz gönderdiler. Bu gaz sayesinde hepiniz bir uykuya daldınız. Aranızdan binlercesi seçildi ve denek olarak kullanılmaya başlandı. Geri kalanlar ölüme terk edildi. Yani dışarısı milyonlarca insanın mezarı. Deneklerin içine bazı kimyasallar nakledildi ve uzun bir uykuya yatırıldınız. Üzerinizde çeşitli deneyler yapılmaya devam edildi. Bu süre zarfında vücudunuzda meydana gelen değişimler gözlendi ama hemen bir tepki vermediniz. Vücudunuz reaksiyonları tersine çevirdi. Mutasyona uğradınız. Farklı bir evrim geçirdiniz. Var olan özellikleriniz güçlendi ya da farklı güçler elde etiniz. İlk uyandırdıkları birkaç insanda bunları gözlemlediler. Elde ettiğiniz güçten korktukları için sizleri gruplara ayırdılar. Böylece sizi kontrol altında tutabilecekler. Şu an siz on birinci grupsunuz yani yaklaşık olarak dünya yılıyla iki yüz yıl sonrasında uyandınız. Sanırım neler olduğunu anlatabilmişimdir. Burada bulunduğumuz süre boyunca gerekli olan enerjiyi elde etmek için sizin yaptığınız nükleer santrallere binlercesini daha ekledik. Bunlar hem sizin uyarken yaşamınızı sağlamak hem de bizim geri dönüş için kullanacağımız enerjiyi üretmekte kullanılıyor."
Ben neler olduğunu duyuyordum. Duyuyordum ama inanmakta zorlanıyordum. O ise konuşmaya devam ediyordu.
"Buraya ilk geldiğimde yaptığınız binaları gördüm. Hayvanları, kendi türünüzü nasıl yok ettiğinizi araştırdım. Sizin de bizden pek farkınız olmadığını düşünüyordum ama sonra herkesin öyle olmadığını fark ettim. Bazılarınız kötüydü ama bazılarınız hala iyilik için savaşıyordu. Yeşili koruyordu. Filmlerinizi izledim. Şarkılarınız dinledim. Bazılarında hiçbir anlam yoktu. Ama bazıları onlar, onlar benim de ruhum olduğunu gösterdi. Sonra kendime baktım. Irkıma ve yaptıklarına baktım. Bizler kötüydük ve iyi olanımız yoktu. Sadece kendimizi düşünüyorduk. Sizdeyse kötü olduğu kadar iyi de vardı. Ve kitaplarınız bana iyiliği ve iyilik için savaşmayı öğretti."
Yeniden durdu. Gözleri korkuyordu ama bir savaşçının cesaretiyle bakıyordu.
"Bizim dünyamızdaki bir gün sizin dünyanızda on yıla bedel. O yüzden her bir grupla işimiz bittikten sonra kendi gezegenimize ışınlanıyoruz. Yeterli enerjiyi kendi gezegenimizde kolayca elde edebiliyorduk. Sizin gezegeninizde bu durum söz konusu değil. Bir sonraki ışınlanma için yeterli enerji beş gün sonra toplanacak. O gün, bizler gezegenden ayrılınca kadar diğer denekleri de uyandırmayı başarırsanız bir kurtuluşunuz olabilir. Beşinci gün bizden kimse gezegenimize gitmezse bir şeylerin yolunda gitmediğini anlarlar. Bu süre zarfında diğer insanları uyandırmayı başarabilirseniz benim halkıma karşı gelebilirsiniz. Bizler savaşmayı sevmeyiz. Eğer bizden güçlü olduğunuzu kanıtlarsanız sizlere dokunmazlar. Şu an beyaz bir odada hapissiniz. Hepinizi teker teker almaya gelecekler. Size ait yetenekleri transfer etmenin bir yolunu arıyorlar ama bulamadılar. Bu yüzden en güçlü olanlarınızı dondurup diğerlerini öldürecekler. Bu zamana kadar kimseyi dondurmadılar. Ama eğer birlik olursanız ölümden kaçabilirsiniz. İçinizde çok büyük bir güç yatıyor ve o gücü uyandırın. Eğer savaşmak istiyorsanız ben bunun için hazırım."
Görüntü bittiğinde öğrendiğim gerçekler beynimde yankılanıyordu. Tam bu sırada yeniden o canavarlardan birisi gelmişti. Bir çocuğa elini uzatıyordu. "Dur!" diye bağırdım. Ne yapıyordum ben? Gerçekten de o canavarın dediklerine inanmış mıydım? Eğer dedikleri doğruysa iki yüz yıl sonra mı uyanmıştım? Bu da demek oluyor ki bütün sevdiklerim ölmüştü. Daha doğrusu öldürülmüştü. Hemen karşımda duran yaratık yüzündendi. Gözümden bir damla yaş aktı. Damarlarımda öfkenin dolaştığını hissediyordum. Bunlar benim dünyamı, bana ait olan her şeyi yok etmişlerdi. Birden herkesin gözü benim üzerime döndü. Hatta benden uzaklaşmaya başladılar. Nedenini anlayamamıştım, kendimden yansıyan ışığı fark edinceye kadar.
Yanıyordum. Ellerim, bacaklarım, tüm vücudum ateşler içindeydi ama ben sıcaklığı hissetmiyordum. Görüntülerdeki söz aklıma geldi. Mutasyona uğradığımızı ve özel güçler kazandığımızı söylemişti. Demek ki benim özel gücüm de buydu, alev. Heyecanla kendime bakarken içeriye birçok canavar girmişti bile. Etraftaki ışık yanıp yanıp sönüyordu. İğrenç bir çığlık sesini andıran siren sesi kulaklarımı sağır etmek üzereydi. Bütün insanlar elleriyle kulaklarını tıkayıp yere yatıyordu. Fazlasıyla acı çekiyorduk.
İçimizden birisinin attığı çığlıkla bu durum sonlanmıştı. Saniyeliğine kapattığım göz kapaklarımı araladığımda başka bir yerdeydik. Bir dağın tepesindeydik. Kurumuş ağaçların tam ortasındaydık. Ayağa kalktım. İlerlediğimde görebiliyordum dünyayı. Yıkılmış binaların enkazını, etrafta duran iskeletleri, zehirlenmiş atmosferi ve ayrıca canavarlara ait devasa uzay gemisini. Gemi neredeyse yirmi katlı bir apartman gibi gökyüzüne doğru uzanıyordu. Yapının eninden bahsedemiyorum bile. Orada duran metal yığınının içerisinde tutuluyorduk. Ve orada bizim gibi binlercesi vardı. İki yüz yıldır uyuyan, neler olduğundan habersiz binlerce insan vardı.
Zamanımız kısıtlıydı. İnsanları uyandırmalı ve dünyayı yeniden insanların yapmalıydık. Arkama döndüm. Benimle birlikte sadece beş kişi ışınlanmıştı. Gözlerindeki korkuyu, şaşkınlığı ve çaresizliği anlıyordum. Ben de aynı duygulara sahiptim. Ben de ölmekten korkuyordum. Ama şu an pes etmenin zamanı değildi. Her şekilde öleceksek eğer en azından bir kez olsun denemeliydik. Ne kadar korksak bile savaşmalı ve bize ait olanı geri almalıydık. Şimdi ortalığın sıcaklığını biraz arttırmalıydık.
Bạn đang đọc truyện trên: AzTruyen.Top